A'LÂ SÛRESİ
4
A'LÂ SÛRESİ
Mekke'de mraiş,;19 â
Takdim
A'lâ sûresi
Mekke'de inen sûrelerdendir. Bu sûre özetle aşağıdaki konuları ele
alır.
1. Allah'ın
Yüce zâtı ve bazı sıfatları ile Onun birliğini ve kudretini gösteren
deliller..
2. Vahiy ve son
peygambere indirilmiş olan Kur'ân ile ve onun, Peygamber (a.s.) tarafından
ezberlenmesinin kolay hale getirilmesi.
3. Kalpleri
diri olanların faydalanacağı, mutlu ve imanlı kişilerin istifade edeceği güzel
nasihat.
Bu mübarek sûre, Allah'ı noksan
sıfatlardan tenzih ederek başlar. O, yaratıp güzelleştiren, güzel şekil veren,
kullara rahmet olsun diye bitki ve yeşilliği çıkarandır: "Yaratıp düzene koyan,
planlayıp yol gösteren, yeşil otu çıkaran.., Yüce Rabbinin adını teşbih
et."
Daha sonra sûre vahiy ve Kur'ân'dan bahseder ve bu Yüce Kur'ân'ı. asla unutmayacak şekilde Peygamber (a.s.)'e
ezberleteceğini ve onun ezberlenmesini Peygambere (s.a.v.) kolaylaştıracağını
müjdeliyerek onu rahatlatır: "Sana Kur'ân'ı okutacağız da artık Allah'ın dilediği hariç, sen
onu unutmayacaksın. Allah açık ve gizli olanı bilir."
Daha sonra sûre, nurundan mü'minlerin yararlandığı ve takva sahiplerinin,
hidayetinden öğüt aldığı bu Kur'ân'la Öğüt vermeyi
emreder: "Eğer öğüt fayda verirse, öğüt ver. Allah'tan korkan öğütten
yararlanacak. En büyük bedbaht ise, öğütten kaçınır."
Sûre, nefsini günahlardan
temizleyen ve iyi amellerle arındıran kimselerin kurtuluşa ereceğini
açıklayarak sona erer: "Temizlenen, Rabbinin adını anıp O'na kulluk eden kimse
şüphesiz kurtuluşa ermiştir..." [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1, 2, 3, 4, 5.
Yaratıp düzene koyan, plânlayıp yol gösteren, yeşil otu çıkarıp sonra da onu
siyah çerçöpe çeviren Yüce Rabbinin adını teşbih et.
6, 7. Sana
(Kur'ân'ı) okutacağız, da artık Allah'ın dilediği
hâriç, sen onu hiç unutmayacaksın. Şüphesiz Allah, açığı ve gizleneni
bilir.
8, 9. Seni en
kolaya muvaffak kılacağız. O halde eğer öğüt fayda verirse öğüt
ver.
10, 11, 12, 13.
(Allah'tan) korkan öğütten yararlanacak. En büyük ateşe girecek olan kötü kimse
ise öğütten kaçınır. Sonra o, ateşte ne ölür ne de yaşar.
14, 15, 16, 17, 18, 19. Temizlenen, Rabbinin adını anıp O'na kulluk eden kimse
mutlaka kurtuluşa ermiştir. Fakat siz âhiret daha
hayırlı ve daha devamlı olduğu halde dünya hayatını tercih ediyorsunuz.
Şüphesiz bunlar, ilk sahifelerde İbrahim ve Musa'nın
sahifelerinde de vardır.
Kelimelerin İzahı
Ğusa, selin
vadi kenarına attığı çerçöp, kağıt ve bitki gibi
şeylerdir.
Ahvâ, siyah
demektir. Bu kelime, siyahlık veya esmerlik anlamına gelen kelimesinden
alınmıştır.
Girer ve sıcağına katlanır. "Onu
ateşe soktum ve ateşin, sıcağını ona tattırdım" mânâsına, denir. [2]
Âyetlerin Tefsiri
1. Ey
Peygamber! Yüce Rabbini noksan sıfatlardan; zalimlerin söylediği, o'na layık
olmayan noksan ve çirkin şeylerden uzak tut. Hadiste şöyle gelmiştir: Rasulullah (s.a.v) bu âyeti okuduğu zaman Yüce Rabbimi
noksan sıfatlardan uzak tutarım" derdi.[3]
Bundan sonra Allah, yüce
sıfatlarından bazılarını, engin kudretinin tezahürlerini, birliğini ve
olgunluğunu gösteren delillerden bir kısmım anlattı: [4]
2. O, bütün
mahlûkâtı yaratandır. Sonra da onların yaratılışını sağlamlaştıran ve en güzel
şekil ve biçimi verendir. Ebû Hayyân şöyle der: O her şeyi yaratan
ve düzene koyandır.
Öyle ki, hiçbir şeyde uyumsuzluk yoktur. Aksine her şey,
bilen ve hikmet sahibi birinden meydana geldiğini göstersin diye, sağlam ve
muhkem bir şekilde uyumludur.[5]
3. O, akılların
ve idraklerin kavramayacağı bir şekilde her şeyin özellik ve meziyetlerini
takdir eden, onlara yerleştirdiği şeylerden yararlanma yolunu insana gösteren
ve otlaklara gitme duygusunu hayvanlara verendir. Bitkilerde bulunan
özelliklen, madenlerdeki meziyet ve yararları, insanın bitkilerden yararlı
ilaçlar çıkarabildiğini, top ve uçak yapımında madenleri kullanabildiğini bir
düşünsen, Mutlak Kadir Yüce Allah'ın hikmetini anlarsın. Eğer Allah teâlâ'mn takdiri ve yol göstermesi olmasaydı, mutlaka biz
de diğer hayvanlar gibi karanlıklarda şaşkın şaşkın
dolaşırdık. Tefsirciler şöyle der: Yüce
Allah umum ifade etmesi için, "Takdir etti ve yol gösterdi" fillerinin
(mefûlünü) zikretmedi. Yani her yaratık ve hayvan için elverişli olanı takdir
etti ve bunu ona gösterdi, ondan yararlanma yolunu da tarif etti.[6]
4. O,
hayvanların otladığı kuru ve yeşil otları bitirendir. [7]
5. O, daha önce
yeşil ve parlak olduğu halde otları karartan ve çürük hale getirendir. Otlar
kurduktan sonra onlarda faydalar bulunduğu gayet açıktır. Çünkü ot bu haliyle,
birçok hayvan için iyi bir yiyecektir. Her şeyi sağlam bir şekilde yaratan,
"Her şeye varlık ve özelliğini veren sonra da yolunu gösteren"[8]
Yüce Allah noksan sıfatlardan münezzehtir.
Yüce Allah birliğini ve gücünü
gösteren delilleri anlattıktan sonra, Peygamberine (s.a.v.) olan lütuf ve
ihsanını anlatmak üzere şöyle buyurdu: [9]
6. Ey
Peygamber! Bu Yüce Kur'ân'ı sana okutacağız ve sen onu
ezberleyecek, unutmayacaksın. [10]
7. Ancak,
Allah'ın neshetmek istediği hariç. Onu unutursun. Bu
âyette Hz. Peygamber (a.s.)'in bir mucizesi vardır.
Çünkü o okuma yazma bilmeyen bir ümmî idi. Buna rağmen Cebrail (a.s.)'in
kendisine okuttuğunu unutmazdı. Ders görmeden ve tekrarlamadan bu Yüce Kitabı
ezberlemesi ve asla unutmaması, onun peygamberliğinin doğruluğunu gösteren en
büyük delillerdendir. İbn Kesîr şöyle der: Bu, Yüce
Allah'ın, peygamberine, Kur'ân'ı unutmayacağı şekilde
okutacağına dair verdiği bir haber ve vaaddir.[11]
Yüce Allah kulların açıkça yaptıkları ve gizledikleri söz ve fiilleri bilir. Ne
yerde ne de gökte hiçbir şey O'na gizli kalmaz. [12]
8. Seni, son
derece kolay olan bu Yüce Şeriatı uygulamaya muvaffak kılacağız. Bu şeriat,
semavî şeriatların en kolayıdır yani İslam Şeriatıdır. [13]
9. Ey
Peygamber! Bu Kur'ân'la, öğüt ve hatırlatmanın fayda
vereceği şekilde nasihatta bulun. Yüce Allah'ın bu
sözü, "Tehdidimden korkanlara Kur'ân'la, öğüt ver"[14]
mealindeki âyetine benzer. İbn Kesîr şöyle der:
Buradan ilmi yayma hususunda nasıl davranılacağı öğrenilmektedir. Dolayisıyle ilim ehli, ilmi, ehil olmayan kimselere
vermesin. Nitekim Hz. Ali (r.a.) şöyle buyurmuştur:
"Sen, herhangi bir topluluğa, akıllarının ermediği bir hadisi söylersen, bu
onların bazıları için fitneden başka bir şey olmaz." Bir defasında da Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir:"İnsanlara anlayacakları şeyi
söyleyin. Allah ve Rasulünün yalanlanmasını ister
misiniz?"[15]
10. "Yüce
Allah'tan korkanlar, bu Öğüt ve hatırlatmadan faydalanacaktır. [16]
11. Son derece
bedbaht olan kâfirler, bu öğüdü reddeder ve onu kabulden uzak durur. [17]
12. O, alevli,
korkunç ve büyük cehennem ateşine girecek olandır. Hasan Basrî der ki: "Büyük ateş", âhiret
ateşidir. "Küçük ateş" ise dünya ateşidir.[18]
13. O bedbaht
kâfir orada ne ölüp rahata kavuşur, ne de iyi bir hayat yaşar. Aksine o azap ve
bedbahtlık içersinde sürekli kalacaktır.[19]
14. İman etmek
suretiyle kendini temizleyen ve sırf Allah için amel eden kurtuluşa
ermiştir. [20]
15. Rabbinin
büyüklük ve yüceliğini anan O'na boyun eğerek ve emrine sarılmak için ibadet
eden kurtulmuştur.[21]
16. Ey
insanlar! Ama siz, bu geçici hayatı devamlı olan âhiret hayatına tercih ediyor; bunun için uğraşıp âhireti unutuyorsunuz. [22]
17. Oysa ki
âhiret, dünyadan daha iyi ve ebedîdir. Çünkü dünya
geçici, âhiret ise ebedîdir. Ebedî olan ise, geçici
olandan daha iyidir. Akıllı bir kimse, geçici olanı ebedî olana nasıl tercih
eder? Aldanma yurduna önem verip devamlılık ve ebedîlik yurduna nasıl önem
vermez? İbn Mes'ûd bu âyeti
okuyarak arkadaşlarına şöyle dedi: Dünya hayatım niçin âhirete tercih ettik biliyor musunuz?"Arkadaşları: "Hayır"
dediler. İbn Mes'ûd dedi
ki:"Zira dünya yiyecekleri, içecekleri, kadınları, zevkleri ve güzellikleri ile
hemen takdim edilip bize verildi. Âhiret ise bizden
uzak tutularak bize gösterilmedi. Dolayısıyle biz,
hemen verileni tercih ettik, daha sonra verilecek olanı bıraktık."[23]
18, 19. Bu
sûrede anlatılan bu öğütler İbrahim (a.s.) ile Mûsâ (a.s.)'ya indirilen eski sahifelerde
vardır. Bu öğütler bütün semavî dinlerde bulunan ve bu Yüce Kur'ân'ın yazdığı gibi, semavî kitapların yazdığı
şeylerdendir. [24]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. ölmez, ile
yaşamaz, arasında tıbâk vardır. Aynı şekilde açık olan, ile gizli olan, arasında da tıbâk vardır.
2.
kolaylaştırırız, ile kolay, ve öğüt ver, ile öğüt, arasında cinâs-ı iştikak
vardır.
3. "Korkan öğüt
alacak" ile "Bedbaht ondan uzak duracak" arasında mukabele
vardır.
4. "Yarattı ve
düzene koydu" ve "Takdir etti ve yol gösterdi" fiillerinde, umûm ifade etmesi
için mefûl zikredilmemi ştir. Çünkü maksat, "Her şeyi
yarattı ve düzene koydu. Her şeyi takdir etti ve ona yolunu gösterdi"
şeklindedir.
5. gibi âyet
sonlarında, sec'-i gayr-i mütekellif vardır. Bu Kur'ân'da
çoktur. Bu güzelleştirici edebî sanatlardandır.[25]
Bir Uyarı
"Mûsâ (a.s)'nm sahifeleri" Tevrat'ın dışında
olan sahifelerdir. Hadiste belirtildiğine göre Mûsâ
(a.s.)'ya on sahife verilmiş
olup bunların tamamı ibret ve nasihattir. Ebû Zerr (r.a.) şöyle der: Rasulullah
(s.a.v)'a, "Musa'nın sahifeleri nedir?" diye sordum.
"Hepsi de şu şekilde ibrettir." buyurdu: "Ö-leceğini
kesin olarak bilen, nasıl sevinir, şaşarım. Cehenneme kesin olarak inanan kimse,
nasıl bitkin düşecek şekilde çalışır, şaşarım. Kesin olarak hesap vereceğine
inanıp da çalışmayan kimseye şaşarım!!"
Yüce Allah'ın yardımıyle "A'lâ Sûresi"nin
tefsiri bitti. [26]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/283.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/285.
[3] Ahmed b. Hanbel, I, 232
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/285.
[5] Bahr,
8/458
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/285.
[6] Rûhu'l-meânî, 30/104; Teshîl, 4/193
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/285.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/285.
[8] Tâhâ sûresi,
20/50
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/285-286.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/286.
[11] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/630
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/286.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/286.
[14] Kâf sûresi,
50/45
[15] Muhtasar-i İbn Kesîr,
3/630
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/286.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/286.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/286-287.
[18] Bahr,
8/459
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/287.
[19] Taberî der ki: Araplar bir
kimsenin aşın derecede sıkıntıya düştüğünü anlatırken, "O ne diridir, ne de Ölü"
derler. Yüce Allah da onlara bildikleri tabirle hitap etti. Taberî, 30/99
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/287.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/287.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/287.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/287.
[23] Hâzin, 4/236
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/287.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/287.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/287-288.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/288.
GAŞİYE SÛRESİ
4
GAŞİYE SÛRESİ
Mekke'de inmiştir, 26
âyettir.
Takdim
Gâşiye
sûresi Mekke'de inmiş olup şu iki ana konuyu ele alır:
1. Kıyamet,
kıyametin korkunç ve dehşet verici durumları, kâfirlerin orada karşılaşacağı
sıkıntı ve belâ ile mü'minlerin karşılaşacağı mutluluk
ve esenlik.
2. Alemlerin
Rabbinin birliğini ve sonsuz gücünü gösteren
deliller. O'nun, akıllara hayret veren develerin, eşsiz göklerin, yüksek
dağların ve geniş yer yüzünün yaratılışmaki kudretini
gösteren deliller... Bütün bunlar, Yüce Allah'ın birliğine ve gücünün
büyüklüğüne şahitlerdir.
Bu mübarek sûre, bütün insanların,
hesap vermek ve yaptıklarının karşılığını almak için Yüce Allah'a döneceklerini
hatırlatarak sona erer.[1]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1, 2, 3, 4, 5, 6, 7. (Ey Muhammedi) Ğâşiye'nin
haberi sana geldi mi? O gün bir takım yüzler zelildir, durmadan çalışır ve
yorulur, kızgın ateşe girer. Onlara kaynar su pınarından içirilir. Onlar için
kuru dikenden başka yemek yoktur, o da, gıda vermez, açlığı da gi-dermez.
8, 9, 10, 11. O
gün bir takım yüzler de vardır ki, nîmet içinde (mutludurlar.) İşlerinden hoşnut
olmuşlardır, yüksek bağlar ve bahçeler içinde (oturmuşlardır). Orada hoşa
gitmeyen boş bir söz dahi işitmezler.
12, 13, 14, 15, 16. Orada devamlı akan bir pınar, yükseltilmiş tahtlar,
konulmuş kadehler, sıra sıra dizilmiş yastıklar
serilmiş halılar vardır.
17, 18, 19, 20.
(İnsanlar) deveye bakmazlar mı, o nasıl yaratıldı? Göğe, (bakmazlar mı,) o nasıl
kaldırıldı? Dağlara (bakmazlar mı) o nasıl dikildi? Yerküreye, (bakmazlar mı) o
nasıl yayıldı.
21, 22, 23, 24, 25, 26. O halde (Ey Muhammedi) Öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt
vericisin. Onların üzerinde bir zorba değilsin. Ancak yüz çevirip inkâr eden
hâriç. İşte öylesini Allah en büyük azap ile cezalandırır. Şüphesiz onların
dönüşü sadece bizedir. Sonra onların sorguya çekilmesi de sadece bize
aittir.
Kelimelerin İzahı
Gâşiye,
dehşet verici halleri ile insanları bürüyen kıyamet
demektir.
Hâşia; boyun
eğen, zelîl manasınadır.
Nasibe, yorgun demektir. Yorulmak
mânâsına gelen "nasab" kelimesinden
türetilmiştir.
Darî', cehennemde bulunan ve dikene benzeyen acı ve
pis kokulu bir yiyecektir.
Nâime, güzel
ve parlak demektir,
Nemârik,
kelimesinin çoğulu olup, kendilerine yaslanılan yastıklar manasınadır. Züheyr şöyle der:
Güzel yüzlü olgun ve genç insanlar
olarak, sıra sıra dizilmiş
divanlar
üzerindedirler ve yastıklara
yaslanmışlardır.[2]
Zerâbî,
kıymetli halı mânâsına gelen kelimesinin
çoğuludur. Ferrâ şöyle der: Zerâbî ince kadife püskülleri olan halılar demektir. Mebsûse, oturacak yerlere yayılmış demektir. İyâbehum, "dönüşleri" manasınadır. [3]
Âyetlerin Tefsiri
1. Bu soru,
haberi dinlemeye teşvik eder ve kıyamete ve onun büyük bir olay olduğuna dikkat
çeker. Yani, Ey Peygamber! Şiddetli ve sıkıntı veren, dehşetli halleriyle
insanları saran ve hepsini kapsayan o büyük musibetin yani kıyametin haberi
sana geldi mi? Tefsirciler şöyle der: Kıyamet sıkıntılı ve dehşetli halleri ile
mahlûkâtı saracağı ve içindeki büyük musibet ve sıkıntılarla bütün insanları
kapsayacağı için om "Gâşiye" denildi[4]
2. O gün
birtakım yüzler zelîl, hor ve boyun eğmiş bir durumdadır. [5]
3. Cehennemde
devamlı olarak, kendilerini yoracak ve bedbaht edecek işleri yaparlar.
Tefsirciler şöyle der: Bu âyet, kâfirler hakkındadır. Zincirleri ve bukağıları
çektikleri, develerin çamura daldığı gibi ate-,e
daldıkları ve cehennemin yüksek ve alçak yerlerine çıkıp indikleri için yorulur
ve bedbaht olurlar. Nitekim Yüce Allah meâlen,
"Boyunlarında denir bukağılar ve zincirler olduğu halde sıcak suya
sürüklenecek, sonra da ıteşte yakılacaklardır"[6]
buyurmuştur. Bu, onların dünyada kibirlenip AUah'-i
ibadet etmemelerinin, zevklerine, şehevî arzularına dalmalarının
cezasıdır. [7]
4. Sıcağı
şiddetli alevli ateşe girerler. İbn Abbâs şöyle ier: Onun ateşi
şiddetlenmiş olup Allah düşmanlarına karşı alev saçmaktaiır.[8]
5. Onlara son
derece kaynar ve fakurdayan bir çeşmeden
içirilir. [9]
6. Cehennem
ehlinin "Darî'"den başka yiyeceği yoktur. Darî' Kureyşlilerin "Şıbrık" dedikleri dikenli bir bitkidir. Bu, en cötü ve âdi yiyecektir. Öldürücü bir zehirdir. Katâde der ki: Darî', en kötü en
pis yiyecektir.[10]
Yüce Allah burada, bu âyetle onların Darî'den başka
yiyeceği olmadığını bildirdi. Bir başka âyette ise, "Kanlı irinden başka bir
yiyecek yoktur"[11]
buyurdu. Bu iki âyet arasında bir zıtlık yoktur. Çünkü ceza çeşitlidir. Ceza
verilenler de sınıf sınıftır. Bir kısmının yiyeceği zakkum, mzılarımn Darî' bazılarının
yiyeceği de gıslîn yani kanlı irin olur. İşte bu
şekilde, türlü türlü azap olur. [12]
7. Darî', vücuda ne kuvvet verir ne de onu beser. Yiyenin
açlığını da gidermez. EbusMiıul şöyle der: Darî'nin, dünyadaki 'emekler gibi besleyici ve doyurucu
özelliği yoktur. Rivayet edildiğine öre, onları Darî'
yemeğe zorlayacak şekilde onlara açlık verilir. Onu yi-rince de susuzluk başlarına belâ olur. Bu da onları kaynar
suyu içmeye necbur eder. Bu su onların yüzlerini yakıp
kızartır ve bağırsaklarını parçalar.[13]
"Onlara bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su
içilir"[14]
Yüce Allah, cehennem ehli
bedbahtların durumlarını anlattıktan sonra ardından cennet ehli bahtiyarların
durumunu anlattı: [15]
8. Kıyamet günü
mü'minlerin yüzleri parlak güzel ve aydınlıktır.
Nitekim Yüce Allah meâlen, "Onların yüzünde mutluluk
parlaklığı görürsün"[16]
buyurmuştur. [17]
9. Bu yüzler,
dünyada işledikleri amel ve Allah'a itaat-larmdan
dolayı razı ve huzur içindedirler. Çünkü bu amel onları, müttakîler yurdu Firdevs cennetine
mirasçı kılmıştır. [18]
10. Onlar, yeri
ve değeri yüksek bağ ve bahçelerdedirler. "Onlar cennet odalarında güven
içindedirler."[19]
11. Onlar
cennette sövme, küfür veya çirkin herhangi bir söz işitmezler. ibn Abbâs şöyle der: Orada
herhangi bir eziyet verici ve boş söz işitmezler.[20]
12. Orada
hiçbir zaman kesilmeyen, selsebîl suyu akıtan pınarlar
vardır. Zemahşerî şöyle der: Kelimesinin tenvîni
çokluk ifade eder. Yani orada, suları akan birçok pınar vardır.[21]
13. Orada
yüksek kanepeler vardır. O kanepeler zümrüt ve yakutla süslenmiştir. Üzerlerinde
iri gözlü hûrîîer vardır. Allah'ın dostu o yüksek
kanepelere oturmak İstediğinde, kanepeler onun için alçalır.[22]
14. Pınarların
kenarlarına konulmuş kadehler vardır. Bunlar, içmeleri için hazırlanmış olup
onları dolduracak kimseye ihtiyaç duyulmaz. [23]
15.
Yaslanmaları için yanyana dizilmiş yastıklar
vardır. [24]
16. Orada
kadife püskülü olan değerli halılar vardır. Bunlar cennetin her tarafına
serilmiştir.
Bundan sonra Yüce Allah birlik ve
kudretini gösteren delilleri anlatmak üzere şöyle buyurdu: [25]
17. O insanlar,
ibret ve tefekkür gözüyle develere bakmıyorlar mı? Allah o develeri, eşsiz,
güzel ve hayret verici bir şekilde nasıl yarattı? Bu yaratılışı, onları
yaratanın gücünü gösterir. Ibn Cüzey şöyle der: Bu âyette, develerin yaratılışına bakmaya
teşvik vardır. Çünkü develerin kuvvetli oluşunda, bununla birlikte her zayıf
insana boyun eğmelerinde, susuzluğa sabretmelerinde ve bunlarda bulunan binme,
üzerlerine yük vurma, etlerini yeme, sütlerini içme ve daha başka bir çok
faydalan bulunmasında hayret verici şeyler vardır.[26]
18. Eşsiz ve
sağlam yaratılan göğe bakmıyorlar mı? Allah onu nasıl yüksek bir şekilde bina
etti? Direksiz ve sütunsuz onun tavanını nasıl yükseltti? [27]
19. "Yüksek
dağlara bakmıyorlar mı? Yeryüzünde sarsılmayacak bir şekilde sağlam ve sabit
olarak nasıl dikilmişler? [28]
20. Üzerinde
yaşadıkları yer yüzüne bakmıyorlar mı? Nasıl yayılıp döşenmiş ve neticede
üzerinde karar kılacakları ve çeşitli ekinler ekebilecekleri şekilde geniş bir
hale gelmiştir. Âlûsî şöyle der: Bu, yeryüzünün küre
veya küreî yani elips şeklinde olduğu görüşüne zıt
değildir. Zira yeryüzü çok büyüktür.[29] Bu varlıkların özellikle zikredilmesindeki
hikmet şudur: Kur'ân Araplara inmiştir. Araplar vadi
ve çöllerde tek başlarına çok
yolculuk yaparlardı. İnsan şehirden
uzak düşünce, düşünme fırsatı
bulur. Gözü ilk defa bindiği deveye takılır. Hayret verici bir manzara görür.
Yukarıya baktığında gökten başka bir şey göremez. Sağa ve sola baktığı takdirde
de, dağlardan başka bir şey göremez. Aşağı bakarsa, sadece yeryüzünü görür.
İşte bunun içindir ki Yüce Allah bu varlıkları zikretmiştir. İbn Kesîr der ki: Yüce Allah, bedevinin gördüğü şeylerle
Allah'ın kudretine delil getirmesi için dikkatini çekti. Bunlar bindiği devesi,
başının üstünde bulunan gök, karşısındaki dağ ve altındaki yeryüzüdür. İşte
bütün bunlar, yaratıcılarının gücüne ve O'nunYüce Rab
olduğuna; Yaratıcı, Tasarruf edici ve Mâlik olduğuna, O'ndan başka hiçbir şeyin
ibadete layık olmadığına delildir.[30]
Yüce Allah birliğinin delillerini anlattığı halde kâfirler bundan ibret
almayınca, Peygamberine (s.a.v.), onlara öğüt ve nasi-hatta bulunmasını emretti. [31]
21. Peygamber!
Onlara öğüt ver, ve korkut. Onların bakıp düşünmemeleri seni üzmesin. Sen ancak
öğüt veren ve yol gösterensin. [32]
22. Sen onlara
hakim ve onlara egemen birisi değilsin ki onları imana zorlayasın. [33]
23. Fakat kim
öğüt ve uyarıya kulak asmaz ve kudret sahibi Yüce Allah'ı inkâr ederse, [34]
24. Allah onu
en büyük azapla, yani azabı ebedî olan cehennem ateşiyle cezalandırır. Kurtubî şöyle der: Kâfirler dünyada açlık, kıtlık, öldürülme
ve esir edilmekle cezalandırıldıkları için Yüce Allah "En büyük azap" buyurdu.[35]
25. Öldükten
sonra onların dönüşü sadece bize olacaktır. [36]
26. Sonra
onları hesaba çekip cezalandırma işi de sadece bize aittir. [37]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "O büyük
felaketin haberi sana geldi mi?" âyetinde teşvik üslubu
vardır.
2. "O gün
birtakım yüzler zelildir" âyetinde mecâz-ı mürsel
vardır. Bu, zikr-i kül irade-i cüz kabîlindendir.
Maksat, yüzlerin sahipleridir.
3. "Dönüşleri
sadece bizedir" ile " Hesaplan sadece bize aittir" cümlelerinde, tül ve
harfleri arasında tıbâk vardır.
4. Hatırlat ile
hatırlatıcı ve ona azap eder ile azap arasında cinâs-ı iştikak vardır. '
5.
İtaatkârların yüzleri ile günahkârların yüzleri arasında mukabele vardır. Yüce
Allah "O gün birtakım yüzler zelildir, durmadan çalışırlar ve yorgundurlar"
âyetinden sonra, O gün bir takım yüzler mutludur, işlerinden hoşnut olmuşlardır"
âyetini getirerek ikisi arasında mukabele yapmıştır.
6. gibi hayet sonlarında, sağlam ve akıcı bir seci vardır. [38]
Bir Uyarı
Rivayete göre Hz. Ömer (r.a.) Suriye'ye geldiğinde, ona üzerinde siyahlık
olan yaşlı bir rahip geldi. Hz. Ömer (r.a.) onu
görünce ağladı. Dediler ki: "Ey mü'minlerin emiri!
Niçin ağlıyorsun? O bir hristiyandır." Bunun üzerine
Ömer (r.a.) "Yüce Allah'ın, Durmadan çalışır ve yorulur, kızgın ateşe girer"
âyetini hatırladım ve ona acıdığım için ağladım" dedi.[39]
Yüce Allah'ın yardımıyle "Gâşiye Sûresi"nin
tefsiri bitti. [40]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/291.
[2] Rûhu'l-meâm, 30/115
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/293.
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/293.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/294.
[6] Mü’min suresi,
40/71,72
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/294.
[8] Hazin, 4/237
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:7/294.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/294.
[10] Muhtasar-ı İbn Kesir,
3/632
[11] Hakka suresi, 69/36
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/294.
[13] Ebussuud,
5/259
[14] Muhammed suresii,
47/15
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/294.
[16] Mutaffifîn sûresi,
83/24
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/295.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/295.
[19] Sebe1 sûresi, 34/37
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:7/295.
[20] Taberî,
30/104
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:7/295.
[21] Rûhu'l-meânî, 30/115
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:7/295.
[22] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/633
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:7/295.
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/295.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/295.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/295.
[26] Teshil, 4/196* Develer Arap hayvanlarının en iyisi ve en
faydalısı olduğu için Yüce Allah özellikle onları zikretti. Bu özelliklerinden
dolayı deveye "çöl gemisi" denir. Onun hayret verici yaratılışına bir bak. O son
derece kuvvetli ve dayanıklıdır. Bununla beraber deve, zayıf bir çocuk tarafından sevk ve idare edilir.
Yakından yüklemen için çöker sonra güçlü kuvvetli bir topluluğun kaldıramıyacağı kadar yükleyeceğin bir yükü kaldırır. Sonra
onların açlık ve susuzluğa günlerce sabretmeleri, uzun mesafeleri katetmeleri, yeryüzünde bulunan bütün bitkileri yemeleri ve
bunun dışında yaratılışlarında bulunan diğer enteresan şeylere bir bak. Bilgi ve
hikmet sahibi olan Allah, noksan sıfatlardan uzaktır.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:7/295-296.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/296.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/296.
[29] Fahreddin Râzî, Ebussuûd ve Âlûsî gibi ilim adamlarımız yeryüzünün yuvarlak olduğunu
isbat etmişlerdir. Nitekim biz bunların ifadelerinden
bir kısmını Lokman sûresi'nde nakletmiştik. Yeryüzünün düz ve yayılmış olmasına
gelince, bu sadece onun büyüklüğüne ve genişliğine göre, veya bakanlara göre
böyledir. Kur'ân'da ilmî gerçeklere aykırı bir şey
yoktur.
[30] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/634
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/296.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/296.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/296.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/297.
[35] Kurtubî,
19/37
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:7/297.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/297.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/297.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/297.
[39] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/632
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/297.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder