FETİH SURESİ
. 11
FETİH SURESİ
Medine'de inmiştir. 29
âyettir.
Takdim
Bu mübarek sûre Medine'de inmiş
olup muamelât, ibâdet, ahlâk ve yönlendirme gibi esas hükümleri ele alan
Medine'de inmiş diğer sûreler gibi ahkâm yönüne ağırlık verir.
Bu mübarek sûre, hicretin altıncı
yılında Hz. Peygamber (a.s.) ile müşrikler arasında yapılan Hudeybiye barışını
anlatır. Bu barış büyük fetih "Mekke Fethi" için bir başlangıç olmuştur.
Mü'minlerin üstünlüğü, zaferi ve hükümranlığı bu fetihle tamamlanmış, insanlar
bölük bölük, Allah'ın dinine girmişlerdir: "Biz sana apaçık bir fetih ihsan
ettik..."
Sûre, mü'minlerin cihâdından ve
Sahâbe'nin (r.anhum), ölünceye kadar Allah yolunda cihâd edeceklerine dâir
Rasulullah (s.a.)'a verdikleri sözden "Bîatu'r-rıdvân"dan söz eder. Bu bîat,
şanı yüce bir biattir. Onun içindir ki, Yüce Allah bunu mübarek kıldı, bîatı
edenlerden razı oldu ve onu yüce kitabına nurdan satırlarla yazdı: "Andolsun ki,
o ağacın altında sana bîat ederlerken, Allah mü'minlerden razı
olmuştur."
Bu sûre, Rasulullah (s.a.v) ile
birlikte çıkmayanlardan bahseder. Bunlar kalplerinde hastalık bulunan
Bedevilerle, Rasulullah (s.a.v) ve mü'min-ler hakkında kötü zanlarda bulunup
onlarla birlikte çıkmayan münafıklardır. Bu âyetler onların sırlarını açığa
çıkarmak ve rezil etmek üzere gelmiştir: "Bedevilerden geri kalmış olanlar.
Sana diyecekler ki: Bizi mallarımız ve ailelerimiz alıkoydu..."
Bu mübarek sûre, Rasulullah
(s.a.v)'in Medîne-i Münevvere'de gördüğü ve arkadaşlarına anlattığı rüyadan
bahseder. Ashâb (r.anhum) bu rüyaya sevinmiş ve mutlu olmuştu. Bu rüya,
Rasulullah (s.a.v)'in, müslümanlarla emniyet ve huzur içersinde Mekke'ye
girdiğini gördüğü rüyadır. Bu sâdık rüya gerçekleşmiş ve mü'minler emniyet ve
huzur içinde, umre yapmak üzere Mekke'ye girmişlerdir: "Andolsun ki Allah,
Resulünün rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse, güven içersinde, başlarınızı
tıraş etmiş ve saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Harâm'a
gireceksiniz.."
Bu mübarek sûre, Rasulullah
(s.a.v)'ı ve onun seçkin ve temiz Ashabını överek sona erer: "Muhammed Allah'ın
elçisidir. Beraberinde bulunanlar, kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında
merhametlidirler..." [1]
İsmi
Yüce Allah bu sûrede, mü'minlere
Feth-i mübîn'i müjdelediği için buna Fetih Sûresi adı verildi: "Biz sana, apaçık
bir fethi ihsan ettik.." [2]
Fazileti
Bu mübarek sûre, Rasulullah
(s.a.v) Hudeybiye'den döndükten sonra inmiştir. Bu sûre inince Rasulullah
(s.a.v) şöyle buyurdu: "Andolsun bu gece bana öyle bir sûre indi ki, o bana,
dünyadan ve içinde bulunanlardan daha sevimlidir: "Biz sana apaçık bir fetih
nasip ettik..."[3]
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Biz sana
doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.
2. Allah, bunu
senin geçmiş ve gelecek günâhını bağışlamak, Sana olan ni'metini tamamlamak,
seni doğru bir yola iletmek
3. Ve sana
şanlı bir zaferle yardım etmek için yaptı.
4. İmanlarına
îman katsınlar diye mü'minlerin
kalblerine sekînet (güven) indiren O'dur.
Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah bilendir, hikmet
sahibidir.
5. (Bütün bu
lütuflar) mü'min erkeklerle mü'min
kadınları, içinde ebedî kalacakları
zemininden ırmaklar akan cennetlere koyması, onların günahlarını örtmesi
içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur.
6. (Bir de
bunlar) Allah hakkında kötü zanda bulunanlar münafık erkeklere ve münafık
kadınlara, Allah'a ortak koşan erkeklere ve ortak koşan kadınlara azap etmesi
içindir. Kötülük onların başlarına gelsin. Allah onlara gazap etmiş, lanetlemiş
ve cehennemi kendilerine hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir!
7. Göklerin ve
yerin orduları Allah'ındır. Allah
azizdir, hakimdir.
8, 9. Şüphesiz
biz seni, şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. (Ey insanlar!)
Allah'a ve Rasûlüne îman edesiniz, O'na yardım edesiniz, O'na saygı
göste-resiniz ve sabah akşam O'nu teşbih edesiniz diye böyle
yaptık.
10. Muhakkak ki
sana bîat edenler ancak Allah a bîat etmektedirler. Allah'ın eli onların
ellerinin üzerindedir. Kim ahdini
bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği
ahde vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.
11.
Bedevilerden (seferden) geri kalmış olanlar, sana diyecekler ki, "Mallarımız ve
ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile." Onlar kalblerinde olmayanı dilleriyle
söylerler. De ki: Allah size bir zarar gelmesini dilerse veya bir fayda elde
etmenizi isterse, O'na karşı sizin için, kim bir şeye sahiptir. Kaldı ki,
Allah, yaptıklarınızdan haberdârdır.
12. Aslında siz
Peygamberin ve mü'minlerin ailelerine bir daha asla dönmeyeceklerini
sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize güzel göründü de kötü zanda bulundunuz ve
helaki hak etmiş bir topluluk oldunuz.
13. Kim Allah'a
ve Resulüne îman etmezse şüphesiz biz, kâfirler için çılgın bir ateş
hazırlamışadır.
14. Göklerin ve
yerin mülkü Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah
çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
15. Siz
ganimetleri almak için gittiğinizde geri kalanlar "Bırakın, biz de arkanıza
düşelim" diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: Siz
bizimle asla gelmeyeceksiniz. Allah daha önce böyle buyurmuştur. Onlar
size: "Hayır, bizi kıskanıyorsunuz"
diyeceklerdir. Bilâkis onlar, pek az anlayan kimselerdir.
16.
Bedevilerden geri kalmış olanlara de ki Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı
savaşmaya çağırılacaksınız. Onlarla savaşırsınız veya müslüman olurlar. Eğer
itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi
yine dönecek olursanız sizi acıklı bir azaba uğratır.
17. Köre vebal
yoktur, topala da vebal yoktur, hastaya da vebal yoktur. Kim Allah'a ve
Peygamberine itaat ederse, Allah onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar.
Kim de geri kalırsa, onu acı bir azaba uğratır.
Kelimelerin İzahı
Sekine, huzur, sükûn ve sebat
demektir.
Sev', keder, üzüntü ve elem
manasınadır. Cevheri şöyle der: Bir kimse birini üzdüğünde denir. Mastarı,
gelir. Bu, " onu sevindirdi" sözünün zıddıdır. » (üzme), bu mânâda bir isimdir.
" hezimet ve şer" manasınadır. ise, üzüntü mânâsına gelen ö kokündendir.[4]
Ona saygı gösterir, yardım eder ve
eziyet görmesine engel olursunuz. Şer'î cezalardan birisi olan "ta'zîr"e de,
kötü iş yapmaya engel olduğu için bu isim verilmiştir.
Bîatı ve ahdi bozdu.
Bûr, "helak olmuş" demektir.
Cevherî şöyle der: Bûr; bozulmuş helak olmuş, kendisinde hiç hayır kalmamış
kişi demektir, kelimesinin çoğuludur. " Falanca helak oldu" demektir.[5]
Haraç, günah manasınadır. [6]
Nüzul Sebebi
İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet
olunmuştur; Rasulullah (s.a.v.) Fetih yılında Mekke'ye sefere çıkmak isteyince,
Medine Bedevileri Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte çıkmadilar. Halbuki
Rasulullah (s.a.v) Kureyş'ten çekinerek, onların da kendisiyle birlikte sefere
çıkmalarını istemişti. Rasulullah (s.a.v) umre için ihrama girmiş ve
insanların, kendisinin savaş yapmak istemediğini anlamaları için beraberinde
kurbanını da sevketmişti. Bedeviler, Rasulullah (s.a.v.)la beraber sefere
çıkmadılar ve sebep olarak meşguliyetlerini gösterdiler. Bunun üzerine,
"Bedevilerden geri kalmış olanlar, sana diyecekler ki, "Mallarımız ve
ailelerimiz bizi meşgul etti. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile..."[7]
Âyetlerin Tefsiri
1. Ey Muhammedi
Sana Mekke'nin fethini, apaçık bir fetih olarak nasip ettik. Düşmanlarına karşı,
senin lehine apaçık bir fetihle hükmettik. Ayetteki fetihten maksat, Mekke'nin
fethidir. Yüce Allah, meydana gelmeden önce, bu fethin olacağını va'detmiştir.
Mutlaka gerçekleşeceğini bildirmek için, geçmiş zaman kipini kullanmıştır. Bu
vaad, Yüce Allah'tan Peygambere (s.a.v.) ve mü'minlere büyük bir müjdedir.
Zemahşerî şöyle der: Bu fetih, Mekke'nin fethidir. Bu âyet, Rasulullah (s.a.v)
Hudey-biye yılında Mekke'den dönerken inmiştir. Bu Rasulullah'a verilmiş bir
fetih sözüdür. Yüce Allah'ın verdiği haberler kesin olarak gerçekleşme
hususunda, "Meydana gelmiş olay" gibi sayılacağından, izzet sahibi ve noksan
sıfatlardan uzak olan Yüce Allah'ın haberleri vermedeki âdeti üzerine burada da
geçmiş zaman kipi kullanıldı. Burada, fethin şanının yüceliğini gösteren açık ve
büyük delil vardır.[8]
2. Ey Muhammedi
Rabbin, daha iyi olanı yapmamandan dolayı senden meydana gelecek bütün kusurları
bağışlamak için bu fethi sana nasip etti. Ebussuûd şöyle der: Daha iyi olanı
yapmamasının günah diye isimlendirilmesi, Rasulullah (s.a.v)'in yüce makamına
nazarandır.[9]
İbn Kesir şöyle der: Bu şekilde bağışlanma, Hz. Peygamber (a.s.)'in
hususiyetlerinden olup bunlarda hiç kimse onun gibi olamaz, O bütün işlerinde,
ne Öncekilerden ne de sonrakilerden başka hiç kimsenin ulaşamadığı itaat,
iyilik ve doğruluk üzeredir. O, dünyada ve âhirette, mutlak olarak insanların en
mükemmeli ve efendisidir. Yüce Allah'ın yarattıklarının en itaatkârı olduğu için
Allah ona feth-i mübîni müjdelemiş ve onun geçmiş ve gelecek günahlarını
bağışlamıştır. Onun içindir ki, burada Rasulullah (s.a.v)'a verilmiş büyük bir
şeref vardır.[10]
Dini yüceltmek ve onun ışığını yükseltmek suretiyle sana olan nimetini
tamamlamak, ve senm içm gönderdiği yüce din ile, seni, Naîm cennetlerine
götüren dosdoğru yola iletmek için bunu yaptı.
[11]
3. Ve bunu,
düşmanlarına karşı, sana güçlü ve sağlam bir zafer nasip etmek için yaptı. Bu
zaferde izzet ve üstünlük vardır. Bu zafer sana, hem dünya hem de âhiret
üstülüğünü kazandıracaktır. [12]
4. O Yüce
Allah, mü'minlerin kalplerinde huzur ve sükûn verendir. İnancın ve gaybı pek
iyi bilen Allah'a tevekkülün kalplerde yerleşmesi suretiyle, kesin inançlarının
daha da artması ve tasdiklerinin daha da kuvvetlenmesi için böyle yaptı,
Melekler, cinler, hayvanlar ve helak edici gürültüler, zelzeleler, yere batmak,
suda boğulmak gibi, göklerin ve yerin bütün orduları Yüce Allah'ındır. Bu
ordular sayılamayacak ve mağlup edilemeyecek kadar çoktur. Allah onları
dilediğine musallat kılar. İbn Kesir der ki: Eğer Allah onların üzerine bir tek
melek gönderse, büyük çoğunluğunu helak ederdi. Fakat o, kullarına cihâdı farz
kıldı. Çünkü cihadda kesin bir delil ve derin bir hikmet vardır.[13]
Bundan dolayıdır ki Yüce Allah, "Allah, yarattıklarının hallerini pek iyi bilen
ve takdir ve tedbirinde hikmet sahibidir" buyurdu. Tefsirciler şöyle der: Yüce
Allah'ın, kalplerine sükûnet indirdiği mü'minlerden maksadı, Hudeybiye'de
Mekkelilere karşı savaşmak üzere Resulullah (s.a.)'e bîat eden mü'minlerdir. Bu
bîat, Mekkelilerin, müslümanların Mekke'ye girmelerini engellemeleri ve
maksadlarına ulaşmadan geri dönmeleri gibi can sıkıcı ve kalpleri kaydırıcı
olayların meydana gelmesinden sonra olmuştur. Ancak mü'minlerin bu olaya son
derecede kızmalarına, gazaplanmalarına
rağmen hiç kimse dinden dönmemiştir. Müslümanlar büyük bir sarsıntı
geçirmiş, hattâ Ömer b. Hattâb (r.a.) Resulullah (s.a)'e gelerek ona, "Sen
Allah'ın hak peygamberi değil misin? dedi. Resulullah (s.a) "evet" dedi. Ömer
(r.a.), "Düşmanlarımız bâtıl yolda, biz hak yolda değil miyiz?" dedi. Resulullah
(s.a), "evet" diye cevap verdi. Ömer (r.a.), "O halde, dinimiz hususunda niçin
bu zilleti gösteriyoruz" Bunun üzerine Resulullah (s.a) buyurdu ki,"Şüphesiz
ben Allah'ın Resulüyüm, ben O'na âsi değilim. O, benim yardımcımdır"[14]
5. Allah,
cihâdla-rı ve itâatlarından dolayı mü'minleri, içinde cennet nehirleri akan
güzel bağlara ve bahçelere soksun diye böyle yaptı. Onlar, cennetlerde ebedî
kalacaklardır. Bir de hata ve günahlarını silmesi için bunu yaptı. İşte bu
cennetlere sokulma ve günahların bağışlanması Allah katında büyük bir kazanç ve
mutluluktur. Bundan daha büyük kazanç olmaz. Çünkü cennet nimetlerinden öteye
nimetler yoktur. [15]
6. Aynı
zamanda Rableri hakkında kötü zanda bulunan münafıklarla müşrikleri
cezalandırmak için böyle
yaptı. Onlar, Yüce
Allah'ın, peygamberine ve mü'minlere yardım etmeyeceğini;
müşriklerin, tüm müslümanların kökünü keseceklerini sanıyorlardı. Nitekim Yüce
Allah meâlen şöyle buyurmuştur: "Bilakis siz, Peygamber ve mü'minlerin bir daha
ailelerine dönmeyeceklerini sandınız".[16]
Münafıklar, açıkça inkâr eden kâfirlerden daha tehlikeli ve daha zararlı
oldukları için Yüce Allah âyette münafıkların cezalandırılacağını önce söyledi.
Kurtubî şöyle der: Peygamber (s.a.v.) Hudeybiye'ye gittiğinde münafıklar onun
ve arkadaşlarından herhangi birinin artık Medine'ye geri dönemeyeceğini
sanmışlardı.[17]
Bu, onlar için bir bedduadır. Yani, düşündükleri kötü şey ve mü'minler için
bekledikleri helak ve ölüm başlarına gelsin! İnkarları ve münafıklıkları
yüzünden Yüce Allah onlara kızmış ve onları rahmetinden uzaklaştırmıştır. Onlar
için âhirette alevli bir ateşi yani cehennemi hazırlamıştır. Sapık ve münafıklar
için orası dönüp varılacak ne kötü bir yerdir!
[18]
7. Göklerde ve
yerdeki ordular Allah'ındır. Bu âyet münafık ve kâfirlerden intikam almak için,
önceki âyeti tekid için tekrar zikredildi. Râzî şöyle der: Yüce Allah önceki
âyetin lafzını tekrar etti. Çünkü orduların indirilmesi bazen rahmet için bazen
de azap için olur. Yüce Allah orduları önce mü'minlere rahmeti bildirmek,
ikincisinde ise kâfirlere azabın indirileceğini açıklamak için zikretti.[19]
Allah mülk ve saltanatında güçlüdür, yaptığında ve idaresinde hikmet sahibidir.
Sâvî şöyle der: Yüce Allah bu âyeti önce, mahlûkâtm yaratılışı ve idaresini
açıklarken zikretti ve sonunda " O, bilendir, hikmet sahibidir" buyurdu. Aynı
âyeti ikinci kez intikam alacağını anlatırken zikretti ve sonunda " Allah
güçlüdür, hikmet sahibidir." buyurdu.[20]
Bu, son
derece güzel bir tertiptir. Çünkü Yüce
Allah mü'minlere yardım için rahmet ordularını, kâfirleri helak etmek için de
azap ordularını indiriyor.
Bundan sonra Yüce Allah Resulü
Ekrem'ine (s.a.v.) onu peygamberlikle şereflendirdiğini ve bütün insanlara
gönderdiğini bildirmek üzere şöyle buyurdu: [21]
8. Ey Muhammedi
Seni kıyamet gününde bütün insanlara bir şahid, mü'minlere cenneti müjdeleyen ve
cehennem ateşine karşı, kâfirleri uyarıcı olarak gönderdik. [22]
9. Ey insanlar!
Peygamberi gönderdik ki Rabbinize ve Peygamberinize hakkıyla iman edip şek ve
şüphe karişmaksızm kesin bir şekilde manasınız. O Peygambere hürmet ve tazim İle
birlikte işini yüce Oltasınız. Rabbinizi de sabah akşam teşbih edesiniz[23]
ki kalp her an Allah ile beraber olsun. Bu bölümdeki ilk iki zamir Peygambere
(s.a.v.) râcidir. [24]
10. Ey
Muhammedi Hudeybiye'de Allah'ın razı olacağı bir şekilde "Bîatu'r-ndvân" da sana
bîat edenler var ya, onlar, gerçekte Allah'a bîat etmişlerdir. Bu, Peygamberi
(s.a.v.) şereflendirmeyi ifade eder. Şöyleki Yüce Allah, Peygambere (s.a.v.)
yapılan bîatı kendisine yapılmış bîat saymıştır. Çünkü Peygamber (s.a.v.), Allah
adına konuşan bir elçidir. Tefsîrciler
şöyle der: Bu Mattan maksat,
Hudeybiye'de yapılan "Bîatu'r-rıdvân"dır. O zaman Sâhâbe (r. anhum) Ölünceye
kadar savaşacağına dâir Peygambere (s.a.v.) bîat etmişti. Nitekim Buhârî ve
Müslim, Seleme b. el-Ekva'ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Biz ölünceye
kadar savaşacağımıza dâir Resulûllah (s.a)'a bîat ettik."[25]
Yüce Allah, meâlen, "Allah mü'minlerden razı olmuştur. Çünkü onlar ağacın
altında sana bîat ediyorlardı..."[26]
buyurduğu için buna "Bîatu'r-ndvân" denilmiştir. Allah'ın eli onların ellerinin
üzerindedir. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah onlarla beraberdir, sözlerini
işitir, yerlerini görür, içlerini ve dışlarını bilir. Yüce Allah'a Resulü
vasıtasıyla bîat edilmiştir.[27]
Zemahşerî de şöyle der: Yüce Allah, bîat edenlerin elleri üzerinde olan
Resûlullah (s.a)'in elinin Allah'ın eli olduğunu kasdediyor. Yani, kim
Peygambere (s.a.v.) bîat ederse Allah'a bîat etmiş olur. Bu, Yüce Allah'ın, "Kim
Resule itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur"[28]
mealindeki sözüne benzer.[29]
Kim bîatı bozarsa, onun bozmasının zararı
kendi aleyhine olur. Çünkü o Rabbi ile yaptığı ahdi bozması ve O'na verdiği
sözden dönmesi sebebiyle kendisine sevabı haram kılmış ve sürekli azaba
sokmuştur. ahdini yerine getirirse Allah ona bol sevap, yani iyiler yurdu
cenneti verecektir. [30]
11. Ey
Muhammedi Hudeybiye yılında, Medine Bedevilerinden seninle birlikte çıkmayan o
münafıklar sana diyecekler ki, mal ve çocuklarımız bizi seninle beraber
çıkmaktan alıkoydu. Bizim için Allah'dan bağış dile! Çünkü bizim geri kalıp
sefere çıkmamamız, isteyerek değil, bir zaruretten dolayıdır. İbn Cü-zeyy şöyle
der: Resulullah (s.a) umre yapmak için Mekke'ye gitmek üzere yola çıktığı zaman
bir grup geri kalıp Hudeybiye gazvesine katılmadıklarından dolayı Yüce Allah
onlara "geride kalanlar" mânâsına dedi. Ayette geçen dan maksat, çölde yaşayan
Bedevi Araplardır. Bunlar Resulullah (s.a)'in Kureyş ve diğer kabilelerden bir
çok düşmanla karşılaşacağı kanaatında oldukları için onunla birlikte sefere
çıkmayıp geri kalmışlardı: Bunların imanları henüz yerleşmemişti. Resulullah ve
mü'minlerin artık bu seferden dönemeyeceklerini sandılar. İşte Yüce Allah bu
sûrede, onları rezil etti ve onların yanma varmadan önce söyleyecekleri
sözlerini ve gösterecekleri özrü Resulüne bildirdi. Aynı zamanda onların özür
dileme hususunda yalancı olduklarım da haber verdi.[31] Onlar, gizlediklerinin aksini söylüyorlar. Bu
ise sırf münafıklıktır. Onlar, mazeret
gösterme ve mağfiret dileme hususunda yalancıdırlar. Çünkü onlar
bunu doğru olduklarından ve tevbe ettiklerinden değil, riya olarak söylediler.
Ey Mu-hammed onlara de ki: Allah, size mağlubiyet gibi zarar verecek veya zafer
ve ganimet gibi fayda sağlayacak bir şeyin gelmesini isterse onun dilemesi ve
hükmünden sizi kim koruyacak? Kurtubî şöyle der: Bu âyet münafıkların
görüşlerini reddetmektedir. Zira onlar, Peygamber'le (s.a.v.) birlikte sefere
çıkmamanın kendilerinden zararı savacağını ve onlar için çabucak menfaat
sağlayacağını sanmışlardı.[32]
Hayır, İş sizin iddia ettiğiniz gibi değildir. Bilakis Yüce Allah,
kalplerinizdeki yalan ve münafıklıktan haberdardır. [33]
12. Ey
münafıklar! Aslında siz, Muhammed ve Ashabının asla Medine'ye dönmeyeceklerini
sanmıştınız. Bu sapıklık sizin gönüllerinize güzel gösterildi de, mü'minlerin
tamamen öldürülüp yok edileceklerini ve
hiçbirinin geri dönmeyeceğini zannettiniz.
Böylece, Allah katında yok olan ve Allah'ın Öfke ve azabına müstehak bir
topluluk oldunuz. [34]
13. Yüce Allah,
Rasulullah (s.a.v) ile beraber sefere çıkmayanların durumlarını anlatıp onların
kötü zanlarını ve bu zannın, sahibini küfre götüreceğini açıkladıktan sonra,
genel ifadeler kullanarak onları imana ve tevbeye teşvik etti. Yani, kim ihlas
ve sadık imanla, Allah ve Rasulüne iman etmezse bilsin ki, biz, kâfirler için
çılgın alevli bir ateş hazırladık. Bu, münafıklara yapılan şiddetli bir
tehdittir. [35]
14. Göklerde ve
yerde ne varsa, hepsi yüce olan Allah'ındır. O her şeyde, dilediği gibi
tasarrufta bulunur. O, dilediği kuluna merhamet, dilediğine de azap eder. Bu
âyet, münafıkların, Rasulullah (s.a.v)'ın kendileri için mağfiret talep
edeceğine dâir olan ümitlerini kırmaktadır. Allah, bağışlaması bol, rahmeti çok
olandır. [36]
15. Rasulullah
(s.a.v) ile beraber Hudeybiye umresine çıkmayanlar, siz Hayber ganimetlerini
almak için gittiğinizde, "Bırakın bizi de, sizinle beraber savaşmak için
yanınızda Hayber'e gidelim" diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın, Hudeybiye'ye
katılanlar hakkında yaptığı, "Hayber ganimetlerinin sadece onlara verileceği,
bu hususta hiç kimsenin onlara ortak olamayacağı"na dâir vaadini bozup
değiştirmek isterler. Kurtubî der ki: Yüce Allah, Hudeybiye'ye katılanlar
oradan sulh yaparak döndükleri zaman, Mekke fethine bedel olarak onlara Hayber
ganimetlerini tahsis etmişti.[37]
Onlara de ki: Bizimle gelmeyin. Sizin asla Hayber ganimetlerinden bir payınız
olmayacak. Biz Hudeybiye'den dönmeden önce, Yüce Allah şu kesin hükmünü
vermiştir: "Hayber ganimeti
Hudeybiye'ye katılanların hakkıdır. Bu ganimette, onlardan başkasının bir
payı yoktur". Onlar ise, "Hayır, bu Allah'ın hükmü değildir. Aksine siz, bizim
size ganimette ortak olmamızı kıskanıyorsunuz" diyecekler. Yüce Allah onlara
cevap vermek üzere şöyle buyurdu: Bilakis onlar pek az anlıyorlar. Bu, onların,
ganimetlere ve dünya işlerine düşkünlüklerini göstermektedir. [38]
16.
Hudeybiye'ye
katılmayan o kimselere de ki: "Siz yakında
çok kuvvetli bir kavme karşı savaşa çağrılacaksınız" Onlar,
Müseylemetu'l-Kezzâb'm kavmi olan Hanîf oğullan yani mürtedlerdir. Yüce Allah,
yaptıkları işin kötülüğünü göstermek ve aşırı derecede yermek için onları
"katılmayıp geri kalanlar" diye tekrar niteledi. Ya onlarla savaşırsınız veya
savaşmadan sizin dininize girerler. Eğer davete icabet eder, onlarla savaşa
çıkarsanız, Allah size dünyada ganimet ve zafer, âhırette ise cenneti ihsan
eder. Ama' Hudeybiye'ye gidilirken yaptığınız gibi yine geri kalır gitmezseniz,
Allah cehennem ateşinde sizi, çok şiddetli ve elem verici bir azaba uğratır.
Bundan sonra Yüce Allah, cihâdı terketme hususunda özürlü sayılanları anlatmak
üzere şöyle buyurdu: [39]
17. Hastaya,
görülen bu özürlerinden dolayı savaşa gitmeme hususunda bir vebal veya günah
yoktur. Kim, Allah'ın ve Rasulünün emrine itaat ederse, Allah onu, içinde ebedî
kalmak üzere Naîm cennetlerine sokar. Kim de' özürsüz ola" rak savaştan geri
kalırsa, Allah onu dünyada rezillik ve âhırette de ateşle,
şiddetli bir azaba uğratır. [40]
18. Andolsun ki
o ağacın altında sana bîat ederlerken Allah, mü'minlerden razı olmuştur.
Kalblerinde olanı bilmiş, onlara sekînet indirmiş ve onları pek yakın bir
fetihle mükafatlandırmıştır.
19. Yine onları
elde edecekleri bir çok ganimetlerle de mükâfatlandırdı. Allah üstündür, hikmet
sahibidir.
20. Allah size,
elde edeceğiniz bir çok ganimetler va'detmiştir. Bunu size hemen vermiş ve
insanların ellerini sizden çekmiştir ki bu, mü'minlere bir işaret olsun ve
sizi dosdoğru yola iletsin.
21. Bundan
başka sizin güç yetiremediğiniz, ama Allah'ın kuşattığı ganimetler de vardır.
Allah her şeye kadirdir.
22. Eğer
kâfirler sizinle savaşsalardı, arkalarına dönüp kaçarlardı. Sonra bir dost ve
yardımcı da bulamazlardı.
23. Allah'ın,
ötedenberi süregelen kanunu budur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik
bulamazsın.
24. O sizi
onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke'nin göbeğinde, onların ellerini
sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Allah, yaptıklarınızı
görendir.
25. Onlar,
inkâr eden ve sizin Mescid-i Harâm'ı ziyaretinizi ve bekletilen kurbanların
yerlerine ulaşmasını menedenlerdir.
Eğer (Mekke'de) kendilerini henüz tanımadığınız mü'min erkeklerle mü'min
kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı,
(Allah savaşı önlemezdi.) Dilediklerine rahmet etmek için Allah böyle
yapmıştır. Eğer onlar birbirinden ayrılmış olsalardı elbette onlardan inkâr
edenleri, elem verici bir azaba çarptırırdık.
26. O zaman
inkâr edenler , kalblerine taassubu, Câhiliyyet taassubunu yerleştirmişlerdi.
Allah da elçisine ve mü'minlere sekînet ve güvenini indirdi, onların takva
sözünü tutmalarını sağladı. Zâten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. Allah
her şeyi bilendir.
27. Andoisun ki
Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz emniyet içinde
başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Harâm'a
gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir
fetih verdi.
28. Bütün
dinlerden üstün kılmak için, Peygam-ber'ini hidâyet ve hak din ile gönderen
O'dur. Şahit o-larak Allah yeter.
29. Muhanımed
Allah'ın resulüdür. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi
aralarında merhametlidirler. Onları rükûa varırken, secde ederken görürsün.
Allah'tan lütuf ve rızâ isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları
vardır. Bu, onların Tevrat'taki
vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları
da şöyledir: Onlar filizini yarıp
çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş
bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de
hoşuna gider. Allah, onlar sebebiyle kafirleri kızdırmak için böyle yaptı.
Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat
va'detmiştir.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah Önceki âyetlerde,
Rasulullah (s.a.v) ile beraber Hudeybiye'ye gitmeyen münafıkların durumlarını
açıkladıktan sonra, burada da, Hz Peygamber (a.s)'le "Bîatu'r-rıdvân"ı
gerçekleştiren mücâhid mü'minlerin durumlarını anlattı ki, Allah'ın onlardan
razı olduğunu kayda geçirsin ve onların övgüye değer iyi işlerini
ebedîleştirsin. [41]
Kelimelerin İzahı
Sizi galip ve üstün kıldı. Bir
kimse bir şeyi yendiğinde denir, onu kazandırdı, demektir.[42]
Ma'kûf, hapsedilmiş demektir. Bu
kelimenin kökündendir.
Mearra, ayıp ve insanda devamlı
bulunan sıkıntı ve meşakkat demektir. "Ayıp" mânâsına gelen kökünden türemiştir.
Ayrıldılar.
Hamiyyet, izzet-i nefis ve
şiddetli öfke demektir. Sîmâhum, "alâmetleri" demektir.
Şat'ehu, "onun filizi"
manasınadır. Şat', "Filiz" demektir.
Cevherî şöyle der: iki, Ekin ve
bitkinin filizi manasınadır. Çoğulu gelir.[43]
Onu kuvvetlendirdi, ona yardım
etti ve destekledi, demektir. [44]
Nüzul Sebebi
Enes (r.a.)'in şöyle dediği
rivayet olunmuştur: Seksen Mekkeli, Rasulullah (s.a.v) ve Ashabına (r. anhum)
hainlik yapmak isteğiyle, silahlı olarak Ten'im'den Hz. Peygamber (a.s.)'ın
bulunduğu yere indiler. Biz onları esir aldık. Bunun üzerine Yüce Allah,
"Mekke'nin göbeğinde, onların ellerini sizden sizin ellerinizi de onlardan
çekendir..." mealindeki âyeti indirdi.[45]
Âyetlerin Tefsiri
18. Âyetin
başındaki mahzuf bir yeminin cevabının
başında gelmiştir. Yani, Ey Muhammedi Andoisun ki Allah, Hudeybiye'de ağacın
gölgesinde sana bîat ederek, "Bîatu'r-Rıd-vân"ı gerçekleştirirlerken, o
mü'minlerden razı olmuştur. Tefsirciler der ki: Bu bîatın sebebi şudur:
Rasulullah (s.a.v.) Hudeybiye'ye ulaşınca, umre için
geldiğini, harp yapmak istemediğini haber
vermek üzere, Osman b. Affan'ı (r.a.), Mekkelilere gönderdi. Osman (r.a.),
Mekke'ye gidince Mekkeliler onu yanlarında alıkoydular. Rasulullah (s.a.v.)'a,
Osman'ın (r.a.) öldürüldüğü haberi geldi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.)
müslümanlan, harp yaparak Mekke'ye girmek üzere kendisine bîat etmeye çağırdı ve
onlar da Ölmeyi kabul ederek ona bîat ettiler. Bu yapılan bîat, "bîatu'r-rıdvân"
idi. Bu haber müşriklere ulaşınca onları bir korku sardı ve gelecek yıl gelip
Mekke'ye girerek orada üç gün kalmasını teklif ederek Hz. Peygamber (a.s.)'den
sulh talebinde bulundular. Bu bîat, Hudeybiye'de 'semure' ağacı altında yapılmış
ve buna "Bîatu'r-rıdvân" denilmişti. Müslümanlar üzgün ve kederli olarak geri
dönünce, Yüce Allah onları teselli edip kederlerini gidermek istedi ve Rasulü
(s.a.v.) Hudeybiye'den döndükten sonra ona bu sûreyi indirdi: "Doğrusu biz sana
apaçık bir fetih ihsan ettik..." Rasulullah (s.a.v.)'a bîat edenler 1400 kişi
idi. Bunlar hakkında "Andolsun ki, o ağacın altında sana bîat ederlerken Allah,
mü'minlerden razı olmuştur..." mealindeki âyet inmiştir. Bu bîattan,
münafıklardan Ced b. Kays dışında kimse dönmedi. Bu bîatta, Rûhu'1-kuds olan
Cibrîl-i Emin de bulunmuştu. Onun içindir ki, bu bîat, Kur'an-ı Kerîm'de yazılıp
anlatıldı.[46]
Yüce Allah, düşmanla harp etmek üzere sana bîat ettikleri zaman, onların
kalplerindeki doğruluk ve vefayı bildi, Bîat sırasında onlara huzur ve güven
verdi. bu bîat sebebiyle onları, Hayber'in fethiyle ve bu fetih sayesinde elde
edilen zafer ve ganimetlerle mükâfaatlandirdı.
[47]
19. Ayrıca
onları, Hayber'den elde ettikleri birçok ganimetle de mükafatlandırdı. İbn Kesir
der ki: Bu, Yüce Allah'ın mü'minler
vasıtasıyle, onlarla düşmanları arasında gerçekleştirdiği bir anlaşmadır. Yüce
Allah bu anlaşma sayesinde, Hayber'in fethi, sonra diğer ülke ve bölgelerin
fethi dünya ve âhirette elde ettikleri kuvvet, zafer ve şeref gibi genel
menfaatler gerçekleştirmiştir.[48]
Allah, işinde, üstün yapmasında ve idaresinde hikmet sahibidir. Onun içindir ki,
onlara karşı size yardım etti ve onların topraklarını, yurtlarını ve mallarını
size ganimet olarak verdi. [49]
20. Ey
mü'minler topluluğu! Allah, cihâdınıza ve sabrınıza karşılık size birçok fetih
ve düşmanlarınızdan alacağınız bol ganimetler va'detti. İbn Abbas der ki:
Bunlar, kıyamete kadar devam edecek olan ganimetlerdir.[50]
Ebû Hayyân da der ki: İslam devletinin sınırları genişledi, müslümanlar
sayılamayacak kadar fetihler yaptılar ve birçok
ganimet elde ettiler. Bu fetihler, Allah'ın
va'dini gerçekleştirmek üzere doğuda Hind, batıda Sudan'a kadar ulaşmıştı. Bizim
yanımıza, Tekrur bölgesinin Gana krallarından biri gelmişti. Bu kral, Sudan ile
mıntıkasında 25
Krallığı fethetmişti. O krallar da bununla beraber müslüman olmuşlar ve onlardan
biri bununla birlikte haccetmek üzere bize gelmişti.[51]
Yüce Allah ganimetlerini, savaşmadan ve yorulmadan, size hemen verdi. İnsanların
ellerinin, kötülükle size uzanmasını engelledi. Tefsirciler şöyle der: Bundan
maksat, Hayberlilerle onların müttefikleri olan Esed ve Gatafan kabileleridir. O
zaman bu kabileler Hayberlilere yardıma gelmiş, Allah da onların kalplerine
korku salmıştı. Ganimetler, Mekke'nin fethi ve Mescid-i Haram'a giriş Hz.
Peygamber (a.s.)'in, Allah'tan size haber verdiği hususlarda doğru sözlü
olduğunu anlamanız için açık alâmet olsun ve Yüce Allah sizi, cihâdınız ve
İhlasınız sebebiyle, Naîm cennetlerine götüren dosdoğru yola iletsin diye böyle
yaptı. Fahreddin Râzî şöyle der: Bu âyet, Allah'ın, mü'minlere ihsan ettiği
fetih ve ganimetlerin, sevabın tümü olmadığını, aksine mükâfa-atm ilerde,
önlerinde olduğuna işaret etmektedir. Bu verilenler, sadece, mü'minlerin
yararlanmaları ve onlardan sonraki mü'minler için de bir alâmef "olması için
Allah'ın size hemen verdiği ganimetlerdir. Bunlar, Allah'ın va'dinin size
ulaştığı gibi onlara da ulaşacağı hususundaki doğruluğuna delalet eden
alâmetlerdir.[52]
21. Size ihsan
ettiği başka bir ganimet daha var ki, siz kendi gücünüzle onu alamazdınız. Fakat
Allah, lütuf ve keremiyle o fethi yani Mekke'nin fethini size nasip etti.
Allah, gücüyle orayı istila etti ve onu size hibe etti. Orası, etrafı kuşatılmış
ve sizin için tutulmuş, elinizden kaçırmayacağınız bir yer gibidir.Allah'ın her
şeye gücü yeter. Onu hiçbir şey asla âciz bırakamaz. O, dostlarına zafer ihsan
etmeye, düşmanlarını yenmeye kadirdir. İbn Kesir der ki: Yani, başka bir ganimet
ve belirlenen başka bir fetih var ki, siz onu gerçekleştiremiyordunuz. Fakat
Allah onu size kolaylaştırdı ve sizin için onu kuşattı. Çünkü Yüce Allah, takva
sahibi kullarına bilmedikleri bir taraftan rızık verir. Bu âyetteki ganimetten
maksat Mekke'nin fethidir. Bu, Taberi'nin tercihidir.[53]
22. Bu,
mü'minlere başka bir nimeti hatırlatmaktadır. Yani, sizinle Mekkeliler arasında
anlaşma yapılmayıp Mekkeliler size karşı savaşsalardı, mutlaka önünüzde mağlup
olup hezimete uğrarlar, karşınızda duramazlardı. Sonra da, korumak ve kollamak
üzere işlerini üstlenecek ve onları Allah'ın azabına karşı koruyacak kimse
bulamazlardı. [54]
23. İşte bu
Yüce Allah'ın, geçmiş milletler hakkında, kâfirlerin mağlup edileceğine,
mü'minlere ise zafer kazandırılacağına dair koyduğu kanunu, âdeti ve uyguladığı
usûldür. Ebû Hayyân şöyle der: Yüce Allah, nebileri ve rasulleri için ezeli bir
kanun koymuştur. O da, "Allah, elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz, diye
yazmıştır" mealindeki âyettir.[55]
Yüce Allah'ın kanunu değişmez, bozulmaz. [56]
24. Yüce Allah
kudreti ve iradesiyle. Mekke yakınındaki Hudeybiye'de sizin ellerinizi
kâfirlerden çevirdiği gibi, şimdi de Mekke kâfirlerinin ellerini sizden
çevirdi. İbn Kesir der ki: Bu, Yüce Allah'ın, mü'min kullarına bir lütfudur. O
zaman, müşriklerin ellerini mü'minlerden çevirdi. Dolayısıyle onlardan
mü'minlere herhangi bir kötülük gelmedi. Mü'minlerin ellerini de müşriklerden
çekti. Böylece Mescid-i Harâm'da onlarla savaşmadılar. Evet, Yüce Allah bu iki
gruptan herbirini korumuş ve aralarında barış antlaşması yapmalarını
sağlamıştır. Bu anlaşmada mü'minler için büyük bir fayda ve onlar için dünya ve
âhirette iyi sonuç vardır.[57]
Bu olay, siz onları esir aldıktan ve
onlara karşı tam bir üstünlük sağladıktan sonra olmuştur. Celâleyn yazan şöyle
der: Bu, şöyle olmuştur: Müşriklerden seksen kişi, mü'minlere vurmak için,
Onların karargâhının etrafında dolaştılar. Bunlar mü'minler tarafından
yakalanıp Rasulullah (s.a.v)'a getirildiler. Rasulullah (s.a.v.)'da onları
affedip serbest bıraktı. Bu olay, barışa vesile oldu.[58]
İbn Cüzeyy de şöyle der: Bu olayın sebebinde, şöyle bir rivayet vardır: Kureyş
savaşçılarından bir grup, Rasulullah (s.a.v)'m askerlerini vurmak için
Hu-deybiye'ye çıkmıştı. Hz. Peygamber (a.s.) onlara karşı, Halid b. Velid
komutasında bir grup müslümanı gönderdi. Müslümanlar onları mağlup edip bir
grubu esir aldılar ve onları Hz. Peygamber (a.s.)'in yanına getirdiler.
Rasulullah (s.a.v) onları serbest bıraktı.[59]
İşte, "kâfirlerin ellerini çekmek"ten maksat, bu mağlup ve esir edilmeleridir.
"Mü'minlerin ellerini kâfirlerden çekmek" ise, Hz. Peygamber (a.s.)'n onları
esirlikten serbest bırakması ve
öldürülmekten kurtarmasıdır.[60]
Yüce Allah, amellerinizi ve durumlarınızı görendir. O, sizin faydanıza olanı
bilir. Onun içindir ki, size bir rahmet ve içinde kan dökülmesin diye
Beytullah'a hürmet olarak sizin kâfirlerle savaşmanıza engel oldu.
Bundan sonra Yüce Allah,
müşriklerin azap ve helake müstehak olduklarını anlatmak üzere şöyle
buyurdu: [61]
25. Onlar,
Allah ve Rasulünü inkâr eden, mü'minleri Hudeybiye yılında, umre ibadetlerini
yerine getirmek için Mescid-i Haram'a girmekten alıkoyan zâlim Kureyş
kâfirleridir. Aynı zamanda onlar, bekletilen kurbanın, kesileceği yer olan
Harem'e ulaşmasını engelleyenlerdir. Âyetteki "hedy"den maksat, Ha-rem-i Şerifin
fakirlerinin yemesi için Beytullah'a gönderilen kurbanlıktır. Kurtubî şöyle der:
Yani, Kureyş, Hudeybiye yılında, Rasulullah (a.s.)'rn, arkadaşlarıyla birlikte
umre için ihrama girdiği zaman, müslümanlann Mescid-i Haram'a girmesini
engellemiş ve kurbanın, kesileceği yere varmasına mani olmuşlardı. Ancak onlar,
bunun doğru olduğuna inanmıyorlardı. Fakat izzet-i nefisleri ve Câhiliyye
gururları, onları, dinen doğru olduğuna inanmadıkları bu işi yapmaya şevketti.
Dolayısıyle Yüce Allah onları kınadı ve bu sebeble tehdit etti. Açıklama ve
vaadiyle, Rasulullah (s.a.v)'a huzur verdi.[62]
Eğer Mekke'de müşriklerden korktuğu için imanlarım gizleyen, ve onlara
karıştıkları için kendilerini tanıyamadığınız zayıf durumdaki erkek ve kadın
mü'minler olmasaydı size Mekke'ye girme izni verirdi. O mü'minlerle savaşmanızı
ve iman ettiklerini bilmeden onları öldürmenizi ve bu sebeple size günah ve ayıp
gelmesini istemediği için izin vermedi. Ayetteki nın cevabı söylenmemiş olup
takdiri: "Mekke'ye girmenize mutlaka izin verir ve sizi müşriklere hâkim
kılardı" şeklindedir. Sâvî şöyle der: Cevap söylenmemiş olup, Celaleyn yazarı,
"Size mutlaka fetih izni verirdi" şeklinde takdir etmiştir. Yani, bilmeyerek,
kâfirler arasında bulunan mü'min insanları helak etmenizi ve onları helak
etmeniz yüzünden başınıza hoş olmayan bir şey gelmesini istememiş olsaydı,
mutlaka sizin ellerinizi onlardan çeker[63]
ve size Mekke'yi fetih izni verirdi. Allah, müşriklerin arasından mü'minleri
kurtarması ve onların birçoğunun İslama
girmesi için bunu yaptı. Kurtubî şöyle der:
Mekke halkından, müslüman olacağına hükmettiği kimselerin, barış antlaşmasından
sonra İslama girmeleri için, Allah size müşriklerle savaş izni vermedi. Ve
böyle de oldu. Onlardan birçok kişi İslamı kabul etti ve İslamı güzel yaşadı.
Böylece Allah'ın rahmetine ve cennetine girdiler.[64]
Eğer mü'nıinler kâfirlerden ayrılmış olsalardı, elbette Allah onlardan kâfir
olanları öldürmek, esir etmek ve yurtlarından sürmek suretiyle şiddetli bir
şekilde cezalandırırdı. [65]
26. O zaman
kâfirlerin kalplerine izzet-i nefis ve bâtıl şeylerle kibirlenme duygusu girdi
de anlaşma metnine Muhammed, Allah'ın elçisidir" cümlelerinin yazılmasını kabul
etmediler. Dediler ki: "Senin Peygamber olduğunu bilsek, sana mutlaka uyarız.
Sen kendi adım ve babanın adını yaz"
Bu, câhiliyye izzet-i nefsi, gururu ve
bağlılığı idi. Allah, Peygamberin ve mü'minlerin kalplerine vakar ve sükunet
yerleştirdi. Müşriklere gelen câhiliyye duygulan onlara gelmedi.[66]
Allah onlar için, takva kelimesini, şeref ve itibar kazandırma türünden olmak
üzere mecbur etti. Bu kelime, kelime-i tevhididir. Bu, cumhurun görüşüdür. Açık
olan şudur: "Takva" kelimesinden maksat, onların ihlası, Allah ve Rasulüne
itaati ve anlaşma maddeleri yazılırken ihtilaf çıkarmamalarıdır. Bu, görünüşte
müslümanların haklarını yok edici idi. Allah mü'minleri Rasulullah (a.s.)'a
itaatta sabit kıldı. Bu barış, tamamen müslümanların lehine olmuştur.[67]
Bu fazilete, mü'minler Mekke kâfirlerinden daha layıktırlar. Çünkü Allah,
onları kendi dini için ve Peygamberine (s.a.v.) Ashâb (r. anhum) olmak üzere
seçmiştir. Allah, fazilete layık olanı bilir ve ona çokça hayır verir ve ikramda
bulunur.
Bundan sonra Yüce Allah,
Rasulullah (s.a.v)'m gördüğü hak rüyayı haber verdi. Çünkü hak rüya, vahyin bir
parçasıdır. [68]
27. Buradaki
mahzuf bir yeminin cevabıdır, ise, kesinlik ifade eder. Yani, Allah'a andolsun
ki, Allah, peygamberinin rüyasını sadık kıldı ve onu gerçekleştirdi. Şeytan ona
müdahele edememiştir. Çünkü o hak rüyadır. Tefsirciler der ki: Rasulullah
(s.a.v) rüyasında, arkadaşlarıyla birlikte Mekke'ye girip Beytullah'ı tavaf
ettiğini, bazılarının, saçlarını tıraş ettiğini, bazılarının kısalttığını
görmüştü. Bunu arkadaşlarına anlatmış, onlar da sevinmişlerdi. Rasulullah
(s.a.v) arkadaşları ile beraber Hudeybiye'ye çıktığı ve müşriklerin, onların
Mekke'ye girmesini engellediği zaman aralarında barış yapılınca, münafıklar
kuşkuya düşerek şöyle dediler: Allah'a andolsun ki, biz saçımızı ne traş ettik,
ne kısalttık, ne de Beytullah'ı gördük. Hani nerede o rüya? O zaman bazı
müslümanların kalbine de kuşku düştü. Bunun üzerine, "Andolsun ki Allah,
elçisinin rüyasını doğru çıkardı, mealindeki âyet indi. Yüce Allah, Rasulünün
rüyasının hak olduğunu, onun, gördüğü şey hakkında yalan söylemediğini haber
verdi. Fakat rüyada, Rasulullah'ın, hicretin 6. yılında Mekke'ye gireceğine
dair bir şey yoktu. Allah ona sadece giriş şeklini mücerret olarak gösterdi.
Allah bunu Rasulü için, bir sene sonra gerçekleştirmiştir. Şu âyet bunu anlatır:
Ey Muhammed! Sen ve arkadaşların, Allah'ın dilemesiyle, mutlaka Mescid-i
Haram'a gireceksiniz. Sonra da bir kısmınız başını tıraş edecek, bir kısmınız da
saçını kısaltacaktır. Oraya hiç korkmadan gireceksiniz. Bu ifadede tekrar
yoktur. Çünkü maksat girerken, orada dururken ve çıkarken emin olacaksınız
demektir. Yüce Allah, bu barış anlaşmasında sizin bilmediğiniz, yararınıza olan
hikmet, hayır ve menfaati bilir. İbn Cüzey şöyle der: Yüce Allah burada, o
müddet içersinde, takdir ettiği, İslamın zuhurunu kastediyor. Çünkü barış
anlaşması yapılıp da savaş ortadan kalkınca insanlar İslama rağbet ettiler.
Rasulullah (s.a.v) Hudeybiye seferinde 1400 kişinin başında idi. Bundan iki sene
sonra Mekke seferine çıktığında beraberinde "Onbin" kişi vardı.[69]
Bundan önce de size yakın bir fethi, yani Hudeybiye barışını nasip etmişti. Bu
olay üzerine büyük ve iyi neticeler elde edildiği için, buna "Fetih"
denilmiştir. Onun içindir ki Buhârî Berâ (r.a.)'dan şu rivayeti yapmıştır: Siz,
"Fetihten maksat, Mekke'nin fethidir" diyorsunuz. Şüphesiz Mekke fethi, bir
fetihti. Ancak bize göre fetih, Hudeybiye günü yapılan "Bîatu'r-rıdvân"dır."[70]
28. O Yüce
Allah, Muhammed'i tam, kapsamlı, mükemmel hidayet ve dosdoğru hak din, yani
İslam dini ile
gönderendir. İslam'ı bütün dinlerden üstün
kılmak ve diğer semavî dinlerden daha yüksek tutmak için onu gönderdi,
Muhammed'in, Allah'ın rasûlü olduğuna şahit olarak Allah yeter. Bundan sonra
Yüce Allah, Rasulullah'm (s.a.v.) Ashabını (r.anhum) güzel bir şekilde övdü ve
peygamberinin risaletinin doğruluğuna şahitlik etti: [71]
29. Muhammed
adı verilen bu peygamber, Allah'ın gerçek peygamberidir. O, müşriklerin dediği
gibi değildir. Onun seçkin ve değerli arkadaşları, kâfirlere karşı sert; kendi
aralarında birbirlerine m e rham etlidirler, Nitekim Yüce Allah, mealen şöyle
buyrmuştur: "Mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir
toplum..'[72]
Ebussuud şöyle der: Dinlerine muhalefet edenlere karşı şiddet ve sertlik
gösterirler.. Dinlerine muvafakat edenlere karşı da merhametli ve şefkatli
davranırlar.[73]
Tefsirciler şöyle der: Bu, Yüce Allah, "Onlar sizde bir sertlik bulsunlar"[74]
mealindeki âyetle onlara karşı sertliği emrettiği içindir. Onların kâfirlere
karşı sertlikleri o dereceye ulaşmıştır ki, kâfirlerin elbiselerinin bile
bedenlerine değmesinden sakınırlardı. Halbuki kendilerinden bir din kardeşini
görünce onunla tokalaşır ve kucaklaşırdı.
Ey muhatap! Sen o mü'minleri, çok
namaz kıldıkları ve ibadet ettikleri için, rüku ve secdede görürsün. Gece
ibâdetle meşgul olurlar, gündüzleyin ise birer aslandırlar, İbadetleriyle,
Allah'ın rahmetini ve rızasını ararlar. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah,
onları, amellerin en hayırlısı oîan namazı çok kılmakla ihlas ve O'nun katında
bol sevap bekleme sıfatlarıyle niteledi. Bol sevaptan maksat da, Allah'ın lütuf
ve rızasını içine alan cennettir.[75]
Çok secde etmeleri ve namaz
kılmalarından dolayı, onların alâmetleri almlarındadır. Kurtubî şöyle der:
Yüzlerinde gece teheccüd namazı kıldıklarının ve uykusuz kaldıklarının alameti
görünür. İbn Cüreyc der ki: Alâmetten maksat, vakar ve güzelliktir. Mücâhid de:
Bundan maksat, huşu ve tevazudur der. Mansür der ki: Mücâhid'e, Yüce Allah'ın,
"Onların alâmetleri yüzlerindedir" mealindeki âyetinden maksat, kişinin iki gözü
arasında bulunan iz midir? diye sordum. Hayır, dedi. Bazan, kişinin iki gözü
arasında, keçi dizine benzer bir şey bulunur. Halbuki onun kalbi taştan daha
serttir. Fakat mü'minin alâmeti, yüzünde huşûdan meydana gelen bir nurdur.[76]
Kâfirlere karşı sertlik, mü'minlere karşı merhametli olma, namazı çok kılma ve
secdeyi çok yapma sıfatları, onların Tevrat'taki sıfatlarıdır. İncil'deki
sıfatları ise, filiz ve dal çıkaran ekinin sıfatına benzer, Bu onu
kuvvetlendirir ve neticede sertleşir. Böylece ekin, kökleri üzerinde dimdik
durur. Bn ekin, kuvveti, yoğunluğu ve güzel görünüşüyle çiftçilerin hoşuna gider
ve böylece oların çoğalmasıyla kâfirler kızar. Dahhâk şöyle der: Bu, son derece
açık bir temsildir. Ekin, Muhammed'dir (s.a.v.). Filiz de Ashabıdır (r. anhum).
Onlar az idi, çoğaldılar. Zayıf idiler, kuvvetlendiler. Kurtubî de şöyle der:
Bu, Yüce Allah'ın, Peygamber (a.s)'in Ashabı (r.anhum) hakkında getirdiği bir
darb-ı meseldir. Yani, onlar az idiler, sonra çoğaldılar. Peygamber (s.a.v)
davete başladığında zayıftı. Ashâb (r.anhum) birer birer onun çağrısını kabul
etti. Neticede işi sağlamlaştı. Bu, şu ekinin durumuna benzer ki, tohum olarak
ekilince zayıfça ortaya çıkar, zamanla kuvvetlenir. Sonunda bitkisi ve filizleri
sertleşir. Bu, en doğru temsil ve en parlak bir açıklamadır. Yüce Allah onlara
âhirette tam bir bağışlama, büyük mükâfat ve Naîm cennetlerinde güzel nzık
va'detti. Ey Allah'ım! Bizi onların sevgisiyle rızıklandır. Ey Alemlerin
Rabbi! [77]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre, birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. Geçen ile
gelecek müjdeleyici ile korkutucu, sabah
ile akşamleyin, ahdini bozdu ile sözünde durdu,
zarar ile fayda, bağışlar ile azap
eder, tıraş olanlar" ile kısaltanlar ve sertler ile merhametliler arasında tıbâk
vardır.
2. "Mü'min
erkeklerle mü'min kadınları sokması için" ile " Münafık erkeklerle münafık
kadınları cezalandırması için" âyetleri arasında mukabele
vardır.
3. "Sana bîat
edenler, ancak Allah'a bîat etmektedirler. Allah'ın eli, onların ellerinin
üzerindedir" âyetinde, istiâre-i tasrîhîyye-i mekniyye vardır. Yüce Allah,
rızasını istemek için kendi uğrunda canları feda etmek üzere onlardan aldığı
sözü, malların karşılığı olarak verilen ticaret eşyasına benzetti. Müşebbeh
için, "müşeb-behun bih"in ismi müsteâr olarak kullanıldı ve bey' kelimesinden,
"Allah yolunda canlarını feda etmeye söz verirler" mânâsına gelen fiili
türetildi, cümlesinde de istiâre-i mekniyye vardır. Yüce Allah, mü'minlerin
bîatlanndan haberdar olması ve itaatlarından dolayı onları mükafatlandırmasını,
elini, komutanın ve halkının elinin üzerine koymuş olan krala benzetti.
"Müşebbehûn bih"i hazfedip ona, levazımından biri olan el ile, istiâre-i
mekniyye yoluyla işaret etti. Böylece bu âyette iki istiare
vardır.
4. "Arkalarını
döndüler" cümlesi, hezimetten kinayedir. Çünkü hezimete uğrayan kimse, kaçmak
için, düşmana sırtım çevirir.
5. "Allah
mü'minlerden razı oldu. Hani onlar sana bîat ediyorlar" âyetinde, bîatın şeklini
zihinde canlandırmak için, geniş zaman kipi ile ifade
edilmiştir.
6. "Kalplerinde
olanı bilmiş ve onlara güven indirmişti" âyetinden sonra, Allah size ganimetler
vadetmiştir" âyetinin getirilmesiyle, III. şahıs zamirinden II. şahıs zamirine
dönülmüştür. Bu, ihsan etme makamında mü'minleri şereflendirmek
içindir.
7. "Köre vebal
yoktur. Topala da vebal yoktur. Hastaya da vebal yoktur" âyetinde, "vebal"
kelimesi tekrar edilerek itnâb yapılmıştır. Bu, o özür sahiplerine bir vebal
olmadığını vurgulamak içindir.
8. "Onlar,
filizini yarıp çıkmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi
üzerine dikilmiş bir ekine benzerler..."âyetinde teşbîh-i temsilî vardır. Çünkü
vech-i şebeh, birkaç şeyden alınmıştır.
9. Âyet
sonlarının uygunluğuna riayet edilmiştir. Bu da güzelleştirici edebî
sanatlardandır.
Allah'ın yardımıyle "Fetih
Sûresi"nin tefsiri bitti. [78]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/107.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/108.
[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/31; Buharı, Tefsîru'l-Kur'ân,
48/1
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/108.
[4] Cevherî, Sihâh,
maddesi.
[5] Cevherî, Sıhâh,
maddesi.
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/112.
[7] Kurtubî, 16/268
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/113.
[8] Keşşaf, 4/262. Müfessirlerin bazıları, buradaki fetihten
maksadın Hudeybiye barışı olduğu kanaatindedir. Çünkü Bîatu'r-rıdvân, Rasulullah
(s.a.v.)'in Kureyş'le yaptığı barış ve birçok kimsenin İslâm'a girmesi ve
benzeri diğer büyük olaylar bu anlaşma neticesinde meydana gelmiştir. İbn Kesîr
de bu görüştedir.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/113.
[9] Ebussuûd, 5/80
[10] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/340
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/113-114.
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/114.
[13] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/341
[14] Bu olay hakkında geniş bilgi için bkz. Buhârî
"Tefsîru'l-Kur'ân, 48/5 İbn Hişâm, Sîret, 3/316-317, neşir, Mustafa es-Selea ve
arkadaşları.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/114.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/115.
[16] Bu sûre, 12. âyet
[17] Kurtubî, 16/265
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/115.
[19] Râzî, Tefsîr-i kebîr, 28/84
[20] Sâvî Haşiyesi, 4/92
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/115-116.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/116.
[23] Onu teşbih etmeniz için. "Buradaki (o) zamiri Allah'a
râcidir. Bir görüşe göre âyetteki zamirlerin tümü Allah'a râcidir. Bu, Beyzâvî
ve Ebussuûd'un tercihidir. Daha önce anlattığımız ise Dahhâk'tan nakledilmiştir.
Kurtubî'nin tercihi de odur.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/116.
[25] Buhârî, Kitâbu'I-Meğfizî, 35; Müslim, İmâre;
80
[26] Bu sûre, 18. âyet.
[27] Muhîasar-ı İbn Kesîr, 3/342
[28] Nisa sûresi 4/80
[29] Keşşaf 4/265
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/116-117.
[31] Teshil, 4/52
[32] Kurtubî, 16/
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/117.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/117-118.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/118.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/118.
[37] Kurtubî, 16/271
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/118.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/118-119.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/119.
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/123.
[42] Bahr, 8/88
[43] Cevherî, Sıhah, ,,ka maddesi.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/123.
[45] Kurtubî, 16/280
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/123.
[46] Kıssa hakkında geniş bilgi için, bkz, Kurnıbî, 16/274
vd.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/123-124.
[48] Muhtasar-i İbn Kesir, 3/345
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/124.
[50] Kurtubî, 16/278
[51] Bahr, 8/97
[52] Tefsîr-i kebîr, 28/96
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/124-125.
[53] İbn Kesir'in anlattığı bu görüş, tercih olunan görüş
olup Taberî ve Ebû Hayyân'm tercihleri de budur. Bu mânâ, Katâde ve Hasan
Basrî'den nakledilmiştir. Yüce Allah'ın, "Ona gücünüz yetmiyordu" mealindeki
sözü bu görüşü destekler. Bu, daha önce Mekke'nin fethi için uğraşıldığını
gösterir. Bu mânâ, Mekke'nin fethine uygundur. Bir görüşe göre de, bundan
maksat, İran ve Bizans'ın fethidir. Bir görüşe göre ise, Huneyn savaşında
Hevazin yurdunun fethidir. Bizim anlattığımız, en tercihe değer
görüştür.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/125.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/126.
[55] Mücâdele sûresi, 58/21. Bahr, 8/97
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/126.
[57] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/346
[58] Celâleyn, 4/97
[59] Teshil, 4/51,
[60] Bu olayın anlatımında bir züh Merhum Seyyid Kutub "Fî
Zılâl" adlı tefsirinde şöyle diyor: Bu hamİyyet, sadece kibir, Öğünrae,
şımarıklık ve güçlük çıkarma duygusudur. Onları Rasulullah (s.a.v)'ın ve
mü'minlerin karşısında durduran ve Mescid-İ Harâm'a girmelerini engelletti ren,
kesileceği yere varmak üzere gönderilmiş olan kurbanı alıkoyduran Câhiliyye
gururudur. Bütün örf ve inançları çiğneyerek böyle yaptılar kî, Araplar,
"Muhammed, zorla onların yurduna, Mekke'ye girdi" demesinler. İşte bu Câhiliyye
gururu uğruna, bütün örf ve dinlerde hoş görülmeyen o büyük günahı işliyor ve
kudsiliğinden yararlanarak yaşadıkları Beyt-i Haram'ın ve ne câhiliyye ne de
İslam döneminde çiğnenmemiş olan Haram aylar hürmetini çiğniyorlar. (Fî Zılâl,
26/115) l vaki olmuştur. Zira o tarihte Halid b. Velid henüz Müslüman
olmamıştır. Bu husus, Buhârî, K. eş-Şürut, bab 15 de geçen Hudeybiye ile ilgili
Hadis-i Şeriften açıkça anlaşılmakta, ayrıca Halid b. Velid'in, Hudeybiyeden
sonra Müslüman olduğu da, tarihen sabit bulunmaktadır. Olayı Tbn-i Kesir de bu
şekilde tesbit etmektedir. (Mütercimler)
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/126-127.
[62] Kurtubî, 16/283
[63] Sâvî Haşiyesi, 4/98
[64] Kurtubî, 16/286
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/127-128.
[66] Merhum Seyyid Kutub "Fî Zılâl" adlı tefsirinde şöyle
diyor: Bu hamİyyet, sadece kibir, Öğünrae, şımarıklık ve güçlük çıkarma
duygusudur. Onları Rasulullah (s.a.v)'ın ve mü'minlerin karşısında durduran ve
Mescid-İ Harâm'a girmelerini engelletti ren, kesileceği yere varmak üzere
gönderilmiş olan kurbanı alıkoyduran Câhiliyye gururudur. Bütün örf ve inançları
çiğneyerek böyle yaptılar kî, Araplar, "Muhammed, zorla onların yurduna,
Mekke'ye girdi" demesinler. İşte bu Câhiliyye gururu uğruna, bütün örf ve
dinlerde hoş görülmeyen o büyük günahı işliyor ve kudsiliğinden yararlanarak
yaşadıkları Beyt-i Haram'ın ve ne câhiliyye ne de İslam döneminde çiğnenmemiş
olan Haram aylar hürmetini çiğniyorlar. (Fî Zılâl, 26/115)
[67] Bu, anlattıklarım, Hudeybiye anlaşması olayı iie ilgili
âyetlerin tefsirinde Allah'ın bana ilham ettiği mânâlardır. Sanırım bu, bu
konuyu derinliğine inceleyenler için açıktır.
[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/128.
[69] Teshil, 4/56
[70] Hadisin devamı şöyledir: Biz, Rasulullahla (s.a.v.) birlikte 1400 kişiydik. Hudeybiye bir
kuyudur. Onun suyunu çekip, içinde bir damla bırakmadık. Bu haber Rasulullah
(s.a.v)'a ulaştı. Rasulullah gelip kuyunun kenarında olurdu. Sonra bir kap su
istedi. Abdeset aldı, ağzını çalkaladı, dua edip o suyu kuyuya döktü. Kuyudan az
ayrıldık. Sonra baktık ki kuyu, bizim ve hayvalarımizın istediği kadar su
çıkarmış (Buhârî, K. Megâzî, 35.)
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/128-129.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/129-130.
[72] Mâide sûresi, 5/54
[73] Ebussuud, 5/86
[74] Tevbe sûresi, 10/123
[75] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/355
[76] Kurtubî, 16/293
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/130-131.
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/131-132.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder