RAHMAN SURESİ
. 11
RAHMAN SURESİ
Mekke'de inmiştir. 78
âyettir.
Takdim
Rahman sûresi, İslam inancının
esaslarını ele alan Mekkî sûrelerdendir. Bu sûre,
diğer mübarek sûreler arasında bir gelin gibidir. Bunun içindir ki, hadiste
şöyle bııyrulmuştur: "Her şeyin bir gelini (süsü)
vardır. Kur'an'ın gelini de er-Rahmân
süresidir."
Bu mübarek sûre, Yüce Allah'ın,
kullarına lütfettiği, sayılamayacak kadar çok ve açık nimetlerini sayarak
başlar. Bu nimetlerin başında Kur'-an'ı Öğretme nimeti gelir. Zira Yüce Allah
onu, insana verilmiş en büyük nimet olarak nitelemiştir. İnsanın yaratılması ve
ona anlatmanın öğretilmesinin zikrinden Önce Yüce Allah'ın zatı zikredilmiştir:
"Rahman olan Allah, Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı.
Ona (maksadını) anlatmayı öğretti."
Sonra bu sûre, Allah'ın (c.c.)
sayılamayacak kadar çok, güzel nimetlerini ve büyük alâmetlerini anlatan varlık
sayfalarını açar. Bu nimet ve alâmetler güneş, ay, yıldızlar, ağaçlar, direksiz
yükseltilmiş olan gök ve bunda bulunan kudretini gösteren enteresan ve sanatını
gösteren fevkalade şeyler ve içinde, insanlara nzık
olarak verdiği çeşitli meyve ve ekinlerin bulunduğu yer yüzüdür: "Güneş ve ay
bir hesaba göre hareket eder. Yıldızlar ve bitkiler (Allah'a) secde
ederler.."
Bu sûre, Yüce Allah'ın felekleri
yürütmesinde ve denizin dalgalarını yararak hareket eden büyük gemileri
insanların emrine vermesinde Yüce Allah'ın açık kudretini gösteren delillerden
bahseder. O gemiler, su üzerinde giderlerken, sanki büyük ve yüksek dağlar
gibidir: "Denizde uzun dağlar gibi
yükselen gemiler de O'nundur..."
Görünen bu kâinat sayfası hızla
sunulduktan sonra, varlık sayfaları dürülür. Mahlukat, tümüyle yok olur. Ölümün
korkunç gölgesi onları sarar, yokluk onları dürer ve sadece Hayy ve Kayyûm olan Allah (c.c.)
kalır: "Yer yüzünde bulunan her canlı yok olacak. Azamet ve ikram sahibi
Rabbinin zâtı kalacak"
Yine bu sûre, kıyametin korkunç
hallerini ele alır, suçlu bedbahtların durumunu ve o zor günde karşılaşacakları
korku ve sıkıntıları anlatır: "Suçlular simalarından tanınır. Perçemlerinden ve
ayaklarından yakalanırlar."
Günahkârlara yapılacak azap
sahnesini anlattıktan sonra, sûre, takva sahiplerine verilen nimet sahnesini
geniş bir şekilde ele alır. Şöyleki takva sahipleri,
cennetlerde hûrîler ve gençlerle beraber olurlar: "Rabbiniıı
makamından korkanlar için iki cennet vardır..."
Bu mübarek sûre, kullarına
verdiği çeşitli nimet ve ikramdan dolayı Yüce Allah'a ta'zîm ve övgü ile sona erer. Bu, Rahman sûresi için en
uygun sona eriştir: "Büyüklük ve İkram sahibi Rabbinin adı, yücelerden yücedir."
İşte böylece, başlangıçla bitiş, en parlak ifadede birbirlerine uygun
düşmüştür. [1]
Bismillâhirrahmânirrahînı
1, 2, 3, 4.
Rahman olan Allah, Kur'ân'ı öğretti. İnsanı yarattı.
Ona beyanı, öğretti.
5. Güneş ve ay
bir hesaba göre hareket eder.
6. Yıldızlar ve
ağaçlar (Allah'a) secde ederler.
7. Göğü Allah
yükseltti ve mizanı O koydu ki,
8. Sakın
tartıda haksızlık etmeyesiniz.
9. Tartıyı
doğru yapın, terazide eksiklik yapmayın.
10. Allah, yeri
mahlûkat için yaymıştır.
11. Orada meyvalar ve salkimlı hurma
ağaçları vardır.
12.Yapraklı
taneler ve hoş kokulu bitkiler vardır.
13. O halde
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
14. Allah
insanı, saksı gibi kum çamurdan yarattı.
15. Cinleri de
hâlis ateşten yarattı.
16. O halde,
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
17. O, iki
doğunun ve iki batının Rabbidir.
18. Öyleyse
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
19. İki denizi
birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir.
20. Aralarında
bir engel vardır, birbirine geçip
karışmıyorlar.
21. O halde
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
22. İkisinden
de inci ve mercan çıkar.
23. Şimdi
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
24. Denizde
uzun dağlar gibi yükselen gemiler de O'nundur.
25. Öyleyken
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
26. Yer yüzünde
bulunan her canlı yok olacak.
27. Ancak,
azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı baki kalacak.
28. Öyleyken
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
29. Göklerde ve
yerde kim varsa O'ndan ister. O, her an bir iştedir.
30. O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
31. Ey insan ve
cin! Sizin de hesabınızı ele alacağız.
32. Hal bu iken
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
33. Ey cin ve
insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresinden çıkmaya gücünüz yetiyorsa
çıkın. Ama bir güç olmadan çıkamazsınız.
34. Öyleyse
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
35. Üzerinize
ateşten alev ve eritilmiş bakır gönderilir de yardımlaşamazsıniz.
36. Öyleyken
Rabinizin hangi nimetlerini
yalanlayabilirsiniz?
37. Gök yarılıp
da, erimiş yağ gibi kıpkırmızı bir gül olduğu zaman,
38. Rabbinizin
hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
39. İşte o gün
insana da cin'e de günahı sorulmaz.
40. O halde
Rabbînizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
41. Suçlular,
üzerlerindeki alâmetlerden tanınır, alınlarından (perçemlerinden) ve ayaklarından
yakalanırlar.
42. Öyleyken
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
43. İşte, bu
suçluların yalanladıkları cehennemdir.
44. Onlar,
cehennemle kaynar su arasında dolaşır dururlar.
45. Şimdi
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
Kelimelerin İzahı
Husbân, ve
gibi mastar olup hesap, manasınadır.
Enam, mahlukat ve yeryüzünde
hareket eden her şey demektir.
Asf, kuru
ekinin yaprağı.
Reyhan, kokusu güzel olan her
bitki. Buna, güzel kokusundan dolayı "Reyhan" denilmiştir.
Mâric,
ateşin üstünde görünen alev. Leys şöyle der: Şiddetli
alevi olan yaygın ışındır.[2]
Cevâr, gemi
mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Su üzerinde yürüdüğü için gemiye "câriye"
denilmiştir.
A'lâm, uzun
dağ mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Şâir şöyle der: "Bir dağı aştıklarında
bir dağ göründü"
Çıkarsınız, Bir şeyden hızla
çıkmak demektir,
Şuvâz,
dumansız alev manasınadır.
Dihân, kızıl
deri demektir.
Ân, son derece sıcak
demektir. [3]
Âyetlerin Tefsiri
1, 2. Rahman
olan Allah, Kur'an'ı öğretti. Ezberlemek ve anlamak
için onu kolaylaştırdı. Mukâtil şöyle der: Yüce
Allah'ın, "Rahman'a secde edin"[4]
mealindeki âyeti inince, Mekke
kâfirleri, "Rahman nedir?" dediler. Onu inkâr edip, "Rahmân'ı tanımıyoruz"
dediler. Bunun üzerine Yüce Allah onların İnkâr ettiği Rahmân'ın Kur'ân'ı öğreten olduğunu beyân etti.[5]
Hâzin de şöyle der: Yüce Allah kullarına
verdiği nimetlerini saydı ve en büyük nimet ve en üstün olanını önce zikretti.
Ki bu da Kur'an-ı Kerim'dir. Çünkü Kur'an, Allah'ın, peygamberlerine gönderdiği vahyin en
büyüğü, veli ve temiz kullan katında makamca en üstünü, en çok zikredileni ve
din konularında en güzel etkili olanıdır. Kur'an,
mahlukatm en şereflisi olan peygamberlere indirlen semavî kitapların en üstünüdür.[6]
3. İşiten, gören ve konuşan insanı yarattı.
Bundan maksat insan cinsidir. [7]
4. Meramını ve
isteğini açıklama ve bu sayede diğer canlılardan ayrılma imkânını sağlayan
konuşma kabiliyetini ona ilham etti.
Beyzâvî şöyle der: Bundan maksat, insanları Allah'a
şükretmeye teşvik etmek ve bu hususta kusurlu olduklarına dikkat çekmek için,
Allah'ın insan cinsine verdiği nimetleri saymaktır. Kur'an'ı öğretmek dini nimetlerin temeli olduğu için, en
önemli olanı öne alıp insanı yaratmasını zikretmeden önce Kur'an'ı öğretmesini zikretti.[8]
5. Güneş ve ay,
burçlarında belli bir hesaba göre hareket eder ve kulların menfaatleri için,
yörüngelerinde akıp giderler. İbn Kesîr şöyle der:
Yani, değişmeyen, kanunlaşmış bir hesapla birbirlerinin ardından giderler.[9]
6. Yıldızlar ve
bitkiler, kendilerinden istediği hususlarda, Rahman'a boyun eğip itaat ederler.
Yıldızlar burçlarda hareket ederek, bitkiler de meyve çıkarmak suretiyle itaat
ederler.[10]
7. Göğü yüksek,
binası sağlam, kadri ve şanı yüce yarattı. İnsanın, hakkını tam olarak alması
için, alıp vermede teraziyi emretti ki, [11]
8. Tartıda
eksiltme yapmayasmız.
[12]
9. Tartıyı
adalet ve eşitlikle dosdoğru yapın. "Tartıda eksiklik ve noksanlık yapmayın.
Nitekim Yüce Allah, mealen "Hilekârlara yazıklar
olsun"[13]
buyurmuştur. [14]
10. Yeryüzünü
de insanlar için yaydı ki, orada yerleşip Allah'ın orada yarattıklarından
faydalansınlar. İbn Kesîr şöyle der: Yeryüzüne yüksek
dağlar yerleştirdi ki, üzerinde bulunan mahlukatla karar kılsın. Bunlar,
yeryüzünün dört bir tarafında bulunan türleri, şekilleri ve renkleri farklı
mahlukattır.[15]
11. Orada
rengi, tadı ve kokusu farklı meyve türleri ve salkım tomurcuklu hurma ağaçları
vardır. İbn Kesîr der ki: Hurma kıymetli ve kurusu ve
yaşı faydalı bir meyve olduğu için, Yüce Alla'h
sadece onu zikretti. Ekmâm, İbn Abbas'm da dediği gibi,
tomurcuk kabuklarıdır. içinden tomurcuğun çıktığı şey demektir. Sonra ondan
salkım çıkar, Büsr yani ham meyve haline gelir. Sonra rutab (biraz daha olgun) hale gelir. Daha sonra da iyice
olgunlaşıp mükemmel hale gelir.[16]
12. Yeryüzünde
buğday, arpa ve gıda alınan diğer hububat türleri vardır. Bu hububatın,
hayvanlara gıda olan samanı da vardır. Ayrıca orada gül, zambak, yasemin ve
benzeri güzel kokulu ve koklanan her türlü bitkiler vardır. Ebû Hayyân şöyle der: Yüce Allah
önce meyveyi zikretti ve lafzını nekre olarak getirdi. Çünkü onun bizzat
kendisinden faydalanılır. Sonra ikinci olarak hurmayı zikretti. Hurmanın
meyvesini değil de. aslını yani ağacını
zikretti. Çünkü hurmanın
ağacından çok faydalanılmaktadır. Mesela lif, yapraklı ve
yapraksız dal, kok, yağ ve meyvesinden faydalanılmaktadır. Daha sonra Yüce
Allah, insan geçiminde esas olan hububatı zikretti ki bu da buğday arpa, başak
ve yaprağı olan her bitkidir. Yüce Allah ile bunların yapraklı olduğunu da
vurguladı. Bunu insanlara gıda veren hububatı ve hayvanlarına gıda veren
yapraklarını yani samanı onlara ihsan ettiğine dikkat çekmek için yaptı. Meyve
ile başladı, koklanan şeylerle sona
erdirdi ki, faydalanacakları, gıda alacakları ve güzel kokusundan lezzet
alacakları şey tam olarak hasıl olsun.[17]
Yüce Allah, nimetlerini saydıktan
sonra insanlara ve cinlere şöyle hitap etti:
[18]
13. Ey insan ve
cin toplulukları! Allah'ın nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz? Allah'ın
size verdiği nimetler sayılamayacak kadar çok değil mi? İbn Ömer'den (r.anhumâ) şöyle
rivayet edilmiştir: Rasuluilah (s.a.v) Rahman
sûresini Ashabına (r.anhum) okudu. Ashâb sustu. Rasuiullah (s.a.v)
buyurdu ki: Neden, cinlerin, Rablerine sizden daha güzel cevap verdiğini
işitiyorum. Ben ne zaman, âyetine gelsem, onlar: "Ey Rabbimiz! Senin
nimetlerinden hiçbirini yalanlamıyoruz. Hamd Sana
mahsustur" diyorlar.[19]
Bundan sonra Yüce Allah, birliğini
ve kudretini gösteren delilleri anlattı: [20]
14. Allah,
babanız Adem'i kurumuş bir çamurdan yarattı. Ona vurulduğunda tın tın diye bir ses işitilir. Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah
bu sûrede Âdem'i, "Ateşte pişmiş gibi kuru çamurdan" yarattığını; Hıcr sûresinde, "Pişmiş çamurdan, değişmiş cıvık
balçıktan.[21]
Saffât sûresinde, "Yapışkan bir çamurdan"[22]
yarattığını bildirdi. Âl-i İmrân sûresinde ise, "Onu
topraktan yarattı"[23]
buyurdu. Bu şöyle olmuştur. Yüce Allah, yeryüzünün toprağından biraz aldı. Onu
su ile karıştırdı. Ele yapışacak şekilde yapışkan bir çamur haline geldi. Sonra
onu öyle bıraktı ve neticede kokmuş siyah çamur haline geldi. Daha sonra da kap
kaçak yapılır gibi ona şekil verdi. Sonunda da onu kuruttu ve ateşte pişmiş gibi
son derece sertleşip vurulduğunda ses çıkaracak hale geldi. Burada anlatılan, o
aşamaların sonuncusudur.[24]
15. Cinleri de,
dumansız saf alevden yarattı. İbn Abbâs der ki: " Dumansız, saf alevden" demektir. Mücâhid de şöyle der: Ateşin siyahlığı yani duman ile
karışık alev demektir.[25]
Hadiste şöyle buyrulmuştur: Melekler nurdan yaratıldı. Cin, dumansız
alevden, Adem ise, size anlatılan şeyden yaratılmıştır.[26]
16. Ey cin ve
insan toplulukları! Allah'ın nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz?! Ebû Hayyân der ki: Bu
fasılalardaki tekrar, pekiştirme, uyarma ve teşvik içindir. İbn Kuteybe şöyle der: Bu tekrar
sadece, nimetlerin farklılığındandır. Her bir nimeti zikrettikçe, ardından tsü âyetini tekrarlamıştır.[27]
Bu âyet otuzbir defa söylenmiştir. Âyetteki soru
azarlamak ve kınamak içindir. [28]
17. Yüce Allah,
ay ve güneşin doğduğu ve battığı yerlerin Rabbidir. "Güneş ve ay bir hesap ile hareket eder"
mealindeki âyette, güneşi ve ayı zikredince, burada da onların doğduğu ve
battığı yerlerin Rabbi olduğunu bildirdi. [29]
18. Allah'ın
sayılamayacak kadar olan nimetlerinden hangi birini yalanlıyorsunuz?! [30]
19. Yanyana bulunan tatlı ve tuzlu iki denizi serbest bıraktı.
Bunlar birbirleriyle karşılaştıkları halde karışmazlar.[31]
20. İkisi
arasında, Allah'ın kudretinden bir engel vardır. Karışarak biri diğerine
taşkınlık etmez. İbn Kesîr şöyle der: den maksat,
tatlı ve tuzlu sudur. Tuzlu olan, bildiğimiz bu denizlerdir. Tatlı olan ise,
insanların yaşadığı yerlerde akan nehirlerdir. Allah bu iki su arasında
yeryüzünden bir engel koydu ki, bunlar birbirlerine karışıp birbirlerini
bozmasınlar.[32]
21. Allah'ın
hangi nimetini yalanlıyorsunuz?! [33]
22. Topraktan
hububat, yaprak ve güzel kokulu bitkiler çıkardığı gibi, sudan da sizin için
inci ve mercan çıkarır. Âlûsî şöyle der: Lü'lü, küçük inci, mercan ise büyük incidir. Bunu İbn Abbas söylemiştir. İbn Mes'ûd'dan gelen rivayette ise
Mercan, elmas ve yakut gibi kırmızı mücevherdir.[34]
Ayet, Yüce Allah'ın harikulade sanatını açıklamaktadır. Şöyle ki, Allah tuzlu
sudan inci, yakut ve mercan gibi türlü süs eşyaları çıkarır. Tek ve ihsan edici
olan Allah, noksan sıfatlardan uzaktır. [35]
23. Allah'ın
nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz? [36]
24. Denizde
yüzen, dağlar gibi büyük ve yüksek gemiler onundur. Kurtubî şöyle der: dağlar gibi demektir. Alem, uzun dağ
manasınadır. Denizdeki gemiler, karadaki dağlara benzer.[37]
Gemileri nimet olarak saymanın izahı şudur: Yüce Allah dağ gibi olan o büyük
gemileri su yüzünde yürütmektedir. Su, lâtif ve akıcı bir madde olduğu halde
erzak, ticaret ve kazanç mallanyle yüklü o büyük
gemileri, üzerinde, bir taraftan diğer tarafa, bir bölgeden diğer bölgeye taşır.
Şeyh-zâde şöyle der: Bil ki, eşyanın aslı dörttür: Toprak, su, hava ve ateş.
Yüce Allah, "İnsanı kuru çamurdan yarattı" sözü ile, toprağın, değerli ve
şerefli bir mahluğun aslı olduğunu bildirdi. "Cinni dumansız alevden yarattı" sözüyle, ateşin,
bir başka enteresan mahluğun aslı
olduğunu açıkladı. "Onlardan inci
ve mercan çıkar" sözüyle de, suyun, kıymetli ve değerli bir mahluğun aslı olduğunu açıkladı. Daha sonra da havanın,
dağlara benzeyen gemilerin
yürümesinde büyük bir
tesiri olduğunu açıklamak
üzere, "Denizde dağlar gibi yükselen gemiler onundur" buyurdu. Gemilerin
denizde yürümesinde insan oğlunun asıl itibariyle etkisi olmadığı için, Yüce
Allah özellikle gemileri zikretti. İnsanlar, "Gemi de senin, mülk de senin
diyerek bunu itiraf ederler: Boğulmaktan korktukları zaman sadece Allah'a dua
ederler: Gemiye bindikleri zaman dini yalnız Allah'a has kılarak O'na
yalvarırlar. Fakat onları salimen karaya çıkarınca bir bakarsın ki, (Allah'a)
ortak koşmaktadırlar"[38]
25. Allah'ın
nimetlerinden hangi birini yalanlıyorsunuz? [39]
26. Yeryüzünde
insan ve diğer canlılardan ne varsa, hepsi Ölüp yok olacaktır. [40]
27. Bir ve tek
olan azametli, büyük, ihsan ve ikram sahibi olan Allah'ın zatı bakî kalır.
Nitekim Yüce Allah, meâlen, "Onun zatından başka herşey yok olacaktır"[41]
buyurmuştur. İbn Abbas şöyle
der: Vech kelimesi, bakî ve sonsuz olan Yüce Allah'ın
zatını ifade eder. Kurtubî de şöyle der: Mahlukatm yok oluşunun nimet sayılmasının izahı ise, ölümde
hepsini eşit tutmaktır. Ölümle ayaklar eşit olur. Ölüm fani yurttan, sevap ve
ceza yurduna göç sebebidir.[42]
28. Rabbinizin
nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz?! [43]
29. Göklerde ve
yerde ne varsa, ona muhtaçtır. Dil ile veya lisan-ı hal ile, ondan yardım ve
rızık isterler. Her an Yüce Allah, mahlukatın
işlerinden bir iştedir. Bir günahı bağışlar, bir sıkıntıyı giderir, bir kavmi
yükseltir, diğerini alçaltır. Tefsir-çiler şöyle der: Bu işler, Yüce Allah'ın
yeniden yarattığı değil, mahlukat için ortaya çıkardığı işlerdir. Çünkü kalem,
olmuş şeyleri ve kıyamete kadar olacakları yazıp kurumuştur. Yüce Allah
dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltır. Hastaya şifa verir, sıhhatliyi hasta
eder. Zelili azız kılar, azîzi zelîl eder. Zengini fakir, fakiri zengin yapar.
Mukâtil şöyle der: Bu âyet, ya-hudiler hakkında inmiştir.
Yahudiler dediler ki: "Yüce Allah, cumartesi günü, hiçbir şeye hüküm vermez"
Yüce Allah bu âyetle onlara cevap verdi.[44]
30. Ey insan ve
cinler! Allah'ın güzel nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz?! [45]
31. Ey insan ve
cin topluluğu! Amellerinizden dolayı hesaba çekeceğiz, ibn Abbâs şöyle der: Bu, Yüce
Allah'tan kullarına bir tehdittir. Allah meşgul değildir ki onu bıraksın.[46]
Ebû Hayyân da şöyle der:
"Kıyamet gününde işlerinize bakacağız" demektir. Yoksa Yüce Allah'ın bir
meşguliyeti var da, o gün onu bırakacak değildir. Bu tabir, Arapça'da
kullanılmaktadır. Kişi, tehdit ettiği kimseye der. Yani, senden intikam almak
için, beni meşgul eden herşeyi bırakacağım.[47]
Beyzâvî ise şöyle der: Kıyamet günü, sadece sizin
hesap ve cezanızla meşgul olacağız. Bunda bir tehdit mânâsı vardır. Bu tehdit,
senin, tehdit ettiğin şahsa söylediğin Sadece seninle meşgul olacağım" sözünden
müsteârdır. Çünkü, sadece bir şeyle meşgul olan, o konuda daha güçlü ve ciddî
olur. İnsan ve cinler demektir. Yeryüzünde ağırlıkları olduklarından dolayı
onlara bu isim verilmiştir.[48]
32. Allah’ın
nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz?! [49]
33. Ey insan ve cin topluluğu! Allah'tan ve
hükmünden kaçarak, göklerin ve yerin etrafından çıkabilirseniz çıkın ve
kendinizi Allah'ın azabından kurtarın. Bu emir, acze düşürme mânâsım ifade eder.
Bir güç ve kuvvet olmadan oradan çıkamazsınız. Bunu yapmak sizin için nsrede!? İbn Kesîr şöyle der: Yani
siz Allah'tan ve O'nım kaderinden kaçamazsınız.
Bilakis o sizi kuşatmıştır. Onun hükmünden kurtulamazsınız. Nereye gitseniz ben
sizi kuşatırım demektir. Bu, mahşerde olacaktır. Şöyle ki, melekler mahlû-kâtı her taraftan yedi sıra halinde kuşatacaktır.
Allah'ın emir ve iradesi olmadan hiç kimse kımıldayamayacaktır: "İnsan o gün,
kaçacak yer neresi? diyecektir"[50]
Bu, dünyada değil ancak kıyamet günü olur. Daha sonra gelen, "Üzerinize ateşten
alev ve erimiş bakır gönderilir" mealindeki âyet bunun delilidir.[51]
34. Rabbinizin,
hangi nimetini yalanlıyorsunuz? [52]
35. Kıyamet
günü üzerinize kızgın ateş alevi ve erimiş bakır gönderilir. Başınızın üstünden
dökülür. Mücâhid şöyle der: Nühâs, bildiğimiz san bakır olup, kıyamet günü başlarına
dökülecektir. İbn Abbas da
şöyle der: Nühâs, alevsiz duman demektir. Mücâhid'in görüşü daha açıktır. Birbirinize yardım edemez ve
Allah'ın azabından kurtaramazsınız. İbn Kesîr şöyle
der: Yani, kıyamet günü kaçıp gitseniz, melekler ve cehennem zebanileri,
dönmeniz için. üzerinize, ateşten alev ve erimiş bakır dökerek mutlaka geri
çevirirler. Kendinize herhangi bir yardımcı bulamazsınız.[53]
36. Rabbinizin
nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz.?! [54]
37. Kıyamet
gününde meleklerin inip mahlukâti her taraftan
kuşatması için gök yarıldığında ve ateşin sıcağından kıpkırmızı bir gül, kırmızı
bir deri gibi olduğunda...[55]
Bunu İbn Abbas söylemiştir.
Bu durum, o büyük günün dehşetinden ve korkunçluğundan dolayı meydana
gelecektir. [56]
38.
Rabbinizin hangi nimetini
yalanlıyorsunuz?! [57]
39. O korkunç
günde, yani göğün yarıldığı günde, insan ve cinlerin günahkârlarından hiçbirine
günahı sorulmaz. Çünkü günahkârın, yüz siyahlığı, gözlerinin ağarıp körleşmesi
gibi suçlu olduğunu gösteren alâmetleri vardır. Fahreddin Râzî şöyle der: Hiçbir
kimseye günahı sorulmaz. Ona "Günahkâr sen misin? yoksa başkası mı?" denmez.
"İçinizden günahkâr kimdir?" denilmez. Bilakis onlar yüzlerinin siyahlığı ve
diğer alâmetlerle tanınırlar.[58]
40. Rabbinizin
hangi nimetini yalanlıyorsunuz?! [59]
41. Kıyamet
günü suçlular, üzerlerinde görünen alâmetlerle tanınırlar. Bu alâmetler onları
saran üzüntü ve kederdir. Hasan Basrî şöyle der: Bu
alâmetler yüzün siyahlığı ve gözlerin ağarıp körleş-mesidir. Nitekim Yüce Allah mealen, "O gün suçluları, gözleri ağarıp körIeşmiş olarak toplarız"[60]
"Bazı yüzlerin ağardığı, bazı yüzlerin de karardığı gün"[61]
buyurmuştur. » Melekler onları
alınlarından yani
perçemlerinden ve ayaklarından
yakalayıp cehenneme atarlar. İbn Abbas şöyle der: Suçlu, perçeminden ve ayaklarından
yakalanır ve odun kırılır gibi kırılır, sonra da ateşe atılır. [62]
42. Rabbinizin
hangi nimetini yalanlıyorsunuz?! [63]
43. Azarlamak
ve kınamak için onlara, "Bu, size haber verilip de yalanladığınız cehennemdir"
denilir. İbn Kesîr der ki: İşte bu, varlığını
yalanlamış olduğunuz ateştir. İşte o hazırdır, onu apaçık görüyorsunuz.[64]
44. Suçlular
cehennem ateşi ile, son derece sıcak olan su arasında şaşkın dolaşırlar. Katâde şöyleder: Bir defa sıcak
suya, bir defa da cehenneme doğru giderler. Cahîm ateş
demektir. Hamım ise, son derece sıcak olan içecek demektir. [65]
45. Ey insan ve
cin toplulukları! Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?! [66]
46. Rabbinin
makamında durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır.
47. Öyleyken
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
48. İki cennet
de çeşit çeşit ağaçlarla
doludur.
49. Öyleyse
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
50. İkisinde de
su fışkırtan iki kaynak vardır.
51. Öyleyken
Rabbinizin hangi nîmetlrini
yalanlayabilirsiniz?
52. İkisinde de
her tür meyvadan çift çift
vardır.
53. Öyleyken
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
54. Cennet ehli
örtüleri atlastan döşemelere yaslanırlar. İki cennetin de devşirilen meyvesi cennet ehline
yakındır.
55. Öyleyken
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
56. Oralarda
gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş dilberler var ki, bunlardan önce
onlara ne insan ne de cin dokunmuştur.
57. Öyleyken
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
58. Sanki onlar
yakut ve mercandırlar.
59. Öyleyken
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
60. İyiliğin
karşılığı iyilikten başka bir şey midir?
61. Öyleyken
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
62. Bu
ikisinden başka iki cennet daha vardır.
63. öyleyken
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
64. Bu
cennetler koyu yeşildirler.
65. Öyleyken
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
66. İkisinde de
sürekli fışkıran iki kaynak vardır.
67. Öyleyken
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
68. İkisinde de
her türlü meyvalar, hurma ve nar
var.
69. Öyleyken
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
70. İçlerinde
güzel huylu, güzel yüzlü kadınlar vardır.
71. Öyleyken
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
72. Çadırlar
içinde örtülü huriler vardır.
73. Öyleyken
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
74. Bunlara
onlardan önce ne bir insan, ne bir cin
dokunmuştur.
75. Öyleyken
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
76. Yeşil
yastıklara ve harikulade güzel döşemelere yaslanırlar.
77. Öyleyken
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
78. Büyüklük ve
ikram sahibi Rabbinin adı yücedir.
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde
cehennem ehlinin durumunu anlattıktan sonra, burada da itaatkâr mü'minlere hazırladığı cennetleri, hizmet eden gençleri ve
güzel hurileri anlattı ki, suçluların mevkileri ile takva sahiplerinin
mertebeleri arasındaki korkunç fark ortaya çıksın. Bunu, Kur'an'm teşvik ve korkutma üslubu ile anlattı. [67]
Kelimelerin İzahı
Efnân, dal
mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Şâir güvercini tanıtırken şöyle
diyor:
Sabahleyin nağmelerle dalda yüksek
sesle öten nice güvercin vardır ki, Dostu ve geçmiş zamanı hatırlayıp özlediği
için ağladı da benim hüznümü artırdı. İstebrak, sert
ve kalın ipek demektir. Cenâ, ağaçtan koparılıp toplanan
meyvedir.
Onlara dokunmadı. Bekaret kanının
çıkmasına sebep olan ilişki mânâsına olup daha sonra, genel olarak her türlü
cinsî münâsebet için-kullanılmştır. Yani, eşlerinden
önce hiç kimse o hurilerle cinsî münâsebette bulunmamıştır. Ferrâ der ki: ij., Bekâreti
giderecek şekilde cinsî münâsebette bulunmak demektir.[68]
Müdhâmmetân,
iki yemyeşil (cennet). Lügatte "siyah" manasınadır.
Naddâhatân,
devamlı su fışkırtan iki (çeşme). Abkarî, türlü
nakışları olan halı mânâsmdaki kelimesinin çoğuludur.
Ferrâ şöyle der: Abkarî,
kalın halılar demektir. Ebû Ubeyd de şöyle der: Nakışlı olan her elbise, Araplara göre
abkarîdir. Abkarî, nakış
yapılan yere, (yani Abkar'a) mensup demektir. Zu'r-Rumme şöyle
der:
Hattâ, yüksek yerlerde bulunan
bahçelere, sanki azamet ve ululuk, Abkar nakısından
elbise giydirmiştir.[69]
Âyetlerin Tefsiri
46. Hesap
vermek için Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kula iki cennet vardır. Biri
oturması, biri de eşleri ve hizmetçileri için. Nitekim dünya krallarının durumu
da böyledir. Çünkü onların kendilerinin bir köşkü, eşlerinin de başka bir köşkü
vardır.[70]
Kurtubî şöyle
der: Cennet ehlinin, birinden diğerine geçmekle
sevinci kat kat artacağı için iki cennet vardır.
Zemahşerî de şöyle der: İtaat ettiği için bir cennet,
isyanı terkettiği için de bir cennet vardır. Hadiste
şöyle buyrulmuştur: İçindeki kapkacak ve diğer şeyler gümüşten olan iki cennet; yine
kapkacak ve diğer şeyleri altından olan iki cennet
vardır. Adn cennetinde, mü'minlerle Rablarını görme
arasında, Yüce Allah'ın zâtında bulunan azamet ridâsın-dan başka bir engel yoktur.[71]
47. Rabbinizin
hangi nimetini yalanlıyorsunuz?! Bundan sonra Yüce Allah, bu iki cenneti şöyle
anlattı: [72]
48. O
cennetlerde çeşitli dallar ve türlü meyveler vardır. Ebû Hayyân şöyle der: Dallar
yapraklandığı ve meyve verdiği için ve aynı zamanda onlardan gölge meydana
geldiği ve meyveler dallardan toplandığı için, Yüce Allah özellikle dalları
zikretti. [73]
49. Rabbinizin
nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz? ! [74]
50. Bu iki
cennetten her birinde, akan bir çeşme vardır. İçimi kolay tatlı su akıtır.
Nitekim Yüce Allah mealen şöyle buyurmuştur: "Orada
akan bir pınar vardır"[75]
İbn Kesîr
şöyle der: O iki çeşme, ağaçlan ve dalları sulamak için şırıl şırıl akar. Böylece ağaçlar» çeşit çeşit renklerde meyveler verir.[76]
Hasan Basrî de şöyle der: Bu iki pınar, tatlı ve güzel
su akıtırlar. Bunlardan birine Tesnîm, diğerine Selsebîl denilir. [77]
51. Rabbinizin
nimetlerinden hangi birini yalanlıyorsunuz?!
[78]
52. İkisinde
de, her türlü meyveden çift çift vardır. Bunlardan
biri bilinen; diğeri ise mü'minlerin dünyada iken
bilmedikleri bir meyvedir. İbn Abbas şöyle der: Tatlı olsun acı olsun, dünyada hangi meyve
varsa, hepsi cennette vardır. Hattâ EbûCehil karpuzu
bile vardır. Ancak bu, cennette tatlıdır. Âhirette
bulunan nimetlerin, dünyada sadece isimleri vardır. [79]
53. Rabbinizin
hangi nimetini yalanlıyorsunuz?! Fahreddin Râzî der ki: "Yüce Allah'ın, "İki cennet de dallarla
doludur", "O iki cennette akan iki pınar vardır" ve "Onlarda her türlü meyveden
iki çift vardır" mealindeki sözlerinin hepsi, bu anlatılan iki cennetin
özellikleridir. Yüce Allah, dallan ve meyveleri anlatırken, bu ikisi arasında,
orada iki akan çeşmenin de bulunduğunu zikretti. Nimetlerden yararlananların
âdeti de böyledir.» Çünkü onlar bağlara girdiklerinde hemen meyve yemezler.
Aksine, yemeden önce dinlenip rahatlarlar. Bununla beraber insan, dünya
bağlarında acıkmadan ve iyice iştahı gelmeden bir şey yemez. Öyleyse cennette
nasıl yesin!! Dolayısıyİe Yüce Allah, dinlenmeyi tamamlayan şeyi anlattı
ki, o da ağaçların yeşilliği ve nehirlerin akmasıdır. Daha sonra da,
rahatlayınca yapılacak şeyi anlattı ki, o da meyve yemektir. Ayetleri, mânâların
en güzeliyle ve en açık ifadelerle getiren Yüce Allah noksan sıfatlardan
uzaktır.[80]
54. Takva
sahipleri, ebedîlik cennetlerinde örtüleri altında süslü kalın ipekten yapılmış
kalın yatak ve döşemelere yaslanırlar. Bu, döşemelerin son derece kıymetli
olduğunu gösterir-Çünkü örtü bu nitelikte olunca, var sen yüzünü hesap et. İbn Mes'ûd der ki: Bunlar
astarlardır. Yüzlerini bir görseniz! İbn Abbas, bu âyetin mânâsı sorulunca şöyle demiştir: Bu Yüce
Allah'ın meâlen buyurduğu şu nimetlerdendir:
"Yaptıklarına karşılık olarak nice sevindirici ve göz aydınlatıcı nimetler
saklandığını hiç kimse bilemez"[81]
Bu 'ki cennetin meyveleri yere yakındır. Oturan, ayakta olan ve yatan kimse onu
alabilir-Bunlar, dünya meyvelerine benzemez. Onlar yorulmadan ve meşakkat
çekilmeden elde edilemez. İbn Abbas şöyle der: Allah'ın dostu, ister ayak' ta, ister
oturarak, ister yatarak meyvelerini toplayacak şekilde ağaç yere yaklaşır.[82]
55. Rabbinizin
hangi nimetini yalanlıyorsunuz?! [83]
56. O
cennetlerde, gözlerini yalnız eşlerine çeviren dilberler vardır. Asla
başkalarını görmezler. Nitekim iffetli ve örtülü hanımların durumu böyledir
grmezler.
Nitekim iffetli ve örtülü hanımların durumu böyledir. Kocalarından evvel
onlarla, ne insanlardan ne cinlerden hiç kimse cinsî münâsebette bulunmamış ve
onlara dokunmamışlar. Bilakis onlar bakiredirler. Alûsî şöyle der: Aslında kan çıkma manasınadır. Bunun
içindir ki hayza tams denir.
Daha sonra, bakirelerle yapılan cinsî münâsebete bu isim verilmiştir. Çünkü bu
münâsebette kan çıkar. Bilâhare, kan çıkmasa da her türlü cinsî münâsebet için
kullanılmıştır.[84]
57. Ey insan ve
cin toplulukları! Allah'ın yüce ve güzel nimetlerinden hangisini
yalanlıyorsunuz? [85]
58. O
bakireler, saflık ve kırmızılık hususunda yakut ve mercana i benzerler. Ka'tâde şöyle der: Saaki onlar
yakut saflığında ve mercan kırmızilığındadır. Yakutu
bir ipliğe dizsen, sonra arkasından baksan, mutlaka o ipi görürsün.[86]
Hadiste şöyle buyrulmuştur: Cennet kadınlarından olan
kadının bacağının beyazlığı yetmiş kat ipek elbisenin altında görülür. Hattâ
iliği bile görülür.[87]
59. Rabbinizin
hangi nimetini inkâr ediyorsunuz?! [88]
60. Dünyada
güzel iş yapanın mükâfatı, âhirette kendisine güzel
muamele .edilmekten başka birşey değildir. Ebussuud der ki: Güzel amelin mükâfatı, güzel sevaptan başka
bir şey değildir.[89]
Bundan maksat şudur: kim önceden,
âhirete iyilik ve ikram gönderirse, lütuf ve ihsana
hak kazanır. [90]
61. Rabbinizin
nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz? [91]
62. Fazilet ve
değerde bu iki cennetten aşağı derecede, başka iki cennet daha vardır.
Tefsirciler şöyle der: İlk iki cennet (önde olanlar) için, diğer ikisi ise ashâb-ı yemin (amel defterleri sağından verilenler) içindir.
Kuşkusuz, sâbikûn'un makamı daha büyük ve yücedir.
Zira Yüce Allah meâlen şöyle buyurmuştur: Amel
defterleri sağlarından verilenler, ne mutludur onlar! Amel defterleri sol
taraflarından verilenler, ne bahtsızdır onlar!
Önde olanlar, öncü olanlar, işte onlar ençok
yaklaştırılanlar![92]
63. Ey insan ve
cin topluluğu! Allah'ın yüce nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz?! [93]
64. Bu iki
cennet yemyeşildir. Alûsî şöyle der: Maksat şudur: O
iki cennet yemyeşildir. Yeşillik arttıkça siyaha çalar. Bu da bol su almaktan
ileri gelir.[94]
65. Rabbinizin
hangi nimetini yalanlıyorsunuz?! [95]
66. O iki
cennette, kesilmeksizin su fışkırtan iki kaynak vardır. İbn Mes'ûd ve İbn Abbas şöyle der: Bu kaynaklar
cennet ehlinin evlerine, bol yağmur gibi misk, amber ve kâfur fışkırtır.[96]
67. Rabbinizin
nimetlerinden hangi birini inkâr ediyorsunuz?!
[97]
68. Bu
cennetlerde, her türlü meyve ve her türlü hurma ve nar vardır. Yüce Allah,
bunların diğer meyvelerden daha üstün ve iyi olduğuna dikkat çekmek için
özellikle hurma ve narı zikretti. Aynı zamanda, çoğunlukla Arab'ın meyvesi bunlardır. Alûsî
der ki: Sonra cennetteki hurma ve nar bizim bildiklerimizden farklıdır.[98]
69. Rabbinizin
hangi nimetlerini inkâr ediyorsunuz?! [99]
70. O
cennetlerde, ahlâkı güzel, yüzleri parlak sâliha
kadınlar vardır. [100]
71. Rabbinizin
nimetlerinden hangisini inkâr ediyorsunuz? [101]
72. Onlar
örtülü güzel hurilerdir. Şeref ve itibarlarmdan dolayı
dışarı çıkmazlar. İnciden yapılmış çadırlar içersinde örtüler içinde kalıp
çıkmazlar. Ebû Hayyân şöyle
der: Kadınlar böyle övülür. Çünkü onların evlerden ayrılmamaları korunduklarını
gösterir. Hasan Basrî de, "Bundan maksat, onlar
yollarda dolaşan kadınlar değillerdir" demektir. Cennet çadırları, inciden
yapılmış evlerdir.[102]
Hadiste şöyle buyrulmuştur: Cennette, içi boşaltılmış
inciden yapılmış olan bir çadır vardır ki, genişliği 60 mildir. Her köşesinde
bir aile oturur. Bunlar başkalarını görmezler. Mü'-minler bunları dolaşır.[103]
73. Rabbinizin
hangi nimetini yalanlıyorsunuz?! [104]
74. Eşlerinden
önce onlarla, ne insanlardan ne de cinlerden hiçkimse
cinsî münâsebette bulunmamış ve onlara dokunmamiştır.
İbn Cüzeyy şöyle der: Önce
anlatılan iki cennet sâbikûn içindir. İkinci olarak
anlatılan iki cennet ise, amel defterleri sağlarından verilenler içindir. Bak,
Yüce Allah, ilk iki cennetin özelliklerini, sonraki iki cennetten nasıl üstün
kıldı. İlk ikisinde, meâlen "Onlarda akan iki pınar
vardır" burada ise, "Fışkıran iki pmar vardır"
buyurdu. Akmak, fışkırmaktan daha üstündür. Öncekilerde, "O ikisinde, her türlü
meyveden iki çift vardır", burada ise, "Onlarda meyve, hurma ve nar vardır"
buyurdu. Birincisi daha kapsamlı ve geneldir. Orada hurileri nitelerken, "Sanki
onlar yakut ve mercandır"; burada ise "O cennetlerde ahlâklı ve güzel kadınlar
vardır" buyurdu. Her güzellik, yâkût ve mercan güzelliği gibi olmaz. Oradaki
niteleme daha üstündür. Orada yatakları nitelerken, "Astarlan ipekten yataklara
yaslanırlar", burada ise, "Yeşil yastıklara yaslanırlar" buyurdu. Kuşkusuz,
yaslanmak için hazırlanmış olan yataklar, çadır eteklerinden daha üstündür.[105]
75. Ey insan ve
cin toplulukları! Allah'ın yüce nimetlerinden hangi birini
yalanlıyorsunuz?! [106]
76. Cennet
yastıklarından, yeşil yastıklara yaslanırlar.[107]
Çeşitli şekillerle ve zinetlerle süslenmiş kalın
döşemelere yaslanırlar. Sâvî şöyle der: Abkarî, Yemen bölgesinde bulunan Ab-kar kasabasına mensup
demektir. Orada son derece güzel, nakışlı hah ve kilimler dokunur. Yüce Allah bu
nakışlı yaygıları anlatmak suretiyle, o iki cennetin yataklarını zihnimize
yaklaştırdı.[108]
77. Ey insan ve
cin toplulukları! Allah'ın hangi nimetini yalanlıyorsunuz?! [109]
78. Azamet,
ululuk, lütuf ve ihsan sahibi Yüce Allah'ın zâtı, noksan sıfatlardan uzak ve
münezzehtir. O'nun hayrı çok ve bereketi boldur. Ebû
Hayyân şöyle der: Yüce Allah yukarıda dünya
nimetlerini, "Rabbinin ihsan ve azamet sahibi zâtı bakî kalır" mealindeki
sözüyle sona erdirince, burada da âhiret nimetlerini,
"Azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı münezzeh ve mukaddestir" sözüyle sona
erdirdi. Orada, âlemin yok olmasından sonra Yüce Allah'ın bekası ve sonsuzluğunu
anlatmak uygun düşmüştür. Burada ise, ikram ve nimet yurdunda mü'minlere lütfedeceği iyilik, ihsan ve hayrı onlara
anlattıktan sonra, bereketi anlatması uygun düştü.[110]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda Özetliyoruz:
1. "Göğü
yükseltti" ile "lYeri aIcalttl" arasında güzel bir mukabele vardır. Aynı şekilde "
insanı, pişmiş çamura benzer bir balçıktan yarattı" âyeti ile " Cinni, halis ateşten yarattı" âyeti arasında mukabele
vardır.
2. "Denizde
uzun dağlar gibi yükselen gemiler de O'nundur" âyetinde mürsel mücmel teşbih vardır. "Büyüklükte dağlar gibi
gemiler" demektir.
3. "Rabbinin
yüzü baki kalır" âyetinde mecâz-ı mürsel vardır. Yani,
O'nun mukaddes zâtı bakî kalır. Bu, zikr-i cüz irâde-i
küll bâ-bmdandir.
4. "Ey insan ve
cin! Sizin de hesabınızı ele alacağız" âyetinde istiâre-i temsîliyye vardır. Yüce Allah, dünyanın ve arada bulunan
mahlûkât işleri idaresinin sona ermesi, âhiretin
gelmesi ve bir tek işin, yani insanların ve cinlerin hesaba çekilme işinin
kalmasını, kendisini birçok şey meşgul edip de, hepsini bırakarak yalnız bir işe
yönelen kimsenin durumuna benzetti.
Oysa ki, Yüce Allah'ı, hiçbir
şey, diğerinden alıkoyacak şekilde
meşgul etmez. Bu, sadece temsil yoluyla anlatmaktır.
5. "Çıkabiliyorsanız çıkın" âyetindeki emir acze düşürme
mânâsını ifade eder.
6. "Gökyarılıpdabir gül olduğu zaman" âyetinde teşbîh-i belîğ
vardır. "Kırmızılıkta gül gibi olunca" demektir. Vech-i şebeh ile teşbîh edatı
zikredilmemiş, böylece teşbîh-i belîğ olmuştur.
7. "meyve" ile
" iki cennet" arasında, şekil ve harf değişikliğinden dolayı cinâs-ı nakıs
vardır. Buna cinâs-ı iştikak da denir.
8. "Oralarda
gözlerini yalnız eşlerine çevirenler vardır" âyetinde, nitelenen söylennıeyip sıfat söylenerek îcâz yapılmıştır. Yani,
gözlerini sadece eşlerine çevirip başkalarına bakmayan kadınlar
vardır.
9. gibi âyet
sonlarında akıcı sec'i murassa vardır. Bir ipliğe
dizilmiş inci tanelerine benzerler. Yüce Allah'ın şu âyetlerini bir
oku:
Sûrede bunun benzerleri
çoktur. [111]
Faydalı Bilgiler
Rahman sûresi'ne, " Arûsu'l-Kur'ân" denilir. Çünkü
hadiste şöyle gelmiştir: Herşeyin bir gelini (süsü)
vardır. Kur'ân'm gelini de Rahman süresidir.[112]
Allah'ın yardınııyle "Rahman Sûresi"nin tefsiri bitti. [113]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/261-262.
[2] Kuitubî,
17/16]
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/266.
[4] Furkân sûresi,
25/60
[5] Zâdu'l-mesîr, 8/105
[6] Hâzin, 4/246
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/266-267.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/267.
[8] Beyzâvî Haşiyesi,
3/427
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/267.
[9] Muhtasar-i İbn Kesîr,
3/415
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/267.
[10] En açık olan şudur: Necm'den
maksat, gökteki yıldızlardır. Bu Mücâhid'in görüşü ve
İbn Kesîr'in tercihidir. İbn
Abbâs'tan rivayet edildiğine göre, Necm'den maksat yerden çıkan gövdesiz her bitkidir. Çünkü o,
gövdeli bitki mânâsına gelen kelimesi karşılığında zikredilmiştir. İbn Cerîr bu görüşü tercih
etmiştir. Birinci görüş en açık olandır.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/267.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/267.
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/267.
[13] Mutaffifın sûresi,
83/1
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/267.
[15] Muhtasar-ı ibn Kesir,
3/416
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/267-268.
[16] Muhtasar-ı İbn Kesir
3/416
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/268.
[17] Bahr,
8/190
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/268.
[19] Tirmizî, Tefsir,
48/56
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/268-269.
[21] Hıcr sûresi,
15/26
[22] Sâffât sûresi,
37/11
[23] Âl-i İmrân,
3/59
[24] Beyzâvî Haşiyesi, 3/430; Sâvî, 4/154
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/269.
[25] Rûhu'l-meânî, 27/105
[26] Müslim, Zühd, 60; Ahmed b. Hanbel, Müsned 6/153.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/269.
[27] Bahr,
8/190
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/269.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/269.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/269.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/269.
[32] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/417
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/270.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/270.
[34] Rûhu'l-meânî, 27/106
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/270.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/270.
[37] Kurtubî,
17/164
[38] AnkcbÛt sûresi, 29/65. Kurtubî, 17/165
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/270.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/271.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/271.
[41] Kasas sûresi,
28/88
[42] Kurtubî,
17/165
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/271.
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/271.
[44] Âlûsî,
27/111
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/271.
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/271.
[46] Muhtasarı İbn Kesir,
3/419
[47] Bahr,
8/194
[48] Beyzâvî,
3/432
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/271-272.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/272.
[50] Kıyâme sûresi, 75/10;
Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/419
[51] Son devir âlimlerinden bazıları bu günlerde, bu âyeti
yanlış tefsir etmeye yönelmişler ve insanın göklere ve yıldızlara çıkabileceğini
iddia etmişlerdi. Ayette geçen "Sultan" kelimesini "ilim" şeklinde tefsir
etmişlerdir. Oysa bu, tefsircilerin görüşlerine aykırıdır. Âyetin gelişi ve
devamı bunu reddeder. Çünkü âyet, âhiretteki korkunç
olayları ve sıkıntıları açıklamak için getirilmiştir. Daha önce geçen, "Ey insan
ve cin! Sizi hesaba çekeceğiz" mealindeki âyet ile, daha sonra gelen 'Üzerinize
ateşten alev ve duman gönderilir" mealindeki âyetler bunun delilidir.
Tefsirciler bu olayın âhirette olacağında fikir
birliğine varmışlardır. Biz, insanın füzeler ve yeni icat edilen şeylerle aya
veya bazı yıldızlara gidebileceğine itiraz etmiyoruz. Çünkü bu insanın gücü
dahilindedir. İnsan, ilim vasıtasıyle dünyanın
etrafında dönebilir ve uzaya yükselebilir. Fakat o, göğe ulaşamaz. Çünkü Allah,
göğü korunmuş bir tavan kılmıştır. Ay ve diğer yıldızlara gelince bunlar dünya
göğünün altındadır. Bunlara ulaşılabilir. Fakat biz, bilmeden ve anlamadan
Kur'an'a hücum eden ve güvenilir tefsircilcriıı görüşlerine başvurmadan kendi görüşüyle,
Allah'ın Kitabı hakkında söz söyleyen kimseleri yadırgıyor ve onlara şaşıyoruz.
Aya ulaşma konusunda yazdıklarımız
için, bkz, "Râbıtatu'l-âlemi'l-İslâmî" dergisi, yıl 1387
h.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/272.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/272.
[53] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/419
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/272-273.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/273.
[55] Bu şartın cevabı zikredilmemiş olup, "O gün korkunç
şeyler olacaktır" takdirindedir. (Mütercimler)
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/273.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/273.
[58] Tefsîr-i kebîr, 29/118
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/273.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/273.
[60] Tâhâ sûresi,
20/102
[61] Âl-i İmrân sûresi,
3/106
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/273.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/273.
[64] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/421
–
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/273.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/274.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/274.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/277.
[68] Kurtubî,
17/181
[69] Bahr,
8/186
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/277-278.
[70] Fahreddin Râzî der ki: Yüce Allah, kâfirin ateşle, son derece sıcak su
arasında dolaştığını bildirdikten sonra, "Rabbinin huzurunda durmaktan korkan"
mü'minin iki cenneti olduğunu bildirdi. Yüce Allah
cenneti tekil, ikil ve çoğul olarak zikretti ve şöyle buyurdu: "Takva sahipleri
cennetlerdedir (Kamer sûresi, 54/54)", "Takva sahiplerine va'dedilen cennet şöyledir... (Muhammed sûresi, 47/15)".
Cennetin ağaçlan ve köşkleri birbirine bitişik ve geniş çöller gibi aralarında
birini diğerinden ayıran bir boşluk olmadığı için bir
tek cennet gibidir. Genişliği, ağaçlarının çeşitliliği ve köşklerin çokluğu
sebebiyle de "birçok cennet" gibidir. Ruhun ve bedenin zevk alacağı şeyleri
kapsadığı için de, sanki iki cennettir.(Tefsîr-i kebir,
29/123)
[71] Buhârî, Tevhid, 24, Tefsir 55/1,2; Müslim, İman
296.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/278.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/278.
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/279.
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/279.
[75] Ğâşiye sûresi,
88/12
[76] Muhtasar-i İbn Kesîr,
3/422
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/279.
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/279.
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/279.
[80] Tefsîr-i kebîr, 29/125
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/279.
[81] Secde sûresi, 32/17; Rûhu'l-meânî,
27/118
[82] Hâzin, 4/10
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/279-280.
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/280.
[84] Alûsî,
27/119
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/280.
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/280.
[86] Bahr,
8/198
[87] Bu hadisi Tirmizİ, İbn Mes'ûd'dan mcrfû' ve mevkuf olarak tahrîç
etmiştir.. Tirmizî, cennet 5. İbn Kesîr,
"Mevkuf olması daha doerudur"der. İbn Kesir,
7/479.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/280.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/280.
[89] Ebussımrf
V197
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/280-281
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/281.
[92] Vakıa sûresi, 56/8-11
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/281.
[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/281.
[94] Rûhu'l-meânî, 27/121
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/281.
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/281.
[96] Kurtubî,
17/185
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/281.
[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/281.
[98] Rûhu'l-meânî, 27/122
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/281.
[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/281.
[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/281.
[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/281.
[102] Bahr,
8/198
[103] Buhârî, Tefsir,
55/2
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/281-282.
[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/282.
[105] Teshil, 4/86; Kurtubî,
17/183
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/282.
[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/282.
[107] Bu Hasan Basrî'nin görüşüdür.
İbn Abbas ise şöyle der:
Refref, üzerinde uyumak için yatağın üzerine konan
çarşaftır.
[108] Sâvî,
4/160
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/282.
[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/282.
[110] Bahr,
8/200
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/283.
[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/283-284.
[112] Sâvî Haşiyesi,
4/152
[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/284.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder