NÂZİÂT SÛRESİ
. 6
NÂZİÂT SÛRESİ
Mekke'de inmiştir, 46
âyettir.
Takdim
Nâziât
sûresi Mekke'de inmiştir. Bunun durumu, Mekke'de inen diğer sûreler gibidir. Bu
sûreler, "Allah'ın birliği, peygamberlik, öldükten sonra dirilme ve hesab" gibi inanç esasları üzerinde durur. Sûre'nin ana
konusu, kıyamet ve onun halleri ve takva sahibi kişilerle suçluların varacakları
yerlerdir.
Bu mübarek sûre, itaatkâr
meleklere yemin ile başlar. Bu melekler, mü'minlerin
ruhlarım incitmeden nazik bir şekilde alan; kâfirlerin ruhlarını ise sertçe ve
şiddetle çıkaran meleklerdir. Bunlar aynı zamanda, Allah'ın emriyle mahlukatm işlerini idare ederler: "Söküp çıkaranlar, yavaşça
çekenler, kolayca yüzenler, yarış edenler, bir işi çevirenler hakkı
için..."
Bundan sonra sûre, öldükten sonra
dirilmeyi ve haşri inkâr eden müşriklerden bahseder
ve onların bu korkunç gündeki durumlarını tasvir eder: "O gün yürekler kaygıdan
hoplar. Onların gözleri alçalır. Böyleyken, "Öldükten sonra biz, dünyadaki ilk
halimize döndürülecek miyiz? Hem de bu, biz çürümüş kemikler olduktan sonra mı
olacak?" derler.
Daha sonra sûre, ilahlık
iddiasında bulunan, zorbalık ve taşkınlıkta devam eden azgın Firavun'u ele alır
ki, Yüce Allah onun belini kırmış, onu ve Kıbtî
kavmini boğarak yok etmiştir: "Sana Musa'nın haberi geldi mi? Tur'daki kutsal
vadide Rabbi ona seslenmişti: Firavun'a git. Çünkü o çok azdı. Ona de ki:
Arınmaya gönlün var mı?..."
Sûre, Mekke halkının azgınlığından
ve Rasulullah (s.a.v)'a karşı takındıkları inatçı
tavırdan söz eder ve onlara, Allah'ın birçok mahrukatından daha zayıf
olduklarını hatırlatır: "S'izi yaratmak mı daha güç,
yoksa gök yüzünü yaratmak mı? Onu Allah bina etmiş, yükseltmiş ve nizama
koymuştur. Gecesini karartmış, gündüzünü'ağartmıştır."
Bu mübarek sûre, müşriklerin
"olmaz" deyip yalanladıkları ve meydana gelmesini inkâr ettikleri kıyametin
zamanını açıklayarak sona erer: «Sana, kıyametten sorarlar. "Gelip çatması ne
zamandır?" derler. Onu anlatmak nerde, sen nerde! (Onu bilmek) en son vakte
kadar Rabbine aittir. Sen ancak, ondan korkanları uyarırsın. Kıyamet gününü
gördüklerinde, dünyada geçirdikleri Ömür onlara, sanki bir akşam vakti, ya da kuşluk zamanı kadar gelir.» [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11. Söküp çıkaranlar, yavaşça çekenler, yüzdükçe yüzenler
yarıştıkça yarışanlar, ve işi idare edenlere yemin olsun ki, (kıyamet var). O
gün birinci üfleme sarsar. Onu ikinci üfleme izler, o gün yürekler kaygıdan
oynar, onların gözleri alçalır (yere iner). (Gerçekler böyle iken öldükten sonra
dirilmeyi inkâr edenler) "Öldükten sonra biz, (dünyadaki) ilk halimize
döndürülecek miyiz, (hem de bu) biz çürümüş kemikler olduktan sonra (mı
olacak?) derler.
12. (Bu
münkirler) "O halde bu zararına bir dönüş olur" dediler.
13. O, ancak
bir tek nâradır.
14. Birdenbire
insanlar kendilerini yeryüzünde buluverirler.
15. Sana
Musa'nın haberi geldi mi?
16.Tûr'daki
kutsal vadide Rabbi ona seslenmişti.
17. Firavun'a
git! Çünkü o çok azdı.
18, 19.
"Arınmağa gönlün var mı? Sana Rabbinin yolunu göstereyim de, O'ndan kork."
dedi.
20. Ve ona en
büyük mu'cizeyi gösterdi.
21. (O ise)
hemen yalanladı ve isyan etti.
22. Sonra
arkasını dönerek hızla gitti.
23. Derhal
(adamlarını) topladı ve onlara) bağırdı:
24. "Ben, sizin
en yüce Rabbinizim!" dedi.
25. Allah onu,
herkese ibret olarak, ilk ve son sözünden dolayı cezalandırdı.
26. Elbette
bunda, korkan kimseler için büyük bir ibret vardır.
27, 28, 29, 30, 31, 32, 33. Sizi yaratmak mı daha güç, yoksa gökyüzünü yaratmak mı,
ki onu Allah bina etti, onun boyunu yükseltti ve onu kusursuz işleyen bir
sisteme bağladı. Gecesini kararttı, gündüzünü ağarttı. Ondan sonra da
yerküreyi döşedi. Hayvanlarınız ve kendiniz için bir faydalanma olmak üzere,
yerden suyunu ve otlarını çıkardı ve dağları sağlam bir şekilde
çaktı.
34, 35, 36. Her
şeyi alt üst eden o büyük felâket geldiği vakit, insan ne uğurda çalıştığını
anlar ve gören
(herkes)e cehennem açık bir şekilde
gösterilir.
37, 38, 39.
Azan ve dünya hayatım âhirete tercih eden; şüphesiz
ateş (onun için) yegâne barınaktır.
40, 41.
Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştırana gelince,
şüphesiz (onun için de) cennet yegâne barınaktır.
42, 43, 44, 45, 46. Sana kıyametten sorarlar: "Gelip çatması ne zamandır?"
(derler.) Onu hatırlatmak nerede, sen nerede? En son vakte kadar (onun ilmi)
Rab-bine aittir. Sen ancak ondan korkanları uyarırsın. Kıyamet gününü
gördüklerinde dünyada geçirdikleri ömür onlara, sanki bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar gelir.
Kelimelerin İzahı
Vâcife,
korkan, titreyen demektir. Kalp, şiddetli korku sebebiyle heyecanlanıp
titrediği zaman, denir.
Hâfira,
"Önceki hale dönmek" demektir. Bir kimse, geldiği yoldan geri döndüğünde, denir.
Şâir şöyle der:
İhtiyarlayıp saçlarım döküldükten
sonra, eski durumuma mı döneceğim?!
Beyinsizlik ve utanılacak şey
yapmaktan Allah'a sığınırım.[2]
Sâhira,
yeryüzü demektir. Araplar, yeryüzüne ve çöle sâhira
derler. Çünkü onun üzerinde uyuma ve uykusuz kalma olur.
Semk,
yükseklik demektir "yüksek bina" mânâsına gelir.
Kararttı. Gece karardığında;
"Allah onu kararttı" mânâsında ise denir.
Onu yaydı ve düzeltti. Zeyd b. Amr şöyle der:
Yeryüzünü yaydı. Dümdüz olunca,
onu kudreti ile sağlamlaştırdı ve üzerine
dağları yerleştirdi.[3]
Tâmme, day anı lamı yacak büyük musibet
demektir. Şâir şöyle der:
Âyetlerin Tefsiri
1. Kâfirlerin
ruhlarım son derece şiddetli ve çetin bir şekilde çekip alan meleklere yemin
ederim. [5]
2. Mü'minlerin ruhlarım kolaylık ve yumuşaklıkla rahatça alan
meleklere yemin ederim. İbn Mes'ûd şöyle der: Ölüm meleği ve yardımcıları, kâfirlerin ruhlarını, birçok budağı olan
demir şişin, yaş yünden çıkarıldığı gibi çıkarırlar.
Kâfirin ruhu, suda boğulan kimse gibi çıkarılır; mü'minin ruhu ise kolayca ve yumuşak bir şekilde alınır.
Melek, mü'minin ruhunu, devenin ayağından ilmiğin
çözülmesi gibi kolayca alır.[6]
İbn Kesîr de şöyle der: Yüce Allah, insan oğlunun
ruhlarını almakta olan meleklere yemin etti. Meleklerden bir kısmı, insanın
ruhunu zorla alır ve onu çıkarırken boğar. Bir kısmı da insanın ruhunu, bir
düğümden çözer gibi kolaylıkla alır.[7]
3. Allah'ın
emri ve vahyi ile, onun emrini uygulamak için, suda yüzen balıklar gibi hızla
inen meleklere yemin ederim. [8]
4. Mü'minlerin ruhlarını, yarışarak en önde cennete götüren
meleklere yemin ederim. [9]
5. Allah'ın
emriyle, kâinat ile ilgili işleri, yani rüzgârları, yağmurları, rızıkları, ömürleri ve diğer dünya işlerini idare eden
meleklere yemin ederim. Yüce Allah, kıyametin hak olduğuna dair bu beş sınıf
melek üzerine yemin etti. Bu yeminin cevabı zikredilmemiştir. Takdiri, "Mutlaka
diriltilecek ve sorguya çekileceksiniz" şeklindedir. Bunun böyle olduğuna, daha
sonra gelen şu âyet delildir: [10]
6, 7. Her şeyi
sarsıp titreten ilk üfürme, Sür1a
üfürüldüğü gün ki, bunu ikinci üfleme takip eder. Bu, kabirlerden kalkış
üfürmesidir. İbn Abbâs şöyle
der: Râcife ve râdife'den
maksat birinci ve ikinci üfürmedir. İlk üfürme, Allah'ın izni ile her şeyi
öldürür. İkincisi ise, Allah'ın izni ile her şeyi diriltir.[11]
Bundan sonra Yüce Allah, yalanlayıcılarm durumlarını ve karşılaşacakları sıkıntı
verici, dehşetli şeyleri anlatır:[12]
8. O gün,
kâfirlerin kalpleri korkak, endişeli ve ürkek olur. [13]
9. O kalpleri
taşıyanların gözleri, açık açık gördükleri korkunç
şeylerden dolayı, zelil ve hakirdir. [14]
10. Öldükten
sonra dirilmeyi imkânsız görüp alay
ettikleri için dünyada şöyle derler: Öldükten sonra tekrar diriltilecek miyiz?
Yok olduktan sonra diriler haline gelip ilk halimize mi döneceğiz? Kurtubî şöyle der: Onlara, "Siz öldükten sonra tekrar
diriltileceksiniz" denildiğinde hayret ve inkâr içersinde, "Öldükten sonra,
tekrar ilk duruma mı döndürüleceğiz. Ölmeden önce olduğumuz gibi, tekrar diriler
haline mi geleceğiz?" derler. Araplar, bir kimse, geldiği yoldan geri
döndüğünde, derler.[15]
11. Biz,
çürüyüp dağılan kemikler haline geldikten sonra mı, yeniden diriltilip eski
halimize döndürüleceğiz. [16]
12. Dediler ki:
Eğer öldükten sonra dirilme hak ise ve biz Öldükten sonra diriltilecek isek, o
takdirde biz, zarara uğrayanlardan oluruz. Çünkü biz cehennemliklerdeniz. [17]
13. Yüce Allah
buyurdu ki: Öldükten sonra dirilme o-layı bir tek
seslenişten ibarettir. Bununla, kabirlerden kalkmak için Sûr'a üfürülür. [18]
14. Bir de
bakarsın ki, daha önce yerin içinde bulunan bütün yaratıklar, yerin üstüne
çıkmıştır.
Bundan sonra Yüce Allah, Hz. Peygamber (a.s.)'i teselli etmek ve Fir-avun'un kavminden yalanlayıcı
azgınların başına gelenlerin, onun kavminin de basma gelmemesi için onları
sakındırmak maksadıyle, Musa'nın (a.s.) Firavun'la
olan kıssasını anlattı: [19]
15. Bu, kıssayı
dinlemeye teşvik etme üslubudur. Yani, Ey Peygamber! Musa Kelimullah'ın haberi sana geldi mi? [20]
16. Hani, Rabbi
ona, Tur-u Sina dağının alt kısmında bulunan "Tuvâ"
denilen, gök ve mübarek vadide şöyle seslenmişti. [21]
18. Ona de ki
günahlardan temizlenme istek ve arzun var mı?
[23]
19. Rabbini
tanıma ve O'na itaata giden yolu sana göstermemi,
dolayısıyle O'ndan korkup sakınmayı ister misin? Zemahşerî şöyle der: İşin aslı, "korku" olduğu için Yüce
Allah onu zikretti. Kim Allah'tan korkarsa, ondan her türlü iyilik gelir. Musa,
(a.s.) konuşmasına, arz mânâsını ifade eden soru ile başladı. Nitekim kişi,
misafirine, "Bizde
misafir olur musun?" diye hitap eder. Onun
ardından nazik ve yumuşak söz söyledi ki onu nezaketle çağırsın ve nazik
davranarak, kibrinden vazgeçmesini istesin. Nitekim, Yüce Allah meâlen, "Ona tatlı dille söz söyleyin"[24]
buyurmuştur.[25]
20. Ona en
büyük mucizeyi gösterdi. Bu âyette hazif vardır. Yani,
Mûsâ (a.s.) Firavun'a gitti. Onu hakka davet etti ve onunla konuştu. Firavun
iman etmekten kaçınınca, ona en büyük mucizeyi gösterdi. Bu mucize de, âsânın
hızla yürüyen bir yılana çevrilmesidir. Kurtubî der
ki: Ona büyük alâmeti yani mucize'yi gösterdi. İbn
Abbâs, "o asadır" der.[26]
21. Firavun,
Allah'ın peygamberi Musa'yı (a.s.) yalanladı, o parlak mucizenin
gösterilmesinden sonra, Allah'ın emrine karşı çıktı. [27]
22. Sonra,
yılandan korkarak arkasını dönüp kaçtı. Gördüğü şeyin dehşetinden dolayı hızla
yürüyerek geri döndü.[28]
23.
Sihirbazları, askerlerini ve adamlarını topladı. İnsanlar arasında bir hatip
gibi durup[29]
24. Yüksek
sesle onlara, "Kendisine ibadet edilen yüce rabbiniz benim. Benim üstümde bir
rab yoktur" dedi. [30]
25. Allah, son
sözü olan, "Ben en yüce rabbinizim" sözünden ve ilk sözü olan, "Benden başka
sizin için bir ilah tanımıyorum" sözünden dolayı ceza olarak onu yok etti.[31]
26. Firavunda,
onun azgınlığının ve başına gelen azap ve ceza kıssasının, anlatılmasında
Allah'tan ve Öfoun azabından korkan kimseler için
mutlaka bir ibret ve öğüt vardır.
O Azgının yani Firavun'un
kıssasının anlatılması sona erince Yüce Allah, öldükten sonra dirilmeyi inkâr
eden Kureyş kâfirlerine döndü ve kudretinin
eserlerine ve büyüklüğünün alametlerine dikkatlerini çekmek üzere şöyle
buyurdu: [32]
27. Bu soru,
kınamak ve azarlama mânâsı ifade eder. Yani, Ey Müşrikler Topluluğu! Sizi
yaratmak mı daha zor olur, yoksa şu eşi olmayan büyük göğü yaratmak mı? Zira,
büyüklüğüne rağmen bu göğü yükseltene, sizi yaratmak ve öldükten sonra diriltmek
son derece kolay gelir. O halde, öldükten sonra dirilmeyi nasıl inkâr
edersiniz? Fahreddin Râzî
şöyle der: Yüce Allah, onların dikkatini, müşahede ile bilinen bir şeye çekti.
Şöyle ki, küçük ve zayıf olarak insanın yaratılması, kendisi ve
halleri büyük olan göğe nisbetle çok kolaydır. Durum böyle olunca, onların tekrar
diriltilmesi basit bir iştir. Bunu nasıl inkâr ederler?[33]
Nitekim Yüce Allah meâlen, "Göklerin ve yerin yaratılması, insanların
yaratılmasından elbette daha büyük bir şeydir[34]
buyurmuştur. Allah gökleri, üstünüzde, sağlam yapılı, direksiz ve kazıksız bir
şekilde yüksek olarak yarattı.
Bundan sonra Yüce Allah, daha çok
açıklamak ve izah, etmek üzere şöyle buyurdu:
[35]
28. Göğün
kütlesini yüksek yaptı, üzerinizde tavanını yükseltti ve onu, kendisinde bir
zıtlık, çatlaklık ve yarık olmaksızın düzgün bir şekilde yarattı. İbn Kesîr şöyle der: Allah göğü yüksek yapılı, geniş sahalı
ve etrafı düzgün olarak yarattı. Onu, karanlık gecelerde yıldızlarla taç
giydirilmiş gibi süslü kıldı.[36]
29. Gecesini
zifiri karanlık, gündüzünü de aydınlık kıldı. İbn
Abbâs şöyle der: Gecesini kararttı, gündüzünü
aydınlattı.[37]
30. Göğü
yarattıktan sonra, yeri yayıp oradakilerin oturması için bir beşik haline
getirdi.[38]
31.
Yeryüzünden, fışkıran su gözeleri çıkarttı ve orada nehirler akıttı. İnsan ve
hayvan yiyeceği olan bitki ve yeşillikler bitirdi. [39]
32. Allah
dağlan yeryüzüne yerleştirdi ve onları kazıklar gibi kıldı ki, yeryüzü,
üzerindekileri sabit tutup sarsmasın. [40]
33. Yüce Allah
bütün bunları yaptı. Pınarları fışkırttı, nehirleri akıttı, ekin ve ağaçları
bitirdi. Bütün bunları kulların yaran, onların ve hayvanlarının ihtiyaçlarını
gidermek için yaptı. Fahreddin Râzî şöyle der: dan maksat, insanların ve hayvanların
yiyeceği şeylerdir. âyeti, buna delildir. Bak, Yüce Allah, sözü ile, yeryüzünden
insanlar için çıkardığı gıda maddeleri ve faydalı diğer şeylere nasıl işaret
etti. Bunlar yeşillik, ağaç, tahıl, meyve, saman, odun, elbise ve ilaç, hatta
tuz ve ateş gibi şeylerdir. Çünkü tuz sudan, ateş
de ağaçtan meydana gelir.[41]
Yüce Allah, aklen haşrin mümkün olduğunu
göstermek için, göklerin ve yerin yaratılışını ve bu ikisinde yarattğı harikulade varlıkları anlattıktan sonra ardından,
haşrin fiilen meydana geleceğini haber vermek üzere
şöyle buyurdu: [42]
34. Korkunç
halleri her şeyi kaplayan ve diğer musibetlerden büyük olan o büyük musibet,
yani kıyamet geldiğinde... İbn Abbâs şöyle der: O musibet, kıyamettir. Her türlü korkunç
şeyleri kapsadığı için ona bu isim verilmiştir.[43]
35. O gün
insan, yapmış olduğu iyi veya kötü amelleri hatırlar ve onlan, amel defterinde yazılmış görür. [44]
36. Cehennem,
bakanlar için ortaya çıkarılır. İnsanlar onu açıkça görür. Gözü olan herkes onu
rahatça görür.
Yüce Allah kıyametin halini ve
onun korkunç durumlarını anlattıktan sonra, insanların, bahtiyarlar ve
bedbahtlar olmak üzere ikiye ayrıldığını anlattı: [45]
37. İnkâr ve
isyan içinde, haddi aşan; [46]
38. Ve geçici
hayatı, devamlı hayata tercih edip bu dünya hayatının haram arzularına dalarak,
salih amel işlemek suretiyle âhireti için hazırlanmayan kimseye gelince, [47]
39. Kuşkusuz
onun barınağı ve sığınağı alevli cehennemdir. Onun, cehennemden başka
evi yoktur. [48]
40. Rabbinin
azamet ve ululuğundan korkan, ilk yaratılışa ve âhiret hayatına kesin olarak inandığı ve bunları bildiği
için, hesap gününde Rabbinin huzurunda durmaktan sakınana, ve kendini masiyetlerden ve haramlardan alıkoyan ve onu helake götüren
şehevî arzulardan sakındırana gelince, [49]
41.
Bilinmelidir ki, onun yeri ve makamı, Naîm yurdu olan
cennettir. Onun, cennetten başka evi yoktur.[50]
Bundan sonra Yüce Allah, kıyameti
yalanlayan ve kıyametle ilgili haberleri alaya alan kimselerin durumunu anlatmak
üzere şöyle buyurdu: [51]
42. Ey
Peygamber! O müşrikler sana
kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar.
Tefsirciler der ki: Müşrikler, kıyametle ilgili haberleri ve onun, "tâmme", "sâhha", "kâria" gibi
korkunç vasıflarla nitelendiğini dinliyor ve alay yollu olarak, "Allah onu ne
zaman yaratacak, onu ne zaman koparacak? O ne zaman kopacak ve maydana gelecek?" diyorlardı. Bunun üzerine bu âyet
indi. [52]
43. Kıyametin
ne zaman kopacağını sen bilmiyorsun ki, bunu onlara bildiresin. Çünkü o, sadece
Allah'ın bildiği gayb haberlerin-dendir. Durum böyle
iken niçin sana onu ısrarla soruyorlar? [53]
44. En son
vaktine kadar onun ilmi Rabbine aittir. Onun ne zaman kopacağını, tayin ederek
bilen O'dur. Bunu O'ndan başka hiç kimse bilmez. [54]
45. Ey
Peygamber! Senin görevin, kıyametin ne zaman kopacağını bildirmek değil, ondan
korkanları uyarmaktır. Yüce Allah,
özellikle, "korkanları uyarma"yı zikretti. Çünkü bu uyarıdan yararlananlar
onlardır. [55]
46. O kâfirler
, kıyameti ve ondaki dehşet verici durumları gördükleri gün, sanki dünyada,
gündüzün bir kısmı, yani akşam veya sabah vakti kadar kalmış gibi olurlar. İbn Kesîr şöyle der: Dünyada yaşadıkları hayatın süresini
kısa görürler. Hatta onlara göre dünya hayatı, bir günün akşamı veya sabahı
kadar gelir.
Yüce Allah bu mübarek sûreyi,
sûrenin başında, üzerine yemin ettiği "öldükten sonra dirilme ve haşr"in isbatı ile bitirdi. Bu,
kıyametin kopacağına dair bir delil gibidir. Bir de, başlangıç ile bitiş
birbirine uygun düşsün diye böyle yaptı. [56]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda Özetliyoruz:
1. "Allah onu,
önceki ve sonraki sözünden dolayı cezalandırdı" âyetinde, ve kelimeleri
arasında tıbâk vardır. Çünkü maksat onun, önce ve
sonra söylediği iki adi sözdür. Aynı şekilde kelimeleri arasında tıbâk vardır.
2. kelimeleri
arasında cinâs-ı iştikak vardır.
3. "Göğü Allah
bina etti. Onun boyunu yükseltti, ve Onu kusursuz işleyen bir sisteme bağladı"
âyetleri ile "jijiNj Ondan sonra da yerküreyi döşedi
ve onun, hayvanlarınız ve kendiniz için bir faydalanma olmak üzere yerden suyunu
ve otlağını çıkardı" âyetleri arasında mukabele vardır. Aynı
şekilde,
Azan ve dünya hayatını âhirete tercih edene
gelince..." âyeti ile, "Rabbinin
makamından korkan ve nefsim kötü arzulardan uzak tutana gelince..." âyetleri
arasında mukabele sanatı vardır.
4. "Musa'nın
haberi sana geldi mi?" âyetinde teşvik üslûbu vardır. Çünkü bundan maksat,
kıssayı tanımaya teşviktir.
5. Ayetlerde
geçen kelimeleri arasında tıbâk vardır.
6. " Sanki
onlar, kıyamet gününü gördüklerinde dünyada geçirdikleri ömür, bir akşam vakti
ya da kuşluk zamanı kadar gelir" âyetinde mürsel mücmel teşbih vardır.
7. "Yerden,
suyunu ve otlağını çıkarttı" âyetinde istiâre-i tasrîhiyye vardır. Yüce Allah, insanların yemesini
hayvanların otlamasına benzetti. İnsanların ve hayvanların bitkilerden yemesi
alâkasıyla, "otlamak" insanlar için müsteâr olarak kullanıldı. Burada güzel bir
istiare vardır.
8. v.b. âyet
sonlarında, son harflerin uygunluğu vardır. Bu da güzelleştirici edebî
sanatlardan olup buna "seci" denir.
Yüce Allah'ın yardımıyle "Nâziât Sûresi"nin
tefsiri bitti. [57]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/199.
[2] Bu beyti İbnu'l-A'râbî söylemiştir. Mânâsı şudur: İhtiyarlayıp saçlarım
döküldükten sonra, gençliğimdeki flört ve aşk hayatına mı
döneceğim?!
[3] Bahr. 8/418
[4] Kurtubî,
19/204
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/202-203.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/203.
[6] Hâzin, 4/204
[7] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/595.
İbn Kesîr daha sonra: "Doğru olan budur. Çoğunluk da
bu
görüştedir" der.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/203.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/203.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/203.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/203.
[11] Kurtubî. 19/193
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/203.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/203.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/204.
[15] Kurtubi,
19/194
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/204.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/204.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/204.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/204.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/204.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/204.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/204.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/204.
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/204.
[24] Tâhâ sûresi, 20/44
[25] Keşşaf, 4/695
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/204-205.
[26] Kurtubî,
19/202
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/205.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/205.
[28] Kasas sûresi,
28/38
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/205.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/205.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/205.
[31] Bu, İbn Abbâs, Mücâhid ve İkrİme'nin görüşüdür. İbn Abbâs der ki, "Bu iki küfür sözünün arasında kırk sene
geçmiştir. Allah ona mühlet verdi, sonra da cezalandırdı."
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/205.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/205.
[33] Tefsîr-i kebîr, 31/43
[34] Mü'min sûresi,
40/57
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/205-206.
[36] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/597
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/206.
[37] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/597
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/206.
[38] Bu söz, yeryüzünün yuvarlaklığına aykin değildir. Zira,
yerin yuvarlaklığı kesindir. Hatta Fahreddin Râzî şöyle der: Yeryüzü önce, toplanmış bir küre gibiydi.
Daha sonra Yüce Allah onu yaydt. "onu yaydı" âyetinin
mânâsı, mücerret bir yayma değildir. Aksine bundan maksat şudur: Yüce Allah
göğü, yiyeceklerin yetişmesine hazır bir şekilde yaydı. Nitekim bir sonraki âyet
olan, âyeti bunu göstermektedir. Büyük cismin görünen yeri, düz bir zemine
benzer'. Bkz, Tefsîr-i kebîr,
31/48
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/206.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/206.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/206.
[41] Tefsîr-i kebîr, 31/49
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/206-207.
[43] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/598
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/207.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/207.
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/207.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/207.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/207.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/207.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/207.
[50] Bu mübarek âyetler, insanın, kendini tanıması için
hassas bir terazidir. İnsan buna bakarak, kendisinin cennetliklerden mi yoksa
cehennemliklerden mi, o mutlu kişilerden mi, yoksa mutsuzlardan mı olduğunu
anlar. Kim azar ve taşkınlık yapar ve bu hayatın arzularını, Rab-bine itaata tercih ederse, İşte o bedbaht olup cehennem azabını
çeker. Kim de Allah'a itaat eder, ondan korkar ve mevlasınm rızası için koşar ve nefsini, arzu ettiği
şeylerden sakındırır-sa, işte o da mutlu ve Naîm cennetlerinde ikrama layık olan kimsedir. İnsan kendini
bu terazi ile tartsın.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/207.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/207-208.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/208.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/208.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/208.
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/208.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/208-209.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder