ENBİYÂ SÛRESİ

Hiç yorum yok

ENBİYÂ SÛRESİ

Mekke'de inmiştir. 112 âyettir.

Sûreyi Takdim

Bu sûre Mekke'de inmiştir. Büyük bir kısmında "Peygamberlik, Al­lah'ın birliği, Öldükten sonra dirilme ve hesab" gibi İslamî inanç konularını işler. Kıyametin kopmasından, kıyametten, ondaki korkulu hallerden ve peygamberlerin kıssalarından bahseder.
Bu mübarek sûre, insanların âhiretten, hesap ve cezadan gafil olduk­larını anlatarak söze başlar. Kıyamet onlara açık açık göründüğü halde, on­lar bu korkunç günden gafildirler. Hayat meşgaleleri, onlara, beklenen he­sabı unutturmuştur.
Daha sonra sûre, peygamberleri yalanlayanlardan sözetmeye başlar. Onlar, öncekilerin helak oldukları yerleri ve kalıntıları görürler, fakat ibret ve öğüt almazlar. Nihayet onlara ansızın azap gelince, yalvarıp yakararak seslerini yükseltirler. Fafeat ne çare!
Yine bu mübarek sûre insanlarda ve kainatta bulunan ve Allah'ın kud­retini gösteren delillerden bahseder ki, yarattığı ve îcât ettiği şeylerde hik­met sahibi olan, herşeyi idare eden yaratıcının büyüklüğüne dikkat çeksin ve kainatın birliği ile Yüce Allah'ın birliği arasında bir irtibat kursun.
Alemlerin Rabbi olan Allah'ın birliğini gösteren delilleri ortaya koy­duktan sonra bu sûre Rasulullah (s.a.v.)'ı alay ve eğlenceye alıp onu yalan­layan müşriklerin hallerinden bahseder. Bunun ardından da azgın müşrikle­rin yok edilmesi hususunda Allah'ın, kainatla ilgili kanunundan bahseder.
Aynı zamanda bu mübarek sûre bazı peygamberlerin kıssalarını kap­sar, ibrahim (a.s.)'in, putperest kavmiyle olan kıssasını akıcı ve çekici bir üslupla geniş bir şekilde anlatır. Bu üslupta, düşmana boynu bükük ve tes­lim olmuş bir şekilde yenilgiyi kabul ettirecek ifade açıklığı ve kuvvetli deliller bulunmaktadır. Hz. ibrahim'in bu kıssasında ibret ve öğütler vardır.
Yine bu sûre ard arda, değerli peygamberlerden söz eder. Karşı karşıya kaldıkları belâ ve sıkıntıları açıklayarak İshâk. Yak'ûb, Lût, Nûh, Dâvûd, Süleyman, Eyyûb, İsmail, Idris, Zülkifl, Zünnûn, Zekerıyya ve İsa (aleyhi müs selam)'dan kısa bir şekilde bahseder. Son olarak da, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş ve peygamberlerin efendisi olan Abdullah oğlu Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğini açıklar. [1]

Sûrenin İsimlendirilmesi

Yüce Allah bu sûrede, özet olarak bir grup peygamberin hayatından bahsettiği için buna Enbiyâ Sûresi adı verilmiştir. Peygamberlerin hayatını bazan uzun bazan kısa olarak anlatır. Onların Allah yolunda sabırlarım, fedakarlıklarını ve insanlığın mutluluğu için, Allah'ın dinini tebliğ için canlarını feda etmekten çekinmediklerini anlatır. [2]
Bismillahirrahmanirrahim
1. İnsanların hesaba çekilecekleri gün yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet içinde yüzçevirmekteler.
2,3. Rablerinden kendilerine ne zaman yeni bir ihtar gelse, onlar bunu, hep alaya alarak, kalbleri oyu­na, eğlenceye dalarak dinlemişlerdir. O zalimler, şöyle fısıldaştılar: Bu sizin gibi bir beşer olmaktan başka ne­dir ki! Siz şimdi gözünüz göre göre büyüye mi kapılı­yorsunuz?"
4. Peygamber dedi ki: Rabbim, yerde ve gökte söy­lenmiş her sözü bilir. O, hakkıyla işiten ve bilendir.
5. "Hayır, dediler, bunlar saçma sapan rüyalar­dır; bilakis onu kendisi uydurmuştur; belki de o, şair­dir. Eğer öyle değilse bize hemen, öncekilere gönderile­nin benzeri bir mucize getirsin."
6. Bunlardan önce, helak ettiğimiz hiçbir belde iman etmemişti; şimdi bunlar mı iman edecekler?
7. Biz, senden önce de, elçi olarak ancak kendile-
rine vahiy verdiğimiz erkekleri gönderdik. Eğer bil­miyorsanız bilenlerden sorunuz.
8. Biz onları, yemek yemez birer vücut olarak ya­ratmadık. Onlar, ebedî de değillerdir.
9. Sonra, onlara verdiğimiz sözü yerine getirdik; böylece hem onları, hem de dilediğimiz kimseleri kur­tuluşa erdirdik. Müsrifleri de helııV ettik.
10. Andolsun, size içinde şerefinizi taşıyan bir ki­tap indirdik. Hâlâ akıllanmaz mısınız?
11. Zâlim olan nice beldeyi kırıp geçirdik; arka­sından da nice başka topluluklar vücûda getirdik.
12. Azabımızı hissettiklerinde bir de bakarsın ki oralardan kaçıyorlar.
13. "Kaçmayın! İçinde yüzdüğünüz nimete ve yurtlarınıza dönün! Belki sorguya çekileceksiniz."
14. "Vay başımıza gelenlere! dediler; gerçekten biz, zâlim insanlarnıışız."
15. Biz kendilerini, kuruyup biçilmiş ekine, sön­müş ateşe çevirinceye kadar bu feryatları sürüp gider.
16. Biz, göğü, yeri ve bunlar arasındakileri, boşu­na yaratmadık.
17. Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu ken­di tarafımızdan edinirdik. Biz bunu yapanlar değiliz.
18. Bilakis. Biz. hakkı bâtılın tepesine bindiririz de o, bâtılın işini bitirir. Bir de bakarsınız ki, bâtıl yok olup gitmiştir. Allah'a yakıştırdığınız sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size.
19. Göklerde ve yerde kimler varsa O'na aittir. O'nun huzurunda bulunanlar. O'na ibâdet hususunda kibirlenmezler ve yorulmazlar.
20. Onlar, bıkıp usanmaksızın gece gündüz teşbih ederler.
21. Yoksa, yerden birtakım tanrılar edindiler de, ölüleri onlar mı diriltecekler?
22. Eğer, yerde ve gökte Allah'tan başka tanrılar bulunsaydı, yer ve gök, kesinlikle bozulup gitmişti. De­mek ki Arş'ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.
23. Allah, yaptığından sorumlu tutulamaz; onlar
ise sorguya çekileceklerdir.
24. Yoksa O'nu bırakıp da birtakım tanrılar mı e-dindiler? De ki: Haydi delillerinizi getirin! İşte benim le beraber olanların Kitab'ı ve benden öncekilerin Kitab'ı. Hayır, onların çoğu hakkı bilmezler; bu yüzden de yüzçevirirler.

Kelimelerin İzahı

Adğâs, insanın, rüyasında gördüğü korkunç ve karışık şeyler mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur.
Kırdık. sert bir şeyi kırmak demektir. "Belini kırdım" ma­nasına denilir. Bir kimsenin dişi kırıldığı zaman de­nilir.
Hızla kaçıyorlar. hızla kaçmak demektir. Aynı zaman­da, hızlı gitmesi için, ayakla hayvana vurmak mânâsına da gelir.
Hâmidîn, kurumuş olarak. Ateş söndüğünde denilir. sönmek demektir. Ateşin sönmesine benzetilerek, ölüm manasında kullanılır.
Beynine vurur. Bu kelime, "ciğerine vurdu" başına vur­du kelimeleri gibi, isimden yapılmış fiildir.
Yorulurlar. Bu kelime kökünden alınmıştır. Hasîr, yorgunluk yüzünden yürüyemez hale gelen devedir. [3]

Âyetlerin Tefsiri

1. İnsanların, yaptıklarının hesabını verme zamanı yaklaştı. Halbuki onlar, o korkunç günden gafil olup arzu ve isteklerine dalmışlardır. Âhiret için ne çalışıyorlar, ne de hazırlık yapı­yorlar. Bu, şu atasözüne ne kadar uyuyor: İnsanlar gaflet içerisindedirler. Halbuki ölüm değirmeni onları öğütüyor.[4] Gelecek olan her şey yakın oldu­ğu için Yüce Allah, âhiretin de yakın olduğunu söyledi. [5]
2. Allah'tan onlara, ne zaman bir öğüt ve bir hatırlatma mahiyetinde yeni bir vahiy ve Kur'ân gelse, Onlar hemen Kur'an'ı, alaya alarak dinlerler. Hasan-ı Basrî şöyle der: Onlara her yeni hatırlatma yapıldıkça, onlar cehalete devam ederler.[6]
3. Kalpleri, Allah kelâmından ve onun manasını düşünmekten gafildir. Müşrikler, gizlice aralarında şöyle konuştular. Peygamber olduğunu id"dia eden Muhammed, sizin gibi birisinden başkası değildir. Yemek yer ve çarşılarda dolaşır. Onun getirdiğinin bir büyü olduğunu bil­diğiniz halde, onu kabul mu ediyorsunuz?
Âlûsî şöyle der: Muhammed (a.s.)'in getirdiği şeyin büyü kabilinden birsey olduğunu kastediyorlar. Bu da şundan dolayıdır: Onların inançların­da Peygamberin ancak bir melek olabileceği, getirmiş olduğu harikulade şeylerin de büyü türünden oldukları yerleşmişti. Büyüden maksatları da Kur'an idi.[7]
4. Muhammed dedi ki: Göklerde ve yer­lerde ne söylenirse, bunların hiçbiri Rabbime gizli kalmaz. O, sözlerinizi işitir, durumlarınızı da bilir. Bu âyet, onlar için tehdit ve kor­kutma ifade eder. [8]
5. Yüce Allah burada sözü kesip, onların daha çirkin bir halini anlatmaya başlar. Onlar, Kur'an hakkında: O, karmakarışık rüyalardır." Diyorlardı: Hattâ "Muhammed onu kendisi uydurdu" "hatta o bir şairdir. Getirdiği de şiir olup, dinleyenlere parlak ve güzel bir söz gibi gelir" derlerdi. İbn'l-Cüzeyy şöyle der: Yüce Allah on­ların birçok sözünü nakletti ki, çelişki içersinde bulundukları sözlerinin batıl olduğu ve herhangi bir görüş üzerinde karar kılmayıp şaşkın bir durumda bu­lundukları ortaya çıksın.[9] Musa peygambere âsâ, Sa­lih peygambere deve verildiği gibi, Muhammed de bize doğruluğunu göste­ren harikulade bir mucize getirsin. [10]
6. Mekke müşriklerinden önce, peygamberlerinden mucizeler getirmelerini isteyen memleketlerin halkı, mucizelere inanmadılar, aksine yalanladılar da Allah da onları yok etti. Mucizeleri gördükleri taktirde, bunlar inanacak mı? Hayır!!.. Ebu Hayyan şöyle der: Bu âyet, onların inanmalarının uzak olduğunu ve inanmayacakla­rını ifade eder. Yani bunlar, peygamberlerinden mucize isteyenlerden daha kibirlidirler. İstediklerini bunlara versek, daha sapık olurlar ve köklerini ka­zıyacak azaba müstehak olurlardı. Fakat Yüce Allah, soylarından inanmış kimseler geleceğini bildiği için, onların yaşamalarına hükmetti.[11]
7. Ey Muhammed! Senden önce melek­lerden değil, insanlardan peygamberler gönderdik. O müşrikler senin peygamberliğini nasıl inkar ediyorlar da, "Bu. sizin gibi bir insandan başkası değildir." diyorlar. Ey Mekke halkı! Eğer bu meseleyi siz bilmiyorsanız, Tevrat ve İncil'i bilenlere sorun ki, kendilerine gelen peygamberler insan mıydı, yoksa melek miydi. [12]
8. Biz peygamberleri, melekler gibi ye­mez içmez varlıklar olarak yaratmadık. Aksine onlar da diğer insanlar gibi yerler, içerler, uyurlar ve ölürler. Onlar dünyada ölmeyecek ve ebedî kalacak değillerdir. [13]
9. Sonra peygamberlere verdiğimiz sözü, yani onlara yardım (ve kendilerine uyan mü'minlerle birlikte onları kurtarma) yalanlayıcıları da yok etme şeklinde verdiğimiz sözü tuttuk, Peygamberleri yalanlayan, inkar ve sapıklıkta haddi aşanları yok ettik. Bu âyet, Mekke -halkım tehdit etmektedir. [14]
10. Ayetin başındaki yemin içindir. Yani, Allah'a andolsun ki, Ey Araplar! Size büyük ve yüce bir kitap indirdik. Hiçbir kitap ona denk olamaz. Sizin şeref ve izzetiniz ondadır. Çünkü o, si­zin dilinizle inmiştir, Artık bu nimeti anlamıyor musunuz ki, Muhammed (s.a.v.)'in size getirdiğine inanmıyorsunuz? [15]
11. Allah'ın âyetlerini inkar edip peygaraherlerini yalanlayan memleketler halkından nicelerini yok ettik. Onlardan sonra da başka bir millet meydana getirdik. [16]
12. Azabımızı gözleriyle görüp, indiği­ne" kesin olarak inandıklarında, mağlup bir şekilde hızla kaçmaya başladılar. Ebu Hay yan şöyle der: Azabın gelmeye başladığını anladıklarında hayvanlarına binip mağlup bir şekilde hızla kaçmaya başladılar.[17]
13. Melekler alay ederek onlara dediler ki: Azabın inmesinden dolayı hızla kaçmayın. İçinde bulunduğunuz nimete, sevince ve müreffeh hayata, ve güzel evlerinize dönün. Çünkü, başınıza gelenler size sorulacak. Bunların hepsi alay ve kınama kabilindendir. [18]
14. Bize yazıklar olsun, vah bize, helak olduk. Biz, Allah'a ortak koşmak ve peygamberleri yalanlamakla zalim kimseler olduk, dediler. Pişmanlığın fayda vermediği bir zamanda suçlarını itiraf edip pişman oldular. [19]
15. Söyledikleri bu sözleri tekrar tekrar söyleyip dur­dular. Nihayet onları azap ile yok ettik ve tırpanla biçilmiş ekin gibi, ölüler halinde bıraktık. [20]
16. Gökleri ve yeri, lüzumsuz ve boş yere yaraimadık. Biz onları ancak, gücümüzü ve birliğimizi göstersin­ler diye yarattık ki, insanlar ibret alsınlar ve yaratılmışları, kainatı hikmetle idare eden yaratıcının varlığına delil getirsinler. [21]
17. Kendisiyle oyalanılan eş veya çocuk isteseydik, Mutlaka onu, katımızdaki hurilerden veya meleklerden edirdik İbn Abbas: Bu âyet, "Allah çocuk edindi" diyenleri reddetmektedir." Der. Bunu Yapmak isteseydik, elbette katımızdan yapardık. Fakat bu hikmete aykırıdır. Onun için yapmadık. [22]
18. Bilakis biz apaçık hakkı, sallantıda olan bâtılın üzerine atarız da onun beynini parçalayıp yok eder. Bir de bakarsın ki o, yok olup gitmiştir, Allah hakkında caiz olmayan eş ve çocuk edinme gibi sıfatları Allah'a yakıştırdığınız için size azap ve helak olsun. [23]
19. Sahip olma, yaratma ve tasarruf bakımın­dan bütün mahluklar Allah'a aittir. Onun kulu ve yaratığı olan bir şeyin.Ona ortak koşulması nasıl caiz olur? Allah'ı bırakıp da kendilerine ibadet ettiğiniz melekler, kibirlenip Ona iba­deti terketmezler, ibadetten bıkmaz ve yorulmazlar. [24]
20. Onlar sürekli ibadet edip, layık ol­madıkları sıfatlardan Allah'ı uzak tutar, gece gündüz bıkmadan, usanmadan namaz kılar w Onu anarlar. [25]
21. Yüce Allah, birliğini, göklerin ve yerin mülkü olduğunu, kendisine yaklaştırdığı meleklerin itaat ve hizmette bulunduğunu gösteren delilleri anlattıktan sonra müşrikleri kınamaya yermeye ve beyinsizce düşler kurduklarını anlatmaya yöneldi. Ayetin başındaki "bilakis" manasına gelen bir edat olup gramerde buna "em-i munkatıa" denir. Buradaki hemze ise, hayret ve inkar ifade eden soru edatıdır. Buna göre âyetin manası şöyledir: O müşrikler, yeryüzünden ölüleri diriltebilecek ilâhlar mı edindiler? Hayır, aksine cansız, hiçbir şeye gücü yetmeyen ilâhlar edindiler. Bunlar, gerçekte ilah değildirler. Çünkü ilahın sıfatlarından biri de diriltebilmek ve öldürebilmektir. [26]
22. Eğer varlık âleminde Allah'tan başka ilâh olsaydı, mutlaka bütün kainatın nizamı bozulurdu. Çünkü ilâhlar arasında yaratma, idare etme ve üstün olma arzusu hususlarında anlaşmaz­lık ve çekişme meydan agelirdi.[27] Görmüyor musun ki, bir şehirde iki kral, bir dairede iki başkan bulunmaz? Büyük arşı yaratan ve tek olan Allah, cahillerin nitelediği ortağı, eşi ve çocuğu olmak­tan uzaktır. [28]
23. Yüce Allah yaptıklarından sorumlu değildir. Çünkü herşeyin sahibi O'dur. Mülkün sahibi, mülkünde dilediğini yapar. Aynı zamanda O hikmet sahibidir. Yaptıklarının hepsi bir hikmete dayanmaktadır. Onlar ise, yaptıklarından sorguya çekileceklerdir. Çünkü onlar kuldur. [29]
24. Yoksa Allah'ı bırakıp da, ibadet ve saygıya la­yık ilahlar mı edindiler? Yüce Allah, şirkin büyük bir suç olduğunu göster­mek ve bunu vurgulu bir şekilde kınamak için, inkar ifade eden bu soruyu tekrarladı. Ey Muhammedi O müşriklere de ki: "Bana, söylediklerinize dair deliller getirin, Gerek benim elimde olan bu kitapta, gerekse Tevrat ve İncil gibi, benden önceki kitap­larda, Allah'a ortak koşmayı gerektiren hiçbir şey yoktur. Peki, bu şirk koşma, hangi kitapta indi. Kur'an'da mı, yoksa diğer peygamberlere inen kitaplarda mı? İlahların varlığına dair iddialaranızın ne aklî, ne de nakli, hiçbir delili yoktur. Aksine, Allah'ın önceki kitapları, Onun ortak ve ben­zerden uzak olduğuna şahittirler, Hatta o müşriklerin çoğu, Allah'ı birlemenin ne olduğunu bilmezler. İman delilleri­ni düşünmek ve tefekkür etmekten yüzçevirirler. [30]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek âyetler birçok edebi sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda Özetliyoruz.
1. "Onlar bir gaflet içindedirler" cümlesinde, "gaflet" keli­mesinin nekra olarak getirilmesi, gafletin büyüklüğünü ifade eder.
2. "Çok işiten, çok bilen" kelimeleri, aşırılık ifade eden kiplerdir.
3. Hatta "Karmakarışık rüyalardır", hatta, "Onu uydurdu", hattâ "O bir şairdir" dahi dediler" âyetindeki edatları, derece derece bir manadan diğer manaya geçişi ifade ederler. Kur'an'ın açıkladığı bu kararsızlık, onların apaçık gerçeği yalan­larken düştükleri tereddüt ve şaşkınlığı gösterir. İkinci sözleri birinciden, üçüncü sözleri de ikinciden daha bozuktur.
4. "Düşünmüyor musunuz? Bu soru, kınama ve inkar ifade eder.
5. "Biçilmiş ekin ve sönmüş ateş" cümlesinde teşbih-i beliğ vardır.
6. "Bilakis hakkı bâtılın üzerine atarız da onun beynini parçalar" cümlesinde istiâre-i temsiliyye vardır. Burada hak sert bir şeye, bâtıl ise yumuşak bir şeye benzetilmiş; temsil yoluyla ve beynine vurmak" kelimeleri, hakkın bâtıla galip geldiğini ifade etmek için müsteâr olarak kullanılmıştır. Sanki sert bir cisim, bâtılın dima­ğına atılarak vurulmuş ve onu yarmıştır. Bu ifadede, batılı yok etme husu­sunda güzel bir vurgu sanatı vardır.
7. "Allah, yaptığından sorumlu değil, onlar ise yaptıklarından sorumludur, cümlesinde tıbâk-ı selb vardır.
8. "De ki, delilinizi getirin" cümlesinde, hasmı aciz bırakıp susturma sanatı "vardır. [31]

Faydalı Bilgiler

Ka'b'a, meleklerin bıkmadan, gece gündüz nasıl teşbih ettikleri sorul­du. Onları hiçbir durum veya ihtiyaç meşgul etmez mi? denildi. Ka'b, sora­na şöyle cevap verdi. Ey kardeşim oğlu! Onların teşbihi sizin nefes almanız gibi kılındı. Sen nefes alarak yemez içmez, oturup kalkmaz ve gidip gel­mez misin? İşte onların teşbih etmeleri de böyledir.[32]
25. Senden önce hiçbir rasûl göndermedik ki ona, "Benden başka İlâh yoktur; şu halde Bana kulluk edin." diye vahyetmiş olmayalım.
26. "Rahman evlâd edindi" dediler. Hâşâ! O, bun­dan münezzehtir. Bilâkis melekler lütuf ve ihsana maz-har olmuş kullardır.
27. O'ndan önce konuşmazlar; onlar, sadece Onun emri ile hareket ederler.
28. Allah, onların önlerindekini de, arkalarında-kini de bilir. Allah'ın razı olduklarından başkasına şe­faat etmezler. Onlar, Allah korkusundan titrerler!
29. Onlardan her kim, "İlâh o değil, benim!" der­se, Biz onu cehennemle cezalandırırız. İşte Biz, zâlimle­re böyle ceza veririz!
30. İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken Bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yattığımızı görüp düşünmediler mi?
31. Onları sarsmasın diye yeryüzünde bir takım dağlar diktik. Orada geniş yollar açtık; tâ ki maksad-larına ulaşsınlar.
32. Biz, gökyüzünü korunmuş bir tavan gibi yap­tık. Onlar ise, gökyüzünün âyetlerinden yüz çevirirler.
33. O, geceyi, gündüzü, güneşi, ayı... yaratandır. Herbiri bir yörüngede yüzmektedirler.
34. Biz, senden önce de hiçbir beşere ebedîlik vermedik. Şimdi sen ölürsen, sanki onlar ebedî mi kala­caklar?
35. Her canlı, ölümü tadacaktır. Bir deneme ola­rak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, an­cak Bize döndürüleceksiniz.
36. Kâfirler seni gördükleri zaman, "Sizin ilâhla­rınızı diline dolayan bu mu?" diyerek seni hep alaya alırlar. Halbuki onlar; çok esirgeyici Allah'ın Kitab'ını inkâr edenlerin ta kendileridir.
37. İnsan, aceleci yaratılmıştır. Size âyetlerimi göstereceğim; benden acele istemeyin.
38. "Eğer, doğru iseniz, ne zaman gerçekleşecek bu vaad?" diyorlar.
39. İnkâr edenler, yüzlerinden ve sırtlarından ate­şi savamayacaklan, kendilerine yardım dahi edilmeye­ceği zamanı bir bilselerdi!
40. Bilâkis kendilerine bu vaad öyle âni gelir ki, onları şaşırtır. Artık, ne reddebilirler onu, ne de ken­dilerine mühlet verilir...
41. Andolsun, senden önceki peygamberlerle de alay edildi; ama onları alaya alanları, o alay konusu et­tikleri şey kuşatırverdi.
42. De ki: Allah'a karşı sizi, gece gündüz kim ko­ruyacak? Buna rağmen onlar, Allah'ı anmaktan yüzçevirirler.
43.Yoksa kendilerini Bize karşı savunacak birtakım ilâhlar mı var? Kendilerine bile yardım edecek güçte değildirler. Onlar, Bizden de alaka ve destek görmezler.
44. Evet, onları da atalarım da barındırdık. Niha­yet ömür, kendilerine uzun geldi. Oysa onlar, bizim ge­lip araziyi çevresinden eksilteceğimizi görmezler mi? Şu halde, üstün gelen onlar mı?
45. De ki: ben, sadece vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar.
46. Andolsun, onlara Rabbinin azabından ufak bir esinti dokunsa, hiç şüphesiz, "Vah bize! Hakikaten biz zâlim kimselermişiz!" derler.
47. Biz, kıyamet günü için terazileri kurarız. Ar­tık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. Bir har­dal tanesi kadar dahi olsa, onu getiririz. Hesap gören o-larak biz yeteriz.
48. Andolsun Biz, Mûsâ ve Harun'a, takva sahiple­ri için bir ışık, bir öğüt ve Furkân'ı verdik.
49. Onlar görmedikleri halde Rablerine candan saygı gösterirler. Yine onlar, kıyametten korkan kimse­lerdir.
50. İşte bu Kur'an da, Bizim indirdiğimiz hayırlı ve faydalı bir öğüttür. Şimdi onu inkâr mı ediyorsunuz?

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde, müşriklerin durumlarını açıkladı. Ken­disinin bir olduğunu ve çok ilâh inancının bâtıl olduğunu gösteren deliller getirdi. Burada da, bütün peygamberlerin davetinin, Allah'ın birliğini açıklamak için geldiğini bu harikulade kâinatta Allah'ın birliğini ve gücünü gösteren diğer delilleri açıkladı. [33]

Kelimelerin İzahı

Ratk, eklemek ve yapıştırmak demektir. "ayırmak" keli­mesinin zıddidır. Yarayı kapattım o da kapandı. Ferci bitişik olan kadına "Ratkâ, "denilmesi bundandır.
Hareket eder, deprenir.
Ficâc, geniş yol mânâsına gelen râ keilimesinin çoğuludur. o : Suda yüzen kimse gibi hızla yürürler, koşarlar.
Onları hayret ve dehşete düşürür. Cehverî şöyle der: Onu ansızın yakaladı." demektir. Ferrâ şöyle der: Bir kimse, kendisini şaşırta­cak bir şeyle karşılaştığında denir.[34]
Sizi korur, muhafaza eder. Korumak ve muhafaza etmek demektir. [35]

Nüzul Sebebi

Ebu Süfyan ile Ebu Cehil birbirleriyle konuşurken Rasulullah (s.a.v.) onların yanma geldi. Ebu Cehil onu görünce Ebu Süfyan'a: "Bu, Abdimenaf oğullarının peygamberidir!! Ebu Süfyan kızdı ve "Abdimenaf oğullarından bir peygamberin gelmesini niçin yadırgıyorsun?" dedi. Rasulullah (s.a.v.) Ebu Cehil'e dönerek şöyle dedi: Amcan oğlu Velid b. Muğire'nin başına ge­lenler, senin de başına gelmedikçe bu işlerden vazgeçmeyeceğini görüyo­rum. Bunun üzerine, Kâfirler seni gördük­leri zaman, seni hep alaya alırlar.[36] âyeti indi.[37]

Âyetlerin Tefsiri

25. Ey Muhammedi Senden önce kimi pey­gamber göndermişsek, mutlaka oıin, Allah'tan başka gerçek Rabh ve ilâh yoktur. Öyleyse sadece B.ına ibadet edin, hiçkimscyı Bana ortak koşmayın diye vahyetmişizdir. [38]
26. Müşriklerin, "Allah, meleklerden çocuk edindediler. Tefsirciler der ki; "Bunlar Huzâa kabilesinin bir koludur. Onlar: Melekler, Allah'ın kızlarıdır derlerdi." Allah, zâlimlerin söyledikleinden yüce ve uzaktır. Aksine meklekler Allah'ın seçtiği ğerli kullarıdır. Onlar Allah katında yüksek mevki ve yüce makamlarda İkram görürler. Onlar Allah'a son derece itaatli ve boyun eğicidirler. [39]
27. Allah bir şey konuşmadıkça, onlar konuşmazlar. Onların durumları terbiyeli kölelerin durumları gibidir. Onlar Allah'a itaat eder ve Onun emirlerine göre hareket ederler. Herhangi bir emirde, Rablerine karşı çıkmazlar.[40]
28. Yüce Allah'ın ilmi onları kuşatmıştır. Herhangi bir şeyleri Allah'a gizli kalmaz. Melekler, kıyamet gününde, sadece Allah'ın kendilerinden razı olduğu kimselere şefaat ederler. Bunlar da iman etmiş olanlardır. Nitekim İbn Abbas şöyle der: Onlar, Lâ ilahe illallah diye şehadet edenlerdir, Melekler: Allah'tan korkar ve çekinirler. Çünkü onlar Allah'ın büyüklüğünü bilirler. Hasan-ı Basrî: "Onlar Allah korkusundan titrerler." der. [41]
29. Meleklerden kim: "Ben, Allah'la birlikte bir ilâh ve ma'budum" derse Onun cezası cehennemdir. Tef­sirciler şöyle der: "Bu tehdit şeklinde takdir ve varsayım yoluyla söylen­miş bir sözdür. Çünkü bu bir şarttır. Şartın meydana gelmesi gerekmez. Zi­ra melekler günahsızdırlar." İşte bu şiddetli ceza gibi, zul­meden ve Allah'ın sınırlarını aşanları cezalandırırız. [42]
30. O inkarcılar bil­miyorlar mı ki. gökler ile yer birbirine bitişik bir seydi. Allah aralarını ayırdı. Gökleri şimdiki buldukları şimdi bulunduğu yerde bıraktı. Bu soru, Allah ile birlikte ilâh bulunduğunu iddia edenler için bir kınama ve putlara tapanlar için de bir reddiyedir. Hasan-ı Basrî ve Katâde şöyle der: "Gökler ve yer birbirine bitişikti. Allah aralarını hava ile açtı.[43] İbn Abbas şöyle der: "Gökler bitişikti, yağmur yağdırmazdı. Yerler bitişikti, bitki bitirmezdi. Allah, gökleri yağmurla, yerleri de bitkilerle yardı."[44] Suyu, her canlının aslı ve hayat sebebi kıldık. Susuz ne insan, ne hayvan, ne de bitki yaşayabilir, Hâlâ Allah'ın kudretine inanmıyorlar mı? [45]
31. Yeryüzünün hareket edip sallanma­ması için orada sabit dağlar yarattık. Eğer yeryüzü sallanıp hareket etseydi, insanlar onun üzerinde yerleşemezlerdi. Yolculuklarda gidecekleri yerlere ulaşabilmeleri için o dağlarda patikalar ve geniş yollar ve geçitler meydana getirdik. İbn Kesîr şöyle der: "Allah dağlarda geçitler yarattı. İnsanlar bir bölgeden bir bölgeye, bir taraftan diğerine geçmek için bu geçitleri yol edinirler. Nitekim yeryüzünde görünen de budur. Dağ iki belde arasında bir engel olur. Allah o dağlarda bir gedik ve geçit yaratı ki, insanlar oraya buraya giderken oralardan geçsinler.[46]
32. Gökleri, düşmekten korunmuş olarak, yeryüzü için bir tavan yaptık. İbn Abas şöyle der: "Gökler, yıldızlar saye­sinde şeytanlardan korunmuştur."Oysa kâfirler güneş, ay, yıldızlar gibi yaratıcının varlığını gösteren delil ve ibretlerden yüzçevi-riyorlar, kudret elinin meydana getirdiği harikulade mahlukat ve Onun son­suz hikmet ve gücünü gösteren eşsiz tanzimini düşünmüyorlar. Kurtubî şöyle der: "Yüce Allah müşriklerin gökler ve onlarda bulunan gece, gündüz, güneş, ay, felekler, rüzgarlar ve bunlarda görülen engin kudrete bakıp düşünmekten gafil olduklarını açıkladı. Çünkü, eğer bunlara bakıp ibret al­salardı, bunların tek ve güçlü bir yaratıcısı bulunduğunu ve bu yaratıcının ortağı olmasının imkansız olduğunu anlarlardı."[47]
33. Yüce Allah kudretiyle çeşitli hayat şekilleri yarattı. O hayat için gece ve gündüzü yarattı. Biri karanlık ve sessizliğiyle, diğeri ise aydınlık ve ünsiyetiyle hayata hizmet eder. Bazen biri uzar diğeri kısalır, bazen de bunun aksi olur. Güneşi ve ayı, birliğini gösteren iki büyük delil olarak yarattı, Güneş ay, yıldızlar, gezegenler, gece ve gündüz, bunların hepsi, suda yüzen bir kimse gibi, kendi yörüngelerinde hızla hareket edip giderler. [48]
34. Ey Muhammed! Senden önce hiçbir kim­seye, dünyada sürekli kalmayı nasip etmedik. Ey Mu­hammedi Sen öldükten sonra onlar bu hayatta ebedî mi kalacaklar? Hayır, onlar için asla böyle bir şey olmayacak. Aksine hepsi yok olacaktır. Tefsirciler şöyle der: Bu müşriklerin, "Muhammed bir şâirdir. Onun, zamanını musibetlerine çarpılmasını gözlüyoruz."[49] şeklindeki sözlerine bir reddiye­dir. Yüce Allah, Rasululah'tan (s.a.v.) önceki peygamberlerin de öldükleri­ni, dinini korumayı ve ona yardım etmeyi kendisinin üstlendiğini bildirdi. İşte senin dinini ve şeriatını da böyle koruyacağız, dedi. [50]
35. Her mahluk yok olacaktır. Dâima diri ve ayakta olan Allah'tan başka hiçbir şey devamlı değildir. Şükredeni nankörlük edenden, sabredeni ümitsizliğe düşenden ayırmamız için sizi musibet ve nimetlerle imtihan ederiz. İbn Abbas şöyle der: "Sizi kıtlık ve bolluk, sağlık ve hastalık, zenginlik ve fakirlik, helâl ve haram, itaat ve isyan, doğruluk sapıklıkla imtihan ederiz.[51] İbn Zeyd şöyle der: "Nasıl şükredeceğinizi görmemiz için hoşunuza giden şeylerle nasıl sabre­deceğinizi görmemiz için de, hoşlanmadığınız şeylerle imtihan ederiz."[52] Dönüşünüz ancak Bizedir. Amellerinizin karşılığını size biz vereceğiz. [53]
36. Ebu Cehil ve taraftarları gibi Kureyşü kâfirler seni gördüklerinde, seninle sadece alay ederler, derler ki: İlâhlarınıza söven ve düşlerinizi kötüleyen bu mu? Bu, inkâr ve hayret mânâsım kapsayan bir sorudur, Bun­lar Allah'ı inkâr edenlerdir. Bununla beraber Allah Rasûlü ile alay ederler. Kurtubî şöyle der: "Müşrikîer, kendileri Allah'ın ilâhlığını inkâr ettikleri halde, putların ilâhlığmınm inkâr edilmesini ayıplıyorlardı. İşte bu son de­rece câhilce bir davranıştır.[54]
37. İnsan acelecilik üzerine yani aceleci olarak ya­ratılmıştır. Zararlı da olsa, birçok şeyi hemen yapmak ister. İbn Kesîr şöyle der: "Burada insanın aceleciliğinin anlatılmasındaki hikmet şudur: Yüce Allah, Peygamber (s.a.v.) ile alay edenleri anlatınca, akıllara onlardan hemen intikam alma geldi ve bu hususta acele ettiler."[55] Dolayısıyla Yüce Allah şöyle buyurdu: Bana karşı gelenlere, herşeye kadir olduğumu ve intikam alacağımı size gösterceğim. Zamanı gelmeden önce işin acele olmasını istemeyin. [56]
38. Müşrikler alay ve eğlence yollu derler ki: Ey mü'minler topluluğu! Bize haber verdiğiniz şeylerde doğru sözlü iseniz, Muhammed'in bizi tehdit ettiği o azap ne zaman gelecek? Yüce Allah şöyle buyurdu: [57]
39. Eğer kâ" firler, azab her taraftan kendilerini kuşattığı için onu yüzlerinden ve sırt­larından sayamayacakları zamanki azabın korkunçluğunu bilselerdi, elbet­te acele istemezlerdi. Ebu Hayyan şöyle der: "edatının cevabı zikredil-memiştir. Zira bu durum tehditte daha vurgulu ve korkutucudur." Zemahşerî bu cevabı şöyle takdir eder: "Elbette onlar bu kâfirlik, alay etme ve acele cıliği yapmazlardı. Fakat cahillikleri, bu tehdidi onlara basit gösterdi.[58] Allah'ın azabına karşı onların yardımcıları da yoktur. [59]
40. Aksine kıyamet onlara ansızın gelecek de, onlar dehşet ve şaşkınlık içinde bırakacak. Onlar kıyametin gelmesini ne kendilerinden çevirebilirler, ne de tevbe edip özür, beyan etmeleri için kendilerine mühlet verilir. [60]
41. Ey Muhammedi vallahi senden önce de birçok büyük peygamberlerle alay edilmişti. Bu, müşriklerin alaylarına karşı Rasulullah için bir tesellidir. Peygamberlerle alay edenlerin başına alay ettikleri azap inivermişti. Ebu Hayyân şöyle der: "Yüce Allah, daha önce geçmiş olan peygamberlerin de ümmetleri tarafından alaya alındıklarını, alaylarının meyvesini de dünya ve âhirette helak ve azap olarak topladıklarını, bunların da durumunun aynı olduğunu bildirerek teselli etti."[61]
42. Ey Muhammedi O alay edenlere de ki: Bütün vakitlerinizde sizi Allah'ın azabından kim koruyacak? O size azab indirmek isterse, sizden O'nun azabım ve intikamını kim savacak? Bu soru Allah'ın nimetlerinden elde ettiklerine aldanmamaları için, dikkat çekme ve uyarma sorusudur, Bilakis o zâlimler, Al­lah'ın kelâmından ve Öğütlerinden yüzçevirirler. düşünüp ibret almazlar. [62]
43. Yoksa, onları azaptan koruyacak Bizden başka ilahları mı var? Onlar kendilerine yardım ede­mezler. Kendilerine tapanlara nasıl yardım edecekler? O ilâhlar, Allah'ın azabından kendilerini koruyamazlar. Çünkü son derece âciz ve zayıftırlar. İbn Abbas şöyle der: "demektir. Çünkü den türetilmiş olan kelimesi, yani komşusunun des­tekçisi manasınadır. Buna göre âyet, "Onları Bizden hiçkimse koruyamaz" mânâsına gelir."[63]
44. Evet Biz daha önce o müşrikleri de babalarını da nzık olarak verdiğimiz dünya nimetlerinden faydalandırdık. Bolluk ve nimet içerisinde uzun süre yaşadılar. Buna aldanarak bu durumunun devam edeceğini sandılar. Bizim onların yurtlarına gelerek, peygambere fetih nasip edip, müslümanları, üzerlerine musallat ederek, yurtlarını etraflarından eksiltmemize ba­kıp ibret almazlar mı? Bu soru inkâr ve uyarı ifâde eder. Yani, bu durumda onlar galip mi, yoksa mağlup mu? Bilakis onlar rezil olup zarara uğramış mağlupların ta kendileridir. [64]
45. Ey Muhammed! Onlara de ki: Ben sizi kendi­liğimden değil, ancak Allah'tan gelen bir vahiyle korkutuyor, sakındırıyo­rum. Ben, sizi uyardığım azab ve ceza haberini, Allah'tan alıp size ulaştırıyorum, Fakat siz ey müşrikler! 45ın derecede cehâlci ve inadınızdan dolayı, söz ve uyarıyı dinlemeyen, dolayısıyla öğüt
alıp sakınmayan sağırlar gibisiniz. [65]
46. Eİer onlara, az da olsa, sakındı aldıkları Allah adabından baslarına hafif bir şey Elbette suçlarını itiraf eder ve şöyle derler: "Vay halimize, mahvolduk. Allah'ın peygamberlerini yalanlamakla nefislerimize zulmetmiş olduk."[66]
47. Biz kıyamet günü, amellerin tartılacağı doğru terazileri koyarız, İyilik yapanın iyiliğinden hiçbir şey eksiltilmez; kötülük yapanın kötülüğüne de hiçbir şey ilave edilmez. Kişinin yaptığı iş, hardal tanesi ağırlığında da olsa onu getirir ve hazır bulundururuz. Ebussuûd şöyle der: "Yani son derece az ve değersizde olsa onu getiririz. Çünkü hardal tanesi, küçüklüğü ifade etmekte bir misaldir."[67] Kulların amellerini sayıcı ve onların mükâfatını verici olarak Rabbin yeter. Hâzin şöyle der: "Bundan maksat sakmdırmadır. Çünkü hesaba çeken, hiçbir şeyi karıştırmayacak derecede bilgili ve hiçbir şeyi yapmaktan âciz olmayacak dercede güçlü ise akıllı kimsenin ondan daha çok korkması gerekir."[68]
48. Mûsâ ve Harun'a, takva sahibi mü'minler için, hakkı bâtıldan, hidayeti sapıklıktan ayıran Tevrat'ı, bir nûr, bir aydınlık ve bir öğüt olarak verdik, [69]
49. Onlar, görmedikleri halde Allah'tan korkan­lardır. Çünkü onlar düşünme ve istidlal yoluyla, anladılar ki yaptıklarının cezasını verecek, güçlü ve büyük bir Rableri vardır. Görmeseler de ondan korkarlar. Onlar kıyametin şiddet ve sıkıntılarından kor karlar. [70]
50. Bu Kur'an, sânı yüce bir kitaptır. Onda öğüt ala­caklar için öğüt, ibret alacaklar için ibret vardır. Çok hayırlıdır, onu size kendi dilinizle indirdik, Ey Arap topluluğu! O, son derece açık ve seçik olduğu halde, siz onu inkâr mı ediyorsunuz? Kerhî şöyle der: "Bu soru kınama ifâde eder. Hitap, Mekkelileredir. Çünkü onlar bu dili konuşan kimselerdir. Bu dilin meziyet ve inceliklerini anlarlar. Kur'an'ın belagatından başkalarının çıkaramaycaklan anlamları çıkarırlar. Aynı za­manda bu Kur'an'da onların şân ve şerefleri vardır. Başkası onu inkâr etse dahi, onların karşı çıkmaları ve düşmanlık göstermemeleri gerekir."[71]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek âyetler, aşağıdaki edebî sanatları kapsamaktadır.
1. "Gönderdik" ile "elçi" kelimeleri arasında iştikak cinası vardır.
2. "İnkâr edenler görmedi mi?" cümlesi hayret ve inkâr ifâde eden bir sorudur.
3. "Bitişik idiler, onları ayırdık" cümlesindeki "bitişik" ile "ayrı" kelimeleri arasında tıbâk sanatı vardır.
4. "Her canlı şeyi sudan yarattık" ve "Hiçbir beşere nasip etmedik" cümlelerinde ve kelimelerininin belirsiz olması, genellik ifâde eder.
5. "Sudan yarattık." ifâdesinden sonra Geceyi gündüzü yaratan Odur" cümlelerinde, birinci şahıs kipinden üçüncü şahıs kipine dönüş vardır. Bu da, Allah'ın kullarına verdiği yüce ni­metlere itina gösterildiğini pekiştirir.
6. " Sizi kötülük ve hayırla imtihan ederiz." cümle­sinde şerr ve hayr kelimeleri arasında tıbâk vardır.
7. "İnsanoğlu aceleden yaratıldı" cümlesinde mübalağa sanatı vardır. İnsan çok aceleci olduğu için sanki o, acelenin ken­disinden yaratılmış. Bu, Arapların, oyunu hiç bırakmayan kimseye, "O, oyundan yaratılmıştır." demelerine, bazılarının da bir kavmi, "Kadınları oyun, erkekleri neşedir." diye anlatmalarına ben­zer.
8. "Sağırlar çağrıyı işitmez." cümlesinde istiare vardır. Burada "sağırlar" kelimesi, "kâfirler" için müsteâr olarak kullanılmıştır. Çünkü onlar çağırmayı işitmeyen, seslenmeyi anlamayan hayvanlar gibidir.
9. "Hardal tanesi" terkibi, son derece az ve değersiz olan amelden kinayedir.
10. "v-b. kelimeler arasında güzel bir seci vardır. [72]

Bir Uyarı

Ibn Abbas'a: "Gece mi, yoksa gündüz mü daha öncedir?" diye soruldu. O, şöyle cevab verdi: Göklerin ve yerin bitişik olduğu zamanı düşündünüz mü? O zaman aralarında karanlıktan başka bir şey var mıydı? İşte bunu, gecenin gündüzden önce olduğunu bilmeniz için söylüyorum.[73]

Bir Nükte

İbn Ömer'den rivayet olunduğuna göre, bir adam gelerek, ona Gokler-• bitişikti Biz onları ayırdık" ne demektir? diye sordu. Ibn Ömer, Ibn 'ı kastederek- "Git o şeyhe sor, sonra sana verdiği cevabı gel bana dedi Adam,İbn Abbas'a gitti ve sordu. İbn Abbas dedi ki: Gökler yağmur yağdırmıyordu. Yer bitişikti, bitki bitirmiyordu. Yüce Allah yeryüzünde yaşayanları yaratınca göğü yağmurla, yeri de bitki ile. Bunun üzerine adam İbn Ömer'in yanma,gelerek Ibn Abas'ın cevabını na bildirdi Bu cevabı alan İbn Ömer: Ben daha önce, "Ibn Abas'ın Kur'an tefsiri hususundaki cür'eti hoşuma gitmiyor" derdim. Şimdi anladım ki, ona Kur'an hususunda ilm verilmiş" dedi.[74]
51. Andolsun Biz İbrahim'e rüşdünü vermiştik. Biz onu iyi tanırdık.
52. O, babasına ve kavmine: "Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de nedir?" demişti.
53. Dediler ki: "Biz, babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk."
54. "Doğrusu, Siz de, babalarınız da açık bir sa­pıklık içindesiniz" dedi.
55. Dediler ki: "Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen oyunbozanlardan biri misin?"
56. Dedi ki: "Hayır: sizin Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir ki, bunları O yaratmıştır ve ben bu hu­susta size şahitlik edenlerdenim.
57. Allah'a yemin ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım!"
58. Sonunda İbrahim onları paramparça etti. Yal­nız onların büyüğünü bıraktı; belki ona müracaat ederler diye.
59. "Bunu ilâhlarımıza kim yaptı? Muhakkak o, zâlimlerden biridir." dediler.
60. Bir kısmı, "Bunları diline dolayan bir genç duyduk; kendisine İbrahim denilirmiş." dediler.
61. Dediler ki: "O halde, onu hemen insanların gözü Önüne getirin ki görsünler."
62. "Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın Ey İbra­him?" dediler.
63. "Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Hadi onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa!" dedi.
64. Bunun üzerine, kendi vicdanlarına dönüp "Zâ­limler sizlersiniz, sizler" dediler.
65. Sonra tekrar eski inanç ve tartışmalarına dön­düler: "Sen bunların konuşmadığını pek alabiliyor­sun." dediler.
66. İbrahim, "Öyleyse, dedi Allah'ı bırakıp da, si­ze, hiçbir fayda ve zarar veremeyen bir şeye hâlâ tapa­cak mısınız?
67. Size de, Allah'ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun! Siz akıllanmayacaksınız?"
68. Bir kısmı, "Eğer iş yapacaksanız, yakın onu da ilâhlarınıza yardım edin!" dediler.
69. "Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol" dedik.
70. Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat Bizonları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna sok­tuk.
71. Biz, onu ve Lût'u kurtararak, içinde cümle
âleme bereketler verdiğimiz ülkeye ulaştırdık.
72. Ona, İshâk'ı ve fazladan bir bağış olmak üzere Ya'kub'u lütfettik; herbirini sâlih insanlar yaptık.
73. Onları, emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine, hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar, daima bize ibadet eden kimselerdi.
74. Lût'a gelince, ona da hüküm ve ilim verdik; onu çirkin işler yapmakta olan memleketten kurtardık. Zira onlar gerçekten fena işler yapan kötü bir kavimdi.
75. Onu rahmetimize lâyık olanların içine kattık. Çünkü o, sâlihlerden idi.
76. Daha önce Nûh da duâ etmiş. Biz onun duasını kabul etmiştik. Böylece, kendisini ve yakınlarını büyük sıkıntıdan kurtarmıştık.
77. Onu, âyetlerimizi inkâr eden kavimden koru­duk. Gerçekten onlar, fena bir kavim idi; bu yüzden de topunu birden suya gömdük.
78. Davud ve Süleyman'ı da an. Bir zaman, bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı: Bir gurup insanın koyun sürüsü, geceleyin başıboş bir vaziyette bu ekinin içine dağılıp ziyan vermişti. Biz, onların hükmünü görüp bilmekte idik.
79. Böylece bunu Süleyman'a Biz anlatmıştık. Biz, onların herbirine hüküm ve ilim verdik. Kuşları ve teş­bih eden dağları da Davud'a boyun eğdirdik. Bunları Biz yapmaktayız.
80. Ona, savaş sıkıntılarımızdan sizi koruması için zırh yapmayı öğrettik. Artık şükredecek misiniz?
81. Süleyman'ın emrine de kasırgayı verdik ki, onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere doğru eserdi. Biz herşeyi biliriz.
82. Şeytanlar da, onun için dalgıçlık eden (ve in­ciler çıkaran) ve bundan başka işler görenler vardı. Biz onları gözetim altında tutuyorduk.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde kendisini birliğini, peygamberlik ve âhiretin varlığını gösteren delilleri anlattıktan sonra bu âyetlerde de pey­gamberlerin kıssalarını ve birçoğunun başlarına gelen belaları anlattı. Maksat, yüce peygamberin, sabır, Allah yolunda eziyetlere katlanma ve Allah düşmanı müşrikler karşısında kendini metin tutma hususunda Önceki peygamberleri kendine örnek alması için bir tessellidir. [75]

Kelimelerin İzahı

Salâh çeşitlerine giden yolu ona gösterdik.
Temâsil, Allah'ın mahluklarından bir mahluka benzetilerek yapılmış heykel mânâsına gelen; kelimesinin çoğuludur. Bir kimse, bir şeyi başka bir şeye benzettiğinde, der. Bu benzetilen şeyin ismi de timsâl'dir.
Cüzâz, kırıntı ve parçalar demektir. Kırmak ve kesmek manasınadır. Şâir şöyle der:
Allah köklerini kessin, Mühelleboğuiları bir kül haline geldiler.
Ne soyları kaldı, ne sopları.[76]
Döndürüldüler, üstü altına gelecek şekilde bir şeyi çevirmek demektir.
Nafile, fazla. Nafile ibadetler, için kullanılan kelimesi bu köktendir. Çünkü onlar, Allah'ın farz kıldığından fazla olarak yapılan iba­detlerdir Bu manada oğulun oğluna da nafile denilir. Çünkü o, oğula ilave edilmiştir
Kerb, şiddetli üzüntü,
Serbest, çobansız otladı. geceleyin çobansız otlamak de­mektir. Hayvan, gece ve gündüz, çobansız otladığında, denir. [77]

Âyetlerin Tefsiri

51. Vallahi biz İbrahim'e, din ve dünya hususunda çeşitli hayırlara ulaşacağı yolunu gösterdik. Bunu ona küçükken ver­dik. Allah'ın birliğini düşünmeye ve delil getirmeye muvaffak kıldık. Biz onun kendisine verdiğimiz peygamberliğe ve üstünlüğe lâyık olduğunu biliyorduk. [78]
52. Burası küçüklüğünden itibaren İbrahim'e verilen aklî olgunluğu açıklar. Yani, hatırla ki bir zamanlar İbrahim babası Âzer'e ve müşrik kavmine: "Taptığınız bu putlar ne-Hir?" demişti. "Bu putlar nedir?" cümlesi, putları hakîr ve küçük gördüğünü, kavminin onlara hürmet ettiğini bildiği halde bilmezlikten gel­diğini gösterir. [79]
53. Dediler ki: Atalarımızı taklit ederek bun­lara tapıyoruz. İbn Kesir şöyle der: Sapık atalarının yaptığından başka bir delilleri yoktu."[80]
54. İbrahim dedi ki: O putlara taptığınız için, siz ve onlara tapan atalarınız apaçık bir hata içindesiniz. Çünkü onlar cansızdır. Ne yararlan, ne zararları olur, ne de sizi duyabilirler. [81]
55. Sen söylediğinde ciddi misin? Yoksa dalga mı geçiyorsun? Söylediğin bu söz gerçek mi, yoksa şaka mı? İbrahim'in kendilerini ayıplamasını büyük bir alay kabul ettiler, yaptıkla­rının sapıklık olmasını uzak gördüler ve onun sözlerinin ciddi değil de şaka yollu olduğunu kabul ettiler. Hz. İbrahim onların dediklerine kulak asmadı ve sözlerinde ciddi olduğunu, şaka etmediğini bildirdi. [82]
56. Dedi ki: Aksine, ibadete lâyık olan Rabbiniz, ilâh oldukları iddia edilen bu putlar değil, gökleri ve yeri yaratıp icat eden.Rabbiniz Allah'tır. Ben, şehadeti ile davaları sona erdiren bir şahit gibi, kesin ve açık delillerle Allah'ın birliğine şahidim. [83]
57. Allah'a andolsun ki, siz bıra­kıp bayrama gittiğinizde, ilâhlarınıza tuzak kuracak ve onlara zarar verme yollarını arayacağım. Tefsirciler şöyle der: Onların her sene sahraya çıka­rak kutladıkları ve toplandıkları bayramları vardı. Âzer İbrahim'e dedi ki: Sen de bizimle beraber bayrama çıksaydm, onu beğenirdin!! Bunun üzerine ibrahim onlarla yola çıktı. Biraz yürüdükten sonra, kendini yere atarak: "Hastayım, ayaklarım,ağrıyor" dedi. İbrahim'i orada bırakıp yollarına de­vam ettiler. Sonra İbrahim, arkalarından seslenip: "Vallahi, putlarınıza tu­zak kuracağım." dedi; Bu sözü bir adam işitti ve aklında tuttu.[84]
58. İbrahim putları kırarak onları bir kırıntı haline getirdi. Ancak büyük putu kırmadı. Mücâhid der ki: Büyük putu bıraktı ve diğer putları kırdığı baltayı boynuna astı ki, bunu kavminin aleyhine delil getirsin.[85] Belki onlar o puta başvurur ve ona diğer putları kinıın kırdığını sorarlar. Böylece putun acizliği ortaya çıkar ve kavminin aleyhine delil olur. [86]
59. "Bunu ilâhlarımıza kim yaptı? Mu­hakkak o zâlimlerden biridir." dediler. Bu âyette hazif vardır. Takdiri şöyledir: Bayramdan döndükten sonra ilâhlarına bakıp onlara yapılanı gördük­lerinde, bunu yapanı araştırıp, kınayarak şöyle dediler: Kim bu ilâhları par-çaladıysa, mutlaka o çok zâlimdir ve çok büyük bir suç işlemiştir. Çünkü o, saygı ve hürmete lâyık olan ilâhlara karşı gelmeye cüret etmiştir. [87]
60. Hz.İbrahim'in "Vallahi, putlarını-za tuzak kuracağım" sözünü işiten şahıs dedi ki: "Biz, ibrahim isimli bir gencin onları yerdiğini, ayıpladığını ve onlara sövdüğünü işittik. Belki de, ilâhları parçalayan odur. [88]
61. Bunun üzerine Nemrut ve kavminin ileri gelenleri: "İbrahim'i herkesin göreceği bir yere getirin de onu görsünler" de­diler. Maksat, Hz. İbrahim'in mahkemesi bütün insanların gözü önünde yapılsın da ona verilecek ceza, ibret alanlar için bir ibret olsun, Umulur ki, insanlar ona ceza verilirken hazır bulunurlar da, ne yapılacağını görürler. [89]
62. Dediler ki: Ey İbrahim! Bu ilâhları parçalayan sen misin? [90]
63. İbrahim: "Bilakis, onları bu büyük put parçaladı. Sizin kendisiyle beraber bu küçük putlara tapmanıza kızdı da on­ları kırdı dedi. Bundan maksat, onları susturmak, ve aleyhlerine delil getir­mektir. Bunun içindir ki İbrahim şöyle dedi: Eğer konuşabiliyorlarsa, bu putlara, kendilerini kimin kırdığını sorun. Kurtubî şöyle der: Söz, tariz makamında söylenmiştir. Bu şöyledir: Onlar putlara tapıyor ve Allah'ı bırakarak onları kendilerine ilâh ediniyorlardı. Nitekim, Hz. İbrahim, babasına şöyle demişti: "İşitmeyen, görmeyen ve senin hiçbir ih­tiyacını gidermeyen şeylere niçin tapıyorsun?" Hz. İbrahim: "Bu işi, on­ların şu büyüğü yapmıştır." dedi ki, onlar, putların konuşamayacağını, fayda ve zarar veremeyeceğini söylesinler de o da onlara: Öyleyse, bunlara niçin tapıyorsunuz, desin, putlar tarafından kendi aleyhlerine bir delil getirilmiş olsun. Nitekim, düşmanın, kendiliğinden gerçeği kabul etmesi için, onun iddia ettiği bâtılın doğruluğunu farz etmek caiz görülmüştür. Çünkü bu, de­lil getirmede daha kestirme ve şüpheyi daha iyi gidericidir.[91]
64. Kendilerine gelip düşündüler. "Siz, konuşamayan bir varlığa ibadet ettiğiniz için zalimlersiniz" dediler. [92]
65. Sonra bu gerçeği itiraftan vazgeçip kibir ve taşkınlığa dönerek, ısrar ve inatla dediler ki: Ey İbrahim! Biliyorsun ki, bu putlar konuşmaz ve cevap vermezler. Onlara sormarnız nasıl istiyorsun? Bu, ilâhlarının acizliğini itiraflarıdır. "İşte böyle­ce aleyhlerinde olan delil İbrahim'in eline geçti. İbrahim onları kınamaya ve ayıplamaya başladı. [93]
66. Dedi ki: Siz, Allah'ı bırakıp da ne zarar ne de fayda veremeyen cansız varlıklara mı tapıyorsu­nuz? [94]
67. Size de, Allah'ı bırakıp taptığınız putla­ra da yazıklar olsun. Yaptığınız işin çirkinliğini anlamıyor musu­nuz?[95]
68. Karşısında susup da cevap veremez hale geldiklerinde, kaba kuvvete ve işkenceye başvurdular. Dediler ki: İlâhlarınıza yardım etmek ve intikamlarını almak için İbrahim'i ateşe atın. Siz, gerçekten onların yardımcıları iseniz, böyle yapın. [96]
69. Biz de dedik ki: Ey ateş! İbrahim'e karşı soğuk ve esenlikli ol. İfâde, daha vurgulu olmak için bu şekilde gelmiştir. Tefsirciler şöyle der: Onlar ibrahim'i yakmak istedikle­rinde bir ay odun topladılar. Hatta bir kadın hastalandığında, "Eğer iyileşir-sem, İbrahim'i yakmak için odun toplayacağım" diye adakta bulunurdu. Sonra o odunu bir çukura doldurdular ve ateş yaktılar. Bu ateşin alevleri o derece büyüktü ki, üzerinden geçen kuşlar, ateşin sıcağının şiddetinden ya­nardı. Sonra İbrahim'i bağladılar, bir mancınığa koyup ateşe attılar. O anda Cebrail gelip: Bir ihtiyacın var mı? diye sordu. İbrahim: Hayır, sana bir ih­tiyacım yok dedi. Cebrail: "Rabbinden iste" dedi. İbrahim: O'nun benim ha­limi bilmesi, istemek yerine bana yeter." dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Ey ateş! İbrahim'e serinlik ve esenlikli ol" dedi.[97] Ateş, İbrahim'in iplerin­den başka hiçbir şeyi yakmadı. İbn Abbas şöyle der: Eğer Yüce Allah, "selâmete çıkar, esenlikli ol" demeseydi, onun soğukluğu İbrahim'e eziyet verirdi.[98]
70. Onu ateşte yakmak istediler. Onları in­sanların, hattâ her zarar görenin en zarar göreni yaptık. Çünkü Allah'ın pey­gamberine tuzak kurdular. Allah da, tuzaklarını başlarına geçirdi. [99]
71. İbrahim'i, kardeşi oğlu Lût ile birlikte kurtardık. Şöyle ki, Irak'tan, Allah'ın bolluk, çok peygamber, çok nehir ve ağaçlarla bereketlendirdiği Şam yöresine hicret ettiler. İhnu'l-Cev-zî şöyle der: Oranın bereketi şudur Yüce Allah, peygamberlerin çoğunu oradan göndermiş, oraya bolluk ve çok akarsu vermiştir.[100]
72. İbrahim, Rabbin'den çocuk istedikten sonra ona İshak'ı verdik. Ya'kub'u da o istemeden fazla olarak verdik. Tefsirciler şöyle der: İbrahim Rabbinden bir çocuk istedi. Allah ona İshak'ı verdi. İstediğinden fazla olarak da torunu Ya'kub'u verdi. Çünkü torun da oğul gibi­dir. Hepsini, İbrahim'i.İshak'ı, Ya'kub'u hayırlı ve iyi kıldık. [101]
73. Onları başkalarına önder ve liderler kıldık. Allah'ın emriyle insanlara dine giden yolu gösterirler, İlimle ameli birleştirmeleri için hayır yapmalarını onlara vahyettik. yoluyla onlara, namaz kılmalarını ve zekât vermelerini emrettik. Burada Yüce Allah özellitkle namaz ile zekâtı zikretti. Çünkü namaz bedenî, zekât da malî ibadetlerin en üstünüdür. Onlar Bizi birleyen ve Bize samimiyetle ibadet eden kimsilerdir. [102]
74. Lût'a da peygamberlik, ilim, doğru anlayış verdik. İbn Kesîr şöyle der: Lût (a.s.) Hz. İbrahim'e inanmış, ona uymuş ve onunla birlikte hicret etmişti. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Lût ona iman etti ve ben Rabbime hicret ediyorum" dedi.[103] Allah Lût (a.s.)'a hüküm ve ilim verdi. Ona vahyetti, peygamber yaptı ve onu Sedum'a gönderdi. Sedum halkı Lût'u yalanladılar. Allah da onları helak etti. Nite­kim Yüce Allah onların kıssalarını Kur'an-i Kerim'in birkaç yerinde an­latmıştır.[104] Onu livata yol kesme ve di­ğer pis işleri yapmakta olan Sedum halkından kurtardık. Şüphesiz onlar, Allah'a itaatten çıkmış kötü kimselerdi. [105]
75. Onu, rahmetimize lâyık olanların içine soktuk. Çünkü o iyi kullarımızdandı. [106]
76. Nuh'un kıssasını da hatırla. Hani o, bu anlatılan peygamberlerden daha önce, kavmine beddua etmiş, kendisini yalan­ladıklarında, Allah'tan helak olmalarını istemiş ve: Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden hiçkimseyi bırakma[107] demişti. Nuh'un duasını kabul ettik, onu ve onunla beraber gemide bulunan mü'minleri, neredesye canları alacak derecede üzüntü ve sıkıntı veren tu­fandan ve boğulmaktan kurtardık. [108]
77. Onu, yalanlayan kavminin şerrinden koruduk ve onu kurtarıp kavmini yok ettik. Onlar şerre düşkün idiller. Onların hepsini boğduk, hiçbirini bırakmadık. [109]
78. Davud ve Süleyman (aleyhimâ'selâm)'m kıssasını da hatırla. Hani bir zamanlar, ekin hakkında hüküm ve orlardı. O zaman kavmin koyunları geceleyin orada sibos otlamiş ve ekini harap etmişlerdi. Biz, onların ikisinin de verdiği hükmü biliyorduk. [110]
79. Mesele hakkında verilecek hükmü Süleyman'a ilham edip öğrettik. Davud ve Süleyman (a.s.)'ın her birine, peygamberlikle birlikte hikmet ve geniş ilim verdik. Tefsirciler şöyle der: İki adam Davud (a.s.)'un huzurunda mahkemeye geldiler. Bunlardan birinin koyunları, geceleyin diğerinin tarlasına girmiş ve ekini harap etmiş, hiçbir sey bırakmamıştı. Davud (a.s.) ekin sahibinin koyunları almasına hükmetti. Adamlar, dışarda kapının yanında bulunan Süleyman (a.s.)'ın yanına çıktılar ve babasının verdiği hükmü ona bildirdiler. Sülayman (a.s.) hemen babasının yanına girdi ve şöyle dedi: Ey Allah'ın peygamberi! Keşke her ikisi için de uygun olacak başka bir hüküm verseydin! Davud (a.s.): O, nasıl bir hükümdür? diye sordu. Süleyman (a.s.) dedi ki: Koyun sahibi tarlayı alır, sürer tohumu eker ve ekin eski haline-gelir. Ekinin sahibi de koyunu alır, sütünden yününden ve kuzularından istifade eder. Ekin büyüdüğünde, koyunlar kendi sahibine, tarla da kedin sahibine iade edilir. Bunu duyan Davud (a.s.) Süleyman'a: "Muvvaffak oldun ey oğulcuğum" dedi ve aralarında bu hükmü verdi. İşte Biz o hükmü Süleyman'a bildirdik." âyetinin mânâsı budur. Davud (a.s.) teşbihte bulunduğu zaman, dağları ve kuşları da onunla teşbih eder kıldık. İbn Kesîr şöyle der: Bu şöyle olurdu: Davud (a.s.) güzel sesiyle Zebur'u okurdu. Onu te­rennüm ederken kuşlar havada durur, onunla birlikte teşbih ederler, dağlar da bu teşbihi yansıtırlardı.[111] Cansız olmaları sebebiyle, itaat ettirilmeleri ve teşbihlerini daha enteresan, daha hayret verici ve icazda daha etkili olduğu için dağlar kuşlardan önce zikredildi. Bizim bunu yapmaya gücümüz yeter. [112]
80. Biz Davud'a, demiri yumuşatarak zırh yapma sanatını öğrettik. Katâde şöyle der: İlk zırh yapan Davud'dur. Zırhlar daha önce levhalar halinde idi. Onları ilk defa ören ve halkalar haline getiren odur.[113] Savaşta sizi düşman şerrinden korumak için bunu yaptı. Artık şükredecek misiniz? Bu, emir mânâsında bir so­rudur. Yani, size verdiği nimetlere karşılık Allah'a şükredin. Yüce Allah peygamberi Davud'a özel olarak verdiği nimeti anlattıktan sonra, yine özel olarak onun oğlu Süleyman'a verdiği nimeti anlattı. [114]
81. Biz, Sülayman'a da şiddetli esen rüzgârı ver­dik. Onun istek ve arzusuyla, bol meyveleri, ırmakları ve ağaçlan olan Şam diyarına doğru eserdi. Bu bölge onun yerleşme yeri ve karagâhıvdı. Biz herzeyi biliniz.. Ona bu makamı vermemiz, sadece bildiğimiz bir hikmetten dolayıdır. [115]
82. Bazı şeytanları da Sülayman'm emrine ver­dik. Ona mücevher ve inciler çıkarmak için suya dalar ve denizlerin derin­liklerine girerlerdi. Suya dalmaktan başka şehirler kur­mak, yüksek saraylar yapmak ve benzeri, insanoğlunun elinden gelmeyen diğer işleri de yaparlardı, Biz onları Süleyman'ın emrinden çıkmaktan veya ona itaatten çıkmaktan korurduk. [116]

Edebî Sanatlar

Bu âyetler aşağıdaki edebî sanatları kapsamaktadır.
1. Sonra tekrar eski inanç ve tartışmalarına döndülerler cümlesinde hoş bir istiare vardır. Onların haktan bâtıla dönmeleri, istiare yoluyla, kişinin başının aşağıya, ayaklarının yukarıya gelecek şekilde dönmesine benzetildi.
2. "Size fayda verir." ile "size zarar verir" kelimeleri arasında tıbâk sanatı vardır.
3. "Ey ateş! Soğuk ol." cümlesinde mübalağa (vurgu) sanatı vardır. Yüce Allah burada mastarı zikretmiş, sıfatı kasdetmiştir. Yani "so­ğuk ol" demektir.
4. "Hayırlar yapmak, namaz kılmak, zekât vermek..." terkiplerinde hususî olanın, umumî olan üzerine atfedilmesi söz konusudur. Çünkü namaz ile zekât da hayır fiillerdendir. Yüce Allah, şanlarının faziletlerinin yüceliğine dikkat çekmek için, bu ikisini ayrıca zikretti.
5. "Herbirine hüküm ve ilim verdik." cümlesinde, Davud (a.s.)un makamının eksik olduğu vehmini gidermek için ihtiras sa­natı vardır.
6. "Onu rahmetimize soktuk." cümlesinde mecaz-ı mürsel vardır. Cennetimize soktuk demektir. Çünkü cennet, rahmetin indiği yerdir. Aralarında mahalliyet alakası vardır.
7. v.b. kelimelerde, akıcı bir seci' sanatı vardır. [117]

Bir Uyarı

Yüce Allah burada rüzgarı, "şiddetli" diye niteledi. Bir başka yerde ise "yumuşak"[118] diye niteledi. Bu iki niteleme arasında bir çelişki yoktur. Çünkü rüzgar güzel ve yumuşak olur, fakat fırtına gibi hızlı esebilir. Böylece iki vasıf bîr arada bulunmuş olur. İyice düşün. [119]
83. Eyyûb'u da an. Hani Rabbine, "Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin." diye niyaz etmişti.
84. Bunun üzerine Biz, tarafımızdan bir rahmet, ve kulluk edenler için bir hatırlatma olmak üzere onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona aile efradını, ayrıca bunlarla bir­likte bir mislini daha verdik.
85. İsmail'i, Tdris'i ve Zülkifl'i de an. Hepsi de sabre­den kimselerdendi.
86. Unları rahmetimize soktuk. Onlar hakikaten iyi kimselerdendi.
87. Zünnûn'u da zikret. O öfkeli bir halde geçip gitmişti; Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zan­netmişti. Nihayet karanlıklar içinde "Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zâlimlerden oldum!" diye niyaz etti.
88. Bunun üzerine onun duasını kabul ettik ve onu kederden kurtardık. İşte Biz, nıü'minleri böyle kur­tarırız.
89. Zekeriyyâ'yı da an. Hani o, Rabbine şöyle ni­yaz etmişti: Rabbim! Beni yalnız bırakma! Sen, vârisle­rin en hayırlısısın.
90. Biz, onun da duasını kabul ettik ve ona Yah­ya'yı verdik; eşini de kendisi için elverişli kıldık. On­lar (bütün bu peygamberler), hayır işlerinde koşuşur­lar, umarak ve korkarak Bize yalvarırılar; onlar. Bize karşı derin saygı içindedirler.
91. Irzını iffetle korumuş olanı da an. Biz, ona ru­humuzdan üfledik; onu ve oğlunu, cümle âlem için bir ibret kıldık.
92. Hakikaten bu bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise bana kulluk edin.
93. İnsanlar kendi aralarında işlerinin birliğini bozdular. Halbuki hepsi Bize döneceklerdir.
94. Bu durumda her. kim, mü'min olarak iyi dav­ranışlar yapsa, onun çabasını görmezliketn gelmek ol­maz. Biz, onu yazmaktayız.
95. Helak ettiğimiz bir beldeye, artık (iyi davranış ve makbul çaba) haramdır; çünkü onlar dönmezler.
96. Nihayet Ye'cnc ve Me'cûc açıldığı ve onlar her
tepeden akın ettiği zaman;
97. Ve gerçek vaad yaklaşınca, birden, inkâr eden­lerin gözleri donakalır! "Yazıklar olsun bize! Gerçek­ten biz, bu durumdan habersizmişiz; hattâ biz zâlim kimselermişiz."
98. Siz ve Allah'ın dışında taptığınız şeyler cehen­nem yongasıdir. Siz oraya gireceksiniz.
99. Eğer onlar birer ilâh olsalardı oraya girmez­lerdi. Halbuki hepsi orada ebedî kalacaklardır.
100. Orada onlara inim inim inlemek düşer. Yine onlar orada duymazlar.
101. Tarafımızdan kendilerine güzellik takdir edilmiş olanlara. gelince, işte bunlar, cehennemden uzak tutulurlar.
102. Bunlar, onun uğultusunu duymazlar; gönülle­rinin dilediği nimetler içinde ebedî kalırlar.
103. En büyük dehşet dahi onları tasalandırmaz. Melekler, onları şöyle karşılar: İşte size va'dedilmiş ofan gün, bugündür.
104. Düşün o günü ki, yazılı kâğıtların tomarını dürer gibi göğü toplayıp düreriz. Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar o hale getiririz. Bu üzeri­mize aldığımız bir vaad oldu. Biz, yaparız.
105. Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da "Yer­yüzüne iyi kullarım vâris olacaktır." diye yazmıştık.
106. İşte bunda, Bize kulluk eden bîr kavim için bir mesaj vardır.
107. Biz seni, ancak âlemlere rahmet olarak gön­derdik.
108. De ki: Bana sadece, sizin ilâhınızın, ancak birtek Allah olduğu vahyedildi. Şu halde siz, müslüman kimseler olmayacak mısınız?
109. Eğer yüzçevirirlerse, artık de ki: eşitlik esa­sına dayanarak size açıkladım. Ben artık size vâ'dolu-nan şey yakın mı uzak mı, bilmiyorum.
110. Şüphesiz Allah, sözün açığını da bilir, gizli tuttuklarınızı da bilir.
111. Bilmiyorum, belki de O, sizi denemek ve bir zamana kadar sizi faydalandırmak içindir.
112. Muhammed "Rabbim! Hak ile hükmet. Bizim Rabbimiz Rahmân'dır. Sizin anlattıklarınıza karşı yardımı umulandır" dedi.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah Önceki âyetlerde İbrahim, Nuh, Lut, Dâvud ve Süleyman (aleyhimüs selâm) gibi bir kısım Peygamberleri ve bunların karşılaştıkları sıkıntıları anlattı. Burada da Hz. Eyyub'un kıssasını ve Allah'ın onu, çeşitli sıkıntılarla imtihan ettiğini naklettikten sonra; Yunus, Zekeriyya ve İsa (as)'ın çektikleri sıkıntıları anlattı. Bütün bunlar Rasulullah (s.a.v)'ı teselli etmek maksadıyla anlatılmıştır ki, Rasulullah (s.a.v) onların yoluna uysun. [120]

Kelimelerin İzahı

Balık sahibi. Nûn, balık demektir. Ze'n-nûn, balık tarafından yutulduğu için, Yunus Peygamber'e verilmiş bir lakaptır.
İffetini korudu. İhsan, iffet demektir, iffetli erkeğe kadına da denilir.
Rağab, ümit; Raheb, korku demektir.
Küfür ve küfran, her ikisi de inkâr manasındadir. Asıl mâ­nâsı örtmektir. Kâfir, Allah'ın nimetini gizleyip Örttüğü için ona bu isim verilmiştir.
Hadeb, yüksek yer mânâsına olup, sırtın kamburluğu mânâ­sına gelen den alınmıştır, Antere şöyle der:
Onların tepelerden arka arkaya gelmeleri, beni yerimden oynatmadı, ellerim de titremedi.[121]
Hızla inerler. Kurt hızlı koştuğunda denir. Geniş zamanı mastarı dir.
Hasab, kendisiyle ateş yakılan, odun ve benzeri yakıt.
Zefir, inilti ve şiddetli soluma.
Hasîs, eşyanın kımıldamasından duyulan ses, his ve hareket.
Sicili; kâğıt, sayfa demektir. İstenilen şeyler ona kaydedil­diği için bu ismi almıştır. [122]

Nüzul Sebebi

Ibn Abbas'ın şöyle dediği rivayet olunur; Siz ve Allah'ı bırakarak taptıklarınız, cehennem yakıtlarısınız" ayeti inince, bu, Kureyşli kâfirlere geldi ve : Muhammed ilahlarımıza sövdü, dediler. İbn Zeb'arî'ye gelerek durumu bildirlider. O dâ: "Ben orada olsaydım, onun cevabını verirdim" dedi. "Ona ne söylerdin?" dediler. Şunu söylerdim dedi: İşte, hristiy ani arın taptığı İsa. İşte, yahudilerin taptığı Uzeyr. Bunlar cehennem yakıtı mı? Kureyşliler bu sözü beğendiler ve Mu­hammed (s.a.v)'in mağlup olduğunu zannettiler. Bunun üzerine Yüce Allah; Ama daha önce haklarında ta­rafımızdan güzel karar verilmiş olanlar, cehennemden uzaklaştırılmışlar­dır" âyetini indirdi.[123]

Âyetlerin Tefsiri

83. Allah'ın peygamberi Eyyub'un kıssasını hatırla. Hani o, boynu bükük, yalvararak Rabbine şöyle seslenmişti: Başıma belâ, sıkıntı ve musibet geldi. Tefsirciler şöyle der: Eyyub, Rum­lardan bir peygamberdi. Çocukları ve malı çoktu. Allah malını yok etti, o buna sabretti çocuklarını aldı, o yine sabretti. Sonra vücuduna hastalık ve musîbetler, verdi, buna da sabretti. Kavminin ileri gelenlerinden bir grup gelip dediler ki: "Onun başına bu musibetler ancak büyük bir günahtan do­layı gelmiştir." İşte o zaman Hz. Eyyub, Allah'a yalvarıp yakardı, Allah da bu sıkıntıyı ondan giderdi. Merhametlilerin en merhametli­si Sensin. Bana merhamet et. Duada isteklerini açıklamadı. Fakat, Rabbi-nin ona acıması için kendisinin aciz ve zayıf olduğunu, Rabbinin ise son derece merhametli olduğunu söyledi. Bu ifâdede, açıkça belirtilmeyen güzel bir merhamet isteği vardır. [124]
84. Biz onun dua ve niyazını kabul ettik, ve basma gelen bela ve sıkıntıları giderdik. Ona dünyada aile efradını verdik. Eşinden de, daha önceki çocukları ve diğer aile ef­radı kadar çocuk verdik, lbıı Mes'ud şövlc der: erkeke \edi ki/ çocuğu vardı, öldüler. Sağdığına kavuşturulunca onlar diriltildiğİ gibi, karısı da ona yedi oğlan yedi kız doğurdu."[125] Ona acıdığımız için, ve onun dışındaki âbidlere bir hatırlatma olsun da, onlar da onun gibi sabretsinler. Kurtubî şöyle der: Bu olay âbidler için bir hatırlatma olsun. Çünkü onlar yaşadığı asrın en değerli kişisi olduğu halde Eyyub (a.s.)'un başına gelen musibeti, çektiği sıkıntıyı ve gösterdiği sabrı hatırla­dıklarında, onun yaptığı gibi, dünya sıkıntılarına katlanmaya kendilerini alıştırırlar.[126] Rivayete göre Hz. Eyyub onsekiz sene hastalık çekti. Bir gün karısı dedi ki: "Keşke Allah'a dua etsen..." Bunun üzerine Hz. Eyyub: Kaç sene rahat yaşadık? dedi. Karısı: "Seksen sene" diye cevap verdi. Eyyub (a.s.): "Rahat ve huzur içerisinde yaşadığım müddet kadar, bela ve mu­sibet içerisinde yaşamadığım halde Allah'a dua etmekten utanırım." dedi.[127]
85. Kavmine İbrahim oğlu İsmail'in Şît oğlu İdris'in ve Zülkifl'in kıssalarını anlat. Bu peygamberlerin hep liksever ve sabırlı kimselerdendi. Allah yolunda cihad ettiler ve bu uğurda başlarına gelen eziyetlere katlandılar.[128]
86. Biz de sabırlı ve iyi kul olmalarından dolayı on­ları rahmet ve nimet yurdu olan cennete soktuk. Çünkü onlar faziletli ve salih kimselerdi. [129]
87. Kavmine, balığın yuttuğu Yûnus'un kıssasını da anlat. Nûn. balık demektir. Balık Yûnus (a.s.)'u yuttuğu için ona nisbet edilmiştir. Hani o kavmine kızarak yurdundan çıkmıştı. Çünkü onları imana çağırıyor, onlar ise inkâr ediyorlardı. Neticede onların bu davranışlarından sıkıldı ve aralarından çıkıp gitti. Bunun içindir ki Yüce Allah: "Balık sahi­bi gibi olma."[130] buyurdu. "Rabbine kızarak çıktı." diyenlerin sözü doğru desildir. Ebu Hayyân şöyle der: "Rabbine kızarak çıktı, diyenlerin sözünü ka­bul etmemek gerekir. Çünkü o, peygamberlik makamına uygun değildir."[131] Râzî ise şöyle der: "Allah'a kızdı" demek caiz değildir. Çünkü bu, Allah'ın emredici ve yasaklayıcı olduğunu bilmeyenlerin sıfatıdır. Allah'ı tanıma­yan, bırakın peygamber olmayı, mü'min bile olamaz. Yûnus (a.s.)'un, kav­mine kızması ise Allah rızası ve dininin haysiyetini korumak, küfre ve kâfirlere buğz içindir,"[132] Yûnus, ceza olarak onu sıkıntıya sokmayacağımızı sandı.. "Rızkı daraltılmış bulunan"[133] mealindeki âyette olduğu gibi, kelimesi burada daraltmak mânâsına kullanılmıştır. Burada bu kelime,kelimesinden türetilmemiştir. Fahreddin Râzî şöyle der: "Kim Allah'ın âciz olduğunu zannederse, o kâfirdir. Bunun, mü'minlerden herhangi birine nisbet edilmesinin dahi caiz olmadığında ihtilaf yoktur. Hâl böyleken, bu, peygamberlere nasıl nisbet edilir! Rivayete göre Abdullah b. Abbas (r.a.) Muaviye'nin yanma girdi. Muaviye dedi ki: "Dün gece, Kur'an dalgaları bana çarptı. Dalgalar içinde kaldım. Senden başka kurtuluş vesilesi bulamadım." İbn Abbas: "Nedir o dalgalar? dedi. Muavıye: Allah'ın peygamberi Yûnus, O'nun kenidisine güç yetiremeyeceğini sanıyor." dedi. İbn Abbas: Âyetteki kelimesi, kökündendir. kökünden değildir." diye cevap verdi."[134] O, balığın karnındayken, gece karanlığında Rabbine seslendi. İbn Abbas şöyle der: oranlıklar bir araya geldi. Bu karanlıklar gecenin karanlığı, denizin karanlığı, balığın karnının karanlığıdır." Yûnus: "Ey Rabbim! Senden başka ilâh yoktur." diye seslendi. "Ey Rabbim! Sen, noksanlık ve zalimlikten uzaksın. Ben ise, kendime zulmettim. Şimdi tevbe edip pişman oldum. Bu sıkıntıyı benden gider." Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Sıkıntıya uğrayan her kim bu duayı yaparsa, duası kabul ol­unur."[135]
88. Onun yakarmasını ve yardım isteğini kabul ettik ve onu, balık kendisini yuttuğu zaman başına gelen sıkıntı ve darlıktan kurtardık. Yûnus'u bu sıkıntıdan kurtardığımız gibi, bizden yardım istediklerinde mü'minleri de sıkıntı ve, darlıktan kur­tarırız. [136]
89. Ey Muhammed! Peyamberimiz Zekeriyya'nın haberini de hatırla. Hani o da Rabbine şöyle diyerek, samimi ve ihlaslı bir şekilde dua etmişti. "Ey Rabbim! Beni, çocuksuz ve vârissiz, yalnız bırakma." tbn Abbas şöyle der: "Zekeriyya (a.s.) yüz, karısı doksan-dokuz yaşında idi."[137] Rabbim! Herkes öldükten sonra, geriye kalan en hayırlı varlık sensin." Âlûsî şöyle der: "Burada, Allah'ın bakî kalacağına dair övgü, onun dışındakilerin yok olacağına dair bir işaret ve Allah'ın lütuf bulutlarından lütuf yağmurlarını istemek vardır."[138]
90. Biz de duasını kabul ettik. ve ihtiyarlığına rağmen, ona Yahya adında bir çocuk verdik. Daha önce kısırken karısını da çocuk doğuracak duruma getirdik. İbn Abbas şöyle der: Karısı kötü huylu ve uzun dilli idi. Yüce Allah onu ıslah ederek güzel huylu yaptı.[139] Adı geçen peygamberlerin dualarını kabul ettik. Çünkü onlar sâlih kimselerdi. Allah'a itaatte gayret gösteriyor, itaat ve iyi amel işlemede birbirleriyle yanşıyorlardı. Ve rahmetimizi umup, azabımızdan korkarak bize dua ediyorlardı. Onlar Allah'a karşı boynu bükük ve derin saygı içindeydiler. Gizli ve açıkta O'ndan korkarlardı. [140]
91. Kendini zinadan, helâl ve haramdan korumuş olan Meryem el-Betül'ü hatırla. Nitekim, "Bana hiçbir insan dokunmadı. Ben zina da etmedim."[141] âyeti de bunu ifade etmektedir. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah Meryem ile oğlu İsa'nın kıssasını Zekeriyya ile oğlu Yahya'nın kıssasıyle birlikte anlattı. Çünkü bunlar birbiriyle irtibatlıdır. Zira Yahya (a.s.) olayı, bir ihtiyar adam ile gençliğinde doğum yapmamış ihtiyar bir kadından bir çocuk meydana getirmektir. Hz. îsâ olayı ise ondan daha şaşırtıcıdır. Bir kadından erkekle birleşmeden, bir çocuk meydana getir­mektir. İşte bunun içindir ki, Yüce Allah, Zekeriyye (a.s.)'m kıssasından sonra Meryem kıssasını anlatmıştır.[142] Cebrail'e emrettik de o Meryem'in entarisinin yakasından üfürdü. Üfürük onun içine işledi ve Hz İsa'ya hâmile kaldı. Yüce Allah burada Hz. İsa'yı şereflendirmek için, ruhu kendisine izafe ederek, "Ruhumuzdan" dedi. Mer­yem'i, oğlu İsâ ile birlikte, mahlukat için, bizim sonsuz kudretimizi göste­ren bir alâmet ve hayret edilecek bir şey kıldık ki insanlar bundan ibret al­sınlar. [143]
92. Ey insanlar! Sarılmanız gereken dininiz, tek dindir, çeşitli değildir. O da İslâm dinidir. Bütün peygamberler, Allah'ın birliğini tebliğ göreviyle gelmişlerdir. İbn Abbas der ki Bunun mânâsı. dininiz bir tek dindir.[144] Ben sizin ilâhınızım. Benden başka Rab yoktur. Yalnız bana ibadet ediniz. [145]
93. Dinde ihtilafa düştüler ve bir çok guruplara ayrıldılar. Kimi Allah'ın birliğini, kabul eden kimsedir. Kimi yahudi, kimi hıristiyan, kimi de mecûsîdir. Hepsi bize dönecek, hesaplarım da biz göreceğiz. Fahreddin er-Râzı der ki: Âyetin mânâsı şöyledir: Dinle­rini aralarında parçalara ayırdılar. Bu, bir toplumun, bir şeyi bölüştürüp dağıtmalarına benzer. Bu durum onların dinlerinde ihtilafa düşmelerini ve çeşitli grup ve fırkalara ayrılmalarını temsilî olarak anlatır.[146]
94. İman etmiş olmak şartıyla kim itaat, hayırlı ve iyi işlerden bir şey yaparsa onun amelinin sevabı boşa çıkmaz, karşılığından da hiçbir şey kaybolmaz, Biz onun amelim, defterine yazarız. Bundan maksat, Yüce Allah mahlukatın amel­lerinin yazılması için meleklere emreder, demektir. [147]
95. İbn Abbas bu âyete şöyle mânâ verir: Kendilerini yok ettiğimiz ülke halkının, bundan sonra tekrar dünyaya dönmeleri mümkün değildir. İbni Abbas'tan gelen bir başka rivayete göre ise, onlar tevbe etmezler," demektir. İbn Kesîr şöyle der: Birinci görüş daha açıktır.[148] Ebu Hayyân şöyle der: Yani, inkârlarından dolayı yok edilmelerini takdir ettiğimiz ülke halkının dünyada, kıyamet kopuncaya kadar imana dönmeleri mümkün değildir. An­cak o zaman dönerler.[149]
96. Nihayet Ye'cûc ve Me'cûc şeddi açıldığında, onlar çok oldukları için, yeryüzünün yüksek yerlerinden, her tepeden ve bucaktan hızla inerler. Maksat, Ye'cûc ve Me'cûc'un, çokluklarından dolayı, yeryüzünde fesat çıkarmak için her yoldan çıkmış olmalarıdır. [150]
97. Kıyamet vakti yaklaştı. Tefsirciler şöyle der: Al­lah, Ye'cûc ve Me'cûc'un çıkışını, kıyametin yaklaşmasına bir alâmet kıldı. İbn Mes'ud der ki: Ye'cûc ve Me'cûc çıktıktan sonra, insanlara göre kıyame­tin kopması, gününü tamamlamış hâmile kadının durumu gibidir. Öyle ki, bu kadın çocuğunu gece mi gündüz mü, ne zaman doğuracağım bilmez.[151] O zaman bir de bakarsın ki kâfirlerin durumu şöyledir: O günün şiddetinden gözleri dikilmiş, şaşkınlık ve şiddetli korku­dan dolayı neredeyse kımıldamaz. Ayetteki zamiri, herhangi bir ismin yerini tutmaz. Böyle zamirlere zamir-i şân veya zamir-i kıssa denir. Derler ki: Yazıklar olsun bize, mahvolduk! Biz dünyada, ibu uğursuz sondan ve korkunç günden lam bir gaflet içindeydik. Hattâ biz zâlim kimselerdik. Önceki sözlerini bırakıp acı gerçeği haber .verdiler. Yani, biz gaflette değildik. Zira peygamberler bize hatırlattı. Âyetler bizi uyardı. Bilakis biz, bunlara iman etmemek ve yalanlamak 'suretiyle, kendimize zulmedenlerden öldük.[152]
98. Sol Ey müşrikler! Şüphesiz siz ve taptığınız putlar cehennem odunu ve yakıtısınız. Ebu Hayyân der ki: Hasab, cehennem ateşine atılan şeydir. Cehenneme atılmadan önce ona hasab den­mez. Ancak mecaz yoluyla hasab denir.[153] Siz, putlarla birlikte oraya gireceksiniz. Allah, kâfirleri putlarıyla birlikte cehennemde toplayarak ki, taptıkları ilâhlarını kendileriyle birlikte cehennem azabında ;örmeleri sebebiyle pişmanlıkları ve üzüntüleri artsın. [154]
99. Taptığınız o putlar ilâh olsalardı cehen­neme girmezlerdi. Tapanlar da, tapılanlar da, hepsi cehen­nemde ebedî kalacaklardır. [155]
100. Cehennemde o kâfirlerin iniltileri duyulur. Zefîr, ke­derli kimsenin içinden gelen nefesin sesidir. Bu, üzgün ve yaralı kimsenin iniltisine benzer. Onlar cehennemde hiçbir şey işitmezler. Çünkü sağır olarak hasredilirler. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur: "Kıyamet günü onları kör, sağır ve dilsiz olarak yüzü koyun hasrederiz."[156] ÎKurtubî şöyle der: Orada bir şey işitmek, bir rahatlık ve ıssızlığı giderme­dir. Yüce Allah, kâfirleri cehennemde bundan mahrum etmiştir.[157] İbn Hud der ki: Suçlular cezasını çekip cehennemden çıktıktan sonra, ebedî cehennemlikler orada kalınca, ateşten sandıklar içine alınırlar. Bu dıklann çivileri ateştendir. Cehennemlikler bunların içinde hiçbir şey tmez ve hiçbiri cehennemde kendisinden başka kimsenin azap çektiğini eörrnez. Sonra yukarıdaki âyeti okudu.[158]
101. Daha önce tarafımızdan haklarında mut­luluk takdir ohmanalara gelince onlar cehennemden uzak tutulacaklar, onun ne sıcağını hissedecekler, ne de azabını tadacak­lardır. İbn Abbas der ki: Onlar Allah'ın veli kullarıdır. Sırat köprüsü üzerinden şimşekten daha hızlı geçerler, kâfirler ise orada diz çöküp kalırlar.[159]
102. Onlar cehennemin ne uğultusunu, ne de çıkardı­ğı alevin hareket ve sesini işitirler. Onlar cen­nette ebedî kalacaklardır. Onlar için orada canlarının istediği ve gözlerinin görmekten zevk aldığı herşey vardır. [160]
103. Onlar kıyamet koparken ve öldükten sonra di­rilirken sıkıntı çekmezler. Onlar bu günlerin sıkıntılarından korunmuşlar­dır. Onları melekler cennetin kapılarında karşılar ve tebrik ederek şöyle derler: Bugün, Allah'ın size vadettiği ikram ve ihsan gündür. Gözünüz aydın, mutluluk ve sevinç içinde yaşayın. [161]
104. Gökleri, kağıdın yazılı kısmı üzerine durulduğu gibi düreceğimiz günü hatırla. İbn Abbas şöyle der: Kağıdın, içinde yazılı olanların üzerine durulduğu gibi, demektir. Burada kelimesinin başındaki manasınadır. Onları, ilk yarattığımız şekil üzere yalınayak çıplak ve sünnetsiz olarak hasrederiz. Hadiste şöyle buyurulmuştur: Şüphesiz siz Allah'ın huzuruna yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak toplanacaksını/."Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız zamanki gibi onu yine iade ederiz. Bu, üzerimize aldığımız bir vaaddir. Biz, vaadettiğimiz yaparız." Bilin ki, kıyamet günü ilk giydiri lecek kişi, İbrahim (a.s.)'dir.[162] Bu, üzerimize aldığımız sağlam bir vaddır. Bundan ne dönülür, ne de değiştirilir. Onu yerine getirmek üzerimi­ze borçtur. Biz dilediğimizi yapabiliriz. Bu cümle, öldükten son­ra dirilmenin meydana geleceğini pekiştirmektedir. [163]
105. Ezelde Levh-i Mahfuz'da yazdıktan sonra, Davud'a indirilen Zebur'da da şunu yazdık:
Cennete, iyi amel sahibi mü'minler vâris olacaktır. İbn Kesîr şöyle der:
Yüce Allah. Tevrat, Zebur, gökler ve verler yaratılmadan önce ezelî ilmin­de, Muhammed ümmetini yeryüzüne vâris kılacağını ve sâlih kimseler ola-; rak onları cennete sokacağını bildirmiştir.[164] Kurtubî der ki: Âyette geçen, yer kelimesinin tefsiri hakkında söylenenlerin en güzeli şudur: Bun­dan maksat cennet arzıdır. Çünkü yeryüzüne iyiler de kötüler de vâris olmuşlardır. Bu, İbn Abbas ve Mücâhid'in görüşdür. Şu âyet de bunu göstermektedir: "Bize verdiği sözü yerine getiren ve bizi arza vâris kılan Allah'a hamdolsun."[165] Tefsircilerin çoğu, âyetteki sâlih kullardan maksadın Muhammed ümmeti olduğu görüşündedirler.[166] Mücâhid şöyle der: Zebur, indirilmiş olan kitaplar; zikir ise, Allah katında bulunan ana kitaptır:[167]
106. Şüphesiz bu sûrede anlatılan haber, vaad, tehdit ve etkili öğütler de, Yüce Allah'a itaat eden ve O'na itaati şeytana itaata tercih eden bir kavim için yetecek derecede bilgiler vardır. [168]
107. Ey Muhammed! Biz seni, bütün mahlukat için sadece bir rahmet olarak gönderdik. Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Ben sadece bir rahmet ve hidayet rehberiyim."[169] Kim bu rahmeti kabul eder, bu nimete şükrederse, dünya ve âhirette mutlu olur.[170]
108. Ey Muhammed! O müşriklere de ki: Rabbim bana şöyle vahyetti: Sizin, ibadete lâyık ilâhınız tek ilâhtır. O bir­dir, tekdir, hiçbir şeye muhtaç değil, her şey ona muhtaçtır. Şimdi sîz müslüman olacak mısınız? Bu cümle, emir mânâsıifâde eden bir sorudur. Yani, müslüman olun, Allah'ın hükmüne ve emrine boyun eğin. [171]
109. İslâmdan yüz çevirirlerse, onlara de ki: Ben hiçbir kimseye ayrıcalık tanımadan eşit bir şeklide herkese hakkı bildirdim. Bu azabın ne zaman geleceğini bilmiyorum. Kıyametin "ne zaman kopacağını da bilmiyorum. Kıyamet mutlaka kopacak; fa­kat yakın mı, yoksa uzak nu, bu hususta bir bilgim yok. [172]
110. Allah herşeyi bilir, hiçbir şey Ona gizli kalmaz. Açığı da, kalplerde olanı da, sırrı da, ondan daha gizli olanları da. bilir. Herkesin yaptığının karşılığını verecektir[173]
111. Bilmiyorum belki de size, mühlet verilmesi ve ertelenmesi ne yapacağınızı görelim diye, sizin için bir imtihandır. Belki de bu erteleme, belli bir zamana kadar refah 'rinde yaşamanız sonra da Allah'ın elem verici azabına uğramanız İçindir. [174]
112. Allah Rasûlu dedi ki: Ey Rabbim! Benimle, bu yalanlayanlar arasında hükmet. Aramızı hak ile ayır. Bizim Rabbimiz Rahman'dır. Sizin anlatığımz inkâr ve yalanla­maya karşı sabretmek için Allah'tan yardım istiyorum. Bu mübarek sûre, peygamber (a.s.)'e, işleri Allah'a bırakmasını, rahat ve huzuru O'nun katından beklemesini emrederek sona erdi. O, ne iyi yardımcı ve ne iyi des­tekçidir. [175]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek âyetler aşağıdaki edebî sanatları kapsamaktadır:
1. Sen, merhamet edenlerin en merhametlisisin. "bana merhamet et." demeyip de böyle demesi, nâzik bir şekilde, dolaylı olarak merhamet istemektir.
2. İfâdesinde cinâs-ı iştikak vardır.
3. kelimelerinde cinâs-ı nakıs vardır.
4. "umarak ile" "korkarak", "başladık" ile onu tekrar iade ederiz, ve yakın ile uzak kelimeleri arasında tıbak sanatı vardır.
Ona ruhumuzdan Üfledik." cümlesinde Yüce
5. Ona ruhumuz Allah, Hz. İsa'yı şereflendirmek için, " Ruhumuzdan" diyerek Rûh'u kendi­sine izafe etti. Bu, Allah'ın devesi."[176] ifadesine benzer.
6. İşlerini aralarında parçaladılar cümlesinde istiâre-i temsîliyye vardır. Yüce Allah, onların din hususunda ihtilaflarını ve çeşitli gruplara ayrılmalarını, bir şeyi "şu senin, şu benim" diye bölüştü­rerek dağıtan cemaata benzetti. Bu; güzel bir istiaredir.
7. "Yazık bize" ifadesinde, hazif yoluyla icaz vardır, takdiri: Yazık bize, derler." şeklindedir. Yüce Allah'ın Melekler onları karşılarlar. Bu sizin gününüzdür" âyeti de buna benzer. Yani: "Melekler onlara, bu sizin gününüzdür." derler.
8. "Gökleri, kağıdın, yazılı kısmı üzerine durulduğu gibi düreriz." âyetinde mürsel, mufassal teşbih vardır.
9. " Şimdi müslüman olacak mısınız? bu, emir mânâsı­na bir sorudur. "Müslüman olun" demektir.
10. "ve benzeri fasılalarda seci' vardır. Bu da edebî sanatlardandır.
Allah'ın yardımıyla Enbiya sûresi'nin tefsiri bitti. [177]


[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/63.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/64.
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/68.
[4] Beyit, Ebu'l Atahiyye'ye aittir. Bkz. Muhtasar-ı İbn Kesîr, II, 501
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/68.
[6] Kurtubî, XI, 268
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/68.
[7] Alûsî, XVII, 9
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/68-69.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/69.
[9] et-Teshîl, III, 23
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/6.
[11] el-Bahru'I-mııhit, VI, 298
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/69.
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/69-70.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/70.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/70.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/70.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/70.
[17] el-Bahr, VI, 306
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/70.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/70.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/70.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/70.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/70-71.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/71.
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/71.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/71.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/71.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/71.
[27] Tefsirciler şöyle der: Âyette, usulcülerin kullandığı "imkansızlık" delili vardır. Bu şöyle olur: Kabul edelim ki, iki İlah var. Bunlardan birisi birgey yapmak, diğeri de tersini yapmak istiyor. Ya bunların her ikisinin de işlekleri yerine gelir ki, iki zıddın bir arada bulunması mümkün olmadığı için bu muhaldir. Veya birinin isteği yerine gelir, diğerininki gelmez. Bu taktirde, işleği yerine gelmiş olan ilah olur, ikincisi ise aciz olur. Bunun ilah olması uygun olmaz.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/71-72.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/72.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/72.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/72-73.
[32] Zâdu'l-mesîr, V/345
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/73.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/78.
[34] Kurtubî, XI, 290
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/78.
[36] Enbiyâ sûresi, 21/36
[37] Rûhu'l-meânî, XVII, 48
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/78.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/78.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/78-79.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/79.
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/79.
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/79.
[43] Kurtubî, XI, 283
[44] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-mesîr, V, 348
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/79.
[46] Muhlasar-ı İbn Kesîr, II, 507
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/79-80.
[47] Kurtubî, XI, 285
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/80.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/80.
[49] Tûr sûresi, 52/30
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/80.
[51] Muhtasar-ı İbn Kesîr, II, 508
[52] Ibnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, V, 350.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/80-81.
[54] Kurtubî, XI/288
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/81.
[55] Muhtasar-ı tbn Kesîr, II, 508
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/81.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/81.
[58] eBahr, VI, 313
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/81.
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/81-82.
[61] el-Bahr, VI, 314
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/82.
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/82.
[63] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, V, 353.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/82.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/82.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/82-83.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/83.
[67] Ebussuûd, III, 124
[68] Hâşiyetu'l-cemel, III, 131
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/83.
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/83.
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/83.
[71] el-Bahr, VI, 312
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/83.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/84.
[73] Muhtasar-ı İbn Kesir, H, 506
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/84.
[74] Muhtasar-ı İbn Kesir, II, 506
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/85.
[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/90.
[76] el-Bahr, VT, 318
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/90.
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/90.
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/90-91.
[80] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 11/512
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/91.
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/91.
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/91.
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/91.
[84] el-Hâzin, m/241
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/91.
[85] Kurtubî, XI, 298
[86] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/91.
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/92.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/92.
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/92.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/92.
[91] Kurtubî, XI, 300
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/92.
[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/92.
[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/92-93.
[94] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/93.
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/93.
[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/93.
[97] Kurtubû XI, 303
[98] Muhtasar-ı tbn Kesir, II, 514
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/93.
[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/93.
[100] Ibnu'I-Cevzî, Zâdu'l-mesîr, V, 368
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/93.
[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/94.
[102] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/94.
[103] Ankebut sûresi, 29/26
[104] Muhtasar-ı tbn Kesîr, 11/515
[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/94.
[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/94.
[107] Nûh sûresi, 71/26
[108] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/94.
[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/94.
[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/94-95.
[111] Muhiasar-1 İbn Kesîr, U/516
[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/95.
[113] Kurtubî, XI, 320
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/95.
[115] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/95-96.
[116] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/96.
[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/96.
[118] Bkz. Sâd sûresi, 38/36
[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/96.
[120] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/101.
[121] Kurtubî, XI, 341
[122] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/101.
[123] Kurtubî, XI, 327
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/101-102.
[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/102.
[125] "Allah onun çocuklarım öldükten sonra diriltti." şeklinde İbn Mes'ud'dan gelen bu rivaye­ti ihtiyatla karşılamak gerekir. Çünkü dünyadan ayrıldıktan sonra, Hz. İsa'nın mucizesi dışında hiç kimse tekrar dünyaya gelmemiştir. Doğrusu şudur: Allah kaybettiği çocukların ye­rine, eşinden ona, bir o kadar çocuk verdi.
[126] Kurtubî. XI, 327
[127] Nesefî, IH, 87
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/102.
[128] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/103.
[129] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/103.
[130] Kalem sûresi, 68/48
[131] el-Bahr, VI, 335
[132] Tefsir-i Kebir, ҲҲII, 214
[133] Talak suresi 65/7
[134] Tefsir-i Kebir ҲҲII, 215
[135] Ahmed b. Hanbel, Müsned» 1/170: Tirmizî Da'vât 8]
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/103-104.
[136] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/104.
[137] Tefsir-i Kebîr, XXII, 217
[138] Rûhu'l-meânî, XVII, 87
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/104.
[139] Birinci görüş Katâde, Saîd b. Cubeyr ve tefsircilerin çoğunluğunun görüşüdür Kurtubî'de böyle yazılıdır. XI, 336
[140] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/104.
[141] Meryem sûresi, 19/20
[142] Muhtasar-ı İbn Kesîr, II, 520
[143] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/104-105.
[144] Muhtasar-ı İbn Kesîr, II, 520
[145] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/105.
[146] Tefsir-i Kebîr, XXn, 219
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/105.
[147] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/105.
[148] Muhtasar-ı İbn Kesîr, II, 521
[149] el-Bahr, VI, 338
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/105.
[150] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/106.
[151] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-mesîr, V, 389
[152] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/106.
[153] el-Bahr, VT, 340
[154] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/106.
[155] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/106.
[156] İsrâ sûresi, 17/97
[157] Kurtubî, XI, 345
[158] Asar-ı İbnKcsîr,U,523 k
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/106-107.
[159] Musi'm, Cennet, 56, 59;
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/107.
[160] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/107.
[161] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/107.
[162] Buhârî, Tefsim'l-Kur'an, 21
[163] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/107.
[164] Muhtasar-ı İbn Kesîr, II, 523
[165] Zümer sûresi, 39/74.
[166] Kurtubî, XI, 349
[167] ibn Cerîr et-Taberî bu görüşü tercih etmiştir. Bu görüş, bizim anlattığımıza yakındır. .
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/107-108.
[168] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/108.
[169] Bu hadisi Hafız İbn Asakir tahric etmiştir; Dârimî, sünen,.Mukaddime, 3.
[170] Yüce Allah, "Mü'minler için bir rahmet" demedi, "âlemler için bir rahmet" dedi. Çünkü o, pegyamberlerin efendisini göndermek suretiyle mahlukaia merhamet etti. Zira o Pegyam-ber (s.a.s.), onlara büyük mutluluğu ve büyük bedbahtlıktan kurtuluş çarelerini getirdi. Onun vasıtasıyla insanlar, dünya ve âhirette birçok iyilik elde ettiler. Onlar câhilken onlara ilim öğretti; daha önce sapılmışlarken onları doğru yolu gösterdi. Böylece âlemlere rahmet oldu. Hatta kâfirlere bile onun sayeSmae merhamet olundu. Şöyleki, Allah, onTânn cezalanın erteledi;. hayvana çevirme, yere batırma ve boğma gibi cezalarla köklerini kazımadı.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/108.
[171] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/108.
[172] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/108.
[173] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/108.
[174] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/108-109.
[175] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/109.
[176] Hûd sûresi, 11/64
[177] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/109.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder