MÜDDESSİR SURESİ

Hiç yorum yok
. 8

MÜDDESSİR SURESİ

Mekke'de inmiştir. 56 ayettir.

Takdim

Müddessir sûresi Mekke'de inmiştir. Bu da bundan önce geçen Müz-zemmil sûresi gibi, Yüce Peygamberin (s.a.v.) şahsiyetinin bazı yönlerini anlatır. Onun içindir ki buna Müddessir sûresi denilmiştir.
Bu mübarek sûre, Peygamber (s.a.v)'e davet yükünü omuzlamasını, tebliğ görevini cehd ve gayretle yerine getirmesini, kâfirleri uyarma ve Allah onunla düşmanları arasında hükmedinceye kadar sabretmesini em­rederek başlar: "Ey bürünüp sarınan! Kalk ve uyar. Sadece Rabbini büyük tanı. Elbiseni tertemiz tut. Kötü şeyleri terket. Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma. Rabbin için sabret."
Sonra bu sûre o suçluları uyarır ve onları şiddetli, zor bir günle tehdit eder. Bu öyle bir gündür ki, o gün onlar için rahat yoktur. Çünkü o günde kor­kunç ve şiddetli şeyler vardır: "O sûr'a üfürüldüğü zaman var ya, o gün zorlu bir gündür. Kâfirler için kolay değildir."
İnsanı titretip dehşete düşüren bu açıklamadan sonra sûre, o bedbaht kâfir Velîd b. Muğîre'den bahseder. Velîd Kur'an'ı dinlemiş ve Allah kelâ­mı olduğunu anlamıştı. Fakat liderlik yoluna ve başkanlık sevdası uğruna, Kur'an'm, insanın bildiği sihir kabilinden bir şey olduğunu iddia etti: "Tek olarak yaratıp kendisine geniş servet ve gözü önünde duran oğullar ver­diğim, kendisi için önüne nimetleri serdikçe serdiğim o kimseyi Bana bırak. Üstelik o (nimetlerini) daha da artırmanın hırsı içindedir. Asla! Çünkü o, bizim âyetlerimize karşı, alabildiğine inatçıdır. Ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım. Zira o düşündü taşındı, ölçtü biçti. Canı çıkasıca, nasıl da ölçtü, biçti..... Onu cehenneme sokacağım."
Daha sonra bu sûre, Yüce Allah'ın kâfirleri tehdit ettiği cehennem­den, onun sert bekçilerinden, cehennem ehline azap etmekle görevlendiri­len zebanilerden, onların sayısından ve bu saymm özellikle zikredilmesin-deki hikmetten bahseder: "Sen biliyor musun, sakar nedir? Ne acır, ne bıra­kır. Deriyi kavurur. Üzerinde ondokuz vardır. Biz cehennemin işlerine bak­makla ancak melekleri görevlendirmişizdir. Sayılarını, inkarcılar için sa­dece bir imtihan yaptık..."
Sûre, cehennemin, büyük belalardan biri olduğuna dair, aya ve ışığı­na; sabaha ve aydınlığına yemin eder: "Hayır! Aya andolsun. Dönüp ,giden geceye andolsun. Ağarmakta olan sabaha yemin olsun ki, cehennem, in­sanlık için, sizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyen kimseler için bir uyarıcı olarak gerçekten büyük belalardan biridir"
Daha sonra sûre, kâfirlerin cehenneme girmelerinin sebebi hakkında, mü'minlerle kâfirler arasında geçen ikili konuşmayı anlatır, "Ancak defteri sağ tararlarından verilenler başka. Onlar cennetler içindedir. Günahkârların durumunu birbirlerine sorarlar. Onlara, "Sizi bu yakıcı ateşe sokan nedir?" derler. Onlar şöyle cevap verir: "Biz namaz kılmıyorduk, yoksulu doyurmu­yorduk. (Bâtıla) dalanlarla birlikte dalıyorduk"
Sûre, müşriklerin imandan yüz çevirme sebebini açıklayarak sona erer: "Hayır! Aslında onlar âhiretten korkmuyorlar. Hayır! Bu, gerçek bir ikazdır. Dileyen onu düşünüp öğüt alır. Bununla beraber, Allah dilemezse onlar öğüt alamazlar. Korkulmaya değer olan tek O'dur. Bağışlamak da an­cak O'na yaraşır." [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Ey bürünüp sarınan!
2. Kalk, ve uyar.
3. Sadece Rabbini büyük tanı.
4. Elbiseni tertemiz tut.
5. Kötü şeyleri terket.
6. Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.
7. Rabbin için sabret.
8. O sûr'a üfürüldüğü zaman var ya,
9. İşte o gün zor bir gündür.
10. Kâfirler için kolay değildir.
11, 12, 13, 14. Tek olarak yaratıp, kendisine geniş servet ve gözü önünde duran oğullar verdiğim, kendisi için (nimetleri önüne) serdikçe serdiğim o kimseyi Bana bırak.
15. Üstelik o daha da artırmamı şiddetle istiyor.
16. Asla! Çünkü o, bizim âyetlerimize karşı alabil­diğine inatçıdır.
17. Ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım.
18. Şüphesiz ki o, düşündü taşındı, ölçtü, biçti.
19. Canı çıkasıca, ne biçim ölçtü biçti!
20. Sonra, canı çıkasıca tekrar (ölçtü biçti); nasıl ölçtü biçtiyse!
21, 22, 23, 24, 25. Sonra baktı, Sonra kaşlarını çattı suratını astı. En sonunda, kibirlenip yüz çevirdi, "olsa olsa nakledilen bir sihirdir. Bu, insan sözünden başka bir şey değildir" dedi.
26. Ben onu cehenneme sokacağım.
27. Sen biliyor musun cehennem nedir?
28. Hem bırakmaz, hem vazgeçmez o.
29. İnsanlara uzaktan görünür.
30. Üzerinde ondokuz (muhafız melek) vardır.
31. Biz cehennemin işlerine bakmakla ancak me­lekleri görevlendirmişizdir. Onların sayısını da inkar­cılar için sadece bir imtihan (vesilesi) yaptık ki, böyle­likle, kendilerine kitap verilenler iyiden iyiye öğrensin, îman edenlerin îmanı artsın; hem kendilerine kitap ve­rilenler hem mü'minler şüpheye düşmesinler, kalble-rinde hastalık bulunanlar ve kâfirler de "Allah bu mi­salle ne demek istemiştir ki?" desinler, İşte Allah böyle­ce, dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini doğru yola eriştirir. Rabbinin ordularını, kendisinden başkası bil­mez. Cehennem insanlık için ancak bir öğüttür.
32. Hayır, hayır. Aya andolsun,
33. Dönüp gitmekte olan geceye andolsun,
34. Ağarmakta olan sabaha andolsun ki,
35, 36, 37. O (cehennem), insanlık için, sizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyen kimseler için bir uya­rıcı olarak gerçekten büyük belalardan biridir.
38. Her nefis, kazandığına karşılık bir rehindir;
39. Ancak, (hesap defteri) sağ yanından verilenler başka:
40, 41, 42. Onlar cennetler içindedir. Birbirlerine günahkarların durumlarını sorarlar. Onlara "Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?" derler.
43. Onlar şöyle cevap verirler: "Biz namaz kılan­lardan değildik
44. Yoksulu doyurmuyorduk,
45. (Bâtıla) dalanlarla birlikte dalıyorduk,
46. Ceza gününü de yalan sayıyorduk,
47. Sonunda bize ölüm geldi çattı."
48. Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.
49, 50, 51. Böyle iken bunlara ne oluyor ki, adetâ arslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi öğütten yüz çeviriyorlar?
52. Daha doğrusu onlardan her biri, kendisine, açılmış sahîfeler verilmesini istiyor.
53. Yok! Aslında onlar âhiretten korkmuyorlar.
54. Hayır! Bu, gerçekten bir ikazdır!
55. Dileyen onu (düşünür) öğüt alır.
56. Bununla beraber, Allah dilemeksizin onlar öğüt alamazlar. Kendisinden sakınılmaya değer olan O-dur. Bağışlamak ta O'na yaraşır.

Kelimelerin İzahı

Müddessir, elbisesine bürünen, "disâr giydi" demektir. Di-sâr ise, bedenle teması olan elbisenin üstüne giyilen kıyafettir. "Ensâr, iç elbise; diğer insanlar ise onun üstüne giyilen elbise­dir."[2]
Nâkûr, içine üfürülecek olan Sûr'dur. Arap dilinde ses manasınadır. Sûr'dan, insanların korkudan öleceği korkunç bir ses çıktığı için ona "nâkûr" denilmiştir. Kaşlarını çattı.
Yüzü ekşidi ve rengi değişti. Leys şöyle der: Bir kimse kaşla­rını çattığında denir.
Kaşlarım çatarken dişlerini de gösterirse de­nir.
İşe Önem verip o konuda derin derin düşünürse denir.
Bu düşünce ile birlikte kızarsa. denir.[3]
Aydınlandı, açıldı.
Küber; büyük bela, ceza ve musibetler demektir. Şâir şöyle der:
Ey Muallâ'nın oğlu! Büyük musibetlerden biri indi. O, zamanın büyük musi­beti ve musibetin şiddetlisidir.[4]
Kasvere, aslan demektir. Ezmek ve üstün gelmek mânâsındaki kökündendir. Aslan, diğer yırtıcı hayvanlardan kuvvetli ve galip olduğu için, ona bu ad verilmiştir. Bir görüşe göre, kasvere, avcılık eden avcı gru­budur. Ezherî der ki: Bu kelime, okçular için kullanılan topluluk ismidir. Kendi cinsinden tekili yoktur. Lebîd şöyle der:
Biz kulübümüzde bir kere çağırdığımızda, avcılık eden okçu yiğitler bize gelir.[5]

Nüzul Sebebi

Rivayete göre. "Cehennemde ondokuz Melek görevlidir" mealindeki âyet inince Ebû Cehil Kureyşlilere dedi ki: Anneniz sizi kaybetsin (Hay ölesiccler!). Ebû Kebşe'nin oğlu, yani Muhammed bizi cehennemle tehdit edip korkutuyor ve cehennemin bekçilerinin ondokuz tane olduğunu haber veriyor.
Oysa siz büyük bir topluluksunuz. Sizden her on kişi, onlardan birini yakalamaktan âciz mi? Bunun üzerine Ebu'1-Esed el-Cumahî, "Ben sizin için onlardan onyedisine yeterim. Siz de benim için onların ikisine yetin" dedi. Bu olay üzerine Yüce Allah: "Biz cehennem işlerine bakmakla ancak melekleri görevlendirdik. Sayılarını da, inkarcılar için sadece bir imtihan yaptık" mealindeki âyeti indirdi.[6]

Âyetlerin Tefsiri

1. Ey, dinlenmek ve uyumak isteyerek elbisesine bürünen! [7]
2. Yatağından azimli ve kararlı bir şekilde kalk. İman etme­dikleri takdirde insanları, Allah'ın azabından sakındır. Peygamber (s.a.v.)'e yakınlık göstermek ve yumuşak davranmak için, "elbisesine bürünen!" diye hitap edildi. Nitekim, bir önceki sûrede de aynı maksatla "elbise­sine bürünen!" diye hitap edilmişti. Tefsirciler şöyle der: Rasulullah (s.a.v.) Hirâ mağarasında ibadet ediyordu. Cebrail (a.s.) ona, "Yaratan Rabbinin adıyla oku."[8] ile başlıyan âyetleri indirdi. Bu âyetler, Peygamber'e (s.a.v.) ilk inen Kur'an âyetleri idi. Rasulullah (s.a.v) kalbi titreyerek eve döndü ve Hz. Hatice'ye (r. anhâ): "Beni örtün, beni örtün" dedi. Bunun üzerin,[9] "ile başlıyan âyetler indi. Sonra bir müddet vahy kesildi. Rasulullah (s.a.v) buna üzüldü. Daha sonra bir ara yürürken gökten bir ses işitti. Başını kaldırdı. Bir de ne görsün, Hirâ mağarasında ona gelmiş olan Melek gökle yer arasında bir kürsüde oturuyor. Onu görünce kendisini korku ve dehşet sardı. Evine gelerek, "Beni örtün, beni örtün" dedi.[10] Bunun üzeri­ne Yüce Allah, âyetlerini indirdi. Kurtubî şöyle der: Bu nidada, Yüce Allah'tan sevgili kuluna yumuşak bir hitap vardır. Çünkü Yüce Allah Peygamberine "Ey Muhammed!" demeyip o andaki sıfatıyle seslendi ki Rabbinden bir yumuşaklık hissetsin. Peygamber (s.a.v.)'in Hen­dek Savaşında Huzeyfe b. el-Yemân'a "Kalk ey uykucu!" diye hitap etmesi de bunun benzeridir.[11]
3. Rabbini yücelt. Sadece O'nu büyük tanı ve noksan sıfatlar­dan uzak tut. Sadece O'nun ulu ve büyük olduğunu söyle. Zira Allah'tan da­ha büyük hiç kimse yoktur. Alûsî şöyle der: Sadece Rabbini tekbir et. Tek­bir, inanarak ve dille söyleyerek. Yüce Allah'ı büyüklük ve ululukla nitele­mektir.[12] Peygamber (s.a.v)'in kâfirlere aldırış etmemesi için onu uyarmak maksadıyla, bu cümle "korkut" emrinden sonra zikredildi. Çünkü mahlûkâ-tın perçemleri Allah'ın elindedir. Dolayısıyle Hz. Peygamber (a.s.)'in mahlûkâtdan birine aldırış elmesi ve Allah'tan başkasından korkması yakışmaz. Çünkü her büyük, Yüce Allah'ın azameti ve büyüklüğü altında ezilmiştir. [13]
4. Elbiseni, pisliklerden ve kirlerden temizle. Çünkü mü1-min temizdir, paktır. Pis şey taşımak ona yakışmaz. İbn Zeyd şöyle der: Müşrikler temizlenmezlerdi. Onun için Yüce Allah, Peygamberine temiz­lenmesini ve elbisesini temizlemesini emretti.[14] İbn Abbâs ta şöyle der: Yüce Allah, elbiseyi kalpten kinaye olarak zikretti. Yanı, "kalbini günah ve isyanlardan temizle" buyurdu. İbn Abbâs, Gıylân'm şu sözünü şahit getirdi:
Allah'a hamdolsun, ben, hiç günahkâr elbisesi giymedim. Hainliğe de büriinmem.[15]
Araplar, herhangi bir kimsenin ayıplardan ve kötü sıfatlardan temiz olduğunu anlatmak istediklerinde, "Filanın elbi­sesi temizdir" derler. Bir kimse kötü ahlâk taşıyorsa ona da Filanın elbisesi pistir" derler. Fahreddin Râzî şöyle der: Bu kinayenin güzel oluşunun sebebi şudur: Elbise, insandan ayrılmayan bir şey gibidir. Dolayı­sıyle, Araplar elbiseyi, insandan kinaye yaptılar ve Şeref, elbisesinin; iffet de eteğinin içindedir" dediler.[16]
5. Putlara ibadetten uzak dur, yaklaşma. İbn Zeyd şöyle der: Rücz, putperestlerin tapmış olduğu ilahlardır. Yüce Allah Rasulullah (s.a.v)'a, onlardan uzak durmasını, onlara gelmemesini ve yaklaşmamasını emretti.[17] Fahreddin Râzî de şöyle der: Rücz, recs gibi, kötü pisliğin adıdır. Nitekim Yüce Allah, meâlen, "Pislikten, putlardan sakın"[18] buyurmuştur. Yüce Allah'ın âyeti, bütün güzel ahlâkı kapsayan bir sözdür. Sanki Peygamber (a.s.)'e şöyle denilmiştir: Kabalıktan, beyinsizlikten ve çirkin olan her şeyden uzak dur. O müşriklerin ahlâkı ile ahlâklanma. Bura­da "uzak dur" emrinden maksat, "uzak durmaya devam et" demektir. Nitekim müslüman, "Bizi doğru yola ilet"[19] der. Bu, müslümanım, doğru yolda olmadığı mânâsına gelmez. Aksine bu, "Bizi doğru yolda sabit kıl" demektir.[20]
6. İnsanlara yaptığın iyiliği, çok görerek yapma. Çünkü cömert kişi, verdiği çok da olsa onu az görür.[21] Fakir olmaktan korkmayan kimse nasıl verirse, sen de öyle ver. İbn Abbâs şöyle der: Daha üstününü bekleyerek iyilik yapma.[22] Yani, sana daha çoğu verilsin diye bir şey verme. Karşılık bekleyerek vermenin yasaklanmasındaki hikmet, bağışın, iffet ve kemâlden dolayı, karşılık beklemeden olmasıdır. Zira Peygamber (a.s.) en üstün edep ve en yüce ahlâk ile memurdur. [23]
7. Rabbİnin rızası uğruna, kavminin eziyetlerine sabret. Bundan sonra Yüce Allah, kıyametin korkunç ve şiddetli hallerini haber verdi: [24]
8. Öldükten sonra dirilme ve haşr için Sûr'a üfürüldü-ğünde... Yüce Allah, işin korkunçluğunu ve şiddetini açıklamak için, üfürmeyi "nakr", Sûr'u da "nâkûr" ile ifade etti. Çünkü Arap dilinde nakr, "ses" mânâsına gelir. Ses şiddetlendiğinde korkutucu olur. Yüce Allah sanki şöyle der: Onların eziyetlerine sabret. Önlerinde, yaptıkları eziyetin akibetini, görecekleri senin de sabrının karşılığını alacağın korkunç bir gün vardır. Bunun içindir ki Yüce Allah daha sonra şöyle buyurdu: [25]
9. O gün şiddetli ve korkunç bir gündür. O gün korku artar ve bu iş onlara zor olur. O günün korkunçluğu ve kötülüğünün şiddeti­nin aşırı olduğunu bildirmek için, uzağı gösteren djj* ism-i işareti kullanıl­mıştır.[26]
10. O gün kâfirler için zor bir gündür, kolay değildir. Çünkü onlar zorlu bir hesaba çekilecekler, yüzleri kararacak, göz­leri korkudan gömgök oldukları halde hasredilecekler ve herkesin önünde rezil olacaklardır. Sâvî der ki: Bu âyet gösteriyor ki, o gün, mü'minler için kolaydır. Çünkü Yüce Allah, onun zorluğunun kâfirlere ait olduğu kaydını koydu. Bu âyette kâfirler için daha fazla tehdit ve gazap; mü'minler için de müjde ve teselli vardır.[27]
Bundan sonra Yüce Allah, o bedbaht kâfir Velîd b. Muğîre'nin kıssası­nı ve Kur'an hakkındaki âdi sözlerini anlatmak üzere şöyle buyurdu: [28]
11. Ey Peygamber! Annesinin karnında tek olarak yarattığım o bedbahtı Bana bırak. O zaman onun ne malı vardı, ne çocuğu; ne gücü vardı, ne de kuvveti. Sonra Beni inkâr ederek âyetlerimi yalanladı. Tefsirciler şöyle der: Bu âyet Velîd b. Muğîre hakkında inmişti. O, Kureyş'in ileri "gelenlerindendi. Bunun içindir ki Velid, "Biricik" ve "Kureyş'in gülü" diye lakaplanmıştı. Allah ona, dünya nimeti olarak bol mal ve çocuk verdi. Onu rızka boğdu. Malı, fışkıran nehir gibi oldu. Velîd'in Tâifte bir bahçesi vardı ki, yaz-kış meyvesi hiç kesilmezdi. Buna rağmen o, Allah'ın nimetine karşı nankörlük etti ve inkârla karşılık verdi. O nimetlere Allah'ın, âyetlerini İnkâr ve iftira ile mukabele etti. İşte onun hakkında âyeti indi. Bu, tehdit çok tesirli bir üsluptur. Nitekim Kalem sûresinde geçen, "Alabildiğine yemin eden, aşağılık... kimseye itaat etme... Biz yakında onun burnuna damga vuracağız'[29] mealindeki âyetler de onun hakkında inmişti.[30] Velîd, Rasulullah (s.a.v.)'a eziyet edip tuzak kuran kişi idi. Çünkü Kureyş'in ileri gelenleri Rasulullah (s.a.v.)'ı susturaraayıp onu susturacak ve davetinin nurunu söndürecek çareleri bulmakta zorluk çekince Velîd'e baş vurdular. O da, Peygambere "sihirbaz" lakabını takma­larını ve kölelerine ve çocuklarına Mekke'de ona bu şekilde seslenmelerini emretmelerini tavsiye etti. Onlar da, "Muhammed sihirbazdır" demeye başladılar. Rasulullah (s.a.v) buna çok üzüldü. Bunun üzerine, Velîd'i kor­kutma ve tehdit ihtiva eden âyetler indi ki bu, onun kibrini kırmada daha te­sirli olsun.
Bundan sonra yüce Allah şöyle buyurdu: [31]
12. Deve, at, koyun ve güzel güzel bağlardan ona bolca mal verdim. Beyzâvî şöyle der: kelimesinden maksat, "çok ve bol" demektir. Velîd ziraatçılık, hayvancılık ve ticaretle uğraşırdı.[32] İbn Abbâs şöyle der: Velîd'in malı Mekke'den Taife kadar uzanırdı. Mukâtil de şöyle der: Yaz kış ürünü kesilmeyen bir bağı vardı.[33]
13. Ona, kendisiyle birlikte beldesinde yaşayan oğullar ver­dik. Oğullan toplantı yerlerinde ve meclislerde onunla birlikte bulunur­lardı. Onlarla yalnızlığını giderir ve onlardan ayrılıp ta hasret çekmezdi. Tefsirciler şöyle der: Velîd'in on oğlu vardı. Ne seferde ne hazarda ondan ayrılmazlardı. Onlarla yalnızlığını giderir ve sayelerinde güçlü ve kuvvetli olurdu. Onlardan üçü yani Hâlid, Hişâm ve Velîd müslüman oldular.[34]
Yüce Allah nimet alâmetlerinden olan mal ve çocukları zikrettikten sonra tekrar dönerek, ona lütfettiği dünya nimetlerini genel olarak zikretti: [35]
14. Onun önüne dünyayı serdim. Hayatın yükümlülükle­rini ona koîaylaştırdım. Onu makam, izzet ve liderliğe mazhar kıldım. Böylece Kureyş içerisinde güçlü, kuvvetli ve kendisine itaat edilen bir li­der oldu. [36]
15. Bütün bu bol nimetten sonra, kâfir olduğu halde, malını ve çocuklarını artırmamı istiyor. Fahreddin Râzî şöyle der: Burada­ki lafzı, inkâr ve hayret içindir. Nitekim arkadaşına şöyle dersin: Seni evimde misafir ettim. Sana yemek verdim. İkramda bulundum. Sonra da sen bana sövüyorsun"[37] Yani bütün bu ikram ve ihsana rağmen nankörlük ve inkâr etti. Velîd, bu ihsandan dolayı Rabbine şükredeceği ve bu ihsana kar­şılık iman ve itaat edeceği yerde, bunun tam tersini yaptı ve buna nankör­lük ve inkâr ile karşılık verdi. [38]
16. edatı men ve vazgeçirme ifade eder. Yani, o günahkâr kâfir, bu bozuk arzusundan vazgeçsin. Bundan sonra Yüce Allah bunun sebebini şöyle açıkladı. Çünkü o, hakka karşı inatçı; Allah'ın âyetlerini inkâr edici ve Peygamberini yal ani ayıcıdır. Hal böyle olunca, o inatçı bedbaht nasıl daha fazlasını ister?! [39]
17. Onu, güç yetirilemeyen zor bir azaba mecbur edip süreceğim. Dağa doğru çıkan kisenin kuvveti zayıf düştüğü gibi, bu azaptan dolayı da onun gücü zayıflayacaktır. Kurtubî şöyle'der: üzerinde yük­selmek güç olan düz kaya demektir. Bunun üzerine doğru yükselen şahıs, en üstüne çıktığı zaman cehenneme yuvarlanır. Duracağı yere varıncaya kadar bin sene aşağı iner.[40] Hadiste şöyle buyrulmuştur: Saûd, ateşten bir dağdır. Kâfir ona yetmiş sene tırmanır. Sonra da yetmiş sene aşağı yuvarlanır. Bu ebedî olarak devam eder.[41]
18. Şüphesiz o, Peygamberin ve Kur1 an'in durumunu düşündü. Keskin zekasını işletti ve fikir yürüttü. Sonra kendi kendine sözler hazırladı. Kur'an hakkında ne söyleyecekti? Onu nasıl tenkit edecekti?
Yüce Allah ona beddua ederek şöyle buyurdu: [42]
19. Allah onun canını alsın ve kendi kendine hazırladığı o ahmakça sözden dolayı onu rezil etsin. Çünkü O, Kur'an için, "o bir sihir­dir"; Peygamber (s.a.v.) hakkında da "O bir sihirbazdır" dedi. Bu âyette Velîd ile bir nevi alay vardır. Zira o, takdir edilmesi doğru olmayan şeyi takdir etti. Akıllı kimsenin söylemesi doğru olmayan şeyi söyledi. Ebû Hayyân şöyle der: Araplar bir işi büyük görüp hayret ettiklerinde "ai!1 Allah onun canını alsın" derler. Onların bundan maksadı şudur: O şey, ken­disine haset edilecek ve haset edenlerin, onun yok olması için beddua ede­ceği bir seviyeye ulaşmıştır, Âyetindeki soru, "takdiri ne acayip ne gariptir" manasına gelir. Bu, Arapların şu sözüne benzer: Bu ne adamdır! Yani, ne büyük adamdır![43]
20. Onu daha fazla yermek, durumunun çirkinliğini be­lirtmek ve onunla son derece alay etmek için Yüce Allah bu ibareyi tekrar­ladı. Yüce Allah sanki şöyle buyurdu: Allah canını alsın! Ne parlak düşüncesi var! Sağlam görüşü ne de güzel![44] Çünkü O, Kur'an hakkında, "O, söylenegelen bir sihirdir" dedi. Tefsirciler şöyle der: Peygamber (s.a.s.) na­maz kılıp Kur'an okurken Velîd ona uğradı. Okuduğu Kur'an'ı dinledi ve on­dan etkilendi. Sonra yürüyerek kavminin yani Mahzumoğullarının mecli­sine geldi. Dedi ki: "Vallahi az önce Muhammed'den öyle bir söz dinledim ki, o, ne bir insan sözüdür, ne de bir cin sözüdür. Vallahi onda bir tatlılık var. Onda bir güzellik var. Gerçekten onun üstü meyve verici, altı bereket­lidir. O mutlaka üstün olur, ona üstün gelinemez" Daha Sonra Velîd dönüp evine gitti. Bunun üzerine Kureyş: "Vallahi Velîd dinden çıktı. Bütün Ku-reyşliler de mutlaka dinlerinden çıkacak, dedi. Ebû Cehil : "Onu bana bırakın" dedi ve üzgün bir halde gidip Velîd'in yanına oturdu. Velîd: "Ey kardeşimin oğlu! Seni niçin üzgün görüyorum?" diye sordu.Ebû Cehil: "Na­sıl üzülmem. İşte Kureyş, senin için mal topluyor ki yaşlılığında sana yar­dım etsinler. Ve iddia ediyorlar ki, sen onun yemek artığını alman ve malı­na nail olman için Muhammed'in sözünü beğenip dininden dönmüşsün!! "Bunu duyan Velîd kızarak: "Kureyş bilmiyor mu ki, benim malım ve oğ­lum, onların hepsinden çoktur. Muhammed ve Ashabı karınlarını doyurmuş mu ki, fazla yemekleri olsun" dedi. Daha sonra Ebû Cehil ile birlikte kalkıp kavminin meclisine geldi ve onlarla arasında şöyle bir konuşma geçti.
Velîd: "Muhammed'in deli olduğunu iddia ediyorsunuz. Delilik etti­ğini gördünüz mü?"
Kavmi: Hayır.
- Kâhin olduğunu iddia ediyorsunuz. Kâhinlik ettiğini hiç gördünüz mü?
- Hayır.
- Şâir olduğunu iddia ediyorsunuz. Şiir söylediğini hiç gördünüz mü?
- Hayır.
- Yalancı olduğunu iddia ediyorsunuz. Yalan söylediğini hiç yaka­ladınız mı?
- Hayır.
Bunun üzerine Kureyşliler Velîd'e: "O nedir?" diye sordular. Velîd
kendi kendine düşündü ve sonra: "O, sihirbazdan başka bir şey değildir. Onu görmüyor musunuz ki, kişiyi ailesinden ve çocuklarından ayırıyor. Bu söy­lediği, nakledilegelen sihirden başka bir şey değildir." dedi. İşte diye başlayan âyetlerde anlatılan budur.[45] Bırakalım Velid düşünsün ve tak­dir etsin. Biz, bundan sonra olanlara dönelim. [46]
21. Kur'an'ın durumunu düşünerek tekrar fikir yürüttü. [47]
22. Sonra, söylediklerinden sıkılarak yüzünü ekşitti, kaşlarını çattı Yapacağı bir iş hususunda düşünen ve önem veren kimse gibi iyice yüzünü ekşitti ve kaşlarını çattı. İbn Cüzeyy şöyle der: Büsûr, yüzü ekşitmektir. Bu, ubus'tan daha fazla yüz ekşitme mânâsı ifade eder.[48]
23. Sonra imandan yüz çevirdi. Kibirlenip hak ve hida­yete uymadı. [49]
24. Dedi ki: Muhammed'in söylediği, sihirbazlar­dan nakledip rivayet ettiği bir sihirden başka bir şey değildir. [50]
25. O, Allah kelamı değildir. O, insan sözünden baş­kası değildir. Muhammed onunla kalpleri aldatıyor. Sihir nasıl büyülenen kimseyi etkilerse, o da kalpleri etkiliyor. Alûsî şöyle der: Bu, birinci cüm­lenin te'kidi gibidir. Çünkü her ikisinden de maksat, onun Kur'an veya Allah kelâmı olmadığını söylemektir. Bunun içindir ki, ilk cümleye atıf edatı ile atfedilmedi. Velîd'in davranışlarını ve bu âdi sözü çıkarmasının an­latılmasında onunla alay ve onun haktan uzak olduğuna bir işaret vardır. Velîd'in davranışlarının araştırılmasından anlaşılıyor ki o, bu sözleri, me­selenin gerçeğini bilmediği için değil, inat olsun diye ve Câhiliyye gururu ile söylemiştir.[51] Kur'an'ı övdüğünü ve Arapların Peygambere nisbet ettiği şairlik, kâhinlik ve deliliğin hepsini reddettiğini görmüyor musun?! [52]
26. Onu, ateşinde yanacağı ve azabını tadacağı cehennemesokacağım. [53]
27. Bu soru korkutma ve tehdit ifade eder. Yani, Sakarin ne olduğunu sana bildiren nedir? [54]
28. O, içindeki hiçbir şeye acımaz, yok eder. Kâfirlerder hiçbirini bırakmaz, mutlaka yakar. İbn Abbâs şöyle der: Kan, kemik ve et­ten hiçbirini bırakmaz. Yeniden yaratıldıklarında, öncekinden daha şiddeti bir şekilde tekrar yakılırlar. Ebediyyen bu böyle devam eder.[55]
49. O müşriklere ne oluyor da Kur'an'dan, âyetlerinden ve onun içinde bulunan le'sirli, nasihat ve irşatlarından yüz çeviriyorlar!? [56]
50. Sanki o kâfirler, ürküp kaçan vahşi eşeklerdir. [57]
51. Şiddetli korkudan dolayı aslandan kaçan eşekler gibi­dirler. Ebû Hayyân şöyle der: Yüce Allah onları yermek ve ayıplamak mak-sadiyle, kaçan eşeklere benzetti.[58] İbn Abbâs da şöyle der: Vahşi eşekler aslanı gördüklerinde kaçarlar. İşte bunun gibi, o müşrikler de Muhammed (a.s.)'i gördüklerinde, eşeğin aslandan kaçtığı gibi ondan kaçarlar. İbn Abbâs daha sonra, "Kasvera, aslan mânâsına gelir" demiştir.[59]
52. Bilakis, o kâfirlerden herbiri, Muhammed (a.s.)'e indirildiği gibi, Allah'tan kendisine bir kitap inmesini ister. Rasullere ve nebilere geldiği gibi, kendisine vahy gelmesini bekler. Âyetten maksat, onların aşırı derecede sapıklığa daldığını açıklamaktır. Yüce Allah sanki şöyle buyuruyor: Onların yüz çevirmelerini, ahmaklıkla­rını, İyilik ve mutluluklarına vesile olan şeylerden, vahşi hayvanların kaçtığı gibi kaçmalarını anlatmamı bırak da daha garip ve enteresan olanı dinle. O da, müşriklerden her birinin, kendisine vahiy gelen bir peygamber olmayı istemeleridir. O bedbahtların peygamber mertebelerine ulaşmaları ne uzak!
Daha sonra Yüce Allah şöyle buyurdu: [60]
53. Hayır, onlar bu nevi isteklerden vaz geçsinler. Bilakis gerçek şu ki, onlar, öldükten sonra dirilmeyi ve hesabı tasdik et­meyen; nimete ve azaba inanmayan bir kavimdir. İşte onları bozan ve Kur'an'ın öğütlerinden yüz çevirmelerine sebep olan budur. [61]
54. Yüce Allah sözü ile onları tekrar sakındırdı. Sonra da, "Bu Kur'an, tesirli bir öğüttür. Mutlu olmalarını istedikleri takdirde, öğüt almaları için yeterlidir." [62]
55. Kim dilerse, ondakilerden öğüt alır ve hidayetinden yararlanır. [63]
56. Allah onların hidâyete ermelerini dileme­dikçe ondan öğüt alamazlar. O dilerse öğüt ve nasihat alırlar. Bu âyette Peygamber (a.s.) teselli edilmekte ve mübarek kalbi, onu rahatsız eden, ka­firlerin yüz çevirmeleri ve yalanlamalarından rahata kavuşturulmaktadır. O Yüce Allah, azabının şiddetinden sakınılmaya layıktır. Keremi ve rahmetinin genişliğinden dolayı günahları bağışlamak O'na yaraşır. Alûsî şöyle der: Azabından sakınılmaya ve itaat edilmeye lâyıktır. Kendisine inanan ve itaat eden kimseleri bağışlamaya da lâyık­tır.[64] Enes'ten (r.a.) rivayet edilen bir hadise göre, Rasulullah (s.a.v) âyetini okudu ve şöyle dedi: "Rabbiniz buyurdu ki; Ben, ken­disinden sakınılmaya layığım. Kim Benden sakınırsa, Ben'imle beraber başka ilâh edinmesin. Ben onu bağışlamaya da layığım."[65]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek sûre birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. kolay kelimeleri arasında tıbâk vardır. Aynı za­manda bu iki lafız arasında cinâs-ı iştikak da vardır.
2. "Dönüp gitmekte olan geceye andolsun" ile " Ağarmakta olan sabaha andolsun" âyetleri arasında mukabele vardır.
3. "Canı çıkasıca, nasıl ölçtü biçti. Sonra canı çıkasıca, nasıl ölçtü biçti!" âyetlerinde cümle tekrarlanarak itnâb ya­pılmıştır. Maksat, daha fazla kınama ve yermedir.
4. Üflendi ile sûr kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak vardır.
5. "Sadece Rabbini büyük tanı. Elbiseni temiz tut. Kötü şeyleri bırak" âyetlerinde hasr ifade etmek için
Öne alınmıştır.
6. Dalâlete düşürür ile hidâyete erdirir ve öne geçer ile geri kalır arasında tıbâk vardır.
7. Onlara ne oluyor da, öğütten yüz çevi­riyorlar?!" âyetinde, soru yoluyla kınama ve azarlama üslûbu kullanılmış­tır.
8. Âdeta onlar, aslandan ürküp ka­çan yaban eşekleri gibidirler" âyetinde teşbîh-i temsilî vardır. Çünkü vech-i şebeh bir kaç şeyden alınmıştır.
9. "Günahkârlar hakkında birbir­lerine sorarlar. Sizi cehenneme sokan nedir?" âyetinde cümlelerin bir kısmı hazfedilerek îcâz yapılmıştır. "Onlara, cehenneme sizi sokan nedir? diyerek" takdirindedir. Muhatapların .anlayışına güvenilerek hazf edilmiştir.
10. "Cehennemin ne olduğunu, sana ne bildirdi?" soru­su, işin korkunçluğunu ve büyüklüğünü ifade etmek içindir.
11. "Biz kıyamet gününü yalanlıyorduk" âyeti, umumdan sonra husûsî olarak zikredilmiştir. "Kıyameti yalanlama", "bâtı­la dalanlarla birlikte batıla dalma" işinin içinde olmasına rağmen, Yüce Allah bu günahın büyüklüğünü açıklamak için özel olarak ayrıca zikretti.
12. gibi âyet sonlarında seci' murassa' vardır. Aynı şekilde ve benzeri âyet sonlarında seci1 murassa vardır.
Allah'ın yardımı ile "Müddessir Sûresi"nin tefsiri bitti. [66]


[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/113-114.
[2] Ruhârî, Megâzî, 56; Müslim, Zekât, 139
[3] Tefsîr-i kebir, 30/201
[4] Kurtubî. 19/83
[5] Bahr, 8/369
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/118.
[6] Tefsîr-i kebîr; 30/203; Hâzin, 4/177
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/119.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/119.
[8] Alak sûresi, 96/1
[9] Müzzemmil sûresi, 73/1
[10] Bu rivayeti Taberî, Câbir b. Abdullah'tan yapmıştır. Bkz, Taberî, 29/90
[11] Kurtubî, 19/60
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/119.
[12] Rûhu'l-meânî, 29/116
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/120.
[14] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/568
[15] Taberî, 29/91. ibn Cerîr birinci görüşü tercih etmiş ve "en açık olan budur" demiştir.
[16] Tefsîr-i kebîr, 30/192
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/120.
[17] Taberî, 29/93
[18] Hacc sûresi, 22/30
[19] Fatiha sûresi, 1/6
[20] Tcfsîr-i kebîr, 30/193
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/120-121.
[21] Teshil, 4/160
[22] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/568
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/121.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/121.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/121.
[26] Ebussuûd, 5/205
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/121.
[27] Sâvî, 4/265
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/121.
[29] Kalem sûresi, 68/10-16
[30] Velîd b. Muğîre'nİn kıssası hakkında yazdıklarımız için, bkz, bu tefsir, Nûn sûresi ilgili âyetleri
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/121-122.
[32] Beyzâvî, 2/492
[33] Tefsîr-i kebîr, 30/198
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/122.
[34] Bazı tefsirciler Zemahşerî'ye uyarak, müslüman olanların Hâlid, Umâre ve Hişâm oldu­ğunu söylerler. Doğru olan "Velid"dir. Umâre kâfir olarak ölmüştür. Bkz. Sihâb Haşiyesi, 8/ 274
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/122-123.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/123.
[37] Tefsîr-i kebîr, 30/199'
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/123.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/123.
[40] Kurtubî, 19/82
[41] Tirmîzî, Tefsîr-i Kur'an, 71; İbn Hanbel, 3/75
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/123.
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/123.
[43] Bahr, 8/374
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/123-124.
[44] Bu, Zemahşerî'nin de dediği gibi, onun için alay ve eğlence yoluyla söylenmiş bir övgü­dür. Yani, onun söyledikleri son derece âdi ve bozuk şeylerdir.
[45] Kurtubî, 19/73; Hâzin, 4/176; Tefsîr-i kebîr, 30/201, Aynca bkz, İbn-i Hişâm'm Sîret'i.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/124-125.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/125.
[48] Teshîl, 4/161
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/125.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/125.
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/125.
[51] Rûhu'l-meânî, 29/124
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/125.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/125.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/125.
[55] Tefsîr-i kebîr, 30/202
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/125.
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/130.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/130.
[58] Bahr, 8/380
[59] Tefsir-i Kebir, 30/212
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/130.
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/130.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/130.
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/130.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/130.
[64] Alûsî, 29/135
[65] Tirmizi, Tefsir-i Kur’an, 71
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/130-131.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/131-132.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder