NÂZİÂT SÛRESİ

Hiç yorum yok
. 6


NÂZİÂT SÛRESİ

Mekke'de inmiştir, 46 âyettir.

Takdim

Nâziât sûresi Mekke'de inmiştir. Bunun durumu, Mekke'de inen diğer sûreler gibidir. Bu sûreler, "Allah'ın birliği, peygamberlik, öldükten sonra dirilme ve hesab" gibi inanç esasları üzerinde durur. Sûre'nin ana konusu, kıyamet ve onun halleri ve takva sahibi kişilerle suçluların varacakları yer­lerdir.
Bu mübarek sûre, itaatkâr meleklere yemin ile başlar. Bu melekler, mü'minlerin ruhlarım incitmeden nazik bir şekilde alan; kâfirlerin ruhlarını ise sertçe ve şiddetle çıkaran meleklerdir. Bunlar aynı zamanda, Allah'ın emriyle mahlukatm işlerini idare ederler: "Söküp çıkaranlar, yavaşça çe­kenler, kolayca yüzenler, yarış edenler, bir işi çevirenler hakkı için..."
Bundan sonra sûre, öldükten sonra dirilmeyi ve haşri inkâr eden müş­riklerden bahseder ve onların bu korkunç gündeki durumlarını tasvir eder: "O gün yürekler kaygıdan hoplar. Onların gözleri alçalır. Böyleyken, "Öl­dükten sonra biz, dünyadaki ilk halimize döndürülecek miyiz? Hem de bu, biz çürümüş kemikler olduktan sonra mı olacak?" derler.
Daha sonra sûre, ilahlık iddiasında bulunan, zorbalık ve taşkınlıkta devam eden azgın Firavun'u ele alır ki, Yüce Allah onun belini kırmış, onu ve Kıbtî kavmini boğarak yok etmiştir: "Sana Musa'nın haberi geldi mi? Tur'daki kutsal vadide Rabbi ona seslenmişti: Firavun'a git. Çünkü o çok azdı. Ona de ki: Arınmaya gönlün var mı?..."
Sûre, Mekke halkının azgınlığından ve Rasulullah (s.a.v)'a karşı ta­kındıkları inatçı tavırdan söz eder ve onlara, Allah'ın birçok mahrukatından daha zayıf olduklarını hatırlatır: "S'izi yaratmak mı daha güç, yoksa gök yüzünü yaratmak mı? Onu Allah bina etmiş, yükseltmiş ve nizama koy­muştur. Gecesini karartmış, gündüzünü'ağartmıştır."
Bu mübarek sûre, müşriklerin "olmaz" deyip yalanladıkları ve mey­dana gelmesini inkâr ettikleri kıyametin zamanını açıklayarak sona erer: «Sana, kıyametten sorarlar. "Gelip çatması ne zamandır?" derler. Onu an­latmak nerde, sen nerde! (Onu bilmek) en son vakte kadar Rabbine aittir. Sen ancak, ondan korkanları uyarırsın. Kıyamet gününü gördüklerinde, dünyada geçirdikleri Ömür onlara, sanki bir akşam vakti, ya da kuşluk za­manı kadar gelir.» [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11. Söküp çıkaranlar, ya­vaşça çekenler, yüzdükçe yüzenler yarıştıkça yarışan­lar, ve işi idare edenlere yemin olsun ki, (kıyamet var). O gün birinci üfleme sarsar. Onu ikinci üfleme izler, o gün yürekler kaygıdan oynar, onların gözleri alçalır (yere iner). (Gerçekler böyle iken öldükten sonra diril­meyi inkâr edenler) "Öldükten sonra biz, (dünyadaki) ilk halimize döndürülecek miyiz, (hem de bu) biz çü­rümüş kemikler olduktan sonra (mı olacak?) derler.
12. (Bu münkirler) "O halde bu zararına bir dö­nüş olur" dediler.
13. O, ancak bir tek nâradır.
14. Birdenbire insanlar kendilerini yeryüzünde buluverirler.
15. Sana Musa'nın haberi geldi mi?
16.Tûr'daki kutsal vadide Rabbi ona seslenmişti.
17. Firavun'a git! Çünkü o çok azdı.
18, 19. "Arınmağa gönlün var mı? Sana Rabbinin yolunu göstereyim de, O'ndan kork." dedi.
20. Ve ona en büyük mu'cizeyi gösterdi.
21. (O ise) hemen yalanladı ve isyan etti.
22. Sonra arkasını dönerek hızla gitti.
23. Derhal (adamlarını) topladı ve onlara) bağırdı:
24. "Ben, sizin en yüce Rabbinizim!" dedi.
25. Allah onu, herkese ibret olarak, ilk ve son sö­zünden dolayı cezalandırdı.
26. Elbette bunda, korkan kimseler için büyük bir ibret vardır.
27, 28, 29, 30, 31, 32, 33. Sizi yaratmak mı daha güç, yoksa gökyüzünü yaratmak mı, ki onu Allah bina etti, onun boyunu yükseltti ve onu kusursuz işleyen bir sis­teme bağladı. Gecesini kararttı, gündüzünü ağarttı. On­dan sonra da yerküreyi döşedi. Hayvanlarınız ve kendi­niz için bir faydalanma olmak üzere, yerden suyunu ve otlarını çıkardı ve dağları sağlam bir şekilde çaktı.
34, 35, 36. Her şeyi alt üst eden o büyük felâket geldiği vakit, insan ne uğurda çalıştığını anlar ve gören (herkes)e cehennem açık bir şekilde gösterilir.
37, 38, 39. Azan ve dünya hayatım âhirete tercih eden; şüphesiz ateş (onun için) yegâne barınaktır.
40, 41. Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştırana gelince, şüphesiz (onun için de) cennet yegâne barınaktır.
42, 43, 44, 45, 46. Sana kıyametten sorarlar: "Gelip çatması ne zamandır?" (derler.) Onu hatırlatmak ne­rede, sen nerede? En son vakte kadar (onun ilmi) Rab-bine aittir. Sen ancak ondan korkanları uyarırsın. Kıyamet gününü gördüklerinde dünyada geçirdikleri ömür onlara, sanki bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar gelir.

Kelimelerin İzahı

Vâcife, korkan, titreyen demektir. Kalp, şiddetli korku sebe­biyle heyecanlanıp titrediği zaman, denir.
Hâfira, "Önceki hale dönmek" demektir. Bir kimse, geldiği yoldan geri döndüğünde, denir. Şâir şöyle der:
İhtiyarlayıp saçlarım döküldükten sonra, eski durumuma mı döneceğim?!
Beyinsizlik ve utanılacak şey yapmaktan Allah'a sığınırım.[2]
Sâhira, yeryüzü demektir. Araplar, yeryüzüne ve çöle sâhira derler. Çünkü onun üzerinde uyuma ve uykusuz kalma olur.
Semk, yükseklik demektir "yüksek bina" mânâsına gelir.
Kararttı. Gece karardığında; "Allah onu kararttı" mânâsında ise denir.
Onu yaydı ve düzeltti. Zeyd b. Amr şöyle der:
Yeryüzünü yaydı. Dümdüz olunca, onu kudreti ile sağlamlaştırdı ve üzerine
dağları yerleştirdi.[3]
Tâmme, day anı lamı yacak büyük musibet demektir. Şâir şöyle der:
Bazı sevgiler, kişiyi kör ve sağır yapar. Aynı şekilde buğz da, daha büyük bir musibettir.[4]

Âyetlerin Tefsiri

1. Kâfirlerin ruhlarım son derece şiddetli ve çetin bir şekilde çekip alan meleklere yemin ederim. [5]
2. Mü'minlerin ruhlarım kolaylık ve yumuşaklıkla ra­hatça alan meleklere yemin ederim. İbn Mes'ûd şöyle der: Ölüm meleği ve yardımcıları, kâfirlerin ruhlarını, birçok budağı olan demir şişin, yaş yünden çıkarıldığı gibi çıkarırlar. Kâfirin ruhu, suda boğulan kimse gibi çıkarılır; mü'minin ruhu ise kolayca ve yumuşak bir şekilde alınır. Melek, mü'minin ruhunu, devenin ayağından ilmiğin çözülmesi gibi kolayca alır.[6] İbn Kesîr de şöyle der: Yüce Allah, insan oğlunun ruhlarını almakta olan meleklere yemin etti. Meleklerden bir kısmı, insanın ruhunu zorla alır ve onu çıkarırken boğar. Bir kısmı da insanın ruhunu, bir düğümden çözer gibi kolaylıkla alır.[7]
3. Allah'ın emri ve vahyi ile, onun emrini uygulamak için, suda yüzen balıklar gibi hızla inen meleklere yemin ederim. [8]
4. Mü'minlerin ruhlarını, yarışarak en önde cennete götüren meleklere yemin ederim. [9]
5. Allah'ın emriyle, kâinat ile ilgili işleri, yani rüzgârları, yağmurları, rızıkları, ömürleri ve diğer dünya işlerini idare eden meleklere yemin ederim. Yüce Allah, kıyametin hak olduğuna dair bu beş sınıf melek üzerine yemin etti. Bu yeminin cevabı zikredilmemiştir. Takdiri, "Mutlaka diriltilecek ve sorguya çekileceksiniz" şeklindedir. Bunun böyle olduğuna, daha sonra gelen şu âyet delildir: [10]
6, 7. Her şeyi sarsıp titreten ilk üfürme, Sür1a üfürüldüğü gün ki, bunu ikinci üfleme takip eder. Bu, kabirlerden kalkış üfürmesidir. İbn Abbâs şöyle der: Râcife ve râdife'den maksat birinci ve ikinci üfürmedir. İlk üfürme, Allah'ın izni ile her şeyi öldürür. İkincisi ise, Allah'ın izni ile her şeyi diriltir.[11]
Bundan sonra Yüce Allah, yalanlayıcılarm durumlarını ve karşılaşa­cakları sıkıntı verici, dehşetli şeyleri anlatır:[12]
8. O gün, kâfirlerin kalpleri korkak, endişeli ve ürkek olur. [13]
9. O kalpleri taşıyanların gözleri, açık açık gördükleri korkunç şeylerden dolayı, zelil ve hakirdir. [14]
10. Öldükten sonra dirilmeyi imkânsız görüp alay ettikleri için dünyada şöyle derler: Öldükten sonra tekrar diriltilecek miyiz? Yok olduktan sonra diriler haline gelip ilk halimize mi döneceğiz? Kurtubî şöyle der: Onlara, "Siz öldükten sonra tekrar diriltileceksiniz" de­nildiğinde hayret ve inkâr içersinde, "Öldükten sonra, tekrar ilk duruma mı döndürüleceğiz. Ölmeden önce olduğumuz gibi, tekrar diriler haline mi geleceğiz?" derler. Araplar, bir kimse, geldiği yoldan geri döndüğünde, derler.[15]
11. Biz, çürüyüp dağılan kemikler haline geldikten sonra mı, yeniden diriltilip eski halimize döndürüleceğiz. [16]
12. Dediler ki: Eğer öldükten sonra dirilme hak ise ve biz Öldükten sonra diriltilecek isek, o takdirde biz, zarara uğrayanlar­dan oluruz. Çünkü biz cehennemliklerdeniz. [17]
13. Yüce Allah buyurdu ki: Öldükten sonra dirilme o-layı bir tek seslenişten ibarettir. Bununla, kabirlerden kalkmak için Sûr'a üfürülür. [18]
14. Bir de bakarsın ki, daha önce yerin içinde bulunan bütün yaratıklar, yerin üstüne çıkmıştır.
Bundan sonra Yüce Allah, Hz. Peygamber (a.s.)'i teselli etmek ve Fir-avun'un kavminden yalanlayıcı azgınların başına gelenlerin, onun kavminin de basma gelmemesi için onları sakındırmak maksadıyle, Musa'nın (a.s.) Firavun'la olan kıssasını anlattı: [19]
15. Bu, kıssayı dinlemeye teşvik etme üslubudur. Yani, Ey Peygamber! Musa Kelimullah'ın haberi sana geldi mi? [20]
16. Hani, Rabbi ona, Tur-u Sina dağının alt kısmında bulunan "Tuvâ" denilen, gök ve mübarek vadide şöyle seslen­mişti. [21]
17. Zulüm ve azgınlık yaparak haddi aşan zorba azgın Firavn’a git. [22]
18. Ona de ki günahlardan temizlenme istek ve arzun var mı? [23]
19. Rabbini tanıma ve O'na itaata giden yolu sana göstermemi, dolayısıyle O'ndan korkup sakınmayı ister misin? Zemahşerî şöyle der: İşin aslı, "korku" olduğu için Yüce Allah onu zikretti. Kim Allah'tan korkarsa, ondan her türlü iyilik gelir. Musa, (a.s.) konuşmasına, arz mânâsını ifade eden soru ile başladı. Nitekim kişi, misafirine, "Bizde misafir olur musun?" diye hitap eder. Onun ardından nazik ve yumuşak söz söyledi ki onu nezaketle çağırsın ve nazik davranarak, kibrinden vaz­geçmesini istesin. Nitekim, Yüce Allah meâlen, "Ona tatlı dille söz söyle­yin"[24] buyurmuştur.[25]
20. Ona en büyük mucizeyi gösterdi. Bu âyette hazif vardır. Yani, Mûsâ (a.s.) Firavun'a gitti. Onu hakka davet etti ve onunla konuştu. Firavun iman etmekten kaçınınca, ona en büyük mucizeyi göster­di. Bu mucize de, âsânın hızla yürüyen bir yılana çevrilmesidir. Kurtubî der ki: Ona büyük alâmeti yani mucize'yi gösterdi. İbn Abbâs, "o asadır" der.[26]
21. Firavun, Allah'ın peygamberi Musa'yı (a.s.) yalanladı, o parlak mucizenin gösterilmesinden sonra, Allah'ın emrine karşı çıktı. [27]
22. Sonra, yılandan korkarak arkasını dönüp kaçtı. Gördüğü şeyin dehşetinden dolayı hızla yürüyerek geri döndü.[28]
23. Sihirbazları, askerlerini ve adamlarını topladı. İnsanlar arasında bir hatip gibi durup[29]
24. Yüksek sesle onlara, "Kendisine ibadet edilen yüce rabbiniz benim. Benim üstümde bir rab yoktur" dedi. [30]
25. Allah, son sözü olan, "Ben en yüce rabbinizim" sözünden ve ilk sözü olan, "Benden başka sizin için bir ilah tanımıyorum" sözünden dolayı ceza olarak onu yok etti.[31]
26. Firavunda, onun azgınlığının ve başına ge­len azap ve ceza kıssasının, anlatılmasında Allah'tan ve Öfoun azabından korkan kimseler için mutlaka bir ibret ve öğüt vardır.
O Azgının yani Firavun'un kıssasının anlatılması sona erince Yüce Allah, öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden Kureyş kâfirlerine döndü ve kud­retinin eserlerine ve büyüklüğünün alametlerine dikkatlerini çekmek üzere şöyle buyurdu: [32]
27. Bu soru, kınamak ve azarlama mânâsı ifade eder. Yani, Ey Müşrikler Topluluğu! Sizi yaratmak mı daha zor olur, yoksa şu eşi olmayan büyük göğü yaratmak mı? Zira, büyüklüğüne rağmen bu göğü yükseltene, sizi yaratmak ve öldükten sonra diriltmek son derece ko­lay gelir. O halde, öldükten sonra dirilmeyi nasıl inkâr edersiniz? Fahreddin Râzî şöyle der: Yüce Allah, onların dikkatini, müşahede ile bilinen bir şeye çekti. Şöyle ki, küçük ve zayıf olarak insanın yaratılması, kendisi ve halleri büyük olan göğe nisbetle çok kolaydır. Durum böyle olunca, onların tekrar diriltilmesi basit bir iştir. Bunu nasıl inkâr ederler?[33]
Nitekim Yüce Allah meâlen, "Göklerin ve yerin yaratılması, insan­ların yaratılmasından elbette daha büyük bir şeydir[34] buyurmuştur. Allah gökleri, üstünüzde, sağlam yapılı, direksiz ve kazıksız bir şekilde yüksek olarak yarattı.
Bundan sonra Yüce Allah, daha çok açıklamak ve izah, etmek üzere şöyle buyurdu: [35]
28. Göğün kütlesini yüksek yaptı, üzerinizde tavanını yükseltti ve onu, kendisinde bir zıtlık, çatlaklık ve yarık olmaksızın düzgün bir şekilde yarattı. İbn Kesîr şöyle der: Allah göğü yüksek yapılı, geniş sa­halı ve etrafı düzgün olarak yarattı. Onu, karanlık gecelerde yıldızlarla taç giydirilmiş gibi süslü kıldı.[36]
29. Gecesini zifiri karanlık, gündüzünü de ay­dınlık kıldı. İbn Abbâs şöyle der: Gecesini kararttı, gündüzünü aydınlattı.[37]
30. Göğü yarattıktan sonra, yeri yayıp oradakilerin oturması için bir beşik haline getirdi.[38]
31. Yeryüzünden, fışkıran su gözeleri çıkarttı ve orada nehirler akıttı. İnsan ve hayvan yiyeceği olan bitki ve yeşillikler bi­tirdi. [39]
32. Allah dağlan yeryüzüne yerleştirdi ve onları kazıklar gibi kıldı ki, yeryüzü, üzerindekileri sabit tutup sarsmasın. [40]
33. Yüce Allah bütün bunları yaptı. Pınarları fışkırttı, nehirleri akıttı, ekin ve ağaçları bitirdi. Bütün bunları kulların yaran, on­ların ve hayvanlarının ihtiyaçlarını gidermek için yaptı. Fahreddin Râzî şöyle der: dan maksat, insanların ve hayvanların yiyeceği şeylerdir. âyeti, buna delildir. Bak, Yüce Allah, sözü ile, yeryüzünden insanlar için çıkardığı gıda maddeleri ve faydalı diğer şeylere nasıl işaret etti. Bunlar yeşillik, ağaç, tahıl, meyve, saman, odun, elbise ve ilaç, hatta tuz ve ateş gibi şeylerdir. Çünkü tuz sudan, ateş de ağaçtan meydana gelir.[41]
Yüce Allah, aklen haşrin mümkün olduğunu göstermek için, göklerin ve yerin yaratılışını ve bu ikisinde yarattğı harikulade varlıkları anlattıktan sonra ardından, haşrin fiilen meydana geleceğini haber vermek üzere şöyle buyurdu: [42]
34. Korkunç halleri her şeyi kaplayan ve diğer mu­sibetlerden büyük olan o büyük musibet, yani kıyamet geldiğinde... İbn Abbâs şöyle der: O musibet, kıyamettir. Her türlü korkunç şeyleri kapsadığı için ona bu isim verilmiştir.[43]
35. O gün insan, yapmış olduğu iyi veya kötü amelleri hatırlar ve onlan, amel defterinde yazılmış görür. [44]
36. Cehennem, bakanlar için ortaya çıkarılır. İnsanlar onu açıkça görür. Gözü olan herkes onu rahatça görür.
Yüce Allah kıyametin halini ve onun korkunç durumlarını anlattıktan sonra, insanların, bahtiyarlar ve bedbahtlar olmak üzere ikiye ayrıldığını anlattı: [45]
37. İnkâr ve isyan içinde, haddi aşan; [46]
38. Ve geçici hayatı, devamlı hayata tercih edip bu dün­ya hayatının haram arzularına dalarak, salih amel işlemek suretiyle âhireti için hazırlanmayan kimseye gelince, [47]
39. Kuşkusuz onun barınağı ve sığınağı alevli cehennemdir. Onun, cehennemden başka evi yoktur. [48]
40. Rabbinin azamet ve ululuğundan korkan, ilk ya­ratılışa ve âhiret hayatına kesin olarak inandığı ve bunları bildiği için, he­sap gününde Rabbinin huzurunda durmaktan sakınana, ve kendini masiyetlerden ve haramlardan alıkoyan ve onu helake götüren şehevî arzulardan sakındırana gelince, [49]
41. Bilinmelidir ki, onun yeri ve makamı, Naîm yurdu olan cennettir. Onun, cennetten başka evi yoktur.[50]
Bundan sonra Yüce Allah, kıyameti yalanlayan ve kıyametle ilgili haberleri alaya alan kimselerin durumunu anlatmak üzere şöyle buyurdu: [51]
42. Ey Peygamber! O müşrikler sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. Tefsirciler der ki: Müşrikler, kıyametle ilgili haberleri ve onun, "tâmme", "sâhha", "kâria" gibi korkunç vasıflarla nitelendiğini dinliyor ve alay yollu olarak, "Allah onu ne zaman yaratacak, onu ne zaman koparacak? O ne zaman kopacak ve maydana gelecek?" diyorlardı. Bunun üzerine bu âyet indi. [52]
43. Kıyametin ne zaman kopacağını sen bilmiyorsun ki, bunu onlara bildiresin. Çünkü o, sadece Allah'ın bildiği gayb haberlerin-dendir. Durum böyle iken niçin sana onu ısrarla soruyorlar? [53]
44. En son vaktine kadar onun ilmi Rabbine aittir. Onun ne zaman kopacağını, tayin ederek bilen O'dur. Bunu O'ndan başka hiç kim­se bilmez. [54]
45. Ey Peygamber! Senin görevin, kıyametin ne zaman kopacağını bildirmek değil, ondan korkanları uyarmaktır. Yüce Allah, özellikle, "korkanları uyarma"yı zikretti. Çünkü bu uyarıdan yararla­nanlar onlardır. [55]
46. O kâfirler , kıyameti ve on­daki dehşet verici durumları gördükleri gün, sanki dünyada, gündüzün bir kısmı, yani akşam veya sabah vakti kadar kalmış gibi olurlar. İbn Kesîr şöyle der: Dünyada yaşadıkları hayatın süresini kısa görürler. Hatta onlara göre dünya hayatı, bir günün akşamı veya sabahı kadar gelir.
Yüce Allah bu mübarek sûreyi, sûrenin başında, üzerine yemin ettiği "öldükten sonra dirilme ve haşr"in isbatı ile bitirdi. Bu, kıyametin kopa­cağına dair bir delil gibidir. Bir de, başlangıç ile bitiş birbirine uygun düşsün diye böyle yaptı. [56]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek sûre birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda Özetliyoruz:
1. "Allah onu, önceki ve sonraki sözünden do­layı cezalandırdı" âyetinde, ve kelimeleri arasında tıbâk vardır. Çünkü maksat onun, önce ve sonra söylediği iki adi sözdür. Aynı şekilde kelimeleri arasında tıbâk vardır.
2. kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak vardır.
3. "Göğü Allah bina etti. Onun boyunu yükseltti, ve Onu kusursuz işleyen bir sisteme bağladı" âyetleri ile "jijiNj Ondan sonra da yerküreyi döşedi ve onun, hayvanlarınız ve kendiniz için bir faydalanma olmak üzere yerden suyunu ve otlağını çıkardı" âyetleri arasında mukabele vardır. Aynı şekilde,
Azan ve dünya hayatını âhirete tercih edene gelince..." âyeti ile, "Rabbinin mak­amından korkan ve nefsim kötü arzulardan uzak tutana gelince..." âyetleri arasında mukabele sanatı vardır.
4. "Musa'nın haberi sana geldi mi?" âyetinde teşvik üslûbu vardır. Çünkü bundan maksat, kıssayı tanımaya teşviktir.
5. Ayetlerde geçen kelimeleri arasında tıbâk vardır.
6. " Sanki onlar, kıyamet gününü gördüklerinde dünyada geçirdikleri ömür, bir akşam vakti ya da kuşluk za­manı kadar gelir" âyetinde mürsel mücmel teşbih vardır.
7. "Yerden, suyunu ve otlağını çıkarttı" âyetinde istiâre-i tasrîhiyye vardır. Yüce Allah, insanların yemesini hayvanların ot­lamasına benzetti. İnsanların ve hayvanların bitkilerden yemesi alâkasıyla, "otlamak" insanlar için müsteâr olarak kullanıldı. Burada güzel bir istiare vardır.
8. v.b. âyet sonlarında, son harflerin uygun­luğu vardır. Bu da güzelleştirici edebî sanatlardan olup buna "seci" denir.
Yüce Allah'ın yardımıyle "Nâziât Sûresi"nin tefsiri bitti. [57]


[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/199.
[2] Bu beyti İbnu'l-A'râbî söylemiştir. Mânâsı şudur: İhtiyarlayıp saçlarım döküldükten sonra, gençliğimdeki flört ve aşk hayatına mı döneceğim?!
[3] Bahr. 8/418
[4] Kurtubî, 19/204
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/202-203.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/203.
[6] Hâzin, 4/204
[7] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/595. İbn Kesîr daha sonra: "Doğru olan budur. Çoğunluk da bu görüştedir" der.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/203.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/203.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/203.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/203.
[11] Kurtubî. 19/193
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/203.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/203.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/204.
[15] Kurtubi, 19/194
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/204.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/204.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/204.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/204.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/204.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/204.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/204.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/204.
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/204.
[24] Tâhâ sûresi, 20/44
[25] Keşşaf, 4/695
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/204-205.
[26] Kurtubî, 19/202
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/205.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/205.
[28] Kasas sûresi, 28/38
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/205.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/205.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/205.
[31] Bu, İbn Abbâs, Mücâhid ve İkrİme'nin görüşüdür. İbn Abbâs der ki, "Bu iki küfür sözünün arasında kırk sene geçmiştir. Allah ona mühlet verdi, sonra da cezalandırdı."
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/205.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/205.
[33] Tefsîr-i kebîr, 31/43
[34] Mü'min sûresi, 40/57
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/205-206.
[36] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/597
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/206.
[37] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/597
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/206.
[38] Bu söz, yeryüzünün yuvarlaklığına aykin değildir. Zira, yerin yuvarlaklığı kesindir. Hatta Fahreddin Râzî şöyle der: Yeryüzü önce, toplanmış bir küre gibiydi. Daha sonra Yüce Allah onu yaydt. "onu yaydı" âyetinin mânâsı, mücerret bir yayma değildir. Aksine bundan maksat şudur: Yüce Allah göğü, yiyeceklerin yetişmesine hazır bir şekilde yaydı. Nitekim bir sonraki âyet olan, âyeti bunu göstermektedir. Büyük cismin görünen yeri, düz bir zemine benzer'. Bkz, Tefsîr-i kebîr, 31/48
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/206.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/206.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/206.
[41] Tefsîr-i kebîr, 31/49
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/206-207.
[43] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/598
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/207.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/207.
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/207.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/207.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/207.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/207.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/207.
[50] Bu mübarek âyetler, insanın, kendini tanıması için hassas bir terazidir. İnsan buna baka­rak, kendisinin cennetliklerden mi yoksa cehennemliklerden mi, o mutlu kişilerden mi, yoksa mutsuzlardan mı olduğunu anlar. Kim azar ve taşkınlık yapar ve bu hayatın arzularını, Rab-bine itaata tercih ederse, İşte o bedbaht olup cehennem azabını çeker. Kim de Allah'a itaat eder, ondan korkar ve mevlasınm rızası için koşar ve nefsini, arzu ettiği şeylerden sakındırır-sa, işte o da mutlu ve Naîm cennetlerinde ikrama layık olan kimsedir. İnsan kendini bu terazi ile tartsın.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/207.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/207-208.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/208.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/208.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/208.
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/208.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/208-209.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder