NECM SURESİ

Hiç yorum yok
10

NECM SURESİ

Mekke'de inmiştir. 62 âyettir.

Takdim

Necm sûresi, Mekke'de inmiştir. Mekke'de inen diğer sûreler gibi, umûmî çerçeve içersinde, peygamberlik, öldükten sonra dirilme ve hesaba inanma konularından bahseder.
Bu mübarek sûre insanlık Peygamberi Hz. Muhammed (a.s.)'in muci­zesi olan Miraç konusunu anlatarak başlar. Hz. Peygamber (a.s) Mirac'ta, Allah'ın geniş mülkünde, akılları dehşete ve hayrete düşüren enteresan ve acâip şeyler gördü. Sûre, insanlara iman etmek, gayb ve vahiy konularında mücâdele etmemek gibi, onlara gerekli olan şeyleri anlattı.
Bunların ardından söz, müşriklerin Allah'tan başka tapmış oldukları putlara geldi. Sûre, ilâh oldukları iddia edilen putların ve Allah'tan başkası­na ibâdetin bâtıl olduğunu açıkladı. Bu hususta, putlara ibâdetle meleklere ibâdet arasında bir fark olmadığım bildirdi.
Daha sonra bu sûre, kıyamet günündeki âdil cezadan bahseder. Şöyle ki o gün herkese, yaptığının karşılığı verilir. İyi iş yapan yaptığı iyiliğin, kötü iş yapan da yaptığı kötülüğün karşılığını alır. İnsanlar, iyiler ve kötüler olmak üzere iki gruba ayrılır.
Sûre, bu âdil cezaya şöyle delil getirir: İnsan için, ameli ve işinden başka bir şey yoktur. Hiç kimse başkasının günahım yüklenmez. Çünkü ceza, suçludan başkasına verilmez. Bu, Allah'ın dosdoğru bir kanunu ve ge­rek Kur'an-ı Kerim'de ve gerekse önceki semavî kitaplarda açıkladığı âdil hükmüdür.
Bu mübarek sûre hayat verme, öldürme, Öldükten sonra diriltme, zen­ginleştirme, fakirleştirme ve erkek ve dişi çifti, atılan bir damla sudan ya­ratma hususunda Yüce Allah'ın kudretinin alâmetlerini anlatır.
Sûre Ad, Semûd, Nûh ve Lût kavmi gibi azgın milletlerin başına ge­len azap ve helaki anlatarak sona erer. Bunu, Rasulullah (s.a.v)'ı yalanla­malarından dolayı kendilerini bekleyen azabı Mekke kâfirlerine hatırlat­mak, azgın ve zâlimleri isyan ve inatta devam etmekten alıkoymak için yapar. [1]
Bismillâhirrahnıânirrahîm
1, 2, 3. Düştüğü zaman yıldıza andolsun arkadaşı­nız (Muhammed) sapmadı ve bâtıla inanmadı; o, arzu­suna göre de konuşmaz.
4. O vahyedilenden başkası değildir.
5, 6, 7. Ona, üstün güce sahip olan melek öğretti ki o, aklında ve davranışında kâmildir. Hemen kendi aslî suretine girip doğruldu. İşte o zaman, kendisi en yüce ufukta idi.
8, 9, 10, 11. Sonra ona yaklaştı ve sarktı. İki yay ka­dar yahut daha yakın oldu. Allah, kuluna vahyettiği şeyi vahyetti. (Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı.
12. Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışıyor musunuz?
13, 14. Andolsun onu, Sidretü'l-Müntehâ'nın ya­nında bir defa daha görmüştü.
15. Cennetü'l-Me'vâ da onun yanındadır.
16. Sidre'yi kaplayan kaplamıştı.
17. Göz ne şaştı, ne aştı.
18. Andolsun o, Rabbİnin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü.
19.Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ'yı?
20. Ve üçüncüleri olan öteki Menâfi.
21. Demek erkek size, dişi O'na (öyle) mi?
22. O halde bu insafsızca bir taksim!
23. Bunlar sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemîştir. Onlar zanna ve nefislerinin isteklerine uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir.
24. İnsanın her istediği olacak mı?
25. Âhiret de dünya da Allah'ındır.
26. Göklerde nice melek var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın izin ver­mesi dışında bir işe yaramaz.
27. Ahirete inanmayanlar, meleklere dişilerin ad­larını takıyorlar.
28. Halbuki bu hususta hiç bilgileri yoktur. Sâde­ce zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakı­mından bir şey ifade etmez.
29. Onun için sen zikrimize iltifat etmeyen ve dün­ya hayâtından başka bir şey istemeyenlerden yüzçevir.
30. İşte onların erişebilecekleri bilgi budur. Şüp­hesiz ki senin Rabbin, (evet) O, yolundan sapanı daha iyi bilir; O, hidâyette olanı da çok iyi bilir.
31. Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah'ındır. Bu, Allah'ın, kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandır­ması, güzel iş yapanları da daha güzeliyle mükâfaatlan-dırmasi içindir.
32. Ufak tefek kusurları dışında, günahın büyükle­rinden ve çirkin işlerden kaçınanlara gelince, şüphesiz Rabbin, affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada (bile), sizi en iyi bilendir. Öyleyse kendinizi te­mize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.

Kelimelerin İzahı

Düştü demektir. Birşey aşağı düştüğünde denilir. Geniş za­ di
Mirre, kuvvet demektir. Kurtubî şöyle der: Araplar akıllı ve iyi görüşlü herkese derler.[2]
Sarktı. Tedellî, yukardan aşağıya doğru sarkmak demektir. Ağa­cın dalı aşağı doğru sarktığında denir.
Kâb, "kadar" demektir. Ebû Hayyân şöyle der: Kâb, kâd ve kayd
"miktar" demektir.[3]
Dîzâ, zâlim ve haktan uzaklaşan kişi demektir. Hükümde zulmetti". hakkını yedi" denilir. Şair şöyle der:
Esedoğulları hükümlerinde zulmettiler. Çünkü, başı kuyruk yerine koyuyor­lar.
Lemem, küçük günahlardır. Zeccâc şöyle der: Lemem aslında, insanın arasıra yapıp üzerinde durmadığı şeydir. Bir kimse bir şeyi arasıra yaptiğnda der.
Ecinne, ana rahminde bulunan çocuk mânâsına gelenkeli­mesinin çoğuludur. Orada gizlendiği için buna "cenîn" denilmiştir. [4]

Âyetlerin Tefsiri

1. Yüksekten düştüğü zaman yıldıza yemin ederim. İbn Abbas şöyle der: Yüce Allah, yıldızlara, gökleri gizlice dinlemek, istedik­lerinde Şeytanların ardından hızla gittiği zaman yemin etti.[5] Hasan Basrî de şöyle der: Bu âyetteki den maksat, kıyamet gününde dökülecek olan yıldızlardır. Nitekim âyet-i kerimede meâlen, "Yıldızlar döküldüğü za­man"[6] buyrulmuştur. İbn Kesir İse şöyle der: Yaratan, yarattıklarından dile­diği adına yemin eder. Fakat yaratılmış olanların, yaratandan başkası adına yemin etmesi uygun olmaz.[7]
2. Muhammed (a.s.) doğru ve hak yoldan sapmadı. Asla bâtıla inanmadı. Aksine o son derece hidayette ve doğru yoldadır. Ebussuud şöyle der: Bu hitap, Kureyş kâfirlerinedir. " Arkadaşınız" tabirinin kullanılması, onun bütün hallerine detaylı bir şekilde vâkıf olduk­larım bildirmek içindir. Çünkü onunla uzun süre beraber bulunmaları ve onun yüce vasıflarının güzelliklerini görmüş olmaları bunu gerektirmektedir.[8]
3. O nefsî arzusuyla ve şahsî görüşüne dayanarakdir konuşmaz. [9]
4. O sadece, Yüce Allah'tan gelen vahiyle konuşur. Beyzâvî şöyle der: Kur'an, Allah'ın ona indirdiği vahiyden başka bir şey değildir.[10]
5. Kur'an'ı ona, çok kuvvetli bir melek, yani Cebrail (a.s.) öğretti, Tefsirciler şöyle der: Cebrail'in çok kuvvetli olduğunu göste­ren üçlülerden birisi şudur: O, Lût kavminin ülkesini kökünden soktu, ka­nadı üzerine aldı, göğe çıkardı, sonra da altım üstüne getirdi. Semûd kav­mine öyle bir bağırdı ki cansız olarak yere serildiler. Peygamberlere vahyi indirmesi ve yükselmesi göz açıp kapamaktan daha çabuk olurdu. [11]
6. Cebrail (a.s) çok akıllı ve güçlü kuvvetlidir. Kendi ha­kiki suretinde göründü. [12]
7. O, doğu tarafında güneşin doğduğu yerde, gök ufkunda idi. İbn Abbas, "Yüksek ufuktan maksat güneşin doğduğu yerdir" der.[13] Hâzin de şöyle der: Cebrail (a.s.), önceki peygamberlere geldiği gibi Rasıılullah (s.a.v)'a da insan suretinde gelirdi. Rasulullah (s.a.v) ondan, kendisini, ya­ratılmış olduğu şekli ile göstermesini istedi. O da, kendisini, biri yerde diğeri gökte olmak üzere iki defa gösterdi. Yerdeki, yüksek ufukta, yani doğu tarafında idi. Şöyleki, Hz. Peygamber (a.s.) Hira'da bulunurken, Cebra­il (a.s) doğu tarafından ona göründü ve iki kanadını açıp doğu ile batı arasını kapattı. Bunu görünce Rasulullah (s,a.) bayılıp düştü. Bunun üzerine Cebrail (a.s.), insan suretinde inip Peygamberi (a.s.) kucakladı ve yüzünden tozları sildi. " Sonra yaklaştı ve sarktı" âyeti bunu ifade eder. Gökte hakiki suretinde görünmesine gelince, bu Sidretu'l-Müntehâ'da olmuştur. Peygamberimiz Muhammed (a.s)'den başka hiçbir peygamber onu, yaratılmış olduğu gibi, melek şeklinde görmemiştir.[14]
8. Cebrail (a.s.) Muhammed (a.s .)'e yaklaştıkça yaklaştı. [15]
9. Ona, iki yay kadar veya daha yakın mesafe yaklaştı. Âlûsî şöyle der: Bundan maksat, ona yakınlığın çokluğunu ifade etmektir. "O, onun yakını oldu" denilmiş gibidir.[16]
10. Cebrail (a.s.), Allah'ın kulu ve Rasûlü Mıı-hammed'e, Allah'ın ona vahyettiği emirleri vahyetti. [17]
11. Muhammed (a.s.)'in kalbi gözünün gördüğü yani Cebrail'in hakîkî suretini yalanlamadı. İbn Mes'ûd şöyle der: Rasulullah (s.a.v) Cebrail (a.s.)'i hakîkî suretinde gördü. Onun 600 kanadı vardı. Her kaeat ufku kapatmıştı. Kanadından, çeşitli zinetler, yakut ve inciler düşüyor­du. Bunları sadece biliyordu.[18]
12. Ey müşrikler topluluğu! İsrâ ve miraç gecesinde gördükleri hakkında mı cedelleşiyorsunuz? Ebû Hayyân şöyle der: Rasulul­lah (s.a.v) Miraç olayım onlara haber verince onu yalanlayıp hafife aldılar. Sonunda Beytu'l-Makdis'i onlara anlattı. Cumhura göre, iki defa görülmüş olan Cebrail (a.s.)'dir. İbn Abbas ve İkrime'den rivayet edildiğine göre, Ras­ulullah (s.a.v) Rabbini baş gözüyle görmüştür. Aişe (r.anhâ) bunu reddet­miş ve demiştir ki, Rasulullah (s.a.v), iki defa Cebrail'i kendi şekliyle gör­dü. Ebû Hayyân, daha sonra şöyle der: Doğru olan şu ki, bu âyetlerde anlatı­lanların tümü, Cebrail (a.s) ile olmuştur. "Andolsun onu bir defa daha gör­müştür" mealindeki âyet bunun delilidir. Bu âyet, daha önce bir kez daha görmüş olmasını gerektirir.[19]
13, 14. Andolsun ki Peygamber (a.s.) Cebrail'i (a.s) melek şeklinde, bir sefer de yedinci kat gökte Arş'ın yakının­da bulunan Sidretu'l-Müntehâ'da gördü. Tefsirciler şöyle der: Sidre, nebk (Arabistan kirazı) denilen bir ağaç olup kökünden nehirler çıkar. Sidre, Arş'ın sağ tarafındadır. Mahlûkâtm ve bütün meleklerin bilgisi, ancak oraya kadar ulaştığı için, bu ağaca "Sidretu'l-Müntehâ" denilmiştir. Ondan ötesini Yüce Allah'tan başka hiç kimse bilmez. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Sonra yedinci kat göğe çıkarıldım. Sonra bana Sidretu'l-Müntehâ gösterildi. Bir de ne göreyim, o ağacın yemişleri Hecer[20] testilerine benzemekte, yaprak­ları da fil kulakları gibi.[21]
15. Sidretu'l-Müntehâ'nm yanında meleklerin, şehitlerin ve takva sahiplerinin ruhlarının barındığı cennet vardır.[22]
16. Peygamber, Cebrail'i, Sidreyi hayret verici şeylerin kapladığı bir zaman gördü. Hasan Basrî şöyle der: Onu, Âlemlerin Rabbinin nuru sardı da o aydınlandı. İbn Mes'ûd da, "O'nu altından bir örtü örttü" der.[23] Bir başka hadiste de şöyle buyrulmuştur: Allah'ın emriyle, onu örten örttüğü zaman değişti. Çok güzel olduğu için, Allah'ın mahlukatından hiçbiri onu anlatamaz.[24] Tefsirciler şöyle der: Peygamber (s.a.v) Sidretu'l-Müntehâ ağacını gördü. O zaman, Yüce Allah'ın nurları onu Öyle kap­lamıştı ki, hiç kimse ona bakamazdı. Melekler de onun üzerini kuşlar gibi sarmış, orada Allah'a ibadet ediyorlardı. İnsanların, Kabe'yi ziyaret ettikle­ri gibi onlar da, teşbih ve ziyaret etmek üzere Sidretu'l-Müntehâ'nm etrafın­da toplanırlar. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Sidre'yi, altından bir örtüyle ör­tülmüş olarak gördüm. Her yaprağı üzerinde de Allah'ı teşbih ederek ibadet eden bir melek gördüm.[25]
17. O huzurda ve o makamda, Peygamberin gözü ne sağa sola döndü, ne de o, gördüğü sınırı geçti. Kurtubî şöyle der: Peygamber (a.s.), Allah'ın kudretini gösteren alâmetlerden, gördüğünden başka bir şeye bakmadı. Bu olay, Peygamber (a.s.)'in o makamdaki edebini anlatmaktadır. O zaman o, ne sağa baktı ne sola.[26] Hâzin de şöyle der: İzzet sahibi Yüce Allah tecelli edip nuru görününce, Rasulullah (s.a.v), akılların hayrete düştüğü, ayakların kaydığı, göklerin eğildiği o makamda sabit kaldı.[27]
18. Andolsun ki, Muhammed Miraç gece­sinde, Allah'ın mülkünde hayret verici şeyler gördü. Sidretu'l-Müntehâ'yı, el'Beytu'1'Ma'mûr'u, Cennet ve Cehennemi gördü. Cebrail (a.s.)'i göklerde, hakîkî şekliyle 600 kanatlı gördü. Cennet'ten yeşil Refrefi ufku kapatmış olarak gördü..[28] Bunların dışında daha başka harikulade büyük şeyler gördü. Fahreddin Râzî şöyle der: Bu âyette, Peygamber (a.s.)'in, Miraç gecesinde, Allah'ın harikulade âyetlerini gördüğüne, bazılarının dediği gibi, Allah'ı görmediğine delil vardır. Çünkü Yüce Allah, Miraç kıssasını "Ayetlerin görülmesiyle" sona erdirdi. İsrâ sûresi'nde de, nıealen "Ona âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye' buyurdu.[29] Eğer Rabbini görmüş olsaydı, bu olay, mümkün olanların en büyüğü olur ve Yüce Allah bunu mutlaka bildi­rirdi.[30]
19, 20. Ey Kâfirler topluluğu! Kendile­rine taptığınız Lât, Uzzâ ve Menât gibi ilâhlarınızı bana bildirin. İzzet sa­hibi Yüce Allah'ın nitelendiği kudret ve azamet sıfatlarından onlarla her­hangi bir şey mi var da, ilâh olduklarını iddia ediyorsunuz? Hâzin şöyle der: Bunlar, müşriklerin taptıkları ilâhların isimleridir. Allah'ın isimlerin­den isimler türetmişler; Allah'tan Lât, Azîz'den Uzzâ gibi isimler türetip putlara vermişlerdir. Lât Tâif'te, Uzzâ Gatafan'da bulunuyordu. Halit b. Velîd (r.a.) her ikisini de kırmıştır. Menât ise, Huzâ'a kabilesinin putu idi. Mekkeliler ona taparlardı.[31]
21. Bu bir kınama ve azarlamadır. Yani, Ey Müşrik­ler topluluğu! Sevilen çocuklar, yani erkek sizin de, iddianıza göre yerilip sevilmeyen çocuklar, yani kız Allah'ın mı? [32]
22. Öyleyse, bu taksim adil değil, zalimce bir tak­simdir. Zira hoşunuza gitmeyen şeyi Rabbinize veriyorsunuz. Râzî şöyle der: Onlar, "Erkek çocuklar bizim, kızlar Allah'ın" demediler. Sadece, "Kızlar Allah'ındır" dediler. Oysa ki onlar. Kızlardan hoşlanmıyorlardı. Ni­tekim Yüce Allah meâlen, "Hoşlanmadıklarını Allah'a veriyorlar"[33] bu­yurmuştur. İşte bu şekilde, kızları Allah'a verince, bundan haksız bir taksim meydana geldi.[34]
23. O putlar, hiçbir mânâsı olmayan mücerret isimlerdir. Çünkü ne zarar verir, ne fayda sağlarlar. Onları siz ve babalarınız "ilâh" diye isimlendirdiniz. Oysa onlar, cansız varlıklara veril­miş mücerret isimlerdir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar sadece putlara ibadet hususunda zan, vehim ve şeytanın kendilerine süsleyip güzel gösterdiği şeylerden canlarının istediklerine uyuyorlar. Halbuki onlara, putların ilah olmadığına ve herşeye gücü yeten tek Allah'tan başkasına ibâdet etmenin uygun bulunmadığına dâir, parlak bir açıklama ve kesin bir delil geldi. İbnu'l-Cevzî şöyle der: Bu âyette, onların durumlarına hayret edilmesi gerektiği ifâde edilmektedir. Çünkü, apaçık delil geldikten sonra putlara ibâdetten vezgeçmediler.[35]
24. Yoksa, insanın, her arzu ettiği şey olacak mı? Yani, insan için her arzu ettiği şey olmayacaktır ki, putların şefaatini da bekle­sin. Sâvî şöyle der: "İnsan"dan maksat kâfirdir. Bu âyet, fani dünyayı iste­yerek, Allah'tan başkasına sığman ve nefsinin istediği her arzuya uyan ve neticede istediğini elde edemeyen kimseleri içine alır. Nefsanî arzulara uymak zillettir.[36]
25. Bütün mülk Allah'ındır. Dilediğine verir, dilediğine vermez. Çünkü dünyanın da, âhiretin de sahibi O'dur. Durum, insanın iste­diği gibi değildir. Aksine Yüce Allah hidâyetine uyup kendi arzusunu bıra­kana lütfeder.
Bundan sonra Yüce Allah, bu mânâyı şu sözüyle pekiştirdi: [37]
26. Göklerde dağılmış nice tertemiz İyi melekler vardır ki, Onların şefaati hiçbir fayda sağlamaz. Yani ma­kamlarının yüceliği, şeref ve şanlarının yüksekliğine rağmen, Allah'ın izni olmadan, meleklerin şefaatleri hiçbir kimseye fayda sağlamaz. Hal böyle iken, adiliklerine rağmen putlar nasıl şefaat ederler?! Ancak Yüce Allah meleklere, şefaat hususunda, tevhîd ve îman ehlinden dilediği ve razı olduğu kimse için izin verdikten sonra şefaatleri fayda verir. Nitekim Yüce Allah meâlen şöyle buyurmuştur: Allah'ın rızasına nail olanlardan başkasına şefaat etmezler"[38] İbn Kesîr şöyle der: Bu, Allah'a yakın olan melekler hakkında böyle olunca, ey cahiller! Put­ların ve koştuğunuz ortakların, nasıl Allah katında şefaatçi olacaklarını umuyorsunuz?[39]
Bundan sonra Yüce Allah, şöyle buyurarak müşriklerin sapıklıklarını haber verdi: [40]
27. Öldükten sonra di­rilmeye ve hesaba inanmayanlar, meleklere dişilerin adlarını takıyorlar. Yani, onların dişi ve Allah'ın kızları olduklarını iddia ediyorlar. [41]
28. Oysa söyledikleri hususta hiçbir bilgileri yoktur. Çünkü onlar, ne meleklerin yaratılışını gördüler, ne de onlara Allah'tan bir delil veya hüccet geldi. Bu bâtıl sözlerde sadece zan ve ve­himlerin peşinden giderler. Oysa zan, hiçbir fayda sağlamaz. Asla gerçek makamına da geçmez. [42]
29. Ey Muhammed! İman ve Kur'an'dan uzak duran o müşriklerden yüzçevir. Onların dünya ve dünyada bulunan geçici ve yok olucu nimetlerden başka düşünceleri yoktur. Ebussuud şöyle der: Bundan maksat, Allah'ın kelâmından yüzçevirenin davet edilmemesini istemek ve bu şahsın durumuna önem vermemektir. Çünkü anlatılanlardan yüzçeviren ve bütün himmet ve gayreti dünya olacak şekilde dünyaya düşkün olan kimse için davet, bâtılda ısrar ve inadından başka bir şey artırmaz.[43]
30. Dünyayı âhirete tercih ettikleri için, bu onların ilim ve idraklerinin en son noktasıdır. Kuşkusuz Rabb bu iki grubu, yani sapıklarla doğru yolu bulanları bilir ve amellerinin karşılığını verir. [44]
31. Yaratma, mülk ve tasarruf bakımından kâi­natta ne varsa hepsi onundur. Hiçbir kimsenin asla bunlarda bir etkisi yok­tur. Bu, Allah'ın, kötülük edenleri kötülüklerine karşılık cezalandırması, iyilik edenlere de iyilikleri­nin karşılığı olarak cennet vermesi içindir. İbnıı'l-Cevzî şöyle der: Bu âyet Yüce Allah'ın kudretini ve gücünün genişliğini bildirmektedir. Bu, önceki âyetle âyeti arasında bir ara cümlesidir. Çünkü Yüce Allah iyilik ve kötülük edeni bilince, her birine hak ettiğini verir. Ancak mülkü geniş olunca, bu iki gruba hak ettiklerini verebilir.[45]
Bundan sonra Yüce Allah, iyi amel eden takva sahibi kimselerin sıfatlarını anlatmak üzere şöyle buyurdu: [46]
32. Allah'a ortak koşmak, adam öldür­mek, yetim malı yemek, zina etmek ve babanın eşi ile evlenmek gibi bü­yük günahlardan uzak duranlar var ya, Allah, onların küçük günahlarını da affeder. Fevâhiş, akıl ve din bakımından son derece çirkin kabul edilen şey mânâsına gelen "fahişe" kelimesinin çoğuludur. Yüce Allah meâlen şöyle buyurmuştur: "Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o bir hayasızlıktır"[47] "Geçmişte olanlar bir yana, babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin. Çünkü bu bir hayasızlıktır, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur'[48] Ancak küçük günahlardan sakmamayanlar affolunabilir. Kurtubî şöyle der: "Lemem; öpme, göz kırpma ve bakmak gibi, Allah'ın koruduğu kimse müstesna, her­kesin yapabileceği küçük günahlardır.[49] Hadiste şöyle buyrulmuştur-. "Yüce Allah. Âdemoğluna zinadan payını yazmıştır. Çaresiz o bunu yapacaktır. Gözlerin zinası bakmaktır. Dilin zinası konuşmaktır. Nefis, ister ve arzu eder. Avret mahalli bunu ya tasdik eder, ya da yalanlar.'[50] Kul, büyük günahlardan uzak durursa, Allah lütuf ve keremiyle küçüklerini bağışlar.[51] Çünkü Yüce Allah, mealen, "Eğer, size yasak edilen büyük günahlardan sa­kınırsanız, küçük günahlarınızı örteriz" buyurmuştur.[52] Yü­ce Allah, günahları çok bağışlayan ve ayıpları çok örtendir. Günah işledik­ten sonra tevbe edeni bağışlar. İbn Kesir der ki: Allah'ın rahmeti her şeyi kapsar, bağışlaması da, tevbe eden kimse için, bütün günahları kapsar.[53] Beyzâvî de der ki: Belki de Yüce Allah, affedici olduğunu kötülük edenlere tehdit ve iyilik edenlere vaadde bulunduktan sonra belirtti ki, büyük günah işleyen, Allah'ın rahmetinden ümidini kesmesin ve cezalandırmanın, Allah üzerine vacip olduğu vehmine kapılmasın.[54] Yüce Allah sizi ve babanız Âdem'i topraktan yaratmadan önce hallerinizi bilicidir. Analarınızın rahimlerinde gizlendiğiniz zamandan itibaren de bilicidir. Yüce Allah, müttakî ile günahkârı, mü'min ile kâfiri ve iyi ile kötüyü bilir. Yapacaklarınızı ve neticede ne olacağınızı bilir. O halde, kendinizi temize çıkarmayın. Yani, kendinizi beğenerek övmeyin. Kemâl ve takva sahibiyiz demeyin. Çünkü nefis âdî bir varlıktır. Övüldüğünde kibirlenip gururlanır. Ebû Hayyân şöyle der: Nefis­lerinizin günahsız olduğunu söylemeyin. Onları övmeyin. Çünkü Allah siz­den temiz ve takva sahibi olanı Âdem'in (a.s.) sulbünden ve annelerinizin karınlarından çıkarmadan önce, bilir.[55] Yüce Allah ihlas ile amel edeni, gizli ve açıkta Rabbinden korkanı bilir. [56]
33. Gördün mü arkasını döneni?
34. Azıcık verip sonra vermemekte direneni?
35. Gayb ilmi yanında da artık görüyor mu?
36. Yoksa kendisine haber verilmedi mi Musa'nın sahîfelerinde olanlar?
37. Ve sözünü yerine getiren İbrahim'in sâhifelerindekiler?
38. Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yükle­nemez.
39. Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.
40. Ve çalışması da ileride görülecektir.
41. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir.
42. Ve şüphesiz en son varış Rabbinedir.
43. Doğrusu güldüren de ağlatan da O'dur.
44. Öldüren de dirilten de O'dur.
45, 46. Şurası muhakkak ki, erkek ve dişiden iba­ret olan çifti, rahime atılan nutfeden O yarattı.
47. Şüphesiz tekrar diriltmek de O'na aittir.
48. Zengin eden de varlıklı kılan da O'dur
49. Doğrusu Şi'ra yıldızının Rabbi de O'dur.
50. Durum şu ki eski Âd kivmini O helak etti.
51. Semûd'u da helak etti) ve geriye hiçbir şey bırakmadı.
52. Daha önce de Nuh kavmini helak etmişti. Kuş­kusuz onlar çok zalim ve pek azgın idiler.
53. Altı üstüne gelen kasabalarını da devirip yık­mıştı.
54. Onlara örttüğünü örttü.
55. Şimdi Rabbinin ni'metlerinin hangisinde şüp­heye düşersin.
56. İşte bu, ilk uyarıcılardan bir uyarıcıdır.
57. Yaklaşan yaklaştı.
58. Onu Allah'tan başka açacak yoktur.
59. Şimdi siz bu söze mi şaşıyorsunuz?
60. Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz!
61. Ve siz habersiz oyalanmaktasınız.
62. Haydi Allah'a secde edip O'na kulluk edin!

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde, müşriklerin putlara taparak yaptıkları beyinsizlikleri ve sapıklıkları anlattı ve mü'minlerle kâfirleri birbirinden ayırdı. Burada da, özel bir tür kâfiri anlattı. Yalanlayanların başına gelen azap ve helak türlerini anlatarak bu mübarek sûreyi sona erdirdi. Bunu, Allah, Peygamberi (s.a.v.) yalanlayan düşmanlarından intikam alacağını müşriklere hatırlatmak için yaptı. [57]

Kelimelerin İzahı

Yardımı kesti. Bu kelime mastarından alınmıştır. Kuyu kazarken, bu kazma işini tamamlamaya engel olacak bir kayaya rastlayan kimse için as kayaya çarptı, denir. Daha sonra Araplar bu kelimeyi bir şeyi tam vermeyen ve bir şeye girişip de sonuna varamayan kimse için kul­landı. Hutay'a şöyle der:
Az verdi, sonra ikramını kesti. Kim, insanlara çokça iyilikte bulunursa övülür.[58]
Yetecek kadar mal verdi ve onu verdiği şeyle razı etti. Cev-berî şöyle der: Allah, bir kimseye yetecek kadar mal verdiğinde denir. Geniş zamanı dır. kalıbmdandır. Allah, bir kimseyi razı ettiğinde denir.[59]
Şi'râ, sıcak mevsimde ikizler burcundan sonra doğan parlak yıldız. Yaklaştı. Ka'b b. Züheyr şöyle der:
Gençlik uzaklaştı, işte ihtiyarlık yaklaştı. Uzaklaşan gençliğin yerini ala­cak bir şey göremiyorum.[60] Âzife, kıyamet demektir. Yakın olduğu için ona bu isim verilmiştir.
Sâmidûn; eğlenenler, oynayanlar demektir. Sumûd, eğlence manasınadır. [61]

Nüzul Sebebi

Rivayete göre, Velid b. Muğîre, Hz. Peygamber (a.s.)'in yanma oturup öğütlerini dinledi. Kalbi, işittiklerinden etkilendi. Neredeyse müslüman olacaktı. Bunun üzerine, müşriklerden bir adam onu ayıplayarak şöyle dedi: Atalarının dinini bırakıp onların sapık olduğunu mu soluyorsun? Onların ce­hennemde olduklarını mı iddia ediyorsun? Velid dedi ki: "Kuşkusuz ben, Allah'ın azabından korktum" O adam, Velid kendisine bir miktar para verip şirke döndüğü takdirde, Allah'tan gelecek azabı onun yerine kendisinin çekeceğine dâir garanti verdi. Bunun üzerine Velid, adamın istediği malın bir miktarını verdi. Kalanı için, cimrilik ederek vermedi. Bundan dolayı Yüce Allah, "Gördün mü, arkasını döneni? Azıcık verip Sonra cimrilik göstereni?" mealindeki âyetleri indirdi.[62]

Ayetlerin Tefsiri

33. Ey Muhammedi İmandan ve hidayete uymaktan yüz çeviren o günahkârı gördün mü! [63]
34. O, kendisini ayıplayan arkadaşına, şart koşulan maldan az bir miktar verip, kalanını vermedi. Mücâhid, "Bu âyet Velid b. Muğîre hakkında inmiştir" der.[64]
35. Gayba ait şeylerin bilgisi, onun katında mı ki, arkadaşının, kendisinin yerine azab çekeceğini bilsin? [65]
36. Yoksa, Musa'ya indirilmiş olan Tevrat'taki emirler bildirilmedi mi? [66]
37. Yoksa, kendisine emredilen, Allah'a itaat ve pey­gamberliği tebliğ görevini tam ve mükemmel bir şekilde yerine getiren İbrahim'in sahifeIerindeki bilgiler ona bildirilmedi mi? Hasan Basrî der ki: Allah, İbrahim'e neyi emrettiyse yerine getirmiştir. Nitekim âyet-i kerime de meâlen. "Bir zamaniar Rabbi, İbrahim'i bazı kelimelerle imtihan etmiş­ti de, O, bunları tam olarak yerine, getirmişti.[67]
38. Onların s ahi feler inde, "Hiç kimse başkasının günahını yüklenmez. Hiç kimse başkasının işlediği suçtan dolayı cezalan­dırılmaz" diye bildirilmişti. Bu âyet, başkasının yerine azabı yükleneceğini iddia eden kimsenin iddiasını reddeder. Nitekim âyet-i kerimede mealen şöyle buyrulmuştur: Kâfirler iman edenlere, "Bizim yolumuza uyun, günah­larınızı biz yükleniriz" derler. Halbuki onların hiçbir günahını yüklenecek değillerdir"[68]
39. Yine o sahifelerde şunlar da bildirilmişti: insan için gayret ve çalışmalarından başka bir şey yoktur. İbn Kesîr der ki: Başkasının günahı nasıl ona yüklenmezse, aynı şekilde, kendi kazandığı dışında mükâfat da elde edemez.[69]
40. Kuşkusuz ameli, kıyamet günü ona gösterilecek ve terazisinde görecektir. Hâzin şöyle der: Bu âyette mü'minler için müjde vardır. Yüce Allah, mü'min sevinsin diye sâlih amellerini ona gösterecek­tir. Kâfir ise fasit amellerini görünce üzülür ve kederi artar.[70]
41. Sonra insana, amelinin karşılığı tam olarak veri­lir. Bu âyet, kâfir için bir tehdit, mü'min için bir vaaddir. [71]
42. Sonunda dönüş sadece Rabbine olacak ve o sevap ve ceza verecektir.
Bundan sonra Yüce Allah kudretinin alâmetlerini açıklamak üzere şöyle buyurdu: [72]
43. Sevinci ve üzüntüyü, neşe ve kederi yaratan O'dur. Dolayısıyle O, dünyada, güldürdüğünü güldürür, ağlattığını ağlatır. Mücâhid der ki: Cennet ehlini güldürür, cehennem ehlini ağlatır.[73]
44. Ölümü ve hayatı yaratan odur. Öldürmeye de, di­riltmeye de gücü yeten, başkası değil sadece O'dur. Bunun içindir ki Yüce Allah, zamirini tekrarladı ki, bunların, Allah'ın fiilinin özelliklerinden olduğu açıklansın. [74]
45. Adem'in çocuklarından ve bütün canlılardan iki sınıfı yani erkek ve dişiyi yaratan O'dur. Hâzin şöyle der: Bundan maksat şudur: Yüce Allah, bir yerde iki zıt şeyi, yani gülmeyi ve ağlamayı, diriltmeyi ve öldürmeyi, erkek ve dişiyi yaratabilir. Bu öyle bir şeydir ki, insanlar bunu anlayıp bilemezler. Bu, tabiatın fiiliyle değil, an­cak Allah'ın gücü ve yaratmasıyle olur. Burada Yüce Allah'ın kudretinin sonsuzluğuna dikkat çekilmektedir. Çünkü Yüce Allah, bir tek şey olan nutfeden farklı uzuvlar ve farklı huylar yaratmıştır. Aynı nutfeden erkek ve dişiyi meydana getirmiştir. Bu O'nun hayret verici sanatından ve kudretinin sonsuzluğundandır.[75] Bunun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurmuştur: [76]
46. Erkeği ve dişiyi, erkeğin belinden atılan ve kadının rahmine dökülen meniden yarattı. [77]
47. İnsanları, öldükten sonra diriltmek, hesap ve ceza için tekrar yaratmak Allah'a aittir. Ebû Hayyân şöyle der: Kâfirler bu tekrar dirilişi inkâr ettikleri için, burada " Allah'a aittir" ifadesiyle vurgu yapılmıştır. Yüce Allah, sanki bunu kendi üzerine vacip kılmıştır.[78]
48. Dilediğini zengin, dilediğini de fakir kılan O'dur.[79] İbn Abbas şöyle der: Veren ve razı eden O'dur. İnsanı zengin kılar, sonra da verdiği ile onu razı kılar. [80]
49. O, müşriklerin tapmakta olduğu Şi'râ isimli parlak yıldızın Rabbidir. Ebussuud şöyle der: Yani, Allah, onların tanrılarının da Rabbidir. Huzâa kabilesi bu yıldıza tapardı. Bu yıldıza tapma çığırını bu kabilenin ileri gelenlerinden Ebû Kebşe adında bir adam açmıştır.[81]
50. Kendilerine Allah'ın peygamberi Hûd (a.s)'un önderildiği Eski Âd kavmini helak eden de O'dur. Hûd (a.s.)'un kavmi, insanların en güçlüsü, Kuvvetlisi; Allah'a karşı en kibirli ve azgın olan­larından idiler. Yüce Allah onları, önünde durulmaz uğultulu bir rüzgârla yok etmiştir. Beyzâvî şöyle der: Âd kavmine, "Eski Ad" denilmesinin sebe­bi şudur: Onlar, Nûh (a.s)'un kavminden sonra helak olan ilk millettir"[82]
51. Semûd kavmini de helak eden O'dur. O, onlardan hiç­birini bırakmadı. [83]
52. Ad ve Semûd'dan önce de Nûh kavmini helak etti. Kuşkusuz onlar bu iki gruptan daha zâlim ve kendilerin­den önce geçen diğer insanlardan daha inatçı ve azgın idiler. Ebû Hayyân şöyle der: Nûh (a.s.)'a karşı son derece kibirli idiler ve ona eziyet ederlerdi. Hareket edemeyecek derecede onu döverlerdi. Hz. Nuh'un (a.s.) kendilerini çağırdığı şeyden hiç etkilenmezlerdi. Katâde şöyle der: Hz. Nûh (a.s.) on­ları 950 sene hakka çağırdı. Bir nesil yok olunca, yerine başka bir nesil yetişiyordu. Hattâ adam oğlunu Hz. Nuh'tan (a.s.) sakındırmak için elinden tutar, onun yanına götürür ve şöyle derdi: "Ey oğlum, ben senin yaşınday­ken, babam beni bu adamın yanma getirmiş ve sakındirmışti. Sen de, sakın bu adamı tasdik etme" Böylece, büyükler kâfir olarak ölür, küçükler de Nûh (a.s)'a karşı kin ile büyürdü.[84]
53. Lût kavminin beldelerini de, alt üst ettikten sonra yeryüzüne attı. Cebrail (a.s.) o beldeleri göğe kaldırıp yeryüzüne atmıştı. [85]
54. Allah, onlara yaptığı çeşitli azabı yaptı. Burada, azâ-bın korkunçluğu ve Allah'tan onların başına gelmiş olan azabın umumîliği ifade edilmiştir. Ebû Hayyân şöyle der: Mü'tefike, Lût kavminin şehirleri­dir. Halkı ile birlikte alt üst olduğu için ona bu ad verilmiştir. Cebrail (a.s.) o şehirleri kaldırmış sonra yere bırakmıştır. Sonra da üzerlerine, ateşte pi­şirilip istif edilmiş taş yağdırıldı. İşte, âyetinin mânâsı bu­dur.[86]
55. Ey İnsan! Allah'ın birliğini ve gücünü gösteren nimetlerden hangisi hakkında kuşkuya düşüyor ve yalanlıyorsun? [87]
56. İşte bu Muhammed'dir. Diğer peygamberler gibi uyarıcı bir peygamber ve önceki uyarıcıların cinsindendir. Yalanlayan­ların başına neler geldiğini öğrendiniz. [88]
57. Kıyamet yaklaşmıştır. Kurtubî şöyle der: Kıyamet yakın olduğu ve yakında kopacağı için ona "âzife" dendi.[89]
58. Kıyamet, şiddet ve sıkıntıları ile insanları sardığında, onu Allah'tan başka kimse açamaz ve geri çeviremez.[90]
59. Bu, kınama ifade eden bir sorudur. Yani, Ey Müşrik topluluğu! Alay ve eğlenceye almak için mi, bu Kur'an'a hayret edi­yorsunuz? [91]
60. Onu dinlediğinizde gülüyorsunuz da âyetlerinden ve tehditlerinden dolayı ağlamıyorsunuz. Oysa hakkınız, kusurlarınızdan dolayı değil üzülüp gözyaşı dökmek, kan ağlamanızdır. [92]
61. Siz gaflet içinde eğlenceye dalıp da gülüyor musunuz? [93]
62. Haydi sizi yaratan Allah'a secde edin ve sadece O'na ibadet edin. Lât'a, Uzzâ'ya Menât'a ve Şi'râ'ya tapmayın. Allah birdir, tektir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, herşey ona muhtaçtır. Secde ve ibadete O'ndan başkası layık değildir. [94]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek sûre birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "Allah, kuluna vahyettiği şeyi vahyetti" âyetin­de, vahyedilen şeyin ne olduğunun mübhem bırakılması, ona tazim ve hür­met edilmesi gerektiğini ifade eder. " Sidre'yi kaplayan kaplamıştı" da bunun gibidir. Onu örten şey örtmüştü" cümle­si de, aynı şekilde tazim ve korkutma ifade eder.
2. "Düştü" ile " arzu" kelimeleri arasında cinas vardır.
3. Güldürdü ile ağlattı, öldürdü ile diriltti, saptı ile doğru yolu buldu, âhiret ile dünya ve gülüyorsunuz ile ağlıyorsunuz kelimeleri arasında tıbâk vardır. Bu, güzelleştirici
edebî sanatlardandır.
4. "Allah'ın, kötülük edenleri yaptıkları ile ce­zalandırması için" ile iyi iş yapanları da daha güzeli ile mükafatlandırması için" arasında mukabele vardır. Bu âyette aynı zamanda fiili tekrar edilerek ıtnâb yapılmıştır. Bunların her ikisi de güzelleştirici edebî sanatlardandır.
5. "Demek erkek size, dişi Allah'a? Öyleyse bu insafsızca bir taksim" âyetlerinde, onların akıllarının azlığı İfâde edilmekle birlikte kınama sorusu kullanılmıştır.
6. Kelimeleri arasında harflerden birinin değişmesiyle cinâs-ı nakıs vardır.
7. Yaklaştı ile yaklaşan arasında cinâs-ı iştikak vardır.
8. "Allah'a secde edin ve kulluk edin" âyetinde, genel olan özel olan üzerine atfedilmiştir.
9. Gibi âyet sonlarının uygunluğuna riâyet edil­miştir. Bu da kulağa güzel etki eden şeylerdendir, ve da bunun gibidir. Buna seci' denir. [95]

Bir Uyarı

Müşriklerin taptıkları putlar çoktu. Yaklaşık 360 kadardı. Bunların büyük bir kısmı Kabe'nin etrafında idi. Rasulullah (s.a.v) Mekke fethinde bunları yıkıp kırdı. Bu putların en meşhuru Lât, Uzzâ ve Menât idi. Rasu­lullah (s.a.v) fetih yılında Uzzâ'yı yıkmak için Halit b. Velid'i gönderdi. Hâlit şöyle diyerek onu devirdi:
Ey Uzzâ! Seni inkâr ediyor, teşbih etmiyorum. Zira ben gördüm ki, Allah seni küçük düşürdü.
Mekke'nin fethiyle, putlara tapma da son buldu. İnsanlar bölük bölük İslâm dinine girdiler.
Allah'ın yardımıyle "Necm Sûresi"nin tefsiri bitti. [96]


[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/217.
[2] Kurtubî; 17/86
[3] Bahr,8/154
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/220-221.
[5] Bu, tbn Abbas'tan gelen rivayetlerden birisidir. Ondan gelen bir başka rivayette, "Necm" den maksat, sabahleyin düşen Süreyya yıldızıdır.
[6] İnfitâr sûresi, 82/2
[7] Muhtasar-1 İbn Kesir, 3/396
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/221.
[8] Ebussuud, 5/156
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/221.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/221.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/221-222.
[10] Beyzâvî, 4/171
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/222.
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/222.
[13] Kurtubî, 17/88
[14] Hâzin, 4/213
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/222.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/222.
[16] Âlûsî, 27/48
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/222.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/222.
[18] Ahmed b. Hanbel, Müsned 1/295, 298.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/222.
[19] el-Bahr, 8/158
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/223.
[20] Yemen'de bir kasaba (Mütercimler)
[21] Buharı, Bed'u'1-halk, 6; Müslim, İman, 259
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/223.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/223.
[23] Müslim, İman, 279.
[24] Müslim, İman 259; Ahmed b. Hanbel, Müsned 3/128.
[25] Ebussuud, 5/157
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/223.
[26] Kurtubî, 17/98
[27] Hâzin, 4/216
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/224.
[28] Buharı, Tefsir, 53.
[29] İsrâ sûresi, 17/1
[30] Tefsir-Î Kebîr, 7/740
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/224.
[31] Hâzin, 4/218
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/224.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/224.
[33] Nahl sûresi, 16/62
[34] Tefsîr-i kebîr, 7/743
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/224-225.
[35] İbnu'l-Cevzi, 8/74
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/225.
[36] Sâvî Haşiyesi, 4/139
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/225.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/225.
[38] Enbiyâ sûresi, 21/28
[39] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/401
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/225-226.
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/226.
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/226.
[43] Ebussuud, 5/160
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/226.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/226.
[45] îbnu'l-Cevzî, 8/75
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/226-227.
[47] İsra sûresi, 17/32
[48] Nisa sûresi, 4/22
[49] Kurtubî, 17/106
[50] Buhârî, İsti'zân, 12, Kader, 9; Müslim, Kader, 60.
[51] Nisa sûresi, 4/31
[52] Hâzin şöyle der: Hz. Ömer (r.a.) ve İbn Abbas'ın (r.a.) şöyle dedikleri rivayet olunur: "İslamda büyük günah yoktur." Bunun manası, "İstiğfarla birlikte büyük günah, ısrarla birlikte küçük günah yoktur". Çünkü büyük günah, tevbe ve istiğfarla silinir. Küçük günah da, İsrar edilirse büyük günah olur. (Bkz. Hâzin, 4/221)
[53] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/403
[54] Beyzâvî, 4/173
[55] Bahr, 8/165
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/227-228.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/230.
[58] Baht, 8/155
[59] Kurtubî, 17/119
[60] Bahr, 8/155
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/231.
[62] Tefsîr-i kebîr, 7/764
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/231.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/232.
[64] Tefsîr-i kebîr, 7/764.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/232.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/232.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/232.
[67] Bakara sûresi, 2/124
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/232.
[68] Ankebut sûresi, 29/12
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/232.
[69] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/404
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/232.
[70] Hâzin, 4/223
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/232.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/232.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/232-233.
[73] Bahr, 8/168
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/233.
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/233.
[75] Hâzin, 4/224
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/233.
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/233.
[78] Bahr, 8/İ68
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/233.
[79] Bu İbn Zeyd'in görüşüdür. İbn Zeyd, "O, dilediğinin rızkım bol, dilediğinin dar verir" (Zü-mer sûresi 39/52) mealindeki âyeti delil getirdi.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/233.
[81] Ebussuud, 5/163
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/233.
[82] Beyzâvî, 4/174
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/233-234.
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/234.
[84] Bahr, 8/170
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/234.
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/234.
[86] Bahr, 8/170
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/234.
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/234.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/234.
[89] Kurtubî, 17/122
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/234.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/234-235.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/235.
[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/235.
[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/235.
[94] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/235.
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/235-236.
[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/236.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder