AHKAF SURESİ
. 10
AHKAF SURESİ
Mekke'de inmiştir. 35
âyettir.
Takdim
Bu sûre Mekke'de inmiştir. Hedefi,
Mekke'de inen sûrelerin aynıdır. Yani büyük itikat esasları olan Allah'ın
birliği, peygamberlik ve öldükten sonra dirilme ve cezadır. Bu mübarek sûrenin
ana konusu, peygamberlik ve peygamber etrafında döner. Bu da, Hz. Muhammed'in
(s.a.v.) doğruluğunu ve Kur'an'm hak olduğunu isbat içindir.
Bu sûre, başlangıçta, Allah
tarafından hak olarak indirilmiş olan Kur'an-ı Kerim'den, sonra da, müşriklerin
ibadet ettkikleri ve ilâh olduklarına, Allah katında kendileri için şefaat
edeceklerine inandıkları putlardan bahseder. Onların, işitmeyen ve hiçbir fayda
sağlamayan şeylere ibadet ederek düştükleri sapıklığı ve hatayı açıklar. Daha
sonra, müşriklerin Kur'-an hakkındaki şüphelerini anlatır ve açık ve kesin
delillerle bu şüphelere cevap verir
Bundan sonra sûre, insanlığın
hidayet ve sapıklığı hususunda iki örnek verir. Güzel huylu, anne ve babasına
itaat eden salih bir oğul örneğini anlatır. Bu oğlun yaşı ilerledikçe, takvası,
iyiliği ve ana babasına karşı güzel davranışları daha da artar. Bunun yanında,
fıtratı bozuk, ana-babasma karşı gelen bedbaht evlat örneğini anlatır. Bu evlat
iman, öldükten sonra dirilme ve haşirle alay eder. Neticede bu iki evladın
âkibetlerini anlatır.
Sonra sûre, Hûd (a.s.)'un azgın
kavmi "Ad" ile olan kıssasını anlatır. Bu kavim ülkede taşkınlık göstermiş,
sahip oldukları güç ve kuvvete aldanmıştı. Kureyş kâfirlerini, içinde
bulundukları taşkınlık, Allah'ın emirlerine karşı kibirlenme ve peygamberi
yalanlamadan sakındırmak için, Ad kavminin akıbetinden yani, Allah'ın onları
şiddetli bir rüzgarla yok etmesinden bahseder.
Bu mübarek sûre bir grup
cinn'in kıssasını anlatarak sona erer. Bu cinler Kur'an'ı dinlemiş, ona
inanmış, sonra da kavimlerini imana çağırmak üzere onların yanma dönmüşlerdir.
Kur'an-ı Kerim bu olayı, insanlardan inat edip inanmayanlara, cinlerin İslamı
kabul etme hususunda onları geçtiklerini hatırlatmak için anlatır. [1]
İsmi
Ahkâf, taşkınlıkları ve
zorbalıkları yüzünden, Allah'ın yok ettiği Âd kavminin yurdu olduğu için, bu
sûreye Ahkâf sûresi denmiştir. Âd kavminin yerleşim bölgesi, Yemen diyarında
Ahkâf mıntıkasında idi: "Âd'm kardeşini (Hud'u) an. Hani o, Ahkâfta kavmini
uyarmıştı..." [2]
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Hâ,
mîm.
2. Kitab'ın
indirilişi, azız, hakîm olan Allah tara-fmdandır.
3. Gökleri,
yeri ve ikisi arasında bulunanları biz, ancak hak ile ve belli bir müddet için
yarattık. İnkâr edenler, uyarıldıkları şeylerden yüz
çevirmektedirler.
4. De ki:
Baktınız mı hiç? Allah'ı bırakıp taptığınız şeyler yeryüzünde ne yaratmışlar,
gösterin bana! Yoksa onlar için göklerde bir ortaklık mı vardır? Eğer doğru
söyleyenlerden iseniz, bundan evvel bir kitap, yahut bir bilgi kalıntısı varsa
onu bana getirin.
5. Allah'ı
bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan
daha sapık kim olabilir? (Oysa) onlar, bunların tapmalarından
habersizdirler.
6. İnsanlar bir
araya toplandıkları zaman (bunlar) onlara düşman kesilirler ve onların,
kendilerine tapmalarını inkâr ederler.
7. Onlara
âyetlerimiz açıkça okunduğu zaman inkâr edenler, kendilerine hak geldiğinde;
"Bu, apaçık bir büyüdür" derler.
8. Yoksa "Onu
uydurdu" mu derler? De ki: Eğer ben onu uydurmuşsam, Allah'tan bana (gelecek
cezayı savmaya sizin) gücünüz yetmez. O, sizin yaptığınız taşkınlıkları çok
daha iyi bilir. Benimle sizin aranızda şahit olarak O yeter. O, bağışlayan
esirgeyendir.
9. De ki: Ben
peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sâdece
bana vahyedilene uyarım. Ben sâdece açık bir uyarıcıyım.
10. De ki: Hiç
düşündünüz mü; şayet bu, Allah katından ise ve siz de onu inkâr etmişseniz,
İsrâiloğulla-rmdan bir şahit de bunun benzerini görüp inandığı hâlde siz yine de
büyüklük taslamış sanız, (haksızlık etmiş olmaz mısınız?) Şüphesiz Allah,
zâlimler kavmini doğru yola iletmez.
11. İnkâr
edenler, iman edenler için dediler ki: "Bu, iyi bir şey olsaydı, onlar bizi
geçemezlerdi." Fakat onlar bununla doğru yola girmedikleri için, "Bu eski bir
yalandır" diyeceklerdir.
12. Ondan önce
de bir rahmet ve rehber olarak Musa'nın kitabı vardır. Bu da, zulmedenleri
uyarmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap lisanıyla indirilmiş,
doğrulayıcı bir kitaptır.
13. "Rabbimiz
Allah'tır" deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara korku yoktur ve onlar
üzülmeyeceklerdir.
14. Onlar
cennet ehlidirler. Yapmakta olduklarına karşılık orada ebedî
kalacaklardır.
15. Biz insana,
ana babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve
zahmetle doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi, otuz ay sürer.
Nihayet
insan, güçlü çağına erip kırk yaşına
varınca der ki: Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin ni'mete şükretmemi ve razı
olacağın yararlı iş yapmamı ilhanı et. Benim için de zürriyetim için de iyiliği
devam ettir. Ben sana döndüm. Ve elbette ki ben müslümanlardanım.
16. İşte,
yaptıklarının en iyisini kabul edeceğimiz ve günâhlarını bağışlayacağımız bu
kimseler cennetlikler arasındadırlar. Bu, kendilerine verilen doğru bir
sözdür.
17. Ana ve
babasına, "Öf be size! Benden nice nice nesiller gelip geçmişken, beni mı
tekrar dirilmekle tehdit ediyorsunuz?" diyen kimseye, ana ve babası Allah'tan
yardım isteyerek: "Yazıklar olsun sana! İman et. Allah'ın va'di gerçektir."
dedikleri hâlde o "Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir."
der.
18. İşte onlar,
kendilerinden önce cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş topluluklar içinde,
haklarında azabın gerçekleştiği kimselerdir. Gerçekten onlar, ziyana
uğrayanlardır.
19. Herkesin
yaptıklarına göre dereceleri vardır. Allah, onlara yaptıklarının karşılığını
verir, asla kendilerine haksızlık yapılmaz.
Kelimelerin İzahı
Şirk; ortaklık, pay.
Esâre, bir şeyin artığı, kalıntısı
demektir.
Dalıyorsunuz. Bir şeye dalmak
demektir, insanlar bir sö-ze daldıklarında İşitti denir, insanlar Arafat'tan
ayrıldığında, denir.
Bid', ortaya çıkarılan şey
demektir. Fahreddin Râzî şöyle der: Bid' ve bedî', sonradan olup benzeri olmayan
her şey demektir. Bid'at ise, sünnet hükmüyle, daha önce mevcut olmayıp ortaya
çıkarılan şey demektir.[3]
Tfk, yalan
manasınadır.
Kurhen, zorla ve
güçlükle.
Fisal, sütten kesilmek
demektir.
Bana ilham et.
Üff, bıkkınlık ve sıkıntı ifade
eden bir kelimedir.
Gelip geçti demektir. [4]
Âyetlerin Tefsiri
1. Ha mîm. Bu
harfler (hurûfu mukattaa) Kur'an'm mucizeliğine ve
onun böyle hecâ harflerinden nazmedildiğine
dikkat çekmek içindir.[5]
2. Bu yüce
kitap, mülkünde güçlü ve yaptığında hikmet sahibi olan Allah katından
indirilmiştir. [6]
3. Biz gökleri,
yeri ve ikisi arasındaki mahrukatı boş yere yaratmadık. Biz onları ancak,
birliğimizi ve sonsuz gücümüzü göstermesi için hikmetle yarattık. Onlara
muayyen bir ecel tayin ettik. Bu ecel, onların kıyamet günü yok olma
zamanıdır: "Yer başka bir yer, gökler de başka gökler haline getirildiği ve
insanların, bir ve kahhâr olan Allah'ın huzuruna çıktıkları gün..."[7]
O kâfirler, korkutuldukları azaptan ve âhiretin şiddetinden yüz
çevirmektedirler. Onu düşünmezler ve onun için hazırlanmazlar. Yüce Allah,
hikmet sahibi güçlü ilahın var olduğunu anlattıktan sonra, putlara tapanları
reddetmek üzere şöyle buyurdu: [8]
4. Ey Muhammedi
O müşriklere de ki: ilah olduklarını iddia ettiğiniz ve Allah'ı bırakıp
kendilerine taptığınız o putları bana söyleyin. Onlar yerküresinin parçalarından
ve onun üzerinde bulunan insan veya hayvanlardan ne yarattılar? Bana gösterin
ve bildirin. Yoksa onların, göklerin yaratılışında, Allah ile bir ortaklığı mı
var? Allah tarafından, Kur'an'dan önce indirilmiş ve size putlara tapmayı
emreden kitaplardan bir kitap getirin. Bu, acze düşürmeyi ifade eden bir
emirdir. Çünkü onların, Allah'a ortak koşulacağını gösteren bir kitabı yoktur.
Aksine bütün kitaplar, Allah'ın bir olduğunu anlatmaktadır. Yoksa, öncekilerin
ilimlerinden bunu gösteren bir ilim kalıntısı mı var? Onların, Allah'ın
ortaklan olduğuna iddianızda doğru iseniz, bana böyle bir kitap ve ilim
kalıntısı getirin. Ebû Hayyân şöyle der:Yüce Allah onlardan, Allah'tan başkasına
ibadet etmelerinin doğruluğuna şahitlik edecek bir kitap veya öncekilerin
ilimlerinden bir kalıntı getirmelerini istedi. Bundan maksat, onları kınamaktır.
Çünkü Allah tarafından indirilmiş olan bütün kitaplar O'nun birliğini ve şirkin
bâtıl olduğunu anlatmaktadır. Yani, onların aklî
veya naklî bir dayanağı yoktur.[9]
Bundan sonra Yüce Allah, müşriklerin sapıklıklarını bildirmek üzere şöyle
buyurdu: [10]
5. İşitemeyen
ve akıl edemeyen cansızlar oldukları için dua edenlerin duasını işitmeyen,
muhtaçların ihtiyaçlarını bilmeyen ve kendilerine seslenenlere asla cevap
veremeyen putlara tapanlardan daha câhil ve sapık hiç kimse yoktur. Onlar,
ibadet edenlerin duasını ne işitirler, ne de anlarlar. Bu âyette, putlar ve
onlara ibadet edenlerle alay ifadesi vardır. Müşrikler, putlara taptıkları ve
onları zarar veya fayda veren kimseler yerine koydukları için, putlar için,
akıllılar yerine kullanılan zamir
kullanıldı. Böylece kâfirlerin
iddialarına uygun olarak, işitmemek fayda sağlamamak ve duaya icabet edememek
sıfatlarıyla nitelenmeleri uygun oldu. [11]
6. İnsanlar
kıyamet günü hesap için toplanıldığmda, putlar, kendilerine ibadet edenlere,
fayda yerine zarar veren düşmanlar olacaklardır, Putlar, kendilerine ibadet
edenlerden uzak duracaklardır. Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah, kıyamet
gününde putlara can verecek, onlar da kendilerine ibadet edenlerden uzak
duracaklar ve şöyle diyeceklerdir: "Dediklerinden uzak olduğumuzu sana
bildiriyoruz. Onlar zaten bize tapmıyorlar, (kendi isteklerine tapıyorlar)dı.[12]
Bu âyet Yüce Allah'ın şu sözüne benzer: "Hayır hayır. (O taptıkları) onların
ibadetlerini tanımayacak ve onlara hasım olacaklar"[13]
Allah'ın her şeye gücü yeter.[14]
7. Onlara,
Allah'ın kelâmından olduğu açık açık bilinen Kur'an âyetleri okunduğunda,
Kâfirler, Allah katından kendilerine gelen o hak Kur'an için, bu kuşkusuz bir
sihirdir. Sihir olduğu açıktır" dediler. Onların tam manâsıyla inkarcı ve sapık
olduklarını tescil etmek için, zamir yerine, şeklinde açık isim konuldu. Ebû
Hayyân şöyle der: Onlara gelir gelmez" i-fadesi, kendilerine okunan âyetleri
düşünmediklerine, aksine, inat ve zulümlerinden dolayı işitir işitmez sihre
nisbet ettiklerine ve onu "şüphesiz apaçık bir sihir" diye nitelediklerine
dikkat çekmektedir.[15]
8. Yoksa,
"Muhammed bu Kur'an'ı kendiliğinden uydurdu mu?" diyorlar. Bu soru ret ve kınama
ifade eder. De ki, farzedelim ki onu ben uydurdum, öyleyse bu hususta
Allah
bana yeter. Ona iftiradan dolayı beni
cezalandıracak olan O'dur Siz, O'nun azabını benden çeviremezsiniz. O halde ben,
sizin için nasıl O'na iftira eder de, kendimi O'nun azabına atarım. Yüce Allah,
Kur'an hakkında yaptığınız dedikoduları ve "O bir sihirdir, bir uydurmadır, bir
şiirdir" şeklindeki kötüleyici sözlerinizi ve diğer kötüleme usullerini bilir.
Benimle sizin aranızda, Yüce Allah'ın şahit olması yeter. O benim doğru
söylediğime ve tebliğ görevimi yaptığıma, sizin de yalancı ve inkarcı olduğunuza
şahitlik eder. O, tevbe edenleri çok bağışlayan, mü'min kullarına çok merhamet
edendir. Ebû Hayyân şöyle der: Burada, inkârdan döndükleri takdirde onlar için
bağışlanma ve rahmet vaad edilmekte ve Yüce Allah'ın onları teşvik ettiğine
işaret edilmektedir. Çünkü Yüce Allah onları hemen cezalandırmadı.[16]
9. De ki:
Dünyada ilk peygamber ben değilim. Benden önce hiç kimsenin getirmediği bir şeyi
de getirmiş değilim. Bilakis, benden önce birçok peygamberlerin getirdiği şeyi
getirdim. Benim bu getirdiğim şeyi niçin yadırgayıp garipsiyorsunuz? Bid' ve
bedî', benzeri görülmemiş şey demektir. İbn Kesir şöyle der: Ben benzeri
görülmemiş bir şey değilim ki, beni yadırgıyor ve gönderilmemi uzak
görüyorsunuz. Kuşkusuz Allah, bütün peygamberleri ümmetlerine benden Önce
göndermiştir, Allah'ın, benim ve sizin hakkınızda ne hükmedeceğini bilmiyorum.
Çünkü Allah'ın tayin ettiği kader gizli tutulmuştur. Ben sadece, Allah'ın bana
indirdiği vahye uyuyorum, kendimden hiçbir şey icat etmiyorum. Ben sadece, sizi
Allah'ın azabına karşı uyaran, kesin deliller ve parlak mucizelerle açıkça
korkutan bir peygamberim. [17]
10. Ey
Muhammed! De ki: "Ey müşrik topluluğu! Eğer bu Kur'an gerçekten Allah'ın kelamı
ise, siz de bunu yalanlamış ve inkâr etmişseniz..." Bu şartın cevabı
söylenmemiştir. Takdiri, "Haliniz nice olur?" şeklindedir. İsrailoğulları
âlimlerinden bir adam, Kur'an'm doğruluğuna şahitlik etmiş ve ona inanmıştı. Siz
ise kibirlenip iman etmediniz. Sizin haliniz ne olacak?! Siz, insanların en
sapığı ve en zalimi değil misiniz? Zemahşerî şöyle der: Bu şartın cevabı
söylenmemiş olup takdiri şöyledir: Eğer bu Kur'an Allah katından ise, siz de onu
inkâr etmişseniz, siz zalim değil misiniz? Söylenmeyen bu cevabın ne olduğunu
Yüce Allah'ın şu sözü göstermektedir: Kuşkusuz Allah zâlim ve kâfir olanı hayra
ve imana muvaffak kılmaz.[18]
Tefsirciler şöyle der: İsrailoğullarından bu
şahitliği yapan kişi Abdullah b.
Selâm'dır.(r.a.) Olay şöyle olmuştu: Rasullah (s.a.v) Medine'ye geldiğinde,
Abdullah b. Selâm denemek için onun yanma geldi. Hz. Peygamberin (s.a.v.) yüzüne
baktığında, onun yalancı bir yüz olmadığını anladı. Düşündü ve onun, beklenen
peygamber olduğu gerçeğini anladı. Hz. Peygamber (a.s.)'e dedi ki: Ben sana üç
şey soracağım. Onları peygamber olandan başkası bilmez. Kıyamet alâmetlerinin
ilki nedir? Cennet ehlinin yiyeceği ilk yemek nedir? Niçin çocuk babasına veya
anasına benzer? Rasulullah (s.a.v.) bu soruları cevaplayınca, Abdullah b. Selâm:
Şehâdet ederim ki, sen, Allah'ın hak peygamberisin" dedi.[19]
Bundan sonra Yüce Allah
müşriklerin şüphelerinden bir başka şüpheyi reddetti: [20]
11. Mekke
kâfirleri, mü'-minler hakkında dediler ki: Bu Kur'an ve din, hayırlı bir şey
olsaydı, zayıf fakirler bizden önce iman etmezlerdi. İbn Kesîr şöyle der:
Kâfirler bu sözleriyle, müslüman olmuş ve peygambere inanmış Bilâl, Ammâr,
Suheyb, Habbâb ve benzeri zayıfları, köleleri ve cariyeleri kastediyorlar
(radiyallâhu anhum).[21]
Mucizeliğinin açıklığına rağmen Kur'an
ile doğru yolu bulamayınca dediler ki: Bu eski bir yalan olup, eskilerden
nakledile gelmiş bir şeydir. Muhammed onu kendisi getirip Allah'a nisbet
etmiştir. [22]
12. Kur'an'dan
önce de, imama uyulduğu gibi, Allah'ın dini ve şeriatı hususunda kendisine
uyulan bir kılavuz ve inanıp içindekilerle amel edenler için bir rahmet olarak,
Musa'ya indirilen Tevrat vardı. Fahreddin Râzî şöyle der: Bu âyetin, önceki
kısımla alâka yönü şöyledir: Müşrikler, Kur'an'm doğruluğunu inkâr ettiler. Ve
dediler ki: Eğer o hayırlı bir şey olsaydı, zayıf çapulcu takımı bizden önce
iman edemezdi. Yüce Allah onlara şöyle cevap verdi: Siz Allah'ın, Musa'ya
Tevrat'ı indirdiğini ve onu, kendisine uyulan bir önder kıldığını
tartışmıyorsunuz. O Tevrat aynı zamanda Muhammed (s.a.v)'in geleceğini
müjdelemektedir. Onun Allah katından olduğunu .kabul ettiğinize göre,
Muhammed'in, Allah tarafından gönderilmiş bir peygaVnber olduğuna dair getirdiği
hükmü de kabul edin.[23]
Bu Kur'an, şanı yüce ve kendisinden önceki kitapları tasdik eden, fasih bir
Arapça ile gönderilmiş bir kitaptır. Kur'an'ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Halbuki,
o, Tevrat'tan daha açık, delili daha parlak ve mucizeliği daha
tesirlidir,
Kur'an, zâlim Mekke kâfirlerini cehennem
azabıyla korkutmak, güzel amel işleyen mü'minleri de Naîm cennetleriyle
müjdelemek için indirilmiştir. Yüce Allah, Kur'an'ı yalanlayan müşriklerin
durumunu açıkladıktan sonra, ardından, Allah'ın şeriatı üzerine dosdoğru yürüyen
mü'minlerin durumunu
da açıkladı: [24]
13. İman edip
Allah'ın birliğine inanan ve O'nun şeriatı üzerinde dosdoğru yürüyenler var ya!
Âhirette onların, başına korkacakları hiçbir kötü şey gelmez. Dünyada geride
bıraktıkları şeyler için de üzülmezler. [25]
14. İşte
dinlerinde dosdoğru yürüyen o mü'minler, cennet ehlidir. Orada ebedî olarak
kalacaklardır. Onlar, iyi amellerine karşılık bu nimetleri elde
etmişlerdir. [26]
15. Allah'ın
rızası, ana ve babanın rızasında, gazabı da onların gazabında olunca, Yüce Allah
kullarını o rızaya teşvik etti. Yani, biz insana, anne ve babaya iyilik etmesini
kesin ve kuvvetli bir şekilde emrettik.
Bundan sonra Yüce Allah, bunun sebebini açıklamak Üzere şöyle buyurdu: Annesi
onu güçlük ve zorlukla taşıdı ve yine onu güçlük ve zorlukla doğurdu. Çocuğun
ana karnında taşınma ve süt emme müddeti ikibuçuk yıldır. Anne, bu müddet
boyunca yorgunluk ve zorluklara katlanır. İbn Kesîr der ki: Yani, anne, çocuk
yüzünden gebelik anında aş ermek, kusmak, çocuğu karnında taşımak ve hamile
kadınların karşılaştığı diğer güçlük ve meşakketlere katlanır ve aynı şekilde
onu, şiddetli doğum sancılarının sıkıntısı ile doğurur. Âlimler, Lukman
süresindeki, Onun memeden kesilmesi iki senedir"[27]
âyetiyle birlikte bu âyetten, gebelik süresinin en az altı ay olduğuna delil
getirmişlerdir. Bu, kuvvetli ve sağlam bir hüküm çıkarmadır.[28]
Nedicede bu çocuk yaşayıp, kuvveti ve aklı olgunlaşınca, Mis ve genç ve kuvvetli
olarak kırk yaşma varınca, ki bu akıl ve olgunluk gelişmesinin sonudur[29]
di ki, "Ey Rabbim! Bana ve anne ve babama verdiğin nimetine şükretme-yi
bana ilham et.
Onlar, kendilerine verdiğin nimet sayesinde,
beni küçükken büyütüp beslediler. Seni benden razı kılacak iyi amel
işlemeye beni muvaffak et. Soyumu ve zürriyetimi salih kişiler kıl. Şeyhzâde
şöyle der: Bu duayı yapan şahıs, Allah'tan üç şey istemiştir: Birincisi, Allah'ın,
kendisini nimete şükretmeye muvaffak kılması. İkincisi, Allah katında
makbul itaat yapmaya muvaffak
etmesi. Üçüncüsü. Soyu içersinde salih
kişiler yaratması. İşte bu, insan mutluluğunun doruk noktasıdır.[30]
Ey Rabbim! Ben bütün günahlardan Sana tevbe ettim. Ben, İslama sarılanlardan
oldum. İbn Kesir şöyle der: Bu âyette, kırk yaşına eren kimseye, yeniden tevbe
edip Allah'a dönmesi ve bu hususta azimli ve kararlı olması irşat
edilmektedir.[31]
16. İşte bu
anlatılan vasıflan taşıyanların itaatlerini kabul eder ve amellerinin
karşılığını en üstünü ile veririz. Bilerek ve bilmeyerek yaptıkları hataları,
kendilerine af ve bağışlama ile ikramda bulunacağımız cennet ehliyle birlikte
bağışlarız. İyi amel işleyenlerin amelini kabul edecek, günahlarından da vaz
geçeceğiz diye, peygamberlerin diliyle kendilerine vazettiğimiz o sadık vaad
dolayısıyle bunu yapacağız. Yüce Allah, anne ve babasına iyilik eden kimsenin
durumunu ve bu durumun varacağı hayır ve mutluluğu temsili olarak anlattıktan
sonra, anne ve babasına karşı gelen insanın durumunu ve bu durumun varacağı
bedbahtlık ve helaki de temsili olarak anlattı:
[32]
17. Kendisini
imana çağırdıkları zaman anne ve
babasına, "Bu çağrınızdan dolayı öf size"
diyen kâfir evlada gelince, o şöyle der: Beni, öldükten sonra tekrar
di-riltilmekle mi tehdit ediyorsunuz? Halbuki benden önce nice insanlar gelip
geçmiş ve hiçbiri diriltilmemiştir. Anne ve babası, Allah'tan ona yardım
etmesini ve onu İslama İletmesini istiyorlar ve ona şöyle diyorlardı: Sana
yazıklar olsun! Allah'a inan. Öldükten sonra dirilmeyi ve haşri kabul et. Aksi
halde yok olursun. Kuşkusuz Allah'ın vaadi haktır. Onda yerine getirilmemezlik
yoktur. O bedbaht der ki: Öldükten sonra dirilme hususundaki bu sözleriniz,
hurafe ve boş şeylerden ibarettir. Öncekilerin yazdığı, asılsız
şeylerdendir. [33]
18. İşte o
suçluların cehennem ehli olacaklarına dair Allah'ın sözü gerçekleşmiştir.
Kurtubî şöyle der: Onlara azap vacip olmuştur. Ayetteki " soz"den maksat,
hadiste de bildirildiği gibi, Allah'ın şu sözüdür: "Onlar cehennemdedir. Ben
aldırış etmem"[34].
O azap onlara, kendilerinden önce gelip geçmiş cehennemlik insan ve cin
kâfirleri içersinde vacip olmuştur. Kuşkusuz onlar kâfirler olmuşlardır. Bundan
dolayı da gayretleri boşa gitmiş ve âhiretlerini yitirmişlerdir. Bu âyet,
onların cehenneme giriş sebebini bildirir. Fahreddin Râzî şöyle der: Bazı
tefsirciler der ki: Bu âyet, Ebû-bekir (r.a)'in oğlu Abdurrahman Islamı kabul
etmesinden önce, onun hakkında inmiştir. Doğrusu şudur ki, bu âyetle, muayyen
bir şahıs kastedilmemiş-tir. Aksine bundan maksat, bu sıfatı taşıyan herkestir.
Anne-babası kendisini hak dine çağırıp ta bunu kabul etmeyen ve inkâr eden
herkestir. Yüce Allah'ın, anne-babasma "öf be size" diyen kimseyi, "kendilerine
azap sözü vacip olanlardan" diye nitelemesi bunu göstermektedir. Şüphesiz
Abdurrahman iman etmiş ve güzelce İslama girmiştir. Kendisi müslümanların ileri
gelenlerindendir. Böylece âyeti onun hakkında yorumlamak boşa gitmiştir.[35]
19. Mü'min ve
kâfirlerden her birinin, amellerine göre makam ve mertebeleri vardır.
Mü'minlerin cennetteki mertebeleri yüksek; kâfirlerin cehennemdeki yerleri ise
alçaktır, Yüce Allah, onların
amellerinin karşılığını tam bir şekilde vermesi için karşılıklarım takdir etti.
Mü'minler derecelerine göre sevaplarından eksiltilmeksizin, kâfirler de
derekelerine, göre, cezaları artırılmaksızm amellerinin karşılığını
alırlar. [36]
20. İnkâr edenler
ateşe arzolunacakları gün: "Dünyadaki hayâtınızda bütün güzel
şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz. Bugün ise yeryüzünde haksız
yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan dolayı alçaltıcı bir azap
göreceksiniz!" denir.
21. Âd kavminin
kardeşini (Hûd'u) an. Hani o, kendinden önce ve sonra uyarıcıların da gelip
geçtiği Ahkâf bölgesindeki kavmine "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin Ben
sizin büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum." demişti.
22. "Sen bizi
tanrılarımızdan çevirmek için mi geldin?
Hadi, doğru söyleyenlerden
isen, bizi tehdit ettiğin şeyi başımıza getir"
dediler.
23. Hûd da,
"Bilgi ancak Allah katındadir. Ben size, gönderildiğim şeyi duyuruyorum. Fakat
sizin câhil bir kavim olduğunuzu görüyorum" dedi.
24 Nihayet onu,
vadilerine doğru gelen bir bulut şeklinde görünce "Bu bize yağmur yağdıracak bir
buluttur" dediler. Hayır! O, sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir. İçinde
elem verici azap bulunan bir rüzgârdır!
25. O, (rüzgâr)
Rabbinin emriyle her şeyi yıkar, mahveder. Bunun hemen ardından onların
yurtlarından başka bir şey görülmez oldu. İşte biz suç işleyen toplumu böyle
cezalandırırız.
26. Andolsun
ki, onlara da size vermediğimiz kudret ve serveti vermiştir. Onlara kulaklar,
gözler ve kalb-Ier vermiştik. Fakat kulakları, gözleri ve kalbleri kendilerine
bir fayda sağlamadı. Zira Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlardı. Alay edip
durdukları şey, kendilerini kuşatıverdi.
27. Andolsun
biz, çevrenizdeki memleketleri de yok ettik. Belki doğru yola dönerler diye
âyetleri tekrar tekrar açıkladık.
28. Allah'tan
başka kendilerine yakınlık sağlamak için tanrı edindikleri şeyler, kendilerine
yardım etselerdi ya! Hayır, onlardan kaybolup gittiler. Bu onların yalanı ve
uydurup durdukları şeydir.
29. Hani
cinlerden bir grubu, Kur'ân'ı dinlemeleri
için sana yöneltmiştik, Kur'ân'ı
dinlemeye hazır olunca (birbirlerine) "Susun"
demişler, Kur'ân'ın o-kunması
bitince uyarıcılar olarak
kavimlerine
dönmüşlerdi.
30. "Ey
kavmimiz! dediler, doğrusu biz Musa'dan sonra indirileni, kendinden öncekini
doğrulayan, Hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik."
31. "Ey
kavmimiz! Allah'ın da'vetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin
günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun."
32. Allah'ın
da'vetçisine uymayan kimse yeryüzünde
Allah'ı âciz bırakacak
değildir. Kendisi için Allah'dan başka dostlar da bulunmaz.
İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.
33. Gökleri ve
yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah'ın, ölçüleri diriltmeye de gücünün yettiğini görmüyorlar
mı? Evet O, her şeye kadirdir.
34. İnkâr
edenlere, ateşe sunulacakları gün "Nasıl, bu gerçek değil miymiş?" denildiğinde
"Evet, Rab-bimize andolsun ki gerçekmiş" derler. Allah: "Öyleyse inkâr
etmenizden dolayı azabı tadın!" der.
35. O hâlde
peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret. İnkarcılar
hakkında acele etme, onlar va'dedildikleri azabı gördükleri gün, sanki dünyada,
gündüzün sâdece bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu, bir tebliğdir.
Yoldan çıkmış topluluklardan başkası helak edilir mi hiç?!
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde bazı
bedbahtların durumunu anlattıktan sonra, ardından kâfirlerin âhiretteki
hallerini anlattı. Sonra da güçlü ve kuvvetli olmalarına rağmen taşkınlıkları
yüzünden Allah'ın helak ettiği Ad kavmi kıssasını anlattı. Bütün bunları,
yalanlama ve taşkınlığın âkibetini Kureyş kâfirlerine hatırlatmak için nakletti.
Bu mübarek sûreyUşittiklerinde Kur'an'a inanan ve kavmini imana çağıran bir grup
cinnin kıssasını anlatarak sona erdirdi. [37]
Kelimelerin İzahı
Hûn, horluk ve zillet
demektir.
Ahkâf, büyük kum yığınları
manasınadır. Bu kelime kelimesinin çoğuludur. Hıkf, eğri, uzun ve büyük kum
yığını demektir. Burada Ahkâf tan maksat Âd kavminin yurdudur.[38]
Bizi ayırasın ve çeviresin diye.
Yalan söylemek demektir. And, ufukta görülen bulut.
Yok ediyor. Yok etmek demektir. da böyledir. Gönderdik,
yönelttik.
Zayıflar, âciz kalır. Yorulmak ve
âciz kalmak mânâsına gelen mastarındandır. [39]
Âyetlerin Tefsiri
20. Ey
Muhammedi Cehennem ateşinin üzerindeki örtünün kaldırılacağı ve ateşin kâfirlere
görüneceği günü onlara hatırlat. O gün onlar ateşe baka baka ona
yaklaştırılırlar. Bu cümlede hazif vardır. Yani, kınama ve azarlama yolu ile
onlara şöyle denilir: Siz güzel nimetlerinizi yok ettiniz. Yani, dünya
lezzetlerini elde ettiniz, arzularına kavuştunuz. Bugün artık âhirette payınız
kalmadı. Ebû Hayyân şöyle der: Burada "tayyibât"tan maksat, yenilen, içilen,
giyilen, döşenen, binilen ve refah ehli kişilerin faydalandığı diğer zevk ve
lezzet verici nimetlerdir.[40]
Siz dünyada, o lezzetli ve güzel nimetlerden faydalandınız. Tefsirciler şöyle
der: Âyetten maksat şudur: Siz iman etmediniz ki, âhiret nimetlerini elde
edesiniz. Aksine iman ve itaati bırakıp dünya arzuları ve onun zevkleriyle
meşgul oldunuz. Gençliğinizi inkâr ve isyan içersinde yok ettiniz. Geçici olanı,
sonsuz olana tercih ettiniz. Artık bundan sonra, sizin için hiç bir nimet
kalmadı. Artık bugün, yani hesap günü, zillet ve horluk azabına kavuşacaksınız.
Bu, dünyada kibirlenip iman ve itaat etmeyişiniz ve Allah'a itaatten çıkmanız,
günah işlemeniz ve isyan etmeniz yüzündendir. Fahreddin Râzî şöyle der: Bu âyet,
nimetlerden yararlanmanın yasak olduğunu göstermez. Çünkü bu âyet kâfirler
hakkında gelmiştir. Kâfir dünya nimetlerinden faydalanıp da. iman ve itaat
ederek bunlara şükretmediği için Yüce Allah onu kınamıştır. Mü'mine gelince, o
iman etmek suretiyle, nimeti verene şükrünü eda eder. Dolayısıyle, nimetten
faydalanıyor diye kınanmaz. "De ki, Allah'ın, kullan için verdiği süsü ve temiz
rızıkları kim haram kıldı?[41]
mealindeki âyet bunun delilidir. Evet, refah içinde yaşamaktan sakınmanın daha
iyi olduğu inkâr edilemez. Ömer'in (r.a.) şu sözü de bu mânâya yorumlanır:
İsteseydim, elbette en güzel yemekleri yiyeniniz ve en güzel giyeniniz olurdum.
Fakat ben güzel nimetlerimi âhiret hayatıma bırakmak istiyorum.[42]
İbn Cüzey şöyle der: Bu âyet kâfirler hakkındadır. Az önce geçen, "O gün,
kâfirler ateşe arz olunacaklardır" mealindeki âyet de bunun delilidir. Bununla
beraber bu âyet, takva sahibi mü'minler için öğüt verici niteliktedir. Bundan
dolayı et satın aldığını gördüğü Câbir b. Abdullah'a, Ömer(r.a.) şöyle
demiştir: "Sizden biriniz, bir şeye her iştalılandıkça onu karnına mı indirir?!
Şu âyetin muhatabla-rmdan olmaktan korkmuyor musun? Onlar, Allah'ın, haklarında
"Dünya hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız" buyurduğu
kimselerdir."[43]
21. Ey
Muhammedi İbret almaları için o müşriklere, Allah'ın peygamberi Hud (a.s.)'un,
kavmi Âd ile olan kıssasını anlat, Hani o bir zamanlar, Ahkâf ta oturmakta olan
kavmini, iman etmezlerse Allah'ın azabına
çarpılacaklarına dâir
uyarmıştı. Ahkâf, Yemen ülkesinde, büyük kum tepeleridir. İbn
Kesîr şöyle der: Ahkâf, "kum dağı" mânâsına gelen "hıkf" in çoğuludur. Katâde
şöyle der: Bunlar Yemen'de bir kabile olup, kumluk bölgede, denize yakın Şahr
denilen bir yerde yaşarlardı.[44]
Hud'tan önce de sonra da, uyarıcı peygamberler gelip geçmiştir. Bu bir ara
cümlesidir. Hud (a.s.)'tan önce de sonra da, Yüce Allah'ın peygamberler
gönderdiğini haber vermektedir. Hud (a.s) onlara şöyle diyerek sakındırdı:
Allah'tan başkasına ibadet etmeyin. Allah'tan başkasına ibadet ederseniz,
başınıza korkunç bir günün yani kıyamet günü azabının gelmesinden
korkarım. [45]
22. Onun
uyarmasına cevap olarak şöyle dediler: Ey Hûd! Bizi, ilahlarımıza tapmaktan vaz
geçirmek için mi geldin? Bu bir soru olup, kendilerini hakka çağırdığı için, Hud
(a.s.)'ı cehalet ve beyinsizlikle itham etmek maksadıyla sorulmuştur. Eğer
doğru söylüyorsan, bizi tehdit ettiğin azabı getir. İbn Kesîr şöyle der: Vuku
bulacağını uzak gördükleri için, Allah'ın azabının çabuk gelmesini istediler.[46]
23. Hud (a.s.)
onlara dedi ki, azabın ne zaman geleceğini ben bilmem. Onu ancak Allah bilir.
Ben ancak, Allah'ın benimle size gönderdiğini tebliğ ediciyim. Fakat ben, azabın
çabucak gelmesini istemenizden dolayı, sizi cahil bir kavim olarak
görüyorum. [47]
24. Göğün
ufkunda ve vadilerine doğru yönelip gelmekte olan bulutu gördüklerinde
sevindiler. "Bu bulut bize yağmur getirecek" dediler. Tefsirciler şöyle
der: Âd kavmine yağmurun yağması
gecikmiş, uzun süre kıtlığa maruz kalmışlardı. Gelmekte olan o bulutu
gördüklerinde, onun yağmur olduğunu zannettiler ve buna çok sevindiler. "Bu,
bize yağmur getirecek bir buluttur" dediler, Hud (a.s.) onlara dedi ki: O, sizin
sandığınız gibi yağmur değildir. Aksine o, hemen gelmesini istediğiniz azaptır.
Yüce Allah bunu şu sözüyle açıklamıştır O, helak edici şiddetli bir rüzgârdır.
Onda elem verici korkunç bir azap vardır. [48]
25. O rüzgar,
Yüce Allah'ın izni ve emriyle,
uğradığı insanların, hayvanların ve
malların hepsini harap edip yok eder. İbn Abbas şöyle der: Rüzgâr ilk defa Âd
kavmine gelmiştir. İnsanlara ve hayvanlara gelip onları yerden kaldırarak göğe
savururdu. Hattâ onlar tüy gibi olurdu. Sonra onları yere vururdu. Bunun üzerine
evlerine girip kapılarını kapattılar. Fakat rüzgâr kapıları kırıp onfarı yok
etti. İşte Yüce Allah'ın, "o rüzgâr, Rabbinin emri ile her şeyi helak eder"
mealindeki âyetinde anlatılan budur. Yani o rüzgar, Ad kavminden rastladığı
insan ve malın hepsini yok eder. Tedmîr, yok etmek demektir.[49]
Rivayete göre, Hz. Âişe (r.a) şöyle buyurmuştur: Rasulullah (s.a.v) herhangi bir
bulut veya rüzgâr gördüğünde, yüzünde bir hoşnutsuzluk görülürdü. Dedim ki, "Ey
Allah'ın Rasulü! İnsanlar bulut gördüklerinde, yağmur yağacak ümidiyle
sevinirler. Sen bir bulut gördüğünde, ise yüzünde bir hoşnutsuzluk belirdiğini
görüyorum" Hz. Peygamber(a.s.) şöyle buyurdu: "Ey Âişe! O bulutta bir azap olup
olmayacağından emin değilim. Belki de onda, bir kavim rüzgârla cezalandırıldığı
azap vardır. Bir kavim o azabı görmüş te, "İşte bu, bize yağmur getirecek
bulut!" demişti.[50]
Bunun üzerine helak oldular. Evlerinden başka bir şey görünmez oldu. Çünkü
rüzgâr, onlardan kalıntı ve boş yurtlardan başka bir şey bırakmadı, İşte suçlu
isyankârı, böyle şiddetli bir azapla cezalandırırız. Fahreddin Râzî şöyle der:
Maksat, Mekke halkını korkutmaktır.[51]
Bunun içindir ki Yüce Allah daha sonra şöyle buyurdu: [52]
26. Buradaki
olumsuzluk edatı olup manasınadır. Yani, "ey Mekke halkı! Size vermediğimiz
kuvvet, zenginlik ve uzun ömrü Âd kavmine vermiştik.[53]
Bu âyet, Mekke kâfirlerine tehdit yollu bir hitaptır. Onlara kulak, göz ve kalp
verdik ki, o nimetleri bilsinler ve onlarla, nimeti veren yaratıcının varlığına
delil getirsinler, Bu duyu organları hiçbir fayda vermedi ve Allah'ın azabından
herhangi bir şeyi onlardan savmadı. Fahreddin Râzî şöyle der: Yani, biz onlara
nimet kapılarını açtık. Onlara kulak verdik. Fakat onu delilleri dinlemek için
kullanmadılar. Onlara göz verdik Fakat onu ibretleri düşünmek için
kullanmadılar. Onlara kalp verdik. Fakat onu Allah'ı tanıma yolunda
kullanmadılar. Aksine bu kuvvetleri, dünya ve onun lezzetlerini aramada
kullandılar. Böyle olunca da,
kuşkusuz o organlar, Allah'ın azabından
hiçbir şeyi savma hususunda onlara fayda vermedi. Bu bölüm, önceki kısmın
sebebini açıklar. Yani, çünkü onlar, Allah'ın peygamberlere indirilmiş olan
âyetlerini inkâr ediyorlar ve peygamberleri yalanlıyorlardı. Alay ederek hemen
gelmesini istedikleri azap inip onları kuşattı.
[54]
27. Bu, Mekke
kâfirlerini korkutan başka bir âyettir. Yani, ey Mekke halkı! Kuşkusuz ki, Âd,
Semûd, Sebe' ve Lût kavmi gibi size komşu olan ve etrafınızda bulunan ülkeleri
helak etmiştik. Ülkelerin yok edilmesinden maksat, oralarda oturanların yok
edilmesidir. Hüccetleri, delilleri, öğütleri ve apaçık mucizeleri tekrar tekrar
gösterdik. İnkâr ve sapıklıklarından dönmeleri için bunları kendilerine
açıkladık. [55]
28. İddialarına
göre, kendilerini Allah'a yaklaştıracak olan ve azabı onlardan defetmek için
kendilerine şefaatçi kıldıkları ilahları onlara yardım etseydi ya ?! Âyetteki
edatı, teşvik edatı olup manasınadır.
Olumsuzluk mânâsı ifade eder. Yani ilahları onlara yardım etmedi ve Allah'ın
azabını onlardan savmadı, demektir. Bilakis kendilerine en çok muhtaç iken,
ilahları, onları yardımsız bırakmış onlara görünmemişlerdir. Kuşkusuz, dostun
dostluğu sıkıntı anında belil olur. Ebussuûd şöyle der: Âyette, onlarla alay
ifadesi vardır. İlahların yardım etmemeleri, sanki orada bulunmamalarından ileri
gelmektedir.[56]
Onların başlarına gelen azap, yalanları ve Allah'a karşı iftiralarıdır. Çünkü
onlar, putların, Allah'ın ortakları ve Allah katında kendilerine şefaatçi
olduklarını iddia etmişlerdi. [57]
29. Ev
Muhammedi Hatırla ki, bir zamanlar, Kur'an'ı dinlemeleri için bir grup cinni
sana göndermiştik. Bey-zavî şöyle der: Nefer, on kişiden daha az olan topluluk
demektir. Rivayete göre, Resulullah (s.a.v), Taiften dönerken, Nahle vadisinde
bulunduğu sırada cinler ona gelmişler, teheccüd namazında Kur'an okurken
dinlemişlerdi.[58]
Cinler, Kur'an okunurken orada bulunduklarında birbirlerine, "Kur'an'ı dinlemek
için susun" dediler. Kurtubî şöyle der: Bu, Kureyş müşriklerini bir kınamadır.
Yani, cinler Kur'an'ı dinledi, Allah katından olduğunu anladı ve iman ettiler.
Halbuki siz, ondan yüz çevirip İsrarla inkâr ediyorsunuz.[59]
Kur'an'ın okunması sona erince, iman etmedikleri takdirde Allah'ın azabına
uğrayacaksınız diye onları uyarmak üzere kavimlerine döndüler. Fahreddin Râzî
şöyle der: Onların
uyarıları, ancak kendileri iman ettikten
sonra olur. Çünkü onlar ancak kendileri iman ettikten sonra, başkalarını Kur'an
dinlemeye ve onu tastik etmeye da'vet edebilirler.[60]
30. Dediler ki,
"Ey kavmimiz! Biz, Musa'dan sonraki bir peygambere indirilmiş olan yüce ve
parlak bir kitabı dinledik. İbn Abbas şöyle der: Cinler, İsa (a.s.)'mn peygamber
olarak gönderilme olayını işitmemişlerdi.[61]
O kitap, kendisinden önceki Tevrat'ı tasdik edici olarak indirilmiştir. O Kur'an
apaçık hakka ve Allah'ın dosdoğru dinine giden yolu gösteriyor. [62]
31. Ey
kavmimiz! Muhammed (a.s.)'in size yaptığı "iman" çağrısını kabul edin ve
peygamberliğini tasdik edin. Böyle yaparsanız, Allah günahlarınızı siler ve sizi
elem verici, şiddetli bir azaptan kurtarır. [63]
32. Kim Allah'a
inanmaz ve peygamberinin davetini kabul etmezse, bilsin ki, o, Allah'ı kendini
takipten aciz bırakamaz ve kaçıp kurtulamaz.
Onu, Allah'ın azabından koruyacak yardımcıları da yoktur. Allah'ın
davetini kabul etmeyenler, apaçık bir ziyan içindedirler. Burada, Kur'an'ı
dinlemiş olan cinlerin sözü sona ermektedir.
Bundan sonra Yüce Allah, birliğini
ve gücünü gösteren delilleri anlattı: [64]
33. Öldükten
sonra dirilmeyi ve haşri inkâr eden o kâfirler bilmezler mi ki, daha önce bir
benzeri olmadan, başlangıçta gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratırken yorulmayan ve zayıf
duruma düşmeyen yüce ve güçlü olan Allah ölüleri, yok olduktan sonra tekrar
diriltmeye ve vücutları parçalandıktan sonra onlara yeniden hayat vermeye de
gücü yeter. Evet, kuşkusuz Yüce Allah'ın her şeye gücü yeter. Hiçbir şey O'nu
acze düşüremez. Onları önce yarattığı gibi tekrar diriltebilir. [65]
34. Muhammed! O
müşriklere, âhirette görecekleri
sıkıntı ve şiddetli
olayları anlat. Ateşe
sunulacakları günü hatırlat. O zaman onlara " Tadacağınız bu azap hak değil mi?"
denir. "Bu bir büyü müdür? Yoksa siz mi görmüyorsunuz?"[66]
Derler ki: Evet, Rabbimizin izzetine yemin olsun ki, haktır. Kurtulma
ümidiyle, sözlerini yeminle pekiştirirler. Fahreddin Râzî şöyle der: Âyetten
maksat, onlarla alay etme, Allah'ın va'di ve tehdidi ile alay etmeleri ve
"Biz
asla azaba uğratılacak değiliz"[67]
demelerinden dolayı onları kınamadır.[68]
Onlara, "inkârınızdan dolayı, elem verici azabı
tadınız" denilir. [69]
35. Değerli
peygamberlerin meşhurlarının sabrettiği gibi, müşriklerin eziyetlerine sabret.
O peygamberler Nûh, İbrahim, Mûsâ ve îsa (aleyhimu's-selâm) dır. Kureyş
kâfirlerine çabucak azap edilmesi için beddua etme. Çünkü o azap, kuşkusuz
onlara inecektir, Âhirette azabı açıkça görecekleri zaman, sanki onlar dünyada,
gündüzden bir saat kadar kalmışlardır. Azabın şiddetini ve uzunluğunu gördükleri
zaman böyle olduğunu sanarlar. Bu bir bildiri ve bir uyarıdır. Helak ve ölüm,
sadece, Allah'a itaattan çıkan kafirler içindir. [70]
Bir Uyarı
Tefsirciler şöyle der: Cinler,
göklerde konuşulanları gizlice dinliyorlardı. Gökler ateş parçaları ile
korununca, İblis: "Göklerde meydana gelen bu olay, yerde meydana gelen bir işten
dolayıdır" dedi ve haberi almak için birliklerini gönderdi. Cinlerin ileri
gelenlerinden bir kafile, Nusaybin'den Tihâme'ye gitti Batn-ı Nahle'ye
vardıklarında, namaz kılıp Kur'an okumakta olan Peygamber (a.s.)'i duydular ve
"susun" deyip onu dinlediler. Rasu-lullah (s.a.v) okumayı bitirince iman ettiler
sonra da, kavimlerini uyarmak üzere döndüler ve onları imana çağırdılar. Bundan
sonra cinler peygamber (a.s.)'e topluluklar halinde geldiler. İşte bu olay,
"Hani bir grup cinni sana göndermiştik" mealindeki âyetin, nüzul sebebidir. [71]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre, birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda
özetliyoruz:
1. "Bundan
önceki bir kitabı bana getirin" âyetindeki emir, acze düşürmeyi ifade eder. Bu
emirden maksat, muhatabı acze düşürmektir,
2. Arasında
cinâs-ı iştikak vardır.
3. Arasında tıbâk sanatı vardır.
4. "Biz insana,
anne ve babasına iyi davranmasını emrettik" âyetinden sonra, Annesi onu zahmetle taşıdı"
âyetinin gelmesi, umumdan sonra
hususun zikridir. Bu anne hakkının büyüklüğünden dolayı ona
daha çok ilgi göstermek ve önem vermek içindir.
5. "Onu taşıdı"
ile onu doğurdu" arasında tıbâk vardır.
6. "Bu,
eskilerin masallarından başka bir şey değildir" cümlesi hasr ifade eden bir
kalıptır.
7. "Herkesin,
yaptıklarına göre dereceleri vardır" cümlesinde istiare vardır. Yüce Allah,
"dereceler"i, bahtiyar ve bedbahtların mertebeleri yerinde müsteâr olarak
kullandı.
8. "Siz, temiz
nimetlerinizi dünya hayatınızda yok ettiniz" cümlesinde, kınama ve azarlama ile
birlikte hazif yoluyla îcâz vardır. "Onlara şöyle denilir"
takdirindedir.
9. "Onlara
kulak, göz ve kalpler vermiştik" âyetinden sonra gelen, Fakat kulakları,
gözleri ve kalpleri onlara bir fayda sağlamadı" cümlesinde lafzın tekrarı ile
itnâb yapılmıştır. Bu da onların
yaptıklarının çirkin ve âdi olduğunu daha çok vurgulamak içindir.
10. Gibi âyet
sonlarında, kelamın güzelliğini ve nazmın hoşluğunu artıran uygunluk vardır. Bu,
güzelleştirici edebî sanatlardandır.
Allah'ın yardımıyla "Ahkâf
Sûresi"nin tefsiri bitti. [72]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/55.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/56.
[3] Tefsîr-i kebîr, 28/7
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/60-61.
[5] Geniş bilgi için, bkz. Bakara sûresi'nin ük
âyeti
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/61.
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/61.
[7] İbrahim sûresi, 14/48
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/61.
[9] Bahr, 8/55
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/61-62.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/62.
[12] Kasas sûresi, 28/63
[13] Meryem sûresi, 19/82
[14] Bkz. Tefsîr-i kebîr, 28/6
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/62.
[15] Bahr, 8/56
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/62.
[16] Bahr, 8/56
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/62-63.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/63.
[18] Keşşaf, 4/236
[19] Abdullah b. Selam'ın (r.a.) İslama girişi Buhârî'de
genişçe anlatılmıştır. Bkz. Buhâri, Menâkıbu'l-Ensâr, 19.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/63-64.
[21] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/31
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/64.
[23] Tefsîr-i kebîr, 28/12
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/64-65.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/65.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/65.
[27] Lukman sûresi, 31/14
[28] Muhtasar-ı tbn Kesir, 3/319
[29] Alimler, "Bundan dolayı 40 yaşından küçük peygamber
gönderilmemiştir" dediler.
[30] Beyzâvî Haşiyesi, 3/336
[31] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/320
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/65-66.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/66.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/66.
[34] Kurtubî, 16/198. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/239;
6/441
[35] Tefsîr-i kebîr, 28/23, Bu, İbn Kesîr, Kurtubî, Ebussuûd
ve Ebû Hayyân gibi araştırmacı tefsircilerin tercihidir.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/66-67.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/67.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/71.
[38] Kurtubî, 16/203
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/71.
[40] Bahr, 8/63
[41] A'raf sûresi, 7/32
[42] Tefsîr-i kebîr, 28/25
[43] Teshil, 4/44
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/72.
[44] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/322
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/73.
[46] A.g.e, gösterilen yer.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/73.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/73.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/73.
[49] Kurtubî, 16/206
[50] Buhari, Tefsîru'l-Kur'ân, 46/2.
[51] Tefsîr-i kebir, 28/29
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/73-74.
[53] Bazı tefsircilere göre, buradaki zâiddir. Buna göre mânâ şöyle olur: Size
verdiğimiz şeyleri onlara da vermiştik. Yani, size verdiklerimizin benzerini
onlara da vermiştik. Önceki mânâ daha tercihe şayandır. Zira maksat şudur: Onlar
sizden daha kuvvetli idiler. Buna rağmen Allan'ın azabından kurtulamadılar. Hal
böyle olunca, sizin durumunuz nasıl olur? Tekrardan doğacak ağırlığı önlemek
için, getirilerek, denilmedi.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/74-75.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/75.
[56] Ebussuûd, 5/69.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/75.
[58] Beyzavî Haşiyesi, 3/341
[59] Kurtubî, 16/210
[60] Tefsîr-i kebîr, 28/32
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/75-76.
[61] Ebussuûd, 5/70
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/76.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/76.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/76.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/76.
[66] Tur sûresi, 52/15
[67] Şuarâ', 26/138
[68] Tefsîr-i kebîr, 28/34
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/76-77.
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/77.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/77.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/77-78.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder