SECDE SURESİ
. 7
SECDE SURESİ
Mekke'de inmiştir. 30
âyettir.
Sûreyi Takdim
Secde sûresi Mekke'de inmiştir. Bu
da, Mekke'de inen diğer sûreler gibi, Allah'a, âhiret
gününe, kitaplara, peygamberlere, öldükten sonra dirilmeye ve hesaba iman etmek
gibi, İslam'ın inanç temellerini ele alır. Bu mübarek sûrenin üzerinde durduğu
ana konu, öldükten sonra dirilme konusudur. Müşrikler bu hususta Peygamber'le
(s.a.v.) çok mücadele etmiş ve onu, yalanlamak için bunu bir vesile
edinmişlerdir.
Bu mübarek sûre, başlangıçta Rasulullah (s.a.v.)'m büyük mucizesi olan Kur'an-ı Kerinı'den kuşku ve
şüpheleri defeder. Böylece o Kur'an'ın etrafında
şüpheler ve bâtıllar dolaşamaz. Kur'an'ın
mucizeliğinin açıklığına, âyetlerinin parlaklığına, ifadesinin açıklığına ve
hükümlerinin yüceliğine rağmen, müşrikler, Peygamberimizi (s.a.v.), "Bu Kur'an'ı uydurdu, kendinden çıkardı" diye itham ettiler.
Dolayısıyle bu mübarek sûre, parlak delillerle bu
iftirayı reddeder.
Sonra bu sûre, Allah'ın ulvî ve
süfli kâinattaki kudretinin alâmetlerini açıklamak suretiyle, onun birliğini ve
kudretini gösteren delilleri anlatır. O bu delillerle bir ve üstün olan Allah'ın
eşsiz yaratmasına, Kur'an üslubuyla dikkatleri
çeker.
Daha sonra Kur'an-ı Kerim, müşriklerin, öldükten sonra dirilmeyi ve
hesabı inkâr etmeleri hususundaki mantıksız şüphelerini anlatır ve o şüpheleri
parlak ve kesin delillerle reddeder. Bunlar, inatçı ve inkarcı hasmın
delillerini öyle çürütür ki, hasım, ister istemez, Kur'an'ın bu ezici ve parlak delilleri karşısında,
mağlubiyeti hemen kabul eder.
Bu mübarek sûre, hesap gününü
ve o günde Allah'ın takva sahibi mü'minler için
hazırlamış olduğu ebedîlik cennetlerindeki ebedî nimetleri ve suçlular için
cehermem de hazırlamış olduğu azap ve cezayı anlatarak
sona erer. [1]
İsmi
Yüce Allah, bu sûrede, Kur'an-i Kerim'in âyetlerini işittiklerinde, "Büyüklük
taslamadan secdeye kapanan ve Rabblerini hamd ile tebih eden samimi
müminlerin vasıflarını anlattığı için, bu sûreye "Secde Sûresi" adı verildi.[2]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Elif. Lâm.
Mîm.
2. Kendisinde
şüphe olmayan bu kitabın indirilişi, Alemlerin
Rabbindendir.
3. Yoksa "Onu
Peygamber kendisi uydurdu" mu diyorlar? Hayır, o, senden önce kendilerine hiçbir
uyarıcı gelmemiş bir kavmi uyarman için Rabbinden gönderilen haktır. Umulur ki
doğru yolu bulurlar.
4.
Gökleri, yeri ve
bunların arasındakiler! altı
günde yaratan, sonra arşı istiva eden, Allah'tır. O'ndan başka ne bir dost ne de
bir şefaatçiniz vardır. Artık düşünüp öğüt almaz mısınız?
5. Allah,
gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin
saydığınız hesap ile bin yıl tutan bir günde O'nun nezdine çıkar.
6. İşte,
görülmeyeni de görüleni de bilen, mutlak gâlib ve
merhamet sahibi O'dur.
7. O Allah ki,
yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan
yaratmıştır.
8. Sonra onun
zürriyetini, nutfeden, hakir bir sudan
üretmiştir.
9. Sonra onu
tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için
kulaklar, gözler, kalbler yaratmıştır. Ne kadar az
şükrediyorsunuz!
10. "Toprağın
içinde kaybolduğumuz zaman, gerçekten biz mi yeniden yaratılacağız?" derler.
Doğrusu onlar Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler.
11. De ki: Size
vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize
döndürüleceksiniz.
12. O
günahkârların, Rableri huzurunda başlarını öne eğecekleri, "Rabbimiz! Gördük
duyduk, şimdi bizi geri döndür de, iyi işler yapalım, artık kesin olarak i-nandık." diyecekleri zamanı bir
görsen!
13. Biz
dilesek, elbette herkese hidâyetini verirdik. Fakat, "Cehennemi hem cinlerden
hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım" diye benden kesin söz
çıkmıştır.
14. O gün
onlara şöyle diyeceğiz: "Bu güne kavuşmayı unutmanızın cezasını şimdi tadın
bakalım! Doğrusu biz de sizi unuttuk; yaptıklarınızdan ötürü ebedî azabı
tadın!"
15. Bizim
âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bu âyetlerle kendilerine öğüt
verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile teşbih ederler.
16. Korku ve
ümitle Rablerine yalvarmak üzere onların vücutları yataklardan uzak kalır ve
kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda
harcarlar.
17.
Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için nice sevindirici ve göz aydınlatıcı
nimetler saklandığım hiç kimse bilemez.
Kelimelerin İzahı
Kur'an'ı,
kendisi uydurdu. Yukarı çıkar, yükselir.
İdare eder. Başkasının işlerini
idare etmektir. Sülâle; hülâsa, öz demektir.[3]
Mehin; zayıf,
âdi manasınadır. Onu düzgün yarattı. Âzâlalarına şekil
vermek ve mükemmel yapmak suretiyle dosdoğru yaptı.
Yok olduk, kaybolduk. Bunun aslı,
Arapların, süt suyun içinde kaybolup gittiğinde söyledikleri sözünden
alınmıştır.
Başlarını öne eğmiş olanlar. Bir
kimse başını yere eğip sustuğunda denir.
Cinne,
cinler demektir. [4]
Âyetlerin Tefsiri
1. Elif, Lam,
Mîm. Hurûfu mukattaa, Kur'an'ın mucizeliğine dikkat çekmek içindir.[5]
2. Ey Muhammedi
Sana vahy olunan bu kitap, Kur'an'dır. Onun, Allah katından olduğunda şüphe yoktur. O,
Âlemlerin Rabbinden indirilmiştir. [6]
3. "Onu,
kendisi uydurdu" mu diyorlar? Cümlenin faili olan zamir, Kureyş kâfirlerini gösterir. Buradaki ise, ve manasınadır.
Yani, "Yoksa o müşrikler, Kur'an'ı, Muhammed uydurdu,
onu kendiliğinden çıkardı mı" diyorlar? Hayır! Mesele, onların iddia ettiği gibi
değildir, Bilakis o, Rabbin katından indirilmiş, hak ve gerçek bir sözdür. Beyzâvî şöyle der: Yüce Allah, önce Kur'an'ın mucizeliğine işaret etti, sonra da, mucize
oluşunun, onun, Âlemlerin Rabbinden indirilmiş olmasını gerektirdiğini söyledi
ve bunu, onda hiçbir şüphe bulunmadığını vurgulayarak açıkladı. Ardından'da, müşriklerin, Kur'an'ı
inkâr etmek ve onun şaşılacak tuhaf bir
şey olduğunu İfade
etmek için bunun aksini söylediklerini açıkladı. Bundan sonra
Yüce Allah, şu sözüyle, Kur'an'ı indirmekten
maksadını açıkladı.[7]
Ey Muhammed! Kur'an'la, senden önce kendilerine herhangi bir peygamber
gelmemiş olan bir kavmi uyarmak İçin o Kur'an'ı sana
indirdi. Tefsirciler şöyle der: Bu kavim, İsa (a.s.) ile Muhammed (a.s.)
arasında yaşamış olan fetret devri insanlarıdır. Bu dönemden Önce İbrahim, Hûd ve Salih gibi peygamberler (aleyhimus selâm) gelmişti. Fakat, bunlardan sonra uzun bir
süre geçince, Allah, Muhammed (a.s.)'i onlara gönderdi ki, Kur'an'la onlara karşı delil getirsin ve onları Allah'ın
azabına karşı uyarsın, Doğru yolu bulmaları ve güçlü, övgüye layık olan Allah'a
iman etmeleri için onu gönderdi. Bundan sonra Yüce Allah, kendisinin birliğini
gösteren delilleri anlatmaya başladı ve şöyle buyurdu: [8]
4. Yüksek ve
sağlam bir şekilde gökleri, harikulade ve güzel bir tarzda yeri ve bu ikisi
arasında olan mahlûkâtı altı günde yaratan Yüce Allah'tır. Hasan Basri şöyle der: O altı gün, dünya günlerindendir. Allah
dikseydi, kâinatı göz açıp kapayacak kadar kısa bir sürede yaratırdı. Fakat O.
kullarına, işlerinde aceleci olmamalarını öğretmek istedi. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, Kur'an'ı dinlesinler ve onu düşünsünler diye, onlara
kudretinin sonsuzluğunu gösterdi. Daha önce değilken, yoktan yarattı, meydana
getirdi.[9]
Sonra benzetme olmaksızın, şanına layık bir şekilde Arş'ı istiva etti.[10]
Ey insanlar! Allah'ın izni olmadan O'nun
azabını sizden savacak O'ndan başka ne bir yardımcınız, ne de O'nun katında
size şefaat edecek bir şefaatçiniz vardır. Aksine işlerinizi idare eden ve
menfaatlerinizi koruyan O'dur. Bunu düşünüp de iman etmeyecek misiniz? [11]
5. Göklerde ve
yerlerde bulunan bütün mahlûkâtm işini o idare eder,
hiçbir kimsenin işini ihmal etmez. İbn Abbas şöyle der: Yani, kaza ve kaderi gökten yere indirir.
Takdir edip uyguladığmı da indirir Sonra bütün bu
işler hakkı batıldan ayırması için büyük bir günde,
şiddetinden dolayı, dünya günlerinden bir sene uzunluğundaki kıyamet gününde
O'na yükselir. [12]
6. Mahlûkâtm işlerini idare eden O Yüce Allah, her şeyi
bilendir.
O, mahlûkâtm bildiklerini de bilmediklerini .de bilir. Kurtubî şöyle der: Bu âyet, tehdit ve azap ile korkutma
ifade eder. Yüce Allah sanki şöyle diyor: Sözlerinizde ve işlerinizde ihlaslı olun. Ben size onların karşılığını vereceğim.
Ayetteki "gayb" ve "şehâdet"ten maksat, mahlûkâtm
gördüğü ve görmediği şeylerdir.[13]
Allah, emrini yerine getirecek güce
sahiptir, kullarının işlerini yönetme hususunda da onlara merhametlidir. [14]
7. O, yarattığı
ve meydana getirdiği her şeyi, muhkem ve sağlam yaratandır. Ebu Hayyân şöyle der; Bu,
nimetleri sayıp dökme hususunda daha vurguludur. Her şeyi yerli yerine koydu,
demektir. Bunun içindir ki, İbn Abbas şöyle demiştir: Maymunlar güzel değildir. Fakat
mükemmel bir şekilde yaratılmışlardır.[15]
Bazı âlimler şöyle der: Filin, deve başı
gibi bir başı, tavşanın aslan başı gibi bir başı, insanın da eşek başı gibi bir
başı olduğunu tasavvur etsen, elbette bunda büyük bir çelişki, uyumsuzluk ve
uygunsuzluk görürsün. Fakat devenin, yürürken rahatça ot-layabilmesi için boynunun uzun ve dudaklarının yarık
olduğunu; eğer fil hortumsuz
olsaydı o büyük cismiyle, yiyip
içecek şeyleri almak için eğilemiyeceğini,
bütün bunları düşünürsen, bunun, herşeyi mükemmel
olarak yaratan Allah'ın sanatı olduğunu anlar ve "Yapıp yaratanların en güzeli
olar? Allah pek yücedir" dersin. (Tefsirlerden naklen). İnsan neslinin babası
Adem'i (a.s.) çamurdan yarattı. [16]
8. Sonra da
onun neslini, zayıf ve âdi bir su olan meniden ürer hale getirdi. [17]
9. Sonra da
azalarını dosdoğru yaptı ve anne karnında yaratılışını dengeli kıldı. Bundan
sonra ona ruhu üfürdü. Artık insan, en mükemmel bir şekle ve en güzel bir hale
gelmiştir. Ebussuûd şöyle der: Yüce Allah, "ona kendi
ruhundan üfürdü" diyerek ruhu kendisine izafe etti ki, insanı şereflendirsin ve
onun eşsiz ve harika bir mahlûk olduğunu Allah'ın yüceliğine uygun üstün bir
vasıfta yaratıldığını bildirsin.[18]
Allah sizin için şu duyu organlarım, yani sesleri işitmeniz için kulağı, eşyayı
görmeniz için gözü, hakkı ve hidayeti anlayabilmeniz için aklı yarattı.
Rabbinize ne de az şükrediyorsunuz. Cümledeki şükrün azlığını vurgular. [19]
10. Öldükten
sonra dirilmeyi ve hesabı inkar eden Mekke kâfirleri dediler ki, biz yok olup da
kemiklerimiz ve etlerimiz toprak olup, kaybolacak ve ayırt edilemiyecek derecede yeryüzünün toprağıyla karıştığında
mı, yeniden yaratılıp ikinci defa hayata döneceğiz? Bu, Öldükten sonra
dirilmeyi, alaylı bir ifadeyle daha pek uzakta olduğunu beyandır. Onun içindir
ki, Yüce Allah şöyle buyurdu: Bilakis burada alaydan daha âdi ve öte bir şey
vardır ki, o da, onların âhirette Allah'ın karşısına
çıkacaklarını inkâr etmeleridir. [20]
11. Onların
bâtıl iddialarını reddetmek için de ki:
Sizi, ruhlarınızı almakla görevlendirilen ölüm meleği
ve yardımcıları öldürecektir. Sonra kıyamet gününde hesap ve ceza için
dönüşünüz sadece Allah'adır. İbn Kesir şöyle der: Açık
olan şudur ki, Ölüm meleği muayyen bir şahıstır. Bazı rivayetlerdeon;ı Azrâîl adı verilmiştir ki, meşhur olan da
budur. Hadiste de buyrulduğu gibi, onun, ruhları
bedenin çeşitli yerlerinden çıkaran yardımcıları vardır. Can boğaza geldiğinde,
onu ölüm meleği alır.[21]
Mücâhid şöyle
der: Arz onun için dürüldü ve bir leğen haline getirildi. O, dilediği yerden
alır.[22]
Bundan sonra Yüce Allah,
suçluların kıyamet günündeki hallerini ve o günkü zillet ve horluk durumlarını
haber vererek şöyle buyurdu: [23]
12. Ey Muhatap!
Eğer sen, o suçluların kıyamet gününde, utançtan Rableri önünde başlarını
eğdikleri zamanki durumlarını bir görsen, çok acaip
birşey gönnüş olursun. Ebussuûd şöyle der: Edatının cevabı söylenmemiştir. Takdiri
şöyledir: Şiddeti ve korkunçluğu sebebiyle miktarı Ölçülemeyen korkunç bir olay
görmüş olursun"[24]
Derler ki, Ey Rabbimiz! İşin gerçeğini
gördük. Peygamberlerle ilgili inkâr ettiğimiz, kör ve sağırlar olup da
işitmediğimiz şeyleri şimdi işittik. Bizi dünya yurduna geri gönder de iyi iş
yapalım. Şimdi biz, kesin olarak tasdik eden, Sen'in vaadinin hak ve huzuruna
çıkmanın gerçek olduğuna inananlarız. Taberî şöyle
der: Yani şimdi Sen'in birliğine, Sen'den başkasına ibadet etmenin doğru
olmayacağına, Sen'den başka bir Rabbin bulunmasının uygun olmayacağına,
öldürenin de diriltenin de, dilediğini yapanında Sen olduğuna kesinlikle
inandık.![25]
Yüce Allah onları reddederek şöyle
buyurdu: [26]
13. Eğer bütün
mahlûkâtm hidayete ermesini isteseydik bunu yapardık.
Fakat bu, hikmetimize aykırıdır. Çünkü biz onlardan, zorlama ve icbar yoluyla
değil, kendi iradelerini kullanarak iman etmelerini istiyoruz. Fakat,
günahkârların cezalandırılacağına dair sözümüz vacip oldu ve şu tehdidim
gerçekleşti. Cehennemi, bütün cin ve insanların âsileri ile dolduracağım. [27]
14.
Cehennemliklere, kınama ve azarlama üslubuyla şöyle denilir: Âhiret yurdunu unutmanız ve şehevî arzularınıza, dalmanız
sebebiyle bu elem verici ve rezil edici azabı tadın. Ayetlerimizle amel etmeyi
terkettiğiniz gibi, biz de bugün sizi azap içinde
bırakıyoruz. İnkâr etmeniz ve yalanlamanız sebebiyle, cehennemde ebedî azabı
tadın. Yüce Allah, bedbahtların durumunu ve kötü akıbetlerini anlatınca,
ardından mutlu kimselerin durumlarını ve onlar için âhiret yurdunda hazırlamış olduğu ebedî nimetleri anlattı
ki, kul, korku ile ümit arasında yaşasın. [28]
15.
Ayetlerimizi ancak takva sahibi mü'minler tasdik eder.
Âyetlerimizle onlara öğüt verildiğinde, Allah'ın âyetlerine
gösterdikleri saygıdan dolayı, O'na secde etmek üzere yüzleri üzerine
kapanırlar. Onlar. Allah'a ibadet ve
İtaatten büyüklük taslamaksızın, nimetlerinden dolayı O'nu teşbih ederler. [29]
16. Onların
bedenleri yataklardan ve uyuyacak yerlerden uzak durur. Bundan maksat, ibadetle
meşgul oldukları için, geceleri az uyuduklarını ifade etmektir. Nitekim âyet-i
kerimede şöyle buyrulmuştur: "Geceleri pek az
uyurlardı, seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi"[30]
Mücâhid:
Bundan maksat, geceyi ibadetle geçirmektir" der. Onlar, azabından korkarak,
rahmetini ve sevabını umarak Rable-rine ibadet
ederler. Kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır ve
hasenat yollarında harcarlar. [31]
17. Allah'ın
vereceği nimetlerin miktarını, mahlûkâttan hiçbiri bilemez.
O nimetleri hiçbir göz görmemiş
hiçbir kulak işitmemiş ve hiçbir insanın akıl ve hayalinden geçmemiştir. Bu, onların dünyada yapıp sundukları iyi
amellerin karşılığı olarak kendilerine verilir.
[32]
18. Öyle ya, mü'min olan, yoldan çıkmış
kimse gibi midir? Bunlar elbette bir olamazlar.
19. İman edip
de, iyi işler yapanlar için, yaptıklarına karşılık olarak varıp kalacakları
cennet konakları vardır.
20. Yoldan
çıkanlara gelince, onların varacakları yer ateştir. Oradan her çıkmak
istediklerinde geri çevrilirler ve kendilerine, "Yalandır,
deyip durduğunuz cehennem azabını tadın!" denir.
21. En büyük
azaptan önce, onlara mutlaka en yakın azaptan taddıracağız; olur ki dönerler.
22. Kendisine
Rabbinin âyetleri hatırlatıldıktan sonra onlardan yüzçevirenden daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki biz,
günahkârlara, ettiklerinin karşılığı olan cezayı
vereceğiz.
23. Andolsun biz Musa'ya Kitap verdik, "(Resulüm!) Sen Ona
kavuşacağından şüphe etme" (dedik) ve onu İsrâiloğullarına hidâyet rehberi
kıldık.
24.
Sabrettikleri ve âyetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden,
buyruğumuzla doğru yola ileten rehberler tayin etmiştik.
25. Muhakkak ki
Rabbin, ihtilâf etmekte oldukları şeyler hakkında kıyamet günü onların
aralarında hükmedecektir.
26.
Kendilerinden önce yaşamış, halen yurtlarında gezip dolaştıkları nice nesilleri
helak edişimiz onları doğru yola sevketmedi mi?
Bunlarda elbette ibretler vardır. Hâlâ kulak vermezler mi?
27. Kupkuru ve
çorak yerlere suyu ulaştırdığımızı, onunla gerek hayvanlarının gerekse
kendilerinin yi-yegeldikleri ekini çıkarmakta
olduğumuzu da görmediler mi? Hâlâ da görmeyecekler mi?
28. "Eğer doğru
söylüyorsanız, bu fetih hani ne zaman?" derler.
29. De ki: "Fetih gününde inkarcılara îmanları fayda
vermeyecek ve kendilerine mühlet de tanınmayacaktır!"
30. Artık sen
onları bırak ve bekle. Zaten onlar da beklemektedirler.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde
günahkârların ve takva sahibi mü'minlerin âhiretteki durumunu, naîm
cennetlerinde mü'minler için hazırlamış olduğu
ikramları anlattıktan sonra, burada da, bu iki grubun yani iyilerle kötülerin
eşit olmayacağını anlatmaktadır. Çünkü Allah'ın adaleti salih mü'min ile kâfir ve fâsığm arasım ayırmayı
gerektirir. [33]
Kelimelerin İzahı
Fâsık,
Allah'a itaatten çıkan demektir. Nüzul, ziyafet ve ikram demektir. Nüzul,
misafir için hazırlanan şey demektir. Şair şöyle der: Biz, zorba kişi ordusuyla
bize misafir olduğunda, onun için ziyafet olarak, keskin kılıçları ve mızrakları
hazırlardık.
Cüruz;
bitkisiz, çorak, kuru yer demektir Kesmek demektir. Zemahşerî şöyle der: Cüruz,
bitkisi kesilen yer demektir. Bu, ya susuzluktan veya
hayvan otlatılarak yok edilmesinden ileri gelir. Çoraklığından dolayı bitki
bitirmeyen yere cüruz denmez.[34]
Feth, hüküm
demektir. Bu mânâda hâkime "fatih" ve "fettan" denilir. Çünkü o verdiği hüküm
sayesinde, haklı ile haksızı birbirinden ayırır. Kendilerine mühlet verilir,
ertelenirler! [35]
Nüzul Sebebi
Rivayete göre, Ali b. Ebî Talib (r.a.) ile Ukbe b. Ebî Muayt arasında bir münakaşa çıktı. Bunun üzerine Velid b. Ukbe. Ali'ye (r.a.) şöyle
dedi: Sus, sen bir çocuksun. Vallahi ben senden daha iyi konuşurum, daha
yürekliyim ve toplum içinde silahım senden daha güçlüdür. Ali (r.a.) da ona,
"Sus, sen fâsiksm" diye cevap verdi. Bunun üzerine,
"Mü'min olan, yoldan çıkmış fâsık kimse gibi midir? Bunlar elbette bir olmazlar" âyeti
indi.[36]
Âyetlerin Tefsiri
18. Dünya
hayatında Allah'a kesin olarak inanmış olan kimse, Ona itaat etmeyen fâsık gibi olur mu? Dünya da itaat ve ibadet hususunda eşit
olmadıkları gibi, âhirette de sevap ve ikram
bakımından eşit değillerdir. Bu âyet, Yüce Allah'ın, "Öyle ya teslimiyet gösterenleri o günahkârlarla bir tutar mıyız
hiç?"[37]
mealindeki sözüne benzer. İbn Kesir şöyle der: Yüce
Allah, adalet ve ikramını bildiriyor. Şöyle ki, kıyamet günü vereceği hükümde
âyetlerine inanan ve peygamberlerine uyanları Rabbine itaat etmeyen ve Allah'ın
peygamberlerini yalanlayanlarla bir tutmayacağını bildiriyor.[38]
Bundan sonra Yüce Allah, bu iki
gruba verilecek ceza veya mükâfatı açıklayarak şöyle buyurdu: [39]
19. İman edip
iyi işler yapan takva sahiplerine gelince, Onlar için, içinde oturacak yerler,
yüksek evler ve köşkler bulunan cennetler vardır. Mü'minler buralarda oturur ve onlardar yararlanırlar. Beyzâvî
şöyle der: Cennet, hakiki barınaktır, dünya ise, mutlaka kendisinden göç edilip
gidilmesi gereken bir konaklama yeridir.[40]
Cennet,onlara ikram edilmek için
hazırlanmış bir ziyafettir Bu, misafire ikram edilmek için hazırlanmış ziyafete
benzer. Bu ikram, onların, önceden gönderdikleri iyi amellerden dolayıdır. [41]
20. Allah'a
itaatten çıkanlara gelince, on lanı sığınak ve
barınakları cehennem ateşidir, Alevler onları ateşin üzerine çıkarttığında,
tekrar ateşin içindeki yerlerin
gönderilirler. Fudayl b. İyâz şöyle der: Allah'a andolsun
ki, eller bağlanmış ayaklar bukağılanmıştır. Alev onları yükseltmekte, melekler
ise kamçıla maktadır.[42]
Cehennem bekçileri ki namak ve azarlamak için onlara şöyle derler: Dünyada
yalanladığınız v alay ettiğiniz, rezil edici cehennem azabını tadın. Bundan
sonra Yüc Allah, dünyada vereceği azap ile onları
tehdit ederek şöyle buyurdu:[43]
21. Onlara en
yakın azabtan, yani öldürmel
esaret, musibet ve belalar gibi bazı dünya azaplarından tattıracağız. Hasa Basrî şöyle der: En yakın azap, kulların imtihan edilip
tevbe etmelerh sağlayacak
dünya musibetleri ve hastalıklarıdır. Mücâhid:
"öldürülme açlıktır" der.[44]
Bu yakın azap kendilerini bekleyen, o büyük âhiret
azabından önce olacaktır. Umulur ki, inkâr ve yanı bırakıp tevbe ederler. Yüce Allah onları tehdit edip korkuttuktan
so: ra, onların azaba müstehak olduklarını açıklayarak şöyle buyurdu: [45]
22. Hiç kimse,
kendisine öğüt v rilip de Rabbinin âyetleri
hatırlatılan, sonra da iman etmeyip onları unu muş gözüken kimseden daha çok
kendine zulmetmiş değildir, Âyetlerimi yalanlayanlardan şiddetli bir şekilde
intikam alacağım. Suçlarını üzerlerine tescil etmek için, şeklinde zamir yerine
et denilerek açık isim getirildi. [46]
23. Andolsun biz, Musa'ya Tevrat'ı verdik. Ey Muhammedi Kur'an'ı alma hususunda şüpheye düşme.[47]
Musa Tevrat'ı aldığı gibi sen de onu al. Bundan maksat, Rasulullah (s.a.v.)'m peygamberliğini açıklamak ve ona
verilen kitabın, semavî bir vahy ve ilâhî bir kitap
olduğunu vurgulamaktır. Tevrat'ı İsrâîl oğulları için, sapıklıktan kurtaran bir
hidayet rehberi kıldık. [48]
24. Aralarından
iyilik hususunda kendilerine uyulan Önderler ve liderler kıldık. Onlar bizim
emrimiz ve görevlendirmemizle halkı bize itaata
çağırır ve onlara din yolunu gösterirler. Allah yolunda güçlüklere sabırla
katlandıklarında ancak, bu görevi yaparlar. Onlar âyetlerimizi de son derece
kuvvetli bir şekilde tasdik ederlerdi. İbnu'l-Cevzî der ki: Burada Kureyş'in
dikkati çekilmekte ve, "Eğer siz de iman ve itaat ederseniz, sizden de önderler
kılınır" denilmektedir.[49]
25. Ey
Muhammed! Kıyamet gününde Rabbin, mü'minlerle kâfirler
arasında hükmedecek hak yolda olanlarla bâtıl yolda olanları birbirinden ayıracak ve hakkında ihtilafa düştükleri din hususunda her
birine hak ettiği karşılığı verecektir. Taberî şöyle
der: Hakkında ihtilaf ettikleri din, öldükten sonra dirilme, sevap ve ceza
meselelerinde, hak ettikleri karşılığı verecektir.[50]
Bundan sonra Yüce Allah, kudretinin mahlukatta bulunan alâmetlerine dikkat çekti
ve inkâr edip de yok edilen geçmiş milletleri kâfirlere delil getirdi. [51]
26. müşrikler,
gafil mi oldular? Peygamberleri yalanlayan geçmiş ümmetlerden helak
ettiklerimizi çokluğunu görmediler mi? Halbuki Mekkeliler onların yurtlarında
dolaşıyor ve yaptıkları yolculuklarda helak olanların kalıntılarım görüyorlar.
Hâlâ ibret'almayacaklar mı? İbn Kesir Şöyle der: O yalanlayanlar, daha önceki zalimlerin
yurtlarında dolaşıyorlar. Orada daha önce yaşamış ve orasını imar etmiş
olanlardan hiç kimseyi göremiyorlar.[52]
Mâ! Onların yok edilmesinde, kudretimizi gösteren
büyük deliller vardır. Hâlâ, düşünüp ibret alacak şekilde dinlemeyecekler mi?
Bundan sonra Yüce Allah, birliğini gösteren delilleri anlatarak şöyle
buyurdu: [53]
27. Kurumuş
yere su göndermemizde gücümüzün sonsuzluğunu görmediler mi? Biz, susuzluğun
şiddetinden dolayı bitkisiz ve kupkuru hale gelmiş o yere yeniden hayat vermek
için su göndeririz de, onun sebebiyle çeşitli meyveler ve ekinler çıkarırız. O
ekip diktikleri şeylerin ot ve samanından hayvanları; hububat, sebze, meyve ve
baklalarından da kendileri yerler. Hâlâ, bunu görüp de Allah'ın gücünün ve lütfunun sonsuzluğuna delil getirmeyecekler mi? Ölmüş olan
bu yeri dirilten kimsenin, kendilerini de, öldükten sonra diriltebileceğini
anlamayacaklar mı? [54]
28. Mekke
kâfirleri, alay ve eğlence yoluyla müslümanlara derler
ki: Ne zaman bize galip geleceksiniz? Bize karşı ne zaman zafer kazanacaksınız?
Eğer iddianızda doğru iseniz söyleyin. Sâvî şöyle
der: Müslümanlar, Allah müşriklere karşı bize zafer verecek ve onlarla bizi
birbirimizden ayıracak" diyorlardı. Mekkeliler onların
böyle konuştuklarım duyunca, yalanlamak ve alay etmek maksadıyle, bu olayın hemen olmasını isteyerek, "bu fetih ne
zaman olacak?" diyorlardı. Bunun üzerine şu âyet indi.[55]
29. Ey
Muhammed! Kınamak ve susturmak üzere onlara de ki: Hakiki feth günü kıyamet günüdür. O gün, Yüce Allah sizinle
aramızda hükmünü verecektir. O günde artık ne iman fayda verir ne de mazeret
ileri sürmek. O halde niçin acele ediyorsunuz? Tevbe
etmek için onlara mühlet de verilmez, Beyzâvî şöyle
der: Fetih günü, kıyamet günüdür. Çünkü o gün, mü'minlerin kâfirlere karşı zafer kazandığı ve aralarında
hüküm verildiği gündür. Bir görüşe göre, fetih günü; Bedir günüdür.[56]
30. Ey
Muhammed! O kâfirlerden yüzçevir, onlara aldırma.
Onların başlarına gelecek olan, Allah'ın azabını bekle Şüphesiz onlar da, sizin
başınıza gelecekleri beklemektedirler. Kurtubî deı ki: Zamanın belâlarının size gelmesini beklerler.[57]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıdî
özetliyoruz.
1. "uyarırsın"
ile uyarıcı ve bekleyenler" arasında cinâs-ı iştikak
vardır.
2. görünmeyen
ile görünen ve korku ile ümit" arasında
tıbâk vardır.
3. "Sizin için
kıldı" cümlesinde, 111. şahıs zamirinden II. şahıs zamirine dönüş vardır. Bunun
aslı, "onun için yani insan için kıldı"dır. Bundaki
nükte şudur: Hitap ancak diriye olur. Allah o insana ruhu üfürünce zürriyetiyle
birlikte ona hitap güzel olmuştur.
4. "Toprak
içinde kaybolduğumuz zaman, gerçekten biz mi yeniden yaratılacağız?" cümlesi
istifhâm-ı inkârî-dir.
Maksat, alay etmektir.
5. "Ey
Rabbimiz! Gördük ve işittik" cümlesinde hazif vardır. Yani, "Ey Rabbimiz! gördük ve işittik"
derler.
6. "Sonra,
kıyamet gününde dönüşünüz başkasına değil, sadece Allah'a olacaktır" cümlesinde
ihtisas (yani hasr) vardır.
7. "O
günahkârları, başları önlerine eğik oldukları zaman bir görsen" cümlesinde
durumun korkunçluğunu ifade etmek için edatının cevabı söylenmemiştir. Yani,
"Mutlaka korkunç bir olay görmüş olurdun" demektir.
8. "Bugününüze
kavuşmayı unuttunuz" ile "biz de sizi unuttuk" arasında müşâkelet vardır. Müşâkelet,
lafızların bir, mânânın farklı olması demektir.
Çünkü Yüce Allah unutmaz. Maksat, "unutulmuş bir şeyin bırakılması gibi
sizi azap içinde bırakırız".
9. "iyilerin
mükafatını ifade eden "iman edip iyi işler yapanlara gelince, onlar için, varıp
kalacakları cen-netler vardır âyeti ile, kötülerin
cezasını ifade eden yoldan çıkanlara gelince, onların varacakları yer ateştir"
âyeti arasında güzel bir mukabele vardır. Bu da, güzel
sanatlardandır.
10. "Onların
yanları, yataklarından uzaklaşır" cümlesi, geceleyin çok İbadet etmek ve zühd hayatı yaşamaktan kinayedir.
11. Onları
doğru yola sevketmedi mi? suyu ulaştırdığımızı
görmediler mi? "Hâlâ dinlemiyorlar mı?" ve hâlâ görmüyorlar mı?" Sorulan kınama
ve azarlama ifade eder. Hepsi, kınamak ve kötü yoldan çevirmek maksadıyle sorulmuştur.
12. "gibi âyet
sonlarında, fasıla harflerine ve âyet sonlarına riayet edilerek seci
yapılmıştır. Bu da güzel sanatlardan olup, Kur'an-ı
Kerim'de çoktur.
Allah'ın yardımıyle "Secde Sûresi"nin tefsiri bitti. [58]
[1] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/37.
[2] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/37.
[3] Sülâle'nin mânâsı hakkında bkz. Mü'minûn sûresi âyet
12.
[4] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/40.
[5] Hurûfu mukattaa hakkında, bkz. Bakara
sûresi'nin başı.
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
5/41.
[6] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/41.
[7] Beyzâvî,
2/111
[8] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/41.
[9] Kurtubî,
14/86
[10] İstivâ'nin manası ve bu
hususta Selefin görüşleri hakkında geniş bilgi için, A'raf sûresi 54. âyetin tefsirine
bakın.
[11] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/41-42.
[12] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/42.
[13] Kurtubî,
14/89
[14] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/42.
[15] el-Bahr,
7/199
[16] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/42.
[17] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/43.
[18] Ebussuûd,
4/196
[19] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/43.
[20] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/43.
[21] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/73
[22] Taberî,
21/62
[23] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/43.
[24] Ebussuûd,
4/197
[25] Taberî,
21/62
[26] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/43-44.
[27] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/44.
[28] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/44.
[29] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/44.
[30] Zâriyât sûresi,
51/17-18
[31] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/44.
[32] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/45.
[33] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/48.
[34] Keşşaf, 3/408
[35] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/48.
[36] Sâvî Haşiyesi, 3/265; Kurtubî, 14/105; Zâdu'l-Mesîr, 6/340
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
5/48.
[37] Kalem sûresi, 68/35
[38] Muhtasar-ı tbn Kesîr;
3/76
[39] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/48-49.
[40] Beyzâvî,
2/112
[41] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/49.
[42] Muhtasar-ı İbn Kesir,
3/76
[43] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/49.
[44] Tefsirciler der ki: Mekke halkı, yedi yıl o derece
kıtlık ve darlık çektiler ki, o yılla; lâşe, kemik ve
köpekleri yediler.
[45] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/49.
[46] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/49-50.
[47] Bazı tefsirciler deki zamirin Musa'ya (a.s.) ait olduğu
kanaatindedir. Buna göre mânâ şöyle olur: "Musa'nın Tevrat'ı aldığından şüphe
etme." Bizim anlattığımız, tercihe daha şayandır. Beyzâvî ve Ebussuûd'un da tercihi
budur.
[48] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/50.
[49] Zâdu'l-Mesîr, 6/144
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
5/50.
[50] Taberî,
21/71
[51] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/50.
[52] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/77
[53] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/50.
[54] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/51.
[55] Sâvî Haşiyesi,
3/226
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
5/51.
[56] Beyzâvî,
2/113
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
5/51.
[57] Kurtubî,
14/112
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
5/51.
[58] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/51-52.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder