NECM SURESİ
10
NECM SURESİ
Mekke'de inmiştir. 62
âyettir.
Takdim
Necm sûresi, Mekke'de inmiştir.
Mekke'de inen diğer sûreler gibi, umûmî çerçeve içersinde, peygamberlik,
öldükten sonra dirilme ve hesaba inanma konularından
bahseder.
Bu mübarek sûre insanlık
Peygamberi Hz. Muhammed (a.s.)'in mucizesi olan Miraç konusunu anlatarak
başlar. Hz. Peygamber (a.s) Mirac'ta, Allah'ın geniş mülkünde, akılları dehşete
ve hayrete düşüren enteresan ve acâip şeyler gördü. Sûre, insanlara iman etmek,
gayb ve vahiy konularında mücâdele etmemek gibi, onlara gerekli olan şeyleri
anlattı.
Bunların ardından söz, müşriklerin
Allah'tan başka tapmış oldukları putlara geldi. Sûre, ilâh oldukları iddia
edilen putların ve Allah'tan başkasına ibâdetin bâtıl olduğunu açıkladı. Bu
hususta, putlara ibâdetle meleklere ibâdet arasında bir fark olmadığım
bildirdi.
Daha sonra bu sûre, kıyamet
günündeki âdil cezadan bahseder. Şöyle ki o gün herkese, yaptığının karşılığı
verilir. İyi iş yapan yaptığı iyiliğin, kötü iş yapan da yaptığı kötülüğün
karşılığını alır. İnsanlar, iyiler ve kötüler olmak üzere iki gruba
ayrılır.
Sûre, bu âdil cezaya şöyle delil
getirir: İnsan için, ameli ve işinden başka bir şey yoktur. Hiç kimse başkasının
günahım yüklenmez. Çünkü ceza, suçludan başkasına verilmez. Bu, Allah'ın
dosdoğru bir kanunu ve gerek Kur'an-ı Kerim'de ve gerekse önceki semavî
kitaplarda açıkladığı âdil hükmüdür.
Bu mübarek sûre hayat verme,
öldürme, Öldükten sonra diriltme, zenginleştirme, fakirleştirme ve erkek ve
dişi çifti, atılan bir damla sudan yaratma hususunda Yüce Allah'ın kudretinin
alâmetlerini anlatır.
Sûre Ad, Semûd, Nûh ve Lût
kavmi gibi azgın milletlerin başına gelen azap ve helaki anlatarak sona erer.
Bunu, Rasulullah (s.a.v)'ı yalanlamalarından dolayı kendilerini bekleyen azabı
Mekke kâfirlerine hatırlatmak, azgın ve zâlimleri isyan ve inatta devam
etmekten alıkoymak için yapar. [1]
Bismillâhirrahnıânirrahîm
1, 2, 3.
Düştüğü zaman yıldıza andolsun arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve bâtıla
inanmadı; o, arzusuna göre de konuşmaz.
4. O
vahyedilenden başkası değildir.
5, 6, 7. Ona,
üstün güce sahip olan melek öğretti ki o, aklında ve davranışında kâmildir.
Hemen kendi aslî suretine girip doğruldu. İşte o zaman, kendisi en yüce ufukta
idi.
8, 9, 10, 11.
Sonra ona yaklaştı ve sarktı. İki yay kadar yahut daha yakın oldu. Allah,
kuluna vahyettiği şeyi vahyetti.
(Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı.
12. Onun
gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışıyor musunuz?
13, 14.
Andolsun onu, Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında bir defa daha
görmüştü.
15.
Cennetü'l-Me'vâ da onun yanındadır.
16. Sidre'yi
kaplayan kaplamıştı.
17. Göz ne
şaştı, ne aştı.
18. Andolsun o,
Rabbİnin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü.
19.Gördünüz mü
o Lât ve Uzzâ'yı?
20. Ve
üçüncüleri olan öteki Menâfi.
21. Demek erkek
size, dişi O'na (öyle) mi?
22. O halde bu
insafsızca bir taksim!
23. Bunlar
sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar
hakkında hiçbir delil indirmemîştir. Onlar zanna ve nefislerinin isteklerine
uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici
gelmiştir.
24. İnsanın her
istediği olacak mı?
25. Âhiret de
dünya da Allah'ındır.
26. Göklerde
nice melek var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için
Allah'ın izin vermesi dışında bir işe yaramaz.
27. Ahirete
inanmayanlar, meleklere dişilerin adlarını takıyorlar.
28. Halbuki bu
hususta hiç bilgileri yoktur. Sâdece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz
hakikat bakımından bir şey ifade etmez.
29. Onun için
sen zikrimize iltifat etmeyen ve dünya hayâtından başka bir şey istemeyenlerden
yüzçevir.
30. İşte
onların erişebilecekleri bilgi budur. Şüphesiz ki senin Rabbin, (evet) O,
yolundan sapanı daha iyi bilir; O, hidâyette olanı da çok iyi
bilir.
31. Göklerde ve
yerde bulunanlar hep Allah'ındır. Bu, Allah'ın, kötülük edenleri yaptıklarıyla
cezalandırması, güzel iş yapanları da daha güzeliyle mükâfaatlan-dırmasi
içindir.
32. Ufak tefek
kusurları dışında, günahın büyüklerinden ve çirkin işlerden kaçınanlara
gelince, şüphesiz Rabbin, affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı
zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada (bile), sizi en iyi
bilendir. Öyleyse kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı
daha iyi bilir.
Kelimelerin İzahı
Düştü demektir. Birşey aşağı
düştüğünde denilir. Geniş za di
Mirre, kuvvet demektir. Kurtubî
şöyle der: Araplar akıllı ve iyi görüşlü herkese derler.[2]
Sarktı. Tedellî, yukardan aşağıya
doğru sarkmak demektir. Ağacın dalı aşağı doğru sarktığında
denir.
Kâb, "kadar" demektir. Ebû Hayyân
şöyle der: Kâb, kâd ve kayd
"miktar" demektir.[3]
Dîzâ, zâlim ve haktan uzaklaşan
kişi demektir. Hükümde zulmetti". hakkını yedi" denilir. Şair şöyle
der:
Esedoğulları hükümlerinde
zulmettiler. Çünkü, başı kuyruk yerine koyuyorlar.
Lemem, küçük günahlardır. Zeccâc
şöyle der: Lemem aslında, insanın arasıra yapıp üzerinde durmadığı şeydir. Bir
kimse bir şeyi arasıra yaptiğnda der.
Ecinne, ana rahminde bulunan çocuk
mânâsına gelenkelimesinin çoğuludur. Orada gizlendiği için buna "cenîn"
denilmiştir. [4]
Âyetlerin Tefsiri
1. Yüksekten
düştüğü zaman yıldıza yemin ederim. İbn Abbas şöyle der: Yüce Allah, yıldızlara,
gökleri gizlice dinlemek, istediklerinde Şeytanların ardından hızla gittiği
zaman yemin etti.[5]
Hasan Basrî de şöyle der: Bu âyetteki
den maksat, kıyamet gününde dökülecek olan yıldızlardır. Nitekim âyet-i
kerimede meâlen, "Yıldızlar döküldüğü
zaman"[6]
buyrulmuştur. İbn Kesir İse şöyle der: Yaratan, yarattıklarından dilediği adına
yemin eder. Fakat yaratılmış olanların, yaratandan başkası adına yemin etmesi
uygun olmaz.[7]
2. Muhammed
(a.s.) doğru ve hak yoldan sapmadı. Asla bâtıla inanmadı. Aksine o son derece
hidayette ve doğru yoldadır. Ebussuud şöyle der: Bu hitap, Kureyş
kâfirlerinedir. " Arkadaşınız" tabirinin kullanılması, onun bütün hallerine
detaylı bir şekilde vâkıf olduklarım bildirmek içindir. Çünkü onunla uzun süre
beraber bulunmaları ve onun yüce vasıflarının güzelliklerini görmüş olmaları
bunu gerektirmektedir.[8]
3. O nefsî arzusuyla ve şahsî görüşüne
dayanarakdir konuşmaz. [9]
4. O sadece,
Yüce Allah'tan gelen vahiyle konuşur. Beyzâvî şöyle der: Kur'an, Allah'ın ona
indirdiği vahiyden başka bir şey değildir.[10]
5. Kur'an'ı
ona, çok kuvvetli bir melek, yani Cebrail (a.s.) öğretti, Tefsirciler şöyle der:
Cebrail'in çok kuvvetli olduğunu gösteren üçlülerden birisi şudur: O, Lût
kavminin ülkesini kökünden soktu, kanadı üzerine aldı, göğe çıkardı, sonra da
altım üstüne getirdi. Semûd kavmine öyle bir bağırdı ki cansız olarak yere
serildiler. Peygamberlere vahyi indirmesi ve yükselmesi göz açıp kapamaktan daha
çabuk olurdu. [11]
6. Cebrail
(a.s) çok akıllı ve güçlü kuvvetlidir. Kendi hakiki suretinde göründü. [12]
7. O, doğu
tarafında güneşin doğduğu yerde, gök ufkunda idi. İbn Abbas, "Yüksek ufuktan
maksat güneşin doğduğu yerdir" der.[13]
Hâzin de şöyle der: Cebrail (a.s.),
önceki peygamberlere geldiği gibi Rasıılullah (s.a.v)'a da insan suretinde
gelirdi. Rasulullah (s.a.v) ondan, kendisini, yaratılmış olduğu şekli ile
göstermesini istedi. O da, kendisini, biri yerde diğeri gökte olmak üzere iki
defa gösterdi. Yerdeki, yüksek ufukta, yani doğu tarafında idi. Şöyleki, Hz.
Peygamber (a.s.) Hira'da bulunurken, Cebrail (a.s) doğu tarafından ona göründü
ve iki kanadını açıp doğu ile batı arasını kapattı. Bunu görünce Rasulullah
(s,a.) bayılıp düştü. Bunun üzerine Cebrail (a.s.), insan suretinde inip
Peygamberi (a.s.) kucakladı ve yüzünden tozları sildi. " Sonra yaklaştı ve
sarktı" âyeti bunu ifade eder. Gökte
hakiki suretinde görünmesine
gelince, bu Sidretu'l-Müntehâ'da olmuştur. Peygamberimiz
Muhammed (a.s)'den başka hiçbir peygamber onu, yaratılmış olduğu gibi, melek
şeklinde görmemiştir.[14]
8. Cebrail
(a.s.) Muhammed (a.s .)'e yaklaştıkça yaklaştı.
[15]
9. Ona, iki yay
kadar veya daha yakın mesafe yaklaştı. Âlûsî şöyle der: Bundan maksat, ona
yakınlığın çokluğunu ifade etmektir. "O, onun yakını oldu" denilmiş gibidir.[16]
10. Cebrail
(a.s.), Allah'ın kulu ve Rasûlü Mıı-hammed'e, Allah'ın ona vahyettiği emirleri
vahyetti. [17]
11. Muhammed
(a.s.)'in kalbi gözünün gördüğü yani Cebrail'in hakîkî suretini yalanlamadı. İbn
Mes'ûd şöyle der: Rasulullah (s.a.v) Cebrail (a.s.)'i hakîkî suretinde gördü.
Onun 600 kanadı vardı. Her kaeat ufku kapatmıştı. Kanadından, çeşitli zinetler,
yakut ve inciler düşüyordu. Bunları sadece biliyordu.[18]
12. Ey
müşrikler topluluğu! İsrâ ve miraç gecesinde gördükleri hakkında mı
cedelleşiyorsunuz? Ebû Hayyân şöyle der: Rasulullah (s.a.v) Miraç olayım onlara
haber verince onu yalanlayıp hafife aldılar. Sonunda Beytu'l-Makdis'i onlara
anlattı. Cumhura göre, iki defa görülmüş olan Cebrail (a.s.)'dir. İbn Abbas ve
İkrime'den rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.v) Rabbini baş gözüyle
görmüştür. Aişe (r.anhâ) bunu reddetmiş
ve demiştir ki, Rasulullah (s.a.v), iki defa Cebrail'i kendi şekliyle gördü.
Ebû Hayyân, daha sonra şöyle der: Doğru olan şu ki, bu âyetlerde anlatılanların
tümü, Cebrail (a.s) ile olmuştur. "Andolsun onu bir defa daha görmüştür"
mealindeki âyet bunun delilidir. Bu âyet, daha önce bir kez daha görmüş olmasını
gerektirir.[19]
13, 14.
Andolsun ki Peygamber (a.s.) Cebrail'i (a.s) melek şeklinde, bir sefer de
yedinci kat gökte Arş'ın yakınında bulunan Sidretu'l-Müntehâ'da gördü.
Tefsirciler şöyle der: Sidre, nebk (Arabistan kirazı) denilen bir ağaç olup
kökünden nehirler çıkar. Sidre, Arş'ın sağ tarafındadır. Mahlûkâtm ve bütün
meleklerin bilgisi, ancak oraya kadar ulaştığı için, bu ağaca
"Sidretu'l-Müntehâ" denilmiştir. Ondan ötesini Yüce Allah'tan başka hiç kimse
bilmez. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Sonra yedinci kat göğe çıkarıldım. Sonra
bana Sidretu'l-Müntehâ gösterildi. Bir de ne göreyim, o ağacın yemişleri Hecer[20]
testilerine benzemekte, yaprakları da
fil kulakları gibi.[21]
15.
Sidretu'l-Müntehâ'nm yanında meleklerin, şehitlerin ve takva sahiplerinin
ruhlarının barındığı cennet vardır.[22]
16. Peygamber,
Cebrail'i, Sidreyi hayret verici şeylerin kapladığı bir zaman gördü. Hasan Basrî
şöyle der: Onu, Âlemlerin Rabbinin nuru sardı da o aydınlandı. İbn Mes'ûd da,
"O'nu altından bir örtü örttü" der.[23]
Bir başka hadiste de şöyle buyrulmuştur: Allah'ın emriyle, onu örten örttüğü
zaman değişti. Çok güzel olduğu için, Allah'ın mahlukatından hiçbiri onu
anlatamaz.[24]
Tefsirciler şöyle der: Peygamber (s.a.v) Sidretu'l-Müntehâ ağacını gördü. O
zaman, Yüce Allah'ın nurları onu Öyle kaplamıştı ki, hiç kimse ona bakamazdı.
Melekler de onun üzerini kuşlar gibi sarmış, orada Allah'a ibadet ediyorlardı.
İnsanların, Kabe'yi ziyaret ettikleri gibi onlar da, teşbih ve ziyaret etmek
üzere Sidretu'l-Müntehâ'nm etrafında toplanırlar. Hadiste şöyle buyrulmuştur:
Sidre'yi, altından bir örtüyle örtülmüş olarak gördüm. Her yaprağı üzerinde de
Allah'ı teşbih ederek ibadet eden bir melek gördüm.[25]
17. O huzurda
ve o makamda, Peygamberin gözü ne sağa sola döndü, ne de o, gördüğü sınırı
geçti. Kurtubî şöyle der: Peygamber (a.s.), Allah'ın kudretini gösteren
alâmetlerden, gördüğünden başka bir şeye bakmadı. Bu olay, Peygamber (a.s.)'in o
makamdaki edebini anlatmaktadır. O zaman o, ne sağa baktı ne sola.[26]
Hâzin de şöyle der: İzzet sahibi Yüce Allah tecelli edip nuru görününce,
Rasulullah (s.a.v), akılların hayrete düştüğü, ayakların kaydığı, göklerin
eğildiği o makamda sabit kaldı.[27]
18. Andolsun
ki, Muhammed Miraç gecesinde, Allah'ın mülkünde hayret verici şeyler gördü.
Sidretu'l-Müntehâ'yı, el'Beytu'1'Ma'mûr'u, Cennet ve Cehennemi gördü. Cebrail
(a.s.)'i göklerde, hakîkî şekliyle 600 kanatlı gördü. Cennet'ten yeşil Refrefi
ufku kapatmış olarak gördü..[28]
Bunların dışında daha başka harikulade büyük şeyler gördü. Fahreddin Râzî şöyle
der: Bu âyette, Peygamber (a.s.)'in, Miraç gecesinde, Allah'ın harikulade
âyetlerini gördüğüne, bazılarının dediği gibi, Allah'ı görmediğine delil vardır.
Çünkü Yüce Allah, Miraç kıssasını "Ayetlerin görülmesiyle" sona erdirdi. İsrâ
sûresi'nde de, nıealen "Ona âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye'
buyurdu.[29]
Eğer Rabbini görmüş olsaydı, bu olay, mümkün olanların en büyüğü olur ve Yüce
Allah bunu mutlaka bildirirdi.[30]
19, 20. Ey
Kâfirler topluluğu! Kendilerine taptığınız Lât, Uzzâ ve Menât gibi ilâhlarınızı
bana bildirin. İzzet sahibi Yüce Allah'ın nitelendiği kudret ve azamet
sıfatlarından onlarla herhangi bir şey mi var da, ilâh olduklarını iddia
ediyorsunuz? Hâzin şöyle der: Bunlar, müşriklerin taptıkları ilâhların
isimleridir. Allah'ın isimlerinden isimler türetmişler; Allah'tan Lât, Azîz'den
Uzzâ gibi isimler türetip putlara vermişlerdir. Lât Tâif'te, Uzzâ Gatafan'da
bulunuyordu. Halit b. Velîd (r.a.) her ikisini de kırmıştır. Menât ise, Huzâ'a
kabilesinin putu idi. Mekkeliler ona taparlardı.[31]
21. Bu bir
kınama ve azarlamadır. Yani, Ey Müşrikler topluluğu! Sevilen çocuklar, yani
erkek sizin de, iddianıza göre yerilip sevilmeyen çocuklar, yani kız Allah'ın
mı? [32]
22. Öyleyse, bu
taksim adil değil, zalimce bir taksimdir. Zira hoşunuza gitmeyen şeyi Rabbinize
veriyorsunuz. Râzî şöyle der: Onlar, "Erkek çocuklar bizim, kızlar Allah'ın"
demediler. Sadece, "Kızlar Allah'ındır" dediler. Oysa ki onlar. Kızlardan
hoşlanmıyorlardı. Nitekim Yüce Allah meâlen, "Hoşlanmadıklarını Allah'a
veriyorlar"[33]
buyurmuştur. İşte bu şekilde, kızları Allah'a verince, bundan haksız bir taksim
meydana geldi.[34]
23. O putlar,
hiçbir mânâsı olmayan mücerret isimlerdir. Çünkü ne zarar verir, ne fayda
sağlarlar. Onları siz ve babalarınız "ilâh" diye isimlendirdiniz. Oysa onlar,
cansız varlıklara verilmiş mücerret isimlerdir. Allah onlar hakkında hiçbir
delil indirmemiştir. Onlar sadece putlara ibadet hususunda zan, vehim ve
şeytanın kendilerine süsleyip güzel gösterdiği şeylerden canlarının
istediklerine uyuyorlar. Halbuki onlara,
putların ilah olmadığına ve herşeye gücü
yeten tek Allah'tan başkasına
ibâdet etmenin uygun bulunmadığına dâir, parlak bir açıklama ve kesin bir delil
geldi. İbnu'l-Cevzî şöyle der: Bu âyette, onların durumlarına hayret edilmesi
gerektiği ifâde edilmektedir. Çünkü, apaçık delil geldikten sonra putlara
ibâdetten vezgeçmediler.[35]
24. Yoksa,
insanın, her arzu ettiği şey olacak mı? Yani, insan için her arzu ettiği şey
olmayacaktır ki, putların şefaatini da beklesin. Sâvî şöyle der: "İnsan"dan
maksat kâfirdir. Bu âyet, fani dünyayı isteyerek, Allah'tan başkasına sığman ve
nefsinin istediği her arzuya uyan ve neticede istediğini elde edemeyen kimseleri
içine alır. Nefsanî arzulara uymak zillettir.[36]
25. Bütün mülk
Allah'ındır. Dilediğine verir, dilediğine vermez. Çünkü dünyanın da, âhiretin de
sahibi O'dur. Durum, insanın istediği gibi değildir. Aksine Yüce Allah
hidâyetine uyup kendi arzusunu bırakana lütfeder.
Bundan sonra Yüce Allah, bu mânâyı
şu sözüyle pekiştirdi: [37]
26. Göklerde
dağılmış nice tertemiz İyi melekler vardır ki, Onların şefaati hiçbir fayda
sağlamaz. Yani makamlarının yüceliği, şeref ve şanlarının yüksekliğine rağmen,
Allah'ın izni olmadan, meleklerin şefaatleri hiçbir kimseye fayda sağlamaz. Hal
böyle iken, adiliklerine rağmen putlar nasıl şefaat ederler?! Ancak Yüce Allah
meleklere, şefaat hususunda, tevhîd ve îman ehlinden dilediği ve razı olduğu
kimse için izin verdikten sonra şefaatleri fayda verir. Nitekim Yüce Allah meâlen
şöyle buyurmuştur: Allah'ın rızasına nail olanlardan başkasına şefaat
etmezler"[38]
İbn Kesîr şöyle der: Bu, Allah'a yakın olan melekler hakkında böyle olunca, ey
cahiller! Putların ve koştuğunuz ortakların, nasıl Allah katında şefaatçi
olacaklarını umuyorsunuz?[39]
Bundan sonra Yüce Allah, şöyle
buyurarak müşriklerin sapıklıklarını haber verdi: [40]
27. Öldükten
sonra dirilmeye ve hesaba inanmayanlar, meleklere dişilerin adlarını
takıyorlar. Yani, onların dişi ve Allah'ın kızları olduklarını iddia
ediyorlar. [41]
28. Oysa
söyledikleri hususta hiçbir bilgileri yoktur. Çünkü onlar, ne meleklerin
yaratılışını gördüler, ne de onlara Allah'tan bir delil veya hüccet geldi. Bu
bâtıl sözlerde sadece zan ve vehimlerin peşinden giderler. Oysa zan, hiçbir
fayda sağlamaz. Asla gerçek makamına da geçmez.
[42]
29. Ey
Muhammed! İman ve Kur'an'dan uzak duran o müşriklerden yüzçevir. Onların dünya
ve dünyada bulunan geçici ve yok olucu nimetlerden başka düşünceleri yoktur.
Ebussuud şöyle der: Bundan maksat, Allah'ın kelâmından yüzçevirenin davet
edilmemesini istemek ve bu şahsın durumuna önem vermemektir. Çünkü
anlatılanlardan yüzçeviren ve bütün himmet ve gayreti
dünya olacak şekilde dünyaya düşkün olan kimse için davet, bâtılda ısrar
ve inadından başka bir şey artırmaz.[43]
30. Dünyayı
âhirete tercih ettikleri için, bu onların ilim ve idraklerinin en son
noktasıdır. Kuşkusuz Rabb bu iki grubu, yani sapıklarla doğru yolu bulanları
bilir ve amellerinin karşılığını verir. [44]
31. Yaratma,
mülk ve tasarruf bakımından kâinatta ne varsa hepsi onundur. Hiçbir kimsenin
asla bunlarda bir etkisi yoktur. Bu, Allah'ın, kötülük edenleri kötülüklerine
karşılık cezalandırması, iyilik edenlere de iyiliklerinin karşılığı olarak
cennet vermesi içindir. İbnıı'l-Cevzî şöyle der: Bu âyet Yüce Allah'ın kudretini
ve gücünün genişliğini bildirmektedir. Bu, önceki âyetle âyeti arasında bir ara
cümlesidir. Çünkü Yüce Allah iyilik ve kötülük edeni bilince, her birine hak
ettiğini verir. Ancak mülkü geniş olunca, bu iki gruba hak ettiklerini
verebilir.[45]
Bundan sonra Yüce Allah, iyi amel
eden takva sahibi kimselerin sıfatlarını anlatmak üzere şöyle buyurdu: [46]
32. Allah'a
ortak koşmak, adam öldürmek, yetim malı yemek, zina etmek ve babanın eşi ile
evlenmek gibi büyük günahlardan uzak duranlar var ya, Allah, onların küçük
günahlarını da affeder. Fevâhiş, akıl ve din bakımından son derece çirkin kabul
edilen şey mânâsına gelen "fahişe" kelimesinin çoğuludur. Yüce Allah meâlen
şöyle buyurmuştur: "Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o bir hayasızlıktır"[47]
"Geçmişte olanlar bir yana, babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin. Çünkü
bu bir hayasızlıktır, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur'[48]
Ancak küçük günahlardan sakmamayanlar affolunabilir. Kurtubî şöyle der: "Lemem;
öpme, göz kırpma ve bakmak gibi, Allah'ın koruduğu kimse müstesna, herkesin
yapabileceği küçük günahlardır.[49]
Hadiste şöyle buyrulmuştur-. "Yüce Allah. Âdemoğluna zinadan payını yazmıştır.
Çaresiz o bunu yapacaktır. Gözlerin zinası bakmaktır. Dilin zinası konuşmaktır.
Nefis, ister ve arzu eder. Avret mahalli bunu ya tasdik eder, ya da yalanlar.'[50]
Kul, büyük günahlardan uzak durursa, Allah lütuf ve keremiyle küçüklerini
bağışlar.[51]
Çünkü Yüce Allah, mealen, "Eğer, size yasak edilen büyük günahlardan
sakınırsanız, küçük günahlarınızı örteriz" buyurmuştur.[52]
Yüce Allah, günahları çok bağışlayan ve ayıpları çok örtendir. Günah
işledikten sonra tevbe edeni bağışlar. İbn Kesir der ki: Allah'ın rahmeti her
şeyi kapsar, bağışlaması da, tevbe eden kimse için, bütün günahları kapsar.[53]
Beyzâvî de der ki: Belki de Yüce Allah, affedici olduğunu kötülük edenlere
tehdit ve iyilik edenlere vaadde bulunduktan sonra belirtti ki, büyük günah
işleyen, Allah'ın rahmetinden ümidini kesmesin ve cezalandırmanın, Allah üzerine
vacip olduğu vehmine kapılmasın.[54]
Yüce Allah sizi ve babanız Âdem'i topraktan yaratmadan önce hallerinizi
bilicidir. Analarınızın rahimlerinde gizlendiğiniz zamandan itibaren de
bilicidir. Yüce Allah, müttakî ile günahkârı, mü'min ile kâfiri ve iyi ile
kötüyü bilir. Yapacaklarınızı ve neticede ne olacağınızı bilir. O halde,
kendinizi temize çıkarmayın. Yani, kendinizi beğenerek övmeyin. Kemâl ve takva
sahibiyiz demeyin. Çünkü nefis âdî bir varlıktır. Övüldüğünde kibirlenip
gururlanır. Ebû Hayyân şöyle der: Nefislerinizin günahsız olduğunu söylemeyin.
Onları övmeyin. Çünkü Allah sizden temiz ve takva sahibi olanı Âdem'in (a.s.)
sulbünden ve annelerinizin karınlarından çıkarmadan önce, bilir.[55]
Yüce Allah ihlas ile amel edeni, gizli ve açıkta Rabbinden korkanı bilir. [56]
33. Gördün mü
arkasını döneni?
34. Azıcık
verip sonra vermemekte direneni?
35. Gayb ilmi
yanında da artık görüyor mu?
36. Yoksa
kendisine haber verilmedi mi Musa'nın sahîfelerinde
olanlar?
37. Ve sözünü
yerine getiren İbrahim'in sâhifelerindekiler?
38. Hiçbir
günahkâr, başkasının günahını yüklenemez.
39. Bilsin ki
insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.
40. Ve çalışması da ileride
görülecektir.
41. Sonra ona
karşılığı tastamam verilecektir.
42. Ve şüphesiz
en son varış Rabbinedir.
43. Doğrusu
güldüren de ağlatan da O'dur.
44. Öldüren de
dirilten de O'dur.
45, 46. Şurası
muhakkak ki, erkek ve dişiden ibaret olan çifti, rahime atılan nutfeden O
yarattı.
47. Şüphesiz
tekrar diriltmek de O'na aittir.
48. Zengin eden
de varlıklı kılan da O'dur
49. Doğrusu
Şi'ra yıldızının Rabbi de O'dur.
50. Durum şu ki
eski Âd kivmini O helak etti.
51. Semûd'u da
helak etti) ve geriye hiçbir şey bırakmadı.
52. Daha önce
de Nuh kavmini helak etmişti. Kuşkusuz onlar çok zalim ve pek azgın
idiler.
53. Altı üstüne
gelen kasabalarını da devirip yıkmıştı.
54. Onlara
örttüğünü örttü.
55. Şimdi
Rabbinin ni'metlerinin hangisinde şüpheye düşersin.
56. İşte bu,
ilk uyarıcılardan bir uyarıcıdır.
57. Yaklaşan
yaklaştı.
58. Onu
Allah'tan başka açacak yoktur.
59. Şimdi siz
bu söze mi şaşıyorsunuz?
60.
Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz!
61. Ve siz
habersiz oyalanmaktasınız.
62. Haydi
Allah'a secde edip O'na kulluk edin!
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde,
müşriklerin putlara taparak yaptıkları beyinsizlikleri ve sapıklıkları anlattı
ve mü'minlerle kâfirleri birbirinden ayırdı. Burada da, özel bir tür kâfiri
anlattı. Yalanlayanların başına gelen azap ve helak türlerini anlatarak bu
mübarek sûreyi sona erdirdi. Bunu, Allah, Peygamberi (s.a.v.) yalanlayan
düşmanlarından intikam alacağını müşriklere hatırlatmak için yaptı. [57]
Kelimelerin İzahı
Yardımı kesti. Bu kelime
mastarından alınmıştır. Kuyu kazarken, bu kazma işini tamamlamaya engel olacak
bir kayaya rastlayan kimse için as kayaya çarptı, denir. Daha sonra Araplar bu
kelimeyi bir şeyi tam vermeyen ve bir şeye girişip de sonuna varamayan kimse
için kullandı. Hutay'a şöyle der:
Az verdi, sonra ikramını kesti.
Kim, insanlara çokça iyilikte bulunursa övülür.[58]
Yetecek kadar mal verdi ve onu
verdiği şeyle razı etti. Cev-berî şöyle der: Allah, bir kimseye yetecek kadar
mal verdiğinde denir. Geniş zamanı dır. kalıbmdandır. Allah, bir kimseyi razı
ettiğinde denir.[59]
Şi'râ, sıcak mevsimde ikizler
burcundan sonra doğan parlak yıldız. Yaklaştı. Ka'b b. Züheyr şöyle der:
Gençlik uzaklaştı, işte ihtiyarlık
yaklaştı. Uzaklaşan gençliğin yerini alacak bir şey göremiyorum.[60]
Âzife, kıyamet demektir. Yakın olduğu için ona bu isim
verilmiştir.
Sâmidûn; eğlenenler, oynayanlar
demektir. Sumûd, eğlence manasınadır. [61]
Nüzul Sebebi
Rivayete göre, Velid b. Muğîre,
Hz. Peygamber (a.s.)'in yanma oturup öğütlerini dinledi. Kalbi, işittiklerinden
etkilendi. Neredeyse müslüman olacaktı. Bunun üzerine, müşriklerden bir adam onu
ayıplayarak şöyle dedi: Atalarının dinini bırakıp onların sapık olduğunu mu
soluyorsun? Onların cehennemde olduklarını mı iddia ediyorsun? Velid dedi ki:
"Kuşkusuz ben, Allah'ın azabından korktum" O adam, Velid kendisine bir miktar
para verip şirke döndüğü takdirde, Allah'tan gelecek azabı onun yerine
kendisinin çekeceğine dâir garanti verdi. Bunun üzerine Velid, adamın istediği
malın bir miktarını verdi. Kalanı için, cimrilik ederek vermedi. Bundan dolayı
Yüce Allah, "Gördün mü, arkasını döneni? Azıcık verip Sonra cimrilik göstereni?"
mealindeki âyetleri indirdi.[62]
Ayetlerin Tefsiri
33. Ey
Muhammedi İmandan ve hidayete uymaktan yüz çeviren o günahkârı gördün mü! [63]
34. O,
kendisini ayıplayan arkadaşına, şart koşulan maldan az bir miktar verip,
kalanını vermedi. Mücâhid, "Bu âyet Velid b. Muğîre hakkında inmiştir" der.[64]
35. Gayba ait
şeylerin bilgisi, onun katında mı ki, arkadaşının, kendisinin yerine azab
çekeceğini bilsin? [65]
36. Yoksa,
Musa'ya indirilmiş olan Tevrat'taki emirler bildirilmedi mi? [66]
37. Yoksa,
kendisine emredilen, Allah'a itaat ve peygamberliği tebliğ görevini tam ve
mükemmel bir şekilde yerine getiren İbrahim'in sahifeIerindeki bilgiler ona
bildirilmedi mi? Hasan Basrî der ki: Allah, İbrahim'e neyi emrettiyse yerine
getirmiştir. Nitekim âyet-i kerime de meâlen. "Bir zamaniar Rabbi, İbrahim'i
bazı kelimelerle imtihan etmişti de, O, bunları tam olarak yerine,
getirmişti.[67]
38. Onların s
ahi feler inde, "Hiç kimse başkasının günahını yüklenmez. Hiç kimse başkasının
işlediği suçtan dolayı cezalandırılmaz" diye bildirilmişti. Bu âyet, başkasının
yerine azabı yükleneceğini iddia eden kimsenin iddiasını reddeder. Nitekim
âyet-i kerimede mealen şöyle buyrulmuştur: Kâfirler iman edenlere, "Bizim
yolumuza uyun, günahlarınızı biz yükleniriz" derler. Halbuki onların hiçbir
günahını yüklenecek değillerdir"[68]
39. Yine o
sahifelerde şunlar da bildirilmişti: insan için gayret ve çalışmalarından başka
bir şey yoktur. İbn Kesîr der ki: Başkasının günahı nasıl ona yüklenmezse, aynı
şekilde, kendi kazandığı dışında mükâfat da elde edemez.[69]
40. Kuşkusuz
ameli, kıyamet günü ona gösterilecek ve terazisinde görecektir. Hâzin şöyle der:
Bu âyette mü'minler için müjde vardır. Yüce Allah, mü'min sevinsin diye sâlih
amellerini ona gösterecektir. Kâfir ise fasit amellerini görünce üzülür ve
kederi artar.[70]
41. Sonra
insana, amelinin karşılığı tam olarak verilir. Bu âyet, kâfir için bir tehdit,
mü'min için bir vaaddir. [71]
42. Sonunda
dönüş sadece Rabbine olacak ve o sevap ve ceza verecektir.
Bundan sonra Yüce Allah kudretinin
alâmetlerini açıklamak üzere şöyle buyurdu: [72]
43. Sevinci ve
üzüntüyü, neşe ve kederi yaratan O'dur. Dolayısıyle O, dünyada, güldürdüğünü
güldürür, ağlattığını ağlatır. Mücâhid der ki: Cennet ehlini güldürür, cehennem
ehlini ağlatır.[73]
44. Ölümü ve
hayatı yaratan odur. Öldürmeye de, diriltmeye de gücü yeten, başkası değil
sadece O'dur. Bunun içindir ki Yüce Allah, zamirini tekrarladı ki, bunların,
Allah'ın fiilinin özelliklerinden olduğu açıklansın. [74]
45. Adem'in
çocuklarından ve bütün canlılardan iki sınıfı yani erkek ve dişiyi yaratan
O'dur. Hâzin şöyle der: Bundan maksat şudur: Yüce Allah, bir yerde iki zıt şeyi,
yani gülmeyi ve ağlamayı, diriltmeyi ve öldürmeyi, erkek ve dişiyi yaratabilir.
Bu öyle bir şeydir ki, insanlar bunu anlayıp bilemezler. Bu, tabiatın fiiliyle
değil, ancak Allah'ın gücü ve yaratmasıyle olur. Burada Yüce Allah'ın
kudretinin sonsuzluğuna dikkat çekilmektedir. Çünkü Yüce Allah, bir tek şey olan
nutfeden farklı uzuvlar ve farklı huylar yaratmıştır. Aynı nutfeden erkek ve
dişiyi meydana getirmiştir. Bu O'nun hayret verici sanatından ve kudretinin
sonsuzluğundandır.[75]
Bunun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
[76]
46. Erkeği ve
dişiyi, erkeğin belinden atılan ve kadının rahmine dökülen meniden yarattı. [77]
47. İnsanları,
öldükten sonra diriltmek, hesap ve ceza için tekrar yaratmak Allah'a aittir. Ebû
Hayyân şöyle der: Kâfirler bu tekrar dirilişi inkâr ettikleri için, burada "
Allah'a aittir" ifadesiyle vurgu yapılmıştır. Yüce Allah, sanki bunu kendi
üzerine vacip kılmıştır.[78]
48. Dilediğini
zengin, dilediğini de fakir kılan O'dur.[79]
İbn Abbas şöyle der: Veren ve razı eden O'dur. İnsanı zengin kılar, sonra da
verdiği ile onu razı kılar. [80]
49. O,
müşriklerin tapmakta olduğu Şi'râ isimli parlak yıldızın Rabbidir. Ebussuud
şöyle der: Yani, Allah, onların tanrılarının da Rabbidir. Huzâa kabilesi bu
yıldıza tapardı. Bu yıldıza tapma çığırını bu kabilenin ileri gelenlerinden Ebû
Kebşe adında bir adam açmıştır.[81]
50. Kendilerine
Allah'ın peygamberi Hûd (a.s)'un önderildiği Eski Âd kavmini helak eden de
O'dur. Hûd (a.s.)'un kavmi, insanların en güçlüsü, Kuvvetlisi; Allah'a karşı en
kibirli ve azgın olanlarından idiler. Yüce Allah onları, önünde durulmaz
uğultulu bir rüzgârla yok etmiştir. Beyzâvî şöyle der: Âd kavmine, "Eski Ad"
denilmesinin sebebi şudur: Onlar, Nûh (a.s)'un kavminden sonra helak olan ilk
millettir"[82]
51. Semûd
kavmini de helak eden O'dur. O, onlardan hiçbirini bırakmadı. [83]
52. Ad ve
Semûd'dan önce de Nûh kavmini helak etti. Kuşkusuz onlar bu iki gruptan daha
zâlim ve kendilerinden önce geçen diğer insanlardan daha inatçı ve azgın
idiler. Ebû Hayyân şöyle der: Nûh (a.s.)'a karşı son derece kibirli idiler ve
ona eziyet ederlerdi. Hareket edemeyecek derecede onu döverlerdi. Hz. Nuh'un
(a.s.) kendilerini çağırdığı şeyden hiç etkilenmezlerdi. Katâde şöyle der: Hz.
Nûh (a.s.) onları 950 sene hakka çağırdı. Bir nesil yok olunca, yerine başka
bir nesil yetişiyordu. Hattâ adam oğlunu Hz. Nuh'tan (a.s.) sakındırmak için
elinden tutar, onun yanına götürür ve şöyle derdi: "Ey oğlum, ben senin
yaşındayken, babam beni bu adamın yanma getirmiş ve sakındirmışti. Sen de,
sakın bu adamı tasdik etme" Böylece, büyükler kâfir olarak ölür, küçükler de Nûh
(a.s)'a karşı kin ile büyürdü.[84]
53. Lût
kavminin beldelerini de, alt üst ettikten sonra yeryüzüne attı. Cebrail (a.s.) o
beldeleri göğe kaldırıp yeryüzüne atmıştı. [85]
54. Allah,
onlara yaptığı çeşitli azabı yaptı. Burada, azâ-bın korkunçluğu ve Allah'tan
onların başına gelmiş olan azabın umumîliği ifade edilmiştir. Ebû Hayyân şöyle
der: Mü'tefike, Lût kavminin şehirleridir. Halkı ile birlikte alt üst olduğu
için ona bu ad verilmiştir. Cebrail (a.s.) o şehirleri kaldırmış sonra yere
bırakmıştır. Sonra da üzerlerine, ateşte pişirilip istif edilmiş taş
yağdırıldı. İşte, âyetinin mânâsı budur.[86]
55. Ey İnsan!
Allah'ın birliğini ve gücünü gösteren nimetlerden hangisi hakkında kuşkuya
düşüyor ve yalanlıyorsun? [87]
56. İşte bu
Muhammed'dir. Diğer peygamberler gibi uyarıcı bir peygamber ve önceki
uyarıcıların cinsindendir. Yalanlayanların başına neler geldiğini
öğrendiniz. [88]
57. Kıyamet
yaklaşmıştır. Kurtubî şöyle der: Kıyamet yakın olduğu ve yakında kopacağı için
ona "âzife" dendi.[89]
58. Kıyamet,
şiddet ve sıkıntıları ile insanları sardığında, onu Allah'tan başka kimse açamaz
ve geri çeviremez.[90]
59. Bu, kınama
ifade eden bir sorudur. Yani, Ey Müşrik topluluğu! Alay ve eğlenceye almak için
mi, bu Kur'an'a hayret ediyorsunuz? [91]
60. Onu
dinlediğinizde gülüyorsunuz da âyetlerinden ve tehditlerinden dolayı
ağlamıyorsunuz. Oysa hakkınız, kusurlarınızdan dolayı değil üzülüp gözyaşı
dökmek, kan ağlamanızdır. [92]
61. Siz gaflet
içinde eğlenceye dalıp da gülüyor musunuz? [93]
62. Haydi sizi
yaratan Allah'a secde edin ve sadece O'na ibadet edin. Lât'a, Uzzâ'ya Menât'a ve
Şi'râ'ya tapmayın. Allah birdir, tektir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, herşey ona
muhtaçtır. Secde ve ibadete O'ndan başkası layık değildir. [94]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "Allah,
kuluna vahyettiği şeyi vahyetti" âyetinde, vahyedilen şeyin ne olduğunun mübhem
bırakılması, ona tazim ve hürmet edilmesi gerektiğini ifade eder. " Sidre'yi
kaplayan kaplamıştı" da bunun gibidir. Onu örten şey örtmüştü" cümlesi de, aynı
şekilde tazim ve korkutma ifade eder.
2. "Düştü" ile
" arzu" kelimeleri arasında cinas vardır.
3. Güldürdü ile
ağlattı, öldürdü ile diriltti, saptı ile
doğru yolu buldu, âhiret ile dünya ve gülüyorsunuz ile ağlıyorsunuz kelimeleri
arasında tıbâk vardır. Bu, güzelleştirici
edebî
sanatlardandır.
4. "Allah'ın,
kötülük edenleri yaptıkları ile cezalandırması için" ile iyi iş yapanları da
daha güzeli ile mükafatlandırması için" arasında mukabele vardır. Bu âyette aynı
zamanda fiili tekrar edilerek ıtnâb yapılmıştır. Bunların her ikisi de
güzelleştirici edebî sanatlardandır.
5. "Demek erkek
size, dişi Allah'a? Öyleyse bu insafsızca bir taksim" âyetlerinde, onların
akıllarının azlığı İfâde edilmekle birlikte kınama sorusu
kullanılmıştır.
6. Kelimeleri
arasında harflerden birinin değişmesiyle cinâs-ı nakıs
vardır.
7. Yaklaştı ile
yaklaşan arasında cinâs-ı iştikak vardır.
8. "Allah'a
secde edin ve kulluk edin" âyetinde, genel olan özel olan üzerine
atfedilmiştir.
9. Gibi âyet
sonlarının uygunluğuna riâyet edilmiştir. Bu da kulağa güzel etki eden
şeylerdendir, ve da bunun gibidir. Buna
seci' denir. [95]
Bir Uyarı
Müşriklerin taptıkları putlar
çoktu. Yaklaşık 360 kadardı. Bunların büyük bir kısmı Kabe'nin etrafında idi.
Rasulullah (s.a.v) Mekke fethinde bunları yıkıp kırdı. Bu putların en meşhuru
Lât, Uzzâ ve Menât idi. Rasulullah (s.a.v) fetih yılında Uzzâ'yı yıkmak için
Halit b. Velid'i gönderdi. Hâlit şöyle diyerek onu
devirdi:
Ey Uzzâ! Seni inkâr ediyor, teşbih
etmiyorum. Zira ben gördüm ki, Allah seni küçük düşürdü.
Mekke'nin fethiyle, putlara tapma
da son buldu. İnsanlar bölük bölük İslâm dinine girdiler.
Allah'ın yardımıyle "Necm
Sûresi"nin tefsiri bitti. [96]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/217.
[2] Kurtubî; 17/86
[3] Bahr,8/154
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/220-221.
[5] Bu, tbn Abbas'tan gelen rivayetlerden birisidir. Ondan
gelen bir başka rivayette, "Necm" den maksat, sabahleyin düşen Süreyya
yıldızıdır.
[6] İnfitâr sûresi, 82/2
[7] Muhtasar-1 İbn Kesir, 3/396
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/221.
[8] Ebussuud, 5/156
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/221.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/221.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/221-222.
[10] Beyzâvî, 4/171
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/222.
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/222.
[13] Kurtubî, 17/88
[14] Hâzin, 4/213
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/222.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/222.
[16] Âlûsî, 27/48
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/222.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/222.
[18] Ahmed b. Hanbel,
Müsned 1/295, 298.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/222.
[19] el-Bahr, 8/158
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/223.
[20] Yemen'de bir kasaba
(Mütercimler)
[21] Buharı, Bed'u'1-halk, 6; Müslim, İman,
259
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/223.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/223.
[23] Müslim, İman, 279.
[24] Müslim, İman 259; Ahmed b. Hanbel, Müsned
3/128.
[25] Ebussuud, 5/157
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/223.
[26] Kurtubî, 17/98
[27] Hâzin, 4/216
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/224.
[28] Buharı, Tefsir, 53.
[29] İsrâ sûresi, 17/1
[30] Tefsir-Î Kebîr, 7/740
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/224.
[31] Hâzin, 4/218
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/224.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/224.
[33] Nahl sûresi, 16/62
[34] Tefsîr-i kebîr, 7/743
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/224-225.
[35] İbnu'l-Cevzi, 8/74
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/225.
[36] Sâvî Haşiyesi, 4/139
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/225.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/225.
[38] Enbiyâ sûresi, 21/28
[39] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/401
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/225-226.
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/226.
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/226.
[43] Ebussuud, 5/160
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/226.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/226.
[45] îbnu'l-Cevzî, 8/75
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/226-227.
[47] İsra sûresi, 17/32
[48] Nisa sûresi, 4/22
[49] Kurtubî, 17/106
[50] Buhârî, İsti'zân, 12, Kader, 9; Müslim, Kader,
60.
[51] Nisa sûresi, 4/31
[52] Hâzin şöyle der: Hz. Ömer (r.a.) ve İbn Abbas'ın (r.a.)
şöyle dedikleri rivayet olunur: "İslamda büyük günah yoktur." Bunun manası,
"İstiğfarla birlikte büyük günah, ısrarla birlikte küçük günah yoktur". Çünkü
büyük günah, tevbe ve istiğfarla silinir. Küçük günah da, İsrar edilirse büyük
günah olur. (Bkz. Hâzin, 4/221)
[53] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/403
[54] Beyzâvî, 4/173
[55] Bahr, 8/165
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/227-228.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/230.
[58] Baht, 8/155
[59] Kurtubî, 17/119
[60] Bahr, 8/155
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/231.
[62] Tefsîr-i kebîr, 7/764
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/231.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/232.
[64] Tefsîr-i kebîr, 7/764.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/232.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/232.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/232.
[67] Bakara sûresi, 2/124
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/232.
[68] Ankebut sûresi, 29/12
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/232.
[69] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/404
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/232.
[70] Hâzin, 4/223
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/232.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/232.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/232-233.
[73] Bahr, 8/168
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/233.
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/233.
[75] Hâzin, 4/224
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/233.
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/233.
[78] Bahr, 8/İ68
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/233.
[79] Bu İbn Zeyd'in görüşüdür. İbn Zeyd, "O, dilediğinin
rızkım bol, dilediğinin dar verir" (Zü-mer sûresi 39/52) mealindeki âyeti delil
getirdi.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/233.
[81] Ebussuud, 5/163
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/233.
[82] Beyzâvî, 4/174
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/233-234.
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/234.
[84] Bahr, 8/170
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/234.
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/234.
[86] Bahr, 8/170
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/234.
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/234.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/234.
[89] Kurtubî, 17/122
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/234.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/234-235.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/235.
[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/235.
[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/235.
[94] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/235.
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/235-236.
[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/236.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder