safvetü't tefasir-Giriş
Bismillâhirrahmânirrahîm
Tefsirci Prof. Muhammed Ali es-Sâbûnî'nin Kısa Hayat Hikayesi:
1. Muhammed Ali, Şeyh Muharanıed Cemil'in oğlu
olup 1930 yılında Hleb'de dünyaya geldi. Suriye vilâyetlerinden biri olan Halep,
ilim ve âlimleri ile meşhur bir şehirdij.
2. Sâbûnî, ilim ehli olarak tanınan bir
ailedendir. Babası Şeyh Muhammed Cemil, fıkıh ve ferâiz bilgini, dil ve dinî
ilimlerde söz sahibi idi.
Sâbûnî'nin ataları arasında da, seçkin ilim
adamları vardır.
3. Müellif,
Osmanlılar döneminde de aynı adla anılan Hüsreviyye İlahiyat Lisesi'nde
dinî ve modem ilimleri okudu. Kendisi karma bir kültüre sahip; olup dinî ve
pozitif ilimleri bu kültür içerisinde birleştirmiştir.
4. İlahiyat Lisesi'ni başarı ile bitirince,
Suriye Vakıflar Bakanlığı adına, bir ilim heyeti içinde Ezher Üniversitesi'ne'
gönderildi. Ezher, Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde tahsilini yapıp yüksek
derece ile, diploma alarak 1952 yılında buradan mezun oldu. Sonra, konu ihtisası
ve hâkimlik üzerine mastır yaptı ve
1954 yılında mezun oldu.
5. Sonra Suriye'ye döndü ve genel liseler, devlet
okulları ve bazı dinî okullarda, "Din Eğilimi" derslerine öğretmen tayin edildi.
Daha sonra, Mekke-i Mükerreme'deki İlahiyat ve Eğitim Fakültelerine öğretim
üyesi olarak davet edildi. Bunun üzerine, 1962 yılında, Kur'an İlimleri, tefsir
ve hadis dersleri profesörü olarak Hicaz'a gitti. Burada 25 sene öğretim
üyeliğinde buludu ve birçok eğitici ve öğretici yetiştirdi.
6. Üç yıl önce, Mekke-i Mükerreme Ünımü'l Kura
Üniversitesi'nde, "İlmi Araştırmalar ve İslâm Kültürünü İhya" merkezinde yeni
bir göreve atandı. Hâlen bu göreve devam etmektedir.
7. Eserleri:
Müellifin, Kur'an ilimleri, tefsir ve hadis
alanında 25 den fazla eseri vardır. Bazıları şunlardır: Revâiu'l-beyân fî
tefsîr-i âyâti'l-ahkâm (2 cilt), Safve-tu't-tefâsîr (3 cilt), et-Tibyân fî
ulûmi'l-Kur'ân, en-Nubuvve ve'l-enbiyâ, Muhta-sar-ı İbn Kesîr (3 cilt),
Muhtasaru't-Taberî, el-Mevâris fi'ş-Şerîati'1-Tslâmiyye, Tenvîru'I-ezhân min
tefsîri ruhi'l-beyân ve diğerleri.[1]
"Tefsirin tercüme ve basımına izin"
Ben, aşağıdaki imzanın sahibi, Ümmü'I - Kura
Üniversitesi profesörü Şeyh Mıihammed Ali es-Sâbunî " Safvetü't-Tefâsîr"
adındaki kitabımın İstanbul'da bulunan Ensar Vakfı tarafından Türkçeye terceme
ettirilmesini uygun gördüm ve buna izin verdim. Tercüme, kardeşim Kerim Aytekin
hocanın gözetiminde, bittikten sonra da Muhterem Emin Saraç hocaya arzedilmek
şartıyla yapılacaktır.
Mekke-i Mükerreme
14- Rebîu'1- Evvel- 1407/ 16- Kasım - 1986 Şeyh
Muhammed Ali es-Sâbûnî Ümmü'I - Kura Üniversitesi İmza[2]
Takdim
Hz. Peygamber (s.a.v.)e, Cebrail (a.s.) vasıtasıyla
yirmi üç senede gönderilen Kur'ân-ı Kerim, İslam inanç ve ibadetlerinin, onun
getirmiş olduğu sosyal, iktisadîye hukukî sistemin, kısacası en geniş anlamıyla
İslam Dininin temel kaynağıdır.
Kur'ân-ı Kerim, müteaddit âyetlerde de ifade
edildiği gibi, sadece Araplara değil, bütün insanlığa gönderilmiştir. Bu sebeple
ilk asırlardan itibaren müslümanlann en büyük mesâileri, Kur'ân'ııı getirdiği
mesajı anlamaya yönelik olmuştur. Bu, bir taraftan bu ilâhî kitabın diğer
dillere çevrilmesi, diğer taraftan da başta Arapça olmak üzere, çevrildiği bütün
dillerde irili ufaklı çeşitli tefsirlerin yazılması neticesini
doğurmuştur.
İlâhî vahiy eseri olan ve benzerini yapmaktan bütün
asırlardaki insanların âciz kaldığı Kur'ân-ı Kerimin, esasında her asırda yeni
bir tefsirine ihtiyaç vardır. Onun, her asrın insanına vereceği mesajlarda o
asrın anlayış ve seviyesine göre birtakım farklılıkların olması tabiidir.
Nitekim birçok âyet bugün klasik tefsirlerden daha farklı olarak yorumlanmakta
ve bu şekilleriyle insanlara yeni mesajlar vermektedirler. Bu sebeple dünya
durdukça, âlimlerin, çeşitli dillerde yazdıkları tefsirlerle bu ilâhî kitaba
yeni yorumlar getirecekleri bunun da Kur'anı Kerim üzerinde yazılan tefsirleri
çoğaltacağı ve zenginleştireceği tabiidir.
Bu yeni tefsir ihtiyacının, bütün diller ve
kültürler için olduğu kadar Türk kültürü için de var olduğu aşikârdır. Türk
okuyucusu Kur'ân tefsirine büyük bir alâka göstennektedir. Bu alâkanın
temelinde, Kur'ân'ı anlamaya duyulan bitmez tükenmez iştiyak
yatmaktadır.
Vakfımız bir süre önce, Profesör Muhammed Ali
es-Sâbûnî'nin alâka ile karşılanan "Safvetü't-Tcfâsîr" İnin Arapça metnini, bu
dili bilenlerin istifadesine sunmuştu. O günden bugüne bu Tefsirin Türkçe
tercümesine de büyük bir talep vaki olunca, konunun uzmanı iki ilim adamından bu
hususta yardım islenmiş ve Doç. Dr. Sadreddin Gümüş ile Dr. Nedim Yılmaz'ın uzun
ve titiz çalışmaları sonucu eser Türkçeye kazandırılmış, tercümenin redaksiyonu
da Doç. Dr. M. Akif Aydın tarafından yapılmıştır.
Muhterem Profesör Muhammed Ali es-Sâbûnî tarafından
yazılan ve eserin tercüme ve basımına müsaade veren yazıdaki isteği üzerine
tercüme son olarak da Kerim Aytekin tarafından okunarak basıma hazır hale
getirilmiş ve eser bu son şekliyle yine müellifin isteğine uygun olarak Muhterem
Emin Saraç Hoca efendinin tedkikine arzedilmİş böylece son şeklini almıştır.
Ayrıca eserin yayınlanmasında Ahmet Şişman kardeşimizin de büyük katkıları
olmuştur.
Sahasında büyük bir boşluğu dolduracağına
inandığımız eserin Türk okuyucusuna faydalı olmasını dilerken, Türkçeye
kazandırılmasından ve yayınlanmasında emeği geçenlere teşekkürü bir borç
biliriz.
1 Mayıs 1990
ENSAR VAKFİ[3]
Takriz
Muhterem Üstad Muhammed Ali es-Sâbûnî, ilmiyle
âmil, takva sahib: değerli bir insandır. Kendisini uzun zamandan beri tanımakta,
Kur'âh-ı Kerîm'ir tefsiri ve İslamî ilimlerdeki çalışmalarım takdirle okuyup
takib etmekteyim.
tjjstad Sâbûnî, Mckke-i Mükerreme'de, Harem-i
Şerifte, sabah namazların müteakip üç cüz Kurân-ı Kerîm okur, Beytullah'ta
Allah'ın Kitabını tilâve etmekten büyük haz duyar. Onu, ilmi, ibadeti ve
takvâsıyla, Örnek Müslümar şahsiyetine misal göstermek mümkündür. Cenab-ı
Hak'tan kendisine uzun ömü ve daha nice eserler hazırlamayı nasibetmesini niyaz
ederim.
İşte bu Muhterem Üstad1 in "Safvetü't-Tefâsîr" adlı
tefsiri kısa bir zamand; her tarafta müslümanlann teveccühünü kazanmıştır. Bu
kıymetli eserin, Pakis tan Hindistan ve Endonezya'da ders kitabı olarak
okutulduğunu, oralardan geleı kardeşlerimizden öğrenmiş bulunuyorum.
Bu kıymetli esere Türkiye'de de büyük alâka
gösterilmiş Arapça aslında] istifade edilmesi yanında Türkçesi de aranır
olmuştur. Bu sebeple bu esc ENSAR Vakfı yetkilileri tarafından Türkçeye tercüme
ettirilmek istenmiş h istekle Üstad'a müracaat ettiklerinde, kendileri,
yapılacak tercümede bizim d görüşümüzün alınmasını arzu ederek müsaade
vermiştir. Bana, eserin tei cümesinin gösterildiği kısımlarından edindiğim
intiba, Ensar Vakfı yetkilileri nin, eserin kıymetine lâyık bir şekilde
tercümesi üzerinde titizlikle durduk 1 andır.
Kur'ân-ı Kerîm bizim hayat düsturumuzdur.
Muamelelerimizi onun emir v yasaklarına göre tanzim etmeli, ahlâkımızı onun emir
ve tavsiyelerine gör düzene koymalıyız. Hz. Aişe (r. anhâ) validemize,
Peygamberimizin (s.a.v ahlâkının nasıl olduğu sorulduğunda: "Onun ahlâkı
Kur'ân'dan ibaretti." Buyuı muştur. Biz Mü'minler, Kur'ân-ı Kerîm'in lafzını
ibadet maksadıyla okı duğumuz gibi Mealini de okurken onun bütün emir ve
yasaklarının bizim içi gönderilmiş olduğu inancıyla okumalı, o emir ve yasaklara
harfiyyen uymalıyı; Böyle inanıldığı ve bu inançla okunduğu takdirde Kur'ân-ı
Kerîm bi: karanlıklardan kurtarıp aydınlığa kavuşturacaktır...
Bu vesile ile tercümeyi yapan kardeşlerimiz ile
birlikte eserin neşrine emeği geçen herkese bundan sonraki çalışmalarında da
muvaffakiyetler dil* bütün çalışmalarının Cenab-ı Hakk'm rızasına muvafık
olmasını temennî edı rim.
M. Emin SARA
Fatih-Mayis 1990[4]
Takriz
Bismillahirrahmanirrahim
Âlemlerin Rabbİ Allah'a hamdolsun. Peygamberlerin
en şereflisi, efendimiz Muhammed (s.a.v.)'e, onun aile efradına, Ashabm'a ve
kıyamete kadar onun yolundan gidenlere salât ve selâm olsun. İmdi:
Kardeşim Üstad Muhammed Ali es-Sâbûnî
Safvetû't-Tefâsîr adlı yeni kitabından bir bölümünü bana getirdi. Müellif bu
kitapta, Kur'an'ın tefsirinde mevcut olan görüşlerin en sağlamını seçmiş,
özetlemiş ve tefsiri kolay anlaşılır bir hale getirmiştir. Kişinin tercihi onun
aklî derecesini gösterdiğine göre, bu eser, müellifin bu ilimdeki üstün
bilgisini gösterir. Çünkü başvurduğu ana tefsir kitaplarından bilgi ve
basiretle tercihte bulunmada büyük bir basan sağlamıştır.
Bu eser, müellifin Kur'an konusunda ilk eseri
değildir. Bundan önce de tbn Kesir tefsirini özetlemişti. Onun bu büyük kitaptan
özetlediği eseri de faydalı ve yararlı olup her türlü güçlükten uzaktır.Müellif
aynı zamanda Kur'ân-ı Ke-rim'deki ahkâm âyetlerini de "Revâiu'l- beyan fî
tefsîr-i âyâti'l ahkâm" adını verdiği müstakil bir kitapta toplamıştı. Bu kitap,
hükümleri ilk kaynak olan Kur'ân-ı Kerim'den alarak açıklamaktadır.Yine bundan
önce "et-Tibyân fî Ulûmi'l-Kur'an" ismi altında Kur'ân ilimlerine dair bir eser
telif etmiştir.
İşte nefis bir kitap halinde ortaya koyduğu bu son
çalışması diğer çalışmasının tacı mahiyetindedir. Bu kitap, tefsir alanında
seleflerimizin zekâlarının ürünü olan birçok çalışmanın parlak çiçekleridir.
Yüce Allah'tan kendisine başarılar diler, kullarını bu kitaba iletmesini ve
bununla doğru yola ulaştırmasını niyaz ederiz. Şüphesiz Allah herşeyi işitendir,
herkese yakındır ve duaları kabul edicidir.
Mekke-i Mükerreme
Dr.Abdulhalim Mahmud
27 Safer 1396/ 27 Şubat 1976
Câmiu'l- Ezher Şeyhi[5]
Takriz
Hamd, bir olan Allah'a mahsustur. Melik Abdulaziz
Üniversitesine bağlı, Mekke-i Mükerreme'deki "Şeriat ve İslamî Araştırmalar
Fakültesi" nde öğretim üyesi olan muhterem kardeşim Şeyh Muhammed Ali es-Sâbûnî,
Safvetü't-Tefâsîr adlı kitabından bazı yerlerini bizzat kendisi bana okuduktan
sonra eserine bir takriz yazmamı istemesine binâen bu takrizi yazdım. Kitabın
hepsini dinlemeye vaktim müsait olmadı.
Dinlediğim yerlerde müellif, Allah ona hayır ihsan
etsin, faydalı ve güzel biı tefsir yapmıştır. Kitabı telif ederken çok gayret
göstermiş, Allah kelâmının tefsirinde sözlerin en doğrusunu ve tercihe şâyân
olanını seçmiştir. Bu tefsirde açık bir üslup,'kolay ve modern bir metodla aklî
ve naklî tefsiri birleştirmiştir, Müellif sûrelerin başında, sûrenin asıl
maksatlarım açıklamakta, sonra kelimelerinin manalarını ve türeyiş şekillerini,
Önceki âyetlerle sonraki âyetleı arasındaki münasebetleri ve âyetlerin iniş
sebeblerini anlatmakta ve irab vecih-lerine temas etmeksizin âyetlerin tefsirine
başlamaktadır. Ayrıca âyetlerle alâkası olan ve âyetlerden çıkarılan faydalı
bilgileri ve edebî sanatlar ile belâğa nüktelerini de açıklamaktadır.
Hem bizim için hem de onun için Allah'tan
muvaffakiyeti ve doğru yolda de vam nasip etmesini, bu kitaptan herkesin
faydalanmasını ve-çalışmasına karşılı! müellifi mükâfatlandırmasını
dileriz.
Basan Allah'tandır. Allah Muhammed (s.a.v.)'e, onun
aile efradına ve As habina rahmet ve selâmet ihsan eylesin.
7.4.13971ı
Abdullah b. Humeyt
Yüksek-Mahkeme Kurulu Başkan
Mescid-i Haram Dini Yönetimi
Genel Başkan[6]
Takriz
Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun. Peygamberlerin
efendisi Hz. Muham-med'e onun aile efradına ve bütün Ashabm'a salat ve selâm
olsun. İmdi:
İlk İslâmî telif asırlarında hâkim olan ilmî
anlayış, bir konu ile ilgili söylenilen ve rivayet edilen herşeyi bir araya
toplamaktı. Tefsir, hadis, siyer ve tarih kitapları ilmî ansiklopedilere
benziyordu. Yaygın olan bu üslup ve anlayışın, başta ilmî servetleri zayi
olmaktan korunması ve okuyucuya zevkine en uygun ve en yakın olanım seçme imkânı
-sağlaması bakımından faydaları olsa da, özellikle bu asırda problem
çıkarmıştır. Problem şudur: İlme yeni başlıyan ve orta dereceli öğrenci, doğruya
en yakın görüşü seçerken tereddüd etmekte ve zihni dağılmakta, dolayısıyla tek
görüş onun zihnine yerleşmemekte ve kendini karmakarışık görüşler, fikirler ve
mezhepler ormanında bulmaktadır. Bundan dolayı, her asırda müelliflerin birçoğu
bu ansiklopedik kitaplardan seçme ve bu görüşlerin en yakını ve sağlamını tercih
etme yoluna gitmiştir. Bu muhtasar kitapların, ilim talebeleri için büyük
faydası olmuştur.
Bu asırda zamanın az, azimlerin zayıf ve zihinlerin
dağınık olması sebebiyle bu tür teliflere, diğer asırlardan daha çok ihtiyaç
vardır. Bundan dolayı değerli arkadaşımız Muhterem Üstad Muhammed Ali es-Sâbûnî,
"Safvetü't-Tefâsîr" adlı kitabını yazmada tam manasıyla başarılı olmuştur. Çünkü
tefsiri öğrenmek isteyenlere uzun bir zaman kazandırmış ve ellerinden tutarak,
onları araştırmalarının Özüne ve tefsirlerin özetine ulaştırmıştır. Böyle bir
çalışmayı ancak geniş araştırma yapmış, zevk-i selîm sahibi ve öğretme sanatında
başarılı kimseler yapabilir. Bu çalışmasıyla es-Sâbûnî, ilim talebelerinin ve
tefsir ilmiyle meşgul olanların teşekkürüne hak kazanmıştır. Allah ona hayırlar
ve bol sevaplar ihsan etsin ve bu çalışmasını kabul buyursun.
9.4.1396 h.
Ebu'l Hasen Ali el-Huseynt en-Nedvî
Mekke-i Mükerreme
Luktıov Alimler Konseyi Başkanı
Hindistan[7]
Takriz
Hamd, bir olan Allah'a mahsustur. Salât ve selâm,
onun kulu ve rasulü. âlemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimiz el-Emin
Muhammed b. Abdullah (a.s.)'in ailesinin ve bütün ashabının üzerine olsun.
İmdi:
Araştırmacıların çalışmalarında takdim ettikleri ve
müelliflerin telif etmeye gayret ettikleri en şerefli şey, Kur'an- Kerim'e ve
onun parlak ve yüce ilimlerine hizmet için yapılan çalışmadır. İnsanın şerefi,
yüklenmiş olduğu görevin vt gerçekleştirmeye çalıştığı gayenin şerefine
bağlıdır. Alimlerin gayretine denl hiçbir gayret yoktur. Çünkü onlar, her zaman
ve her yerde nur ve ziya meşaleleridir. Bundan dolayı Yüce Allah, şu âyet-i
kerime ile onların değerini ve şanını yüceltti. De ki, "bi lenlerle bilmeyenler
bir olurmu? Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alır." (Ztime sûresi:
39/9)
Mekke-i Mükerreme'deki Şeriat ve İslamî
Araştırmalar Fakültesi'nde Tefsi ve Kur'an İlimleri profesörü olan Muhterem
kardeşim Şeyh Muhammed Ali es Sâbûnî'nin yapmış olduğu bu iş, Allah'ın müellife
nasip ettiği büyük bi başarıdır. O, bu eserini, hem ilim adamlarının hem de ilim
öğrenmek isteyen ta lebelerin el kitabı olması için , birçok büyük müfessirin
yazmış olduğu Kur'an-Kerim tefsirlerinden özetleyerek meydana getirmiştir.
Araştırmacıların Allah'ı: kitabını anlamalarını kolaylaştırmak maksadıyla, Yüce
Allah ona bu büyük ha zineleri bir tek kitapta "Safvetü't-Tefâsîr"de sunma
imkanını verdi.
Yüce Allah'tan, bu kıymetli müellife, ameline
karşılık sevap vermesini, bütün müslümanları bundan faydalandırmasını ve bunun
karşılığında ona hayırlı mükafat vermesini dilerim. Çünkü bu mükafatı vermeye
lâyık olan odur ve o buna kadirdir. Son maksat Allah rızasıdır. Doğru yola
ileten odur.
15Saferl400/3Ocak I98<
Dr. Abdullah Ömer Nas
Cidde Melik Abdulaz
Üniversitesi Rektörü[8]
Takriz
Hamd, âlemlerin Rabbı olan Allah'a mahsustur. Salât
ve selâm, nebilerin ve rasullerin en şereflisi Peygamberimiz Efendimiz Muhammed
(s.a.v.)'in, aile efradının ve bütün ashabının üzerine olsun.Imdi:
Muhterem üstad Şeyh Muhammed Ali es-Sâbûnî'nin
Safvetü't-Tefâsîr adındaki kitabını gördüm ve bazı sahifelerini okudum. Onu,
büyük tefsircilerin söylediklerinin özetini ihtiva eden değerli bir kitap olarak
buldum. Bu tefsiri, ilim talebelerinin kolayca anlamalarını sağlamak için, dil
ve edebiyat inceliklerine önem vererek basit bir üslup, kolay bir ibare ve
güzel açıklamalarla yazmıştır. Tefsir, bu şekliyle, herkesin faydalanması içirj,
basılmaya ve yayınlanmaya lâyık güzel bir kitaptır. Yüce Allah onun müellifini
hayırla mükafatlandırsın ve İslam'ı ve müslümanlan bundan faydalandırsın. Allah
bunu yapmaya layık ve buna muktedirdir. O bize yeter, O ne güzel
vekildir.
15.10.1396 h.
Râşid h. Râcih eş-Şerîf
Mekke-i Mükerreme
Şeriat ve İslamî Araştırmalar
Fakültesi Dekanı[9]
Takriz
Ben, ilim talebelerinin el kitabı olacak bir
Kur'an-ı Kerim tefsirine içimde sürekli olarak bir istek duyuyordum. Bu kitabın,
muteber tefsii kitaplarında dağınık bulunan konuları özetleyen, geniş kaynaklara
başvurma ihtiyacını gideren, talebeye Kur'an hakkında açık fikir veren, nüzul
sebebini anlatan ve mânâları anlamasını kolaylaştıran ve böylece talebenin azığı
ve malzemesi olabilecek bir kitap olmasını istiyordum. Safvetü't-Tefâsîr
aranılan yitik ve giderilmesi gereken bir eksiklik idi. Çünkü onun müellifi
Muhterem Şeyh Muhammed Ali es-Sâbûnî benim işaret ettiğim arzulan
gerçekleştirecek ve ihtiyaçları gide -recek her konuya özen
göstermiştir.
Allah'tan bunu faydalı kılmasını, çalışmalarına ve
fedakârlığa karşılık müellifini mükafatlandırmasını dilerim. Allah, mahlukatmın
en hayırlısı olan Muhammed (s.a.v.)'e, onun aile efradına ve ashabına rahmet
eylesin.
H. 25 Şevval 1395
Abdullah Hayyât
Mescid-i Haram Hatibi[10]
Takriz
Hamd, azabından sakmılmaya ve mağfiretine
sığınılmaya lâyık olan Allah'a mahsustur. Salât-u selâm, dünya ve ahirette ilim
hidayet nurunun kaynağı olan Hz. Muhammed (s.a.v.)'in üzerine olsun.
İmdi:
Şüphesiz Kur'an kültürü ibaresi kolay, üslubu
akıcı, ilmî ıstılahlardan ve felsefî münakaşalardan uzak bir kaleme muhtaçtır.
Bu kalemin en yüce gayesi semavî vahyi açıklamak ve onu güçlük ve zorluk
olmaksızın bütün ruhlara ulaş-
tırmaktır.
Muhterem Şeyh Muhammed Ali es-Sâbûnî bu gayeyi
gerçekleştirmek hususunda başarılı olmuştur. Çünkü o, bu yüce kitabın tefsirini
kolaylaştırmış ve kitabında tefsir imamlarının sözlerinden cümleler
toplamıştır. Bu cümleler, hakikatler ve faydalı hikmetlerle tefsiri
zenginleştiren ilmî ve edebî özetleri kapsamaktadır. Şeyh Muhammed Ali
es-Sâbûnî'nin tefsirinde, önceki âlimler- den nakledilen bilgilerle
sonrakilerin içtihatlarından birçoğunun yani herkesin dediği gibi, naklî tefsir
ile aklî tefsiri birleştirdiğini görmekteyiz. Böylece okuyucu önünde her iki tür
tefsiri de görmekte ve her ikisinin en iyi yönlerinden
faydalanabil-mektedir.
Diğer tefsirlerin şu iki, yoldan birine
meylettiklerini, yani ya aşırı derecede kısa ya asrımızın tahammül edemeyeceği
kadar uzun olduklarını görmekteyiz. Fakat Şeyh Muhammed Ali es-Sâbûnî -Allah
ona hayır versin- bu ilmi çalışma- sında orta yolu tutabilmiş ve faydalı bir
özet yapabilmiştir. Bazılarının ilmî nazariyeleri ve mutlaka araştırılması ve
incelenmesi gereken hadisleri düşünmeden ve ölçüp biçmeden nakletmek suretiyle
düştükleri hatalardan uzak kalmıştır.
Allah bunu faydalı kılsın ve insanların kalblerini
buna açsın. Ümmet adına her türlü hayrı ona ihsan etsin.
4.6.1397
h
Şeyh Muhammed Gazâlî
Mekke-i Mükerreme Şeriat Fakültesi
Davet ve Din Usulü Bölümü Başkanı[11]
Önsöz
Yüce Kitabının nuruyla, takva sahibi kullarının
kalblerini aydınlatan, Kur'an'ı kalblere şifa ve müminler için bir rahmet ve
hidayet kaynağı kılan Allah'a hamd olsun. Salât ve selâm nebilerin sonuncusu ve
peygamberlerin en şereflisi, Arap soyundan gelen Peygamber Efendimiz
Muhammedu'l-emîn'in üzerine olsun. Allah o Peygamberle kör gözleri, sağır
kulakları ve kapalı kalble-ri açmış ve onunla insanları karanlıklardan aydınlığa
çıkarmıştır. Kıyamete kadar devamlı olarak salat ve selam onun üzerine, onun
tertemiz aile efradının, hidayete ermiş olan seçkin ashabının ve kıyamete kadar
güzellikle onların peşinden gidenlerin üzerine olsun. İmdi:
Kur'an-ı Kerim daima, çeşitli ilimler ve bilgilerle
dolu bir denizdir. Bu denizin incilerini elde etmek isteyen kimsenin, onun
derinliklerine dalması gerekir. Kur'an ileri gelen edebiyatçılara ve yüksek
seviyedeki âlimlere, sürekli olarak kendisinin mu'ciz bir kitap olduğunu,
doğruluğuna şahit olarak o Ümmî Peygambere indirildiğini söyleyerek meydan okur.
İki kapağı arasında kemaline, i'cazma ve kendisinin Allah tarafından
indirildiğine dair delil taşımaktadır... "Onu Ruhu'l -emin indirdi. Senin
kalbine; uyarıcılardan olman için. Apaçık Arapça bir dil ile" (Şuarâ, 26/
193-195)
Alimlerin yazdıklarının ve telif ettiklerinin
çokluğuna ve İslam kütüphanelerinde bulunan, Allah'ın bu yüce kitabına hizmet
maksadıyla âlimlerin meydana getirdiği büyük ve nefis kitapların çok olmasına
rağmen, Kur'an, enteresan bilgilerle; inci ve mücevherlerle dolu olarak kalmakta
ve zaman zaman bunları bize açmaktadır. O, akıllan ve fikirleri hayrete
düşürecek şeylerle, ilâhi nurlarla, kudsî feyizlerle, nuranî hediyelerle,
insanlığı bedbaht hayattan ve onun yakıcı ateşinden kurtarmaya kefil olacak
şeylerle doludur. Tefsir ilminin dışında, her ilmin suyu kurudu. Tefsir ilmi ise
halâ, engin bir denizdir. Onun kıymetli hazinelerini çıkarmak, parlak
hükümlerini ve esrarım ortaya koymak için, onun derinliklerine dalabilecek
kişilere ihtiyaç vardır. Alimler, halâ onun kıyısında dolaşmakta, onun saf
suyundan azar azar içmekte, fakat kanamamak-tadırlar...İzzet sahibi Yüce
Allah'ın kelamını kimin ilmi kuşatabilir? Kimin ilmi onun sırlarını,
inceliklerini ve i'cazını idrak edebilir?!.. Kim o ilmi bitirdiğini veya onda
kemal derecesine ulaştığını iddia edebilir?!..
O mu'ciz bir kitaptır. İnsanlığa, ondaki
ilimlerden, bilgilerden, sırlardan ve hikmetlerden, onların imanlarını
arttıracak şeyleri bahşetmeye ve kendisinin Ümmî Arap Peygamber Muhammed b. Abdullah (s.a.v.)'in
ebedî mucizesi ve Allah tarafından indirilmiş olduğunu bildirmeye devam
edecektir.
Dünya hayatı, müslümanın vaktini maişet temininde
harcamaya zorlayıp, önceki âlimlerimizin -Allah onlardan razı olsun- Allah'ın
kitabına hizmet etmek, onun âyetlerini
açıklamak, edebî üstünlüğünü
göstermek, icazını açıklamak, bu
şerefli kitabın ihtiva ettiği kanun hükümlerini ve ahlâk kurallarını, terbiye
ve yönlendirme usullerini izah etmek maksadıyle yazmış oldukları büyük
tefsirlere müracaat etmeye zaman bulamadığı için, günümüz âlimlerinin açık bir
üslup, parlak bir ifade ile, lüzumsuz bilgilere ve uzatmaya girişmeden,
zorlaştırma ve güçleştirme olmaksızın, Kur'an'ın insanlar tarafından kolayca
anlaşılması için gayret sarfetmeleri gerekir. Bu âlimlerin, Kur'an'daki parlak
i'caz ve beyanı modern çağın ruhuna uygun, Kur'an ilim ve bilgilerine susamış
kültürlü gençliğin ihtiyacına cevap verecek şekilde ortaya koymaları icab
eder.
Yüce Allah'ın kitabını, anlattığım şekilde tefsir
eden bir esere ihtiyaç olmasına, insanların bunu araştırmalarına ve istemelerine
rağmen böyle bir kitap bulamadım. Dolayısıyla, her türlü güçlük ve meşakkate ve
bu zamanda bulunamayacak bu işi yapmaya azmettim. Kerim olan Allah'tan yardım
isteyerek , ona güvenerek, bu görevi tamamlamak için bana yardım etmesini ve
Allah'ın kita- bina yakışır bir şekilde onu ortaya çıkarmaya beni muvaffak
kılmasını dileyerek bu işe giriştim. Bu eseri, Kur'an âyetlerini anlama ve onun
beyanından müslünıanın imanını ve kesin inancını artıracak, onu Allah'ın
rızasına uygun a- mel işlemeye sev-kedecek şeyleri kazanma konusunda müslümana
yardımcı" ola- cak bir kitap kılmasını isteyerek işe başladım.
Kitabıma Safvetü't-Tefâsîr adını verdim. Çünkü o
kısa, düzenli ve açıklığı ile birlikte, büyük ve geniş tefsirlerde bulunan
kaynaklan ihtiva etmektedir. Benim bütün isteğim onun isminin müsemmasına uygun
olması ve İslâm ümmetine en doğru ve en sağlam yolu açıklaması suretiyle,
onların-bu kitaptan istifade etmesidir.
Bu yüce kitabı tefsir ederken aşağıdaki üslubu
takip ettim:
1. Sûreyi takdim. Burada o mübarek sûreyi ve asıl
maksatlarını özet olarak
açıkladım.
2. Önceki ve sonraki âyetlerin birbirleriyle olan
münasebeti .
3. Kelimelerin izahı. Burada kelimelerin
türeyişlerini açıkladım ve Arap dilinden bununla ilgili şahitler
getirdim.
4. Nüzul sebebi.
5. Ayetlerin tefsiri.
6. Edebî sanatlar.
7. Faydalı bilgiler ve nükteler.
Bu tefsiri, geceyi gündüze katarak beş senede
meydana getirdim. Güvenilir temel tefsir kitaplarında tefsircilerin yazdıklarını
okumadan, herhangi bir şey yazmadım. Bunu en doğru ve tercihe şayan görüşü
inceden inceye araştırarak yaptım. Bu işi bana kolaylaştırdığı için yüce
Allah'a şükrediyorum. Çünkü benim için zamanın hızla geçtiğini hissediyordum.
Bütün bunlar, Beytullah'm komşuluğu bereketiyle oldu. Hicrî 1381 yılında,
Mekke-i Mükerreme'deki Şen- at ve İslamî Araştırmalar Ösretîm
iivfili&ine atandığım zamandan
beri Beytullah'm
Allah'tan, beni doğru hareket ettirmesini ve
kıyamet gününde bana bolca sevap vermesini diliyorum. Ben bunu sadece onun
rızasını kazanmak için yaptım. Bu amelimi, onun yüce nzasına has bir amel
kılmasını ve bunu kıyamet gününe kadar bana bir azık yapmasını umuyorum. Bunu
-okuyup da istifade edenlerin, kıyamette fayda verecek iyi bir dua ile bana dua
etmelerini bekliyorum. Allah'ın çokça salât ve selâmı efendimiz Muhammed
(s.a.v.)'in, aile efradının ve ashabının üzerine olsun.
1 Zilhicce. 1399 h.
Muhammed Ali Sâbûnî
Melik Abdulaziz Üniversitesi
Mekke-i Mükerreme
Şeriat ve İslamî Araştırmalar
Fakültesi Profesörü[12]
Mütercimlerin Önsözü
Yüce Allah'a hamdolsun. Onun şerefli peygamberi
Muhammed (s.a.v.)'e, aile efradına ve ashabına salât ve selâm olsun.
İnsanlığın dünya ve ahiret saadetini sağlamak
amacıyla gönderilmiş olan Kur'an, üstün bir ifâde gücüne sahip bulunan Arap
diliyle indirilmiş bir kitaptır. Ancak o sadece Araplara değil, bütün insanlara
gönderilmiştir. Bu kitabı insanlığa duyurma ve açıklama görevi ise Muhammed
(s.a.v.)'e verilmiştir: "Ey Rasul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer
bunu yapmazsan onun elçiliğini yapmamış olursun." (Maide, 5/67)
"Sana da Kur'an'ı indirdik ki, kendilerine ineni
insanlara açıklayasm. Belki düşünüp ibret alırlar." (Nahl, 16/43)
"Biz sana Kitab'ı, sırf ayrılığa düştükleri şeyi
onlara açıklayasm diye ve inanan bir topluluğa yol gösterici ve rahmet olmak
üzere gönderdik." (Nahl, 16/64)
"Biz, gönderdiğimiz her peygamberi kendi toplumunun
diliyle gönderdik ki onlara açıklasın" (İbrahim, 14/4)
İşte bu emirlere binaen Rasulullah (s.a.v.)
Kur'an-ı Kerim'i tebliğ ve tefsir etmiştir. Ondan sonra sahabe, tabiîn ve daha
sonraki müslüman âlimler de bu yolu takip etmişler, böylece Kur'an'ın gerek Arap
dilinde, gerekse diğer dillerde binlerce tefsiri veya tercemesi yapılmıştır. Bu
tefsirlerin çok genişleri olduğu gibi, çok kısaları ve orta halli olanları da
vardır.
Günümüz insanının çok geniş tefsirleri okumak için
zaman bulamayacağını göz önünde tutan değerli tefsirci üstad Muhammed Ali
es-Sâbûnî Vâhidî'nin Esbâb-ıNuzûlu ile Taberî, Keşşaf, Râzî, Kurtubî, Beyzâvî,
İbn Kesîr, el-Bahru'l-Muhît, et-Teshîl, Celâleyn, Ebussuûd, Alusî ve Kâsîmî gibi
geniş ve güvenilir tefsirlerin özünü alarak çağa hitap edecek ve gençliğin
ihtiyacına cevap verecek bir tefsir meydana getirmiş ve bu esere "tefsirlerin
Özü" anlamına gelen "Saf-vetü't-Tefâsîr" adını vermiştir. Eser okunduğunda
görülecektir ki , Sâbûnî, gerçekten başlıca güvenilir tefsirleri taramış ve
bunlardan özümlediği Kur'anî bilgilerden, yeni ve özet bir tefsir meydana
getirmiştir.
Kendisinin
de açıkladığı gibi
Sâbûnî, tefsirini yazarken şu
yolu takip etmiştir:
1. Sûreyi takdim. Burada, sûre hakkında özet
bilgi verilmekte ve sûrenin esas hedef ve maksattan açıklanmaktadır.
2. Ayetler
arasındaki münasebet. Burada konu bütünlüğü içerisinde belirli bir
miktarda ele alman âyetlerin, önceki âyetlerle münasebeti
açıklanmaktadır.
3. Kelimelerin izahı. Burada, tefsir edilecek
bölümde geçip açıklanması gereken kelimelerin aslı ve türetilişleri hakkında
bilgi verilmekte ve yer yer, Arap edebiyatından şahitler getirilerek, mânâları
açıklanmaktadır.
4. Nüzul
sebebi. Burada iniş
sebebi bilinen âyetlerin
iniş sebebleri açıklanmakta ve
bunlarla ilgili rivayetler nakledilmektedir.
5. Ayetlerin tefsiri. Burada bir bütün olarak ele
alınan ayetler cümle cümle, bazen de kelime kelime açıklanmaktadır.
6. “Edebî sanatlar. Burada, tefsiri yapılmış olan
âyetlerin kapsadığı teşbih, mecaz, istiare ve diğer edebî sanatlar kısaca izah
edilmekte ve değerlendirilmektedir.
7.
Faydalı bilgiler. Burada, âyetlerin tefsirleriyle ilgili bazı ek bilgiler
verilmektedir.
8. Bir nükte. Burada da, dikkat çekici, enteresan
bilgiler verilmektedir.
9. Bir uyan. Yanlış anlaşılma ihtimali olan
yerlerde okuyucuyu uyarmak maksadıyle bazı bilgiler verilmektedir.
10. Yer yer, toplumsal meselelerle ilgili geniş
bilgiler verilmektedir. Birden çok kadınla evlenme, kadınların eğitimi v.b.
konular...
Sâbûnî,-bu eseri, yukarıda adlan geçen tefsirlerden
derleyerek meydana getirmiş olmakla birlikte, onu kolay bir ibare ve akıcı bir
üslupla okuyucuya sun* mayı başarmıştır. Bu sebeble tefsiri, gerek Arap
ülkelerinde, gerekse ülkemizde rağbet görmüş ve tutunmuştur. Ülkemizdeki bazı
ilahiyat fakültelerinde tefsir dersleri bu eserden takip edilmektedir. Bunun
yanında özel olarak okuyan ve okutanlar da çoktur.
İşte halkımızın böyle bir tefsire ihtiyacı
olduğunun farkına varan Ensar Vakfı, bu tefsirin Türkçeye çevrilmesini teklif
ettiğinde memnuniyetle kabul ettik ve bunu şerefli bir görev saydık. Böyle bir
görevin yerine getirilmesinin zorluğu şüphe götürmez bir gerçektir. Zira ilahî
vahy mahsulü olan Kur'an-ı Kerim, Arap dili gibi zengin bir dille inmiş olup bu
dilin en üstün ifade gücüne sahiptir. Böyle bir kitabı ve yine Arapça yazılmış
olan tefsirini bir başka dile mükemmel şekliyle çevirmenin güçlüğü
ortadadır.
Buna rağmen, bu hizmetin Allah katında makbul ve
onun rızasına uygun olacağı ümidiyle eseri tercemeye başladık. Tercemede mümkün
olduğu kadar bu günün yaşayan dilini kullanmaya çalıştık. Metne bağlı kalmakla
birlikte terceme nin anlaşılabilir olmasını esas aldık. Ayetlerin mealinde,
İslamî İlimler Araştırma Vakfı tarafından, Yüksek İslam Entitüsü öğretim
üyelerinden bir heyete terceme ettirilmiş olan Kur'an mealini esas aldık. Ancak
tefsirle farklılık gösteren yerlerden Sâbûnî'nin görüşünü tercih ettik. Kur'an
metnini, tefsirde şahit olarak getirilen beyitleri, darb-ı meselleri ve
açıklamada uygun gördüğümüz diğer kelime ve cümleleri Arap harfleriyle yazdık.
Kelimelerin izahı yapılırken fiilleri sadece Arap harfleriyle yazdığımız halde
isim ve edatlan hem Arap hem de Latin harfleriyle yazdık. Ayetin ayetle tefsir
edildiği yerlerde, şahid olarak
getirilen âyetlerin sûre ve âyet numaralarını tesbit ettik. Tefsirde geçen
hadislerin sadece meallerini verdik ve Kütüb-i Sitte, İmam Malik'in Muvatta'ı, Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i ve Dârimînin Sünen'inde
mevcut olanlan tahric ettik. Diğer hadis kitaplanndan nakledilen hadislerden de
bulabildiklerimizi tahric ettik.
Bulamadıklarımızı ise sadece
meallerini veya mealle birlikte yazarın gösterdiği kaynağı vermekle
yetindik. Tefsirde geçen dinî, edebî ve uygun gördüğümüz diğer kelime ve terimlerin aslını muhafaza ettik ve anlaşılmalan için bir lügatçe hazırlayarak
her cildin sonuna ilave ettik.
Biz bu eseri en
mükemme, şekilde Türkçeye çevirdiğuna ' liz. Ancak yapabildiğinizin en
güzelini yapmaya çal1Stlk. Bunun çarpacak yanılmalann ve yanhslann, kardeşçe ve
sam,mıyeüe LTokurlLmizdan istirham ediyoruz. Eserler ancak bu sayede olgunlaşır
ve daha faydalı hale gelir.
Bu samimi hizmetimizin kabul buyrulmasını ve
okuyucular için yararlı olmasını Yüce Allah’tan dileriz.
1 Ramazan 1408-18 Nisan 1988
Ümraniye-İstanbul[13]
Lügatçe
-A-
Âdâb: Göz önünde bulundurulması gerekli kurallar,
yollar. Görgü ve gelenekler.
Ahid: Bir işi üstüne alıp söz verme. And, yemin.
Sözleşme, anlaşma.
Âl: Evlat, çoluk çocuk. Sülâle, hanedan, soy.
A'lây-ı
İlliyyîn: Cennetin en yüksek tabakası.
Alâka: İlgi, ilişki. Benzetme ve mecaz için
düşünülen ilgi.
Alâka-ı
sebebiyye: Mecâz-ı mürsellerde, mecazi mânâ ile hakiki
rhânâ arasında var olan bir ilgi çeşidi. Meselâ: "Bir yazar kalemiyle geçinir."
cümlesinde kalem, yazı ücretinin sebebidir. Burada kalem mecazi mânâda
kullanılmıştır.
Alîm: Çok bilen.
Amel-i
sâlih: Yararlı iş, iyi iş.
Atfetmek: Bir kelime veya cümleyi, başka bir
kelime veya cümleye bağlanmak.
Atıf: Atfetme işi. Avam tabakası: Halk tabakası.
Azîm: Büyük, yüce, ulu.
Azız: Değerli. Kuvvet ve kudret sahibi,
güçlü.
-B-
Bahtiyâr: Mutlu, kutlu.
Basiret: Kalp gözüyle görme. Biliş, kavrayış,
akıllılık.
Bâtıl: Doğruya ve gerçeğe aykırı. Boş, çürük,
temelsiz.
Bedevi: Çölde, çadırda yaşayan, arap
göçebesi.
Bedî':
Yerine ve adamına göre konuşulan sözü, güzelleştirme
yollarını öğreten İlim.
Bediî: Güzel. Güzellik ölçülerine uyan, gözü
gönlü okşayan, beğenilen.
Belagat: İyi, güzel, pürüssüz söz söylemek.
Edebiyatta sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve adamına göre söylenmesini öğreten
ilim demektir.
Belde: Kent, kasaba. Ülke.
Belîğ: Açık ve düzgün söz söyleyen; açık ve
düzgün söz veya eser.
Beraât-ı
istihlal: Bir kitabın, bir şiirin veya bir makalenin
başında, içindekiler hakkında toplu bir fikir verecek şekilde güzel sözler
kullanma.
Beraât-ı
makta1: Bir kitabın, bir şiirin veya bir makalenin
sonunda, daha önce geçenler hakkında toplu bir fikir verecek şekilde güzel
sözler kullanarak sözün bittiğini hissettirmek.
Berzah
hayatı: Ruhların, kıyamet zamanına kadar bekleyecekleri,
dünya ile âhiret arasında var olan yerdeki hayat.
Beyân: Anlatma, açık söyleme, bildirme.
Edebiyatta, belagat ilminin hakikat, mecaz, hikaye, teşbih, istiare gibi
sanatları öğreten bölümü.
Beyt-i
Makdis: Kudüs'te bulunan Mescid-i Aksa
Beyt-i
Mukaddes: Bkz, Beyt-i Makdis.
Beytullah: Allah'ın evi. Kâ'be.
Bin: Oğul. Bint: Kız.
Birinci
bâb: Sarf ilminde, üç harfii fiillerin ölçülerini
gösteren 6 kalıptan birincisi.
Buğz: Sevmeme; düşmanlık duyma.
-C-
Cebrail: Allah'a en yakın dört melekten biri olup
peygamberlere vahiy getirmekle görevlidir.
Cedelleşme: Konuşmada karşılıklı çekişme,
tartışma.
Celbetmek: Kendine çekmek, getirmek,
getirtmek.
Cem'-i kesret: Üçten
sonsuza kadar sayıdaki varlıklar için kullanılan çoğul kalıpları.
Cem'-i
kıllet: 3-10 arası sayıdaki varlıklar için kullanılan
çoğul kalıpları.
Cima: Cinsel ilişki.
Cinas-ı
iştikak: İştikak cinası.
Cinâs-ı
mugayir: İştikak cinası.
Cinas-ı
nakıs: Aralarında benzerlik bulunan fakat sayı
bakımından harfleri birbirine eşit olmayan iki kelimeyi bir cümlede kullanarak
yapılan cinas. Dem ve Adem kelimelerinin bir cümlede kullanılması gibi.
Cizye: İslam hukukuna göre, müslüman
olmayanlardan alman bir çeşit vergi.
Cümle-i
mu'teriza: Ara cümle. İki virgül veya iki çizgi
yada parantez arasında bulunur.
Cürüm: Suç.
-D-
Dalâlet: Sapıklık.
Darb-ı
mesel: Muhataba maksadı iyi anlatmak ve ibret almasını
sağlamak maksadıyla verilen misal. Misal vermek.
Delâlet
etmek: Göstermek, işaret etmek, kılavuzluk
etmek.
Desise: Gizli oyun, düzen. Entrika.
Devr-i
dâim: Durmadan, ardı arası kesilmeden dönme.
-E-
Ecir: Sevap. Bir iş karşılığı verilen
ücret.
Elıl-i
kitab: Yahudi ve Hıristiyanlar.
Elîm: Ağrıtan, ağrı veren. Çok acı
veren.
Emîr: Bey, başkan, aşiret reisi.
Erkân: Kaideler, esaslar.
Esfel-i
sâfilin: Cehennemin yedinci ve alt tabakası.
Evsâf: Nitelikler.
.-F-
Fakîh: İslam hukuk âlimi.
Fâsık: Günah işleyen, yoldan çıkan.
Fasıla: Ara, aralık, ayıran şey, iki şeyin
arasındaki bölme.
Fasıla
harfi: Âyetlerin son harfi.
Fasîh: Güzel, düzgün ve açık konuşan; iyi söz
söyleme kabiliyeti olan kimse. Düzgün söz, açık söz.
Fâsid: Bozuk, bozulmuş.
Fasl
sanatı: Kelimeler, terkipler ve cümleler arasında
bağlantı edatı bulunmadan yazı yazma usulü.
Fazl: Lütuf, olgunluk. Bilgi.
Fesahat: Güzel ve açık konuşma. Güzel ve açık
konuşma kabiliyeti.
Fevk: Üst.
Fıtrat: Yaratılış.
-G-
Gafûr: Acıması ve bağışlaması çok olan
(Allah).
Gâib: Görünmeyen, hazır olmayan. Dilbilgisinde
üçüncü şahıs.
Gâib
sıygası: Üçüncü şahıs kipi.
-H-
Haber: Dilbilgisinde, isim cümlesinin
yüklemi.
Haber
cümlesi: Doğruya ve yalana ihtimali olabilen
cümle.
Hâcib: Kapıcı, kapıcıbaşı, perde, perdeci.
Muhafız.
Hadis-i
kudsî: mânâsı Allah'a, lafzı peygambere ait olan
hadis.
Hakim: Hüküm ve hikmet sahibi.
Hakimane: Hüküm ve hikmet sahibine yakışır
şekilde.
Halım: Yumuşak huylu.
Hâl-i
müekkide: Pekiştirme hali.
Hâil: Bir yerde bulunan, bir yeri işgal eden.
Hamakat: Aptallık, ahmaklık.
Hamaset: Yiğitlik, cesaret.
Hanif
dini: Allah'ın birliği inancına dayanan din,
Harf-i
cer: Arapçada bir edat.
Harikulade: Olağan üstü, daha önce görülmemiş.
Hars: Tarla sürme. Sürülmeye hazırlanmış tarla. Kültür.
Hased: Kıskançlık.
Hasr: Bir şeyi başka bir şeye tahsis
etme
Haşr: Toplanma. Bir yere biriktirme. Kıyamet
gününde ölülerin diriltilip yaptıklarının hesabı görülmek üzere bir yere
toplanmaları.
Haşyet: Korku.
Hatim: Ka'be'nin kuzey batı duvarının karşısında,
buna bitişik olmamak üzere, beyaz mermerden yarım daire şeklinde, yüksekliği 1,
kalınlığı 1,5 metre olan bir duvar.
Hazar: Seferde olmama durumu. Şehirde yaşama
hali.
Hazif:
Aradan çıkarma, çıkarılma, yok etme,
silme, ortadan kaldırma,
düşürme.
Hecâ
harfi: Alfabe sırasına göre dizilmiş harf.
Hemze-i
vasıl: Kendisiyle söz başlandığında okunan, önce gelen
bir kelime, bunun başında bulunduğu kelimeye birleştiği zaman okunmayan
hemze.
Hikmet: Sebep, bilgelik, derin bilgi.
Hissî: Duygusal.
Hudû': Boyun eğme, itaat etme.
Hul': Erkeğin, karısıyla, bir mal v.b. şey
karşılığında anlaşarak onu boşaması.
Hurııf-u
mukattaa: Bazı sûrelerin başlarında bulunan ve
birbirlerine ulanmadan tek tek okunan harfler. Hususiyet: Özellik.
Huşu': Allah'a karşı boyun eğme, yüreği korku
içinde bulunma.
Hüccet: Delil.
Hüsnü'I-iftitâh: Berâat-ı istihlâl.
Hüsran: Ziyan, zarar, kayıp.
-I-
Istılâhî: Bilim veya sanata mahsus kelimelere ait
veya onlarla ilgili.
Itnâb: Sözü uzatma. Konuyu genişçe
anlatma.
-T-
İblıâın: Sözün anlaşılmayacak derecede
kapalı olması.Kapalı bırakma,
açıklamama.
İcabet
etmek: Çağrıyı kabul etmek, yerine etirmek.
İ'câz: Âciz bırakma, acze düşürme. Mu'cize
sayılacak kadar düzgün söyleme.
icaz: Az sözle çok mânâ anlatma.
İcmâ1: Büyük din alimlerinin, din ile ilgili bir
konuda aynı görüşte birleşmeleri.
İcmal: Kısaltma, özetleme.
İddet: Kocasından ayrılan veya kocası ölen bir
kadının, bir başkasıyla evlenebilmesi için beklemesi gereken süre.
İdgâm: Birbirine benzeyen iki harfi birleştirip
şedde ile okuma.
İdlâl: Sapıklığa düşürme.
İdrâb: "edaLından önce gelen" hükmü, ordan alıp
sonraki kısma nakletmek. "Ali, çiçekleri kopardı, hayır meyveleri kopardı."
yani çiçekleri koparmadı, meyveleri kopardı.
İdrâk
etmek: Anlamak.
îfâ
etmek: Yerine getirmek, yapmak.
İfsâd
etmek: Bozmak, kargaşalık çıkarmak.
İhbar: Haber verme, bildirme.
İhsan: İyilik etme, bağışlama. Bağışlanan şey.
İhsâr: Kuşatma, etrafını sarma. İşinden alıkoyma.
İhtimam: özen, özenme,
itina.
İhtisas
üzere nasb: İbareden kaldırılmış olan oaî-\ fiilinin tümleci olan kelimenin
okunuş şekli.
İhtiva: İçine alma, kapsama.
İkrar
etmek: Tasdik etmek, kabul etmek. Söylemek, açıklamak.
İ'lâm: Bildirme, anlatma.
İlham: İçe doğma, esin. Allah tarafından insanın
gönlüne birşeyin doldurulması
İltifat
sanatı: Edebiyatta sözü, bir şahıstan başka bir şahsa
çevirme.
îmâ: İşaretle anlatma, dolaylı anlatma.
İmamet: İmamlık, halifelik, liderlik.
İnfak
etme: Nafaka verip geçindirme. Allah yolunda harcama.
İnkârı: Bkz. istifham-ı inkârı
İnsicam: Bağlantı, tutarhk. Sözün düzgün olması.
İnşâ: Yalana veya doğruya delâlet etmeyen söz.
İntisâb: Bağlılığı olma, ilişkisi bulunma. Bir
yere bağlanma.
İnzâr: Korkutma, uyarma.
İnziva: Bir köşeyi çekilip hiçbir işe karışmama.
Dünya işlerinden vazgeçme.
İrâde-i
lâzım: Bkz. Zikr-i melzûm irâde-i lâzım.
İrtibat: Bağlantı, ilgili olma, ilgi.
İsm-i
fail: Etken ortaç. İş yapanın sıfatı. Kâtip (yazıcı),
hadim (hizmetçi) gibi.
İsm-i
işaret: Bu, şu, o gibi işaret ismi veya
sıfatları
İsm-i
mef'ûl: Edilgen ortaç. Üzerinde iş yapılanın sıfatı.
Mektûb (yazılan), mahdum (kendisine hizmet edilen) gibi. İsm-i mevsûl: İlgi
zamiri.
İsnâd: Bir şeyi biriyle ilgili gösterme. Yüklem
ile özne arasındaki ilgi. "Bu fıkrayı Nasrettin Hoca'ya isnat ederler."
gibi.
İstiare: Ödünç alma. Birinden eğreti bir şey
alma. Edebiyatta, bir kelimenin mânâsını geçici olarak başka bir kelime yerinde
kullanma.
îstiâre-i
mekniyye: Bir benzetmeden, kendisine benzetilen
kaldırılarak, yalnız benzeyen'in söylenmesiyle meydana gelen istiare. Bu
benzetmede, kendisine benzetilenin yerine onun levazımı yani onunla ilgili olan
başka bir şey söylenir. Misal: "Ölümün tırnakları Cemal'e saplandı" cümlesinde
ölüm, "yırtıcı hayvana" benzetilmiş, fakat "yırtıcı hayvan" söylenmiyerek,
onunla ilgisi bulunan "tırnak" söylenip "yırtıcı hayvan"a işaret edilmiştir.
İstiâre-i
tasrîhiyye: Bir benzetmeden, benzeyen kaldırılarak
kendisine benzetilen'in söylenmesiyle meydana gelen istiare. Asker geçerken
söylenen "Şu arslanlara bak!" cümlesinde benzeyen "asker" söylenmemiş;
kendisine benzetilen "arslan" söylenmiştir.
İstiâre-i
tebeıyye: Müsteâr'ı fiil, edat veya türemiş isim olan
istiare. Misal: "İstesen bin destan söylersin ebrularla sen" mısrasında
"söylersin" fiili ile istiare yapılmıştır. "Seni ziyaret için geldim" cümlesinde
istiare, "maksadıyla" mânâsına gelen "için" edatıyla yapılmıştır. "Kalbimi
kanatan gonca bir güldü. Oradan kan değil ömür döküldü. Kırıp çiğnediği kadeh
gönüldü, O gönül kıranı unutabilsem" koşmasında türemiş isim olan "kanatan" ve
"kıran" kelimelerinden birer istiare yapılmıştır.
İstiâre-i
temsiliyye: Bir şey bir başka şeye birkaç yönden
benzetilerek meydana getirilen istiare. Seferden evine donen bir mücahit için,
"kılıç kınına girdi" denilmesi gibi. İstiâze: Sığınma, Allah'a
sığınma.
İstidrak: Daha önce söylenen sözden akla
gelebilecek olumsuz bir mânânın o sözde bulunmadığını veya akla gelebilecek
olumlu bir mânânın o sözde bulunmadığını ifade etmek. Meselâ: "Emine cömerttir"
sözünü duyan Emine'nin israfçı olduğunu düşünebilir. "Fakat o israfçı değildir"
sözü bu düşünceyi ortadan kaldırır. Diğeri de bunun gibidir. İstifhâm-ı inkârı:
İbtal etme ve kınama ifade eden soru. Birinciye misal: "Bu bir sihir midir?"
Yani, bu bir sihir değildir. İkinciye misal:
Yonttuğunuz şeylere mi ibadet ediyorsunuz?" Bu soru da kınama ifade
eder.
İstiftâh: Söze başlama. Bazan dikkat çekmek için
söze ve gibi edatlarla başlanır.
İstiğrak: Genellik ve kapsamlık.
İstihza: Alay etme.
İstikâmet: Doğruluk.
İstinâfiyye
cümlesi: Yeniden başlayan cümle. İstisna: Ayrı tutma,
ayırma. Kural dışı tutma.
İstisnâ-ı
munkatî: Bir cümlede istisna edilen şey, kendisinden
istisna edilenin cinsinden değilse buna istisnâ-i munkatı' denir. "Arabaları
hariç öe-renciler geldi" misalinde olduğu gibi. İşaret ismi: Bakınız, ism-i
işaret.
I
iştikak
cinası: Bir kökten farklı şekillerde türetilen
kelimelerin, bir söz içinde bulunmalarıdır. "Ali gözüne gözlük takıyor"
cümlesindeki, igoz ve gözlük kelimeleri gibi.
İştiyak: Özleme, özlem.
Itibâr-ı mâ
kân: Bir şeye eski halinin ismini vermek. Bir annenin
saçlı sakallı oğluna "Bizim çocuk" demesi gibi.
İtminan: İnanma, kanma, emin olma.
'
İttifak: Anlaşma, bağlaşma. İzafe: Bir şeye mal
etme, bağlama.
İzafet: Bir isim tamlamasını oluşturan iki isim
arasındaki ilgi.
Iz'ân: Anlayış, anlayışlı davranmak, düşünmek.
İzzet: Büyüklük, yücelik, ululuk.
-K-
Kadir: Gücü
yeten.
Kadr: Kıymet.
Kâhin: Kehânette bulunan, gaipten haber verme
iddiasında bulunan kimse.
Kalbî: Kalple ilgili. İçten, yürekten, gönülden
gelen.
Karine: İp ucu.
Karz-ı
hasen: Faizsiz verilen borç.
Kasr: Birk şeyin başka birk şeye tahsisi, yani
bir şeyin başkalarında bulunmayıp sadece birinde bulunduğunu söylemektir.
"Ali'den başka yazar yoktur" cümlesinde, yazarlık Özelliğinin sadece Ali'de
bulunduğu belirtilmiştir.
Kasvet: İç sıkıntısı, gönül darlığı. Katılık,
sertlik, merhametsizlik.
Kazâ-i
hacet: Tuvalet ihtiyacını gidermek.
Kefalet: Kefillik, birine kefil olma.
Keffâret; Bir günahı Allah'a bağışlatmak üzere
yapılan iş.
Kelâm: Söz.
KelimetuIIâh: Müslümanlık.
Kerîm: Cömert, ulu, büyük.
Kıssa: Öykü, fıkra.
Kinaye: Bir fikri kapalı söylemek. Edebiyatta,
hem hakikat hem de mecaz mânâsı anlaşılabilen söz. "Ali açıkgözdür" cümlesinde
"açıkgöz" kelimesinden Ali'nin gözünün açık olduğu anlaşılabileceği gibi, zeki
ve uyanık olduğu da anlaşılabilir.
-L-
Lafzan: Lafız itibariyle. Kelimenin söylenişine
göre. Yazılı olmayarak.
Latif: Hoş, güzel. Nâzik. Allah'ın isimlerinden
biri.
Levazım:; İlgili olan şeyler. Bkz. istiâre-i
mekniyye .
Libâs: Elbise, örtü, giysi.
-M-
Mağfiret: Bağışlama, rahmet.
Mahal: Yer
Mâhiyet: Bir şeyin iç yüzü, aslı.
Mahsûsun
bi'z-zem: Yerilen, yerilmeye tahsis edilen.
Mahzuf: İbareden kaldırılmış.
Mahzun: Üzgün, tasalı.
Mahzur: Sakınca. Engel.
Maişet: Geçinme için gerekli olan şey. Geçinme.
Maktul: Öldürülen, öldürülmüş.
Ma'rife: Bilinen, belirli.
Mâsivâ: Allah'ın dışında bütün varlıklar.
Masiyet: Günah, isyan, itaatsizlik.
Maslahat: Dirlik, düzenlik, önemli iş.
Mazhar: Nail olma, elde etme.
Meal: Anlam, kavram.
Mecaz: Hakikatin zıddı, kendi mânâsında
kullanılmayıp benzerlikle ve başka sebeplerden dolayı başka bir mânâda
kullanılan söz. Asker mânâsında kullanılan "arslan" kelimesi gibi.
Mecâz-ı
aklî: Bir fiili, o işi yapandan başkasına isnat
etmektir. "Edebiyat Öğretmeni bu sene başarılı oldu" cümlesinde mecâz-ı aklî
vardır. Burada "başarma" fiili, Öğrenciler yerine öğretmene isnat olunmuştur.
Mecâz-ı
mürsel: Bir kelimeyi, hakiki mânâdan mecazi mânâya
naklederken oradaki ilgi, benzetme dışında bir ilgi ise, bu mecaza mecâz-ı
mürsel denir. "Meclis bir kanun çıkardı" cümlesinde "meclis" kelimesi,
meclisteki milletvekilleri mânâsında kullanılmıştır. Bu bir mecâz-ı mürseldir.
Hakiki mânâ ile mecazî mânâ arasında mahalliye! (yer) alâkası vardır.
Mef'ûl:
Tümleç.
Melekût
âlemi: Ruhlara mahsus âlem, ruhlar âlemi.
Melik: Kral, hükümdar.
Menâsik: İbadet yerleri. İbadetler.
Menfez: Delik, yarık, ağız.
Mescid-i
Haram: Kâ'be.
Mesel: Ders alınacak kısa öykü veya bu nitelikte
söz.
Meskenet: Miskinlik, fakirlik, yoksulluk,
beceriksizlik, zillet.
Meşveret: Danışma.
Mevsûf: Nitelenen, nitelenmiş,
Meczetmek: Katma, karıştırma.
Muamelât: İşlemler.
Muarız: Karşı koyan, karşı gelen.
Muasır: Çağdaş.
Mûbâh: İşlenmesinde sevap veya günah olmayan
şey.
Mu'cize: Peygamberlerin, peygamberliklerinin
doğruluğunu desteklemek için Allah tarafından yapılan ve peygamberlerde ortaya
çıkan olağarjüstü olay.
Mufassal
teşbih: Bir teşbihte, teşbih unsurlarının tümü
söylenmişse, feuna mufassal teşbih denir.
Mugalata: Yanıltıcı söz. Yanıltmak için söz
söyleme.
Mugayir
cinas: İştik'ak cinası.
Muhakkik: Araştırmacı.
Muhal: İmkânsız.
Muhalif: Aykırı olan, bir düşüncenin karşısında
olan.
Muhâtab
sıygası: İkinci şahıs kipi.
Muhkem: Sağlam, mânâsı açık olan âyet.
Mukabele
sanatı: Birbirine zıt iki veya daha çok mânâyı bir
ibarede bulundurmak. "Az gülün çok ağlayın" gibi. Mukayyed: Bir vasıfla kayıtlanmış
kelime.
Muris: Miras bırakan.
Musallat
olmak: Rahat bırakmamak, belâ olmak, asılmak.
Mu'teriza
cümlesi: Cümle-i muteriza.
Muttali'
olmak: Bir şeyden haberi olmak, bir şey üzerine bilgi
edinmek.
Muttasıf: Nitelenmiş.
Muvafık: Uygun, yerinde.
Muvahhid: Birleyen, Allah'ın bir olduğuna
inanan.
Muzâf: İsim tamlamasında
tamlanan.
Muzâri': Geniş zaman.
Mübalağa: Mânâyı pekiştirme ve fazlasıyla
vurgulama.
Mübaşeret: Başlama, doğrudan yapma. Dokunma,
cinsî münasebette bulunma.
Mübhem: Belirsiz, kapalı.
Mübteda': İsim cümlesinin öznesi.
Mücâhede: Uğraşma, savaşma. Nefsi yenmeye
çalışma, din düşmanları ile savaşma.
Mücmel: Kısa, öz. Sadece kendisinin söylenmesiyle
mânâsı tam anlaşılamayan kelime.
Müennes:
Dişi. Gramerde dişi veya dişi kabul edilen kelimeler.
Müfessir: Tefsirci, yorumlayan.
Müfred: Tekil.
Mükellef: Yükümlü.
Mümasil: Benzer.
Münafık: İki yüzlü. Kâfir olduğu halde kendisini
müslüman gösteren.
Münâsebet: Uygunluk ilgi.
Münazaa: Çekişme, kavga.
Münbît: Verimli. Bitkiyi iyi bitiren.
Münkatı'a: Kesik. Munkatıa olan J edatı, bir sözden vazgeçilip diğerine
dönülürken kullanılan edattır. Misal Ali kâtip midir, yok o değil, Hâlid kâtip
midir?"
Mürsel
teşbih: Bkz. teşbîh-i mürsel.
Müstağni: İhtiyacı olmayan, ihtiyaç hissetmeyen
gönlü tok, doygun.
Müstakil: Bağımsız.
Müsteâr: Kendi mânâsında değil de, başka bir
kelimenin mânâsında kullanılan lafız. Bir taburun geçişini tasvir ederken
söylenen "gelen bir yanardağdır" cümlesindeki "yanardağ" kelimesi "tabur"
yerinde müsteâr olarak kullanılmıştır.
Müstehak: Lâyık, hak etmiş, hak kazanmış.
Müstesna: Ayrı tutulan.
Müşâhade: Bir şeyi gözle görme.
Gözlem.
Müşâkale: Lafızların bir, mânâların farklı
olması. Kaleme devam edip etmediği sorulan havaî bir adam hakkında, "Kendi
bazan gelir ama, sözü gelmez kaleme" denilmesi gibi.
Müşareket: Ortaklık.
Müşebbeh: Benzetilen.
Müşebbehün
bih: Kendisine benzetilen.
Müşîr: İşaret eden, gösteren.
Müşrik: Allah'a ortak koşan.
Mütekellim: Konuşan. Dilbilgisinde birinci
şahıs.
,
Mütevelli: Üstlenen. Bir işi üzerine alan. Bir
vakfın yönetimim" üzeriı alan.
Müttekî: Takva sahibi.
Müzekker: Erkek
-N-
Naîm
cenneti: Bir cennet adı.
Nazil
olmak: İnmek. 9
Nazm: Dizi
Nebi: Haberci, peygamber.
Nefha: Üfürük, güzel koku, esinti.
Nefsanî: Nefsin istekleriyle ilgili.
Nefy
edatı: Olumsuzluk edatı.
Nehyetmek: Yasaklamak.
Nekre: Belirsiz.
Neshetmek: Fesh ve lağvetme, kaldırma, hükümsüz
bırakma. Şer'i hükmü, yine şer'i bir delille kaldırmak.
Nev'i: Tür.
Nezdinde: Katında, yanında.
Nida: Ünlem.
Nifak: İnsanların arasını açmak için yapılan
davranış, arabozuculuk.
Nübüvvet: Peygamberlik.
-R-
Rabbânî: Allah'la ilgili, ilâhî.
Râci1: Geri dönen. İlgisi olan, ilişkisi
olan.
Rasûl: Elçi, peygamber.
Recmetmek: Taşa tutmak, taşlamak. Taşlayarak
öldürmek.
Reddu'1-acez: Bir fıkra veya mısranın evvelindeki
lafzı sonunda da sömek.
Ric'î talâk: Erkeğin
karısını tekrar dönmesi mümkün ve caiz oiî şekilde boşaması.
Risâlet: Peygamberlik.
Riyaset: Başkanlık.
Rubûbiyet: Rablık, ilâhlık.
:
Ruhsat: İzin, müsaade.
Rusvâylık: Rezillik.
Rükün: Temel, esas.
Rüşd: Doğru yolu bulma, erginlik. ıRütbeten:
Rütbe itibariyle.
-S-
Sâ': Bir hububat ölçeği.
Sahîh: Doğru, yanlışsız, gerçek.
Salâh: İyileşme, düzelme. Dine
bağlılık.
Sâliha; Elverişli, iyi.
Salim: Sağ, sağlam, esen. Sakatı, noksanı
olmayan.
Sarahaten: Açıkça.
Satvet: Ezici, sindiriri güç.
Sa'y: Çalışma, emek.
Seci': Düz yazıda yapılan kafiye.
Sec'i
mütâvazi1: Vezin bakımından tam uygun olan
seci'.
Seciye: Karakter, huy, tabiat.
Sefâhet: Zevk ve eğlenceye düşkünlük. Bir serveti
gereksiz yere harcayıp tüketme.
Sefer
hali: Yolculuk veya savaş hali.
Sefih: Zevk
ve eğlenceye düşkün.
Semavî
kitab: Kaynağı yüce kitap. Allah tarafından gönderilen
kitap.
Sena: Övme, övgü.
Sened: Hadis metninin geliş yolunu haber vermek.
"Hadis metnini haber verenler"e de bu isim verilmektedir.
Sıfat-ı
müşebbehe: Nitelenen şeyde sürekli bulunan
sıfat.
Sıfatın
mevsûfa kasrı: Bir sıfatın nitelenen şeye tahsisi.
"Ali'den başka kahraman yoktur" cümlesinde, kahramanlığın Ali'ye tahsis edilmesi
gibi.
Sırât-ı
müştekim: Doğru yol.
Sıyga: Kip.
Sihir: Büyü.
Sulb: Döl.
Sübût: Sabit olma, gerçekleşme, ortaya
çıkma.
Süflî: Aşağı, aşağılık.
Sükûnet: Sessizlik, durgunluk.
Sülâsî: Üçlü. Dilbilgisinde üç harfli
kelime.
Sülâsî
mücerred: Üç harfli ve bütün harfleri asıl olan
kelime.
Sünnet-i
seniyye: Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sünneti.
-Ş-
Şâmil; Kapsamlı
Şâzz: Kurala uymayan, çoğunluktan ayrı
olan.
Şehevî: Şehvetle ilgili.
Şekavet: Bedbahtlık.
Şen'î: Utanç verici, son derece kötü,
alçakça.
Şer'î: Şeriata ait, şeriata uygun.
Şeriat: Allah'ın, kullan için gönderdiği din ve
dünya ile ilgili hükümlerin tümü.
Şerîr: Çok kötü, fesatçı.
Şirk: Allah'a ortak koşma.
Şükrân-ı
nimet: Nimete şükretmek.
Şümul: Kapsam.
-T-
Tâbi1: Birine bağlı, birine uyan.
Tâ'cîz: Tedirgin etme, rahatsız etme.
Tafsil: Bir şeyi ayrıntılarıyla
anlatma.
Tağlîb: Bir ilişki ve ilgiden dolayı, bir
kelimeyi başka bir mânâyı da içine alacak şekilde kullanma. Baba ve anne için
"Ebeveyn" demek gibi.
Tâğııt: Şeytan, put.
Tahakkuk: Gerçekleşme.
Tahakküm: Hükmetme, zorbalık etme
baskı.
Tabkîk
ifade etmek: Bir şeyin kesin olarak alacağını
göstermek.
Tahrîb: Harap etme, yıkma.
Tahrif
etmek: Bozmak, değiştirmek, kalem oynatmak.
Tahsis: Bir şeyi bir yerde veya bir kimse için
kullanılmak üzere ayırmak.
Tahyîr: Bir kimseyi, iki şeyden birini seçme
konusunda serbest bırakmak.
Takdîm: Öne alma, sunma.
Takdis: Kutsal tutma, saygı gösterme.
Takrir; Anlatma, anlatış..
Takva: Allah'tan korkma. Allah korkusuyla dinin
emirlerini yerine getirme.
Ta'lîka: Bir kitabın açıklaması olarak kenarına
veya ayrı bir eser olarak yazılan düşünce, not.
Tam
cinas: Lafızları aynı, mânâları farklı iki kelimenin bir
mısrada bulunması.
Ta'rîz: Sözle sataşma, taş atma.
Tasarrufta
bulunmak: Bir şeyi dilediği gibi kullanmak.
Tasavvur
etmek: Düşünmek, göz önüne getirmek.
Tashih
etmek: Düzeltmek.
Tasrîh
etmek: Belirtmek, açıklamak.
Tavaf: Bir yerin çevresini dolaşma. Kutsal bir
yeri ziyaret etme.
Tazarru': Yakarma.
Ta'zîm: Saygı gösterme, ululama.
Tealluk: İlgili olma, ilişiği bulunma.
Tebliğ: Bildirme, bildiri.
Teceddüd: Yenilenme, yenilik.
Tecellîgâh: Belirme yeri, görünme
yeri.
Tecvîd: Kur'an'ı kurallarına göre okuma. Bununla
ilgili ilim.
Tedrîc: Derece derece, basamak basamak ilerleme,
ilerletme. Azar azar hareket.
Teeddüben: Utanarak, sıkılarak.
Teeddüp
etmek: Utanmak, sıkılmak.
Tefekkkür
etmek: Düşünmek.
Tefhim: Anlatma, bildirme.
Teğaıınî: Makamla okuma. Şarkı söyler gibi okuma.
Tehlîl: "Lailâhe illallah" deme.
Tekbîr: "Allahü ekber" deme.
Te'kîd
etmek: Pekiştirmek.
Tekvin: Yaratmak, meydana getirmek.
Telbiye: "Lebbeyk,." demek.
Telkin
etmek: Bir düşünceyi aşılama, kulağına koyma.
Te'mînât: Güvence, garanti.
Temkin: Ağır başlı davranış, ölçülü hareket.
Temsilî
mecaz: Bakınız, istiâre-i temsîliyye
Temsilî
teşbih: Bakınız, teşbîh-i temsilî.
Temyiz
gücü: İyiyi kötüden ayırma yeteneği
Tenvîn: Nunlama, nunlu okuma.
Tenzih
etmek: Kusur kondurmamak.
Terdid: Edebiyatta bir fikri iki ihtimalle
anlatma. Reddetme, geri çevirme.
Terkîb: Birleştirme, bir araya
getirme.
Tersi': Mücevher takarak süsleme, oymacılık.
Edebiyatta, iki fıkranın kelimelerini vezin ve kafiyece denk
getirme.
Terşîh: Süzme, sızdırma. Edebî sanat olarak, bir
istiarede müşebbehün bih-le alakası olan bir şeyi zikrederek ifadeyi takviye
etmek.
Tesbîh: "Sübhanallah" demek.
Tescil: Kaydetme, kütüğe geçirme.
Teshir: Emre hazır hale getirme. Zapt ve istila
etme, ele geçirme, elde etme.
Teşbih: Benzetme.
Teşbîh-i beliğ: Benzetme edatı ve benzetme yönü cümleden düşürülen teşbih. "Ali
arslandır" gibi.
Teşbîh-i
maklûb: Benzetme yönünün benzetilende daha kuvvetli
olduğu iddiasıyla onu kendisine benzetilen haline getirerek yapılan teşbih.
"Güneşin ziyası onun alnının nuru gibidir" cümlesindeki teşbih gibi. ; Teşbîh-i müferrak: Ayrı ayrı iki
teşbihin peşpeşe gelmesi.
Teşbîh-i
mürekkep: Bir teşbihte müşebbeh ile müşebbehün bih'ten
biri (veya her ikisi) birden fazla ise buna teşbîh-i mürekkep denir.
Teşbîh-i mürsel: Benzetme edaü hazfedilmeyen teşbih. "Ertuğrulj ilim bakımından deniz
gibidir" benzetmesinde olduğu gibi. Böyle bir teşbihte, vech-i şebeh (benzetme
yönü) zikredilmezse, buna "teşbih-i mürsel mücmel" denir.
Teşbîh-i
temsilî: Bir şeyi başka bir şeye birkaç yönden
benzeterek yapılan teşbih. Küme halinde bulunan parlak Süreyya yıldızının parlak
üzüm salkımına benzetilmesi gibi.
Teşrî1: Kanun koyma, kanun yapma.
Tevazu: Alçak gönüllülük.
Tevcih: Yönlendirme.
Tevhîd: Birleme. Allah'ın birliğine
inanma.
Te'vil: Sözü çevirme. Yorumlama. Bir şeyi aslına
döndürme. Bir şeyi ilmen veya fiilen kendisinden kasdolunan mânâya çevirme.
Te'yît
etmek: Desteklemek, pekiştirmek.
Tezellül: Alçalma, küçülme, zillete katlanma,
kendini hor ve hakir gösterme.
Tıbâk: Zıd iki mânâyı bir arada söylemek. Misal:
Onları uyanık sanırsın, halbuki uykudadırlar.
Tıbâk-ı
îcâb: Birbirine zıd iki mânâdan her ikisi de olumlu veya
her ikisi de olumsuz ise, buna tıbâk-ı îcâb denir: Misal: Kara günde dost ağlar,
düşman güler" cümlesindeki "ağlar" ve "güler" ile, "Gel dersin gelmez, git
dersin gitmez" cümlesindeki "gelmez" ve "gitmez" kelimeleri gibi.
Tıbâk-ı
lafzı: Lafızları birbirine zıt kelimelerden meydana
gelen tıbak.
Tıbâk-ı
selb: Bir arada kullanılan ve birbirine zıt iki mânâdan, biri olumlu
diğeri olumsuz ise buna tıbâk-ı selb denir. "Kişinin kendi ayıbını görmemesi ve
başkasının ayıbını görmesi şaşılacak şeydir." cümlesinde "görmemesi" ve
"görmesi" kelimeleri gibi.
-U-
Ulûhiyet: İlâhiık.
Ulvî: Yüce
Umûm: Genel
Umûmî: Herkesle ilgili, herkesi
ilgilendiren.
-Ü-
Ünsiyet: Alışkanlık, alışıldık,
arkadaşlık.
Üslûbu
hakîm: Soru soranın, daha önemli şeyi terkettiğini
göstermek için, sorulan soruya değil de, sorulması gereken ve daha önemli olan
gizli bir soruya cevap vermektir. Mesela: Bir kimsenin, bir ihtiyara kaç
yaşında olduğunu sorması, ihtiyarın ise bu soruya "sıhhatte ve afiyetteyim"
diye cevap vererek, asıl nasıl olduğunun sorulması gerektiğine işaret etmesi
gibi.
-V-
Vahdâniyet: Allah'ın birliği.
Vaîd: Tehdit.
Vâki1: Olan, olmuş.
Vâris: Mirasçı.
Vasıf: Nitelik, sıfat.
Vebal: Günah.
Veclı-i
şebeh: Benzetme yönü.
Vecih: Yol, tarz, mânâ.
Vecîz: Kısa ve derin anlamlı.
Vehim: Kuruntu.
Vekâr: Ağırbaşlılık.
Veraset: Bir mirasta hak sahibi olma
durumu.
Vesvese: Kuruntu, şüphe, işkil.
-Y-
Yakîn: Kesin olarak bilme, sağlam
bilme.
-z-
Za'fiyet: Zayıflık, arıklık, güçsüzlük,
dermansızlık.
Zahir: Açık, görünen, meydanda, belli.
Zahiren: Açıkça, görünüşe göre, görünüşte.
Zahirî
mânâ: Kelimenin zahirinden anlaşılan mânâ.
Zail: Yok olan, sürekli olmayan.
Zamir: Adların yerini tutan sözcük.
Zamir
Zamir-i
fasıl: Ma'rife (belirli) olan haberle, sıfatın
birbirinden ayırt edilmesi için, mübteda ile haber arasına gelen zamir.
Zât-i
bârı: Allah
Zât-ı
ilâhî: Allah
Zelil: Hor görülen, aşağılanan.
Zem: Yerme, kınama.
Zıt
cinas: Bakınız, iştikak cinası
Zikretmek: Anmak, söylemek, sözünü etmek.
Zikr-i cüz
irâde-i kül: Bir şeyin bir parçasını söyleyip tamamını
kastetmek. Meselâ: "Ali bu yolda direksiyon kullanamaz" Bu cümlede, arabanın
bir parçası olan "direksiyon" söylenmiş, "araba" kastedilmiştir.
Zikr-i kül
irâde-i cüz: Bir bütünü söyleyip, bütünün bir parçasını
kasdet-mek. Mesela: "Parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar" cümlesinde,
"paTmak-lar" söylenmiş, "parmak uçları" kastedilmiştir.
Zikr-i
mahal irâde-i hal: Bir yeri söyleyip orada hulunanları
kasdeWek. Mesela: "Meclis bir kanun çıkardı" cümlesinde "meclis" söylenmiş,
'oradaki parlamanterler kastedilmiştir.
Zikr-i
melzûm irâde-i lâzım: Bir işi yapmak için gerekli olan
şeyi1 zikredip o işi kastetmek.
Zillet: Alçaklık, alçalma, aşağılaşma.
Zimmî: İslam devleti uyruğunda olan hristiyan ve
yahudiler.
Ziya: Aydınlık, ışık.
Zuhur
etmek: Ortaya çıkmak.
Zümre: Topluluk, takım, sınıf, cins,
grup.
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/5.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/11.
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/12.
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/13.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/14.
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/15.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/16.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/17.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/18.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/19.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/20.
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/21-23.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/24-26.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)