BELED SURESİ
. 4
BELED SURESİ
Mekke'de inmiştir, 20
âyettir.
Takdim
Bu mübarek sûre Mekke'de inmiştir.
Mekke'de inen sûrelerle aynı hedefleri taşır. Bu hedefler, iman ve inancı
yerleştirmek, hesap ve ceza gününe inanmayı kuvvetlendirmek, itaatkârlarla
isyankârları birbirinden ayırmaktır.
Bu mübarek sûre, Hz. Peygamber (a.s.)'in yaşadığı Haram Belde'ye yeminle
başlar. Bu yemin, o beldenin şanının yüceliğini göstermek, Rabbi’nin katındaki
yüce makamına değer vermek ve bu emin beldede Peygamber (a.s.)'e eziyet etmenin,
Allah katında en büyük günahlardan olduğuna kâfirlerin dikkatini çekmek içindir.
Daha sonra sûre, bazı Mekke kâfirlerinden bahseder. Bunlar kuvvetlerine
aldanan, hakka karşı inat eden ve Allah'ın Rasûlünü
(a.s) yalanlayan kimselerdir. Mallarım harcamanın, kendilerini Allah'ın
azabından kurtaracağını sandıklan için, mallarını övünüp böbürlenerek
harcıyorlardı. Âyet-i kerimeler kesin ve açık delillerle onların bu zanlarım
reddetmiştir.
Sonra sûre kıyametin korkunç ve
dehşetli hallerinden söz eder. Âhi-rette insanın önüne çıkacak olan güçlük,
zorluk ve engellerden bahseder. İnsan bu engelleri ancak îman ve sâlih amelle aşıp geçebilir.
Bu mübarek sûre, o zor günde,
mü'minlerle kâfirlerin birbirinden ayrılacağını
anlatarak ve amellerin karşılığını alma yurdunda mutlu ve mutsuz kişilerin
akıbetlerinin ne olacağını açıklayarak sona erer. [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1, 2, 3, 4. Bu
beldeye, ki sen bu beldede ikamet etmektesin, babaya ve ondan gelen çocuğa
yemin ederim ki biz, insanı sıkıntılar içinde yarattık.
5. O hiç
kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?
6. "Pek çok mal
telef ettim" diyor.
7. Kimse
kendisini görmedi mi sanıyor?
8, 9,
10. Biz ona iki göz, bir dil ve iki
dudak vermedik mi? Ona iki yolu göstermedik mi?
11, 12, 13, 14, 15, 16. Fakat o, sarp yokuşa vuramadı. O sarp yokuş nedir sana
söylendi mi? Köle azat etmek veya açlık duyulan bir günde yakınlığı olan bir
yetimi, veya yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır.
17, 18. Sonra
îman edenlerden olmak, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirlerine
acımayı öğütleyenlerden olmaktır. İşte bunlar, defterlerini sağlarından
alanlardır.
19, 20.
Âyetlerimizi inkâr edenler ise işte onlar defterlerini sol yanlarından
alanlardır. (Onların cezası) üzerlerine kapatılmış bir
ateştir.
Kelimelerin İzahı
Kebed,
güçlük ve sıkıntı demektir. Bu kelime aslında, ciğer ağrısı çeken kimse için
sözlenen sözünden alınmıştır. Sonraları, her türlü meşakkat ve yorgunluğu ifade
etmekte kullanılmıştır. "Sıkıntılara katlanmak" mânâsına gelen »jul£il de bu
köktendir.
Hızla girdi demektir. İktihâm, hızlı ve sert bir şekilde girmek demektir. Bir
kimse düşünmeden kendini bir şeyin içine attığında veya kalenin içine attığında da
denir.
Akabe, dağdaki sarp yol
demektir.
Fekk, bir
şeyi başka bir şeyden kurtarmak manasınadır. "İpi çözdüm" mânâsına "esiri
esirlikten kurtardım" mânâsına da
denir.
Mesğabe,
açlık demektir. Bir kimse acıktığında denir. Râğıb,
"Mesğabe, yorgunlukla birlikte açlık demektir." der.[2]
Metrebe,
fakir düşmek demektir. Bir kimse fakir düşüp toprağa yapıştığında denir. Zengin
olup başkasına ihtiyaç hissetmediği zaman da denir. kelimesi de böyledir.[3]
Mü'sade,
kapatılmış demektir. Bir kimse kapıyı kapattığında söylenen sözünden
alınmıştır. [4]
Âyetlerin Tefsiri
1. Bu bir
yemindir. Yüce Allah, Haram Belde'ye yani Mekke'ye yemin etti. Allah burayı,
doğuluların ve batılıların kıblesi olan Beyt-i Atik'le
şereflendirmiş ve rahmetlerin indiği yer kılmıştır. Her şeyin meyveleri toplanıp
oraya götürülür. Allah orayı haram ve emin kılmıştır. Yüce Allah, gökler ve
yerler yaratıldığı andan itibaren orayı haram belde kılmıştır.[5]
Bu meziyet ve faziletler Mekke'de toplandığı için, Yüce Allah oraya yemin etti.
İbn Cüzeyy şöyle der: Yüce
Allah'ın, kelimesi ile Mekke'yi kastettiği ittifakla kabul edilmiştir. Orayı
şereflendirmek için onunla yemin etti.[6]
2. Ey
Peygamber! Sen, Allah'ın emin beldesi olan Mekke'de yaşıyor ve oturuyorsun.
Beyzâvî şöyle der: Yüce Allah, Haram Belde ile yemin
etti ve Hz. Peygamber (a.s.)'in orada ikamet ettiği
kaydını koydu ki, oranın üstünlüğünün çokluğunu göstersin ve bir yerin
şerefinin, orada oturanların şerefiyle orantılı olduğunu bildirsin.[7]
3. Âdem'e ve
onun soyundan gelen salih kişilere yemin ederim. Mücâhid şöyle der: Adem (a.s.), ise, onun soyundan gelen
bütün insanlardır. İbn Kesîr de şöyle der: Mücâhid ve onunla beraber olanların görüşü güzel ve
kuvvetlidir. Çünkü Yüce Allah yerleşme yerlerinin anası olan Mekke'ye yemin
ettikten sonra, "yerleşen"e yemin etti ki, o da
insanlığın babası olan Âdem (a.s) ve onun soyudur.[8]
Hâzin de şöyle der: Yüce Allah şeref ve hürmetinden dolayı Mekke'ye ve Âdem
(a.s.) ile onun soyundan gelen peygamberlere ve salih
kişilere yemin etti. Çünkü, her ne kadar onun soyundan olsa da, kâfirin hürmeti
yoktur ki, ona yemin etsin.[9]
4. Bu, hakkında
yemin edilen konudur. Yani, insanı gerçekten, yorgunluk ve meşakkat içinde
olacak şekilde yarattık. Kuşkusuz insan, kendisine ruh üflendiği zamandan
ölünceye kadar, sürekli olarak çeşitli sıkıntılara göğüs gerer. İbn Abbâs şöyle der: "den maksat,
"İnsanı ana karnında taşınması, doğması, süt emmesi, sütten kesilmesi, geçimini
temin etmesi, hayatî ve ölümü gibi birçok meşakkat ve sıkıntı içinde olacak
şekilde yarattık" demektir.[10] Kebed, aslında,
sıkıntı mânâsına gelir. Bazıları şöyle demiştir: Allah, Âdemoğlunun çektiği
sıkıntıyı çekebilecek hiçbir mahluk yaratmamıştır. Buna rağmen o, en zayıf
mahluktur.[11]
Ebussuûd şöyle der: Bu âyet, Mekke kâfirlerinden
çektiği sıkıntıya karşılık Rasulullah (s.a.v)'ı
teselli etmektedir.[12]
Bundan sonra Yüce Allah, gücünü
inkâr eden, öldükten sonra dirilmeyi ve haşri
yalanlayan insanın tabiatını haber vermek üzere şöyle buyurdu: [13]
5. Gücüne
aldanan o bedbaht inkarcı, güçlü ve
kuvvetli olduğu için,
Allah'ın kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor? Tefsirciler şöyle der: Bu âyet,
Ebu'1-Esed b. Kelede hakkında inmiştir. O gücüne
mağrur olan kuvvetli^iriydi. Ayakları altına deri yayıhp konur, o ise şöyle derdi: "Bunu ayağımın altından
çekene şu kadar mükâfaat var". Deriyi on kişi çekmeye
çalışır, deri parça parça olur, fakat ayakları
yerinden oynamazdı. Âyetin mânâsı şöyledir: Mü'minleri
zayıf gören o azgın ve kuvvetli şahıs zannediyor mu ki, hiç kimse kendisinden
intikam alamıyacak?
[14]
6. O kâfir:
"Muhammed'e düşmanlık uğrunda çok mal harcadım" diyor. Âlûsî şöyle der: Yani, Mü'minlere
karşı böbürlenip öğünmek maksadıyle, "çok mal
harcadım" der. Bununla, görsünler ve işitsinler diye harcadığı malı kasteder.
"Harcama" yerine "yok etme" kelimesini
kullandı ki, buna
aldırış etmediğini ve
bunu fayda beklemeden yaptığını göstersin. Sanki o,
birçok malı zayi saydı. Bazılarına göre, Hz. Peygamber
(a.s.)'e şiddetli düşmanlığım göstermek için böyle söyler.[15]
7. O, harcama yaparken, Allah'ın,
kendisini görmediğini mi sanıyor? Yaptıklarının, kulların Rabbine gizli
kalacağını mı düşünüyor? İş, onun sandığı ve düşündüğü gibi değildir. Aksine
Yüce Allah ondan haberdar ve onu gözetlemektedir. Kıyamet gününde bunu ona
soracak ve yaptıklarının cezasını verecektir.
Bundan sonra Yüce Allah, öğüt ve
ibret alması için, verdiği nimetleri ona hatırlattı: [16]
8. Ona,
göreceği iki göz vermedik mi? [17]
9. Ona konuşup
içinden geçenleri anlatacağı bir dil ve ağzını kapatacağı, yeme, içme, üfleme ve
diğer işleri yaparken faydalanacağı iki dudak vermedik mi? Hâzin şöyle der:
Yüce Allah demek istiyor ki, Allah'ın nimetleri kulu üzerinde açıkça
görülmektedir. Şükretsin diye bu nimetleri ona anlatıyor.[18]
10. Ona hayır
ve şerr, hidayet ve sapıklık yollarını açıkladık ki,
mutluluğa götüren yola girsin, bedbahtlık yoluna girmekten sakınsın. İbn Mes'ûd şöyle der: hayır ve şerr
demektir. Nitekim Yüce Allah meâlen, "Kuşkusuz biz ona
doğru yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör"[19]
buyurmuştur.[20]
11. Malını
Muhammed'e düşmanlık uğrunda harcayacağına, sarp yokuşu aşma uğrunda harcasaydı
ya! Ebû Hayyân şöyle der: Akabe, içinde mal harcama bulunduğu için,
nefse zor gelen iş yerinde müstear olarak kullanılmıştır. Nefse zor gelen işi,
dağdaki sarp yola, yani yukarı çıkarken zorlanılan yola benzetmek için böyle
söylenilmiştir. Çünkü kişi, bu yola girince güçlükle karşılaşır. "ona hızlı ve
sert bir şekilde girdi" demektir.[21] Bu, Yüce Allah'ın nefse, arzulara ve şeytana
karşı cihat edip onun rızasını kazanma hususunda getirmiş olduğu bir
meseldir. [22]
12, 13. Sen
bilir misin? O sarp yokuşu aşmak nedir? Bu soru, sarp yokuşun sanının yüceliğini
ve korkutucu olduğunu ifade eder. Yüce Allah bunu şöyle açıkladı: O, Allah
yolunda köle azat etmek ve onu esirlik ve kölelikten kurtarmaktır. Kim bir köle
azat ederse, bu onun için ateşe karşı bir fidye olur. [23]
14. Veya o,
çetin açlık gününde fakire yemek vermektir. Sâvî şöyle
der: Açlık salgını olan günde malı harcamak nefse daha zor geldiği için Yüce
Allah "yemek verme"yi, "açlık günü" ile kayıtladı.[24]
15. Aralarında
akrabalık bulunan yetime yemek vermek, [25]
16. Veya
fakirlik ve yoksulluktan dolayı yere serilmiş olan aşırı fakire yemek vermektir.
Bu ifade, şiddetli fakirlik ve yoksulluktan kinayedir. İbn Abbâs şöyle der: den maksat,
yol üzerine atılmış ve kendisini topraktan koruyacak hiçbir şeyi olmayan
kimsedir. [26]
17. Sonra bu
şahıs bu işleri Allah rızası için yapacak, bununla birlikte samimiyetle iman
eden bir mü'min olacaktır. Tefsir-ciler şöyle der: Bu âyette, yapılan amel ve ibadetlerin,
ancak imanla birlikte yapıldığı
takdirde fayda vereceğine işaret vardır. O mü'minler birbirlerine, iman ve Allah'a itaat uğrunda sabrı
ve yoksul ve zayıf kimselere de şefkatli ve merhametli olmayı tavsiye
ederler. [27]
18. Bu yüce
sıfatları taşıyan o kimseler cennetliklerdir. Bunlar amel defterlerini sağ
taraflarından alırlar ve Naîm cennetlerine girmek
suretiyle mutlu olurlar. [28]
19.
Âyetlerimizi inkâr edenler ise, işte onlar, amel defterleri sol taraflarından
verilenlerdir. Yüce Allah cennet ehli ile cehennem ehli, bahtiyarlarla
bedbahtlar arasındaki korkunç farkı açıklamak için, Kur'ân'm, teşvik ve korkutma hususundaki üslubu ile,
itaatkârlar ile isyankârların durumunu birlikte açıkladı Yani, Muhammed
(a.s.)'in peygamberliğini inkâr eden ve Kur'ân'ı
yalanlayanlar var ya, işte onlar cehennem ehlidir.
Çünkü, amel defterlerini sol taraflarından alacaklardır. Yüce huzurundan ve
O'na yakın olma şerefinden uzak olduklarına işaret etmek için, Yüce Allah,
kâfirleri üçüncü şahıs zamiri ile ifade etti.
[29]
20. Üzerlerine
kapatılmış bir ateş vardır. Oraya ne rahatlık girer, ne de güzel rızık. Oradan ebediyyen
çıkamazlar.[30]
Ey Allah'ım! Bizi gazabınla
öldürme! Bizi azabınla yok etme! Bizi bunlardan koru, ey Âlemlerin Rabbi! [31]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz;
1. "Bu beldeye
yemin ederim" âyetinde, mânâyı
pekiştirmek için edatı fazladan gelmiştir. Bu, Arap dilinde çok kullanılır.
Bunun faydası yemini pekiştirmektir. Nitekim " Vallahi, bu senin dediğin gibi
değildir" dersin. İmru'l Kays şöyle demiştir: Babana yemin olsun ki, ey Âmiri'nin
kızı!
2. "baba" ile
"babadan meydana gelen çocuk" arasında cinâs-ı iştikak vardır. Bunların her biri
kelimesinden türemiştir.
3. "Kimsenin
kendisine güç yetiremiyeceğini mi zannediyor?" âyeti
ile "kimsenin kendisini görmediğini mi zannediyor?" âyetlerindeki soru kınama
ifade eder.
4. "Ona iki
göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi?" âyetlerindeki istifham-ı takriri,
nimetleri hatırlatmak içindir.
5. "Sarp
engelin ne olduğunu bilir misin?" sorusu, engelin büyüklüğünü ve onu aşmanın
güçlüğünü ifade eder. Maksat, o engelin büyüklüğünü
vurgulamaktır.
6. "Ona iki
yolu gösterdik" âyetinde istiâre-i latife vardır. "Hayır ve şerr yollarını gösterdik" demektir. Necd, aslında, yüksek yol manasınadır. Her iki yol, mutluluk
ve bedbahtlık yoluna girmek için müste-ar olarak
kullanılmıştır.
7. "O sarp
yokuşu geçseydi ya!"
âyetinde de aynı şekilde istiare vardır. Zira akabe,
aslında, dağdaki sarp yol mânâsına gelir. Burada, iyi ameller için müsteâr
olarak kullanılmıştır. Çünkü bu ameller, nefislere zor gelir. Burada istiâre-i
tebeiyye vardır.
8. arasında,
bazı harflerin değişmesinden dolayı cinâs-ı nakıs vardır.
9. "Onlar amel
defterlerini sağlarından alanlardır" ile "Onlar amel defterlerini sollarından
alanlardır" arasında güzel bir mukabele vardır.
10. ve gibi
âyet sonları ile, ve gibi âyet sonlarında, uygunluğa riayet edilmiştir. Bu,
güzelleştirici edebî sanatlardandır.
Yüce Allah'ın yardıma ile "Beled Sûresi"nin tefsiri bitti. [32]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/313.
[2] Rûhul-meânî, 30/138
[3] Banr,
8/473
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/315.
[5] Hadiste şöyle buyrulmuştur:
Yüce Allah gökleri ve yeri yarattığı gün Mekke'yi haram kıldı. Kıyamet kopana
kadar orası haramdır. Benden önce kimseye helal kılınmadı. Benden sonra da hiç
kimseye helal kılınmayacak. Benim için de, sadece gündüzden bir saat kadar helal
kılındı... Buhârî, Sayd,.
9.....
[6] Teshil, 4/199
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/315-316.
[7] Beyzâvî,
3/660
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/316.
[8] Muhtasar-i İbn Kesîr,
3/640
[9] Hâzin, 4/248
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/316.
[10] Hâzin, 4/248
[11] Aynı kaynak, gös.yer.
[12] Ebussuûd,
5/265
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/316.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/316-317.
[15] Âlûsî,
30/136
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/317.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/317.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/317.
[18] Hâzin, 4/249
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/317.
[19] İnsan sûresi, 76/3
[20] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/641
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/317.
[21] Bahr,
S/476
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/317-318.
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318.
[24] Sâvî Haşiyesi,
4/322
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/318
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318.
[30] Bu açıklamayı Taberî, Kurtubî, Bahru'I-Muhît, İbn Kesir ve diğer büyük tefsirlerden
aldık.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/318-319.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/319.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder