YUNUS SURESİ
YUNUS SURESİ
Mekke'de inmiştir. 109
âyettir.
Sureyi Takdim
Yûnus sûresi; Allah'a, kitaplara,
peygamberlere, öldükten sonra dirilmeye ve cezaya inanma gibi temel İslâmî inançlara ağırlık veren Mckkî sûrelerdendir. Bu sûre semavî kitaplara, özellikle
indirilmiş kitapların sonuncusu ve asırlarca ebedî mucize olan Kur'an-ı Kerim'e İman etmeye yöneltmek özelliğiyle temayüz
eder.
Bu mübarek sûre başlangıçla Rasul'den ve risaletten bahseder.
Peygamber göndermenin, öncekiler hakkında da, sonrakiler hakkında da Allah'ın
bir sünneti olduğunu, Allah'ın, peygamber göndermediği hiçbir ümmet
bulunmadığını, peygamberlerin sonuncusunun gönderilmesinde müşrikleri hayrete
düşürecek bir sebeb bulunmadığını açıklar. Şöyle
buyurur: İçlerinden bir adama, "İnsanları uyar"... diye vahyelmemiz insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu?[1] Sonra
âyetleri, "ilahlık" ve kulluğun hakikatini ve yaratanla yaratılan arasındaki
bağın esasını açıklayan âyetler takip eder. Bu âyetler insanlara, kendisine
ibadet etmeleri ve kendilerini ona teslim etmeleri gereken'gerçek Rablerini tanıtır. O yegane yaratıcı ve nzık vericidir. Dirilten ve öldüren odur. Tedbir alandır,
hikmet sahibidir. Ondan başka herşey boştur, Şüphesiz
sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan Allah'tır.[2]
Bu sûre müşriklerin Kur'an ve risâlet karşısındaki
tutumlarını ele alır, Kur'an'ın, ümmî peygamberin
doğruluğuna delâlet eden ebedî bir mucize olduğunu ve biricik mucize olduğuna
dair delilini bizzat bünyesinde taşıdığını bildirir.
Şöyle ki: Kendinin benzeri bir
sûreyi getirmeleri hususunda müşriklere meydan okudu da onlar fesahat direkleri
ve beyân komutanları olmalarına rağmen onun benzerini getirmekten âciz
kaldılar." Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? De ki: "Eğer sizler doğru iseniz.
Allah'tan başka gücünüzün yettiklerini çağırın da onun benzeri bir sûre
gelirsin.[3]
Sûre insanlara gerçek ilâhın
sıfatlarını tanıtmaya başlar. Bunu, Allah'ın kudret ve rahmetinin hikmetle dolu
tedbirlere delâlet eden eserleriyle yapar. Keza bunu görülen âlemdeki engin
kudret eserlerini açıklayarak yapar. Bu eserler Allah'ın azamletini, kudretini ve gücünü gösteren en açık
delillerdir." De ki, "Size gökten ve yerden kim rızık
veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim sahip
bulunuyor?[4] İşte
bu, sûrenin esasını teşkil eden büyük meseledir. Ki o da,
Yüce Allah'ın birliğine iman konusudur.
Sûre bu konuyu, çeşitli aklî ve naklî delillerle sunmuştur.Bu sûre, bazı
peygamberlerin kıssalarından bahseder. Nuh (a.s.)'ın
kavmi ile arasında geçen kıssayı, Hz. Musa (a.s.) ile
zorba Firavun arasındaki kıssayı ve bu sûreye adı verilen Allah'ın peygamberi
Yûnus (a.s.) ile kavmi arasındaki kıssayı anlatır. Bütün bu kıssalar, Allah'ın
zâlimleri helak etme ve mü'minlere yardım etme
hususundaki kevnî sünnetini açıklamak için
anlatılır.
Bu mübarek sûre Rasulullah (s.a.v.)'a, Allah'ın şeriatına sarılmasını ve
onun yolunda karşılaşacağı eziyetlere sabretmesini emreden âyetle sona erer.
Sen, sana vahyolunana uy. Allah hükmedinceye kadar
sabret. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır.[5]
Sûrenin İsimlendirilmesi
Bu sûre, içinde Yûnus (a.s.)'m
kıssası geçtiği ve onun kavminden azabın kaldırılması
hususunda bu kıssanın ihtiva ettiği ibret ve öğütler anlatıldığı için bu sûreye
"Yunus Sûresi" adı verildi. Kavmi kendilerine neredeyse belâ ve azap gelmek
üzere iken iman edince onlardan azap kaldırılmıştı. İşte bu, Allah'ın, tevbe ve imanlarında samimi oldukları için Yûnus (a.s.)'un
kavmine has kıldığı özelliklerdendir. [6]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1.
Elif,Lâm,Râ.
İşte bunlar muhkem
Kitâb'ın âyetleridir.
2. İçlerinden
bir adama, "İnsanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında onlar için yüksek
bir doğruluk makamı olduğunu müjdele" diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki, o
kâfirler, "Bu elbette apaçık bir sihirbazdır" dediler?
3. Şüphesiz ki
si/in Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli
yerince idare ederek Arş'ı istiva edendir. Onun izni olmadan hiçbir kimse
şefaatçi olamaz. İşte O, Rabbiniz Allah'tır. O halde O'na kulluk edin. Hâlâ
düşünmüyor musunuz!?
4. Hepinizin
dünüşü ancak O'nadır. Allah bunu size bir gerçek
olarak bildirdi. Çünkü O, halkı önce yaratır, sonra da iman edip iyi İşler
yapanlara adaletle mükâfat vermek için geri çevirir. Kâfir olanlara ge-Hnce, inkâr etmekte oldukları
şeylerden ötürü onlar için kaynar sudan bir içki ve acıklı bir azap
vardır.
5. Güneşi ışıklı,
ayı da parlak
kılan, yılların sayışım ve hesabı
bilineniz için ona birtakım menziller takdir eden O'dur. Allah bunları, ancak
bir gerçeğe binâen yaratmıştır. O, bilen bir kavme âyetlerini
açıklamaktadır.
6. Gece ve
günüdüzün değişmesinde, Allah'ın göklerde ve yerde
yarattığı şeylerde, sakınan bir kavim için elbette nice deliller
vardır!
7,8. Huzurumuza
çıkacaklarını beklemeyenler, dünya hayatına razı olup onunla rahat bulanlar ve
âyetlerimizden gafil olanlar yok mu, işte onların, kazanmakta oldukları
yüzünden varcakları yer, ateştir!
9. İman edip
güzel işler yapanlarlara
gelince, imanları sebebiyle Rableri onları nimet dolu cennetlerde, alt
yanından ırmaklar akan saraylara erdirir.
10.
Onların oradaki duası
da, şudur: "Hamd; âlemlerin
Rabbi Allah'a mahsustur."
11. Eğer Allah,
insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi, şerri de acele verseydi, elbette
onların ecelleri bitirilmiş olurdu. Fakat biz, bize kavuşmayı beklemeyenleri
azgınlıkları içinde bocalar bir halde bırakırız.
12. İnsana bir
zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak bize duâ eder;
fakat biz ondan sıkınıtısını kaldırınca, sanki
kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü bize duâ etmemiş gibi çekip gider. İşte
böylece haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler süslü gösterildi.
13. Andolsun ki sizden önce, peygamberleri kendilerine mucizeler
getirdiği halde, zulmettiklerinden dolayı nice milletleri
helak ettik, zaten onlar iman edecek değillerdi. İşte biz suçlu kavimleri böyle
cezalandırırız.
14. Sonra da,
nasıl davranacağınızı görmemiz için onların ardından sizi yeryüzünde halifeler
kıldık.
15. Onlara
âyetlerimiz; açık açık okunduğu zaman, bize kavuşmayı
beklemeyenler, "Ya bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir!" dediler. De ki: "Onu
kendiliğimden getirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem
elbette büyük günün azabından korkarım".
16. De ki:
"Eğer Allah dileseydi onu size okumazdım, Allah da onu size bildirmezdi. Ben
bundan önce
bir Ömür boyu içinizde durmuştum. Hâlâ akıl
erdire-miyor musunuz?"
17. Öyleyse kim
Allah'a karşı yalan uydurandan, veya onun âyetlerini yalanlayandan daha
zâlimdir? Bilesiniz ki suçlular asla onmazlar!
18. Onlar
Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar
ve, "Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır"
diyorlar. De ki: "Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber
veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştukları her şeyden uzak ve
yücedir."
19. İnsanlar
sâdece bir tek ümmetti, sonradan ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden bir söz geçmemiş olsaydı, ayrılığa düştükleri konuda hemen
aralarında hüküm verilirdi.
20. "Ona
Rabbinden bir mucize inidirilse ya!" diyorlar. De ki: "Gayb ancak
Allah'ındır. Bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim".
Kelimelerin İzahı
Kademe sıdk, doğruluk makamı. Leys şöyle
der: Kadem, "önce olan" demektir. Zu'r-Rumme şöyle der:
Sen, Züâbe soyundan bir kişisin. Onların bilinen bir makamı ve
övünme vesileleri[7]
vardır. Ebû
Ubeyde şöyle der: Hayırda ve serde öncülük eden
herkes kadem'dir. Ahfeş şöyle der: Bu, ihlasta
öncülük eden demektir.
Düzenliyor. Tedbir, hikmete göre
takdir edip yaratmak.
Kist, adalet demektir.
Hamım, kaynayacak dereceye
varıncaya kadar ateşte ısıtılmış sıcak su.
Açıklıyor. Tafsîl, açıklamak ve
izah etmek demektir.
Me'vâhum,
onların makamları, varacakları yer.
Tuğyanınım, taşkınlıkları. Tuğyan;
yükseklik, irtifa manasınadır.
Şaşkın şaşkın dolaşırlar.
Nüzul Sebebi
İbn Abbas şöyle der: Yüce Allah Hz.
Muhammed (s.a.v.)'i gönderince kâfirler onu inkâr ettiler ve şöyle dediler:
Allah, bir beşeri peygamber göndermekten yücedir. Allah, Ebû Tâlib'in yetiminden başka
peygamber gönderecek birini bulamadı mı? Bunun üzerine Yüce Allah İçlerinden bir
adama, "İnsanları uyar...." diye vahyetmemiz,
insanlar
için
şaşılacak bir şey mi oldu?" âyetini indirdi.[9]
Âyetlerin Tefsiri
1. Bu harfler,
bu beliğ ve muciz kelamın, sizin kelamınızın meydana
geldiği harflerin cinsinden oluştuğuna bir işarettir. İşte Kur'an-ı Kerim'in âyetleri bunlardan ve benzeri harflerden
oluşmaktadır. Bu âyetler, onların ellerinde dolaştığı halde Kur'an'ın bir tek âyetinin benzerini getiremiyorlar.[10]
Bunlar apaçık ve sağlam Kur'an'ın âyetleridir. Ona herhangi bir şüphe giremez,
herhangi bir yalan ve çelişki arız olamaz. [11]
2.
Kendilerinden birisi olan Muhammed (s.a.v.)'e vahyetmemiz, Mekkelilerin tuhafına mı gitti? Buradaki hemze
inkâr içindir. Yani, bunda şaşılacak bir şey yok. Bu, Allah'ın geçmiş ümmetlere
de uyguladığı kanunudur. Allah, ümmetlerine kendi risaletini tebliğ etmeleri için peygamberlerine vahyeder. Kâfîrlerleri cehennem
azabı ile korkut diye biz ona vahyettik. Mü'minlerin önceden gönderdikleri salih amellerden dolayı rableri katında yüksek makamları
vardır, Peygamberin (s.a.v.) doğruluğunun açıklığına ve Kur'an'ın i'cazina rağmen
müşrikler: "Muhammed apaçık bir sihirbaz, iddia ettiği hususta da yalancıdır"
dediler. Beyzâvî
şöyle der : Bu, müşriklerin Peygamberden (s.a.v.) harikulade ve onları,
karşı koymaktan âciz bırakan şeyler gördüklerini itiraf ettiklerini gösterir.
Bu, Peygamber (s.a.v.)'in getirdiklerinin insan gücünün dışında olduğunun
farkına varmadan yapılan itiraftır.[12]
3. Şüphesiz
sizin Rabbiniz ve sadece kendisine
ibadet etmeniz gereken,
işlerinizin yegâne sahibi, kâinatı, dünya günlerinden altı gün kadar bir
zaman içerisinde yaratan Allah'tır. Eğer o isteseydi, kainatı bir anda
yaratırdı. Fakat o kullarına işlerinde aceleci olmamayı ve devamlı olmayı
öğretmek istedi. Sonra Allah, keyfiyetini bilemediğimiz, herhgangi bir şeye benzete-mediğimiz ve sıfatlarını da reddedemediğimiz, azametine
uygun bir şekilde Arş'ı istiva etti. İbn Kesir şöyle
der: Bu makamda Selef-i salihinin yolunu tutarız.
Onların yolu da Allah'ın sıfatlarını, benzetme ve reddetme olmaksızın geldiği
gibi devam ettirmektir. Allah'ı bir şeye benzetmek isteyenlerin zihinlerine
gelen şeylerden Allah uzaktır. Çünkü Allah'ın mahlûkatmdan hiçbir şey kendisine benzemez. Kim Allah'ın
sıfatlarını açık âyetlerde ve sahih hadislerde geldiği gibi, şanına yakışır bir
şekilde kabul ederse doğru yola girmiş olur.[13]
Ebussuûd şöyle
der: Arş, diğer cisimleri kuşatan bir cisimdir. Yüksekliğinden dolayı veya
Melik'in tahtına benzetil-diği için bu isim
verilmiştir. Arş üzerine istiva, Yüce Allah'ın keyfiyetsiz bir sıfatıdır.[14] Mahrukatın işlerini hikmet ve maslahatın
gerektirdiği şekilde yönetir. İbn Abbas şöyle der: Mahlukatın işlerini yönetirken hiçbir kimse
onu bundan alıkoyamaz, Kıyamet gününde onun katında hiçbir şefaatçi, onun izni
olmadan şefaat edemez. Bu âyet müşriklerin, putlarını kendilerine şefaat
edeceğine dair iddialarını reddeder. İşte şanı yüce olan bu Allah, sizin
Rabbiniz ve yaratanmızdır, ondan başka hiçbir Rab
yoktur. O halde sadece ona ibadet edin. Hâlâ öğüt ve ibret almıyor musunuz? Siz
onun yegâne yaratıcı olduğunu biliyorsunuz, sonra yine onunla birlikte
başkalarına ibadet ediyorsunuz. [15]
4. Ey insanlar!
Kıyamet günü hepinizin dönüşü yalnız Rabbinizedir. Bu, Allah'ın değişmeyen bir
va'didir. Bu âyet öldükten sonda dirilmeyi inkâr
edenleri reddeder. Onlar şöyle der: Hayat ancak, bu dünyada yaşadığımızdır.
Burada yaşarız, burada ölürüz. Bizi ancak zaman yok eder.[16] Şüphesiz Allah ilk yarattığı gibi, öldükten
sonra da tekrar diriltir Allah mü'minlere adaletle muamele etmek ve onların mükâfaatlarını eksiksiz vermek için onları tekrar
diriltecek.
Allah'ı inkâr edip peygamberlerini
yalanlayanlara gelince onlar için cehennemde son derece sıcak kaynar sudan
içecek şeyler vardır, İnkârları ve Allah'a ortak koşmaları sebebiyle onlar İçin
elem verici bir azap vardır. Beyzâvî şöyle der: Ayet,
önceki âyetlerde açıklanan şeylerin sebebini gösterir mâhiyettedir. Çünkü
yaratmak ve tekrar diriltmekten maksad, mükelleflere
amellerinin karşılığını vermek olduğu için, çaresiz hepinizin dönüşü Allah'a olacaktır.[17]
5. Bu âyet
Allah'ın kudretinin ve birliğinin delillerine dikkat çekmektedir. Yani, Yüce
Allah kudretiyle güneşi parlak bir kandil gibi gündüzün her tarafı aydınlatan
bir ziya kıldı. Ayı da
geceleyin aydınlatıcı bir nur kıldı. Bu,
Allah'ın kullarına karşı olan yüce
merhametindendir. Güneş kütlesi daha büyük
olduğu için burada özellikle ona ziya denildi. Çünkü onun yayılma ve ışık saçma
özelliği vardır. Taberî şöyle der: "Güneşi ışık saçan,
ayı da nur saçan kıldı"[18] Onun yürüyüşü için menziller yani burçlar
takdir etti. Ey insanlar! Vakitlerin hesabını bilesiniz diyle Allah böyle takdir etti. Güneşle günler, ayın
hareketiyle de aylar ve yıllar bilinir. Allah bunu boş yere değil, bilakis büyük
bir hikmetle ve yüce bir menfaate binaen yarattı. Allah kevnî âyetlerini kendisinin kudretini bilen ve hikmetini
düşünen bir topluluk için açıklayıp izah ediyor. Ebusuud şöyle der: Yani, kainatın yoktan yaratılmasındaki
hikmeti bilen ve bununla onu yaratanın kudretine delil getiren bir kavim için
açıklıyor demektir.[19]
6. Şüphesiz
gece ile gündüzün gitmesinde ve gündüzün gelip gecenin gitmesinde göklerde ve
yerde yarattığı çeşitli varlıklarda Allah'a karşı gelmekten sakınıp azabından
korkan bir topluluk için yaratıcının varlığını, birliğim, ilminin ve kudretinin
sonsuzluğunu gösteren büyük alametler
ve yüce deliller vardır. [20]
7. Allah'a
kavuşmayı asla beklemeyen ve bunu akıllarına getirmeyenler var ya, şehvetleri onları kör etmiştir, dolayısıyla onlar
öldükten sonra meydana gelecek şeylere inanmazlar. Onlar âhiret yerine dünya hayatına razı oldular ve âdi olanı
değerli olana tercih ettiler. O dünyayı sevip onda sükûnet buldular, Onlar
kâinat kitabının sahifelerıne yayılıp yazılmış olan
delillerden gafildirler. Onlardan ibret almazlar ve onları düşünmezler. [21]
8. Onların
varıp kalacakları yer ateştir. Bu, onların inkârları ve suçları yüzündendir.
Yüce Allah bedbahtların durumunu açıkladıktan
sonra, bunun ardından mutlu kimselerin durumunu
açıklayarak şöyle buyurdu. [22]
9.
İman edip salih
amel
işleyenlere gelince, şüphesiz, imanlarından
dolayı Allah onları cennet yollarına iletecektir. Onlar, naîm cennetlerinde yaşarken, köşklerinin veya tahtlarının
altından ırmaklar akacaktır. [23]
10. Onların
cenneteki duaları Allah'ım! Seni noksan sıfatlardan
tenzih ederiz olacaktır. Hadiste şöyle buyurulmuştur:
Size nefes alıp vermek nasıl ilham ediliyorsa, onlara da hamd ve sena etmek öyle ilham olunacak"[24]
Yani cennette onların kelamı
Allah'ı teşbih etmek olacak. Ve orada
onların birbirine
selâm vermesi şeklinde olacaktır. Nitekim
melekler de onlara bu sözle selâm verecektir. Melekler de her kapıdan onların
yanına girecekler "size selâm olsun" diyecekler.[25] Onlar dualarının sonunda Hamd, alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur" derler. [26]
11. Eğer Allah,
insanlara onların hayrı çarçabuk istemeleri gibi şerri acele verseydi helak
olurlardı. Mücahid şöyle der: Kişinin istediği şer,
kızdığında kendisine veya çocuğuna beddua ederek: "Ey Allah'ım onu yok et, ey
Allah'ım ona bereket verme" demesidir. Taberî şöyle
der: Yani Allah, insanların kendisinden
hayır isteklerinde dualarını hemen kabul ettiği gibi, kendilerine şer ve
zarar gelecek hususlardaki dualarını
da çarçabuk kabul etseydi mutlaka çabucak öldürülürler ve helak olurlardı.[27]
Öldükten sonra dirilmeye inanmayan ve
bize ulaşmayı inkâr edenleri mat ve kibirleri içinde şaşkın bir halde bırakırız.
Yani inatlarına rağmen delilimizin onları susturması için, biz suçluluları
kendi hallerine bırakır, onlara mühlet hatta bol bol
nimetler veririz. [28]
12. İnsana
hastalık veya yoksulluk veya benzeri bir zarar geldiğinde bu zararın kendisinden
giderilmesi için yatarak veya oturarak veya ayakta, bütün hallerde bize dua
eder. Biz onun zararım giderince isyanına devam eder ve içinde bulunmuş olduğu
sıkıntı ve belayı unutur veya unutmuş görünür. Bu, sıkmtj anında Allah'a yalvarıp da o sıkıntıdan kurtulunca
Allah'ı unutan kimseler için bir azarlamadır. İşte o insana, sıkıntı anında dua
etmek; refah anında da Allah'tan yüz çevirmek nasıl güzel gösterildi ise, suç
işlemede haddi aşanlara da Allah'ı anmaktan yüzçevirmeleri ve şehvetlerine uymaları güzel
gösterildi. [29]
13. Ey
müşrikler! Andolsun ki inkâr ettikleri, Allah'a ortak
koştukları, azgınlık ve sapıklıkta devam ettikleri için sizden önceki ümmetleri
helak ettik. Peygamberleri onlara doğru söylediklerini gösteren parlak
mucizeler getirdiler. fakat onlar peygamberlerin getirdiklerine iman
etmediler. Yani, onlar zâlim oldular ve iman etmediler. Şu
halde onların helak edilmelerinin iki sebebi vardı: Zulm etmeleri ve İman etmemeleri... bu ceza gibi yani
onların helak edilmeleri gibi bütün suçluları cezalandırırız. Bu, Rasulullah (s.a.v.)'i yalanlamalarına karşı Mekkeliler için
bir tehdittir. [30]
14. Sonra ey
Mekke halkı! O Ümmetleri helak ettikten sonra yeryüzünde onların yerine sizi
getirdik. Onların haberlerini işitiyor ve kalıntılarını görüyorsunuz Hayır mı
yoksa şer mi işleyeceğinizi görüp te amellerinize göre
size karşılığını verelim diye bunu yaptık. Kurtubî
şöyle der: Adaleti ortaya çıkarmak için size imtihan olunan kimseye yapılan
muamele gibi muamele eder.[31]
İbn Cüzeyy şöyle der: Yani amellerinizi ortaya çıkarıp onlar
sebebiyle aleyhi-nize delil bulunması için böyle
yaptı.[32]
Bundan maksat şudur: Yüce Allah
onların amellerini önceden
bilmektedir. Fakat ezelî ilminin meydana çıkması için onları imtihan
edecektir. [33]
15. Müşriklere
apaçık Kur'an âyetleri şüphesiz, herhangi bir
karışıklık olmaksızın, açık bir şekilde
okunduğunda öldükten sonra dirilmeye
ve hesaba iman etmeyen, mükâfaat ve sevaba
inanmayanlar şöyle der: Ey Muhammedi Bu Kur'an'dan başka bir
kitap getir ki, onda
tanrılarımızı ayıplamak ve düşüncelerimizi küçümsemek gibi hoşumuza
gitmeyen şeyler bulunmasın. veya azap âyeti yerine rahmet âyeti, tanrılarımızı
ayıplama yerine methedici şeyler ve
haramların yerine helalleri
koymak suretiyle bu Kur'an'ı
değiştir. Müşrikler bunu sadece alay ve eğlence yoluyla söylediler. İbn Abbas şöyle der: Bu âyet,
Mekke halkından Kur'an ile alay edenler hakkında indi.
Onlar şöyle demişti: Ey Muhammedi İçinde senden istediklerimiz bulunan bundan
başka bir Kur'an getir.[34]
Ey Muhammed, onlara de ki: Benim
kendiliğimden ondan bir şey getirmem veya onu bozmam doğru değildir ve bana
yakışmaz.
Ben sadece Rabbimin bana vahyettiğine uyarım. Ben vazifeli bir kulum, tebliğ edici
bir peygamberim, Allah'ın risâletini size tebliğ
ediyorum. Şüphesiz, onun emrine uymadığım ve vahyettiğini değiştirdiğim takdirde kıyamet gününün korkunç
azabından korkarım. Bu bölüm, Önceki bölümün sebebi mahiyetindedir. [35]
16. Ey
Muhammed! Onlara de ki, Allah dileseydi ben bu Kur'an'ı sizlere okumazdım. Ben bunu sırf onun dilemesiyle
okudum. Allah da onu benim lisanımla size öğretmezdi. Çünkü Kur'an benim icadım değil, onun katından indirilmiştir.
Şüphesiz, Kur'an'dan önce kırk sene gibi uzun bir süre
aranızda yaşamıştim. Bu süre içerisinde o Kur'an'ı ben biliyordum, ne de onu size okuyordum. Böyle
mucize bir kitabın Allah'tan başkası tarafından olmayacağını anlamanız için,
aklınızı kullanıp da düşünüp tefekkür etmiyor musunuz? Fahreddin er-Râzî şöyle der:
Kâfirler Rasulullah (s.a.v.)'in doğuşundan o ana
kadar ki davranışlarını görmüşlerdi. Onun bütün hallerini, hiçbir kitap mütâlâa
etmediği, herhangi bir hocanın talebesi olmadığını ve kimseden bir şey
öğrenmediğini biliyorlardı. Kırk sene geçtikten sonra
onlara bu yüce kitabı getirdi. Bu kitap usul ilminin en güzel kaidelerini,
ahkâm ilminin inceliklerini, ahlâk ilminin güzel nüktelerini, ve geçmiş
milletlerin kıssalarmdaki sırları ihtiva etmektedir.
Âlimler ve edebiyatçılar onun benzerini getirmekten âciz kalmışlardır. Akl-ı selim sahibi herkes bilir ki, bu özellikleri taşıyan
bir kitap, vahiyden başka bir yolla meydana gelmez.[36]
17. Bu, bir
inkâr sorusu olup olumsuzluk manası ifâde eder. Yani, Allah'a karşı yalan
uydurandan daha zâlim hiçbir kimse yoktur. Bundan maksat, Peygamber (a.s.)in
yüce makamından yalan bir söz çıkmayacağını
ifade etmektir. Çünkü müşrikler bu Kur'an'm
Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından uydurulduğunu iddia
etmişlerdi. Peygamberlerin getirdiği hakkı yalanlayanlardan daha zâlim kimse
yoktur. Bilesiniz ki günah işleyenler ve yüce peygamberleri yalanlayanlar mutlu
olamaz. [37]
18. Bu cümle,
müşriklerin çirkin davranışlarını açıklar. Yani onlar herhangi bir yarar
sağlamayan veya bir zararı savamayan cansız putlara tapıyorlar. Onlar, görmeyen
ve işitmeyen taşlar olmalarına rağmen
putların, kendilerine şefaat
edeceklerine inanıyorlardı. Ey Muhammed! O müşriklere de ki: Göklerde veya
yerlerde Allah'ın tanımadığı herhangi bir ortağı veya şefaatçiyi mi O'na
bildiriyorsunuz? Halbuki Allah'ın bilgisi bütün kâinatı kuşatır, o gaybleri çok iyi bilir. Bu soru müşriklerle alay ve eğlence
için sorulmuştur. Yüce Allah, zalimlerin söylediklerinden ve müşriklerin ona
isnat ettiği şeylerden uzak ve mukaddestir. [38]
19. İnsanlar
Hz. Âdem'den (a.s.) Hz.
Nuh'a (a.s.) kadar bir tek dine mensup idiler. O da İslâm dini idi. Daha sonra
dinleri hususunda ihtilafa düştüler ve gruplara ayrıldılar. İbn Abbas şöyle der: Âdem (a.s.)
ile Nuh (a.s.) arasında on nesil vardı. Hepsi de İslâm dinine mensup idiler.
Daha sonra insanlar arasında ihtilaf çıktı; putlara ve heykellere tapıldı. Bunun
üzerine Yüce Allah müjdeleyici ve uyarıcı peygamberler gönderdi.[39]
Allah'ın hükmü cezanın
kıyamet gününe ertelenmesi şeklinde tecellî
etmeseydi dinde ihtilafa düşmeleri
yüzünden mutlaka cezalan
dünyada
çabucak verilirdi. [40]
20. O inatçı
kâfirler, geçmiş peygamberlere verilen deve, âsâ ve el mucizeleri gibi bir
mucize, Rabbinden Muhammed'e de indirilse ya diyorlar.
Onlara de ki: Gaybla ilgili hüküm Allah'ın elindedir.
Mucizeleri ondan başka hiçkimse getiremez. Ben sadece
bir tebliğciyim. Allah'ın, aramızda vereceği hükmü bekleyin. Ben de onu
bekleyenlerdenim. [41]
Edebî Sanatlar
1. Muhkem kitap
Burada kalıbı, manasında kullanılmıştır. Yani kendisine bozukluk gelemeyen,
yalan ve çelişki ânz olmayan sağlam kitap"
demektir.
2.
Uyar...müjdele" kelimeleri arasında tıbak
vardır.
3. Bu ifade,
yüksek makamdan kinayedir. İbare son derecede beliğdir. Çünkü geçmek ve ilerlemek ayakla olur. Nitekim, nimet elle
verildiği için, nimete de "el" denilmiştir.
4. İlk defa
yaratır, sonra da onu toprağa iade eder". Burada Îju
ve îi\*\ kelimeleri arasında tıbak vardır.
5. "Bize
kavuşacaklarına inanmıyorlar" Burada üçüncü şahıstan birinci şahsa dönüş vardır.
Aynı zamanda kavuşmanın büyüklüğünü ve şiddetini ifade etmek için *llJ kelimesi Allah'a ait zamire muzaf olarak getirilmiştir.
6. Hayrı acele
istedikleri gibi şerri de..." Burada mücmel ve rnüekked teşbih vardır. Şerr ve
hayır kelimeleri arasında da tıbak vardır.
7. Nasıl amel
ettiğinize bakalım diye" Burada is-tiare-i temsiliyye vardır. Çünkü kulların Allah karşısındaki durumu,
halkın padişah karşısındaki durumlarına benzetilmiştir. Padişah, halkın nasıl iş
yapacaklarını görmek için onlara mühlet verir. Allah'ın mühlet vermesi de
böyledir. Müşebbehün bihe
delâlet eden isim, temsil yoluyla müşebbeh için
istiare edilmiştir. En yüce temsil Allah'ındır.
8. Düşünmüyor
musunuz?" Bu soru inkâr ve kınama ifade eder.
[42]
Faydalı Bilgiler
Güneşi bir ışık, ayı da bir nur
kıldı" âyetinin tefsirinde Suyûtî şöyle der: "Bu âyet
zaman, hesap, tarih ve ayın burçları ilimlerinde asıldır." [43]
Bir Nükte
Hafız İbn Kesir şöyle der: İster doğru olsun, ister yalancı olsun,
kim bir söz söylerse o kişinin doğruluğuna veya yalancılığına delâlet eden,
güneşten daha açık bir delil getirilmesi gerekir. Muhammed (a.s.) ile Müseylemetu'l-Kezzâb'ı görenler
için, bu ikisi arasındaki fark, kuşluk aydınlığı ile zifiri karanlık arasındaki
farktan daha açıktır. Abudullah b. Selâm şöyle der:
Rasulullah (s.a.v.) Medine'ye gelince halk yani yahudiler ondan uzaklaştılar. Ben de ondan uzaklaşanlar
arasında idim. Onu görünce, yüzünün yalancı bir yüz olmadığını anladım. Ondan
ilk işittiğim söz de şudur: "Ey insanlar! Selamı yayınız. Yemek yediriniz,
akrabayı ziyaret ediniz ve insanlar uykuda iken gece kalkıp namaz kılın. Böyle
yaparsanız selâmetle cennete girersiniz.[44] Abdullah, Rasulullah (s.a.v.)'ta gördüğü deliller sebebiyle onalcesin olarak inandı. Şâir Hassan şöyle der:
O Peygamberde açık mucizeler
olmasaydı bile, onun görünüşü mutlaka sana, onun doğruluğunu haber
verirdi. [45]
21. Kendilerine
dokunan bir sıkıntıdan sonra insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman, bir de
bakarsın ki âyetlerimizle alay ederler. De ki: "Allah onların cezasını çabucak
verir. Şüphesiz elçilerimiz
ettiğiniz alayları yazıyorlar."
22. O, sizi
karada ve denizde gezdirendir. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, o gemiler de
içindekileri tatlı bir rüzgârla alıp götürdükleri ve yolcular bu yüzden
neşelendikleri zaman, o gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar, her yerden
onlara dalgalar hücum eder ve onlar, çepeçevre kuşatıldıklarını anlarlar da,
dini yalnız Allah'a halis kılarak, "Andolsun eğer
bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız" diye Allah'a
yalvarırlar.
23. Fakat Allah
onları kurtarınca, bir de bakarsın ki yine haksız yere yeryüzünde taşkınlık
ediyorlar. Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedir; sâdece
fâni dünya hayatının menfaatini elde edersiniz, sonunda dönüşünüz yine bizedir.
O zaman yapmakta olduklarınızı size haber vereceğiz.
24. Dünya
hayatının durumu, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, insanların ve
hayvanların yiyeceklerinden olan yeryüzü bitkileri o su sayesinde birbirine
karışır. Nihayet yeryüzü zinetini takınıp, süslendiği
ve sahipleri de onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir sırada,
bir gece veya gündüz ona emrimiz gelir de onu sanki dün yerinde yokmuş gibi
kökünden koparılarak biçilmiş bir hale getiririz. İşte iyi düşünecek kavimler
için âyetlerimizi böyle açıklıyoruz.
25. Allah
kullarını selâm yurduna çağırır ve O, dilediğini doğru yola iletir.
26. Güzel amel
edenlere daha güzel karışılık, bir de fazlası vardır.
Onların yüzlerine ne bir toz bulaşır ne
de bir horluk. İşte onlar cennet ehlidir. Ve onlar orada ebedî
kalacaklardır.
27. Kötülükler
işleyenlere gelince, kötülüğün cezası misli iledir. Onları zillet
kaplayacaktır. Onları Allah'a karşı
koruyacak hiç kimse yoktur. Onların yüzleri sanki karanlık geceden bir parçaya
bürünmüştür. İşte onlar da cehennem ehlidir. Onlar orada ebedî
kalacaklardır.
28. Onların
hepsini bir araya toplayacağımız, sonra da Allah'a ortak koşanlara, "siz ve
koştuğunuz ortaklar yerinizde bekleyin." diyeceğimiz gün artık
onların
aralarını tamamen ayırımsızdır. Ve onların
ortakları, derler ki: "Siz, bize ibâdet etmiyordunuz."
29. Bizimle
sizin aranızda şâhid olarak Allah yeter. Şüphesiz ki
biz sizin tapmanızdan tamamen habersizdik."
30. Orada
herkes geçmişte yaptıklarından imtihana çekilecek. Artık onlar gerçek sahipleri
olan Allah'a döndürülmüşlerdir.
Uydurmakta oldukları şeyler de onları terkedip
kaybolmuştur.
31. De ki:
"Size gökten ve yerden kim rizık veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim mâlik bulunuyor? Ölüden
diriyi kim çıkarıyor, diriden ölüyü kim çıkarıyor? İşi kim idare ediyor?
"Allah" diyecekler. De ki: "Öyle ise sakınmıyor musunuz?"
32. İşte O,
sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Artık haktan sonra sapıklıktan başka ne
vardır? O halde nasıl döndürülüyorsunuz?
33. İşte
böylece Rabbinin yoldan çıkanlar hakkındaki: "Onlar inanmazlar" sözü gerçekleşmiş oldu.
34. De ki:
"Allah'a ortak koştuklarınız arasında, ilk defa yaratacak, sonra onu geri döndürecek biri var mı?" De ki: "Allah ilk
defa yaratıp sonra da onu tekrar
öldürür, O halde nasıl
saptırılırsınız.!"
35. De ki:
"Ortak koştuklarınızdan hakka iletecek olan var mı?" De ki: "Hakka Allah iletir"
Öyle ise hakka ileten mi uyulmaya daha layıktır; yoksa hidâyet verilmedikçe
kendi kendine doğru yolu bulamayan mı? Size ne oluyor? Nasıl
hükmediyorsunuz?
36. Onların
çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan hiç bir şeyin yerini
tutmaz. Allah onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir.
37. Bu Kur'an Allah'a ait olmayıp da ondan başkası tarafından
uyudurulmuş bir şey değildir. Ancak kendinden öncekini
doğrulayan ve o Kitab'ı açıklayandır. Onda şüphe
yoktur, o âlemlerin Rabbindendir.
38. Yoksa, "Onu
Muhammed uydurdu" mu diyorlar? De ki:
"Eğer sizler doğru iseniz Allah'tan başka, gücünüzün yettiklerini
çağırın da onun benzeri
bir sûre getirin."
39. Bilâkis,
onlar ilmini kavrayamadıkları ve yorumu kendilerine asla gelmemiş olan Kur'an'ı yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle
yalanlamışlardı. Şimdi bak, zâlimlerin sonu nasıl oldu!
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah putlara ibadet etmenin
bâtıl olduğunu gösteren delilleri ve müşriklerin risalet ve Kur'an konusundaki
şüphelerini açıkladıktan sonra burada da, o bedbaht insanların âdetlerinin tuzak
kurmak, inkâr ve inat etmek olduğunu açıkladı. Eğer onlara bir darlık gelirse
yalvarmaya başlarlar, bir rahmet gelirse şımarır ve inkâr ederler. Bundan sonra
Yüce Allah, zeval bulma ve yok olma hususunda dünya hayatını misal verdi. Daha
sonra da, âlemlerin rabbi olan Allah'ın birliğini gösteren delilleri tekar açıkladı. [46]
Kelimelerin İzahı
Asıf,
yaprakları ve ağaçlan yıkıp helak eden şiddetli rüzgâr. Ferrâ şöyle der: Rüzgâr şiddetlendiğinde ve denir. Şâir
şöyle der:
Rüzgârlar şiddetle esince Necd'in hurmlarını kırarlar. Retem ağacının sağlamlılığına bile aldırış etmezler.[47]
Mevc, dalga.
Suyun deniz üzerinde yükselen kısmı. Çalkalan-dığı
için Mevc (dalga) ismi verildi.
Zuhrdufuha,
"onun güzelleşmesi" demektir. Zuhruf, bir şeyin son
derece güzel ve parlak olmasıdır. Parlaklığından ve güzelliğinden dolayı o şeye
zuhruf denilmiştir.
Bulunur. Bir kimse bir yerde kalıp
da orayı imar ettiğinde denir.
Örter, istilâ eder. Bir kimseye
zillet geldiğinde denir.
Kater ve
katere, siyah toz demektir. Yüce Allah bir âyette
Onları cehennem tozu kuşatır.[48]
Bir görüşe göre, siyah olsun olmasın toz
demektir. Ferazdak şöyle der:
Kral elbisesi ile tac giydirilmiş, arkasından büyür bir dalga geliyor. Sen o
dalga üzerinde bayraklar ve tozlar görünsün.[49]
Ayırdık
Haktan batıla
döndürülüyorsunuz. [50]
Âyetlerin Tefsiri
21. İnsanlara
gelen bir sıkıntıdan sonra onlara bir rahmet tattırdığımız zaman... İnsanlardan
maksat Mekke kâfirleridir. Rivayete göre Yüce Allah yedi sene Mekkelilere kıtlık
verdi. Nerede ise helak olacaklardı. Bunun üzerine Rasululllah (s.a.v.)'tan, kendilerine bolluk verilmesi için
dua etmesini istediler. Ona iman edeceklerine dair söz verdiler. Allah onlara
merhamet edip yağmur yağdırınca, tekrar inkâra ve inada döndüler. Yani: Biz o
müşriklere, onların başına gelen şiddetten sonra rahatlık, kıtlıktan sonra
bolluk nimetini tattırınca Bir de bakarsınız ki, âyetlerimiz hakkında tuzaklar
hazırlamışlardır.
Mücâhid, "bu
bir alay etme ve yalanlamadır." der. De ki: "Allah onların tuzaklarına karşılık
daha çabuk ceza verir.[51]
Kuşkusuz koruyucu melekler sizin
tuzaklarınızı yazar ve günahları nızı kaydederler.
Burada, onların yaptıklarının herşeyi bilen ve herşeyden haberdar olan Allah'tan gizli kalmadığı gibi,
meleklere bile gizli kalmadığına dikkat çekmektedir. [52]
22. Sizi
kudretiyle, karada hayvanlar üzerinde, denizde de su üzerinde yürüyen gemilerde
taşıyan odur. Nihayet siz denizde bu gemiler içinde bulunuduğunuzda gemiler de onları, kendilerini yürüten tatlı
ve hoş bir rüzgarla götürdüğünde yolcular da bu tatlı rüzgarla sevinç
duyduklarında,-burada ikinci şahistan üçüncü şahsa
dönüş vardır. Ansızın onlara şiddetli ve helak edici bir fırtına gelir. Ve
denizin dalgaları her taraftan onları kuşatır Helak olacaklarını kesin olarak
anlarlar da, Allah'a ihlas ile dua eder ve taptıkları
şeyleri bırakırlar. Kurtubî şöyle der: Bu âyet
gösteriyor ki insanlar sıkıntılı anlarda Allah'a dönecek bir şekilde
yaratılmışlardır. Kâfir de olsa, darda kalan kimsenin duası kabul olunur. Çünkü
sebepler kesilmiş ve o, Rablerin rabbine müracaat etmiştir.[53]
Eğer bizi bu sıkıntı ve belâlardan
kurtarırsan, biz mutlaka verdiğin nimetlere karşı sana şükredenlerden ve sana
itaat edip razı olduğun şeyleri yapanlardan olacağız. Ebu Hayyan şöyle der: İhlastan maksat, put ve benzeri şeyleri ortak koşmadan
sadece Allah'a dua etmektir. Hasan-ı Basrî şöyle der:
İhlastan maksat, îmanda samimi olmak değildir. Lakin,
bu beladan onları Allah'tan başkasının kurtaramayacağını bildikleri içindir. Bu
takdirde onların ihlası mecburî iman yerine geçer.[54]
23. Allah
onları kurtarınca, hemen yeryüzünde fesat ve isyan çıkarırlar. İbn Abbas şöyle der: Dua hususunda
taşkınlık eder, Allah'tan başkasına dua ederler ve masiyet işlerler.[55]
Yüce Allah onlara cevaben şöyle buyurdu.
Ey insanlar taşkınlığınızın vebali sizin aleyhinizedir. Onun meyvelerini sadece
siz
toplayacaksınız. Bu dünyada, peşinden
sonsuz pişmanlığın geldiği geçici şehvetlerden yararlanıyorsunuz. Ölümden sonra
dönüşünüz bizedir. Amellerinize göre size karşılık vereceğiz. Burada bir tehdit
vardır. Ayet-i kerime inkarcı insan tabiatı için bir temsildir. Böyle bir kimse,
Allah'ı ancak sıkıntılı anlarda anar, ona ancak şiddetli ve dar zamanlarda
döner. Allah onu sıkıntıdan kurtardığında ve darlığını giderdiğinde tekrar inkâr
ve isyan eder, kötülük ve taşkınlıkta devam eder. Bundan sonra Yüce Allah
geçici dünya hayatı için bir misal getirdi ve ondan faydalanma süresinin çok
kısa olduğunu belirtti ve şöyle buyurdu: [56]
24. Dünya
hayatı, onun geçici ve gidici oluşu, nimetlerinin zevali ve insanların onlara
aldanması, gökten yağan bir yağmurun durumu gibidir ki o yağmur sayesinde
birbirine karışmış çeşitli bitkiler biter. İbn Abbas şöyle der: O şu yere karışır, onun sayesinde her çeşit
bitki biter.[57]
Onlar, insanların yediği hububat, meyve
ve baklagiller; hayvanların yediği ot, saman ve arpadır, Nihayet yer yüzü
güzelliğini ve parlaklığını aldığında
hububat, meyve ve çiçeklerle süslendiğinde; bu tabiatı güzel elbiseler
giyinen ve süslenen geline benzetmektir,
Yeryüzündekiler o nimetlerden faydalanabileceklerini, meyve ve mah-sulatın toplayabileceklerini zannettikleri zaman,
geceleyin veya gündüzleyin, yeryüzünde olan
bitkilerin helak edileceğine dair hükmümüz gelir. O dünyanın bitkilerini
tırpanlarla biçilmiş ve kesilmiş, üzerinde hiçbir şey kalmamış halde bırakırız.
sanki o yerdeki bitkiler, daha önce yeryüzünde hiç bulunmamış ve yaşanmamış
hale gelirler. İşte biz dünya hayatı için verdiğimiz bu parlak misali
açıkladığımız gibi, düşünen ve misallerden ibret alan bir topluluk için âyetleri
açıklıyor ve misaller getiriyoruz. Alûsî şöyle der:
Ayetlerden düşenenler ibret alıp faydalandığı için
özellikle onlar zikredildi.[58]
25. Allah,
sevinç ve ikâmet yurdu olan cennete çağırıyor, O hidâyetini istediği kimseyi doğru yola yani İslam dinine
ulaştırır. [59]
26. Güzelce
iman edip amel-i salih işleyenler için cennet hazırlanmıştır. Dahası da vardır. O da, kerem sahibi olan
Allah'ın zatına bakmaktır.[60]
Onların yüzlerine, cehennemliklerin
yüzlerine geldiği gibi ne bir toz kaplar, ne de bir siyahlık gelir.
Onlara horluk ve hakirlik de gelmez. İşte
onlar cennetliktirler. Orada ebedî kalacaklardır. Dünyanın ve dünya süslerinin
aksine oranın nimetleri zeval bulmazlar, yok da olmazlar. [61]
27. Dünyada
kötülükleri işleyip, Allah'a isyan edenler ve inkâr edenler var ya, işte onlara kötülüklerinin karşılığı misliyle verilir.
Ondan fazla ceza verilmez. İyiliklere gelince, onlar Allah'ın lutfuyla kat kat verilir. Allah'ın
bir adaleti olarak kötülüklerin cezası misliyledir.[62]
Onları zillet ve horluk sarar. Allah'ın
azabından ve hışmından koruyacak veya kurtaracak hiç kimseleri yoktur. Onların
yüzlerindeki şiddetli siyahlık ve karanlıktan dolayı, sanki yüzleri gece
karanlığından parçalarla örtülmüştür. Onlar cehennemliktir. Oradan asla
çıkarılmazlar. [63]
28. O gün,
hesap için her iki grubu, yani mü'minleri de kâfirleri
de toplarız, sonra, Allah'a ortak koşanlara şöyle deriz:Siz de, kendilerine
topladıklarınız da yerinizde kalın. Allah'ın size ne yapacağını görünceye kadar
yerinizden ayrılmayın. Onlarla müminlerin arasını ayırdık. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur: Ayrılın bir
tarafa bugün, ey günahkarlar[64]
Allah'ı bırakıp ta tapmış oldukları
putlar onlardan uzaklaşır. Mücâhid şöyle der: Biz
sizin, bize taptığınızı bilmiyorduk. Size, bize ibadet edin diye de
emretmedik.[65]
Nitekim bir âyet-i kerim O zaman
kendilerin uyulup arkalarından gidilenler, onlara uyanlardan hızia uzaklaşırlar. O anda her iki tarafta azabı görürler,
aralarındaki bağ kopup parçalanır. [66]
29. Kıyamet
gününde putlar müşriklere: "Sizinle bizim aramızda şahit olarak Allah bize
yeter" derler, Sizin bize ibadet ettiğinizden bizim haberimiz yoktu. Zira biz ne
işitiyor, ne görüyor, ne de düşünüyorduk. Çünkü biz cansız varlıklardık, bizim
ruhumuz yoktu.[67]
30. O zaman her
nefis, önceden göndermiş olduğu hayır veya serden imtihana çekilir ve yaptığının
karşılığını alır. Artık onlar,
cezalarını adaletle verecek olan
Allah'a döndürülmüşlerdir. Kendilerine şefaat edeceklerini zannettikleri putlar
da onları terkedip gitmişlerdir. Bu âyette
işitmeyen,
görmeyen kendilerine hiçbir faydası olmayan
putlara tapan müşrikler için şiddetli bir azarlama vardır. [68]
31. Bu
âyetlerde de, Allah'ın birliğini ve ilahlığını gösteren delliler vardır. Yani, "Ey Muhammedi O müşriklere de ki:
Size gökten yağmuru kim indiriyor? Sizin için ekinleri ve meyveleri kim
bitiriyor. Ya da kendileriyle işittiğiniz, kulakların
ve gördüğünüz gözlerin sahibi kimdir? Allah onları sizden almak istediğinde,
onları size kim geri verebilir? Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyurulmuştur: De ki, ne dersiniz? Eğer Allah kulaklarınızı
sağır, gözlerinizi kör ederse...[69]
İnsanı nutfeden, kuşu yumurtadan, başağı taneden, bitkiyi yerden,
mü'mini kâfirden çıkaran kimdir? Mahlûkatm işlerini idare eden, kainatı halden hale çeviren
kimdir? Şüphesiz bütün bunları yapan, âlemlerin Rabbi Allah'tır, diye ikrar
edeceklerdir. Mesele son derece açık olduğu için kibirlenmelerine ve inat
etmelerine imkan kalmamıştır. Ey Muhammedi Onlara de ki: Allah'tan başkasına
ibadet etmeniz ve ona şirk koşmanız yüzünden Allah'ın azabına ve cezasına
çarptırılmaktan korkmuyor musunuz? [70]
32. İşte bu
büyük işleri yapan gerçek Rabbinizdir. Onun ilahlığı ve birliği, kesin
delillerle sabittir. Bu soru, inkâr ifade eder. Yani haktan öteye artık
sapıklıktan başka bir şey yoktur. Kim
Allah'a ibadetten ibaret olan haktan
öte geçerse dalâlete düşmüş olur. Nasıl,
Allah'a ibadet etmekten, yaratmayan, rızık veremeyen,
diriltemeyen ve öldüremeyen şeylere
ibadete çevriliyorsunuz? [71]
33. İşte
böylece itaattan çıkıp inkâra dalanlar ve
yalanlayanlar üzerine Allah'ın kazası ve geçmiş hükmü, vacip oldu. Çünkü onlar
Allah'ın birliğini, peygamberinin risâletini tasdik
etmiyorlar. İşte bundan dolayı onlara azap vacip olur. Çünkü onlar şakî ve
sapıktırlar. [72]
34. Ey
Muhammedi kınayarak ve azarlayarak onlara de ki: Bu putlardan, mablukatı yoktan varedecek, sonra
yokedecek, sonra tekrar diriltecek biri var mı? Taberî şöyle der: Onlar böyle bir iddiada bulunamayınca ki,
burada onların, ilâhları hususundaki iddialarında yalancı ve iftiracı olduğunu
gösteren açık bir delil ve kesin bir hüccet vardır, o zaman Rasulullah (s.a.v.)'a bu sorulara cevap vermesi
emredildi.[73]
Ey Muhammedi Onlara de ki: Hayat veren
ve öldüren, yaratan ve öldükten sonra tekrar dirilten sadece Allah'tır.
Bu
ilah olduğunu iddia edenlerden hiçbiri bunu
yapamaz. Nasıl, haktan batıla dönüyorsunuz? [74]
35. Bu, soru
şeklinde başka bir kınamadır. Yani, müşriklere de ki: Kendilerine ibadet
ettiğiniz bu ilâhlardan, dalâlete düşmüş bir kişiyi irşad edecek, veya şaşırmış bir kişiyi doğru yola iletecek
veya ona doğru yolu gösterecek biri var mı? Onlara de ki: İlahlarınız bundan
âciz ise, bilin ki dalâlete düşmüş olanı ir-şâd etmeye, yolu aydınlatmaya ve
hakkı açıklamaya kadir olan
sadece
Allah'tır. Hak 'leten Yüce Allah mı kendisine uyulmaya daha layıktır, yoksa
hiçkimseyi hidâyete erdiremeyen bu putlar mı? Bırakın,
başkalarım doğru yola iletmelerini de, kendilerini bile doğru yola iletemeyen
bunlar mı hak yola iletecekler?[75] Ey müşrikler! Nasıl oluyorlar da putlarla
rable-rin Rabbini eşit tutuyorsunuz ve batıl olduğu
açık olan şeyle hükmediyorsunuz? Bu, hayret ve inkâr manasına gelen bir
sorudur. Yüce Allah, Allah'ın birliğine inanmayı gerektiren ve taklidin bâtıl
olduğunu gösteren parlak delillerle onları susturduktan sonra, inançlarının
bozukluğunu açıklayarak şöyle buyurdu: [76]
36. Onların
çoğu, putların ilâh olduğuna dair inançlarında, herhangi bir delile dayanmayan
bilakis sadece bâtıl vehimlere ve fasit hurafelere dayanan bir inanca tâbi
olurlar. Evham ve hayallere dayanan bu
tür inan, kesin bilgiden hiçbir şey kazandırmayan yalancı bir zandan ibarettir.
Zan, kesin bilgi gibi değildir. Allah, onların içinde bulundukları inkârı ve
yalanlamayı bilir. Bu, zanna tabi olmaları ve delil kabul etmemelerinden dolayı
onlar için bir tehdittir. Bundan sonra Yüce Allah nübüvvetin ve vahyin
doğruluğunu açıklayarak şöyle buyurdu:[77]
37. Akl-ı selim sahibi bir kimsenin, bu Kur'an'ın uydurulup da Allah'a isnat edilmiş olduğuna
inanması sahih, doğru ve makul olmaz. Çünkü, Kur'an
gibi bir kitap getirmek beşer gücünün üstündedir, Fakat o, Tevrat ve İncil gibi,
kendisinden önce inen kitapları tasdik edici olarak geldi. Onda şeriatlerin, inançların ve hükümlerin açıklaması
vardır. Onun, âlemlerin Rabbi tarafından
indirildiğinde şüphe yoktur. [78]
38.
Bilakis onlar, bu Kur'an'ı, Muhammed kendiliğinden
uydurdu, dediler. Bu, azarlama manası ifade
eden bir sorudur, De ki: Eğer durum iddia ettiğiniz gibiyse, bu Kur'an'ın benzeri bir sûre getirin. Bu söz, onları âciz
bırakmakta ve aleyhlerine bir delil olarak getirilmektedir. Allah'tan başka,
yararlanmak için
mahluk atından insanlar ve cinlerden
çağırabildik) erinizi çağırın. Muhammed'in, onu uydurduğu hususundaki iddianızda
doğru iseniz böyle yapın. Taberî şöyle der: Bundan
maksat şudur: Siz bunu yapamazsınız, şüphesiz yalancılarsınız. Çünkü Muhammed,
sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir. Bütün insanlar ve cinler, bu
Kur'an'm benzeri bir sûre getirmekten âciz kalınca,
onlardan birisi olan Muhammed (a.s.), bunun tümünü hiç getiremez.[79]
39. Hayır,
bilakis bu müşrikler bu Kur'an'ı yalanladı ve onu
iyice düşünüp anlamadan yalanlamaya koşuşutlar.
insanlar daima, bilmediklerinin düşmanıdır. Halbuki onlara yapılmış olan tehdit
henüz neticelenmedi. İşte bunların yalanladığı gibi, onlardan önce geçmiş olan
milletler de yalanlamıştı. Bak Ey Muhammed! Zulümleri ve taşkınlıkları sebebiyle
Allah onları nasıl helak etti. İşte onlara yaptığının benzerini bu azgın
zalimlere de yapacaktır. [80]
Edebî Sanatlar
1. Daha çabuk
tuzak kurar. Allah'ın cezasına tuzak denmesi "müşâkelet" bâbındandır.
2. Onları çekip
götürdüler. Burada ikinci şahıstan üçüncü şahsa dönüş vardır. Bunun hikmeti de,
nimete şükretmemelerinden dolayı kâfirleri daha fazla kınamak ve
yermektir.
3. Yeryüzü
süsünü aldığında." Bu son derece güzel istiarelerdendir. Bitki ve çiçeklerle
süslendiği zaman ki yeryüzü, elbise ve zinetleriyle
süslenen geline benzetilmiştir. Bu güzellik ve parlaklık için lafzı müstear
olarak kullanılmıştır.
4. Ona emrimiz
geldi." Burada emir, azab ve helakten
kinayedir.
5. İyilik
yaptılar" ve daha güzel, kelimeleri arasında iştikak cinası vardır.
6. Sanki
onların yüzlerine, geceden parçalar sarılmıştır" Burada mürsel ve mücmel teşbih vardır.
7. Sonra onu iade eder" bu iki kelime arasında
tıbak vardır.
8. Nasıl
döndürülüyorsunuz?" Bu soru, kınama ifade eder. Size ne oluyor, nasıl hüküm
veriyorsunuz?" cümlesindede yanı şey
vardır.
9. Öncekini Bu
da güzel bir istiaredir. Maksat, ondan önce gelmiş olan Tevrat ve İncil'dir.
Onlar, Kur'an'm geleceğini müjdelemişlerdi. [81]
Bir Nükte
İslam Şehidi Seyyid Kutub "Fi Zılali'l-Kur'an" adlı tefsirinde
şöyle der: İnsanlık, kainatın sırlarına ulaştıkça, göklerde ve yerde yeni yeni rızık-lar keşfediyor. İnançlarının doğruluğuna veya bozukluğuna
göre onu bazen hayırda, bazen serde kullanıyorlar. Bunların hepsi, Allah'ın
insanlar için hazırlamış olduğu rızıklardır. Yer
üstünde ve altında rızıklar vardır, su yüzünde ve
suyun derinliklerinde de rızıklar vardır. Güneş
ışınlarında ve ayın ışığında rızıklar vardır. Hatta
yeryüzündeki mantarda bile...İlim mantarda ilaç ve panzehir keşfetmiştir.[82]
De ki: O göklerden ve yerden size rızık veren kimdir?[83]
40. İçlerinden
öylesi var ki ona inanır, yine onlardan öylesi de var ki, ona inanmaz. Rabbin
bozguncuları en iyi bilendir.
41. Onlar seni
yalanlarlarsa de ki: "Benim işim bana, sizin işiniz de size aittir. Siz benim
yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptığınızdan uzağım."
42.
Onlardan seni dinleyenler vardır.
Fakat sağırlara -üstelik akılları da ermiyorsa- sen mi
duyuracaksın?
43. Onlardan
sana bakan da vardır. Fakat, -hele göremiyorlârsa- körleri sen mi doğru yola
ileteceksin?
44. Şüphesiz ki
Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendi kendilerine
zulmederler.
45. Allah'ın
onları, sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını zanneder vaziyette
yeniden diriltip toplayacağı gün, birbirlerini tanırlar. Allah'ın huzuruna
varmayı yalanlayanlar elbette zarara uğramışlardır.
Zaten onlar doğru yola
gitmemişlerdi.
46. Eğer onları
tehdit ettiğimiz azabın bir kısmını sana gösterirsek ne âlâ; yok eğer
göstermeden seni vefat ettirirsek nihayet onların dönüşü de bizedir. (O zaman
onlara ne olacağını göreceksin). Sonra, Allah onların yapmakta olduklarına da
şâhiddir.
47. Her ümmetin
bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği zaman, aralarında adaletle
hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez.
48. "Doğru
iseniz, bu söylediğiniz vaad ne zamandır?"
diyorlar.
49. De ki: "Ben
kendime bile Allah'ın dilediğinden başka ne bir zarar, ne de bir menfaat verme
gücüne sahibim" Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman artık ne
bir saat geri kalırlar ne de ileri giderler.
50. De ki: "Ne
dersiniz? Allah'ın azabı size geceleyin veya gündüzün gelirse (ne yaparsınız?)
Suçlular ondan hangisini istemekte acele ediyorlar!
51. Başınıza
belâ geldikten sonra mı O'na îman edeceksiniz. Şimdi mi Halbuki onu istemekte
acele ediyordunuz?
52. Sonra o
zulmedenlere, "Ebedî azabı tadın!" denilecek. "Kazanmakta olduğunuzdan
başkasının mı karşılığını bulacaksınız?"
53. "O, bir
gerçek midir?" diye senden haber istiyorlar. De ki: "Evet, Rabbime andolsun ki o şüphesiz gerçektir, ve siz âciz bırakacak
değilsiniz."
54. Kendine
zulmeden herkesin yeryüzü dolusu malı olsa elbette onu feda eder. Ve azabı
gördükleri zaman pişmanlıklarını gizlerler.
Aralarında adaletle hükmolunur ve onlara zulmedilmez.
55. Bilesiniz
ki, göklerde ve yerde olan her şey Allah'ındır. Yine bilesiniz ki; Allah'ın
va'di haktır, fakat onların çoğu bilmez.
56. O hem
diriltir, hem de öldürür ve yalnız O'na döndürüleceksiniz.
57. Ey
insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönül-lerdekine
bir şifâ, mü'minler için bir hidayet ve rahmet
gelmiştir.
58. De ki:
"Ancak Allah'ın lütfü ve rahmetiyle, işte bunlarla sevinsinler. Çünkü bu onların
topladıklarından daha hayırlıdır.
59. De ki:
"Allah'ın size indirdiği rızıktan bir kısmını helâl,
bir kısmını da haram kılmanıza ne dersiniz?" De ki: "Allah mı size izin verdi?
Yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?"
60. Allah'a
karşı yalan uyduranların kıyamet günündeki âkibetleri
hakkında kanaatleri nedir? Şüphesiz AHah insanlara
karşı lütuf sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmezler.
61. Ne zaman
sen bir işte bulunsun, ne zaman Kur'an'dan bir şey
okusan ve siz ne zaman bir iş yapsanız, o işe daldığınız zaman biz mutlaka
üstünüzde şâhidizdir. Çünkü ne yerde, ne gökte zerre ağırlığınca bir şey
Rabbinden uzak kalmaz. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü yoktur ki, apaçık
kitapta bulunmasın.
62. Bilesiniz
ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyeceklerdir.
63. Onlar, iman
edip de takvaya ermiş olanlardır.
64. Dünya
hayatında da ahirette de onlara müjde vardır. Allah'ın sözlerinde asla
değişme yoktur. İşte bu, büyük kazancın kendisidir.
65. Onların
sözleri seni üzmesin! Çünkü bütün izzet Allah'ındır. O, işitendir,
bilendir.
66. İyi bilin
ki! göklerde ve yerde ne varsa yalnız Allah'ındır. Allah'ı bırakıp da ortaklara
tapanlar neyin ardına düşüyorlar. Doğrusu onlar, kuru zandan başka bir şeyin
ardına düşmüyorlar ve onlar sadece yalan söylüyorlar.
67. O, geceyi
içinde dinlenesiniz diye sizin için yaratan, gündüzü aydınlık kılandır.
Şüphesiz bunda dinleyen bir toplum için ibretler vardır.
68. "Allah
çocuk edindi" dediler. Hâşâ! O bundan münezzehtir. O'nun çocuğa ihtiyacı yoktur.
Göklerde ve yerde ne varsa hep O'nundur. Bu hususta yanınızda herhangi bir delil
yoktur. Allah hakkında bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?
69. De ki:
"Allah'a karşı yalan uyduranlar asla kurtuluşa eremezler."
70. Dünyada bir
miktar geçim sağlarlar, sonra Dönüşleri bizedir sonra da inkâr etmekte oldukları
şeylerden ötürü onlara şiddetli azabı tatdırınz.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde
kâfirlerin, nübüvvet ve vahy meselesini
yalanlamalarını anlattıktan sonra, burada da onlardan bir kısmının, Kur'an'ın Allah kelamı olduğuna inandıklarını, ancak, kibir
ve inatlarından dolayı kabul etmediklerini, bir kısmının da kafin kafalı, aklı
zayıf ve temyiz gücü bozulmuş olduğundan dolayı tasdik etmediğini açıkladı.
Bundan sonra da, Kur'an'ın kalplere şifa olduğunu
bildirdi. Son olarak da müşriklerin ahiretteki akibetlerini beyan etti. [84]
Kelimelerin İzahı
Summ, sağır
manasına gelen "esamm" kelimesinin
çoğuludur. Beyâten, geceleyin.
Dalıyorsunuz. Bir kimse söze
daldığında denir.
Gizli kalır.
Mıskal, tartı demektir. Sultân,
delil ve burhan demektir.
Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih
etmektir. [85]
Âyetlerin Tefsiri
40. Ey
Muhammed! Senin, kendilerine gönderildiğin o insanlardan bazıları bu Kur'an'a inanır, sana uyar ve sana gönderilenden faydalanır.
Bazıları da ona inanmaz, inkar üzere ölür ve o halde diriltilir. Rabbin,
hidayete hak kazananı daha iyi bilir ve ona hidayet nasip eder. Sapıklığa hak
kazananı da bilir " ve onu saptırır. [86]
41. O müşrikler
seni yalanlarsa de ki: Benim amelimin karşılığı bana, hak olsun bâtıl olsun sizin amelinizin karşığı da size verilecektir. Siz, benim yaptığımdan, ben de
sizin yaptığınızdan uzağım. Hiç kimse diğerinin güna
hından sorumlu tutulmaz. [87]
42. Onlardan
bir kısmı da sen Kur'an okuduğun zaman seni dinler.
Ancak senin okuduklarından hiçbir şeyi onların kalpleri kabul etmez. Ey
Muhammed! Sağırlara sen mi duyuracaksın? Yani, Allah'ın, kulaklarını sağır
ettiği kimselere işittiremezsin. Üstelik sağırlıklarından dolayı, düşünüp
tefekkür edemiyorlarsa. tbıı Kesir şöyle der: Yani
onlardan senin güzel sözünü ve faydalı Kur'an'ı
dinleyen de vardır. Fakat onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Sen
sağırlara işittiremediğin gibi, Allah dilemedikçe onları hidayete
erdiremezsin.[88]
43. Onlardan sana bakan ve senin
peygamberliğinin açık delillerini gören de vardır. Fakat onlar, gördüklerinden
faydalanamayan körlerdir. Ey Muhammed!
Eğer onların kalpleri korse, onları hidayete sen mi erdireceksin? Hakkı
görmezlikten geldikleri için Allah onları körlere benzetti. Kurtubî şöyle der: Bundan maksat, Peygamber (s.a.v.)'i
teselli etmektir. Sen kör için doğru yolu görebileceği bir göz yaratamayacağın
gibi, onları inandırmaya muvaffak olamazsın.[89]
44. Allah,
günahsız hiçbir kimseye ceza vermez. Yarattıklarına, hak etmedikleri şeyi
yapmaz. Fakat onlar inkar, masiyet ve Allah'ın emrine
muhalefet ederek kendilerine zulmediyorlardı. Taberî
şöyle der: Bu, Yüce Allah'ın onlar daha suç işlemeden onların imanlarını çekip
almadığını göstermektedir. Allah, onların imanını, sadece İşledikleri günahtan
dolayı çekip almıştır. Böylece, Allah'ın, kalplerini mühürlemesini hak
etmişlerdir.[90]
45. O
müşrikleri hesap için toplayacağımız günü hatırla. O zaman onlar görecekleri
korkunç olaylardan dolayı sanki dünyada gündüzün bir miktarı kadar kalmış gibi
olacaklar. Dünyada olduğu gibi, birbirlerini tanıyacaklar. Bu tanışma, kınama ve
birbirini rezil etme tanınmasıdır. Biri diğerine: "Beni sen aldattın ve
saptırdın" der. Yoksa bü tanışma sevgi ve mahabbet tanışması değildir, Öldükten sonra dirilmeyi ve
haşri yalanlayan o zâlimler, gerçekten ziyana
uğramışlar ve bu hayatta hayra muvaffak olamamışlardır. [91]
46. Ey
Muhammed! Senin sevinmen için onların çekeceği azabın bir kısmını sana dünyada
göstersek bu olur. Eğer bu yapmadan seni öldürürsek, bil ki onlar âhirette bize döneceklerdir. İster dünyada olsun, ister
âhirette olsun mutlaka ceza verilecektir. Yüce Allah
onların yaptıklarına ve işledikleri suça şahittir. Yaptıklarına karşılık onları
cezalandıracaktır. [92]
47. Her
ümmetin, hidayetleri için onlara gönderilmiş bir peygamber vardır. Peygamberleri
geldiğinde aralarında adaletle hükmedilir. Mücâhid
şöyle der: Yani, kıyamet gününde onların arasında adaletle hükmedilir. İbn Kesir şöyle der: Her ümmet, Peygamberleri ile beraber
Allah'ın huzuruna çıkarılır. Yaptıkları hayır ve şerrin yazılı olduğu amel
defterleri de aleyhlerine şahittir. Koruyucu melekler de şahit olacaklardır.[93]
Onlara günahsız yere azap edilmez. [94]
48. Mekke
kâfirleri der ki: Eğer doğru
söylüyorsan, bize vadettiğin bu azap ne zaman gelecek? Onlar bu sözü, alay ve
eğlence tarzıyla söylediler. [95]
49. De ki: "Ben
kendimden herhangi bir zararı savamam. Kendime herhangi bir menfaati de
sağlayamam. Bunu ne ben yapabilirim, ne de benden başkası. Ancak Allah benim yapabilmemi dilerse olur.
O halde, sizin çabucak istediğiniz azabı ben nasıl getirebilirim! Her ümmetin,
yok olması ve azaba uğraması için muayyen bir vakti vardır. Onların yok olma
zamanı geldiğinde, o zamandan bir an geriye kalmaları mümkün değildir. Onlara ne
mühlet verilir ne de ertelenirler. Zamanı gelmeden önce de helak olmazlar. Çünkü
Allah'ın hükmü zamanında meydana gelir. [96]
50. O
yalanlayanlara de ki: Söyleyin bana, gece veya gündüz Allah'ın azabj size gelirse, onu önlemek için size neyin faydası
olur? Bu, olayın şiddetini ve büyüklüğünü ifade eden bir sorudur. Yani: Acele
olarak istedikleri, ne büyük şeydir! Nitekim, korkunç bir şeyi isteyen kimseye
şöyle denir: Kendi aleyhine ne topluyorsun? [97]
51. Bu sözde
bir kısaltma vardır. Takdiri şöyledir. Ona iman edinceye kadar size mühlet
verilecek mi? Azap gelip de onu açık açık gördüğünüzde
imanın faydası ne? Fayda vermediği bir zamanda iman etmek size ne fayda sağlar?!
Taberî şöyle der: Yani, ey müşrikler! Orada Allah'ın
azabı size geldiği zaman, iman etmenin size fayda yermeyeceği bir durumda mı
ona iman edeceksiniz?[98]
Ey suçlular! Size şöyle denilir: Şimdi
mi inanıyorsunuz? Halbuki daha önce alay ve eğlenceye alıyor ve azabın çabucak
inmesini istiyordunuz. [99]
52. Bundan
sonra zalimlere şöyle denilir: Zeval bulmayan ve yok olmayan sürekli azabı
tadın. Size inkar ve yalanlamanızdan başka ceza mı verilecek? [100]
53. Ey
Muhammedi Senden haber istiyor ve: Bizi korkuttuğun azab ve öldükten sonra dirilme doğru mu? diyorlar, De ki:
Evet, vallahi o kuşkusuz olacaktır. Bunda herhangi bir şüphe yoktur. Siz azaptan
kaçmak veya sakınmakla Allah'ı âciz
bırakacak değilsiniz. Bilakis siz onun
elinde ve kudreti altındasınız.[101]
54. Eğer
dünyadaki bütün hazineler,
mallar ve bütün faydalı şeyler kâfir nefsin
olsa, Allah'ın azabından kurtulmak maksadıyla onu, kendisi için fidye olarak
verir. Fakat ne yazık ki kabul olunmaz. Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurmuştur:
Dünya dolusu altım fidye olarak
verecek olsa dahi onların hiçbirinden kabul olunmayacaktır[102] Sonra Yüce Allah onların üzüntü ve pişmanlıklarını haber
vererek şöyle buyurur: O zâlimler, azabı görünce pişmanlıklarını gizlediler.
İmam Celaleddin şöyle der; Onların ileri gelenleri,
ayıplanma korkusu pişmanlıklarım, saptırmış oldukları zayıf kişilerden
sakladılar.[103]
Mahlukat arasında adaletle hükmedilir.
Amellerinin karşılığından hiçbir şey eksik verilmez. Onlara sadece suçlarının
karşılığında ceza verilir. [104]
55. Buradaki
Sil dinleyiciyi uyarıcı bir edattır. Söz başında fazladan getirilir. Yani, size
söyleyeceklerime dikkat edin,
göklerde ve yerde
ne varsa hepsi Allah'ın mülküdür. Oralarda Allah'tan başka hiçkimsenin bir şeyi yoktur. Mülkü yaratan da odur, sahibi
de odur. Bilesiniz ki, Allah'ın öldükten sonra diriltme ve ceza verme vadi
haktır, şüphesiz olacaktır. Fakat insanların çoğunun akıllan noksan olduğu ve
kendilerini gaflet bürüdüğü için bunu bilmezler. Dolayısıyla söylediklerini
söylerler. [105]
56. Hayat veren
ve öldüren Yüce Allah'tır. Âhirete dönüşünüz O'nadır.
O, amellerinizin karşılığını size verecektir.
[106]
57. Bu, bütün
insanlara yapılmış bir hitaptır. Yani, "Ey insanlar! Size bu yüce Kur'an geldi. O size yaratıcınızdan bir öğüttür. Kalplerde
bulunan cehalet ve şüphe hastalığına şifa verir. Mü'minleri sapıklıktan koruyan bir hidayet ve onlar için
rahmettir. Zemahşerî şöyle der: Yani, size şu büyük
faydaları, öğüdü, kalplerin tedavisini, hakka çağrıyı ve sizden ona iman
edenlere rahmeti ihtiva eden bu kitap gelmiştir.[107]
58. De ki,
ancak Allah'ın lütuf ve rah-metiyle, işte bunlarla sevinsinler. İbn Abas der ki: Allah'ın lutfu Kur'an, rahmeti ise îslâmdır.[108]
Yani, Allah tarafından kendilerine gelen
bu Kur'an ve İslâm dini ile sevinsinler. Çünkü,
kendisiyle sevinmelerine en lâyık olan şey Kur'an'dır.
Kur'an, onların toplamış olduğu dünya malından, onun
geçici zinetinden ve yok olacak olan nimetinden daha
hayırlıdır. Çünkü dünya, içinde bulunanlarla birlikte bir sivrisineğin kanadına
eşit değildir. Nitekim hadis-i şerifte de böyle buyurulmuştur.[109]
59. Bu, Arap
kâfirlerine yapılmış bir hitaptır. Yani, Ey müşrikler, Allah'ın sizin için
yaratmış olduğu helal rızkı bana bildirin. Siz; bahîre, sâibe, ve lâşe gibi, o rızıktan bir kısmını helal, bir kısmını haram kıldınız.
İbn Abbas şöyle der: Bu âyet
müşrikleri reddetmek için inmiştir. Onlar bahîreler,
şaibeler, ekinler ve diğer hayvanların bazılarını helal, bazılarını haram
sayıyorlardı.[110]
Ey Muhammed ! Onlara de ki, bana
söyleyin bakalım: helâl ve haram kılma hususunda Allah'tan size bir izin mi
verildi? Siz bu hususta O'nun emrine mi sarılıyorsunuz? Yoksa bu, Azîz ve Celîl olan Allah'a karşı sırf bir buhtân ve iftira mı? [111]
60. O Allah
hakkında yalan uyduran ve
kendiliklerinden helal ve
haramlar koyanların fikri
nedir? Kıyamet gününde
Allah'ın kendilerini bağışlayacağını ve affedeceğini sanıyorlar.
Hayır, bilakis Allah onları cehenneme sokacaktır. Bu, iftiracılar için şiddetli
bir tehdittir. Allah, kullarına karşı büyük lütuf sahibidir. Zira acele azap
etmemek, peygamberler göndermek ve kitap indirme lütfunda bulunmak suretiyle onlara merhamet etmiştir, Fakat
onların çoğu nimete şükretmezler, hattâ inkârda bulunur ve nankörlük
ederler. [112]
61. Rasûlullah (s.a.v.)'a hitaptır. Yani, ey Muhammed! Sen
hangi durumda olursan ol, ne iş yaparsan yap, Allah'ın kitabı Kur'an'dan ne okursan oku, ve siz ey insanlar! hayır ve
serden ne yaparsanız yapın, biz sizi gözetleyici şahitleriz. Siz işlerinize
daldığınız zaman, biz amellerinizi size sayarız. Allah'a gizli kalmaz. Ne
yeryüzünde ve ne de diğer kâinat veya
mevcudatta küçük bir karınca ve toz ağırlığında bir şey ona gizli kalır.
Zerreden daha küçük ve daha büyük ne varsa hepsi katımızda malumdur ve levh-i mahfuzda kayıtlıdır. Taberî
şöyle der: Ayet şunu haber veriyor: Ağırlığı ne kadar hafif olursa olsun en
küçük şey ve ağırlığı ne kadar fazla olursa olsun en büyük şey Allah'a gizli
kalmaz. Ey insanlar! Rabbinizin razı olacağı ameli işleyin. Çünkü biz
yaptıklarınızı sayıyoruz. Onların karşılığını size vereceğiz.[113]
62. Ey insanlar
dikkat edin ve bilin ki, Allah'ın dost ve ahbapları için âhirette azap korkusu yoktur. Onlar dünyada elde
edemedikleri şeylere tasalanmazlar. Bundan sonra bu dostları açıklayarak şöyle
buyurdu: [114]
63. Onlar Allah
ve Rasulüne
inananlardır. Onlar Rabblerinin emirlerine
sarılmak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle ondan korkarlar. Allah'ın dostu,
takva sahibi olan mü'mindir. Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Allah'ın öyle kulları vardır ki, onlar ne
peygamberdir, ne şehit. Ancak onların Allah katındaki makamlarından dolayı,
kıyamet günü, peygamberler ve şehitler onlara imrenirler." Ashab: "Ya Rasulullah! Onlar kimlerdir? Ne amel işlemişlerdir? Bize
bildir de biz de onları sevelim" dediler. Rasulullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu: "Onlar aralarında bir akrabalık bulunmamasına ve
birbirlerine verecek malları olmamasına rağmen Allah için birbirlerini seven
topluluktur. Allah'a yemin ederim ki, onların yüzleri nurdur. Onlar nurdan
tahtlar üzerindedir. İnsanlar korktuğu zaman onlar korkmazlar ve insanlar
üzüldüğü zaman onlar üzülmezler". Sonra Rasulullah
(s.a.v.) ... âyetini okudu.[115]
64. Hem dünyada
hem de âhirette onları sevindirecek şeyler vardır.
Çünkü melekler ölüm anında onlara Allah'ın rızasını ve
rahmetini,[116]
âhirette ise
cennet nimetini ve büyük kazancı müjdelerler. Nitekim bir âyet-i kerimede Yüce
Allah şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz Rabbimiz Allah'tır,
sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara, "korkmayın,
üzülmeyin, size va'dolunan cennetle sevinin!"
derler.[117]
Allah'ın va'di
değişmez. İşte bu öyle bir kazançtır ki, ondan daha öteye bir kazanç yoktur. Bu,
eşi ve benzeri olmayan bir gayeyi elde etmektir. [118]
65. Onların
seni yalanlamaları ve: "Sen, gönderilmiş bir peygamber değilsin" demeleri seni
üzmesin. Tam kuvvet ve kapsamlı üstünlük, tek olan Allah'a mahsustur. O senin
yardımcın, koruyucun ve destekçindir. İzzet sadece onundur.
O dostlarına lütfeder, düşmanlarını ondan mahrum eder. O, sizin
sözlerinizi işiten, amellerinizi bilendir. [119]
66. Dikkat
edin, göklerde ve yerlerde ne varsa hepsi Yüce Allah'ın kulu, mülkü ve
yarattıklarıdır. Allah'tan başkasına ibadet eden müşrikler onlara
gerçek ilah olarak tabi olmuyorlar. Bilakis
onların şefaat edeceğini veya fayda sağlayacağını sanıyorlar. Halbuki putlar
onlara ne bir zarar verebelir, ne de bir fayda
sağlayabilir. Onlar boş bir zandan başka bir şeye uymuyorlar. Ve onlar sadece
yalan söylüyorlar. Vehimlerini gerçek sanıyorlar. [120]
67. Bu âyet,
Allah'ın tam kudretine dikkat çekmektedir. Yani, ey insanlar! Allah'ın, geceyi
bedenleriniz için bir dinlenme zamanı kılması, O'nun birliğim gösteren
kudretinin delillerindendir. Siz geçiminizi temin ederken, yorulunca, gece
dinlenirsiniz. O gündüzü eşyayı görebileceğiniz şekilde aydınlık kıldı ki
ihtiyaçlarınıza ve kazanç yerlerine yol bulaşınız. İşte bunda, ibret alacak bir
şekilde dinleyen bir kavim için, Allah'ın birliğine delil ve alâmetler vardır.
Bundan sondra Yüce Allah; yahudi, hrıstiyan ve müşriklerin
sapıklığına dikkat çekerek şöyle buyurdu: [121]
68. Yahudi ve
hırstiyanlar Allah'a çocuk isnad ettiler.[122]
Yahudiler: Üzeyr Allah'ın oğludur". Hrıstiyanlar da, "İsa, Allah'ın oğludur" demişlerdi. Nitekim Mekke kâfirleri de: "Melekler, Allah'ın kızlarıdır" dediler,
Allah, onların isnat ettikleri
şeyden münezzeh ve mukaddestir. Şüphesiz O, hiçbir mahlûka muhtaç değildir.
Dolayısı ile onun çocuğu olmaz. Göklerdeki ve yerlerdeki şeyler, onun mahlûku ve
mülküdür. Bu söz hakkında sizin bir deliliniz yoktur Allah'a ortak ve çocuk
isnat etmekle ona iftira ediyor ve onun hakkında yalan mı söylüyorsunuz? Bu,
onların cehaletleri sebebiyle bir kınama ve azarlamadır. [123]
69. Allah
hakkında yalan söyleyen hiçkimse kurtuluşa eremez ve
başaramaz. [124]
70. Bu, dünyada
az bir metadır. Yaşadıkları müddetçe bundan istifade ederler. Sonra, hesap ve
ceza için dönüşleri bizedir, Sonra da, inkârları ve Allah hakkında yalan
söylemeleri yüzünden, âhirette onlara elem verici
azabı tattıracağız. [125]
Edebî Sanatlar
1. O'na inanan
ile inanmayan cümleleri arasında Tıbak-ı Selb vardır.
2. Sağırlara
işittirirsin ve Körlere yol gösterirsin
Burada sağırlar ve
körler, kâfirlerden mecazdır. Kâfirler hakkı görmezlikten geldikleri için Yüce Allah
onları körlere ve sağırlara benzetti.
3. Zarar ve
fayda, gece ve gündüz hayat verir ve öldürür ve öne geçerler, geri kalırlar kelimeleri
arasında tıbak vardır.
4.
Göğüslerdekine şifadır" bu, mecaz-ı mürseldir. Mahall zikredilmiş hâil kasdedilmiştir. Yani "kalpler için şifadır". Çünkü göğüsler,
kalplerin mahallidir.
5. Haram ve
helal." Bu iki kelime arasında tıbak
vardır.
6. Gündüzü
gören kıldı." Şerif Râdî şöyle der: bu, güzel bir
istiaredir. İnsanlar, gündüzün gördükleri için "gündüz"e "gören" ismi verildi.
Sanki bu, mübalağa yoluyla, bir şeyin sebeb olduğu
şeyle nitelenmesi gibidir. Nitekim Araplar şöyle der: Kör bir gece" Aşırı
karanlığından dolayı o gecede insanlar birşey
göremedikleri zaman böyle derler [126]
7. Allah
hakkında bilmediklerinizi mi söylüyorsunuz? Bu, kınama ifade eden bir
sorudur. [127]
Faydalı Bilgiler
Yüce Allah, Kur'an-ı kerim'de üç yerde Rasulüne yemin etmesini emretti: Bu sûrede De ki: Evet,
Rabbime andolsun ki o, şüphesiz gerçektir.[128]
Sebe'
suresinde: İnkarcılar, "Kıyamet saati bize gelmeyecek dediler" De ki: "Hayır,
gaybı bilen Rabim hakkı için, o mutlaka size
gelecektir.[129]
Teğâbün
sûresinde: İnkar edenler, "kesinlikle diriltilmeyeceklerini ileri sürdüler." De
ki: "Hayır, Rabbime andolsun ki, mutlaka
diriltileceksiniz[130]
Bunu İbn Kesir
anlatmıştır. [131]
Bir Uyarı
Kelimesi, gözle görüp görmediğini
veya bilip bilmediğini sorma manasında kullanılır. İlk konulduğu mana budur.
Daha sonra, "bana haber ver" manasında kullanıldı. Araplar, "onu bana haber
ver" manasında derler. Görmek ya gözle olur, veya
bilgi ile olur. Takdiri şöyledir: "Onun enteresan halini gördün mü?" veya
enteresan durumunu biliyor musun? Onu bana haber ver. Dolayısıyla bu kelime,
hayret verici şeylerin dışında kullanılmaz. Ayet-i kerimelerde, Dini
yalanlayanı gördün mü?[132]
Namaz kıldığında bir kulu men edeni
gördün mü?[133]
Daha başka yerlerde de
kullanılmıştır. [134]
71. Onlara
Nuh'un haberini oku: Hani O kavmine demişti ki: "Ey kavmim! Eğer benim uzun süre
aranızda durmam ve Allah'ın âyetlerini hatırlatmam size ağır geldi ise, bilin
ki ben yalnız Allah'a dayanıp güvenirim. Siz de ortaklarınızla beraber toplanıp
yapacağınızı karariaştırın. Sonra
işiniz başınıza dert olmasın. Bundan
sonra vereceğiniz hükmü, bana uygulayın ve bana mühlet de vermeyin."
72. Eğer yüzçeviriyorsanız, zaten ben sizden bir ücret istemedim.
Benim ecrim Allah'tan başkasına ait değildir
ve ben müslümanlardan olmakla
emrolundum."
73. Yine de onu
yalanladılar, biz de hem onu hem
de gemide onunla beraber bulunanları
kurtardık ve onların yerine bunları getirdik; âyetlerimizi yalanlayanları da
boğduk. Bak ki uyarılanların sonu nasıl oldu!
74. Sonra onun
arkasından kendi toplumlarına bir çok peygamberler gönderdik, onlara mucizeler
getirdiler. Fakat daha önce yalanladıkları şeye inanacak değillerdi. İşte
haddi aşanların kalbini biz böyle
mühürleriz.
75. Sonra
onların ardından da Firavun ve toplumuna Mûsâ ve Harun'u mucizelerimizle
gönderdik, fakat onlar kibirlendiler ve günahkâr bir toplum
oldular.
76. Katımızdan
onlara hak gelince, "Bu elbette apaçık bir sihirdir" dediler.
77. Mûsâ, "Size
hak geldiğinde onun için hep böyle mi dersiniz? Bu bir sihir midir? Halbuki
sihirbazlar iflah olmazlar" dedi.
78. Onlar
dediler ki: "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz dinden bizi döndüresin ve
yeryüzünde ululuk sizin ikinizin olsun diye mi bize geldin? Halbuki biz size
inanacak değiliz."
79. Firavun
dedi ki: "Bilgili bütün sihirbazları
bana getirin!"
80. Sihirbazlar
gelince Mûsâ onlara, "Atacağınızı atın." dedi.
81. Onlar
atınca, Musa dedi ki: "Sizin getirdiğiniz sihirdir. Allah onun bâtıl olduğunu
mutlaka açığa çıkaracaktır. Çünkü Allah bozguncuların işini
düzeltmez."
82. "Suçluların
hoşuna gitmese de Allah, sözleriyle gerçeği açığa çıkaracaktır."
83. Firavun ve
kavminin kendilerine işkence etmesinden korkuya düştükleri için kavminden bir
gurup gençten başka kimse Musa'ya îman etmedi. Çünkü Firavun yeryüzünde
büyüklenen ve haddi aşanlardan idi..
84. Mûsâ dedi
ki: "Ey kavmim! Eğer Allah'a inandıysanız ve O'na teslim olduysanız, sâdece
O'na tevekkül edip dayanın."
85. Onlar da
dediler ki: "Allah'a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Bizi, o zâlimler topluluğuna
bir fitne yapma!
86. Ve bizi
rahmetinle o kâfirler topluluğundan kurtar!"
87. Biz de Musa
ve kardeşine, "Kavminiz için Mısır'da
evler hazırlayın ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın, namazlarınızı
da dosdoğru kılın. Mü'minleri
müjdele!" diye vahyettik.
88. Musa dedi
kî: "Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun ve kavmine dünya hayatında zinet ve nice mallar verdin. Ey Rabbimiz! İnsanları senin
yolundan saptırmaları için mi (verdin)? Ey Rabbimiz! Onların mallarını yok et,
kalblerini de şiddetle sık, Onlar acıklı azabı
görünceye kadar iman etmeyeceklerdir."
89. Allah,
"İkinizin de duası kabul olunmuştur. O halde siz doğruluğa devanı edin ve sakın
o bilmezlerin yoluna gitmeyin!" dedi.
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki ayetlerde
kendisinin birliğini gösteren delilleri ve Rasulullah
(s.a.v) ile Mekke kâfirleri arasında geçen olayları anlattıktan sonra, burada
Rasulullah'ı teselli etmek için peygamberlerin
kıssalarından bazılarını anlattı ki Rasulullah (s.a.v)
onlara uysun da, karşılaştığı sıkıntı ve güçlükler kendisine hafif gelsin. Yüce
Allah burada üç kıssa anlattı: 1. Nuh (a.s)'un, kavmi ile olan kıssası, 2. Musa
ve Harun (a.s)'un azgın Firavun ile olan kıssaları, 3. Yunus (a.s)'un kavmi ile
olan kıssassı. Ders alan kimse için her bir kıssada
büyük bir ibret vardır. Düşünen kimse için de güzel bir öğüt vardır. [135]
Kelimelerin İzahı
Büyük oldu. Vahidî şöyle der: Bir
kimse yaşlandığında dördüncü babtan denir. Bir şey ve
bir durum büyük olduğunda beşinci babtan denilir.[136]
Kararlaştırın. tcmâ, hazırlamak ve bir şeye karar vermektir. Ferrâ şöyle der:
Gerçi temenni fayda vermez, ama
acaba bir gün işlerim yoluna girmiş olarak sabahlar mıyım? Bir bilsem.[137]
Gumme, mübhem demektir. Arapların, hilâli kesin olarak tesbit edemedikleri zaman söyledikleri sözünden alınmıştır.
Bir şey karışık, anlaşılmaz ve kapalı olursa ona denir Tarafe şöyle
der:
Ömrüne yemin ederim ki, benim işim
bana kapalı değildir. Ne gündüzüm ne de gecem bana ebedî değildir.
Mühürleriz.
Bizi çeviriyorsun. Left, bir şeyden çevirmek demektir. Aslı bükmektir. Bir
kimse diğerinin boynunu büktüğünde denir.
Kibriya, büyüklük, mülk ve
saltanat demektir. Âl, kibirli
manasınadır.
Müsrifin, dalâlet ve taşkınlıkta
haddi aşanlarbir şeyi kötü bir hale çevirmek demektir.
Zeccâc: "Tams, bir şeyin
asıl şeklini yok etmek demektir" der. Kör göze, denilmesi bundandır. [138]
Âyetlerin Tefsiri
71. Ey
Muhammed! Mekkeli müşriklere kardeşin Nuh'un yalanlayıcı kavmiyle olan haberini
oku. Hani o, inatçı ve inkarcı kavmine şöyle demişti: "Ey kavmim! Eğer benim
içinizde uzun süre kalmam, sizi Rabbİmin ayetleriyle
uyarıp korkutmam size ağır ve zor geldi ise ve beni kovmaya ve öldürmeye niyet
ettiyseniz bilin ki ben yalnız Allah'a dayandım ve yalnız ona güvendim, size
aldırış etmem. Artık siz ortak koştuklarınızı da çağırıp işinize karar verin ve
bana tuzak kurmak için ne istiyorsanız düşünün. Sonra benim hakkımdaki
tutumunuz kapalı değil, bilakis açık ve seçik olsun Sonra benim hakkımda
istediğinizi uygulayın ve bana bir şart bile mühlet vermeyin. Ebussuud şöyle der : Hz. Nuh,
kafirlere aldırış etmediğini göstermek için ve Allah'ın, kendisini koruyacağına
ve muhafaza edeceğine dâir Allah'a ve verdiği söze güvendiği için onlara bu
şekilde hitap etti.[139]
72. Benim
nasihatimi ve uyarılarımı kabul etmiyorsanız bilin ki benim, nasihatıma karşılık ücret isdeğimden değil, sizin bedbahtlık ve sapıklığınızdan
dolayı kabul etmiyorsunuz. Ben risâleti tebliğ etmek
için Allah'tan başka kimseden Ücret ve karşılık istemem. Ben size dünyalık
herhangi bir maksatla değil sadece Allah rızası için nasihat ettim. Bana
Allah'ı birleyenlerden olmam emredildi. [140]
73. Onlar İsrarla Nuh'u yalanlamaya devam ettiler, biz de Nuh'u ve
Onunla birlikte gemide bulunan mü'minlerİ kurtardık
ve onları yeryüzünün sakinleri kıldık, onları boğulanların yerine geçirdik.
Âyetlerimizi yalanlayanları da tufanla boğduk, Ey Muhammed bak ki
peygamberlerini yalanlayanların sonu nasıl oldu?! Bundan maksat, Peygamber
(s.a.v)'i tesellî etmek ve geçmiş milletlerin başına gelenlerin Mekke
kafirlerinin, başına gelmemesi için onları uyarmaktır. [141]
74. Nuh'tan
sonra da birçok peygamber, yani Hûd'u, Salih'i, Lût'u,
İbrahim'i ve Şuayb'ı kavimlerine gönderdik
Peygamberler onlara apaçık mucizeler getirdiler. Ancak onlar, öncekilerin cezalanna çarptırılmadan
peygamberlerinin kendilerine getirdiklerine
inanacak değillerdi. İşte biz, inkar, yalanlama ve inad etme hususunda haddi aşanların kalplerini böyle
mühürleriz. [142]
75.
peygamberler ve ümmetlerinden sonra da Musa ile Harun'u Firavun ve kavminin
eşrafına gönderdik. Parlak mucize ve delillerle gönderdik. Bunlar A'raf sûresinde anlatılan dokuz mucizedir. Onlar mucizelere
iman etmeyi kibirlerine yediremediler,
Onlar zaten bozguncu idiler. Suç ve
büyük günahları işlemeye alışmışlardı. [143]
76. Hak yani
Musa'nın getirdiği beyaz el ve âsâ mucizesi onlara açıklandığında aşırı kibir
ve inatlarından dolayı derler ki : Bu
apaçık bir sihirdir. Musa bununla bizi büyülemek istedi. [144]
77. Bu soru
inkar ve kınama ifade eder. Yani Musa dedi ki: Bu gerçeğin sihir olduğunu mu
söylüyorsunuz?! Hz. Musa, bundan sonra onları başka
bir soru ile reddeder. Şöyle der: Bu size getirdiğim bir sihir midir? Oysa
gerçek şu ki sihirbazlar ne başarabilir ne de kazanabilirler. [145]
78. Dediler ki:
Sen bizi babalarımızın ve dedelerimizin dininden döndürmek için mi geldin. Sen
ve kardeşin Harun Mısır'da yönetim ve idareyi elinize alıp büyük olmak mı
istiyorsunuz? Biz sizin getirdiğinize inanacak değiliz. [146]
79. Firavun, "sihir sanatım çok iyi bilen bütün
usta sihirbazları bana getirin" dedi. [147]
80. Sihirbazlar
gelince Musa onlara, "Atacağınızı atın" dedi. Bu âyette hazif vardır. Takdiri şöyledir: Sihirbazları ona
getirdiler, onlar geldiğinde Musa onlara, "Atacağınız iplerinizi ve asalarınızı
atın" dedi. [148]
81. Onlar
atınca Musa: "Beni itham ettiğiniz şey değil asıl sizin şimdi yaptığınız şey
sihirdir!" dedi. Şüphesiz Allah onu yok edecek ve onun bâtıl olduğunu insanlara
gösterecektir. Gerçek şu ki Allah
bozgunculuk edenlerin amelini ıslah etmez. [149]
82. Allah
gerçeği isbatlayacak ve onu hüccet ve dlilleriyle destekleyecektir. Kâfirler hoşlanmasalar da bu
böyle olacaktır. [150]
83. Bu açık
mucizeleri görmelerine rağmen İsrailoğullarmdan az bir
grubun dışında Musa'ya inanıp onun dinine giren olmadı. Mücâhid der ki: İnananlar, Musa'nın uzun zamandanberi kendilerine peygamber olarak gönderildiği
kimselerin çocukları olup babalan ölmüştür.[151]
Firavım ve kavminin kendilerine işkence edip
dinlerinden döndürmelerinden korktukları ve çekindikleri için onların çoğu iman
etmedi, Şüphesiz Firavun yeryüzünde fesat çıkarıcı, gururlu ve kibirlidir, O
ilâhlık iddiasında bulunmak suretiyle haddi aşanlardan oldu. [152]
84. Musa
İnananların Firavun'dan korktuklarını görünce kavmine dedi ki: Ey kavmim
Allah'a ve onun ayetlerine inanıyorsanız sadece tek olan Allah'a güvenin. Her
türlü kötülüğe ve zarara karşı o size yeter: Eğer Allah'ın hükmüne teslim olup
şeriatına boyun eğdiyseniz sadece ona güvenin.
[153]
85. Onlar,
"Sadece Rabbimize dayandık ve yalnız ona güvendik" diyerek cevap verdiler. Ey
Rabbimiz! onları bizim başımıza musallat etme ki bize işkence etmesinler ve
bizim sebebimizle fitneye düşüp te, "Bunların dini
doğru olsaydı başlarına bu belâ gelmezdi" demesinler. [154]
86. Lütuf ve
ihsanınla bizi Firavun'dan ve onun inkarcı yardımcılarından kurtar"
dediler. [155]
87. Biz de Musa
ve kardeşine, "Kavminiz için Mısır'da, namaz kılacakları ve ibadet edecekleri
evler yapın" diye vahyettik. Evlerinizi korku anında
namaz kılacağınız namazgahlar ediniz.[156]
İbn Abbas şöyle der: Mü'minler
korkuyorlardı dolayısıyla evlerinde namaz kılmaları emredildi.[157] Farz kılman namazı en mükemmel bir şekilde
şartlarına ve rükünlerine riayet edecek vakitlerinde kılınız. Ey Musa sana uyan
müminleri düşmanlarına karşı galibiyet ve zaferle müjdele. [158]
88. şöyle dedi:
Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun ve kavminin ileri gelenleri ile eşrafına
zînet olarak dünya metaı ve eşyası ile bir çok çeşit
mal verdin Buradaki lam sonuç bildiren lamdır.[159]
Yani, ey Rabbimiz! Sonunda onlar
insanları senin dininden saptırsınlar, sana itaat ve seni birleinekten menetsinler diye mi onlara böyle çok mal
verdin!? Bu onlar için bir bedduadır. Yani, Ey Allah'ım! onların mallarını
paramparça edip yok et! Onların kalplerini katılaştır ve mühürle de iman
etmesinler. ibn Abbas:
"Onların iman etmesini engelle" şeklinde tefsir eder. Bu da onlar için olumsuz
cümle ile edilmiş bir bedduadır. Yani, Ey Allahım!
elem verici azabı tadmcaya ve inanmanın fayda
vermediği bir zamanda kesin olarak inanıncaya kadar iman etmesinler. Onlar
azdıkları ve aşırı derecede saptıkları için Hz. Musa
onlara beddua etti. O vahiy yoluyla onların asla iman etmeyeceklerini bildiği
için onlara beddua etti. İbn Abbas şöyle der: Musa dua ediyor Harun ise "amin" diyordu.
Dolayısıyla beddua her ikisine nisbet edildi.[160]
89. Yüce Allah
buyurdu ki: Firavun ve kavminin eşrafı için ikinizin etmiş olduğu beddua kabul
olundu. İçinde bulunduğunuz duruma yani Allah'a çağırmaya ve delil getirmeye
devam edin. Sakın acele ederek veya Allah'ın vadine güvenmeyerek câhillerin
yolunu tutmayın. Taberî şöyle der: Rivayet edildiğine
göre Musa bu bedduadan sonra kırk sene durdu.[161] Bundan sonra Yüce Allah, Firavunu boğdu. [162]
Edebî Sanatlar
1. Yalnız
Allah'a tevekkül ettim". Burada hasr ifade etmek İçin
gramer bakımından sonra gelmesi gereken kelime Önce getirilmiştir. Yani,
"Başkasına değil yalnız Allah'a tevekkül ettim" demektir.
2. Gerçeği
açığa çıkaracaktır". Bu iki kelime arasında cinas-ı iştikak vardır.
3. Burada
istiare yoluyla karışıklık ve kapalılık "ğumme"
kelimesiyle ifade edildi. Yani, işiniz zifiri karanlık gibi şaşıracak şekilde
kapalı ve müphem olmasın.
4. Kalplerini
bağla". Burada bağlamak tabiri şiddetli ve kat kat
azaptan istiaredir. [163]
Bir Uyarı
İbn Kesir
şöyle der: Hz. Musa'nın Firavun'a beddua etmesi Allah
rızası ve dini için idi. Nitekim Nuh (a.s) da kavmine beddua ederek şöyle
demişti: Rabbim! Yeryüzünde kafirlerden hiç kimseyi bırakma! Çünkü sen onları
bırakırsan kullarını saptırırlar"; Bundan dolayıdır ki Yüce Allah, Hz. Musa'nın, Harun'un da katıldığı bedduasını kabul etti.
Nitekim daha önce Hz. Nuh'un duasını da kabul
etmişti. [164]
90. Biz, Isrâiloğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri
zulmetmek ve saldırmak üzere onları takip etti. Nihayet boğulma haline gelince,
Firavun "Gerçekten; İsrâiloğullarının inandığı
Allah'tan başka ilâh olmadığına ben de îman ettim. Ben de müslümanlardanım!" dedi.
91. Şimdi mi?
Halbuki daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştum.
92. Senden
sonra geleceklere ibret olman için,
bugün senin bedenini kurtaracağız. İşte insanlardan
bir çoğu, hakikaten âyetlerimizden
gafildirler.
93. Andolsun biz İsrâiloğullarını
güzel bir yurda yerleştirdik ve onlara temiz nimetlerden nzık verdik. Kendilerine ilim gelinceye kadar ayrılığa
düşmediler. Şüphesiz ki Rabbin, Kıyamet günü onların, aralarında ihtilâf etmekte
oldukları şeyler hakkında hükmedecektir.
94. Eğer
sana indirdiğimizden şüphede isen,
senden önce kitabı okuyanlara sor. Andolsun ki,
Rabbin-den sana hak gelmiştir. Sakın şüphecilerden olma!
95. Allah'ın
âyetlerini yalanlayanlardan da olma, sonra ziyana uğrayanlardan
olursun.
96. 97.
Gerçekten haklarında Rabbinin sözü sabit olanlar, kendilerine bütün mucizeler
gelmiş olsa bile, acıklı azabı görünceye kadar inanmayacaklardır.
98. Herhangi
bir ülke halkı, keşke îman etse de bu îmanları kendilerine fayda verseydi! Ancak
Yunus'un kavmi îman edince, kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldırdık ve onları bir süre
faydalandırdık.
99. Eğer Rabbin
dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi
elbette îman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak
mısın?
100. Allah'ın
izni olmadan hiç kimse inanamaz. O,
azabı, akıllarını kullanmayanlara
verir.
101. De ki:
"Göklerde ve yerde neler var, bakın" Fakat inanmayan bir topluma deliller ve
uyarılar fayda sağlamaz.
102. Onlar,
kendilerinden önce gelip geçmiş toplumların günlerinin benzerlerinden başkasını
mı bekliyorlar? De ki: "Haydi bekleyîn! Şüphesiz ben de sizinle beraber
bekleyenlerdenim."
103. Biz, sonra
peygamberlerimizi ve îman edenleri kurtarırız. Aynı şekilde inananları da,
üzerimize bir borç olarak kurtaracağız.
104. De ki: "Ey
insanlar! Benim dinimden şüphede iseniz, bilin ki, ben Allah'ı bırakıp da
sizin, taptıklarınıza tapmam, fakat ancak sizi öldürecek olan Allah'a kulluk
ederim. Bana mü'minlerden olmam emrolundu."
105. "Ve hanif olarak yüzünü dine çevir; sakın
müşriklerden olma" diye
emredildi.
106. Allah'ı
bırakıp da sana fayda ya da zarar vermeyecek şeylere
tapma. Eğer bunu yaparsan, o takdirde sen mutlaka zâlimlerden
olursun.
107. Eğer Allah
sana bir zarar dokundurursa, onu yine O'ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana
bir hayır dilerse, O'nun keremini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını
kullarından dilediğine eriştirir. Ve O bağışlayandır, merhamet
edendir.
108. De ki: Ey
insanlar! Size Rabbinizden Hak gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse, ancak
kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır.
Ben sizin üzerinize vekil değilim.
109. Sen, sana
vahyolunana uy ve Allah hükme-dinceye kadar sabret. O hâkimlerin en hayırhsıdır.
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki ayallerde
firavun'un azgınlığından dolayı Hz. Musa'nın ona
ettiği bedduayı anlattıktan sonra burada da yaptığı zulmün neticesinde Firavun
ve ordusunun denizde boğulmasını ve zorunlu olarak iman ettiği için imanının
kendisine fayda vermeyeceğini anlattı. Bundan sonra da Hz. Yunus'un kıssasını ve Yüce Allah'ın onun kavminin tevbesini kabul ettiğini izah etti. Nihayet bu mübarek sûre,
tevhîd hakikatim ve insanı Allah katında imandan
başka bir şeyin kurtaramayacağını açıklayarak sona erdi. [165]
Kelimelerin İzahı
İndirdik,
yerleştirdik.
Şüphe edenler. şüpheye düştü
demektir. Levlâ. Bu edat manasına olup teşvik ifade
eder. Rics, azap veya gazap manasınadır. Hanîf, bütün batıl dinlerden uzak duran. Sana isabet
ettirir, basma getirir, demektir. Kâşif, gideren ve defeden manasınadır. Bir
kimse bir kötülüğü giderdiği zaman denilir. Vekîl, koruyucu. Âyetteki manası: Ben
sizin koruyucunuz değilim, işiniz bana bırakılmamıştır. [166]
Âyetlerin Tefsiri
90. Biz İsrailoğullarm denizden yani Kızıl denizden geçirdik.
Firavun ordusuyla beraber haksjz yere zulmetmek ve
üstünlük sağlamak üzere onları takip etti. Nihayet deniz onu çepeçevre kuşatıp
ta boğulacak ve helak olacağını anlayınca
O zaman şöyle dedi: Ben, İsrailoğullarının iman ve ikrar ettiği, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan başka ilah
olmadığını ikrar ve tasdik ettim. Bu cümle iman iddiasını tekit etmektdir. Yani, ben
kendini Allah'a teslim edenlerden ve samimiyetle iman edenlerdenim. İbn Abbas şöyle der;. Cebrail
(a.s.) Firavun'a rahmet yetişir korkusuyla onun ağzma
çamur doldurdu.[167]
91. Şimdi
hayattan ümit kestiğin zaman mj iman ediyorsun? Oysa
Allah'ın azabı sana gelmeden önce ona isyan etmiştin ve sen sapma, saptırma ve
Allah'ın dininden alıkoyma hususunda aşırı gidenlerdendin. [168]
92. Bugün senin
ruhsuz bedenini denizden çıkaracağız ki senden sonraki insanlara, zorba ve
Firavunlara ibret olsun da onlar da senin gibi taşkınlık etmesinler! İbn Abbas şöyle der: İsrailoğullarından bazıları Firavun'un öldüğü hususunda
şüphe ettiler. Bunun üzerine Yüce Allah Firavun'un öldüğü ve helak olduğunu
kesin olarak anlamaları için onun cesedini ruhsuz bir şekilde ve düzgün olarak
dışarı atmasını denize emretti.[169]
İnsanlardan bir çoğu ayetlerimizi
düşünmekten yüzçeviriyorlar. Onları düşünmüyor ve
ibret almıyorlar. [170]
93. Düşmanlarım
helak ettikten sonra israiloğullarının hoşlarına
gidecek güzel bir yere indirip yerleştirdik.
Onlara faydalı, lezzetli ve güzel
rızıklar verdik. Din hususunda ancak kendilerine ilim
geldikten sonra ihtilafa düştüler. Bu ilim, içinde Allah'ın hükmü bulunan
Tevrat'tır. Bu onlar için bir kınamadır. Çünkü onlar din yüzünden ihtilafa
düşmüşlerdir. Oysa din, parçalayıcı değil toplayıcı; dağıtıcı değil
birleştiricidir. Taberî şöyle der: Muhammed (s.a.v.)
gönderilmeden önce bu evsâfı taşıyan birinin peygamberliği hususunda ittifak
etmişler ve böyle bir peygamberin gönderileceğini ikrar etmişlerdi. İşte bu
evsâfını bildikleri peygamber kendilerine gelince bazıları ona inandı bazıları
ise inkar etti. İhtilafları işte budur.[171]
94. Eğer sana
indirdiğimizden şüphede isen
onu Ehl-i kitab'ın âlimlerine sor. Bu takdir ve farz etme üslûbunda
bir ifadedir. Yani farzedilseki: sen şüpheye düştün o
zaman onu bilenlere sor. İbn Abbas, "Peygamber (s.a.v) ne şüpheye düştü ne de sordu,"
der. Zemahşerî de şöyle der : Bu, "Diyelim ki ve farz
edelim ki" üslûbunda bir ifâde olup sanki şöyle söylenmiştir: Meselâ bir şüphe
meydana gelirse ve şeytan senin aklına farazî herhangi bir hayal getirirse bu
takdirde onu Ehl-i Kitab'ın
âlimlerine sor. "Mesela ve faraza" yoluyla söylenmiş âyeti ile şüphesiz ki Onlar
Kur'an'dan kuşkulandıncı bir
şüphe içindedirler.[172]
âyeti arasında büyük bir fark vardır.
Zira ikincisinde şüphenin varlığı pekiştirilerek vurgulanmıştır.[173]
Bazıları şöyle der: Bu hitap Peygamber
(s.a.v)'e dir. Ancak maksat diğerleridir. Eğer şüphede
isen Ehl-i kitab'tan Tavrat ve İncil'i bilenlere sor. Bu olay sana anlattığımız
şekliyle onlar tarafından da kesin olarak bilinmektedir. Bundan maksat, Kur'an'm anlattığı kıssalar hakkındaki şüpheyi gidermektir.
Ey Muhammed Rabbinden sana açık gerçek ve doğru haber gelmiştir. Onun hakkında
herhangi bir şüphe arız olamaz, Sakın şüpheye düşenlerden olma. [174]
95. Sakın
Allah'ın ayetlerinden bir şeyi yal anlam ayasın, Sonra dünyası da âhireti de hüsrana uğrayanlardan olursun! Beyzavî şöyle der: Bu teşvik, tekit türünden olup
müşriklerin Rasulullah (s.a.v.)'i şüpheye düşürme
ümitlerini ortadan kaldırmaya yöneliktir.[175]
Kurtubî de
şöyle der: Bu iki âyette hitap Peygamber (s.a.v.)dir.
Ancak maksat diğerleridir.[176]
96. Haklarında,
Allah'ın ezelî iradesiyle, Rabbinin azap hükmü vacip olanlar, [177]
97. Kendilerine
deliller ve mucizeler gelse bile ebediyyen inanmazlar.
Neticede Firavun gibi, acıklı azabı görünce inanırlar. Fakat bu imanın onlara
faydası olmaz. [178]
98. Keşke o
halkını yok ettiğimiz beldelerden bir tek belde, azabı gördükleri zaman
inkarlarından tevbe edip samimiyetle inansalardı da,
o vakit bu imanları onlara fayda verseydi. Ancak Yunus (a.s)'un kavmi
inkarlarından tevbe ederek Allah'a inanınca, dünya
hayatındaki horlayıcı ve rezil edici azabı onlardan kaldırdık. Bir süreye kadar
onları faydalandırdık. Yani onları ecelleri gelene kadar bıraktık. Katâde şöyle der: Rivayete göre Yunus (a.s) kavmine, azap
geleceğini haber verdi sonra aralarından ayrıldı. Kavmi, peygamberlerini
kaybedip de azabın kendilerine yaklaştığını anlayınca Allah onlara tevbe etmeleri hissini ilham etti
ve rahipler gibi giyindiler. Allah
doğruluklarını ve yaptıklarına pişman olarak tevbe
ettiklerini anlayınci onlardan azabı kaldırdı.[179]
99. Eğer Rabbin
dileseydi, elbette bütün insanlar iman ederdi. Lâkin hikmete aykırı olduğu için
bunu istemedi. Çünkü Yüce Allah, kullarının kendi ihtiyaçları ile iman
etmelerini ister, zorla iman etmelerini istemez. İnsanları iman etmeye ve senin
dinine girmeye sen mi zorlayacaksın? Sonra böyle bir görev verilmedi. Bu âyet,
bütün insanların iman etmelerini şiddetle arzulamasından dolayı duyduğu
sıkıntıya karşı Nebî (s.a.v)'yi tesellî etmekte ve onun içini rahatlatmaktadır.
İbn Abbas şöyle der: Nebî
(a.s), herkesin iman etmesini çok arzu ediyordu. Yüce Allah ona, daha evvel
Levh-i Mah-fûz'da mutlu olacağı
yazılanlardan başkasının iman etmeyeceğini; yine orada bedbaht olacağı
yazılanlardan başkasının dalâlette düşmeyeceğini haber verdi.[180]
100. Allah
istemedikçe ve muvaffak kılmadıkça hiçkimse iman
edemez, Allah azabı, Allah'ın âyetlerini düşünmeyenlere ve akıllarını, fayda
verecek şeylerde kullanmayanlara verir. [181]
101. Ey
Muhammed ! O kâfirlere de ki : Düşünme ve ibret alma bakışı ile şöyle bir bakın:
Göklerde ve yerde, Allah'ın birliğine ve onun kudretinin kemaline delâlet eden
ne gibi âyet ve deliller var? Fakat, Allah tarafından bedbaht olacakları
yazılan bir kavme, deliller ve uyarılar ne fayda verir? [182]
102. Mekke
müşrikleri, kendilerinden önce gelip geçmiş olanların başlarına gelen olayların
benzerinden ve onlara inen azap ve musibetten başkasını mı bekliyorlar?
Ey Muhammed! Onlara de ki: "Haydi,
taşkınlığınızın ve yalanlamanızın sonunda başınıza gelecekleri bekleyin. Ben de
sizin helakinizi ve yok olmanızı bekleyenlerdenim. [183]
103. Sonra biz,
yalanlayanlar üzerine azab indiği zaman,
peygamberlerimizi ve iman edenleri böyle kurtarırız. Şüphesiz, üzerimize bir
borç olarak inananları kurtarırız. Rabî' b. Enes şöyle
der: Allah, azabı ve cezası ile onları rasullerini ve
onlarla beraber mü'minleri kurtaracağını onlara haber
verdi.[184]
104. Ey
Muhammed! Kavminden müşrik olan o kişilere de ki: Eğer benim getirdiğim dinin
gerçek ve doğru olduğunda bir şüpheniz varsa, Bilin ki ben, sizin Allah'ı
bırakıp da ibadet ettiğiniz, hiçbir fayda ve zararı dokunmayan putlara ibadet
etmem, Fakat ben, sizi öldürecek olan, hayat vermek ve öldürmek kudreti
dahilinde olan Allah'a ibadet ederim. Taberî şöyle
der: Bu, bir tariz ve güzel bir işarettir. Sanki şöyle diyor: Siz, benim dinimde
şüphe etmemelisiniz. Sizin ancak akılları olmayan, hiçbir zararı ve faydası
dokunmayan putlara ibadet konusunda şüpheye düşmeniz gerekir. Benim ibadet
ettiğim Ilâh'a gelince, o, mahlûk'atı kudreti altında tutar, fayda ve zarar verir.[185]
Bana mü'min
olmam ve Allah'ı birlemem emredildi. Ben
ona birbaşkasını ortak tutmam.[186]
105. Bana dinde
doğru olmam, yani İbrahim'in dini olan yüce Hanif Dini
üzerine olmam emredildi, Bana, "Rabbine, ibadette başkasını ortak kılanlardan
olma" denildi. [187]
106. Bu âyet,
az önce yasaklanan hususu tekit etmektedir. Yani, Allah'ın dışında, ilâhlar ve
putlar gibi hiçbir zararı ve yararı dokunmayan şeylere ibadet etme. Eğer sen,
ilâh oldukları iddia edilen bu varlıklara ibadet edersen nefsine zulmeden kemselerden olursun. Zira böyle yapmakla nefsini Allah'ın
azabına sunmuş olursun. Daha önce de geçtiği gibi,
burada Rasulullah (s.a.v)'a hitap edilmekte, fakat
başkaları kastedilmektedir. [188]
107. Eğer Allah
sana bir zarar vermek isterse, bu zararı ondan başka kimse geri çeviremez. Eğer
sana bir nimet veya bolluk ihsan etmek isterse, onun sana gelmesine de hiç kimse
engel olamaz. O, bu lütuf ve ihsanı dilediği kuluna verir. O, kullarının
günahlarını bağışlayan ve doğru yolda olanlara merhamet edendir. [189]
108. De ki: "Ey
insanlai'! Size Rab-binizden
güzel hükümleri kapsayan yüce Kur'an geldi. Kim, iman
etmek suretiyle doğru yolu bulursa, doğru yolu bulmasının yararı sadece
kendisinedir. Kim de inkar etmek ve
imandan yüzçevirmek suretiyle sapıklığa düşerse, onun
sapıklığa düşmesinin vebali yalnız ona aittir. Ben, sizin amellerinizi
bekleyen bir bekçi değilim. Ben sadece bir müjdeleyici ve korkutucuyum. [190]
109. Ey
Muhammedi Sen bütün işlerinde Rabbinin sana vahy
ettiklerine Allah, seninle onlar arasında
hükmünü verinceye kadar, tebliğ görevini
yaparken başına gelen musibet ve sıkıntılara sabret. Hüküm verirken, doğru ile
bâtılı en iyi ayıran o dur. Bu âyet Hz. Peygamber (a.s)'i teselli, müşrikleri ise tehdit
etmektedir. [191]
Edebî Sanatlar
1. Daha önce
isyan ettiğin halde, şimdi mi iman ettin?" Buradaki soru, kınama ve inkâr ifâde
eder.
2. yerleştirdik
ve yerleşme yeri" kelimeleri arasında iştikak cinası vardır.
3. Rabbinin
kelimesi". Bu, ezelde bedbahtlık hükmü verilmesinden kinayedir.
4. Sonra
peygamberlerimizi kurtarınz" Burada, mazideki bir
olayı anlatırken muzari sıygasının kullanılması,
olayın meydana geliş şeklini gözler önüne getirmek suretiyle, işin önemini ve
büyüklüğünü gösterir.
5. Sana fayda
vermeyen ve Sana zarar vermeyen"
lafızları arasında tıbak vardır.
6. Allah sana
bir zarar verirse" ve Allah senin için bir hayır dilerse" cümleleri arasında hoş
bir "mukabele" sanan vardır. Bu da edebî sanatlardandır.
7. Kim doğru
yola ererse" ve " Kim sapıklığa düşerse". Bu ikisi arasında tıbak vardır.
8. Allah
hükmeder" ve hükmedenler" arasında iştikak cinası vardır. [192]
Faydalı Bilgiler
İmam Fahreddin er-Râzi şöyle der :
Firavun üç defa iman etti: Birincisi "iman ettim" demesi. İkincisi: İsrail
oğullarının inandığından başka ilâh yoktur" demesi. Üçüncüsü de, Ben de müslümanlardanım[193]
demesi. Buna rağmen Onun imanının kabul
edilmemesinin sebebi nedir? Cevap: O, ancak azap inince iman etti. Böyle bir
vakitte iman kabul edilmez. Çünkü bu hal, zorlama hâlidir. Bu durumda tevbe ve iman fayda vermez. Yüce Allah şöyle buyurdu: Fakat
azabımızı gördükleri zaman, imanları kendilerine bir fayda vermeyecektir.[194]
Bir Uyarı
Tefsirciler şöyle der:
Allah'ın, Firavun boğulduktan
sonra onun cesedini kurtarmasının hikmeti şudur: Bir kavim onu ilah olduğuna
inanmış ve böyle bir kimsenin ölmeyeceğini iddia etmişti. Allah, onun öldüğünü
iyice bilmeleri ve dün son derece azametli ve haybetli
olan kişinin, bugün zelil ve hakir bir hale geldiğini anlamaları için,
mahlukatın onu bu durumda görmelerini ve böylece onun herkese bir ibret ve
zalimlerin taşkınlıklarına bîr engel olmasını istedi.
Allah'ın yardımı ve muvaffakiyet
ihsan etmesiyle Yûnus Sûresi'nin tefsiri tamamlandı. Âlemlerin Rabbı olan Allah'a hamd
olsun. [195]
[1] Yûnus sûresi, 10/2
[2] Yûnus sûresi, 10/3
[3] Yûnus sûresi, 10/38
[4] Yûnus sûresi, 10/31
[5] Yuus suresi
10/109.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/9-10.
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/10.
[7] Râzi, Tefsir-i Kebir,
17/7
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/15.
[9] Kurtubî.
8/306
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/16.
[10] Geniş bilgi için Bakara sûresinin evvelinde
yazdıklarımıza bakınız.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/16.
[12] Beyzâvî,
235
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/16.
[13] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/25.
Konu hakkında geniş bilgi İçin bakınız, Safvetu't-Tefâsîr 2.cilt A'raf sûresi'niıı 54. âyetinin
tefsiri.
[14] Ebussuûd, 2/307
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/16-17.
[16] Câsiye sûresi,
45/24
[17] Beyzâvî,
236
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/17.
[18] Taberî, 11/86
[19] Ebussuûd,
2/310
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/17-18.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/18.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/18.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/18.
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/18.
[24] Müslim Cennet 18,/109 Darimi
Rikak 104 Ahmed b. Hanbel Müsned III/349
354
[25] Ra'd sûresi,
13/23-24
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/18-19.
[27] Taberî,! 1/91. Bazı
tefsirciler şöyle der: Bu âyet Mekke kâfirleri hakkında indi. Zira onlar şöyle
demişlerdi: Ey Allah'ım! Eğer bu kitap, senin kalından gelmiş bir gerçekse
üzerimize gökten taş yağdır."( Enfâl sûresi, 8/32)
Ze-mahşerî şöyle der: Eğer onların isteklerini kabul
edip, hayri çabucak verdiğimiz gibi, istedikleri şerri
de çabuk versek, onlar mutlaka Öldürülür ve yok edilirlerdi.
(Keşşaf,2/232)
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/19.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/19.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/19-20.
[31] Kurtubî, 8/318
[32] et-Teshîl, 2/90
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/20.
[34] el-Bahr,
5/131
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/20.
[36] er-Râzi,
17/57
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/20-21.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/21.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/21.
[39] Muhtasar-! İbn Kesir,
2/188
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/21-22.
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/22.
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/22.
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/22.
[44] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/451; Tirmizî, Kıyame, 42; fbn Mâce, İkâme 174.
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/23.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/28.
[47] el-Bahr, 5/120
[48] Abese, 80/41
[49] Kurtubî, 8/33 L
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/28.
[51] Allah'ın, çabukluk sıfatıyle
nitelenmiş olan bu tuzağı, onları cezalandırmasıdır. Burada müşâkelet ve cezaya günahın adını vermek için Yüce Allah
cezaya "mekr" dedi.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/28-29.
[53] Kurtubî, 8/325
[54] el-Bahr.
5/139
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/29.
[55] el-Bahr, 5/140
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/29-30.
[57] Taberî, 11/102
[58] Ruhu'l- Meanî, 11/102
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/30.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/30.
[60] Bu mana Müslim'in rivayet; ettiği sahih bir hadiste
bildirilmiştir. Bkz. Müslim, iman,
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/30-31.
[62] Cevhere Müellifi şöyle der: Kötülüklerin cezası Allah
katında verilir. İyiliklerin mükafatı ise kat kal fazlası ile
verilir.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/31.
[64] Yasin sûresi, 36/59
[65] Kurlııbî, 8/ 333
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/31.
[67] Bakara sûresi, 2/166
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/31.
[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/31-32.
[69] En'am sûresi, 6/46
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/32.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/32.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/32.
[73] Bu, Taberî'nin görüşüdür. Bazı
lefsirciler şöyle der: Bundan maksat, kendilerine
doğru
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/32-33.
[75] Taberî, 11/115
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/33.
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/33.
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/33.
[79] Taberî,
11/118
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/33-34.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/34.
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/34.
[82] Fi Zilali'l-Kur'an, 11/145
[83] Yunus sûresi, 10/31
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/35.
[84] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/41.
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/41.
[86] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/41.
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/41.
[88] Muhtasar-ı İbn Kesir,
2/195
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/41.
[89] Kurlubî,
8/346
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/42.
[90] Taberî,
11/120
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/42.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/42.
[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/42.
[93] Muhtasar-ı İbn Kesir,
2/196
[94] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/42.
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/42-43.
[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/43.
[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/43.
[98] Taberî, 11/122
[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/43.
[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/43.
[101] Bir görüşe göre mânâ şöyledir: Siz azaptan kaçamazsınız.
Biiakİs, çaresiz o size yetişecek. (Taberî Tefsiri)
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/43.
[102] Al-iİmran Suresi,
3/91
[103] Ceiâleyn, 2/192. Ebu Hayyan şöyle der:
Pişmanlıklarını gizlemeleri, onların hiç düşünmedikleri, akıllarına
gelmeyen ve kuvvetlerini sıfıra indiren şeyleri görmelerinden dolayı apışıp
kalmaları yüzündendir. O anda artık ne bağırabilirler ne de ağlayabilirler.
Nitekim asılmaya götürülen bir kimsenin dili tutulur. Donmuş olarak apışıp
kalır.
[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/43-44.
[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/44.
[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/44.
[107] Keşşaf, 2/353
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/44.
[108] el-Bahr, 5/171
[109] Tirmizî, Sünen, Zühd,13; ibn Mâce, Zühd,37
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/44.
[110] Muhtasar-ı Ibn Kesir, 2/198
[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/44-45.
[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/45.
[113] Taberî,
11/130
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/45.
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/45.
[115] Taberî,
11/132
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/45-46.
[116] Bazı tefsircilere göre, dünyadaki müjde, mü'minin göreceği veya ona gösterilen "doğru rüya"dır. Bu
husus, Hâkim'in rivayet ettiği bir hadiste bildirilmiştir. Taberî, müjdenin doğru rüya ve ölüm anında meleklerin
müjdesi ile gerçekleşeceği görüşünü tercih eder.
[117] Fussilet, 41/30
[118] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/46.
[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/46.
[120] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/46.
[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/46-47.
[122] Bu ne büyük, cehalet ve ahmaklıktır ki, rahiplerinin
mukaddes olduklarını, dolayısıyle evlenmediklerini
iddia edip, onları çocuk edinmekten tenzih ederken, yüceler yücesi olan Allah'a
çocuk isnat ediyorlar!
[123] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/47.
[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/47.
[125] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/47.
[126] Telhisu'l-Beyân, s.
156
[127] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/47-48.
[128] Yûnus, 10/53.
[129] Sebe' sûresi,
34/3.
[130] Teğâbun sûresi,
64/7.
[131] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/48.
[132] Maun sûresi, 107/1.
[133] Alak sûresi,
96/9-10.
[134] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/48.
[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/52.
[136] Râzî. 17/136
[137] Kurtubî, 8/363
[138] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/52-53.
[139] Ebussuud.
2/341
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/53.
[140] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/53.
[141] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/53-54.
[142] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/54.
[143] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/54.
[144] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/54.
[145] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/54.
[146] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/54.
[147] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/54.
[148] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/54.
[149] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/54.
[150] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/54-55.
[151] İmam Suyûtî, Hz. Musa'ya inananların Firavun'un kavminden olduğu görüşünü
tercih eder. Bizim tefsirimiz İse Taberî ve Cumhûr'un
görüşüdür. Tercihe şayan olan da budur.
[152] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/55.
[153] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/55.
[154] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/55.
[155] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/55.
[156] Denildi kî : Bundan maksat, "evlerinizi kıble tarafına
yöneltiniz" demektir.
[157] Taberi 11/154.
[158] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/55.
[159] Buradaki lâm şu ayetteki lâm gibidir : sonunda kendilerine bir düşman ve bir tasa
olsun diye Firavun ailesi Musa'yı yitik çocuk olarak (nehirden) aldı" (Kasas suresi 28/8) Haberde şöyle söylenmiştir : Yani,
mücadele edin, sonunda ölüm vardır. Bina yapın, sonunda
yıkılacaktır.
[160] Ebu Hayyan, el-bahr
5/187
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/55-56.
[161] Taberi
11/161
[162] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/56.
[163] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/56.
[164] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/56.
[165] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/60.
[166] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/60.
[167] Taberî 11/163. Rahmetin
yetişmesinden maksat boğulmaktan kurtulmaktır. Firavun'un isteği yardımsız
bırakılan kimsenin isteğine benzer. Bunu Ebussuûd
söylemiştir.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/61.
[168] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/61.
[169] Muhtasar-ı İbn Kesir 2/206
[170] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/61.
[171] Taberî
11/167
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/61.
[172] Hûdsûesi 11/110.
[173] Keşşaf, 2/370
[174] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/61-62.
[175] Beyzâvî, 245.
[176] Kurlubî.
8/383.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/62.
[177] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/62.
[178] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/62.
[179] Taberî,
11/171
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/62-63.
[180] Kurtubî,
8/385
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/63.
[181] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/63.
[182] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/63.
[183] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/63.
[184] Taberî
11/176
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/63.
[185] Taberî, 11/176
[186] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/63-64.
[187] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/64.
[188] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/64.
[189] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/64.
[190] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/64.
[191] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/64.
[192] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/64-65.
[193] Yûnus sûresi, 10/90
[194] Râra, 17/154; Gâfir sûresi, 40/85
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/65.
[195] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/65.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder