RAHMAN SURESİ

Hiç yorum yok
. 11

RAHMAN SURESİ

Mekke'de inmiştir. 78 âyettir.

Takdim

Rahman sûresi, İslam inancının esaslarını ele alan Mekkî sûrelerden­dir. Bu sûre, diğer mübarek sûreler arasında bir gelin gibidir. Bunun içindir ki, hadiste şöyle bııyrulmuştur: "Her şeyin bir gelini (süsü) vardır. Kur'an'ın gelini de er-Rahmân süresidir."
Bu mübarek sûre, Yüce Allah'ın, kullarına lütfettiği, sayılamayacak kadar çok ve açık nimetlerini sayarak başlar. Bu nimetlerin başında Kur'-an'ı Öğretme nimeti gelir. Zira Yüce Allah onu, insana verilmiş en büyük nimet olarak nitelemiştir. İnsanın yaratılması ve ona anlatmanın öğretil­mesinin zikrinden Önce Yüce Allah'ın zatı zikredilmiştir: "Rahman olan Allah, Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona (maksadını) anlatmayı öğretti."
Sonra bu sûre, Allah'ın (c.c.) sayılamayacak kadar çok, güzel nimet­lerini ve büyük alâmetlerini anlatan varlık sayfalarını açar. Bu nimet ve alâmetler güneş, ay, yıldızlar, ağaçlar, direksiz yükseltilmiş olan gök ve bunda bulunan kudretini gösteren enteresan ve sanatını gösteren fevkalade şeyler ve içinde, insanlara nzık olarak verdiği çeşitli meyve ve ekinlerin bulunduğu yer yüzüdür: "Güneş ve ay bir hesaba göre hareket eder. Yıldız­lar ve bitkiler (Allah'a) secde ederler.."
Bu sûre, Yüce Allah'ın felekleri yürütmesinde ve denizin dalgalarını yararak hareket eden büyük gemileri insanların emrine vermesinde Yüce Allah'ın açık kudretini gösteren delillerden bahseder. O gemiler, su üzerin­de giderlerken, sanki büyük ve yüksek dağlar gibidir: "Denizde uzun dağlar gibi yükselen gemiler de O'nundur..."
Görünen bu kâinat sayfası hızla sunulduktan sonra, varlık sayfaları dürülür. Mahlukat, tümüyle yok olur. Ölümün korkunç gölgesi onları sarar, yokluk onları dürer ve sadece Hayy ve Kayyûm olan Allah (c.c.) kalır: "Yer yüzünde bulunan her canlı yok olacak. Azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı kalacak"
Yine bu sûre, kıyametin korkunç hallerini ele alır, suçlu bedbahtların durumunu ve o zor günde karşılaşacakları korku ve sıkıntıları anlatır: "Suç­lular simalarından tanınır. Perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar."
Günahkârlara yapılacak azap sahnesini anlattıktan sonra, sûre, takva sahiplerine verilen nimet sahnesini geniş bir şekilde ele alır. Şöyleki takva sahipleri, cennetlerde hûrîler ve gençlerle beraber olurlar: "Rabbiniıı makamından korkanlar için iki cennet vardır..."
Bu mübarek sûre, kullarına verdiği çeşitli nimet ve ikramdan dolayı Yüce Allah'a ta'zîm ve övgü ile sona erer. Bu, Rahman sûresi için en uygun sona eriştir: "Büyüklük ve İkram sahibi Rabbinin adı, yücelerden yücedir." İşte böylece, başlangıçla bitiş, en parlak ifadede birbirlerine uygun düşmüş­tür. [1]
Bismillâhirrahmânirrahînı
1, 2, 3, 4. Rahman olan Allah, Kur'ân'ı öğretti. İn­sanı yarattı. Ona beyanı, öğretti.
5. Güneş ve ay bir hesaba göre hareket eder.
6. Yıldızlar ve ağaçlar (Allah'a) secde ederler.
7. Göğü Allah yükseltti ve mizanı O koydu ki,
8. Sakın tartıda haksızlık etmeyesiniz.
9. Tartıyı doğru yapın, terazide eksiklik yapma­yın.
10. Allah, yeri mahlûkat için yaymıştır.
11. Orada meyvalar ve salkimlı hurma ağaçları vardır.
12.Yapraklı taneler ve hoş kokulu bitkiler vardır.
13. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
14. Allah insanı, saksı gibi kum çamurdan yarattı.
15. Cinleri de hâlis ateşten yarattı.
16. O halde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
17. O, iki doğunun ve iki batının Rabbidir.
18. Öyleyse Rabbinizin hangi nimetlerini yalanla­yabilirsiniz?
19. İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıver­miştir.
20. Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar.
21. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
22. İkisinden de inci ve mercan çıkar.
23. Şimdi Rabbinizin nimetlerinden hangisini ya­lanlayabilirsiniz?
24. Denizde uzun dağlar gibi yükselen gemiler de O'nundur.
25. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
26. Yer yüzünde bulunan her canlı yok olacak.
27. Ancak, azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı baki kalacak.
28. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalan­layabilirsiniz?
29. Göklerde ve yerde kim varsa O'ndan ister. O, her an bir iştedir.
30. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalan­layabilirsiniz?
31. Ey insan ve cin! Sizin de hesabınızı ele alaca­ğız.
32. Hal bu iken Rabbinizin nimetlerinden hangisi­ni yalanlayabilirsiniz?
33. Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresinden çıkmaya gücünüz yetiyorsa çıkın. Ama bir güç olmadan çıkamazsınız.
34. Öyleyse Rabbinizin hangi nimetlerini yalan­layabilirsiniz?
35. Üzerinize ateşten alev ve eritilmiş bakır gön­derilir de yardımlaşamazsıniz.
36. Öyleyken Rabinizin hangi nimetlerini yalanla­yabilirsiniz?
37. Gök yarılıp da, erimiş yağ gibi kıpkırmızı bir gül olduğu zaman,
38. Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
39. İşte o gün insana da cin'e de günahı sorulmaz.
40. O halde Rabbînizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
41. Suçlular, üzerlerindeki alâmetlerden tanınır, alınlarından (perçemlerinden) ve ayaklarından yaka­lanırlar.
42. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalan­layabilirsiniz?
43. İşte, bu suçluların yalanladıkları cehennem­dir.
44. Onlar, cehennemle kaynar su arasında dolaşır dururlar.
45. Şimdi Rabbinizin nimetlerinden hangisini ya­lanlayabilirsiniz?

Kelimelerin İzahı

Husbân, ve gibi mastar olup hesap, manasına­dır.
Enam, mahlukat ve yeryüzünde hareket eden her şey demektir.
Asf, kuru ekinin yaprağı.
Reyhan, kokusu güzel olan her bitki. Buna, güzel kokusundan dolayı "Reyhan" denilmiştir.
Mâric, ateşin üstünde görünen alev. Leys şöyle der: Şiddetli alevi olan yaygın ışındır.[2]
Cevâr, gemi mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Su üzerinde yürüdüğü için gemiye "câriye" denilmiştir.
A'lâm, uzun dağ mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Şâir şöyle der: "Bir dağı aştıklarında bir dağ göründü"
Çıkarsınız, Bir şeyden hızla çıkmak demektir,
Şuvâz, dumansız alev manasınadır.
Dihân, kızıl deri demektir.
Ân, son derece sıcak demektir. [3]

Âyetlerin Tefsiri

1, 2. Rahman olan Allah, Kur'an'ı öğretti. Ezberlemek ve anlamak için onu kolaylaştırdı. Mukâtil şöyle der: Yüce Allah'ın, "Rahman'a secde edin"[4] mealindeki âyeti inince, Mekke kâfirleri, "Rahman nedir?" dediler. Onu inkâr edip, "Rahmân'ı tanımıyoruz" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah onların İnkâr ettiği Rahmân'ın Kur'ân'ı öğreten olduğunu beyân etti.[5] Hâzin de şöyle der: Yüce Allah kullarına verdiği ni­metlerini saydı ve en büyük nimet ve en üstün olanını önce zikretti. Ki bu da Kur'an-ı Kerim'dir. Çünkü Kur'an, Allah'ın, peygamberlerine gönderdiği vahyin en büyüğü, veli ve temiz kullan katında makamca en üstünü, en çok zikredileni ve din konularında en güzel etkili olanıdır. Kur'an, mahlukatm en şereflisi olan peygamberlere indirlen semavî kitapların en üstünüdür.[6]
3. İşiten, gören ve konuşan insanı yarattı. Bundan maksat insan cinsidir. [7]
4. Meramını ve isteğini açıklama ve bu sayede diğer canlı­lardan ayrılma imkânını sağlayan konuşma kabiliyetini ona ilham etti. Beyzâvî şöyle der: Bundan maksat, insanları Allah'a şükretmeye teşvik et­mek ve bu hususta kusurlu olduklarına dikkat çekmek için, Allah'ın insan cinsine verdiği nimetleri saymaktır. Kur'an'ı öğretmek dini nimetlerin te­meli olduğu için, en önemli olanı öne alıp insanı yaratmasını zikretmeden önce Kur'an'ı öğretmesini zikretti.[8]
5. Güneş ve ay, burçlarında belli bir hesaba göre hareket eder ve kulların menfaatleri için, yörüngelerinde akıp giderler. İbn Kesîr şöyle der: Yani, değişmeyen, kanunlaşmış bir hesapla birbirlerinin ardından giderler.[9]
6. Yıldızlar ve bitkiler, kendilerinden istediği hu­suslarda, Rahman'a boyun eğip itaat ederler. Yıldızlar burçlarda hareket ederek, bitkiler de meyve çıkarmak suretiyle itaat ederler.[10]
7. Göğü yüksek, binası sağlam, kadri ve şanı yüce yarattı. İnsanın, hakkını tam olarak alması için, alıp vermede teraziyi emretti ki, [11]
8. Tartıda eksiltme yapmayasmız. [12]
9. Tartıyı adalet ve eşitlikle dosdoğru yapın. "Tartıda eksiklik ve noksanlık yapmayın. Nitekim Yüce Allah, mealen "Hilekârlara yazıklar olsun"[13] buyurmuştur. [14]
10. Yeryüzünü de insanlar için yaydı ki, orada yerleşip Allah'ın orada yarattıklarından faydalansınlar. İbn Kesîr şöyle der: Yeryüzüne yüksek dağlar yerleştirdi ki, üzerinde bulunan mahlukatla karar kılsın. Bunlar, yeryüzünün dört bir tarafında bulunan türleri, şekilleri ve renkleri farklı mahlukattır.[15]
11. Orada rengi, tadı ve kokusu farklı meyve türleri ve salkım tomurcuklu hurma ağaçları vardır. İbn Kesîr der ki: Hurma kıymetli ve kurusu ve yaşı faydalı bir meyve olduğu için, Yüce Alla'h sa­dece onu zikretti. Ekmâm, İbn Abbas'm da dediği gibi, tomurcuk kabuk­larıdır. içinden tomurcuğun çıktığı şey demektir. Sonra ondan salkım çıkar, Büsr yani ham meyve haline gelir. Sonra rutab (biraz daha olgun) hale gelir. Daha sonra da iyice olgunlaşıp mükemmel hale gelir.[16]
12. Yeryüzünde buğday, arpa ve gıda alınan diğer hububat türleri vardır. Bu hububatın, hayvanlara gıda olan samanı da vardır. Ayrıca orada gül, zambak, yasemin ve benzeri güzel kokulu ve koklanan her türlü bitkiler vardır. Ebû Hayyân şöyle der: Yüce Allah önce meyveyi zik­retti ve lafzını nekre olarak getirdi. Çünkü onun bizzat kendisinden fayda­lanılır. Sonra ikinci olarak hurmayı zikretti. Hurmanın meyvesini değil de. aslını yani ağacını zikretti. Çünkü hurmanın ağacından çok fayda­lanılmaktadır. Mesela lif, yapraklı ve yapraksız dal, kok, yağ ve meyvesin­den faydalanılmaktadır. Daha sonra Yüce Allah, insan geçiminde esas olan hububatı zikretti ki bu da buğday arpa, başak ve yaprağı olan her bitkidir. Yüce Allah ile bunların yapraklı olduğunu da vurguladı. Bunu insan­lara gıda veren hububatı ve hayvanlarına gıda veren yapraklarını yani sa­manı onlara ihsan ettiğine dikkat çekmek için yaptı. Meyve ile başladı, koklanan şeylerle sona erdirdi ki, faydalanacakları, gıda alacakları ve güzel kokusundan lezzet alacakları şey tam olarak hasıl olsun.[17]
Yüce Allah, nimetlerini saydıktan sonra insanlara ve cinlere şöyle hi­tap etti: [18]
13. Ey insan ve cin toplulukları! Allah'ın nimetle­rinden hangisini yalanlıyorsunuz? Allah'ın size verdiği nimetler sayılama­yacak kadar çok değil mi? İbn Ömer'den (r.anhumâ) şöyle rivayet edilmiş­tir: Rasuluilah (s.a.v) Rahman sûresini Ashabına (r.anhum) okudu. Ashâb sustu. Rasuiullah (s.a.v) buyurdu ki: Neden, cinlerin, Rablerine sizden daha güzel cevap verdiğini işitiyorum. Ben ne zaman, âyetine gelsem, onlar: "Ey Rabbimiz! Senin nimetlerinden hiçbirini yalanlamıyo­ruz. Hamd Sana mahsustur" diyorlar.[19]
Bundan sonra Yüce Allah, birliğini ve kudretini gösteren delilleri an­lattı: [20]
14. Allah, babanız Adem'i kurumuş bir çamurdan yarattı. Ona vurulduğunda tın tın diye bir ses işitilir. Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah bu sûrede Âdem'i, "Ateşte pişmiş gibi kuru çamur­dan" yarattığını; Hıcr sûresinde, "Pişmiş çamurdan, değişmiş cıvık balçık­tan.[21] Saffât sûresinde, "Yapışkan bir çamurdan"[22] yarattığını bildirdi. Âl-i İmrân sûresinde ise, "Onu topraktan yarattı"[23] buyurdu. Bu şöyle olmuştur. Yüce Allah, yeryüzünün toprağından biraz aldı. Onu su ile karıştırdı. Ele yapışacak şekilde yapışkan bir çamur haline geldi. Sonra onu öyle bıraktı ve neticede kokmuş siyah çamur haline geldi. Daha sonra da kap kaçak yapılır gibi ona şekil verdi. Sonunda da onu kuruttu ve ateşte pişmiş gibi son derece sertleşip vurulduğunda ses çıkaracak hale geldi. Burada an­latılan, o aşamaların sonuncusudur.[24]
15. Cinleri de, dumansız saf alevden yarattı. İbn Abbâs der ki: " Dumansız, saf alevden" demektir. Mücâhid de şöyle der: Ateşin siyahlığı yani duman ile karışık alev demektir.[25] Ha­diste şöyle buyrulmuştur: Melekler nurdan yaratıldı. Cin, dumansız alevden, Adem ise, size anlatılan şeyden yaratılmıştır.[26]
16. Ey cin ve insan toplulukları! Allah'ın nimetle­rinden hangisini yalanlıyorsunuz?! Ebû Hayyân der ki: Bu fasılalardaki tek­rar, pekiştirme, uyarma ve teşvik içindir. İbn Kuteybe şöyle der: Bu tekrar sadece, nimetlerin farklılığındandır. Her bir nimeti zikrettikçe, ardından tsü âyetini tekrarlamıştır.[27] Bu âyet otuzbir defa söylenmiş­tir. Âyetteki soru azarlamak ve kınamak içindir. [28]
17. Yüce Allah, ay ve güneşin doğduğu ve battığı yerlerin Rabbidir. "Güneş ve ay bir hesap ile hareket eder" mealindeki âyette, güneşi ve ayı zikredince, burada da onların doğduğu ve battığı yerle­rin Rabbi olduğunu bildirdi. [29]
18. Allah'ın sayılamayacak kadar olan nimetlerin­den hangi birini yalanlıyorsunuz?! [30]
19. Yanyana bulunan tatlı ve tuzlu iki denizi serbest bıraktı. Bunlar birbirleriyle karşılaştıkları halde karışmazlar.[31]
20. İkisi arasında, Allah'ın kudretinden bir engel vardır. Karışarak biri diğerine taşkınlık etmez. İbn Kesîr şöyle der: den maksat, tatlı ve tuzlu sudur. Tuzlu olan, bildiğimiz bu denizlerdir. Tatlı olan ise, insanların yaşadığı yerlerde akan nehirlerdir. Allah bu iki su arasında yeryüzünden bir engel koydu ki, bunlar birbirlerine karışıp birbirlerini bozmasınlar.[32]
21. Allah'ın hangi nimetini yalanlıyorsunuz?! [33]
22. Topraktan hububat, yaprak ve güzel kokulu bitkiler çıkardığı gibi, sudan da sizin için inci ve mercan çıkarır. Âlûsî şöyle der: Lü'lü, küçük inci, mercan ise büyük incidir. Bunu İbn Abbas söy­lemiştir. İbn Mes'ûd'dan gelen rivayette ise Mercan, elmas ve yakut gibi kırmızı mücevherdir.[34] Ayet, Yüce Allah'ın harikulade sanatını açıklamak­tadır. Şöyle ki, Allah tuzlu sudan inci, yakut ve mercan gibi türlü süs eşya­ları çıkarır. Tek ve ihsan edici olan Allah, noksan sıfatlardan uzaktır. [35]
23. Allah'ın nimetlerinden hangisini yalanlıyorsu­nuz? [36]
24. Denizde yüzen, dağlar gibi büyük ve yüksek gemiler onundur. Kurtubî şöyle der: dağlar gibi demektir. Alem, uzun dağ manasınadır. Denizdeki gemiler, karadaki dağlara ben­zer.[37] Gemileri nimet olarak saymanın izahı şudur: Yüce Allah dağ gibi olan o büyük gemileri su yüzünde yürütmektedir. Su, lâtif ve akıcı bir mad­de olduğu halde erzak, ticaret ve kazanç mallanyle yüklü o büyük gemileri, üzerinde, bir taraftan diğer tarafa, bir bölgeden diğer bölgeye taşır. Şeyh-zâde şöyle der: Bil ki, eşyanın aslı dörttür: Toprak, su, hava ve ateş. Yüce Allah, "İnsanı kuru çamurdan yarattı" sözü ile, toprağın, değerli ve şerefli bir mahluğun aslı olduğunu bildirdi. "Cinni dumansız alevden yarattı" sözüyle, ateşin, bir başka enteresan mahluğun aslı olduğunu açıkladı. "Onlardan inci ve mercan çıkar" sözüyle de, suyun, kıymetli ve değerli bir mahluğun aslı olduğunu açıkladı. Daha sonra da havanın, dağlara benzeyen gemilerin yürümesinde büyük bir tesiri olduğunu açıklamak üzere, "Denizde dağlar gibi yükselen gemiler onundur" buyurdu. Gemilerin deniz­de yürümesinde insan oğlunun asıl itibariyle etkisi olmadığı için, Yüce Allah özellikle gemileri zikretti. İnsanlar, "Gemi de senin, mülk de senin diyerek bunu itiraf ederler: Boğulmaktan korktukları zaman sadece Allah'a dua ederler: Gemiye bindikleri zaman dini yalnız Allah'a has kılarak O'na yalvarırlar. Fakat onları salimen karaya çıkarınca bir bakarsın ki, (Allah'a) ortak koşmaktadırlar"[38]
25. Allah'ın nimetlerinden hangi birini yalanlıyor­sunuz? [39]
26. Yeryüzünde insan ve diğer canlılardan ne varsa, hep­si Ölüp yok olacaktır. [40]
27. Bir ve tek olan azametli, büyük, ihsan ve ikram sahibi olan Allah'ın zatı bakî kalır. Nitekim Yüce Allah, meâlen, "Onun zatından başka herşey yok olacaktır"[41] buyurmuştur. İbn Abbas şöyle der: Vech kelimesi, bakî ve sonsuz olan Yüce Allah'ın zatını ifade eder. Kurtubî de şöyle der: Mahlukatm yok oluşunun nimet sayılmasının izahı ise, ölümde hepsini eşit tutmaktır. Ölümle ayaklar eşit olur. Ölüm fani yurttan, sevap ve ceza yurduna göç sebebidir.[42]
28. Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyor­sunuz?! [43]
29. Göklerde ve yerde ne varsa, ona muh­taçtır. Dil ile veya lisan-ı hal ile, ondan yardım ve rızık isterler. Her an Yüce Allah, mahlukatın işlerinden bir iştedir. Bir günahı bağışlar, bir sıkıntıyı giderir, bir kavmi yükseltir, diğerini alçaltır. Tefsir-çiler şöyle der: Bu işler, Yüce Allah'ın yeniden yarattığı değil, mahlukat için ortaya çıkardığı işlerdir. Çünkü kalem, olmuş şeyleri ve kıyamete ka­dar olacakları yazıp kurumuştur. Yüce Allah dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltır. Hastaya şifa verir, sıhhatliyi hasta eder. Zelili azız kılar, azîzi zelîl eder. Zengini fakir, fakiri zengin yapar. Mukâtil şöyle der: Bu âyet, ya-hudiler hakkında inmiştir. Yahudiler dediler ki: "Yüce Allah, cumartesi günü, hiçbir şeye hüküm vermez" Yüce Allah bu âyetle onlara cevap verdi.[44]
30. Ey insan ve cinler! Allah'ın güzel nimetlerin­den hangisini yalanlıyorsunuz?! [45]
31. Ey insan ve cin topluluğu! Amellerinizden do­layı hesaba çekeceğiz, ibn Abbâs şöyle der: Bu, Yüce Allah'tan kullarına bir tehdittir. Allah meşgul değildir ki onu bıraksın.[46] Ebû Hayyân da şöyle der: "Kıyamet gününde işlerinize bakacağız" demektir. Yoksa Yüce Allah'­ın bir meşguliyeti var da, o gün onu bırakacak değildir. Bu tabir, Arapça'da kullanılmaktadır. Kişi, tehdit ettiği kimseye der. Yani, senden intikam almak için, beni meşgul eden herşeyi bırakacağım.[47] Beyzâvî ise şöyle der: Kıyamet günü, sadece sizin hesap ve cezanızla meşgul olacağız. Bunda bir tehdit mânâsı vardır. Bu tehdit, senin, tehdit ettiğin şahsa söylediğin Sadece seninle meşgul olacağım" sözünden müsteârdır. Çünkü, sadece bir şeyle meşgul olan, o konuda daha güçlü ve ciddî olur. İnsan ve cinler demektir. Yeryüzünde ağırlıkları olduklarından dolayı onlara bu isim verilmiştir.[48]
32. Allah’ın nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz?! [49]
33. Ey insan ve cin topluluğu! Allah'tan ve hükmünden kaçarak, göklerin ve yerin etrafından çıkabilirseniz çıkın ve kendinizi Allah'ın azabından kurtarın. Bu emir, acze düşürme mânâsım ifade eder. Bir güç ve kuvvet olmadan oradan çıkamazsınız. Bunu yapmak sizin için nsrede!? İbn Kesîr şöyle der: Yani siz Allah'tan ve O'nım kaderinden kaçamazsınız. Bilakis o sizi kuşatmıştır. Onun hükmünden kurtulamazsınız. Nereye gitseniz ben sizi kuşatırım demektir. Bu, mahşerde olacaktır. Şöyle ki, melekler mahlû-kâtı her taraftan yedi sıra halinde kuşatacaktır. Allah'ın emir ve iradesi ol­madan hiç kimse kımıldayamayacaktır: "İnsan o gün, kaçacak yer neresi? diyecektir"[50] Bu, dünyada değil ancak kıyamet günü olur. Daha sonra ge­len, "Üzerinize ateşten alev ve erimiş bakır gönderilir" mealindeki âyet bu­nun delilidir.[51]
34. Rabbinizin, hangi nimetini yalanlıyorsunuz? [52]
35. Kıyamet günü üzerinize kızgın ateş alevi ve erimiş bakır gönderilir. Başınızın üstünden dökülür. Mücâhid şöyle der: Nühâs, bildiğimiz san bakır olup, kıyamet günü başlarına dökülecektir. İbn Abbas da şöyle der: Nühâs, alevsiz duman demektir. Mücâhid'in görüşü daha açıktır. Birbirinize yardım edemez ve Allah'ın azabından kurtaramazsınız. İbn Kesîr şöyle der: Yani, kıyamet günü kaçıp gitseniz, melekler ve cehennem zebanileri, dönmeniz için. üzerinize, ateşten alev ve erimiş bakır dökerek mutlaka geri çevirirler. Kendinize herhangi bir yar­dımcı bulamazsınız.[53]
36. Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyor­sunuz.?! [54]
37. Kıyamet gününde meleklerin inip mahlukâti her taraftan kuşatması için gök yarıldığında ve ateşin sıcağından kıpkırmızı bir gül, kırmızı bir deri gibi olduğunda...[55] Bunu İbn Ab­bas söylemiştir. Bu durum, o büyük günün dehşetinden ve korkunçluğundan dolayı meydana gelecektir. [56]
38. Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?! [57]
39. O korkunç günde, yani göğün yarıldığı günde, insan ve cinlerin günahkârlarından hiçbirine günahı sorulmaz. Çünkü günahkârın, yüz siyahlığı, gözlerinin ağarıp körleşmesi gibi suçlu olduğunu gösteren alâmetleri vardır. Fahreddin Râzî şöyle der: Hiçbir kim­seye günahı sorulmaz. Ona "Günahkâr sen misin? yoksa başkası mı?" den­mez. "İçinizden günahkâr kimdir?" denilmez. Bilakis onlar yüzlerinin siyahlığı ve diğer alâmetlerle tanınırlar.[58]
40. Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?! [59]
41. Kıyamet günü suçlular, üzerlerinde görünen alâmetlerle tanınırlar. Bu alâmetler onları saran üzüntü ve kederdir. Hasan Basrî şöyle der: Bu alâmetler yüzün siyahlığı ve gözlerin ağarıp körleş-mesidir. Nitekim Yüce Allah mealen, "O gün suçluları, gözleri ağarıp körIeşmiş olarak toplarız"[60] "Bazı yüzlerin ağardığı, bazı yüzlerin de karardı­ğı gün"[61] buyurmuştur. » Melekler onları alınlarından yani
perçemlerinden ve ayaklarından yakalayıp cehenneme atarlar. İbn Abbas şöyle der: Suçlu, perçeminden ve ayaklarından yakalanır ve odun kırılır gibi kırılır, sonra da ateşe atılır. [62]
42. Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?! [63]
43. Azarlamak ve kınamak için onlara, "Bu, size haber verilip de yalanladığınız cehennemdir" denilir. İbn Kesîr der ki: İşte bu, varlığını yalanlamış olduğunuz ateştir. İşte o hazırdır, onu apaçık görüyorsunuz.[64]
44. Suçlular cehennem ateşi ile, son derece sıcak olan su arasında şaşkın dolaşırlar. Katâde şöyleder: Bir defa sıcak suya, bir defa da cehenneme doğru giderler. Cahîm ateş demektir. Hamım ise, son derece sıcak olan içecek demektir. [65]
45. Ey insan ve cin toplulukları! Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?! [66]
46. Rabbinin makamında durmaktan korkan kim­selere iki cennet vardır.
47. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
48. İki cennet de çeşit çeşit ağaçlarla doludur.
49. Öyleyse Rabbinizin hangi nimetlerini yalan­layabilirsiniz?
50. İkisinde de su fışkırtan iki kaynak vardır.
51. Öyleyken Rabbinizin hangi nîmetlrini yalan­layabilirsiniz?
52. İkisinde de her tür meyvadan çift çift vardır.
53. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalan­layabilirsiniz?
54. Cennet ehli örtüleri atlastan döşemelere yas­lanırlar. İki cennetin de devşirilen meyvesi cennet eh­line yakındır.
55. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalan­layabilirsiniz?
56. Oralarda gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş dilberler var ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur.
57. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalan­layabilirsiniz?
58. Sanki onlar yakut ve mercandırlar.
59. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalan­layabilirsiniz?
60. İyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey midir?
61. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalan­layabilirsiniz?
62. Bu ikisinden başka iki cennet daha vardır.
63. öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalan­layabilirsiniz?
64. Bu cennetler koyu yeşildirler.
65. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalan­layabilirsiniz?
66. İkisinde de sürekli fışkıran iki kaynak vardır.
67. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalan­layabilirsiniz?
68. İkisinde de her türlü meyvalar, hurma ve nar var.
69. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalan­layabilirsiniz?
70. İçlerinde güzel huylu, güzel yüzlü kadınlar vardır.
71. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalan­layabilirsiniz?
72. Çadırlar içinde örtülü huriler vardır.
73. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalan­layabilirsiniz?
74. Bunlara onlardan önce ne bir insan, ne bir cin
dokunmuştur.
75. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalan­layabilirsiniz?
76. Yeşil yastıklara ve harikulade güzel döşemele­re yaslanırlar.
77. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalan­layabilirsiniz?
78. Büyüklük ve ikram sahibi Rabbinin adı yücedir.

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde cehennem ehlinin durumunu anlattıktan sonra, burada da itaatkâr mü'minlere hazırladığı cennetleri, hizmet eden gençleri ve güzel hurileri anlattı ki, suçluların mevkileri ile takva sahiple­rinin mertebeleri arasındaki korkunç fark ortaya çıksın. Bunu, Kur'an'm teşvik ve korkutma üslubu ile anlattı. [67]

Kelimelerin İzahı

Efnân, dal mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Şâir gü­vercini tanıtırken şöyle diyor:
Sabahleyin nağmelerle dalda yüksek sesle öten nice güvercin vardır ki, Dostu ve geçmiş zamanı hatırlayıp özlediği için ağladı da benim hüznümü artırdı. İstebrak, sert ve kalın ipek demektir. Cenâ, ağaçtan koparılıp toplanan meyvedir.
Onlara dokunmadı. Bekaret kanının çıkmasına sebep olan ilişki mânâsına olup daha sonra, genel olarak her türlü cinsî münâse­bet için-kullanılmştır. Yani, eşlerinden önce hiç kimse o hurilerle cinsî mü­nâsebette bulunmamıştır. Ferrâ der ki: ij., Bekâreti giderecek şekilde cinsî münâsebette bulunmak demektir.[68]
Müdhâmmetân, iki yemyeşil (cennet). Lügatte "siyah" manasınadır.
Naddâhatân, devamlı su fışkırtan iki (çeşme). Abkarî, türlü nakışları olan halı mânâsmdaki kelimesinin çoğuludur. Ferrâ şöyle der: Abkarî, kalın halılar demektir. Ebû Ubeyd de şöyle der: Nakışlı olan her elbise, Araplara göre abkarîdir. Abkarî, nakış yapılan yere, (yani Abkar'a) mensup demektir. Zu'r-Rumme şöyle der:
Hattâ, yüksek yerlerde bulunan bahçelere, sanki azamet ve ululuk, Abkar nakısından elbise giydirmiştir.[69]

Âyetlerin Tefsiri

46. Hesap vermek için Rabbinin huzurunda dur­maktan korkan kula iki cennet vardır. Biri oturması, biri de eşleri ve hiz­metçileri için. Nitekim dünya krallarının durumu da böyledir. Çünkü on­ların kendilerinin bir köşkü, eşlerinin de başka bir köşkü vardır.[70] Kurtubî şöyle der: Cennet ehlinin, birinden diğerine geçmekle sevinci kat kat arta­cağı için iki cennet vardır. Zemahşerî de şöyle der: İtaat ettiği için bir cen­net, isyanı terkettiği için de bir cennet vardır. Hadiste şöyle buyrulmuştur: İçindeki kapkacak ve diğer şeyler gümüşten olan iki cennet; yine kapkacak ve diğer şeyleri altından olan iki cennet vardır. Adn cennetinde, mü'minlerle Rablarını görme arasında, Yüce Allah'ın zâtında bulunan azamet ridâsın-dan başka bir engel yoktur.[71]
47. Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?! Bundan sonra Yüce Allah, bu iki cenneti şöyle anlattı: [72]
48. O cennetlerde çeşitli dallar ve türlü meyveler vardır. Ebû Hayyân şöyle der: Dallar yapraklandığı ve meyve verdiği için ve aynı za­manda onlardan gölge meydana geldiği ve meyveler dallardan toplandığı için, Yüce Allah özellikle dalları zikretti. [73]
49. Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyor­sunuz? ! [74]
50. Bu iki cennetten her birinde, akan bir çeşme vardır. İçimi kolay tatlı su akıtır. Nitekim Yüce Allah mealen şöyle buyurmuştur: "Orada akan bir pınar vardır"[75] İbn Kesîr şöyle der: O iki çeşme, ağaçlan ve dalları sulamak için şırıl şırıl akar. Böylece ağaçlar» çeşit çeşit renklerde meyveler verir.[76] Hasan Basrî de şöyle der: Bu iki pınar, tatlı ve güzel su akıtırlar. Bunlardan birine Tesnîm, diğerine Selsebîl denilir. [77]
51. Rabbinizin nimetlerinden hangi birini ya­lanlıyorsunuz?! [78]
52. İkisinde de, her türlü meyveden çift çift vardır. Bunlardan biri bilinen; diğeri ise mü'minlerin dünyada iken bilme­dikleri bir meyvedir. İbn Abbas şöyle der: Tatlı olsun acı olsun, dünyada hangi meyve varsa, hepsi cennette vardır. Hattâ EbûCehil karpuzu bile vardır. Ancak bu, cennette tatlıdır. Âhirette bulunan nimetlerin, dünyada sadece isimleri vardır. [79]
53. Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?! Fahreddin Râzî der ki: "Yüce Allah'ın, "İki cennet de dallarla doludur", "O iki cennette akan iki pınar vardır" ve "Onlarda her türlü meyveden iki çift vardır" mealindeki sözlerinin hepsi, bu anlatılan iki cennetin özellikle­ridir. Yüce Allah, dallan ve meyveleri anlatırken, bu ikisi arasında, orada iki akan çeşmenin de bulunduğunu zikretti. Nimetlerden yararlananların âdeti de böyledir.» Çünkü onlar bağlara girdiklerinde hemen meyve yemez­ler. Aksine, yemeden önce dinlenip rahatlarlar. Bununla beraber insan, dün­ya bağlarında acıkmadan ve iyice iştahı gelmeden bir şey yemez. Öyleyse cennette nasıl yesin!! Dolayısıyİe Yüce Allah, dinlenmeyi tamamlayan şeyi anlattı ki, o da ağaçların yeşilliği ve nehirlerin akmasıdır. Daha sonra da, rahatlayınca yapılacak şeyi anlattı ki, o da meyve yemektir. Ayetleri, mânâların en güzeliyle ve en açık ifadelerle getiren Yüce Allah noksan sıfatlardan uzaktır.[80]
54. Takva sahipleri, ebedîlik cennetle­rinde örtüleri altında süslü kalın ipekten yapılmış kalın yatak ve döşemelere yaslanırlar. Bu, döşemelerin son derece kıymetli olduğunu gösterir-Çünkü örtü bu nitelikte olunca, var sen yüzünü hesap et. İbn Mes'ûd der ki: Bunlar astarlardır. Yüzlerini bir görseniz! İbn Abbas, bu âyetin mânâsı so­rulunca şöyle demiştir: Bu Yüce Allah'ın meâlen buyurduğu şu nimetler­dendir: "Yaptıklarına karşılık olarak nice sevindirici ve göz aydınlatıcı ni­metler saklandığını hiç kimse bilemez"[81] Bu 'ki cennetin meyveleri yere yakındır. Oturan, ayakta olan ve yatan kimse onu alabilir-Bunlar, dünya meyvelerine benzemez. Onlar yorulmadan ve meşakkat çekilmeden elde edilemez. İbn Abbas şöyle der: Allah'ın dostu, ister ayak' ta, ister oturarak, ister yatarak meyvelerini toplayacak şekilde ağaç yere yaklaşır.[82]
55. Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?! [83]
56. O cennetlerde, gözlerini yalnız eşlerine çeviren dilberler vardır. Asla başkalarını görmezler. Nitekim iffetli ve örtülü ha­nımların durumu böyledir grmezler. Nitekim iffetli ve örtülü hanımların durumu böyledir. Kocalarından evvel on­larla, ne insanlardan ne cinlerden hiç kimse cinsî münâsebette bulunmamış ve onlara dokunmamışlar. Bilakis onlar bakiredirler. Alûsî şöyle der: Aslında kan çıkma manasınadır. Bunun içindir ki hayza tams denir. Daha sonra, bakirelerle yapılan cinsî münâsebete bu isim verilmiştir. Çünkü bu münâsebette kan çıkar. Bilâhare, kan çıkmasa da her türlü cinsî münâsebet için kullanılmıştır.[84]
57. Ey insan ve cin toplulukları! Allah'ın yüce ve güzel nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz? [85]
58. O bakireler, saflık ve kırmızılık hususunda ya­kut ve mercana i benzerler. Ka'tâde şöyle der: Saaki onlar yakut saflığında ve mercan kırmızilığındadır. Yakutu bir ipliğe dizsen, sonra arkasından bak­san, mutlaka o ipi görürsün.[86] Hadiste şöyle buyrulmuştur: Cennet kadınla­rından olan kadının bacağının beyazlığı yetmiş kat ipek elbisenin altında görülür. Hattâ iliği bile görülür.[87]
59. Rabbinizin hangi nimetini inkâr ediyorsunuz?! [88]
60. Dünyada güzel iş yapanın mükâfatı, âhirette kendisine güzel muamele .edilmekten başka birşey değildir. Ebussuud der ki: Güzel amelin mükâfatı, güzel sevaptan başka bir şey değildir.[89]
Bundan maksat şudur: kim önceden, âhirete iyilik ve ikram gönderirse, lütuf ve ihsana hak kazanır. [90]
61. Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyor­sunuz? [91]
62. Fazilet ve değerde bu iki cennetten aşağı derecede, başka iki cennet daha vardır. Tefsirciler şöyle der: İlk iki cennet (önde olanlar) için, diğer ikisi ise ashâb-ı yemin (amel defterleri sağından verilenler) içindir. Kuşkusuz, sâbikûn'un makamı daha büyük ve yücedir. Zira Yüce Allah meâlen şöyle buyurmuştur: Amel defterleri sağlarından verilenler, ne mutludur onlar! Amel defterleri sol taraflarından verilenler, ne bahtsızdır onlar! Önde olanlar, öncü olanlar, işte onlar ençok yak­laştırılanlar![92]
63. Ey insan ve cin topluluğu! Allah'ın yüce nimet­lerinden hangisini yalanlıyorsunuz?! [93]
64. Bu iki cennet yemyeşildir. Alûsî şöyle der: Maksat şudur: O iki cennet yemyeşildir. Yeşillik arttıkça siyaha çalar. Bu da bol su almaktan ileri gelir.[94]
65. Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?! [95]
66. O iki cennette, kesilmeksizin su fışkırtan iki kay­nak vardır. İbn Mes'ûd ve İbn Abbas şöyle der: Bu kaynaklar cennet ehlinin evlerine, bol yağmur gibi misk, amber ve kâfur fışkırtır.[96]
67. Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr ediyorsunuz?! [97]
68. Bu cennetlerde, her türlü meyve ve her türlü hurma ve nar vardır. Yüce Allah, bunların diğer meyvelerden daha üstün ve iyi olduğuna dikkat çekmek için özellikle hurma ve narı zikretti. Aynı za­manda, çoğunlukla Arab'ın meyvesi bunlardır. Alûsî der ki: Sonra cennette­ki hurma ve nar bizim bildiklerimizden farklıdır.[98]
69. Rabbinizin hangi nimetlerini inkâr ediyorsu­nuz?! [99]
70. O cennetlerde, ahlâkı güzel, yüzleri parlak sâliha kadınlar vardır. [100]
71. Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edi­yorsunuz? [101]
72. Onlar örtülü güzel hurilerdir. Şeref ve itibarlarmdan dolayı dışarı çıkmazlar. İnciden yapılmış çadırlar içersinde örtüler içinde kalıp çıkmazlar. Ebû Hayyân şöyle der: Kadınlar böyle övülür. Çünkü onların evlerden ayrılmamaları korunduklarını gösterir. Hasan Basrî de, "Bundan maksat, onlar yollarda dolaşan kadınlar değillerdir" demektir. Cennet çadırları, inciden yapılmış evlerdir.[102] Hadiste şöyle buyrulmuştur: Cennette, içi boşaltılmış inciden yapılmış olan bir çadır vardır ki, genişliği 60 mildir. Her köşesinde bir aile oturur. Bunlar başkalarını görmezler. Mü'-minler bunları dolaşır.[103]
73. Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?! [104]
74. Eşlerinden önce onlarla, ne insanlardan ne de cinlerden hiçkimse cinsî münâsebette bulunmamış ve onlara dokunmamiştır. İbn Cüzeyy şöyle der: Önce anlatılan iki cennet sâbikûn içindir. İkinci olarak anlatılan iki cennet ise, amel defterleri sağlarından verilenler içindir. Bak, Yüce Allah, ilk iki cennetin özelliklerini, sonraki iki cennet­ten nasıl üstün kıldı. İlk ikisinde, meâlen "Onlarda akan iki pınar vardır" burada ise, "Fışkıran iki pmar vardır" buyurdu. Akmak, fışkırmaktan daha üstündür. Öncekilerde, "O ikisinde, her türlü meyveden iki çift vardır", bu­rada ise, "Onlarda meyve, hurma ve nar vardır" buyurdu. Birincisi daha kap­samlı ve geneldir. Orada hurileri nitelerken, "Sanki onlar yakut ve mer­candır"; burada ise "O cennetlerde ahlâklı ve güzel kadınlar vardır" buyur­du. Her güzellik, yâkût ve mercan güzelliği gibi olmaz. Oradaki niteleme daha üstündür. Orada yatakları nitelerken, "Astarlan ipekten yataklara yas­lanırlar", burada ise, "Yeşil yastıklara yaslanırlar" buyurdu. Kuşkusuz, yas­lanmak için hazırlanmış olan yataklar, çadır eteklerinden daha üstündür.[105]
75. Ey insan ve cin toplulukları! Allah'ın yüce ni­metlerinden hangi birini yalanlıyorsunuz?! [106]
76. Cennet yastıklarından, yeşil yastıklara yas­lanırlar.[107] Çeşitli şekillerle ve zinetlerle süslenmiş kalın döşe­melere yaslanırlar. Sâvî şöyle der: Abkarî, Yemen bölgesinde bulunan Ab-kar kasabasına mensup demektir. Orada son derece güzel, nakışlı hah ve kilimler dokunur. Yüce Allah bu nakışlı yaygıları anlatmak suretiyle, o iki cennetin yataklarını zihnimize yaklaştırdı.[108]
77. Ey insan ve cin toplulukları! Allah'ın hangi nimetini yalanlıyorsunuz?! [109]
78. Azamet, ululuk, lütuf ve ihsan sahibi Yüce Allah'ın zâtı, noksan sıfatlardan uzak ve münezzehtir. O'nun hayrı çok ve bereketi boldur. Ebû Hayyân şöyle der: Yüce Allah yukarıda dünya nimetlerini, "Rabbinin ihsan ve azamet sahibi zâtı bakî kalır" mealindeki sözüyle sona erdirince, burada da âhiret nimetlerini, "Azamet ve ikram sa­hibi Rabbinin zâtı münezzeh ve mukaddestir" sözüyle sona erdirdi. Orada, âlemin yok olmasından sonra Yüce Allah'ın bekası ve sonsuzluğunu anlat­mak uygun düşmüştür. Burada ise, ikram ve nimet yurdunda mü'minlere lüt­fedeceği iyilik, ihsan ve hayrı onlara anlattıktan sonra, bereketi anlatması uygun düştü.[110]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek sûre birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda Özetliyoruz:
1. "Göğü yükseltti" ile "lYeri aIcalttl" arasında güzel bir mukabele vardır. Aynı şekilde " insanı, pişmiş çamura benzer bir balçıktan yarattı" âyeti ile " Cinni, halis ateşten yarattı" âyeti arasında mukabele vardır.
2. "Denizde uzun dağlar gibi yükselen gemiler de O'nundur" âyetinde mürsel mücmel teşbih vardır. "Büyüklükte dağlar gibi gemiler" demektir.
3. "Rabbinin yüzü baki kalır" âyetinde mecâz-ı mürsel vardır. Yani, O'nun mukaddes zâtı bakî kalır. Bu, zikr-i cüz irâde-i küll -bmdandir.
4. "Ey insan ve cin! Sizin de hesabınızı ele ala­cağız" âyetinde istiâre-i temsîliyye vardır. Yüce Allah, dünyanın ve arada bulunan mahlûkât işleri idaresinin sona ermesi, âhiretin gelmesi ve bir tek işin, yani insanların ve cinlerin hesaba çekilme işinin kalmasını, kendisini birçok şey meşgul edip de, hepsini bırakarak yalnız bir işe yönelen kimse­nin durumuna benzetti. Oysa ki, Yüce Allah'ı, hiçbir şey, diğerinden alıkoyacak şekilde meşgul etmez. Bu, sadece temsil yoluyla anlatmaktır.
5. "Çıkabiliyorsanız çıkın" âyetindeki emir acze düşürme mânâsını ifade eder.
6. "Gökyarılıpdabir gül olduğu zaman" âye­tinde teşbîh-i belîğ vardır. "Kırmızılıkta gül gibi olunca" demektir. Vech-i şebeh ile teşbîh edatı zikredilmemiş, böylece teşbîh-i belîğ olmuştur.
7. "meyve" ile " iki cennet" arasında, şekil ve harf değişikli­ğinden dolayı cinâs-ı nakıs vardır. Buna cinâs-ı iştikak da denir.
8. "Oralarda gözlerini yalnız eşlerine çevirenler vardır" âyetinde, nitelenen söylennıeyip sıfat söylenerek îcâz yapılmıştır. Yani, gözlerini sadece eşlerine çevirip başkalarına bakmayan kadınlar var­dır.
9. gibi âyet sonlarında akıcı sec'i muras­sa vardır. Bir ipliğe dizilmiş inci tanelerine benzerler. Yüce Allah'ın şu âyetlerini bir oku:
Sûrede bunun benzerleri çoktur. [111]

Faydalı Bilgiler

Rahman sûresi'ne, " Arûsu'l-Kur'ân" denilir. Çünkü hadiste şöyle gelmiştir: Herşeyin bir gelini (süsü) vardır. Kur'ân'm gelini de Rah­man süresidir.[112]
Allah'ın yardınııyle "Rahman Sûresi"nin tefsiri bitti. [113]


[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/261-262.
[2] Kuitubî, 17/16]
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/266.
[4] Furkân sûresi, 25/60
[5] Zâdu'l-mesîr, 8/105
[6] Hâzin, 4/246
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/266-267.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/267.
[8] Beyzâvî Haşiyesi, 3/427
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/267.
[9] Muhtasar-i İbn Kesîr, 3/415
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/267.
[10] En açık olan şudur: Necm'den maksat, gökteki yıldızlardır. Bu Mücâhid'in görüşü ve İbn Kesîr'in tercihidir. İbn Abbâs'tan rivayet edildiğine göre, Necm'den maksat yerden çıkan gövdesiz her bitkidir. Çünkü o, gövdeli bitki mânâsına gelen kelimesi karşılığında zikre­dilmiştir. İbn Cerîr bu görüşü tercih etmiştir. Birinci görüş en açık olandır.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/267.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/267.
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/267.
[13] Mutaffifın sûresi, 83/1
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/267.
[15] Muhtasar-ı ibn Kesir, 3/416
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/267-268.
[16] Muhtasar-ı İbn Kesir 3/416
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/268.
[17] Bahr, 8/190
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/268.
[19] Tirmizî, Tefsir, 48/56
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/268-269.
[21] Hıcr sûresi, 15/26
[22] Sâffât sûresi, 37/11
[23] Âl-i İmrân, 3/59
[24] Beyzâvî Haşiyesi, 3/430; Sâvî, 4/154
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/269.
[25] Rûhu'l-meânî, 27/105
[26] Müslim, Zühd, 60; Ahmed b. Hanbel, Müsned 6/153.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/269.
[27] Bahr, 8/190
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/269.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/269.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/269.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/269.
[32] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/417
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/270.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/270.
[34] Rûhu'l-meânî, 27/106
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/270.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/270.
[37] Kurtubî, 17/164
[38] AnkcbÛt sûresi, 29/65. Kurtubî, 17/165
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/270.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/271.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/271.
[41] Kasas sûresi, 28/88
[42] Kurtubî, 17/165
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/271.
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/271.
[44] Âlûsî, 27/111
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/271.
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/271.
[46] Muhtasarı İbn Kesir, 3/419
[47] Bahr, 8/194
[48] Beyzâvî, 3/432
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/271-272.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/272.
[50] Kıyâme sûresi, 75/10; Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/419
[51] Son devir âlimlerinden bazıları bu günlerde, bu âyeti yanlış tefsir etmeye yönelmişler ve insanın göklere ve yıldızlara çıkabileceğini iddia etmişlerdi. Ayette geçen "Sultan" kelimesi­ni "ilim" şeklinde tefsir etmişlerdir. Oysa bu, tefsircilerin görüşlerine aykırıdır. Âyetin gelişi ve devamı bunu reddeder. Çünkü âyet, âhiretteki korkunç olayları ve sıkıntıları açıklamak için getirilmiştir. Daha önce geçen, "Ey insan ve cin! Sizi hesaba çekeceğiz" mealindeki âyet ile, daha sonra gelen 'Üzerinize ateşten alev ve duman gönderilir" mealindeki âyetler bunun delilidir. Tefsirciler bu olayın âhirette olacağında fikir birliğine varmışlardır. Biz, in­sanın füzeler ve yeni icat edilen şeylerle aya veya bazı yıldızlara gidebileceğine itiraz et­miyoruz. Çünkü bu insanın gücü dahilindedir. İnsan, ilim vasıtasıyle dünyanın etrafında dönebilir ve uzaya yükselebilir. Fakat o, göğe ulaşamaz. Çünkü Allah, göğü korunmuş bir ta­van kılmıştır. Ay ve diğer yıldızlara gelince bunlar dünya göğünün altındadır. Bunlara ulaşı­labilir. Fakat biz, bilmeden ve anlamadan Kur'an'a hücum eden ve güvenilir tefsircilcriıı görüş­lerine başvurmadan kendi görüşüyle, Allah'ın Kitabı hakkında söz söyleyen kimseleri yadırgı­yor ve onlara şaşıyoruz.
Aya ulaşma konusunda yazdıklarımız için, bkz, "Râbıtatu'l-âlemi'l-İslâmî" dergisi, yıl 1387 h.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/272.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/272.
[53] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/419
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/272-273.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/273.
[55] Bu şartın cevabı zikredilmemiş olup, "O gün korkunç şeyler olacaktır" takdirindedir. (Mütercimler)
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/273.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/273.
[58] Tefsîr-i kebîr, 29/118
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/273.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/273.
[60] Tâhâ sûresi, 20/102
[61] Âl-i İmrân sûresi, 3/106
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/273.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/273.
[64] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/421 –
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/273.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/274.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/274.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/277.
[68] Kurtubî, 17/181
[69] Bahr, 8/186
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/277-278.
[70] Fahreddin Râzî der ki: Yüce Allah, kâfirin ateşle, son derece sıcak su arasında dolaştı­ğını bildirdikten sonra, "Rabbinin huzurunda durmaktan korkan" mü'minin iki cenneti olduğu­nu bildirdi. Yüce Allah cenneti tekil, ikil ve çoğul olarak zikretti ve şöyle buyurdu: "Takva sahipleri cennetlerdedir (Kamer sûresi, 54/54)", "Takva sahiplerine va'dedilen cennet şöyle­dir... (Muhammed sûresi, 47/15)". Cennetin ağaçlan ve köşkleri birbirine bitişik ve geniş çöller gibi aralarında birini diğerinden ayıran bir boşluk olmadığı için bir tek cennet gibidir. Genişliği, ağaçlarının çeşitliliği ve köşklerin çokluğu sebebiyle de "birçok cennet" gibidir. Ruhun ve bedenin zevk alacağı şeyleri kapsadığı için de, sanki iki cennettir.(Tefsîr-i kebir, 29/123)
[71] Buhârî, Tevhid, 24, Tefsir 55/1,2; Müslim, İman 296.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/278.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/278.
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/279.
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/279.
[75] Ğâşiye sûresi, 88/12
[76] Muhtasar-i İbn Kesîr, 3/422
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/279.
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/279.
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/279.
[80] Tefsîr-i kebîr, 29/125
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/279.
[81] Secde sûresi, 32/17; Rûhu'l-meânî, 27/118
[82] Hâzin, 4/10
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/279-280.
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/280.
[84] Alûsî, 27/119
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/280.
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/280.
[86] Bahr, 8/198
[87] Bu hadisi Tirmizİ, İbn Mes'ûd'dan mcrfû' ve mevkuf olarak tahrîç etmiştir.. Tirmizî, cen­net 5. İbn Kesîr,
"Mevkuf olması daha doerudur"der. İbn Kesir, 7/479.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/280.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/280.
[89] Ebussımrf V197
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/280-281
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/281.
[92] Vakıa sûresi, 56/8-11
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/281.
[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/281.
[94] Rûhu'l-meânî, 27/121
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/281.
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/281.
[96] Kurtubî, 17/185
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/281.
[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/281.
[98] Rûhu'l-meânî, 27/122
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/281.
[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/281.
[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/281.
[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/281.
[102] Bahr, 8/198
[103] Buhârî, Tefsir, 55/2
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/281-282.
[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/282.
[105] Teshil, 4/86; Kurtubî, 17/183
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/282.
[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/282.
[107] Bu Hasan Basrî'nin görüşüdür. İbn Abbas ise şöyle der: Refref, üzerinde uyumak için yatağın üzerine konan çarşaftır.
[108] Sâvî, 4/160
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/282.
[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/282.
[110] Bahr, 8/200
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/283.
[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/283-284.
[112] Sâvî Haşiyesi, 4/152
[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/284.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder