Nisa Suresi(1)
NİSA SURESİ
Medine'de nazil olmuştur. 176 âyettir.
Sûreyi Takdim
Nisa sûresi Medine'de inen uzun sûrelerden biridir.
Bu sûre müslü-manların dâhili ve haricî işlerini düzenleyen dinî hükümleriyle
doludur. Bütün Medenî sûrelerde olduğu gibi, bu sûrede de teşrî yönüne ağırlık
verilmiştir. Bu mübarek sûre kadın, ev, aile, devlet ve toplumu ilgilendiren
ö-nemli kanunlardan bahseder. Bu sûrede yer alan hükümlerin büyük bir kısmı
kadınlarla ilgilidir. Bundan dolayı bu sûreye "Nisa sûresi" ismi
verilmiştir.
Bu mübarek sûre kadınların, başta yetim kız
çocukları olmak üzere veli ve vâsilerin himayelerinde büyüyen diğer yetimlerin
hukukundan bahseder. Mîrâs, kazanç ve evlilik hususlarında yetim kız
çocuklarının haklarını açıklar, onları Câhiliyye zulmünden ve hor görücü zâlim
geleneklerinden kurtarır.
Kadın konusunu ele alır, onun değerini ve şerefini
korur. Yüce Allah'ın takdir ettiği mehir, mîrâs ve güzel muamele gibi haklarını
kendisine vermek suretiyle ona karşı insaflı davranmaya davet eder.
Bu sûre aynı zamanda miras hükümlerini, adalet ve
eşitliği tahakkuk ettirecek şekilde, inceden inceye geniş bir şekilde anlatır.
Neseb, emzirme ve evlilik akrabalığı dolayısıyla kendileriyle evlenmek haram
olan, kadınlardan bahseder.
Yine bu mübarek sûre evlilik alakalarını tanzim
eder ve bu ilişkilerin sadece maddi ilişkiden ibaret olmadığını, insani bir
ilişki olduğunu, mehrin de bir ücret veya bir bedel olmayıp eşler arasındaki
sevgiyi kuvvetlendirecek, sohbeti devam ettirecek ve kalpleri birbirine
bağlıyacak bir ihsan olduğunu vurgular.
Sonra bu sûre kocanın karısı, karnımda kocası
üzerindeki haklarından bahseder. Karı-koca arasında anlaşmazlık ve ihtilaf bas
gösterdiğinde, evlilik hayatının İslahı için, erkeğin izlemesi gereken yollan
gösterir. "Erkeğin kâim oluşu" nun ne demek olduğunu açıklar. Bunun köle edinmek
ve emir kulu yapmak mânâsına gelmediğini, ancak yönetici ile halkı arasındaki
münasebet gibi nasihat ve terbiye etmek şeklinde bir kıyam olduğunu
açıklar.
Daha sonra sûre aile çerçevesinden toplum
çerçevesine intikal eder ve her hususla iyilikle muameleyi emreder. İyiliğin
karşılıklı olarak merhamet, yardımlaşma, öğüt, müsamaha, emanet ve adalete
riâyet esasına dayandığını açıklar ki toplum sağlam ve kuvvelli temeller üzerine
otursun.
Ayet-i kerimeler, dahilî ıslahattan sonra ümmetin
istikrar ve sükûnunu koruyacak haricî emniyete hazırlanmaktan söz eder ve
düşmana karşı mücadele edebilmek için gerekli hazırlıkların yapılmasını
emreder.
Sonra bu sûre müslümanlarla diğer tarafsız veya
düşman devletler arasındaki ilişkilerin esaslarını vaz eder.
Bundan sonra münafıklara karşı büyük bir hamle
olarak cihat emri gelir. Münafıklar, sakınılması gereken kötülük tohumu ve şer
mikroplandır. Bu mübarek sûre münafıkların tuzak ve tehlikelerinden de
bahseder.
Aynı zamanda bu sûre Ehli kitabın, özellikle
Yahudilerin tehlikelerine ve Allah'ın yüce Peygamberlerine karşı takındıkları
tavırlarına dikkat çeker.
Sonra bu mübarek sûre Hıristiyanların Hz.Tsa (a.s.)
hakkındaki sapıklıklarını açıklayarak son bulur. Hıristiyanlar Hz. İsa hakkında
aşırı gitmişler, halta ona kulluk etmişlerdir. Sonra da ulûhiyetine inanmalarına
rağmen onu çarmıha gerdiler.[1] Teslis inancını icat ederek putperest müşrikler gibi oldular. Ayetler
onları, bu sapıklıkları bırakıp saf ve yüce" tevhid akidesine dönmeye çağırdı.
Yüce Allah İlâh üçtür demeyin. Hayrınıza olması için bundan vazgeçin. Allah,
ancak bir tek Allah'tır.[2] buyurmakla doğru
söylemiştir,[3]
Sûrenin İsimlendirilmesi
İçinde kadınlarla ilgili hükümler bu sûrede çokça
bulunduğu için, bu sûreye "Nisa sûresi" adı verilmiştir. Diğer sûrelerde
kadınlarla ilgili bu kadar çok hüküm bulunmaz. Bundan dolayı Kur'an-ı Kerim'de
mevcut olan ve boşanma ile ilgili hükümler taşıyan Talak sûresine "Küçük Nisa
sûresi" denilmesine karşılık, bu sûreye "Büyük Nisa sûresi" denir. [4]
Rahman ve Rahim Olan Allah'ın
Adıyla.
1. Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve
ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan
Rabbinizden korkun. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz
Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah
sizin üzerinizde gözetleyicidir.
2. Yetimlere mallarını verin,
temizi pis olanla değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza
katarak yemeyin; çünkü bu, büyük bir günahtır.
3. Eğer yetimlerin haklarına riâyet edememekten
korkarsanız beğendiğiniz kadnlardan ikişer, üçer, dörder alın. Adaletli davranamamaktan korkarsanız bir tane
alın; yahut da sahip olduğunuz ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en
uygun olanıdır.
4.
Kadınlara mehillerini gönül rızası ile
verin; eğer gönül hoşluğu ile o mehrin bir kısmım size bağışlarlarsa onu
da afiyetle yeyin.
5. Allah'ın geçiminize dayanak kıldığı
mallarınızı akıl ermezlere
vermeyin; o mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.
6. Evlilik çağma gelineeye kadar yetimleri
deneyin, eğer onlarda akılca bir olgunlaşma (rüşd) görürseniz hemen mallarını
kendilerine verin. Büyüyecekler diye o malları israf ile ve tez elden
yemeyin. Zengin olan (veli) iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da uygun olarak
yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman yanlarında şahit bulundurun.
Hesap sorucu olarak da Allah yeter.
7. Ana ve babanın ve yakınların bıraktıklarından
erkeklere bir pay vardır; ana, babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara
da bir pay vardır. Gerek azından, gerek çoğundan belli bir hisse
ayrılmıştır.
8. Yakınlar, yetimler ve yoksullar miras
taksiminde hazır bulunurlarsa onları da bundan rızıklandırın ve onlara güzel
söz söyleyin.
9. Geriye eli ermez, gücü yetmez çocuklar
bıraktıkları takdirde korkacak olanlar
haksızlıktan sakınsınlar. Allah'tan korksunlar ve doğru söz
söylesinler.
10. Yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenler
şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe
gireceklerdir.
Kelimelerin İzahı
Erham, rahim kelimesinin çoğuludur. Rahîm, asıl
itibariyle ana karnında ceninin oluştuğu yerdir. Daha sonra akrabalık mânâsında
kullanılmıştır.
Rakîb, koruyan, işlerden haberdar olan
demektir.....
Hûb, günah manasınadır.
Teûlû, adaletten ayrılır ve zulmedersiniz demektir.
Terazinin bir tarafı ağır bastığında hakim zulmettiğinde ise denir.
Sadukât, mehr mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur.
Nıhle, hibe ve bağış demektir.
Süfchâ, aklı az olanlar, beyinsizler manasınadır.
Burada maksat mallarını, har vurup harman savuranlardır.
Aııestüm, "gördünüz" manasınadır. Bir
kimse bir şeyi gördüğünde denilirki, kelime bundan
türemiştir.
Bidâr, sur'at etmek demektir. Yani, yelim büyüyüp
de malını sizden teslim almadan önce acele olarak onun malını yemeyin
demektir.
Sedîd, istikamet mânâsına gelen sedâd kökünden
olup, "doğru" demektir.
[6]
Nuzûl Sebebi
a) Urve b. Zübeyr'den rivayet olunduğuna göre o,
Hz.Aişe (r.a)'ye Yüce Allah'ın "Yetimlerin haklarına riâyet edememekten
korkarsanız..." âyetinin mânâsını sorar. Hz.Aişe (r.a) şöyle cevap verir: Ey
kızkardeşimin oğlu! Bu o yetim kızdır ki, malına ortak olduğu velisinin
himayesinde bulunur, malı ve güzelliği velisinin hoşuna gider de, velisi onunla
evlenmek ister. Fakat mehri hususunda onun hakkına riâyei etmez, başkalarının
ona vereceği mehir kadar vermez. İşte bu âyetle kendilerine nikah düşen
velilerin, mehr-i mislin en yükseğini vererek haklarını gözetmedıkçe yetim
kızları nikahlamaları yasaklandı ve hoşlarına giden diğer kadınları
nikahlamaları emredildi.
Bu âyet nazil olduktan sonra, insanlar Rasulullah
(s.a.v.)'dan fetva istediler. Bunun üzerine Yüce Allah, "Senden, kadınlar hakkında fetva
istiyorlar..[7] âyetini indirdi.[8]
b) Mukâlil b. Hayyan'dan rivayet olunduğuna göre,
Gatafan kabilesinden Mersed b. Zeyd isimli bir adam, erkek kardeşinin oğlunun
malım korumak üzere mütevelli oldu. Kardeşinin oğlu küçük bir yetimdi. Onun
malını yedi. Bunun üzerine Yüce Allah ... "Yetimlerin mallarını zulüm ile
yiyenler... âyetini indirdi.[9]
Âyetlerin Tefsiri
Yüce Allah Nisa sûresine, bütün insanlara hitap
ederek ve onları ortağı olmayan, tek olan Allah'a ibadete çağırarak başladı.
Kendisinin birliğine ve kudretine dikkat çekerek şöyle
buyurdu:
1. Ey insanlar! Sizi bir tek asıldan yaratan
Allah'tan korkunuz. Bu asıl, babanız Adem (a.s.)'dir. Bu tek şahıstan da, eşi
Havva'yı yarattı. Adem ile Havva'dan da erkek ve kadın birçok insan üreiip
yaydı. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan korkun.
Yani "Allah aşkına şunu senden istiyorum", "Allah aşkına yemin elmeni istiyorum"
diyerek dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını koparmaktan
sakının. Şüphesiz Allah bütün hallerinizden ve amellerinizden haberdar ve
üzerinizde gözetleyicidir. Yüce Allah, kendisinin kullan üzerindeki hakkının
büyük olduğuna işaret etmek için, âyetin başında ve sonunda olmak üzere iki
yerde "Allah'tan Korkun" buyurarak emrini pekiştirdi. Aynı şekilde, insanî
bağların Önemini vurgulamak için takva ile sılâ-i rahmi bir arada zikretti.
İnsanların hepsi bir asıldan olup, insanlık ve soy itibariyle kardeştirler.
İnsanlar bunu anlasalardı elbette emniyet ve mutluluk içinde yaşarlar ve
dünyada yok edici korkunç ve yaşı ve kuruyu yakan, küçük büyük herkesi yok eden
savaşlar olmazdı.
Sonra Yüce Allah
yetimleri anlattı, onlara iyi muamele edilmesini ve mallarının korunmasını
emrederek söyle buyurdu:
[10]
2. Yetimlere mallarını veriniz. Yani, küçükken
babaları ölmüş yetim çocuklar, buluğ çağına erdiklerinde mallarını onlara
teslim edin. Helâl malınızı, yetimlerin malı olan haram malla değiştirmeyin.
Yetimlerin mallarını kendi mallarınıza katıp da kendi malınızla birlikte
yemeyin. Şüphesiz bu, büyük bir günahtır. Zira yetim zayıf olduğu için
korunmaya ve himayeye muhtaçtır. Zayıfa zulmetmek ise Allah katında büyük bir
günahtır. Sonra Yüce Allah, yetim kızın mehri mislini vermeden onunla
ejvlenil-memesini isteyerek şöye buyurur: [11]
3. Yetimler hakkında adaletli davranmamaktan
korkarsınız, yani sizden birinizin himayesinde bir yetim bulunur ve onunla
evlenmek istediği takdirde ona mehr-i mislini vermemekten korkar-sa onu bırakıp
başka kadınlarla evlensin. Zira kadın çoktur. Allah ona sadece bu yetimle
evlenmeyi mubah kılmış değildir.[12]
Onarın dışında kadınlardan istediğinizle evlenin.
Dilerseniz iki, dilerseniz Üç, dilerseniz dört kadınla evlenin, Eğer hanımlar
arasında adaletli davranmamaktan korkarsanız sadece bir tanesiyle veya sahip
olduğunuz cariyelerle yelinin. Çünkü onlar hür zevcelerin sahip oldukları
haklara sahip değillerdir. Bir tane eş veya cariyelerle yetinmek, haksızlığa
meyletmeme ve zul-metmemeye daha elverişlidir. [13]
4. Bir bağış oarak, gönül rızasıyla kadınlara
mehirlerini verinEğer gönül hoşluğu ile mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa. o
bağışlanan şeyi helâl ve temiz olarak alıp afiyetle yeyin.[14]
5. Allah'ın bedenleriniz ve maişetiniz için
dayanak kıldığı mallarınızı sefih (aklı ermez, israfcı) yetimlere vermeyiniz,
zira onu telef ederler. İbn Abbas şöyle der: "Sefihlerden maksat, kadınlar ve
çocuklardır". Taberî ise şöye der: "Sefihler malını verme. Sefih; çocuk olsun
büyük osun, erkek olsun kadın osun, kötü yönetimi ile malını telef
edendir.[15] O mallardan onları besleyin ve giydirin, Onlara, "Reşit olduğunuz zaman
mallarınızı size vereceğiz." gibi güzel söz söyleyin. [16]
6. Evlilik çağma gelinceye kadar yetimleri
deneyin. Evlilik çağı insanların evlenmeye elverişli hale geldikleri, ihtilam
olma çağıdır. Eğer onlarda dini görevleri ve mallarını harcama hususunda bir
olgunlaşma görürseniz mallarını geciktirmeksizin kendilerine verin, "Yetimler
büyüyüp de mallarını elimizden almadan önce istediğimiz gibi harcayalım" diyerek
onları çabucak harcayıp bitirmeyin. Ey veliler! Sizden zengin olan yetim malını
yemekten sakınsın, o inaldan vasilik ücreti almasın. Fakir olan ise, zarurî
ihtiyacı ve çalıştığının karşılığı kadar ücret alıp yesin. yetimler rüşl çağma
erdiklerinde mallarını kendilerine teslim ederken yanlarında şahit bulundurun
ki, teslim aldıklarını inkâr etmesinler. Hesap sorucu ve gözetleyici olarak
Allah yeter.
Bundan sonra Yüce Allah akrabaların terikesinde
erkek ve kadınların payı olduğunu açıkayarak şöyle buyurdu: [17]
7. Ana babanın ve akrabaların bıraktıkları malda
erkeklerin payı vardır; ana babanın ve akrabaların bıraktığı malda kadınların da
payı vardır. Yani ölünün bıraktığı malda erkek çocuk ve akrabalarının payı
oduğu gibi, kızların ve kadınların da payı vardır. Her ne kadar payın miktarında
farklı olsalar da, vâris olma hususunda hepsi eşittir. Bunun sebebi şudur: Bazı
Araplar kadın ve çocukları mîrâsçı saymıyor ve "mîrâs" ancak savaşa katılanlar
ve ülkeyi savunanlar vâris olur, diyorlardı.
Allah bu Câhiliyye hükmünü kaldırdı. Terike, ister
az olsun ister çok olsun belli bir hisse ayrılmıştır. Bu hisseyi Yüce Allah,
âdiî şeriatı ve apaçık kitabı ile farz kılmıştır. [18]
8. Mîrâs taksim edilirken, ölünün mîrâsçı
olmayan fakir akrabaları, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa, gönülerini
hoş etmek için, mîrâs malından onlara da bir miktar veriniz, ve onlara "Kusura
bakmayın, bu çoluk-çocuğun hakkıdır, malın sahibi biz değiliz" diye güzel söz
söyleyerek özür dileyin.
[19]
9. Geriye gücü yetmez çocuklar bıraktıkları
takdirde onlar için endişe edenler, haksızlık etmekten korksunSar. Yani ey
vâsî, geriye bırakacağın zayıf çocuklarını ve onların halinin nasıl olacağını
hatırla da, ölümünden sonra çocuklarına nasıl muamele edilmesini istiyorsan, himayelideki yetimlere de öyle
muamele et. Yetimlerin işleri hususunda Allah'tan korksunlar ve onlara, kendi
çocuklarına söyledikleri gibi şefkatli ve merhametli sözler söylesinler. Bu
âyet vâsîler hakkında nazil olmuştur. [20]
10. Yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenler, şüphesiz
karınlarına sadece ateş
doldurmuş olurlar. Hakikatte onlar, ateşten başka bir şey yemezler. Bu
ateş kıyamet gününde onların karınlarında alevlenecektir. Zaten onlar, korkunç
alevli ateşe gireceklerdir. O da cehennem ateşidir. [21]
Edebî Sanatlar
Bu âyetler aşağıda sıralanan edebî sanatları ihtiva
etmektedir.
1. "Zengin" ile fakir az oldu ile çok
oldu
"erkekler" ile "kadınlar" ve "pis" ile “temiz"
kelimeleri arasında tıbâk sanatı vardır.
2. " verdiniz" veriniz" ve söyeyiniz ile döz
kelimeleri arasında cinas-ı mugayir vardır.
3. Onlara mallarını veriniz... Onlara mallarını
verdiğiniz zaman.." cümleleri ile, Ana
babanın ve yakınların teri-kclerinde erkeklerin payı vardır; ana babanın ve
yakınların terikelerinde kadınların da
payı vardır" cümlelerinde itnâb vardır.
4. "Yetimlere mallarım veriniz" âyetinde mecâz-ı
mürsel vardır. Yani "daha Önce yetim olup da rüşt çağma eren kimselere mallarını
veriniz" demektir. Aynı şekilde, "karınlarına ateş doldururlar" cümlesi de
mecâz-ı mürseldir. Yani ilerde böyle olacağı nazar-ı itibara alınarak ifade edilmiştir. Buna göre
mânâsı: "Yedikleri, âhircîte
karınlarında ateş oacaktır" demektir. Bu teşbih Ben rüyamda şarap sıktığımı
gördüm"[22] cümlesine benzer. Yani ilerde şarap olacak üzümü sıktığımı gördüm"
demektir.
5. Zengin olan vasi, yetimin malını yemekten sakınsın. Fakir olan ise iyilikle
yesin, cümleleri arasında güzel bir mukabele sanatı vardır.
6. Birçok erkek ve kadın, terkiplerinde olduğu
gibi, çeşitli yerlerde hazif yoluyla i'caz vardır. Bu âyetin takdiri şöyledir:
Birçok erkek ve bir çok kadın. [23]
Faydalı Bilgiler
1. Sûreye,
insanların bir tek şahıstan yaratıldıklarını hatırlatarak başlamak güzel bir mukaddime ve
parlak bir giriş olmuştur. Aynı şekilde sûrede bulunan evlenme ve miras
hükümleri, kan-koca hukuku, evlilik yoluyla doğan akrabalık, süt emzirme ve
diğer şer-i hükümler için de parlak bir giriş olmuştur.
2. "Ey insanlar" şeklinde hitap edildiğinde, bu
hitap ister kâfirlere, isterse onlarla birlikte diğerlerine olsun, çoğunlukla,
bu hitabu ardından Allah'ın birliği ve rubûbiyetini gösteren deliller getirilir.
Mesela "Ey insanlar Rabbinize ibadet edin[24] ve "Ey insanlar, Allah'ın va'di haktır[25] âyetlerinde durum
böyledir Ey insanlar" ifadesiyle sadece mü'minlere hitap edildiği zaman burada
olduğu gibi, bunun arkasından nimetler anlatılır. Ebu Hayyan
böyle ifade etmiştir.[26]
3. Yenilen yemekler zaten kama gittiği halde,
onuncu âyette "yemek" ile birlikte "karın" kelimesinin zikredilmesi pekiştirme
ve mübalağa ifade eder. Bu "gözümle gördüm" "kulağımla işittim" seklindeki
sözlere benzer. Yüce Allah'ın Bunlar, sizin, ağızlarınızla söylediğiniz
sözlerdir[27] âyet-i kerimesi bunun bir benzeridir.
4. Yüce Allah beşinci âyette "yetimlerin
malları"nı "vâsilerin malları" diye gösterdi. Bunun sebebi, toplumun birbiriyle
yardımlaşmasının gereğine dikkat çekmek, mallarını korumaya ve onları zayi
etmemeye teşvik etmektir. Çünkü aklı ermeyenin, malı har vurup harman
savurmasından bütün toplum zarar görür. [28]
Birden Fazla Kadınla Evlenme Hakkında Birkaç Söz
Birden fazla kadınla evlenme, hayat şartlarının
gerektirdiği bir zarurettir. Bu, sadece İslam'ın getirdiği yeni bir mesele
değildir. İslam geldiğin- de çok evliliği kayıtsız, sınırsız ve insanlık dışı
bir şekilde buldu, onu tanzim etti, sınırladı ve toplumların karşılaşabileceği
bazı zorunlu haller için bir deva ve ilaç kıldı. Gerçekte, çok evliliği meşru
kılmak İslam'ın iftihar edeceği konulardan bindir. Çünkü İslam bugün toplumların
karşılaşıp da çözüm bulamadıkları en girift problemlerden olan sosyal bir
meseleyi halletmiştir,.. Toplum, iki kefesi denk olması gereken bir terazi
gibidir. Kadınların sayısı erkeklerin sayısının birkaç katına çıkar da denge
bozulursa ne yapacağız? Kadını evlilik ve annelik nimetinden mahrum edip, onu
fuhuş ve rezalet yoluna girecek bir durumda mı bırakacağız, yoksa bu problemi
kadının şerefi, ailenin kudsîyelini ve toplumun selâmetini koruyabileceğimiz
şerefli yollarla mı çözeceğiz?
Bunun en yakın örneği, İkinci Dünya harbinden sonra
Almanya'da meydana gelen durumdur. Zira burada kadınlar erkeklere nisbetle aşırı
derecede artmış ve erkeklerin üç misli olmuştur. Bu, bir sosyal denge
bozukluğudur. Kanun koyucu bunu nasıl halledecektir? Hıristiyanlık bu mesele
karşısında eli kolu bağlı, hiçbir görüş beyan edemeden şaşkın şaşkın dururken,
İslam koyduğu parlak bir kanunla meseleyi çözmüştür. Avrupalının çok kadınla
evlenmesine dini müsaade etmez, fakat o, gayr-i meşru yollarla yüzlerce kadınla
ilişki kurmayı kendisine mubah sayar. Avrupalı bir baba, kızını âşığı ile
birlikle gördüğünde sevinir, gıpta eder. Hatta onlara, rahatlarını temin edecek
bütün yollan hazırlar. Bu durum yaygın bir örf haline gelmiş, devletler,
cinsler arasındaki bu gayr-i meşru ilişkilerin meşruiyetini itiraf etmek zorunda
kalmışlar ve ahlâkî çöküş kapısını sonu
na kadar açmışlardır. Böylece, birden fazla kadınla
evlenme ilkesini meşru bir nikahla değil de arkadaşlık perdesi altında kabul
etmişlerdir. Bu durum gerçek bir evliliktir. Ancak nikahsız, gayr-i resmîdir.
Erkek, dilediğinde kadına karşı hiçbir hukukî sorumluluk taşımaksızın onu
koyabilmektedir. Bunların arasındaki alaka aile ve eşlik alâkası değil, sadece
bedenî bir alâkadır. Helâl yoldan birden fazla kadınla evlenmeyi yasaklayıp da,
haram yoldan mubah kılmak suretiyle kadını insanlık mertebesinden, hayvanlık
mertebesine İndirenlere şaşarım.
Ey Rabbim! Doğru yol senin gösterdiğin yoldur.
Senin âyetlerin haktır. Sen onlarla, dilediğini doğru yola iletirsin. [29]
11.
Allah
size, çocuklarınız hakkında,
erkeğe, Kadının payının iki misli emreder. Kız çocuklar ikiden fazla ise
ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir tane ise yarısı
onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana babasından her birinin altıda bir hissesi
vardır. E-ğer çocuğu yok da ana, babası ona varis olmuş ise, anasına üçte
bir düşer. Eğer
ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir düşer. Bütün
paylar ölenin yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız ve
oğullarınızdan hangisinin size, fayda bakımından daha yakın olduğunu
bilemezsiniz. Bunlar Allah (tarafın) dan konmuş paylardır. Şüphesiz Allah ilim
ve hikmet sahibidir.
12. Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra
eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukari
varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Çocuğunuz yoksa, yapacağınız
vasiyetten ve borçtan sonra bıraktığınızın dörtte biri de onlarındır. Çocuğunuz
varsa bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadının, ana,
babası ve çocukarı bulunmadığı halde (kelâle şeklinde) malı mirasçılara kalırsa
ve bir erkek, yahut bir kızkardeşi varsa,
her birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar.
Bu taksim, yapılacak vasiyet ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızın
yapılacaktır. Bunlar, Allah'ın size vasiyetidir. Allah herşeyi hakkıyle
bilendir, halimdir.
13. Bunlar, Allah'ın koyduğu sınırlardır. Kim
Allah'a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan
cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş
budur.
14. Kim de Allah'a ve Peygamber'ine karşı isyan
eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun
için alçaltıcı bir azab vardır.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde yetimlerin korunmasını
emrederken, bu arada özet olarak akrabaların haklarını da açıkladı. Bunun
ardından, daha Önce özetle verilmiş olan miras hükümlerini geniş bir şekilde
ortaya koydu. Erkek ve anne ve babaların, karı ve kocaların, erkek
ve kızkardeşlerin paylarını anlattı. [30]
Kelimelerin İzahı
"Size emreder" demektir. Vasiyyet, bir şeyin
yapılmasını istemek ve emretmek mânâsı.ıadır. lafzından daha kuvvetlidir,
birşeyin önemini daha iyi ifade eder. Çünkü "îsâ", bir şeye düşkün olması ve ona
sarılmayı istemektir.
Ferîda, Allah'ın takdir ettiği ve farz kıldığı bir
haktır.
Kelâle, bir erkek kişinin, aslı ve fer'i olmadan,
yani çocuksuz ve babasız olarak ölmesidir. Çünkü bu kelime, zayıflık mânâsına
gelen j£ kelimesinden türemiştir. Kişi zayıflayıp da kuvveti gittiğinde
denilir.
Allah'ın hükümleri ve ihlâl edilmesi caiz olmayan
belirli farzlarıdır.
[31]
Nuzûl Sebebi
Rivayet olunduğuna göre Sa'd b. Rabi'nin karısı,
iki kızını alarak Rasulullah (s.a.v.)'a geldi ve dedi ki: Ya Rasulullah! Bunlar
Sa'd b. Rabi'nin kızlarıdır. Babaları Sa'd, seninle birlikle Uhud'da savaşırken
şehit oldu. Kızlarımın amcası mallarını aldı, onlara mal bırakmadı. Bunlar ancak
mallan sayesinde evlenebilirler. Rasulullah (s.a.v.): Bu hususta Allah hükmünü
indirir" dedi. Bunun üzerine miras âyeti yani "Allah çocuklarınız hakkında şöyle
emreder.." âyeti indi. Rasulullab (s.a.v.) kızların amcasına haber göndererek,
"Sa'd'ın iki kızına üçte iki, annelerine sekizde bir ver, kalan senindir"
buyurdu.[32]
Âyetlerin Tefsiri
11. Allah çocuklarınızın mirası hakkında sizden
adaletli davranmanızı isteyerek, erkek çocuğa iki kız çocuğun payı kadar mîrâs
vermenizi emreder, Vârisler sadece iki veya daha çok kız iseler, terikenin üçte
ikisi bunlarındır. Vâris bir tek kız ise, mîrâs malının yansı onundur. Yüce
Allah bu âyette çocukların mirasını anlatarak başladı. Anne-babanm mirasım daha
sonra anlattı. Zira varislikte fer' asıldan yani çocuk anne ve babadan önce
gelir. Ölenin erkek veya kız çocuğu varsa, ana babadan herbirinin, onun
bıraktığı maldan altıda bir payı vardır. Âyette geçen kelimesi, hem erkek nem de
kız evlada şâmildir. Eğer ölenin çocukları olmaz da, vârisler sadece anne ve
babası veya anne ve baba ile beraber eşlerden biri olursa, bu takdirde malın
tamamının üçle biri veya hayattaki eş payını aldıktan sonra kalanın üçte biri
annesinindir, geriye kalan da ba-basınındır. Ölenin anne ve babası ile birlikte
iki veya daha çok kardeşi varsa, bu takdirde annenin payı sadece altıda birdir.
Geri kalanı babanındır. Bundaki hikmet şudur: Çocukların nafakasını temin etmek,
annenin değil babanın görevidir. Dolayısıyla babanın mala daha1 çok ihtiyacı
vardır, Vârislerin hakkı, ölünün vasiyeti yerine getirildikten ve borçları
ödendikten sonra gelir. Terike ancak bunlardan sonra taksim edilir. babalarınız
ve oğullarınızdan hangisinin size fayda bakı- mından daha yakın olduğunu
bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından takdir edilmiş paylardır. Yani mirasların
taksimini Yüce Allah bizzat üzerine aldı ve hikmetine göre payları takdir etti.
En faydalı ve yararlı bir şekilde taksim etti. Eğer iş
insanlara bırakılmaydı, kendileri
için hangisinin daha faydalı olduğunu bilemezler, hikmetsiz
ve yersiz bir şekilde mal taksim ederlerdi. İşte bunun içindir ki Yüce Allah
şöyle buyurdu: Şüphesiz Allah ilim ve
hikmet sahibidir. İnsanlar için faydalı olanı.bilir, takdir ettiği ve muşru
kıldığı şeylerde hikmeti vardır. Sonra Yüce Allah karı ile kocanın mirasını
anlatarak şöyle buyurdu:[33]
12. Ey erkekler! Eşlerinizin sizden veya başka
birinden çocukları yoksa, onların bıraktığı malın yansı sizindir Eğer
çocukları varsa, bu takdirde, sizindir, bıraktıkları
mîrâsın dörtte biri sizindir. Bu hususta oğulun çocuğu, icmâen,Ancak bunlar.
kendi çocuğu gibi kabul edilmiştir. eşlerinizin yaptığı vasiyetin yerine
getirilmesinden ve borçlarının Ödenmesinden sonra olur. Mevcut eşlerinizden veya diğerlerinden
çocuğunuz yoksa, eşleriniz bir veya daha fazla da olsa. bıraktığınız mîrâsın
dörtte biri onlarındır, Mevcut eşlerinizden veya diğerlerinden çocuğu varsa,
bıraktığınız malın sekizde biri eşlerinizindir. Ancak bunlar, yaptığınız
vasiyetin yerine getirilmesi ve borçlarınızın ödenmesinden sonra olur. Burada
vasiyetin ve borcun tekrar zikredilmesi, bunlara gösterilen itinayı açıkça ifade
eder. Eğer ölen erkek veya kadın, babası ve çocukları bulunmadığı halde mîrâs
bırakır da, asıl veya fer'î bulunmadığı için uzak akrabaları ona mîrâsçı olursa
ve kendisinin de ona bir bir erkek veya kız kardeşi varsa bunlardan her
birine, yani ana bir erkek ve kardeşe ve ana bir kız kardeşe altıda bir pay
vardır. Ana bir erkek veya kızkardeşler birden
çok olurlarsa, onlar mîrâsm üçte birini
eşit olarak bölüşürler. Bu mîrâsta erkeklerle kadınlar eşittir. Ebu
Hayyan: "Bu âyette belirtilen kardeşlerden maksadın, anabir erkek kardeşler
olduğu hususunda icma vardır" der. Bu taksim, vârislere zarar vermek kastıyla
değil, bir hayır içinde yapılan, bir diğer İfadeyle üçte bir vasiyet sınırları
içersinde yapılan vasiyetin yerine getirilmesi ve borcun ödenmesinden sonra
olur. Zira Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Vasiyet için malın üçte biri
yeter. Üçte bir bile çoktur." Bunlar, Allah'tan size bir vasiyettir, o
emretmiştir. Allah alimdir, koyduğu
kanunları pek iyi bilir. Halimdir, emrine muhalefet edene ceza vermekte acele
etmez. Açıklanan bu hükümler, Allah'ın kullan için sınırlarını çizdiği
kanunlarıdır. Bunları, kullarını amel etmeleri ve sınırı geçmemeleri için
koymuştur. [34]
13. Kim. hükmettiği hususlarda Allah'ın ve açıkladığı
hususlarda da Rasulünün
enirine itaat ederse, Allah onu
binalarının ve ağaçlarının altından ırmaklar akan naîm cennetlerine kor. Orada
ebedî olarak kalacaklardır. İşte büyük kurtuluş budur. [35]
14. Kim Allah ve Rasulünün emrine isyan eder de
O'nun çizdiği sınırı aşarak itaat etmezse, Allah, onu devamlı kalacağı cehennem
ateşine sokar, oradan asla çıkarmaz. Onun için alçaltıcı zelil kılıcı ve ibret
verici şiddetli bir azap vardır. [36]
Edebî Sanatlar
Bu âyetler, aşağıda anlatılan edebî sanatları
ihtiva etmektedir:
1. "Erkek" ile "kadın", kim itaat ederse" ile
,"kim isyan ederse" ve "babalarınız' ile "oğullarınız" kelimeleri arasında tıbâk
sanalı vardır.
2. "Yaptıkları vasiyetin yerine getirilmesinden
veya borçlarının ödenmesinden sonra" cümlesi ile "yaptığınız vasiyetin yerine
getirilmesinden veya borcunuzun ödenmesinden sonra" cümlesinde itnab vardır. Bu
anlatılanların mutlaka yerine getirilmesi gerektiğini ifade eder.
3. kelimeleri arasında iştikak cinası
vardır.
Faydalı Bilgiler
Bazı alimler, "Allah size çocuklarınızın hakkında
şunu emreder" âyetinden, Yüce Allah'ın çocuğa karşı annesinden daha merhametli
olduğu hükmünü çıkarmışlardır. Zira Allah, anne ve babaya, çocuklarının
haklarını ödemelerini emretti. Şu hadis bu mânâyı pekiştirir: "Allah kullarına,
çocuğuna merhamet eden şu anadan daha merhametlidir.[38]
Bir Uyarı
Mirasta erkeğe,
kadının payının iki misli
verilmesindeki h sudur: Erkek, ailenin nafakasını temin etmeye, ticaret
yapma ve kazanç sağlama hususunda meşakkatlere katlanmaya mecbur ve bu hususta
jıtiyaç sahibidir. Onun temin etmesi gereken nafakalar daha çok, yerine
getirmesi gereken vazifeleri daha büyüktür. Bu sebeple onun, mala daha çok
ihtiyacı vardır.[39]
15. Kadınlarınızdan fuhu yapanlara karşı
aranızdan dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp
götürünceye, yahut Allah onlara bir yol açmcaya kadar evlerde
hapsedin.
16. İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa ceza
verin; eğer tevbe eder, uslanırlarsa artık onlara ceza verip eziyet etmekten
vazgeçin; çünkü Allah tevbeleri çok kabul eden ve çok merhamet
edendir.
17. Allah'ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden
kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesi-dir; işte
Allah bunların tevbesini
kabul eder; Allah herşeyi bilendir, hikmet
sahibidir.
18. Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden
birine ölüm gelip çatınca "Ben şimdi tevbe ettim" diyenler ile kafir olarak ölenler için tevbe
yoktur. Onlar için elem verici bir azap
hazırlamışizdir.
19. Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris
olmanız size helal değildir. Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça, onlara
verdiğinizin bir kısmını ele geçirmeniz için de kadınları sıkıştırmayın. Onlarla
iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız biliniz ki Allah'ın hakkınızda çok
hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz.
20. Eğer bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş
almak isterseniz, onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız dahi ondan
hiçbir şeyi geri almayın. Siz iftira ederek ve apaçık günah işleyerek onu geri
alır mısınız?
21. Vaktiyle siz birbirinizle haşır neşir
olduğunuz ve onlar sizden sağlam bir teminat almış olduğu halde onu nasıl geri
alırsınız?
Bu Ayetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde nikah ve mîrâs
hususunda erkek ve kadınlarla ilgili hükümleri açıkladıkları sonra, bu âyetlerde
de haram olan bir şeyi işledikleri takdirde kadınlar hakkında verilecek hükmü
açıkladı. Ardından da, onlara zulmetmek, mehirlerini yemek ve insan şerefine
yakışır bir şekilde muamele etmemekten sakındırdı. [40]
Kelimelerin İzahı
"O hanımlar ki" demektir. kelimesinin
kaide dışı
cem'îdir
rahişe, çirkin fiil demektir. Burada, çirkin
fiilden maksat zinadır.
"îkiisi" mânâsına olup kelimesinin tesniyesidir.
Tevbe, aslında "dönmek" manasınadır. Bunun gerçek
mahiyeti, yapılan çirkin fiilden pişmanlık duymaktır.
Kâfin fethası ile "kerh" birisini bir şey yapmaya
zorlamak manasınadır. Kâfin zammesi ile "kürh" ise, meşakkat demektir. "Annesi
onu zahmetle taşıdı[41] âyetinde meşakkat mânâsında kullanılmıştır.
"Onları engellerseniz" demektir. Bir kimse bir
kadının evlenmesine engel olursa denilir.
Bühtan, zulüm demektir. Bühtanın aslı, kendisine
bühtan edilen şahsın duyduğu zaman şaşıracağı bir yalandır.
Ona ulaştı, onunla halvet oldu demektir. Genişlik
mânâsına gelen Lü kökünden
türemiştir.
Mîsâkan galîzan, kuvvetli söz manasınadır. Burada,
nikah akdi mânâsına gelir.
[42]
Nuzûl Sebebi
Rivayet edildiğine göre, Câhiliyye devrinde bir
adam Öldüğünde, geride bıraktığı eşinden değil de başka eşinden olan oğlu veya
velisi gelerek, kadının üzerine bir elbise atar adamın malına vâris olduğu gibi
karısına da vâris olurdu. Dilerse, önceki mehri ile o kadınla kendisi evlenir,
isterse mehrini alarak kadını başkasıyle evlendirirdi. Yüce Allah "Ey mü'minler!
Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl değildir." âyetini indirerek bu Câhiliyye âdetini kaldırdı.[43]
Âyetlerin Tefsiri
16. Zina eden kadınlarınızın, zina ettiklerine
dair, hür müslümanlardan dön erkeğin şahitlik etmesini isteyin, Suçları
şâhidlerle sabit olursa, onları ölünceye kadar evlerde hapsedin. Veya, Allah
indireceği hükümle onlar için bir kurtuluş yolu göste-rinceye kadar onları
evlerde tutun. İbn Kesir şöyle der: "İslamm ilk dönemlerinde bu konuda hüküm
şöyleydi: Kadının zina ettiği, adil delil ile sabit
olunca eve hapsedilir, Ölünceye kadar oradan
çıkamazdı. Nihayet Yüce Allah Nur sûresini indirerek celde ve recim hükmünü
getirip bu hük- mü kaldırdı.[44] İçinizden bu fuhşu yapan her iki tarafa da kınama, azarlama ve dövmek
sureliyle ceza verin. Burada "iki kişi" den maksat zina eden erkek ve kadındır.
Ancak tağlib[45] yoluyla müzekker lafız
kullanılmıştır Eğer bu kötü fiilden tevbe eder ve hallerini İslah ederlerse,
onlara eziyet etmekten vazgeçin. Allah tevbeleri cok kabul eder, rahmeti boldur.
Fahr-ı Râzî söyle jier: "Kadına evde hapsedilme, erkeğe ise çeşitli şekilde
eziyet etme cezası verilmesinin sebebi şudur: Kadın, ancak evden çıktığı ve
örtüsüz olarak halk arasında dolaştığında zina hatasına düşer. Evde
hapsedildiğinde bu suç vesilesi ortadan kalkar. Erkeğe gelince, onu evde
hapsetmek mümkün değildir. Çünkü o, kendisinin ve aile efradının geçimini temin
etmek için dışarı çıkma ihtiyacmdadır. Şüphesiz bunların cezaları da farklı
olmuştu.[46]
17. Allah'ın "kabul edeceğim" diye söz verdiği
tevbe, bilmeyerek bir masiyet işleyip de bunun çirkinliğini ve sonucunun
kötülüğünü anladıktan sonra pişman olan ve ölmeden çabucak tevbe eden kimselerin
tevbesidir. İşte Allah bunların tevbesini kabul eder. Allah, yarattıklarını pek
iyi bilir, koyduğu kanunlarda hikmeti vardır. [47]
18. Sürekli olarak suç işleyip de nihâyel ölüm
geldiğinde "Ben şimdi tevbe ettim" diyen kimsenin tevbesi kabul olunmaz. Bu, zor
durumda kalmış kimsenin tevbesi olup makbul değildir.[48] Zira, hadiste: "Can çekişme durumuna gelmedikçe, Allah, kulun tevbesini
kabul eder.[49] buyrulmuştur. Kâfir olarak ölenlerin de, ölüm anındaki
imanları kabul edilmez. İşte onlar
için elem verici
bir azap hazırlamışındır.
[50]
19. Ey mü'minler! Kadınları, veraset yoluyla bir
insandan diğerine kalan eşya haline getirmeniz ve kocalarının Ölümünden sonra
onları bir miras malı gibi zorla almanız size helâl değildir. İbn Abbas şöyle der:
"Câhiliyye zamanında bir kimse ölünce, velileri karısını almaya hak
kazanırlardı. İsterlerse onlardan biri onunla evlenir, isterlerse kadım
başkasıyla evlendirir, dilerlerse kadının evlenmesine mani olurlardı.[51] Onların evlenmesini engellemeniz veya mehir olarak verdiklerinizin bir
kısmını ele geçirmek için onlara baskı yapmanız helal değildir, Ancak apaçık
fuhuş işlemeleri yani zina etmeleri halinde baskı yapıp onları evde
hapsedebilirsiniz. İbn Abbas şöyle der: Apaçık fuhuştan maksat, kadının kocasına
karşı isyan etmesi ve huzursuzluk çıkarmasıdır, Onlarla, Allah'ın emrettiği
şekilde yani güzel söz söyleyerek ve güzel muamele ederek geçinin, Onlarla
geçinmekten hoşlanmasanız da onlara karşı yine de sabırlı olun ve iyiliğe devam
edin. umulur ki Allah size, onlardan sevineceğiniz salih bir çocuk verir. Belki
de hoşunuza gitmeyen şeyde birçok hayır vardır. Sahih hadiste şöyle buyrulur:
"Hiçbir mü'min erkek mü'min kadına buğz etmesin. Çünkü onda hoşlanmadığı bir
huyu varsa, hoşlandığı bir huyu da vardır.[52]
Yüce Allah, kadını boşadıktan sonra mehrinden
herhangi bir şey almaktan sakındırarak şöyle buyurur: [53]
20. Ey mü'minler! Boşadığmız bir kadının yerine
başka bir kadınla evlenmek istediğiniz de, onlardan birine yığınlara ulaşan
büyük miktarda mehir vermiş olsanız dahi, o mehirden az da olsa herhangi bir şey
almayın, Siz onu haksız yere ve zulm ile geri mi alıyorsunuz? Bu istifham,
istifhâmı inkârîdir. "Geri almayın" demektir. [54]
21. Karı-koca hayatı yaşayıp kendilerinden
faydalandığınız halde, bu mehri geri almanız nasıl mubah olur? Üstelik onlar
sizden sağlam ve kuvvetli bir ahid aldılar, yani nikahlandınız. Mücahid: "Sağlam
ve kuvvetli ahitten maksat, nikah akdidir." der. Hadiste şöyle buyrulmuştur:
Kadınlar hakkında Allah'tan korkunuz. Çünkü siz onları, Allah'ın emaneti olarak
aldınız. Allah'ın emriyle onların namuslarını helâl edindiniz.[55]
Edebî Sanatlar
Bu âyetler birçok edebî sanatı ihtiva etmektedir.
Bunlar aşağıda özetlenmiştir:
1. "Ölüm onları öldürünce.." cümlesinde mecâz-ı
aklî vardır. "Allah veya melekleri onları öldürdüğünde" demektir.
2. "Sizden kuvveti bir söz aldılar" cümlesinde
istiare vardır. Yüce Allah burada "mîsâk" lafzını, "şer'î akid" yerinde müs-tear
olarak kullanmıştır.
3. "İkisi tevbe ederse" ile "tevbeyi kabul eden"
ve "onlardan hoşlanmazsanız" ile "hoşlanmamanız" kelimeleri arasında cinâs-r
mugayir vardır.
4. "Onlardan birine yığın yığın mal vermiş de
olsanız" cümlesinde mübalağa sanatı vardır. İşin önemini vurgular ve
pekiştirir. [56]
Faydalı Bilgiler
"Birbirinizle karı-koca hayatı yaşadınız."
âyetinde Yüce Allah, mü'minlere yüksek ahlâkı öğretmek için, cima yerine kinaye
olarak lafzını kullandı. İbn Abbas şöyle der: "Bu âyetteki lafzı cima
manasınadır. Fakat Allah kerîmdir, kinaye yapar.[57]
Bir Uyarı
Hz. Ömer (r.a.) hutbede şöyle hitap etti: Ey
insanlar! Kadınlara mehir vermekte aşırı gitmeyiniz. Zira çok mehir vermek,
dünyada bir şeref veya Allah katında bir takva vesilesi olsaydı, buna Rasulullah
(s.a.v.) sizden daha layık olurdu. O ne eşlerinden ne de kızlarından birine
oniki okkadan fazla mehir takdir etmedi. Bir kadın kalkarak ona şöyle dedi: Ey
Ömer! Allah bize verdiği halde sen bizi mahrum mu ediyorsun? Çünkü Allah:
"Onlardan birine yığınlara ulaşan büyük miktarda mehir vermiş olsanız dahi, o
mehirden birşey almayın" buyuruyor. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a): "Kadın doğru
söyledi, Ömer hata etti" dedi.[58]
22. Geçmişte olanlar bir yana, babalarınızın
evlendiği kadınlarla evlenmeyin; çünkü bu bir hayasızlıktır, iğrenç bir şeydir
ve kötü bir yoldur.
23. Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz,
halalarınız, teyzeleriniz, erkek
ve kızkardeş kızları,
sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin anaları,
kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden
olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer bu
eşlerle henüz birleşmemişseniz kızlarını
almanızda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın
eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı; ancak geçen
geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.
24. Sahip olduğunuz cariyeler müstesna, evli
kadınlar da size haram kılındı. Allah'ın size emri budur. Bunlardan başkasını,
namuslu olmak ve zina etmemek üzere mallarınızla istemeniz size helâl kılındı.
Onlardan faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehir
kesiminden sonra karşılıklı anlaşmanızda size günah yoktur. Şüphesiz Allah ilim
ve hikmet sahibidir.
25. İçinizden, imanlı hür kadınlarla evlenmeye
gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan imanlı genç kızlarınız
cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilmektedir. Hep aynı
köktensiniz. Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da
tutmamaları şartı ve sahiplerinin izni ile onları nikahlayıp alın, mehirlerini
de normal miktarda verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür
kadınların cezasının yarısı uygulanır. Bu içinizden günaha düşmekten
korkanlar içindir. Sabretmeniz
ise sizin için daha hayırlıdır.
Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.
26. Allah size açıklamak ve sizi, sizden
öncekilerin yollarına iletmek ve sizin günahlarınızı bağışlamak istiyor. Allah
hakkıyle bilicidir, yegane hikmet sahibidir.
27. Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister;
şehvetlerine uyanlar ise büsbütün yoldan çıkmanızı
isterler.
28. Allah sizden yükünüzü hafifletmek ister;
insan zayıf yaratılmıştır.
29. Ey iman edenler! Karşıkhklı rızaya dayanan
ticaret hali müstesna, mallarınızı, batıl ile aranızda yemeyin. Ve kendinizi
öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size merhamet edecektir.
30. Kim düşmanlık ve haksızlık ile bunu yaparsa
onu ateşe sokacağız; bu ise Allah'a çok kolaydır.
31. Eğer size yasaklanan büyük günahlardan
kaçınırsanız küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere
yerleştiririz.
Ayetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde eşlere karşı güzel
davranmayı emretti ve onlara eziyet etmek veya mehirlerini yemekten sakındırdı.
Bundan sonraki âyetlerde de neseb, evlilik veya emzirmeden meydana gelen
akrabalıklar sebebiyle evlenilmesi haram olan kadınları anlattı. [59]
Kelimelerin İzahı
Geçti demektir.
Makt, çirkin iş yapan kimseye karşı duyulan
şiddetli buğz demektir. Araplar kişinin, babasının karısıyla yaptığı evliliğe
nikahu'1-makt (buğz nikahı) derlerdi.
Rabâib, üvey kız yani karının başkasından olan kızı
mânâsına gelen "Rabîbe" kelimesinin çoğuludur. Kocanın himayesinde terbiye
edilip yetiştiği için ona bu isim verilmiştir.
Hucûr, hacr kelimesinin çoğuludur. Sizin
terbiyenizde, manasınadır. Bir kimse başka bir kimsenin terbiyesi altında
olduğunda denilir. Ebu Ubeyde:
"evlerinizde manasınadır" der.
Halâil, zevce mânâsına gelen halîle kelimesinin
çoğuludur. Kocasının helâli olduğu için bu isim verilmiştir.
Mnhsinîn, iffetli davranarak zinadan uzak olanlar
demektir. : Sifah, "zina" demektir. Bu
kelime, lügatte dökmek mânâsına gelen kökünden türemiştir. Zİnâ edenin, şehevî
arzusunu yerine getirmek ve meniyi boşaltmaktan başka bir maksadı olmadığı için
bu fiile sifah ismi verilmiştir.
Tavl, bolluk ve zenginlik demektir, Ahdân,
kelimesinin çoğuludur, kadının dostu olıip, onunla gizlice zina eden kimse
demektir.
Anet, günah işlemek demektir. Asıl mânâsı zarar ve
fesattır. Sünen, yol mânâsına gelen sünnet kelimesinin çoğuludur. Onu sokarız demektir. [60]
Nüzul Sebebi
a. Ensârın sâlihlerinden olan Ebu Kays b. Eslet
ölünce oğiu Kays, babasının karısıyla evlenmek istedi. Kadın: "Ben seni çocuğum sayıyorum!! Gidip Rasulullah
(s.a.v.) soracağım" dedi. Rasulullah (s.a.v.)'a geldi ve durumu haber verdi.
Bunun üzerine Yüce Allah "Babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin" âyetini
indirdi.[61]
b. Ebu Said el-Hudrî'den şöyle rivayet
olunmuştur: Evias gazasında, kocaları olan bazı kadın esirler aldık. Onlarla
cima etmek hoşumuza gitmedi. Durumu Rasulullah (s.a.v.).'a sorduk. Bunun
üzerine "Sahip olduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlar da size haram
kılındı" âyeti nazil oldu. Ebu Said diyor ki: Bunun üzerine harp esiri olan bu
cariyeleri helâl saydık.[62]
Âyetlerin Tefsiri
22. Babalarınızın evlenmiş olduğu kadınlarla
evlenmeyin. Ancak daha önce yaptıklarımızı Allah affet-mistir. Bu kadınlarla
evlenmek son derece çirkin ve en âdi bir şeydir. Kişinin, babasının ölümünden
sonra, annesi yerinde olan bir kadınla evlenmesi ve onun yatağına girmesi insana
nasıl yakışır? Bu çirkin ve âdi nikah, ne kötü bir evlenme usûlüdür. Sonra Yüce
Allah, kendileriyle evlenilmesi haram olan kadınları anlatarak şöyle
buyurdu: [63]
23. Annelerinizle evlenmek size haram kılındı.
Baba veya ana tarafından olan nineler de bu hükme dâhildir. Kızlarınızla
evlenmek de haram kılındı. Ne kadar aşağı inerse insin çocukların kızları da bu
hükme dâhildir. Kızkardeşlerinizle evlenmek haram kılındı. Baba bir veya ana bir
kızkardeş bu hükme dahildir. Halalarınız, yani babalarınızın ve dedelerinizin
kızkardeşleri ile teyzeleriniz size haram kılındı. Erkek ve kızkardeşin kızları
da haram kılındı. Bunların çocukları da bu hükme dâhildir.
Bu yukarda sayılan anneler, kızlar, kızkardeşlcr,
halalar, teyzeler, erkek ve kızkardeş çocukları, nesep yoluyla haram
olanlardır. Bundan sonra Yüce Allah emzirme yoluyla haram olanları açıklayarak
şöyle buyurdu: Seni doğuran annen sana haram olduğu gibi seni emziren annen de
sana haramdır. Süt kız kardeşin de böyledir. Allah, emzirmeyi nesep makamına
indirdi de emziren kadına, emen çocuğun annesi diye isim verdi. Ayet anneler ve
kizkardeşlerin dışında, emzirme yoluyla haram kılınanları zikretmedi. Halbuki
Sünnet-i nebcviyye emzirme yoluyla haram olanların yedi olduğunu açıkladı.
Nitekim nesepte de durum aynıdır. Zira Rasulullah (s.a.v): "Nesep yoluyla haram
olan emzirme yoluyla da haramdır[64] buyurmuştur. Bundan sonra Yüce Allah, evlilik yoluyla haram olan
kadınları açıklayarak şöyle buyurdu: Eşin annesiyle evlenmek de haramdır. Bu
hususta, eş ile cima etmiş veya etmemiş olması farketmez. Çünkü kız ile yapılan
mücerred akid anne ile evlenmeyi haram kılar. Zevcelerinizin, terbiye edip
yetişdirdiğin.iz kızları da size haramdır. Burada kelimesi, mutlak hükmü mukayyed yapmak için
gelmemiştir. Ancak genci durumu ifade eder. Çünkü genel olarak kızlar
anneleriyle birlikte olur ve annelerin eşleri onların terbiyesini üstlenirler.
Bu icına ile böyledir. Kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizin kızları size haram
kılındı. Burada duhul, birleşmeden kinayedir. Bunu İbn Abbas söylemiştir. Ey
mü'minler! Eğer kendileriyle cima etmeden o kadınlardan ayrıldıysanız, onların
kızlarıyla evlenmenizde sizin üzerinize bir vebal yoktur. Kendi sulbünüzden olan
oğullarınızın eşleriyle evlenmeniz size haram kılındı. Ancak evlat
edindikleriniz müstesna. Bunların eşlerini nikahlamak sizin için helaldir,
Aynı anda iki kız kardeşle birden evlenmek de size
haram kılındı. Ancak Câhiliyye zamanında yapılanlar müstesna. Şüphesiz Allah
onları affetmîştir. Şüphesiz Allah Gafûr'dur, 'geçmiş günahları pek bağışlar;
Rahîm'dir kullarına merhametli davranır. [65]
24. Evli olan kadınları nikahlamanız size haram
kılındı. Ancak esir almak suretiyle sahip olduklarınız müstesna.
Daru'l-harpte bunların kocaları olsa bile,
temizlendikten sonra bunlarla birleşmek size helaldir. Zira esir almakla,
kâfirin dokunulmazlığı ortadan kalkar. Kâfir kadınları nikahınızda
tutmayın.[66]
Bu, Allah'ın üzerinize bir farzıdır. Bunların
dışındaki kadınlarla evlenmeniz size helâl kılındı.
Ancak kadınları şer'î bir usûlle istemeniz, zina
etmemeniz ve me-hirlerini vererek onlarla evlenmeniz şarttır.
Nikah ederek kadınlardan faydalanmanıza karşılık,
Allah'ın kadınlara bağış olarak mehirlerini veriniz.[67] âyetiyle size farz kıldığı mehirlerini veriniz. Mehirde anlaştıktan
sonra, kendi azalarıyla bundan indirim yapmalarında size bir günah yoktur.
Nitekim bu sûrenin dördüncü âyetinde iyi Şayet ondan birazını kendileri gönül
hoşluğu ile bağışlarlarsa onu da afiyetle yeyin.[68] buyrulmuştur. İbn Kesir
şöyle der: Yani, sen kadına bir mehir takdir ettiğinde, o, bunun tümünü veya bir
miktarını sana bağışlarsa bundan dolayı ne sana ne de ona bir günah vardır,
Allah, kullarının yararına olanı bilir, onlar için koymuş olduğu hükümlerde
hikmeti vardır. [69]
25. Sizden kimin, hüı inü'min kadınlarla evlenme
gücü ve imkanı yoksa mü'minlerin sahip olduğu mü'min cariyelerle evlenebilir.
Allah sizin imanınızı daha iyi bilmektedir. Bu bir ara cümlesidir İman hususunda
zahiri bilginin yeterli olduğunu açıklamak için gelmiştir Sırları Allah
bilir.
Hepiniz aynı köktensiniz. Yani hepiniz Adem'in
çocuk lan ve bir tek nefistensiniz. Öyleyse bu cariyelerle evlenmekten kaçınma
yın. Nice cariye vardır ki, hür kadından daha iyidir. Bu âyette, mü'minlerii
cariyelerle evlenmeleri teşvik edilmiştir. Zira hasep ve nesep üstünlüğüm değil,
iman üstünlüğüne itibar edilir. Onlarla efendileri nin emri ve sahiplerinin izni
ile evlenin. Mehirlerin gönül rızasıyla veriniz. "Onlar cariyelerdir" diye hor
görerek mehirlerini eksik vermeyiniz, Onlar iffetli oldukları, açıkça ve dostluk
kurarak gizlice zina etmedikleri takdirde onlarla evlenin. İbn Abbas şöyle der:
kadının dostu demektir ki, kadın onunla gizli zina eder. Yüce Allah açık ve
gizli bütün fuhuşları yasaklamıştır.[70] Evlenerek namuslarını koruduktan sonra zina ederse, onlara hür
kadınların cezasının yarısı kadar ceza verilir. Cariyelerle evlenmek zina suçunu
işlemekten korkan kimseler için mubah kılınmıştır. Cariyelerle evlenmeye karşı
sabırlı olur ve iffetinizi korursanız, bu, doğacak çocuğun köle olmaması için
daha iyidir. Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kim tertemiz olarak Allah'a kavuşmak
isterse hür kadınlarla evlensin.[71] Allah'ın mağfireti bol, rahmeti
çoktur. [72]
26. Allah dininizin hükümlerini ve işlerinizin
yararlarını size açıklamak, uymanız için sizi peygamberlerin ve salih kişilerin
yoluna iletmek ve işlemiş olduğunuz günah ve haramlardan dolayı yapacağınız
tevbeleri kabul etmek ister. « Allah, kullarının hallerini bilir, onlar için
koyduğu kanunlarda hikmeti vardır. [73]
27. Allah, koyduğu hükümlerle sizi günah ve vebal
kirinden temizlemeyi sever ve tevbesini kabul etmek için kulun tevbe etmesini
ister.
Allah'ın kullarına olan rahmetinin genişliğini
vurgulamak için bu cümle iki defa tekrarlanmıştır. 'Şeytan'a tabi olan
günahkarlar, sizin haktan ayrılıp bâtıla gitmeniz ve kendileri gibi fasıklar ve
günahkârlar olmanızı isterler. Allah, verdiği emirlerle, şer'î hükümleri size
kolaylaştırmak ister.
[74]
28. insan zayıf, yani nefsanî arzularına karşı
çıkmaktan aciz olarak yaratıldı. Şehevî arzularına tabi olmaktan kendini
tutamaz.Bundan sonra Yüce Allah, insanların mallarım bâtıl yollarla yemekten
sakındırarak şöyle buyurur: Ey Allah ve Rasulünü tasdik edenler! Birbirinizin
mallarını batıl yollarla yemeyiniz. Bâtıl yoldan maksat, hırsızlık, hıyanet,
gasb, faiz, kumar ve benzeri, şeriatın müsaade etmediği her türlü yoldur. Ancak
karşılıklı rızaya dayanan, Allah'ın helal kıldığı ticaret gibi dine uygun bir
yolla yemeniz müstesna. Bu mubahtır. İbn Kesir şöyle der: Buradaki istisna,
ıstısna-ı munkati'dır. Buna göre mânâ şöyledir: Mal kazanma hususunda, haram
kılınan sebeplere sarılmayın. Ancak satıcı ve alıcının karşılıklı rızasına
dayanan meşru ticareti yapınız.[75]
29. Birbirinizin kanını dökmeyini Biliniz ki,
Allah size karşı merhametlidir. Yüce Allah'ın "kan dökme" yerine "nefsi
öldürme" tabirini kullanması, bu işi şiddetle men ettiğini ifade eder. Veya
âyetin zahirine göre mânâ "intihar etmeyiniz" demektir. Bu.yasaklama Allah'ın
size bir rahmetidir. Kim, Allah'ın
yasakladığı şeyi, sehiv ve hata ile değil de, haksızlık ve zulüm ile yaparsa onu
içinde yanacağı büyük bir ateşe atacağız. [76]
30. Bu, Allah'a kolaydır, bunda bir zorluk
yoktur. Çünkü Allah'ı hiçbir şey aciz bırakamaz. Ey mü'minler, Allah'ın size
yasakladığı büyük günahları bırakırsanız, lütfumuz ve merhametimizle sizin
küçük günahlarınızı sileriz[77]
31. Ve
sizi şerefli ve nimeti bol cennete yerleştiririz. Orada hiçbir gözün
görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın düşünemediği nimetler
vardır. [78]
Edebî Sanatlar
Bu âyetler birçok edebî sanatı ihtiva etmektedir.
Bunlar aşağıdaki şekilde özetlenmiştir.
1. "Anneleriniz size haram kalındı" cümlesinde
mecâz-ı mürsel vardır. Haram kılman, annelerin nikahıdır. Burada muzaf
hazfedilmiştir. Yani takdirindedir.
2. "Haram kılındı" ile "helal kılındı", "iffetliler" ile "zina edenler" ve "büyük
günahlar" ile "küçük günahlar" arasında tıbâk sanatı vardır. Zira "seyyiâtten"
maksat küçük günahlardır.
3. "Kendileriyle birleştiğiniz" terkibi, cinsî
münasebetten kinayedir, ve cümleleri de, bunun gibi cinsî münasebetten
kinayedir.
4. "Onlara ücretlerini verin" cümlesinde istiare
vardır, yerinde müstear olarak kullanılmıştır. Çünkü mehr şeklen ücrete
benzer,
5. "Nikahlamayınız" ile "nikahladığı", "sizi
emzirdiler" ile "emişmeden" ve "iffetli
kadınlar" ile "iffetlendiklerinde
(evlendiklerinde)" kelimeleri arasında cinâs-ı mugayir vardır. -Ayrıca bu âyet-i
kerimelerde birçok yerde ıtnab ve hazif vardır. [79]
Faydalı Bilgiler
1. Alimler, "muharremât âyeti"nden
şu kaideyi çıkarmışlardır. Kızları nikahlamak,
annelerini nikahlamayı haram kılar. Annelerle cinsî münasebette bulunmak,
kızlarla evlenmeyi haram kılar.
2. Bazı Rafizî ve Şîa alimleri ... "Onlardan
faydalanmanıza karşılık mehirlerini verin" âyetini mut'a nikahı olarak
yorumlamışlardır. Bu fahiş bir hatadır. Çünkü burada "fay dal anmak "tan maksat,
kocaların, cinsî münasebet yoluyla eşlerinden faydalanmalarıdır. Yoksa mut'a
nikahı değildir. Mut'a nikahının-haram oluşu sünnet ve icmâ ile sabittir. Buna
aykırı olan görüşe itibar edilmez.[80]
3. İbn Abbas (r.a.) şöyle der: Allah bir günahı
zikrettikten sonra cezasının ateş veya gazab, veya lanet ya da azab olduğunu
bildirirse, bu günah büyük günahtır.
4. Said b. Cübeyr'in rivayet ettiğine göre, bir
adam İbn Aboas (r.a.)'a: "Büyük günahlar yedi midir? diye sorar. İbn Abbas
(r.a.) şöyle cevap verdi: Onlar,
yediyüze yediden daha yakındır.
Fakat istiğfar edilince büyük günahlar silinir, devam edilirse küçük
günahlar büyük günah olur.[81]
32. Allah'ın sizi kendisiyle birbirinizden üstün
kıldığı şeyleri hasretle arzu etmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri
var, kadınların da kazandıklarından nasipleri var. Allah'tan O'nun lütfunu
isteyin; şüphesiz Allah her şeyi bilmektedir.
33. Erkek ve kadından her biri için, ana, baba ve
akrabanın bıraktığından varisler kıldık. Yeminlerinizin bağladığı kimselere de
paylarını verin. Çünkü Allah her şeyi görmektedir.
34. Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine
üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler
kadınların yöneticisi ve koruyucusu-dur.
Onun için saliha kadınlar
itaatkardır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi koruyucudurlar.
Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda
yalnız bırakın ve dövün. Eğer size itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka
bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.
35. Eğer
karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsamz, erkeğin ailesinden
bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak
isterlerse Allah aralarını bulur; şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden
haberdar olandır.
36. Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak
koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara akraba olan komşuya,
yabancı komşuya, yolcuya, elinizin altında bulunanlara iyi davranın; Allah
kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.
37. Bunlar cimrilik eden ve insanlara da
cimriliği tavsiye eden, Allah'ın kendilerine verdiği lütfunu gizleyen
kimselerdir. Biz kâfirler için alçaltıcı bir azap
hazırladık.
38. Allah'a ve âhiret gününe inanmadıkları halde
mallarını, insanlara göbteriş için sarfedenler de âhirette azaba duçar olurlar.
Şeytan bir kimseye arkadaş olursa, ne kötü bir arkadaştır
ol.
39. Allah'a ve âhiret gününe iman edip de
Allah'ın kendilerine verdiğinden harcasalardı ne olurdu sanki! Allah onların
durumunu hakkıyla bilmektedir.
40. Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık
etmez. İyilik olursa onu kat kat artırır, kendinden de büyük mükafat
verir.
41. Her bir ümmetten bir şahid getirdiğimiz ve
seni de onlara şahid olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice
olacak?
42. Küfür yoluna sapıp peygamberi dinlemeyenler o
gün yerin dibine batırılmayı temenni ederler ve Allah'tan hiçbir haberi
gizleyemezler.
43. Ey iman edenler! Siz sarhoş iken ne
söylediğinizi bilinceye kadar,
cünüb iken de
-yolcu olan müstesna- gusül
edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya bir yolculuk üzerinde
bulunursanız, yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse, yahut da kadınlara
dokunup da su bulamamişsamz, o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin:
Yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah çok affedici ve
bağışlayıcıdır.
Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah Önceki âyetlerde kendileriyle
evlenilmesi haram olan kadınları bildirdi. Daha önce de mîrâs hususunda
erkekleri kadınlardan üstün tuttuğunu bildirmişti. Bu âyetler de, Allah'ın,
karşı cinslerden herbirine verdiği nimetleri temenni etmeyi yasaklar. Çünkü bu
temenni kıskançlık ve kin sebebidir. Yüce Allah daha sonra eşlerden herbirinin
diğeri üzerindeki hukukunu açıkladı ve kadınların geçimsizliği ve isyanı halinde
tedricen takip edilecek yolları gösterdi. [82]
Kelimelerin İzahı
Mevlâ, başkasına yardım eden demektir. Herbiri
diğerine yardım ettiği için hem köleye hem de efendiye "mevlâ" denir. Burada
maksat vârisler ve baba tarafından akraba olanlardır.
Kavvâm, bir işi koruyup gözetmek mânâsına gelen
"kıyam" kelimesinden mübalağa sıygasıdır. "Erkekler, devlet adamlarının halkı
yönettikleri gibi kadınları yönetirler" demektir.
Kânitât, "itaatkârdırlar" demektir. Aslında kunût,
"devamlı itaat etmek" manasınadır.
Nüşûzehünne,
"kadınların itaatsizliği ve baş kaldırması" manasınadır. Aslında bu
kelime "yüksek yer" demektir. Yüksek tepeye denilmesi bundandır. Kadın kocasına
baş kaldırıp isyan ettiği zaman denir.
Medâcı', yatak mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Şikak, ihtilafa
düşmek ve düşman olmak demektir. "Yan ve taraf" mânâsına gelen "şıkk"
kelimesinden alınmıştır. Çünkü ihtilafa düşenlerden herbiri ayrı bir tarafta
olur.
Cünüb, komşusuyla irtibatını sağlayacak bir
yakınlığı bulunmayan uzak kişi demektir. Aslında cenabet uzaklık
manasınadır.
Muhtâl, kibirli ve kendini beğenmiş kişi
demektir.
Miskal, ölçü demektir.
Gâit, büyük abdest bozma demektir, öâit kelimesi
aslında "alçak yer" manasınadır, insanlar ihtiyaçlarını gidermek istedikleri
zaman alçak yerlere giderlerdi. Bu sebeple, abdest bozma yerine kinaye olarak
"ğâit" kelimesi kullanıldı.
[83]
Nuzûl Sebebi
a. Mücâhid'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Ümmü Seleme (r.an-hâ): "Ya Rasulallah! Erkekler savaşa çıkıyor, biz savaşa
çıkmıyoruz; (ganimet alamadığımız gibi) mîrâsta da erkeklerin yarısı kadar
alıyoruz" dedi. Bunun üzerine: Allah'ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri
hasretle arzu etmeyin" âyeti nazil oldu.[84]
b. Rivayet olunduğuna göre, Ensârın ileri
gelenlerinden biri olan Sa'd b. Rabi'ye karşı hanımı Habibe bint-i Zeyd
huzursuzluk çıkararak itaatsizlikte bulunur. Bunun üzerine Sa'd ona bir tokat
atar. O da, babası ile beraber Rasulullah (s.a.v.)'a gelir. Babası: "Ya
Rasulullah! Kızımı ona verdim, o ise kızımı dövdü" der. Rasulullah (s.a.v.):
"Kisas yoluyla ondan hakkını alırsın" buyurdu. Bunun üzerine: "Erkekler
kadınların yöneticisi ve koruyucusudur" âyeti indi. Rasulullah (s.a.v.): "Biz
bir iş murat ettik, Allah da bir iş murat etti. Allah'ın murat ettiği şey daha
hayırlıdır" buyurdular.[85]
Âyetlerin Tefsiri
32. Ey mü'minler! Allah'ın başkalarına vermiş
olduğu din ve dünya ile ilgili şeyleri hasretle temenni etmeyin. Zira bu,
karşılıklı kin ve hasede sebeb olur. Zemahşerî şöyle der: Mü'minler hasetten ve
Allah'ın bazı insanlara diğerlerinden fazla olarak verdiği makam ve malı arzu
etmekten nehyedildiler. Çünkü bu Allah'ın taksimidir, bir hikmetten dolayı
oöyle olmuştur ve Allah'ın, kullarının halini bilmesinin bir sonucudur
Erkeklerin kendi kazandıklarından, kadınların da kendi kazandıklarından bir
nasibi vardır. Yani her iki tarafın, mîrâsta belli bir miktar nasibi vardır.
Taberî şöyle der: Herkes kendi amelinin karşılığını görecektir. Hayır işlemişse
hayır, şer işlemişse şer görecektir.[86] Allah'tan, O'nun lütfu-nu isteyin, o size verir. Çünkü o çok cömert ve
karşılıksız verendir. Şüphesiz Allah her şeyi bilir. Bu bilgisinin sonucu olarak
insanları tabakalara ayırmış ve onların bazılarını bazılarına üstün
kılmıştır. [87]
33. Biz herbir insan için, ana baba ve
akrabaların bıraktığı mirastan hisselerini alacak vârisler kıldık. Yeminlerinizin bağladığı kimselere, yani
Câhiliyye zamanında yardım etmek ve mîrâscı olmak üzere kendileriyle anlaşma
yaptığınız kimselere, mirastan paylarını verin. Bu hüküm, İslam'ın
başlangıcında böyle idi, daha sonra kaldırıldı. Hasan-ı Basrî şöyle der:
Aralarında neseb bağı olmayan iki kişi birbirleriyle anlaşma yapıyor ve biri
diğerine mîrâscı oluyordu. Allah
"Akrabalar birbirlerine vâris olmaya daha uygundur.[88] âyetiyle bu hükmü kaldırdı. İbn Abbas şöyle der: Muhacirler Medine'ye
geldiklerinde bir Muhacir bir Ensâra vâris oluyordu. Halbuki aralarında
Rasulullah (s.a.v.)'ın tesis ettiği kardeşlik
dışında bir akrabalık bağı yoktu. Âyeti nazil olunca, bu
mîrâscı olma hükmü kaldırıldı.[89] Şüphesiz Allah herşeyi görmektedir. Ona göre sizi cezalandıracaktır.
Sonra Yüce Allah erkeklerin kadınlara karşı bazı sorumluluklar yüklendiğini ve
kadınları bir idareci gibi yönettiklerini beyan ederek şöyle
buyurur: [90]
34. Erkekler, kadınların yöneticisi ve
koruyucusudur. Yani onlara emir verir, bazı işleri yapmaktan meneder, onlar için
harcama yapar ve bir devlet adamının halkı yönettiği gibi onları yönetirler.
Çünkü Allah erkeklere, daha fazla akıl ve yönetme kabiliyeti verdi ve kazanç
temin etme ve harcama yapma görevini onlara yükledi. Onlar kadınları koruma,
gözetme, oniar için harcama ve onları terbiye etme görevini yürütürler.
Ebussuûd şöyle der: Erkekler akıllarının olgunluğu, güzel yönetimleri, temkinli,
ağırbaşlı ve daha kuvvetli olmaları sebebiyle üstün tutulmuştur. Bundan
dolayıdır ki nübüvvet, imamet, velayet, şahitlik, cihat ve benzeri görevler
onlara verilmiştir,[91] Sâliha kadınlar itaatkardır, Allah onları nasıl koruduysa, onlar da
öylece göze görünmeyen (aile sırlarını) korurlar. Bu âyette, erkeklerin
yönetimi altında bulunan kadınların hali geniş bir şekilde anlatılmaktadır. Yüce
Allah onların iki kısım olduğunu açıkladı: Sâliha ve itaatkar kadınlar,
başkaldıran ve isyan eden kadınlar. Sâliha kadınlar Allah'a ve kocalarına itaat
eder, yapmaları gereken görevleri yerine getirir ve kendilerini fuhşiyattan
korurlar, kocalarının mallarını dağıtmazlar. Ayrıca onlar, kocaları ile
aralarında geçen ve gizlenmesi gerekli ve güzel olan konuları gizli tutarlar.
Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyu-rulmuştur: "Kıyamet günü Allah katında
derecesi en kötü olan insanlardan biri de, hanımı ile cinsî münasebette
bulunduktan sonra birbirlerinin sırlarını yayanlardır.[92]
Ey erkekler! Baş kaldırmalarından korktuğunuz, yani
kocalarına itaat etmek istemeyen kibirli kadınları ıslah etme çarelerini
arayın. Onlara nasihat ve irşad yoluyla öğüt vererek korkutun. Eğer nasihat ve
öğüt fayda vermezse onları yataklarda yalnız bırakın. Onlarla konuşmayın ve
onlara yaklaşmayın. İbn Abbas şöyle der: "Hecr, kadınla aynı yatakta yattığı
halde, ona sırtını çevirerek onunla cima etmemektir.[93] Eğer yine vazgeçmezlerse, onları şiddetli olmayacak şekilde dövün. Eğer
sizin emirlerinize uyarlarsa, artık onlara eziyet vermek için aleyhlerinde
başka bir yol aramayın, Bilin ki Allah yücedir, büyüktür. Yani Allah sizden daha
yüce ve daha büyüktür. O, kadınların velisidir. Onlara zulüm ve haksızlık
edenlerden intikam alır.
Bakın, Yüce Allah bize kadınlarımızı terbiye
ederken ne yapmamız gerektiğini nasıl öğretiyor. Cezalandırmadaki tertib ve
inceliğe bir bakın. Yüce Allah bize, önce onlara öğüt vermeyi, sonra onları
yataklarda yalnız bırakmayı, daha sonra da şiddetli olmayacak şekilde dövmeyi
emrediyor. Sonra da âyeti, kendisinin yüce ve büyük olduğunu gösteren sıfatları
zikrederek bitiriyor ki, kul, Allah'ın kudretinin, kocanın karısına olan
kudretinden üstün olduğunu ve O'nun, zayıfların yardımcısı ve mazlumların
sığınağı olduğunu anlasın.
[94]
35. Ey hâkimler! Eğer eşler arasında bir ihtilâf
ve düşmanlıktan korkarsanız, erkeğin lailesin-den âdil bir hakem ve kadının
ailesinden de adil bir hakem seçiniz.1 Bunlar bir araya gelerek eşlerin durumunu
görüşüp faydalı olanı yapsınlar. Bunlar, iyi niyetle, Allah rızası için nasihat
ederek eşlerin arasını bulup barıştırmak isterlerse Allah bunların aracılığını
uğurlu kılar, eşler arasında barış ve ünsiyet meydana getirir ve kalplerine
sevgi ve merhamet duygularını yerleştirir, Şüphesiz Allah, kulların hallerini
bilir, onlar için koyduğu kanunlarda hikmeti vardır. [95]
36. Allah'ı birleyin, ona tazim ve kulluk edin,
putlar veya diğerlerinden hiçbir şeyi ona ortak koşmayın, anaya, babaya iyilik,
ihsan, lütuf ve ikramda bulunmayı tavsiye edin.
akrabaya, özellikle yetim ve yoksullara iyilik
edin. Akraba komşuya iyilik edin, çünkü onun üzerinizde hem komşuluk hem de
akrabalık hakkı vardır. Aranızda akrabalık bulunmayan yabancı komşuya ve yakın
arkadaşa iyilik edin. İbn Abbas: Bu, yolculuktaki arkadaştır, der. Zemahşerî de
şöyle der: Bu, ister yolculuk arkadaşı, ister bitişik komşu, ister okulda tahsil
arkadaşı, isterse herhangibir meclis veya başka bir yerde yanında oturan biri
olsun sana arkadaşlık eden kimsedir. Yani aranızda meydana gelen en kısa bir
sohbet arkadaşı demektir ki, senin bu hakkı gözetmen ve unutmaman gerekir. Bir
görüşe göre yakın arkadaştan maksat kadındır.[96]
Ailesinden ve ülkesinden uzakta kalmış yolculara ve
elinizin altında bulunan köle ve cariyelere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kendini
beğenen, akraba ve komşularına büyüklük taslayan.
insanlara karşı böbürlenip duran, kendini onlardan
daha yüksek ve daha üstün sayan kimseyi sevmez.
Bu âyet umumî ahlâk prensiplerini kapsayıp iyilik
etmeye ve güze. ahlâk prepsiplerine uymaya teşvik etmektedir. Bu âyeti gerçek
manâsıyla düşünen kimse ediplerin öğütlerine ve mütefekkirlerin nasihatlarma
ihtiyaç duymaz. Yüce Allah bundan sonraki âyette Allah'ın kendilerine buğz
ettiği bu kimselerin vasıflarım anlatarak şöyle buyurdu: [97]
37. Bunlar, Allah kendilerine farz kıldığı halde
onun yolunda harcama yapmayan ve başkalarına da yapmamalarını emreden
kimselerdir. Bu âyet Ensar'a "Mallarınızı cihad ve zekat yolunda harcamayın"
diyen bir grup Yahudi hakkında nazil olmuştur. Bununla birlikte mânâsı
umûmîdir. Bunlar, Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği mal ve zenginliği gizledikleri
gibi, Rasulullah (s.a.v.)'in
vasıflan ile ilgili Tevrat'taki âyetleri de gizlerler.[98]
Allah'ın nimetini inkâr edenler için horlatıcı
ve zelil kılıcı elim bir azap
hazırladık. [99]
38. Allah'a ve âhiret gününe sağlam bir imanla inanmadıkları halde
mallarını, Allah rızası için değil de
gösteriş, övünmek ve şöhret için harcayanlar da âhirette azap çekeceklerdir,
Şeytan bir kimsenin arkadaşı ve tavsiyelerine göre iş yapacağı dostu olursa bu
ne kötü dost ve arkadaş olur. [100]
39. Allah'a ve âhiret gününe iman edip te
Allah'ın kendilerine verdiğinden onun yolunda harca salardı ne zararları olur ve
ne gibi bir vebal altına girerlerdi.? Bu soru kınama ve inkâr ifade eder.
"Hiçbir vebal ve zararları olmazdı" demektir. Zemehşerî şöyle der: Bu intikam
alan birine "af etseydi ne zararı olurdu?" ve isyankâr birine "itaatli olsaydın
neyin eksilirdi?" denilmesine benzer. Bu bir kınama ve yerme ve faydalı olanı
bilmediklerini anlatmaktır.[101] Allah onların durumunu hakkıyla bilmektedir. Bu onlar için bir ceza
tehdididir. Yani yaptıklarından dolayı Allah onları
cezalandıracaktır.
[102]
40. Şüphesiz Allah zerre kadar da olsa kimsenin
amelini eksiltmez. Bu bir temsildir. Az şey misal verilerek çoğa dikkat
çekilmektedir. Zerre kadar haksızlık etmeyen daha fazlasını hiç yapmaz
demektir. Kulun zerre kadar yaptığı iş iyilik ise Allah onu artırır ve onu kat
kat çoğaltır. Amelin sevabından fazla
olarak kendinden de büyük bir mükafat verir. Bu, cennettir. [103]
41. Her ümmetin peygamberini aleylerinde şahitlik
etmek üzere getirdiğimizde ey Muhammed seni de ümmetinden isyankâr ve
yabancıların isyan ve yalanları hakkında şahitlik etmek üzere getirdiğimizde
kâfir ve günahkârların hali nice olur? Onların durumları ne olur? Buradaki soru
kınama ve azarlama ifade eder. [104]
42. Allah'ın birliğini inkâr ve peygamberine
isyan eden günahkârlar o zor günlerde yere gömülmeyi ve ölülerin üzeri gibi üzerlerinin dümdüz
edilmesini veya yerin ayrılıp onları yutmasını "böylece toprak olmayı isterler.
Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyurulmuştur. gün kişi önceden ne yapmışsa
ona bir göz atacak ve kâfir "Keşke toprak olsaydım." diyecektir.[105] Bu durum kıyametin şiddetini gördüklerinde meydana gelecektir, Allah'tan
hiçbir haberi gizleyemez-ler. Çünkü onların âzâlan yaptıkları hakkında
aleyhlerinde şahitlik edecektir.[106]
Bundan sonra Yüce Allah sarhoşluk ve cünüplük
halinde namaza yaklaşılmamasını emrederek şöyle buyurdu. [107]
43. Ey iman edenler! Siz sarhoşken ne
söylediğinizi bilinceye kadar namaz kılmayın. Çünkü bu halde gönül alçaklığı ve
sükûnetle Allah'a yakarmak olmaz. Bu durum içkinin haram kılınmasından Önce
idi.
Tirmizî Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder
"Abdurrahman b. Avf bir yemek hazırlayarak bizi davet etti yemekte bize şarap
içirdi. Şarap bizi sarhoş etti. Namaz vakti gelince imamlık için beni ileri
sürdüler. Ben namazda Kâfirûn sûresini, De ki: Ey kâfirler! Ben sizin
taptığınıza taparım. Biz sizin taptığınıza taparız" şeklinde okudum. Bunun
üzerine Yüce Allah, âyetini indirdi.[108] Yolcu olan hariç cünüp iken de güsül edinceye kadar namaza yaklaşmayın.
Yani meni gelmesi veya meni gelmeksizin cinsî münasebette bulunma sebebiyle
temiz olmadığınızda namaz kılmayın. Ancak yolcu olur da su bulamazsanız, bu
durumda teyemmüm ile namaz kılınız. Eğer hasta olursanız su da size zarar
verirse veya yolcu olursanız, abdestiniz de olmazsa; yahut küçük veya büyük
abdestinizi yapar veya başka bir şekilde abdestinizi bozar da su bulamazsanız
veya kadınlara dokunup ta temizlenecek su bulamazsanız. İbni Abbas: "dokunmak,
cima etmektir " dedi. İşte su bulamadığınız bütün bu durumlarda temiz toprakla
teyemmüm edip temizlenin. Yüzlerinizi ve elleriniz bu toprakla mesh edin,
Şüphesiz Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır. Zorluğa düşmemeleri için
kullarına ruhsat vererek kolaylık gösterir. [109]
Edebî Sanatlar
Bu âyetler aşağıda Özetlenmiş olan edebî sanatları
ihtiva etmektedir.
1. "Erkeklerin kazandıklarından nasiplen var..."
ile i "kadınların kazandıklarından nasipleri var..." "erkeğin ailesinden bir hakem, ile" "kadının
ailesinden bir hakem" ve "akraba komşu" ile "yabancı komşu," terkipleri
arasında itnâb vardır.
2. Cümlesinde istiare vardır. Erkeklerin verasete
hak kazanmaları ve ona sahip olmaları çalışarak kazanmaya benzetilmiştir.
İstiare-i tebaiyye yoluyla mastarından türetilmiştir.
3. Yataklarından aynim cümlesinde kinaye vardır.
Bu ifade cinsi münasetten kinayedir. "kadınlara dokunduğunuzda..." cümlesinde
de kinaye vardır. İbn Abbas'a göre, "kadınlarla cima, ettiğinizde..." demektir.
Aynı şekilde "sizden biriniz ayak
yolundan gelirse.." cümlesinde de kinaye vardır. "Gâit" kelimesi ile
abdestsizlik kastedilmiştir.
4. "Erkekler kadınların yöneticisidirler." Burada
mübalağa sıygası kullanılmıştır. Zira kalıbı, mübalağa sıygalarındandır.
Süreklilik ifade etmek için isim cümlesi kullanılmıştır.
5. Getirdiğimizde halleri nice olur?" cümlesinde
muhatabı kınamak için bilinen bir şey sorulmaktadır. Bununla muhatap azarlanmış
ve kınanmıştır.
6. arasında iştikak cinası vardır.
7. "Kendini beğenen ve böbürlenen" ifadesinde
tariz vardır. Yüce Allah tariz yoluyla, insanları küçük görmeye sebep olan
kibri yermiştir.
Faydalı Bilgiler
1. Yüce Allah, "eğer hakemler barıştırmak
isterlerse" âyetinde sadece barıştırmayı zikretti. Bunun karşılığı olan ayırmayı
zikretmedi. Bunda, barıştırmak için hakemlerin ellerinden gelen herşeyi
yapmaları gerektiğine güzel bir işaret vardır. Çünkü eşleri ayırmak yuvaları
harap eder, ve çocukları dağıtır. Bu ise sakınılması gereken
şeylerdendir.
2. Yüce Allah, eşler arasındaki geçimsizlikle
ilgili âyeti, "Allah yücedir, büyüktür" cümlesindeki iki yüce ismiyle sona
erdirdi. Bu, kocalar haklarını kullanırken zulmetmeleri durumunda onlar için
bir tehdittir. Âyet,sanki şöyle der: Sakm kadınlardan daha kuvvetli ve onlardan
daha üstün olmanıza aldanmayın. Çünkü Allah yücedir, kahredicidir, kadınlara
zulüm ve haksızlık edenlerden intikam alır. Allah sizden daha kuvvetli ve O'nun
size üstünlüğü, sizin kadınlara üstünlüğünüzden daha fazladır. Öyleyse O'nun
azabından sakının.
3. Buhârî, Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediğini
rivayet eder. Rasulul-lah (s.a.v.) bana, "Bana Kur'an oku" diye emretti. Ben:
"Ya Rasulullah! Kur'an sana indirildiği halde ben sana Kur'an mı okuyayım?"
dedim. Rasulullah (s.a.v.): "Evet, çünkü ben Kur'an'ı başkasından dinlemeyi
severim" buyurdu. Ben Nisa sûresini okudum. "Herbir ümmetten bir şahit
getirdiğimiz ve seni de bunlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice
olacak?" âyetine gelince, Rasulullah (s.a.v.): "Şimdilik yeter" buyurdu.
Rasulullah (s.a.v.)'a baktım, bir de ne göreyim gözlerinden yaş akıyor.[111]
Bir Uyarı
Yüce Allah, erkeklerin kadınlara üstünlüğünü
"Allah'ın onları birbirlerine üstün kılması sebebiyle..." sözleri ile ifade
etmiştir. Eğer "onların kadınlara Üstün kılınması sebebiyle..." şeklinde olsaydı
daha kısa ve daha veciz olurdu. Fakat büyük bir hikmete binaen, yukardaki
şekilde ifade edilmiştir. Bu hikmet, erkeğe göre kadının durumunun insan
vücuduna göre bir azanın durumuna benzediğini ifade etmektir. Kadına göre
erkeğin durumu da aynıdır. Erkek vücudun başı, kadın ise vücut mevkiindedir. Bir
âzânııı diğerine karşı kibirlenmesi uygun olmaz Zira kulak göze, el ayağa
muhtaçtır. Kişinin kalbinin midesinden daha üstün ve başının elinden daha
değerli olması onun için bir ayıp değildir. Zira azaların herbiri, sistemli bir
şekilde görevlerini yapmaktadır. Bunların hepsi birbirine muhtaçtır. İşte ifadesinin sırrı budur. Görülüyor ki âyet-i
kerime son derece veciz ve mu'cizdir. [112]
Kadınların Eğitimi İle İlgili Birkaç Söz
Belki de İslam düşmanlarının İslam dinini yermek
için tuttukları en kötü yol, İslamın erkeğe kadını dövme izni vermesi sebebiyle
onu küçük düşürdüğü iddialarıdır. İslam düşmanları: Kur'an onların yataklarım
terkedin ve onları dövün" demekle, kadını dövmeye nasıl izin verir? Bu, kadını
küçük düşürmek ve onun şerefine bir tecavüz değil midir?! diyorlar.
Cevap:
Evet, hikmet sahibi ve herşeyi bilen Yüce Allah,
kadını dövmeye izin verdi. Fakat, kim dövülür ve ne zaman dövülür? Şüphesiz
dövmek, -ki bu şiddetli olmayan bir dövmektir,- Hadis-i şerifte geldiği gibi,
kadının geçimsizliği ve kocasının emrine isyanını ortadan kaldırmak için takip
edilen yollardan biridir. Kadın kocasıyle iyi geçinmez, kendi başına buyruk
olur, Şeytanın yönetiminde hareket eder ve evlilik hayatını çekilmez hale
getirir ve cehenneme çevirirse, bu gibi durumlarda erkek ne yapacaktır? Kur'an-ı
Kerim bunun ilacını bize göstermiş; Önce sabır ve teennî ile hareket etmeyi,
sonra öğüt ve nasihati, daha sonra yatakta yalnız bırakmayı emretmiştir. Bütün
bu tedbirler başarılı olmadığı takdirde, başka bir tedbire baş vurmak gerekir
ki, o da kibir ve gururu kırmak için şiddetli olmayan bir dövmedir. Dövmek,
kadını boşamaktan daha az zararlıdır. Küçük zarar büyük zararla mukayese
edildiğinden, küçük zarar güzel ve iyi görünür. "Körlük hatırlandığında, tek
gözlülük güzel görülür." Sözü, ne kadar güzeldir. Dövmek, tedavi yollarından bir
yoldur. Bu yol, iyilik ve güzellikle İslahı mümkün olmayan bazı durumlarda fayda
verir. Bu kavme ne oluyor ki., bir türlü laf anlamıyorlar![113]
44. Kendilerine Kitab'dan nasib verilenlere
baksana! Sapıklığı tercih
ediyorlar. Ve sizin
de yoldan çıkmanızı
istiyorlar!
45.
Allah
düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter,
bir yardımcı olarak da Allah kâfidir.
46. Yahudilerden bir kısmı kelimeleri
yerlerinden değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak
"işittik ve karşı geldik", "dinle, dinlemez olası", "râinâ" derler. Eğer onlar
"işittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet" deselerdi şüphesiz kendileri İçin
daha hayırlı ve daha doğru olacaktı; fakat küfürleri sebebiyle Allah onları
lânetlemiştir. Artık pek az inanırlar.
47. Ey Ehl-i kitab! Biz, birtakım yüzleri silip dümdüz ederek
arkalarına çevirmeden, yahut onları, cumartesi adamları gibi lanetlemeden önce,
size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimize îman edin; Allah'ın emri mutlaka
yerine gelecektir.
48. Allah, kendisine ortak koşulmasını asla
bağışlamaz; bundan başkasını, dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşan
kimse iftira ederek bir büyük günah işlemiş olur.
49. Kendilerini temize çıkaranlara ne dersin!
Hayır, Allah dilediğini temize çıkarır ve hiç kimse kıl payı kadar haksızlık
görmez.
50. Bak, nasıl da Allah'a yalan uyduruyorlar;
apaçık bir günah olarak bu yeter!
51. Kendilerine Kitab'dan nasip verilenleri
görmedin mi; putlara ve bâtıla îman ediyorlar, sonra da kâfirler için:
"Bunlar, Allah'a îman edenlerden daha doğru yoldadır"
diyorlar!?
52. Bunlar, Allah'ın lanetlediği
kimselerdir; Allah'ın lanetlediği kimseye gerçek bir
yardımcı
bulamazsın.
53. Yoksa onların mülkten bir nasipleri mi var?
Öyle olsaydı insanlara çekirdek filizi bile vermezlerdi.
54. Yoksa onlar, Allah'ın lûtfundan verdiği
şeyler için insanlara hased mi ediyorlar? Oysa İbrahim soyuna Kitâb'ı ve hikmeti
verdik ve onlara büyük bir hükümranlık bahşettik.
55. Onlardan bir kısmı Muhammed'e inandı, kimi de
ondan yüz çevirdi; onlara kavurucu bir ateş olarak cehennem
yeter.
56. Şüphesiz âyetlerimizi inkâr edenleri gün
gelecek bir ateşe sokacağız; onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe,
onların derilerini başka
derilerle değiştiririz ki acıyı duysunlar! Allah daima üstün ve
hakimdir.
57. İnanıp, iyi işler yapanları da, içinde
ebediyyen kalmak üzere girecekleri, zemininden ırmaklar akan cennetlere
sokacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onları sürekli bir gölgeye
koyarız.
Bu Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde kâfirlerin âhiretteki
durumlarım ve yere gömülmeyi istemelerini ve Allah'tan hiçbir sözü
gizleyemeyeceklerini anlattı. Bu âyetlerde de Yahudilerin küfür, inkâr ve
Allah'ın âyetlerini yalanlamaları ile ilgili bilgi verdi. Sonra da Ehl-i
kitabın bâtıl inançlarından bazılarını ve cehennemde onlar için hazırlamış
olduğu sürekli azabı anlattı. Allah bizi o
cehennemden korusun.
[114]
Kelimelerin İzahı
Bize bak, bizi gözet demektir. İbranicede bu kelime
küfür ifade eder. Yahudiler, ahmaklık mânâsım kastederek bunu söylüyorlardı. f
jsl : Akvem, daha âdil, daha doğru
demektir.
Sileriz demektir. Tams, silmek ve bir şeyin izini
yok etmek demektir.
Fetîl, hurma çekirdeğinin yangındaki ipliktir.
Cibt, put ismi olup daha sonra, bâtıl olan her şey için
kullanılmıştır.
Tâgût, Allah'tan başka, mabut edinilen taş, insan
veya şeytan gibi herşeydir. Bir görüşe göre bu kelime, şeytanın
ismidir.
Nakîr, hurma çekirdeğinin üzerindeki oyuk demektir.
: Onları koyarız, manasınadır. [115]
Nüzul Sebebi
Rivayete göre Ebu Süfyan, Yahudi âlimlerinden biri
olan Ka'b b. Eşrefe şöyle der: "Sen, kitabı bilen ve okuyan bir kişisin. Biz
Ümmiyiz, o-kuma bilmeyiz. Hangimiz daha doğru yoldayız, söyle, biz mi Muhammed
mi?" Ka'b: "Dininizi bana anlatın" der. Ebu Süfyan: "Biz hacılara develer
kesiyor, onlara su içiriyor, misafir ağırlıyor ve Beytullah'i tamir ediyoruz.
Muhammed ise atalarının dininden ayrıldı ve akrabalık bağlarını kopardı" der.
Ka'b: "Sizin dininiz onunkinden daha iyi, vallahi siz ondan daha doğru
yoldasınız" der. Bunun üzerine Yüce Allah, "Kendilerine kitaptan nasip verilenleri
görmedin mi?." âyetini indirir.[116]
Âyetlerin Tefsiri
44. Kendilerine kitaptan nasip verilenlere
baksana! Sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan çıkmanızı istiyorlar.
Âyetteki soru, Yahudilerin kötü hallerinin şaşılacak bir şey olduğunu ve
onlarla dost olmaktan sakınılması gerektiğini ifade eder. Yani, ey Muhammed!
Kendilerine Tevrat bilgisinden nasip verilen Yahudi bilginlerine baksana! Onlar
dalaleti hidâyete, küfrü imâna tercih ediyor ve ey mü'minler, sizin kendileri
gibi olmanız için hak yoldan sapmanızı istiyorlar. [117]
45. Yüce Allah, bu sapık Yahudilerin size olan
düşmanlığını sizden daha iyi bilir. Onlardan sakının, Allah'ın dost ve yardımcı
olması size yeter. Sadece ona güvenin ve ona dayanın. Düşmanların tuzağına karşı
Allah size yeter. Bundan sonra Yüce Allah la'netli Yahudilerin çirkin
davranışlarından bir bölümünü anlatarak şöyle buyurdu: [118]
46. Bu Yahudilerden bir grup kasten Allah'ın
Tevrat'taki kelamını değiştiriyor ve Onu, Allah'ın muradının dışında tefsir
ediyorlar. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.v.)'in vasıflarını recim hükümlerini ve
daha başka şeyleri değiştirmişlerdir, Onları imâna çağırdığında sana "Sözünü
işitttik ve emrine isyan ettik" derler. Mücâhid şöyle der: "Bu ey Muhammed!
Söylediğini işittik, bu hususta sana itaat etmeyiz" demektir. Bu hal, onların
küfür ve inatlarını ifade etmekte daha beliğdir. Söylediklerimizi dinle,
dinlemez olası. Burada söz iki yönlü olup hayra da şerre de ihtimali vardır.
Aslında hayır için kullanılır. "hoşa gitmeyecek bir şeyi dinleme" manasınadır.
Fakat Pis Yahudiler bunu, Rasulullah (s.a.v.)'a beddua maksadıyle
söylüyorlardı. Yani: "Allah kulaklarını sağır etsin" veya "Allah canını alsın"
demek istiyorlar. Rasulullah (s.a.v.)'a hitap ederken "ey ahmak" diyorlardı. Bu
kelime, ahmaklık mânâsına gelen kelimesinden türemiş sövme kelimesidir.
Rasulullah (s.a.v.) ile alay ve istihza etmek için iki manâlı kelimeler
kullanıyorlar; bununla söme ve haraketi kastediyor, fakat zahiren tazim ve
hürmette bulunuyorlardı. Bunun için Yüce Allah şöyle buyurdu: Dillerini eğip
bükerek, haktan bâtıla çevirerek ve İslam'a saldırarak böyle söylerler. İbn
Atiyye şöyle der: Bu durum Yahudi-lerde halâ mevcuttur. Yahudilerin, küçük
çocuklarını bu şekilde yetiştirdiklerini ve onlara, müslümanlara hitap ederken
kullandıkları zahiren tazim ifade eden fakat hakaret maksadıyle söyledikleri
kelimeleri ezberlettiklerine şahit olduk.[119] Eğer Yahudiler, Rasulullah
(s.a.v.)'a: isyan ettik" diyeceklerine, "işittik ve itaat ettik"; "söylediğimizi
dinle, işitmez olası ahmak" şeklindeki âdi sözler yerine şu güzel sözü
söyleseler- di yani "dinle ve bizi gözet" deselerdi, bu söz, Allah katında
onlar için daha hayırlı, daha âdil ve daha doğru olurdu. Fakat önceki küfürleri
sebebiyle Allah onları hidâyet ve rahmetinden uzaklaştırdı. Artık onlar pek az
inanırlar. Zemahşerî şöyle der: "Onlar, sayılmayacak kadar zayıf bir şekilde
iman ederler..[120] Bu da, kitab ve
peygamberlerin bazılarına iman etmeleridir. Sonra Yüce Allah onları, yüzlerini
dümdüz edip duyu organlarım yok etmekle tehdit ederek şöyle buyurdu: [121]
47. Ey Yahudiler! Biz, burun, göz veya kaş gibi
duyu organlarını yok ederek,bir takım yüzleri silip dümdüz etmek suretiyle
enseler ; haline getirmeden, veya cumartesi günün kudsiyetini ihlâl edenlere
la'net ettiğimiz gibi o yüzleri la'netlemeden önce, yâni onları maymun ve
domuza çevirdiğimiz gibi, o yüzleri de çevirmeden önce, elinizde bulunan
Tevrat'ı tasdik edici olarak Muhammed'e indirdiğimiz Kur'an'a iman ediniz.
Yüzleri ense haline getirmekten maksat, insanın güzelliklerini çok çirkin bir
hale getirmektir. Bu, İbn Abbas'ın görüşüdür.[122]
Allah'ın emri mutlaka yerine gelecektir. Yani,
O bir şey emrettiğinde, o şey mutlaka
olur. [123]
48. Allah şirki bağışlamaz. Bunun dışındaki
günahları, kullarından dilediği için bağışlar, Kim Allah'a şirk koşarsa, o,
iftira ederek büyük bir günah işlemiş olur. Taberî şöyle der: Bu âyet
gösteriyor ki, büyük günah sahibi herkes Allah'ın iradesi altındadır. Onun
büyük günahı Allah'a şirk olmadığı müddetçe dilerse onu affeder, dilerse onu
cezalandırır...[124]
Bundan sonra Yüce Allah, Yahudilerin, küfürlerine
ve kitabı tahrif etmelerine rağmen, kendilerini temize çıkardıklarını anlatarak
şöyle buyurdu: [125]
49. Kendilerini temize çıkaranlara ne dersin?
Yani: Kendilerini öven ve itaat ve takva sahibi olduklarını söyleyen bu
Yahudilerin haberi sana gelmedi mi? O soru, onların durumlarının şaşılacak şey
olduğunu ifade eder. Katâde şöyle der: Bunlar, kendilerini temize çıkaran Allah
düşmanı Yahudilerdir. Biz, Allah'ın oğulları ve dostlarıyız, bizim için günah
yoktur" dediler.[126] Hayır, Allah dilediğini temize çıkarır. İş onların temize çıkarmasıyla
değil Allah'ın temize çıkarmasıyla
olur. İşlerin hakikatini ve gizliliklerini o daha iyi bilir. O, kullarından razı
olduklarım temize çıkarır, ki bunlar da. şerli Yahudiler değil, temiz ve iyi
kimselerdir. Onların amellerinden kıl payı kadar eksiltilmez. Fetîl, çekirdeğin
yangındaki ipliktir. Azlık ifade etmek için misal olarak kullanılır. Nitekim
"Allah zerre kadar zulmetmez" mealindeki âyette "zerre" kelimesi azlık ifade
etmek için kullanılmıştır.[127]
50. Bak, nasıl da Allah üzerine yalan
uyduruyorlar. Bu da onların iftira ve yalanlarının şaşılacak şey olduğunu
gösterir. Yani: Ey Muhammed! Bak, kendilerini temize çıkarmaları ve Allah'ın
oğulları ve dostları olduklarına dair
iddiaları hususunda Allah'a nasıl yalan uyduruyorlar. Apaçık ve büyük bir
günah olarak bu iftira onlara yeter. [128]
51. Kendilerine kitaptan nasip verilenleri
görmedin mi; putlara ve bâtıl ilâhlara
iman ediyorlar, jîu soru da hayret ifade eder. Bunlardan maksat yine
Yahudilerdir. Onlara Tevrat'tan bir nasip verilmişti. Yine de putlara ve
Allah'tan başka mabudla inanıyorlar Ve kâfirler hakkında, "bunlar" Allah'a iman
edenlerden daha doğru yoldadır" derler. Yani, Yahudiler Kureyş kâfirlerine "Siz,
Muhammed ve arkadaşlarından daha doğru yoldasınız" derler. İbn Kesir şöyle der:
Cehaletleri, dinî duygularının zayıflığı ve ellerindeki Allah kitabı Tevrat'ı
inkârları sebebiyle kâfirleri müslümanlara tercih ederler.[129] Yüce Allah
onların sapıklıklarını bildirerek şöyle buyurur: [130]
52. Onlar, Allah'ın lanetleyip rahmetinden
uzaklaştırdığı ve kovduğu kimselerdir. Allah'ın, rahmetinden uzaklaştırdığı
kimseye gerçek bir yardımcı bulamazsın. Bir kimseyi, Allah rahmetinden kovarsa,
onu Allah'ın azabından kim kurtarır? Onlara la'net damgası vurulmasına kim engel
olur. O la'net, büyük azaptır. [131]
53. Yoksa onların mülkten bir nasipleri mi var?
Bu soru inkâr ifade eder. Yani onların mülkten herhangi bir payları yoktur
demektir. Onların mülkten nasipleri olsaydı, o takdirde aşırı cimriliklerinden
dolayı, kimseye çekirdek üzerindeki nokta kadar bir-şey vermezlerdi. Âyette
geçen "nakîr" kelimesi, fetîl ve kıtmîr kelimeleri gibi, azlık ifade etmek için
bir misaldir. Çekirdek üzerindeki noktaya denir. Bundan sonra Yüce Allah,
cimrilikten daha kötü ve yerilen bir hasletten bahsederek şöyle
buyurur: [132]
54. Yoksa onlar, Allah'ın lüt-fundan verdiği
şeyler için insanları kıskanıyorlar mı? İbn Abbas şöyle der: Peygamber
(s.a.v.)'in peygamberliğini Ashabın da iman etmesini kıskandılar. Yani, yoksa
kendisiyle Hz. Muhammed (s.a.v.)'i üstün kıldığı ve Arapları şereflendirdiği
peygamberlikten dolayı Peygamber (s.a.v.)'i ve izzet ve güçleri arttığından
dolayı mü'minleri mi kıskanıyorlar?
İbrahim'in soyundan olan atalarınıza peygamberlik verdik, onlara kitaplar
indirdik, Davud ve Süleyman gibilerine peygamberlikle birlikte büyük
hükümdarlık verdik. O halde niçin, Allah'ın nimetini ihsan ettiği diğer kişileri değil de, özellikle Muhammed
(s.a.v.)'i kıskanıyorsunuz? Bundan maksat,
Yahudilerin Peygamber (s.a.v.)'i kıskanmalarını reddetmek ve
Allah'ın İbrahim (a.s.)'in soyuna lütfettiği nimetleri bildiklerini
hatırlatarak onları susturmaktır. [133]
55. Yahudilerden bazıları Hz. Muhammed
(s.a.v.)'e iman etmiştir. Bunlar çok azdır. Bazıları da iman etmemiş, yüz
çevirmiştir. Bunlar ise çoğunluktadır. Nitekim âyet-i kerimede Onlardan hidâyete eren vardır. Çokları da
"fasıktirlar"[134] buyrulmuştur. Küfür ve
inatlarına karşılık onlara ceza olarak
alevli cehennem kâfidir.
Bundan sonra Yüce Allah, kâfir ve günahkarlar için
hazırladığı şiddetli azabı ve tehditlerini haber vererek şöyle
buyurur: [135]
56. Şüphesiz âyetlerimizi inkâr e-denleri, gün
gelecek, yüzleri ve ciltleri dağlayan korkunç bir ateşe sokacağız. Onların
derileri kazınıp tam mânâsiyle yandığında, o derileri başka derilerle
değiştiririz ki, azabın acısını devamlı olarak duysunlar. Hasan-ı Basrî şöyle
der: Ateş onları günde yetmişbin defa pişirir. Ateş onları yakıp kül ettikçe,
onlara "eski ha-linize dönün" denilir. Onlar da eski hallerine dönerler. Rabî'
şöyle der: Cehennemliklerden birinin derisi kırk zira' olur. Karnına bir dağ
konsa onu içine alır. Ateş onların derilerini yakıp kül ettikçe, onların
derileri yenilenir. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Cehennemlikler cehennemde o
kadar büyütülürler ki, onlardan birinin kulak yumuşağı ile omuzu arasında
genişliği yediyüzyıllık yol kadar olur. Derisinin kalınlığı yetmiş zira, dişi
Uhud dağı kadar büyük olur.[136] Allah Azîz'dir, hiçbir şey onu engelleyemez. Hikmet sahibidir, sadece
adaletle ceza verir.
[137]
57. Bu âyet, bahtiyar kimselerin sonlarının ne
olacağını haber vermektedir. İnanıp iyi işler yapanları da, zemininden, bütün
vadilerinden ve istedikleri her yerinden ırmaklar akan cennetlere sokacağız.
Onlar Ölmeyecek, orada ebedi kalacaklardır, Onlar için cennette, pisliklerden ve
eziyetlerden arınmış eşler vardır. Mûcâhid şöyle der: Bunlar idrar, hayız,
sümkürük, tükrük meni ve çocuktan arınmış tertemiz eşlerdir. Ve onları güneşin
gideremiyeceğî, ne sıcak ne de soğuk, devamlı bîr gölgeye sokacağız. Hasan-ı
Basrî şöyle der: Dünyadaki gölgeye giren hare-ret ve sıcak rüzgar bu gölgeye
giremiyeceği için bu gölge "zalil" sıfatı ile nitelendi. Hadiste şöyle
buyrulmuştur: "Cennette öyle bir ağaç vardır ki, bi-nekli olan bir kimse onun
gölgesinde yüz sene gider, yine de bitiremez.[138]
Edebî Sanatlar
Bu âyetler, aşağıda özeLlcnen edebî sanatları
ihtiva etmektedir:
1. Yoksa insanları kıskanıyorlar mı? Cümlesinde
mecâz-ı mürsel vardır. İnsanlardan maksat Hz. Muhammed (s.a.v.)'dir. Umum
zikredilmiş, husus kastedilmiştir. Burada Önceki ve sonraki bütün insanların
taşıdığı üstün vasıfların Rasulullah (s.a.v.)'de toplandığına işaret vardır.
2. Aşağıdaki cümleler de istiare
vardır:
a) "Dalâleti satm alıyorlar" yani hidâyeti
dalaletle değiştiriyorlar.
b) "Azabı tatsınlar." Aslında tatmak dil ile
olur. Burada, insanın başına gelen acı yerine müstear olarak
kullanılmıştır.
c) "Dillerini eğip bükerek". Leyy kelimesinin
asıl mânâsı "ip bükmek"tir. Burada müstear olarak, zahiri mânâsından başka bir
mânâ kastedilen söz için kullanılmıştır.
d) "Yüzleri sileriz" Bu, yüzlerin başka bir şekle
çevrilmesinden ibarettir. Yüzler, harfleri ve satırları karmakarışık olmuş
silik sayfaya benzetilmiştir.
3. İki yerde geçen şeklinde soru, hayret ifade
eder.
4. "Bak, nasıl iftira ediyorlar?" cümlesindeki "
emri hayret ifade eder. Sıygasının
değiştirilmesi ve mazi yerinde muza-ri sıygasının kullanılması devam ve
süretlilik ifade eder.
5. "Yoksa onların bir payı mı var?" ve "Yoksa
kıskanıyorlar mı?" cümlelerindeki soru edatları kınama ve azarlama ifade
eder.
6. "O takdirde insanlara çekirdek noktası kadar
bir şey vermezler" cümlesinde, onların aşırı derecede cimriliklerine ta'rîz
vardır.
'
7. "Yüzler" ile bal "enseler" ve "iman ettiler"
ile "kâfir oldular" kelimeleri arasında tıbak sanatı vardır.
8. "Onlara la'net ederiz" ile "la'net ettik"
"verirler" ile -aüi "onlara verdi" ve"gölge" ile "devamlı olarak gölgeli"
kelimeleri arasında iştikak cinası vardır.
58. Gerçekten Allah size, emanetleri ehli
olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman a-daletle
hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah
her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.
59.
Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygam-ber'e ve
sizden olan ulû'l-emr'e de itaat edin. Eğer herhangi bir hususta anlaşmazlığa
düşerseniz -âhirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Rasûl'e götürün bu
hem hayırlı, hemde netice bakımından daha güzeldir.
60.
Sana indirilene ve senden önce indirilenlere
i-nandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tağût'a inanmamaları kendilerine
emrolunduğu halde, Tağût'un ö-nünde mahkemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan
onları büsbütün saptırmak istiyor.
61.
Onlara: "Allah'ın indirdiğine ve Rasûl'e gelin"
denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını
görürsün.
62. Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir
felaket gelince, hemen "Biz yalnızca
iyilik etmek ve arayı bulmak istedik" diye yemin ederek sana nasıl
gelirler!
63. Onlar, öyle kimselerdir ki, Allah onların
kalplerinde olanı bilir. Onlara
aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara, ruhlarına tesir edecek bir söz
söyle!
64. Biz her peygamberi, Allah'ın izniyle ancak
kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri
zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Rasul de onlar için
istiğfar etseydi, Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici
bulurlardı.
65. Hayır; Rabbine andolsun ki aralarında çıkan
anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükme içlerinde hiçbir
sıkıntı duymaksızın tam manâsıyla kabullennıedikçe iman etmiş
olmazlar.
66. Eğer onlara "kendinizi öldürün yahut
yurtlarınızdan çıkın" diye emretmiş olsaydık, içlerinden pek a-zı müstesna,
bunu yapmazlardı. Eğer kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, onlar
için hem daha hayırlı, hem de imanlarını daha pekiştirici
olurdu.
67. O zaman elbette kendilerine nezdimizden
büyük bir mükafaat verirdik.
68. Ve onları dosdoğru bir yola
iletirdik.
69. Kim Allah'a ve Rasul'e itaat ederse işte
onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddikler,
şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel
arkadaştır!
70. Bu lütuf Allah'tandır. Bilen olarak Allah
yeter.
Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde Yahudilerin
durumlarını, inat, kıskançlık ve inkârlarını anlatıp âhirette onlar için
hazırlamış olduğu azap ve cezayı açıkladıktan sonra bu âyetlerde de,
mü'minleri, Allah'a ve rasulürı= itaat, emaneti yerine getirme, insanlar
arasında adaletle hükmetme suretiyle saadete yönlendirdi. Daha sonra da,
münafıkların sakınılması ve uzak durulması gereken vasıflarını
anlattı. [140]
Kelimelerin İzahı
Ni'imma, bunun aslı dır. "Allah size ne güzel öğüt
veriyor" demektir.
Te'vil, sonuç olarak demektir.
Zannediyorlar. Zu'm, zannî inanç demektir. Leys der
ki: Arap dilcileri şöyle der: Araplar bir kimse hakkında şüpheye düşüp yalan mı,
doğru mu söylediğini bilemediklerinde "filan iddia etti" derler. İbn Düreyd ise,
bu kelimenin, bâtılda en çok kullanılan kelime olduğunu söyler.
Arapların "Zeamû sözü, yalan bineğidir", sözü
bundaridır.
Tevfîk, birleştirmek, ara bulmak demektir, Vifak ve
Vefk kelimeleri "muhalefet" in zıddıdır.
Beliğ, etkili demektir.
Şecere, ihtilaf etti ve karıştı demektir. Ağacın
dallan birbirine girip karıştığı için ona da şecer denmiştir.
Harec, darlık ve şüphe m âtıâl armadır. Vahidî şöyle der: \ Kendisine ulaşılamıyacak
derecede dalları birbirine girmiş ağaca "harec" denir. [141]
Nuzûl Sebebi
a. Rivayete göre, Rasulullah (s.a.v.) Feth günü
Mekke'ye girince Osman b. Talha Ka'be'nin kapısını kilitleyerek tavana çıktı,
ve anahtarı Rasulullah (s.a.v.)'a vermek istemedi. Ve: "Onun, Allah'ın rasûlü
olduğunu bilsem veririm" dedi. Hz. AH onun elini bükerek anahtarı aldı ve
Ka'be'nin kapısını açtı. Rasulullah (s.a.v.) içeri girip iki rekat namaz kıldı.
Çıktığında, anahtarı Osman b. Talha'ya iade etmesini ve ondan özür dilemesini
emretti. Osman Hz. Ali'ye: "Eziyet ettin, zorladm, sonra geldin Özür
diliyorsun!" dedi. Hz. Ali, "Allah senin hakkında "Allah size emanetleri
sahiplerine vermenizi emrediyor" âyetini indirdi" dedi. Hz. Ali âyeti okuyunca
Osman müslüman oldu. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ey Talha
oğulları! Anahtarı eskiden olduğu gibi ebediyyen sizde kalmak üzere alın. Onu
sizden, zâlimden başkası alamaz.[142]
b. İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre,
münafıklardan Bişr adında bir adam ile bir Yahudi arasında bir anlaşmazlık
vardı. Yahudi: Gel, Mu-hammed'i hakem yapalım, dedi. Münafık da: Hayır, Ka'b b.
Eşrefi hakem yapalım, dedi. Bu adam, Allah'ın Tağût diye isim verdiği şahıstır.
Yahudi bunu kabul etmeyip Rasulullah (s.a.v.)'m hakemliğinde İsrar etti. Bunun
üzerine Rasulullah (s.a.v.)'a gittiler. Rasulullah (s.a.v.), Yahudinin lehine,
münafığın aleyhine hükmetti. Rasulullah (s.a.v.)'m yanından çıktıktan sonn
münafık razı olmadı. "Gel, Hattap oğlu Ömer'i hakem yapalım, dedi. Öme r'e
geldiler. Yahudi dedi ki: Benimle bu adam arasında anlaşmazlık vardı Muhammed
(s.a.v.)'in hakemliğine baş vurduk. O da benim lehime, bunur aleyhine hükmetti.
Bu adam Onun hükmüne razı olmadı ve senin huzurund; muhakeme edilmemizi istedi.
Ömer (r.a.) münafığa: "Öyle mi?" diye sor du. O da: "Evet" dedi. Ömer (r.a.):
"Ben çıkıncaya kadar yerinizde bekle yin" diyerek içeri girdi. Kılıcını kuşanıp
çıktı. Kılıçla münafığa vurup öl dürdü. Ve: "Allah ve Rasulünün hükmünü razı
olmayan hakkında ben böyl hükmederim" dedi. Bunun üzerine ...
Âyetlerin Tefsiri
58. Şüphesiz Allah size emanetleri sahiplerine
vermenizi emreder. Âyetteki hitap umumî olup bütün mükellefleri kapsamaktadır.
Nitekim emanetler de umumîdir ve ister Allah hakları, ister kul hakları olsun zimmetlere taalluk eden bütün haklara
şâmildir. Ze-mahşerî şöyle der: Bu hitap, her fert ve her emaneti içine
almaktadır.[144] Yani: Ey mü'minler! Allah emanetleri sahiplerine vermenizi emreder,
demektir. İbn Kesir şöyle der: Yüce Allah emanetlerin sahiplerine verilmesini
emreder. Bu emir, insanın yerine getirmesi gereken bütün emanetleri kap-jsar. Bu
emanetler namaz, oruç, zekat, keffaret ve benzeri, Allah'ın, kulları üzerindeki
hakları ile; saklanmak üzere verilen emanet ve benzeri, şeylerden doğan
kulların, birbirleri üzerindeki haklarıdır.[145]
Allah, insanlar arasında hüküm verirken adaletli
olmanızı emreder, Allah size ne güzel öğüt veriyor, Allah sözlerinizi işiten,
fiillerinizi görendir. Burada vaad ve tehdit vardır. [146]
59. Ey mü'minler! Kitap ve sünnete sarılmak
suretiyle Allah'a ve Rasülüne itaat edin. Müslüman oldukları ve Allah'ın dinine
bağlı kaldıkları müddetçe idarecilere de itaat edin. Zira yaratıcıya isyanda
yaratılana itaat yoktur. Âyette geçen sizden olan, ifadesi, kendilerine itaat
edilmesi gereken yöneticilerin, şekil ve görünüş itibariyle değil, maddeten ve
manen, kanı ve etiyle müs-lüman olmaları gerektiğini gösterir. Eğer herhangi bir
hususta anlaşmazlığa düşerseniz, o konuda Allah'ın kitabı ve Rasulünün
sünnetinin hükmüne başvurun. Eğer Allah'a ve âhiret gününe hakikaten
inanıyorsanız, o davayı Allah ve Ra-sulüne götürün. Burada şart edatı olan in cevabı, önceki âyetten anlaşıldığı için
hazfedilmiştir. Bundan maksat, kitap ve sünnete bağlı kalmayı teşviktir. Nitekim
kişi: "Eğer oğlumsan bana muhalefet etme" der. Allah'ın kitabı ve Rasulünün
sünnetine müracaat sizin için daha hayırlı, daha yararlı ve sonuç bakımandan
daha güzeldir.
Bundan sonra Yüce Allah, kalplerinde iman
bulunmadığı halde iman ettiklerini iddia eden münafıkların sıfatlarını anlatarak
şöyle buyurur. [147]
60. âyet inandığını iddia edip de sonra Allah'ın
hükmüne razı olmayan kimsenin durumunun hayret verici olduğunu ifade eder. Buna
göre mânâsı şöyledir: Sana indirilen Kur'an'a ve senden önce indirilmiş olan
Tevrat ve İncil'e inandığını iddia eden bu münüfıkların yaptıklarına şaşmıyor
musun? Anlaşmazlıklarında Tağût'un önünde yargılanmak istiyorlar. İbn Abbas
şöyle der: Tağût, azgın Yahudilerden biri olan Ka'b b. Eşreftir. Aşırı derecede
azgın ve Rasulullah'a düşman olduğu için kendisine bu isim verilmiştir. Halbuki
onlara, Allah'a iman etmeleri ve onun dışmdakileri inkâr etmeleri emrolunmuştu.
Başka bir âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur. Kim Tağut'a küfredip Allah'a iman
ederse, o, muhakkak en sağlam kulpa yapışmıştır.[148] Şeytan ise, hak ve hidâyetten sapmalarını güzel göstererek onları
büsbütün saptırmak istiyor.
[149]
61. O münafıklara gelin anlaşmazlığa düştüğünüz
hususta gelin aranızda hükmetmesi için Allah'ın Kitabına ve Rasulünün hükmüne
baş vurun" denildiğinde dit Nifaklarından dolayı, münafıkların senden yüz
çevirip gittiğini görürsün.
[150]
62. Günahları ve elleriyle işlemiş oldukları
küfür ve isyanları yüzünden Allah onları cezalandırdığında halleri nice olur? Bu
azabı kendilerinden savabilirler mi? Sonra bu münafıklar, işledikleri
günahlardan dolayı Özür dilemek için, Allah adına yemin ederek: "Biz senden
başkasının hükmüne başvurmakla hasımları barıştırmak ve aralarını bulmaktan
başka bir şey düşünmedik ve senin hükmünü reddetmek istemedik" derler. Yüce
Allah, onların yalancı olduklarını göstermek için şöyle buyurdu: [151]
63. O münafıklar yalan söylüyorlar. Allah onların
kalplerindeki nifak, tuzak ve hileyi bilir. Onlar bu tatlı sözleriyle seni
aldatmak istiyorlar, Faydaya binaen onları cezalandırmaktan vazgeç. Kalplerin
dek i ler i bildiğini onlara açıklama ve gizli şeylerini ortaya çıkarma ki,
korkulu ve endişeli kalsınlar, Şiddet ifade eden âyetlerle nasihat ederek,
onların nifak çıkarmalarını ve tuzak kurmalarını engelle. Ve onlara kendileri
hakkında etkili sö2 söyle. Yani seninle onlar arasındaki hususlarda, kalplerinin
içine ulaşacak şekilde etkili sözlerle onlara nasihat et. Bu söz, onların
iddialarını reddede: ve nifaklarına mani olur. Bundan sonra Yüce Allah,
peygamberlerin vazifelerini açıklayarak şöyle buyurdu: [152]
64. Biz peygamberlerden herbirini, sa dece
Allah'ın emriyle kendisine itaat edilsin diye gönderdik. Peygambere
itaat Allah'a itaat, ona isyan Allah'a isyandır. O
münafıklar senin hükmünü kabul etmemek suretiyle kendilerine zulmettikleri
zaman, nifaktan tevbe, günahlarından Allah'a istiğfar ve hatalarını itiraf
ederek sana gelselerdi, Ya Muhammedi Sen deonlar için istiğfar edip,
günahlarının bağışlanmasını Allah'tan isteseydin. Elbette, Allah'ın kullarının
tevbesini çokça kabul ettiğini ve kendileri için rahmetinin genişliğini
anlarlardı. Bundan sonra Yüce Allah sadık imanın yolunu açıklayarak şöyle
buyurdu: [153]
65. Ey Muhammedi Rabbine yemin ederim ki, onlar
aralarında seni hakem kılıp anlaşmazlığa ve ihtilafa düştükleri hususlarda
hükmüne razı olmadıkça iman etmiş olmazlar.
Âyetin başındaki
"U yemini pekiştirmek için gelmiştir.
Sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı
duymaksızın ve karşı çıkmak kendilerini müdafaa etmek ve çekişmeksizin tam
mânâsıyle boyun eğmedikçe iman etmiş
olmazlar. İmanın hakikati boyun eğmek ve teslim olmaktır. [154]
66. Eğer o münafıklara, Öncekilere farz kılmış
olduğumuz meşakkatli amelleri farz kılsaydık ve onlara bir takım zor şeyler
yükleyip, Isrâîl oğullarına emrettiğimiz gibi onlara da kendilerini
öldürmelerini ve vatanlarından çıkmalarını, emretseydik, imanları zayıf olduğu
için, pek azı müstesna, kimse bu emre uymaz ve boyun eğmezdi, Eğer onlar Allah
ve Rasulüne itaat edip de kendilerine emredileni yapsalardı, bu onlar için,
dünyalarında da âhiretlerinde de daha hayırlı olur, imanlarını daha kuvvetlendirir ve sapıklık ve nifaktan
onları daha çok uzaklaştırırdı. [155]
67. O takdirde, elbette onlara katımızdan büyük
mükafat verirdik. Onları naim cennetlerine götürecek doğru yola
iletirdik. [156]
68. Bundan sonra Yüce Allah, kendisine ve
Rasulüne itaatin faydasını anlatarak şöyle buyurur: [157]
69. Kim, Allah ve Rasülünün emrettiğini yapar ve
yasakladıklarından sakınırsa, Allah Onu, huld
cennetlerinde kendine yakın
olanlarla birlikte ikram
yurduna yerleştirir. Yani onu âhirette yüksek mevki sahipleriyle birlikte
oturtur. Bunlar yüce Peygamberler, onların faziletli ve yakın arkadaşları
sıddıklar, Allah yolunda şehid olan seçkin kişiler ve Allah'ın diğer aâlih
kullarıdır. Bunların arkadaşlığı ve sohbeti ne güzeldir. Bu sâlih kulların
arkadaşı da güzeldir. Aişe (r.a.)'nin şöyle dediği rivayet olunur: "Ölüm
hastalığında iken Rasulullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini işittim: "Ben, Allah'ın kendilerine nimetini, ihsan
ettiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle birlikte olmak istiyorum"
Anladım ki Rasulullah muhayyer kılındı, o da , bunlarla beraber olmayı tercih
etti.[158]
70. İtaat edenlere verilen bu büyük mükafat, sırf
Allah'ın lütfudur. Allah itaat edenleri mükâfatlandırır, lütf ve ihsana
müstehak olanları bilir. Bu konuda o yeter. [159]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler birçok edebî sanatı ihtiva eder.
Bunlar aşağıdaki şekilde özetlenmiştir:
1. İddia edenleri görmedin mi? cümlesindeki soru
hayret ifade eder.
2. "Rasul onlar için istiğfar etseydi" cümlesinde
iltifaı sanatı vardır. Peygamberin şanının yüceliğini ve istiğfarın büyüklüğünü
göstermek için böyle denmiştir. İltifat olmasaydı Sen onlar içir istiğfar
etseydin, seklinde söylenirdi.
3. Allah size emrediyor cümlesinde emrin
yüceliğini ve emre sarılma ve mutlaka yerine getirilmesini vurgulamak için emir
haber sıygasıyla gelmiş ve tahkik ifade etmesi için cümle ile
başlamıştır.
4. ile kelimeleri arasında mugayir cinas
vardır.
5. Aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda
cümlesind< istiare vardır. Dalları biribirine girip birbirini sıkıştıran ağaç
münakaş; anında sözleri birbirine giren ihtilaf yerinde kullanıldı. Bu istiare
de akl olan bir şey duyu organlarıyla idrak edilen maddi bir şeye
benzetilmiştir.
6. Allah size emreder , Allah size n güzel öğüt verir ve Alah her
şeyi işitir cümlelerinde Allal lafzının tekrar edilmesi kalplerde Allah
korkusunu artırmak içindir.
Faydalı Bilgiler
Aişe (r.a.)'nin şöyle dediği rivayet olunur: Bir
adam Resullalı (s.a.v.)' giderek: Ya Resulullah! dedi: Sen bana nefsimden de
aile efradımdan d daha sevgilisin. Ben evde olduğumda seni hatırlıyorum, sana
gelmeden di ramıyorum ve gelip sana bakıyorum. Her ikimizin de öldüğümüzü düşür
düğümde görüyorumki sen cennete girince Peygamberler ile birlikte yükse
mevkiilere gidersin. Ben cennete girersem korkarım ki seni göremem" dec Resullah
(s.a.v.) ona cevap vermedi. Nihayet Yüce
Allah. âyetini indirdi.[161]
71. Ey iman edenler! Tedbirinizi alın; bölük
bölük savaşa çıkın, yahut da topyekün savaşın.
72. içinizden bazıları vardır ki pek ağırdan
alırlar. Eğer size bir felaket erişirse: "Allah bana lütfetti. Çünkü onlarla
beraber bulunmadım" der.
73. Eğer Allah'tan size bir lütuf erişirse Sanki
sizinle onun arasında bir dostluk yokmuş gibi- "Keşke onlarla beraber olsaydım
da, ben de büyük bir kazanç elde etseydim" der.
74. O halde, dünya hayatını âhiret karşılığında
satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür
veya galib gelirse, biz ona yakında büyük bir mükafat
vereceğiz.
75. Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz! Bizi, halkı zâlim olan
bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı
yolla" diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda
savaşmıyorsunuz?
76. İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkâr
edenler ise Tağût ve yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı
savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır.
77. Kendilerine, "Ellerinizi savaştan çekin,
namazı kılın ve zekatı verin" denilen kimseleri görmedin mi? Onlara savaş
farz kılınınca, içlerinden bir gurup hemen Allah'tan korkar gibi, hatta daha
fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da: "Rabbimiz! Savaşı bize
niçin yazdın! Bizi, yakın bir süreye kadar er-teleseydin olmazmrydı?" dediler.
De ki: "Dünya menfaati önemsizdir, Allah'tan korkanlar için âhiret daha
hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez."
78. Nerede olursanız olun, isterseniz sarp ve
sağlam kalelerde bulunun ölüm size ulaşır.
Kendilerine bir iyilik dokunsa, "Bu Allah'tan" derler; başlarına bir
kötülük gelince de, "Bu senden" derler. "Hepsi Allah'tandır" de! Bu adamlara ne
oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar!
79. Sana gelen iyilik Allah'tandır. Başına gelen
kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahid olarak da Allah
yeter.
80. Kim Rasul'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş
olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi
göndermedik!
81. "Başüstüne"
derler, ama yanından ayrılınca onlardan bir kısmı, senin dediğinden
başkasını gizlice kurar. Allah da onların gizlice kurduklarını yazar. Sen onlara
aldırma ve Allah'a tevekkül et; sana vekil olarak Allah
yeter.
82. Hâlâ Kur'an üzerinde gereği gibi
düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda
birçok tutarsızlık bulurlardı!
83. Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar; halbuki onu
Rasul'e veya aralannda yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasından
işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah'ın size lütuf ve
rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna şeytana uyup
giderdiniz.
84. Artık Allah yolunda savaş. Sen, kendinden
başkası sebebiyle sorumlu tutulmazsın. Mü'minleri de teşvik et. Umulur ki
Allah kâfirlerin gücünü kırar. Allah'ın gücü daha çetin ve cezası daha
şiddetlidir.
85. Kim iyi bir işe aracılık ederse, onun da o
işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onunda ondan bir payı
olur. Allah her şeyin karşılığını vermeye kadirdir.
86. Bir selam ile selamlandığıniz zaman siz de
ondan daha güzeli ile selamlayın; yahut aynı ile karşılık verin. Şüphesiz
Allah, her şeyin hesabını sorar.
87. Allah ki, ondan başka hiçbir ilâh yoktur,
elbette sizi kıyamet günü toplayacaktır, bunda asla şüphe yoktur. Söz
bakımından Allah'tan daha doğru kim vardır!?
Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah Önceki âyetlerde nifaktan ve
münafıklardan sakındırıp Allah'a ve Rasülüne itaati emrettikten sonra burada da
itaatlerin ve Allah'a yakınlığı sağlıyan ibadetlerin en büyüğünü emretti. Bu da,
Allah'ın dinini yüceltmek ve onu ihya etmek için Allah yolunda cihat etmektir.
Aynı zamanda kâfirlerin ani baskınlarından korunmak için hazırlıklı olmayı da
emretti. Bundan sonra cihada gitmeyip geri kalan ve mü'minlerin moralini bozan
münafıkların hallerini açıkladı ve mü'minleri onların şerrinden
sakındırdı. [162]
Kelimelerin İzahı
Sübat, topluluk mânâsına gelen kelimesinin
çoğuludur. "Bölük bölük," demektir.
Burûc, yüksek bina ve büyük köşk mânâsına gelen
burç kelimesinin çoğuludur. Burada maksat kalelerdir.
Müşeyyede, "yüksek yapılmış"
demektir.
İşi gece idare etti. Düşmanı gece gelmesine
denilir. Arapların gece yapılmış bir iş mânâsında kullandıklarıdarb-ı meselleri
de bu kökten türemiştir.
Onu yaydılar ve neşrettiler demektir.
Onu çıkarırlar manasınadır. Bir kimse suyu
çıkardığı zaman der. Bu fiil bu sözden
alınmıştır. Kitap ve sünnetten ahkam istinbat etmek de bu mânâda
kullanılır.
Teşvik etti. Tahrid, bir şeye teşvik etmek
demektir.
Tenkil, azap etmek manasınadır. Nekal, azap ve ceza demektir.
Kifl, nasip, pay mânâlarına gelir. Kifl, daha çok
serde kullanılır. Mukit, muktedir demektir. Bir kimse bir şeye güç getirdeğinde
denilir. Şâir şöyle der:
Kötülük yapmaya gücüm yettiği halde, öfkeli kimseye
karşı kendimi tuttum.
[163]
Nuzûl Sebebi
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, Mekke'de
Abdurrahman b. Avf ve bazı arkadaşları Nebi (s.a.v.)'ye gelerek "Ya Rasûlallah,
biz müşrik iken izzet içinde idik. İman ettikten sonra zelil olduk. Bu ne
hikmettir?" dediler. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bana, affetmek
emredildi. Millete karşı savaşmayın." Medine'ye hicretten sonra Allah ona savaşı
emretti. Bu sefer geri çekildiler. Bunun üzerine Yüce Allah âyetini
indirdi.[164]
Âyetlerin Tefsiri
71. Ey mü'minler, düşmandan sakının ve ona karşı
hazırlıklı olun. Cihada bölük bölük
gruplar ve arka arkaya seriyyeler halinde çıkın, veya kalabalık bir ordu halinde
topyekün çıkın. Yüce Allah mü'minleri grup grup veya topyekün cihada çıkma
hususunda serbest bıraktı.
[165]
72. İçinizden bazıları vardır ki, ağır alır ve
cihattan geri kalırlar. Bunlardan maksat münafıklardır. Zahire göre ve iddiaları
nazarı itibare alınarak mü'minlerden say ildi lar. Eğer başınıza bir musibet
gelirse, yani öldürülür veya yenilirseniz
O münafık, Allah bana lütfetti, çünkü harpte
onlarla birlikte bulunmadım ve öldürülenlerle birlikte öldürülmedim
der. [166]
73. Ey mü'minler, size Allah'tan bir yardım,
zafer ve ganimet ulaşırsa, elbette o
münafık, aranızda herhangi bir tanışma ve dostluk yokmuş gibi, pişman ve üzgün
bir kimse edasıyle "keşke savaşta onlarla beraber olsaydım da, ganimetten büyük
bir pay alsaydım" der. " Cümlesi, ara
cümlesidir. Onların imanlarının zayıf olduğuna dikkat çeker. Münafığın bu
dostluğu, inancında değil görünüştedir. O, mü'minlerle beraber olmayı İslam'ın
izzeti için değil, bilakis mal ve dünyalık elde etmek için istemektedir. Yüce Allah, Allah yolunda
savaştan geri kalanları kınadıktan sonra, mü'minleri savaşa teşvik ederek şöyle
buyurdu: [167]
74. Allah yolunda, fâni hayatı verip baki hayatı
alanlar ve mallarını ve canlarını Allah uğrunda harcayan samimi mü'minler
savaşsın Kim Allah'ın dinini yüceltmek İçin onun uğrunda savaşır da şehit olur
veya düşmana karşı zafer kazanırsa, ona bolca sevap vereceğiz. O, şehadet veya
ganimet gibi, iki güzel şeyden birini elde edecektir. İster galip ister mağlup
olsun, Allah yolunda savaşan kimse için bu Allah'tan büyük bir mükâfat va'didir.
Nitekim hadiste şöyle buyrulmuştur. Allah, kendi uğrunda savaşa çıkanlar İçin
garanti verdi. Buyurdu ki: Onu, benim uğrumda
cihâd etmek, bana iman etmek ve
peygamberlerimi tasdik etmekten başka bir şey savaşa çıkarmadı. Öyleyse onu
cennete sokacağıma veya sevap veya ganimet almış olarak çıktığı evine geri
döndüreceğime garanti veriyorum.[168]
75. Bu â-yetteki soru edatı cihada teşvik
içindir. Yani ey mü'minler, size ne oldu da Allah yolunda ve hicret etmelerine
müşriklerin engel olduğu erkek, kadın ve çocuklardan zayıf kardeşlerinizin
kutulusu için savaşmıyorsunuz?! Onlar Mekke'de zelil ve zayıf bir halde birçok
şiddetli eziyetlere maruz kaldılar?! bölümü zayıfları açıklamaktadır. İbn Abbas
şöyle der: Ben ve annem zayıflardan idik. Rasulullah (s.a.v.) bu zayıflar
hakkında şöyle dua ederdi: Ey Allahım ! Velid b. Velid, Seleme b. Hişam ve ... i
kurtar. Sahih hadiste böyle varit olmuştur,
Bu zayıflar, üzerlerinden musibetin kaldırılması
için Rab-lerine şöyle dua edenlerdir: "Ey Rabbimiz bizi, halkı küfür sebebiyle
zâlim olan bu şehirden çıkar." Bu şehir Mekke'dir. Çünkü Mekke küfrün vatanı
idi. Bundan dolayı Rasulullah (s.a.v.) buradan hicret etti. Zâlimlerden maksat
Kureyş'in ileri gelenleri olup mü'minlerin hicret etmesini ve Mekke'de İslamın
yayılmasını engelleyenlerdir, Ey Rabbimiz! Bizi bu sıkıntıdan kurtar, bize bir
çıkış yolu göster. Katından bize bir yardımcı ve dost gönder.
Yüce Allah onların duasını kabul etti ve onlara en
hayırlı yardımcı ve dostu gönderdi. Bu da, Mekke'yi fethetmek suretiyle onlara
yardım eden Muhammed (s.a.v.)dir. Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekke'den Medine'ye
dönerken, Attab b. Üseyd'i onlara vali tayin etti. Attab, mazlumların hakkini
zâlimlerden aldı.
Bundan sonra Yüce Allah mücahidleri cihada teşvik
ederek şöyle buyurur: [169]
76. İman edenleı, Allah yolunda;savaşırlar. Yani
mü'minler, yüce bir hedef ve şerefli bir gaye uğrunda savaşırlar ki, bu gaye de
Allah'ın rızasını kazanmak maksadıyle O'nun dinine yardım etmek ve onu
yüceltmektir. Allah onların dostu ve yardımcı sidir Kâfirlere gelince, onlar,
küfre ve azgınlığa çağıran Ta-ğût'un, yani şeytanın yolunda savaşırlar. Ey Allah
dostları, şeytanın yardımcılarına vt dostlarına karşı savaşınız. Şüphesiz siz
onları mağlûp edeceksiniz. Allah'ın dinini yüceltmek için savaşan ile,
şeytanın yolunda savaşan arasında çok büyük fark vardır. Zira Allah yolunda
savaşan galiptir. Çünkü Allah onun dostu ve yardımcısıdır. Tağût'un uğruna
savaşan mağluptur ve yardımcısız kalmıştır. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle
buyururHaddi zatında şeytan'ın tuzağı yani gayreti zayıftır. Hal böyle iken,
Allah'ın kudretiyle kıyas edildiğinde durum nasıl olur?! Zemahşerî şöyle der:
Allah'ın kâfirler için hazırladığı tuzağın yanında, şeytanın mü'minler için
kurduğu tuzak çok zayıf ve basit kalır.[170]
77. Ey Muhammed! Mekke'de iken savaş isteyen
fakat kendilerine "Kâfirlerle savaşmayın, henüz vakti gelmedi. Namaz kılarak ve
zakat vererek kendinizi hazırlayın." denilen kimselerin haline şaşmıyor
musunMüşriklere karşı savaşmak farz kılınınca, bir de bakarsın ki onlardan bir
grup, Allah'ın azabından korktukları gibi, hatta daha da fazla, insanların
kendilerini öldürmesinden korkarlar. İbn Kesir şöyle der: İslam'ın
başlangıcında mü'minler Mekke'de namaz, zekat ve müşriklerin eziyetlerine karşı
sabretmekle mükellef idiler. Bize savaş emri verilse de düşmandan intikam alsak
diye can atıyorlardı, istedikleri emir verilince bazıları korktular ve düşmanla
karşılaşmaktan şiddetle kaçındılar.[171] Ve ölüm korkusuyla dediler
ki:
Ey Rabbimiz; bize niçin savaşı farz kıldın? Bize
yakın bir zamana kadar müddet versen de ecelimizle ölsek. Savaşta ölmesek de
düşman bize sevinmese olmaz mı? Âyette geçen kelimesi, mânâsına olup teşvik ifade eder. Ey Muhammedi
onlara deki: Şüphesiz, dünya nimetleri fâni, âhiret nimetleri bakidir.
Allah'tan korkup onun emrine sarılanlar için baki nimet, bu fâni metadan daha
hayırlıdır. Çekirdek yangındaki iplik kadar da olsa amellerinizin sevabından
azıcık bile eksiltilmez. İbnu'l-Cezzî şöyle der: Âyet, Sahabeden bir topluluk
hakkında nazil olmuştur. Bunlara daha önce, savaştan el çekmeleri emredildiği
halde savaş emrinin gelmesini istemişlerdi. Kendilerine savaş emri gelince, bu
hoşlarına gitmedi. Hoşlanmamaları, dinleri hususunda kuşkuya düşmelerinden
değil, ölüm korkusundan ileri geliyordu. Bir görüşe göre bu âyet münafıklar
hakkında nazil olmuştur. Bu görüş kelamın akışına daha uygundur.[172]
78. Nerede bulunursanız bulunun, sağlam kalelere
sığmsanız bile, eceliniz geldiğinde ölüm size mutlaka ulaşır ve ansızın yakalar.
O halde, ölüm korkusuyla savaştan çekinmeyin. münafıklara zafer, ganimet ve
benzeri bir iyilik dokunursa; bu, Allah tarafmdandır ve O'nun takdiriyle-dir.
Çünkü O bizim iyiliğimizi bilmektedir" derler, Onların başına hezimet, açlık ve
benzeri bir kötülük gelirse, Mu-hammed (s.a.v.)'in ve dininin uğursuzluğunu
kastederek; "Bu, Muhammed (s.a.v.)'e tabi olduğumuz ve onun dinine girdiğimiz
için başımıza geldi" derler. Süddî şöyle der: Dinimizi bıraktığımız ve
Muhammed'e uyduğumuz için başımıza bu belâ geldi" derler. Nitekim Firavun'un
kavmi de böyle söylemişti: "Onların başına bir kötülük geldiğinde Musa'yı ve
beraberindekileri uğursuz sayarlardı,[173] Ya Muhammed! O beyinsizlere de ki: "İyilik, kötülük, mükafat ve ceza,
bunların hepsi Allah katından-dır. Bunları yaratan ve icat eden odur. O'ndan
başka yaratıcı yoktur. Fayda veren de, zarar veren de sadece O'dur. Herşey Onun
iradesiyle olur. " Hayır ve şerrin Allah'ın takdiriyle olduğunu açıklamak
suretiyle onların bâtıl iddialarını reddetmesi ve onları susturması, Rasulullah
(s.a.v.)'a emredildi. Onlara ne oluyor da, herşeyin Allah'ın takdiri ile
olduğunu anlamıyorlar? Bu âyet, anlayışlarının azlığı sebebiyle onları
kınamaktadır.. Bundan sonra Yüce Allah imanın hakikatini açıklayarak şöyle
buyurdu, [174]
79. Bu âyet bütün insanlara hitap etmektedir.
Yani Ey insan! Sana gelen iyilik ve nimet, bir lütuf, ihsan, ikram ve bir
imtihan olarak Allah'tandır. Sana gelen bir belâ ve musibet ise, kendindendir.
Kötülüğü bizzat kendin yaptığın için, onun sebebi sensin. Nitekim birbaşka
âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: "Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi
yaptıklarınız yüzündendir[175] Bundan sonra Yüce Allah, Rasulullah (s.a.v.)'a hitap ederek şöyle,
buyurdu, Ey Muhammed! Seni bütün insanlara peygamber olarak gönderdik. Allah'ın
hükümlerini onlara tebliğ edeceksin. Senin peygamberliğine şahit olarak Allah
yeter. Bundan sonra Yüce Allah
peygambere itaate teşvik ederek şöyle buyurdu: [176]
80. Kim peygamberin emrine itaat ederse Allah'a
itaat etmiş olur. Çünkü peygamber, Allah'tan aldığı emri tebliğ etmektedir. Ey
Muhammed! Kim sana itaatten yüz çevirirse, bilsin ki, seni onların amellerinin
koruyucusu ve amellerinden dolayı onları hesaba çekici olarak göndermedik.
Senin görevin, sadece tebliğ etmektir. [177]
81. Münafıklar: "Emrin baş üstüne ya Muhammed!
derler. Âyetteki kelimesi, işittim ve itaat ettim" diyen kimsenin sözüne benzer. Senin yanından çıkınca, onlardan bir grup,
senin onlara söylediğinden başka bir şey yaparlar ki, o da sana muhalefet ve
senin emrine isyandır. Cezalarını çekmeleri için, Allah yaptıklarını amel
defterlerine yazmalarını Hafaza meleklerine emreder. Onlara aldırma işini
Allah'a bırak ve O'na güven. Kendisine tevekkül edene yardımcı olarak Allah
yeter. O, senin intikamını onlardan alacaktır.
Bundan sonra Yüce Allah Kur'an'm açık mânâlarını ve
beliğ lafızlarını anlamak için Kur'an üzerinde düşünmekten kaçman münafıkları
kınadı. Çünkü Kur'an'm delili üzerinde düşünmekle anlaşılır. Ve bu şekilde nuru
parlar. [178]
82. Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler
mi? Eğer bu Kur'an, müşrik ve münafıkların iddia ettiği gibi uydurulmuş
olsaydı, onun haberleri, nazımları ve mânâlarında büyük bir çelişki bulurlardı.
Fakat Kur'an bundan münezzehtir. Haberleri doğru, nazmı beliğ, mânâları açıktır.
Bütün bunlar gösteriyor ki Kur'an, hikmet sahibi, Övgüye lâyık Yüce Allah
tarafından indirilmiştir.
[179]
83. Münafıklara zafer, ganimet veya hezimet ve
musibet gibi, mü'minlere ait bir haber geldiğinde, onu, hakikatini anlamadan
konuşur ve yayarlar. Onların bu haberi yaymaları, müslümanlar aleyhine bir fesai
çıkarmaktır, Eğer onlar kendilerine ulaşan bu haber hususunda dedikodu etmeyi
bırakarak, onu Rasulullah (s.a.v.)'a Sahabenin büyüklerine ve kendilerinden ilim
sahiplerine götürselerdi, haberin asılını araştıracak olan kimseler yani
Rasulullah (s.a.v.), Sahabenin ileri gelenleri ve ilim sahibi kişiler onun ne
olduğunu bilirdi. [180]
84. Ey mü'minler! Allah size peygamberi
göndermek lütfunda bulunmasaydi ve Kur'an'ı indirmekle rahmet etmeseydi, azınız
müstesna, şeytanın size emrettiği kötü şeyler hususunda mutlaka ona uyardınız.
Sonra Yüce Allah Hz. Peygamber (s.a.v.)'e cihad emrederek şöyle buyurdu: Ey Muhammedi Tek başına bile kalsan, Allah'ın
dinini yüceltmek için savaş. Çünkü sana zafer vadedilmiştir. Münafıkların senden
ayrılarak geri kalmalarına üzülme. Mü'minleri cesaretlendirerek onları savaşa
teşvik et. Umulur ki, Allah kâfirlerin güçlerini kırar. Bu, Allah'ın,
kâfirlerin gücünü kıracağına dair bir vadidir, Fiili Allah hakkında
kullanıldığında kesinlik ifade eder. Yani, senin mü'minleri teşvikin sebebiyle
Allah kâfirlerin, günaha batmışların kötülüğünü Önler. Nitekim Allah Bedir'de
onları hezimete uğratmak ve Mekke'nin fethini mü'minlere nasip etmek suretiyle
güçlerini kırmıştır. Allah'ın kudreti daha çetin, cezası daha
büyüktür. [181]
85. Kim, insanlar arasında şeriata uygun bir
şekilde aracılık ederse, o bu işten bir sevap payı alır. Kim de şeriata aykırı
bir şekilde aracılık ederse, o da bu işten bir günah payı alır. Allah'ın herşeye
kudreti yeter ve herkesi ameli ile cezalandırır. [182]
86. Size bir müslüman selam verdiğinde, onun
selamını daha güzeliyle alın yahut aynı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah
kullarını, büyük küçük her türlü amellerinden dolayı hesaba çeker. [183]
87. Bu âyet, âhirette bütün mahlukatı
toplayacağına dair Allah'ın bir yeminidir. Yani, Allah birdir, O'ndan başka
ma'but yoktur. O sizi vukuunda şüphe olmayan kıyamet gününde kabirlerinizden
çıkarıp mutlaka hesaba çekecektir. Ceza ve hesap i-çin öncekileri de sonrakileri
de bir yere toplayacaktır. Kim, Allah'tan daha doğru sözlüdür. Bu cümle lafzan
soru cümlesidir, fakat mânâ itibariyle olumsuzluk ifade eder. Yani, sözünde ve
vadinde, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan daha doğru kimse yoktur. [184]
Edebî Sanatlar
Bu
âyetler birçok edebî
sanatı ihtiva eder.
Bunları aşağıda
özetliyoruz:
1. "Fâni hayatı, baki hayatla değiştiriler"
cümlesinde istiare vardır. Burada "şira" (satmak) lafzı değiştirme yerinde
kullanılmıştır.
2. "Sanki, sizinle onun arasında bir dostluk
yokmuş" cümlesinde itiraz sanatı vardır. Yani bu bir ara cümlesidir.
3. Allah'tan korkar gibi, insanlardan korkarlar"
cümlesinde mücmel ve mürsel bir teşbih vardır.
4.
"Emniyet" ve korku" kelimeleri arasında tıbâk sanatı
vardır.
5. kelimeleri
arasında iştikak cinası
vardır.
6. Kur'an'ı düşünmüyorlar mı?" cümlesinde,
istifham-ı inkârî vardır.
7. İman edenler Allah yolunda savaşırlar" cümlesi
ile Kâfirler, Tâğut yolunda savaşırlar" cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. Bunun gibi, kim iyi bir
aracılık ederse, o ondan bir pay alır" cümlesi ile Kim, kötü bir aracılık
ederse, o da ondan bir pay alır" cümlesi arasında da mukabele sanatı vardır.
Mukabele, edebî sanatlardandır, iki veya daha fazla mânâyı ifade edip, sonra da
aynı tertiple bunların karşılığını söylemeye mukabele denir. [185]
Bir Uyarı
De ki, iyilik de kötülük de Allah'tandır" âyeti
ile, başına gelen kötülük kendindendir" âyeti arasında herhangi bir çelişki
yoktur. Çünkü birincisi hakikat mânâsında kullanılmıştır Yani, iyiliği de,
kötülüğü de Allah yaratır ve icat eder. İkincisinde ise sebep olma ve
sebeplenme söz konusudur. Yani kişi, günahı sebebiyle musibete uğrar. Nitekim
bir başka âyet-i kerime de " Başınıza gelen musibet kendi kazandığınız
günahlardan dolayıdır.[186] buyrulmuştur. Veya şöyle diyebiliriz: Gerçekte her ne kadar herşey
Allah'tan olsa da, iyiliğin Allah'a kötülüğün kula nisbet edilmesi, sözde,
Allaha karşı gösterilen güzel edeptendir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.)'ı
"Bütün hayır senin elindedir. Şer sana nisbet edilmez" buyurmuştur. Allah daha
iyi bilir. [187]
88. Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba
ayrıldınız? Halbuki Allah onları yaptıkları yüzünden başaşa- ğı etmiştir.
Allah'ın saptırdığını doğru yola
getirmek mi istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimse için asla yol
bulamazsın!
89. Sizin de kendileri gibi inkâr edip de onlarla
eşit olmanızı istediler. O halde Allah
yolunda göç edinceye kadar onlardan hiçbirini dost edinmeyin. Eğer yüz
çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde onları öldürün ve hiçbirini dost
ve yardımcı edinmeyin.
90. Ancak kendileriyle aranızda andlaşma bulunan
bir topluma sığınanlar, yahut sizinle ve kendi toplumlarıyla savaşmaktan
yürekleri kırılarak size gelenler müstesna. Allah dileseydi onları başınıza
belâ ederdi de sizinle savaşırlardı. Artık onlar sizi bırakıp bir tarafa
çekilir de sizinle savaşmazlar ve size barış teklif e-derlerse, bu durumda Allah
size, onların aleyhinde bir yola girme hakkı vermemiştir.
91. Hem sizden hem de kendi toplumlarından emin
olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Bunlar her ne zaman fitneye
götürülseler ona başaşağı dalarlar. E-ğer sizden uzak durmaz, sulh teklif etmez
ve ellerini çekmezlerse onları yakalayın, rasladığmız yerde öldürün. İşte onlar
üzerine sizin için apaçık yetki verdik.
92. Yanlışlıkla olması dışında bir mü'minin bir
mü'mini öldürmeğe hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mülmini öldüren kimsenin mü'min
bir köle azad etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi
gereklidir. Meğer ki ölünün ailesi o diyeti bağışlamış ola! E-ğer öldürülen
mü'min olduğu halde, size düşman olan bir toplumdan ise mü'min bir köle azat
etmek lazımdır. Eğer kendileriyle aranızda andlaşma bulunan bir toplumdan ise,
ailesine teslim edilecek bir diyet ve bir mü'-mın köleyi azad etmek gerekir.
Bunları bulamayan kimsenin, Allah tarafından tevbesinin kabulü için iki ay
peşpeşe oruç tutması lazımdır. Allah her şeyi bilendir, hikmet
sahibidir.
93. Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası,
i-çinde ebediyyen kalacağı cehennemdir. Allah ona ga-zab etmiş, onu la'netlemiş
ve onun için büyük bir azab hazırlamıştır.
94. Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp
dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, "Sen
mü'min değilsin." demeyin. Çünkü Allah'ın nezdinde sayısız ganimetler vardır.
Önceden siz de böyle iken Allah size lütfetti; o halde iyi anlayıp dinleyin.
Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
95. Mü'minlerden özür sahibi olanlar dışında oturanlarla malları ve
canlarıyle Allah yolunda cihad e-denler bîr olmaz. Allah, malları ve canları ile
cihad edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kıldı, i Gerçi Allah hepsine
de güzellik vadetmiştir; ama müca-: hidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle
üstün kılmıştır.
96. Kendinden dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir. Allah çok
bağışlayıcı ve merhametlidir.
Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde münafıkların rezil
durumlarını anlattıktan sonra bu âyetlerde de diğer âdi hallerini anlattı.
Bundan sonra, hatâen ve kasden adam öldürmenin hükmünü açıkladı ve mü s lüm ani
ardan birinin öldürülmesine sebep olmamak için, bir insanı öldürmeye teşebbüs
etmeden önce temkinli davranmayı emretti. Daha sonra da, mücahidlerin
mertebelerini ve âhiretteki yüksek mevkilerini anlattı. [188]
Kelimelerin İzahı
Onları küfre döndürdü, veya onları gerisin geri
döndürdü, demektir. Reks aslında, bir
şeyi ters çevirmek manasınadır. Şâir şöyle der:
Onlar cehennemin kızgın ateşinde başları aşağı
ayaklan yukarı gelecek şekilde çevrilirler. Çünkü onlar âsî idiler. İftira
etmiş ve yalan söylemişlerdi.[189]
Daraldı. Daralmak mânâsına gelen hasr
kökündendir. : Selem; teslim olmak,
boyun eğmek demektir.
"Onlara rastladığınız, onları bulduğunuz yerde"
demektir. : İyice araştırın
manasınadır. : O fitneye
daldırılırlar.[190]
Nuzûl Sebebi
a. Zeyd b. Sabit'ten şöyle rivayet edilmiştir.
Peygamber (s.a.v.) Uhuc savaşma çıkınca beıaberindekilerden bir grup geri döndü.
Bu dönenler hak kında Ashab iki gruba ayrıldı. Bir kısmı, "onları Öldürelim"
dediler. Bir kısmı ise, bunu kabul etmedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Size ne
oldu da, münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız" âyetini indirdi Rasulullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bu, ateşin, demirin kirini ve pasını gi derdiği gibi pislikleri gideren temiz bir
şeydir.[191]
b. Rivayet olunduğuna göre Haris b. Yezid,
Peygamber (s.a.v.)'e aşır düşmandı.
Daha sonra müslüman olmak isteyerek Medine'ye hicret etti. Yolda Ayyaş b. Ebî
Rabîa ile karşılaştı. Ayyaş, Haris'in müslüman olmak istediğini anlayamadı ve
onu öldürdü. Bunun üzerine Yüce Alıah "Yanlışlıkla olması dışında, bir mü'minin
bir mü'mi-ni öldürmeye hakkı yoktur" âyetini indirdi.[192]
c. İbn Abbas'm şöyle dediği rivayet olunur: Bir
grup müsltimail) elinde ganimet malı bulunan bir adama yetiştiler. Adam onlara,
"Selâmün aley-küm" dedi. Fakat onlar buna inanmayarak adamı öldürüp elindeki
ganimeti aldılar. Bunun üzerine, sıze selam verene, "sen mü'min değilsin,
demeyin..." âyeti nazil oldu.[193]
Âyetlerin Tefsiri
88. Ey mü'mirıier, münafıkların durumu hakkında
niçin iki gruba ayrıldınız? Bir kısmını"onıarı öldürelim", bir kısmınız da
"öldürmeyelim" diyor. Halbuki onlar münafıktır. Nifak ve isyanları sebebiyle
Allah onları küfre döndürmüştük
Allah'ın saptırdığı kimseleri doğru yola iletmek mi
istiyorsunuz? Bu iki cümlede geçen soru edatları inkâr ve kınama ifade eder.
Yani, "bunların durumu hakkında ihtilafa düşmeyiniz Onlardan hayır beklemeyin.
Çünkü Allah onların dalâletine hükmetti. Allah'ın saptırdığı kimse için,
hidâyete ermesi ve imarı etmesi için asla yol bulamazsın. [194]
89. münafıklar, sizm de kendileri gibi küfre
dönmenizi, ve onlarla eşit olup toptan kâfir olmarıı2ı isterler, "Onlar iman
edip de, Allah yolunda hicret ve cihad ederek imanlarını sağlamlaştırmadıkça,
onlardan hiçbiriyle dostluk ve arkadaşlık kurmayın.." Ey mü'minler, eğer onlar
Allah yolunda hicret etmekten yüz çevirirlerse, ister Harern mıntıkasında
isterse bunun dışında kalan Hill mıntıkamda olsunlar, nerede bulursanız onları
yakalayıp öldürün. Onların hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin. Yani, her ne
kadar onlar size aşırı derecede dostluk gösterse ve yardım etseler de, siz
işlerinizde onlardan öğüt ve yardım beklemeyin. [195]
90. Ancak kendileriyle antlaşma yaptığınız bir
topluma, aralarındaki anlaşma gereği gidip sığınanlar hariç. Kanlarının
dökülmemesi hususunda bunların hükmü, antlaşma yaptı ğınız toplum hakkındaki
hükmün aynıdır,
Bu cümle de Öldürme emrinden istisnadır. Yani
yahut sizinle veya kendi kavimleri ile savaşmak istemeyerek size gelenleri de
öldürmeyin. Onlar sizinle beraber olmadıkları gibi aleyhinizde de değillerdir.
Allah dileseydi onları kuvvetlendirir ve cesaret verirdi de size karşı
savaşırlardı. Fakat Allah lütfuyla, onların size karşı savaşmalarını engelledi.
Onlar size saldırıp savaşmaz, boyun eğer ve teslim olurlarsa; böyle devam ettikleri sürece onlarla
savaşmayınız. [196]
91. Hem sizden, hem de kendi toplumlarından emin
olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Yani münafıklardan size karşı
imanlarını izhâr edip sizden emin olmak, kavimlerine döndüklerinde de
küfürlerini izhâr edip onlardan emin oimak isteyen başka bir grubu da
bulacaksınız. EbussuÛd, bunların Escd ve Gatafan kabilelerinden bir grup
olduğunu söylemiştir. Bunlar Medine'ye geldiklerinde müs I umanlardan emin olmak
için müslüman görünür ve onlarla muahede yaparlardı. Kavimlerine döndüklerinde
de, onlardan emin olmak için kâfir olur ve ahidlerini bozarlardı, Bunlar her ne
zaman fitneye götürülseler ona baş aşağı daldırılırlar. Yani onlar küfre veya
müs-lümanlarla savaşa çağrıldıklarında hemen ona yönelir ve bu hususta en kötü
duruma sokulurlar. Bunlar her türlü düşmandan daha kötüdürler. Eğer sizden uzak
durmaz, barışa yanaşmaz ve sizinle savaşmaktan el çekmezlerse rastladığınız ve
bulduğunuz yerde onları yakalayıp esir atın ve Öldürün. İşte zulüm ve
hainliklerinden dolayı onları yakalayıp öldürmek için size açık bir delil ve
hüccet verdik. [197]
92. Yanlışlıkla olması dışında, bir mü'minin bir
mü'mini Öldürmesi doğru ve uygun değildir. Çünkü iman zulmü engeller. Kİm
yanlışlıkla bir mü'mini öldürürse mü'inin bir köle âzât etmesi gerekir. Çünkü
mü'min köleyi kölelik bağından kurtarmak onu
diriltmek gibidir. Aynı zamanda katilin, öldürülenin mirasçılarına
ödenmek üzere bir diyet vermesi gerekir. Ancak mirasçılar katili bağışlar da
diyeti düşürürlerse bunu ödemek gerekmez. Kânun koyucu olan Yüce Allah
yanlışlıkla adam öldürme halinede iki şeyi farz kıldı. Bunlar keffâret ve
diyettir. Keffâret, katilin malından bedeli ödenmek üzere bir mü'min köleyi
âzât etmektir. Diyet ise, katilin âkile denilen yakınları tarafından ödenecek
olan yüz devedir. Eğer yanlışlıkla öldürülen mü'minin kavmi kâfir ise ve
müslümanlarla savaş halinde iseler, bu durumda katile sadece keffâret gerekir.
Öldürülenin kav-minin müslümanların a-leyhine yararlanmamaları için diyet
ödemez, Eğer yanlışlıkla öldürülen zimmîler gibi, aranızda anlaşma bulunan kâfir
bir kavimden ise, aranızda bir anlaşma olduğu için katilin, maktulün ailesine
diyet ödemesi gerekir. Aynı zamanda katilin, mü'min bir köleyi azat etmesi de
lâzımdırEğer katil köle bulamazsa, onun yerine kesintisiz olmak üzere iki ay
oruç tutması gerekir. Yüce Allah tevbenizi kabul etmek için bu hükmü koydu.
Allah yarattıklarını pek iyi bilir, koyduğu kânunlarda hikmet sahibidir. Bundan
sonra Yüce Allah kasten adam öldürmenin hükmünü, bunun çirkin bir suç olduğunu
ve cezasının çok şiddetli olduğunu açıklıyarak şöyle buyurdu: [198]
93. Kirn, mü'min olduğunu bilerek kasdcn bir
mü'mini Öldürürse onun cezası, içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir. Cumhura
göre bu hüküm, mü'mini öldürmeyi helâl sayanlar i-çindir. Nitekim İbn Abbas da
böyle söylemiştir. Çünkü öldürmeyi helal sayan katil kâfir olur. O katil,
Allah'ın hısımına uğrar, rahmetinden kovulur, âhirette de şiddetli azaba
çarpılır.[199]
94. Ey mü'minler, düşmana kar -şı savaşmak üzere
cihada çıktığınızda temkinli davranın, kimin mü'min kimin kâfir olduğunu
anlamadan insan öldürmede acele etmeyiniz. Geçici dünya malına göz dikerek.
Islamm selamı ile size selam veren kimseyi, "sen mü'min değilsin, sen bunu ölüm
korkusuyla söyledin" deyip de
Öldürmeyin, Allah katında bundan
daha iyi ganimetler vardır. Onlar, Allah'ın sizin için hazırladığı bol sevap ve
nimetlerdir. Siz de daha önce böyle kâfirler idiniz. Allah size İslamı nasip
etti. Size imanı lütfetti. Öyleyse herhangi bir mü'mini Öldürmemek için temkinli
olunuz ve onun durumunu kendi durumunuzla kıyaslayınız. Şüphesiz Allah
yaptıklarınızdan heberdardır. Onlara göre size ceza verecektir.
Bundan sonra Yüce Allah mücahidlerin faziletini
anlatarak şöyle buyurur:
[200]
95. A'mâ topal ve hasta gibi özürlüler hariç,
mü'minlerden cihada gitmeyip oturanlar malı ile canı ile Allah yolunda cihad
edenlerle bir değildir. İbn Abbas: "Bunlar, Bedir savaşma gitmeyip oturanlar
ile, savaşa gidenlerdir" der. Bu âyet inince a'mâ olan İbn Ümm-i Mektûm kalkıp;
"Yâ Rasulallah! Bana ruhsat var mı?
Allah'a andolsun ki, gücüm yetse mutlaka cihada çıkardım." dedi. Bunun üzerine,
"özürlüler hariç" bölü-
mü indi. Allah, malları ve canlarıyla cihad
edenleri, oturan özürlülere üstün kıldı. Zira aynı niyeti taşımalarına rağmen
birisi savaşa katılmış diğeri katılamamıştır. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) şöyle
buyurur: Medine'de Öyle kimseler vardır ki, yürüdüğünüz her yolda ve geçtiğiniz
her vadide sizinle beraberdirler. Ashab: "Yâ Rasulallah! Onlar Medine'de
oldukları halde mi, bizimle beraberdirler?" dediler. Rasulullah (s.a.v.): "Evet
özürleri onları engelledi." buyurdu.[201] Savaşa katılan ve özürleri sebebiyle katılamıyanlardan herbi-rine Allah
âhirette güzel mükâfat vadetmiştir. Allah kendi yolunda savaşanlara bol bol
sevap vermek suretiyle onları, özürsüz olarak savaşa katılmayanlardan üstün
kılmıştır. [202]
96. Allah mağfiret ve rahmetiyle birlikte,
mücahitlere birbirinden üstün makamlar verecektir. Hadiste şöyle buyrulur:
"Cennette yüz derece vardır. Allah onları kendi uğrunda cihad edenler için
hazırlamıştır. Her iki derece arasındaki mesafe, göklerle yer arasındaki mesafe
kadardır.[203]
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder