Bakara Suresi(1)

Hiç yorum yok

BAKARA SURESİ

Bu, sûre'nin tamamının medine'de indiğine. dair ittifak vardır. medine'de ilk inen sûrelerdendir. 286 âyettir.

Sûreyi Takdim

Bakara sûresi, Kur'an'ın en uzun süresidir. Bu sûre, Medine'de inen diğer sûreler gibi teşri (hukuk) yönü ağır basan sûrelerdendir. Medine'de inen sûreler, genellikle müslümanların sosyal hayatlarında ihtiyaç duyduk­ları prensipleri ve hukukî esasları ihtiva eder.
Bu mübarek sûre itikat, ibadet, muamelât, ahlak, evlenme, boşanma, iddet ve benzeri şer'i hükümlerin büyük bir bölümünü kapsar.
Sûrenin ilk âyetleri, bahtiyar ve bedbaht kişiler arasında bir mukaye­se yapmak için, mü'min, kâfir ve münafıkların sıfatlarından bahseder; imanın, küfür ve nifakın hakikatim açıklar.
Sonra insanın İlk yaratılışını ele alır ve insanlığın babası Adem (a.s.)'in kıssasını ve o yaratılırken meydana gelen ve Allah'ın insanoğluna yapmış olduğu lütfa delâlet eden enteresan olaylara değinir.
Daha sonra, Ehli kitap, özellikle İsrail oğulları "Yahudiler" konusunu geniş bir şekilde ele alır. Zira Yahudiler Medine-i Münevvere'de müs-lümanlara komşu idiler. Bu sebeple sûre, onların hile ve desiselerine, şerir ruhlarının hususiyetlerinden olan alçaklık, gaddarlık, hainlik,sözde durma­ma ve ahdi bozma gibi kötü huylarına karşı müminleri uyarır. Ayrıca bu fe­satçı ırk tarafından işlenen ve onların büyük zarar ve tehlikelerini gösteren kötülüklerine ve çirkin davranışlarına karşı dikkat çeker. Bu mübarek sûrenin üçte birinden fazlası Yahudilerden bahseder. Onlarla ilgili olan bölüm, "Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın[1] mealindeki âyetle başlar ve "bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım keli­melerle denemişti de, o da onları tam olarak yerine getirmişti.[2] mealinde­ki âyete kadar devam eder.
Sûrenin diğer bölümleri hukukî mevzuları ele alır. Zira müslümanlar İslam devletini yeni kurmakta oldukları için, gerek ibadet, gerekse muame­lat sahalarında hayatlarında takip edecekleri ilâhî esaslara ve semavî ka­nunlara daha fazla muhtaç idiler. Bundan dolayı sûrenin büyük bir kısmı hu­kukî mevzuları ele alır. Bunları şöyle özetleyebiliriz: "Oldukça geniş bir şekilde oruçla ilgili hükümler, hacc ve umre ile ilgili hükümler, Allah yo­lunda cihatla ilgili hükümler; evlenme, boşanma, süt emzirme, iddet, put­perest kadınlarla evlenmenin yasaklığı, ay halinde kadınlara yaklaşmanın sakıncaları ve aile hukuku ile igili diğer konular. Çünkü aile toplumun ilk nüvesini teşkil eder."
Yine bu mübarek sûre toplumu tehdid eden ve onun yapısını bozan "faiz güm»hı"ndan bahseder ve faizcilere şiddetle hücum eder. Faizle işlem yapan veya ona teşvik edenlere karşı Allah ve Rasulu tarafından harp ilan edildiğini bildirir ve şöyle der: "Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız, halen mevcut faiz alacaklarınızı bırakın. Şayet (faiz hak.Km^a söylenenleri) yapmazsanız, Allah ve Rasulu tarafından açılan savaştan haberiniz olsun. Eğer tevbe edip vaz geçerseniz, sermaye­niz sizindik ne haksızlık etmiş, ne de haksızlığa uğramış olursunuz.[3]
Fai#le ilgüi âyetlerin peşinden, insanların amellerine göre, hayırsa hayır, şer 'se £er muamele görecekleri o korkunç günden sakındırma ile ilgili âyette1" gelir. "(Hep birden) Allah'a döndürüleceğiniz, sonra da her şahsa haK ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğra­tılmayacak1 bîr günden sakının.[4] Bu âyet, Kur'an-ı Kerim'in son inen âyeti ve kökten vere ınen vanyin sonuncusudur. Bu âyetin inişi ile vahy kesilmiş ve RasulıiUah (s.a.v.) risalet görevini îfâ edip emaneti tebliğ ettikten sonra vefat etmiştir.
Bu mübarek sûre müminleri tevbe etmeye, Allah'a yönelmeye, üzerlerindeki ağır yüklerin kaldırılması için O'na yakarmaya, kâfirlere karşı zafe*" istemeye ve iki cihan saadeti için dua etmeye teşvik ile sona erer: "Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işleri de yükleme. Bizi af­fet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim mevlamızsm, kafirler topluluğuna karşı bize yârdım et.[5]
İste bu şekilde, bu mübarek sûre, başı ile sonu arasında güzel bir insi­cam sağl^ak ve sûreyi en güzel bir şekilde derli toplu olarak göstermek için, mü'fflinlerin güzel vasıflarını anlatarak başlamış ve onların duaları ile sona ermiştır. [6]

Sûrenin İsmi

Hz. Musa (a.s.) zamanımda vuku bulan parlak bir mucizenin hatırasını yaşatmak için bu mübarek sûreye "Bakara sûresi" adı verilmiştir. Olay şöyle cereyan etmiştir: îsrailoğullarmdan bir şahıs öldürülmüş, fakat katili bu'unamamıştı. Belki katili bulabilirler diye durumu Hz. Musa (a.s.)'ya itz ettiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ Musa (a.s.)'ya onların bir sığır kesin ve sığırın bir parçasını maktule vurmaları emrini bildirdi.
Böylece Allah'ın izniyle maktul dirilecek ve katilin kim olduğunu on­lara bildirecekti. Bu da, mahlukatin öldükten sonra tekrar diri İtileceklerine dair, Yüce Allah'ın kudretini gösteren bir delil olacaktı. Yeri gelince bu kıssa inşaallah genişçe ele alınacaktır. [7]

Bakara Sûresinin Fazileti

Bu sûrenin fazileti hakkında Rasulullah (s.a.v.)'den şöyle bir hadis ri­vayet olunmuştur: "Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz. Şüphesiz Şeytan, Ba­kara sûresi'nin okunduğu evden kaçar.[8] Başka bir hadiste de şöyle buyurul-muştur: "Bakara sûresini okuyunuz. Çünkü onu okumak bereket, terketmek ise pişmanlıktır. Sihirbazlar ona güç yetiremezler.[9]
1. Elif, Lâm, Mim!
2. Kendisinde hiçbir şekilde şüphe olmayan bu kitap, müttekiler için bir hidayet kaynağı ve yol göstericidir.
3. O müttekîler ki, görülmeyene inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.
4. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce in -dirilene iman ederler ve ahiret günününe kesinkes inanırlar.
5. İşte onlar, Rabblerinden gelen bir hidayet üze-rindedirler ve onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

Kelimelerin İzahı

Rayb, kuşku ve şüphe demektir. Araplar, kişi bir şeyden kuşkulandığında "kuşkulandı", kuşkulu bir iş içinde tabirim kul­lanırlar. Zemahşeri bu kelimeyi şöyle açıklar: Rayb, fiilinin nıasdandır. Bir şey, bir kimseyi şüpheye düşürdüğünde "Onu kuşkulandırdı" denir. Raybe", nefsin sıkıntı ve ızdıraba düşmesidir. Zamanın musibet­lerine de "Raybu' z-zaman" denir.[10]
Takva kelimesi, kötü şeyden sakınmak mânâsına gelen ittikâ kelimesinden alınmıştır. Takva, kişi ile kötü şey arasında bir engel kabul edilir. Meşhur câhiliye şâiri Nâbiğa ittikayı bu mânâda kullanmıştır: "Kadın düşürmek istemediği halde baş örtüsü düştü. Onu aldı ve bizden eliyle korundu" Buna göre muttakî, zarar veren şeylerden kendini koruyandır. Bu mânâda itaat vesilesiyle Al­lah'ın azabından korunan kimseye muttaki denir. Genel olarak takva "kulun Allah'ın emirlerinden ayrılması ve yasaklarından sakınması manâsına ge­lir."
Gayb, duyu organlarının idrakinin dışında kalan şey demektir.
Gizli ve saklı olan herşeye gayb denir. Cennet, cehennem, haşr ve neşir bu kabildendir. Râgıb el-İsfehani gaybı: "duyu organlarının algılayamayacağı şeydir[11] diye tarif eder.
Felah, başarmak ve kazanmak demektir. Ebu Ubeyde: "Bir miktar hayır elde eden herkese müflih denilir[12] der. Beyzavi de bu keli­meyi şöyle açıklar: "Müflih, zafer yolları kendisine açılmışçasına, iste­diğini elde eden kimse demektir.[13] Felah, lügatte: "Yarmak ve kesmek mânâlarına gelir. Arapların "Demir demirle yarılır", sözünde felah kelimesi bu manada kullanılmıştır. Yeri, sabanla yardığı için, çiftçiye de "fellah" denilmiştir. [14]

Âyetlerin Tefsiri

1. Bu mübarek sûre, müttekilerin vasıflarını anlatarak başlar. sûrenin, huruf-i mukattaadan olan şeklindeki heca harfleriyle başlaması, Kur'an'dan yüz çevirenlerin dikkatlerini çeker. Zira ilk anda, kendi ara­larındaki konuşmalarında alışık olmadıkları lafızlar, bir tokmak gibi kulak­larına vurmakta ve kendilerine söylenecek olan âyetlere karşı dikkatleri çekilmektedir. Bu harfler ve benzerlerinde Kur'an'm i'cazını gösteren işaretler vardır. Çünkü bu kitap, onların kendi aralarında konuştukları harf ve kelimelerden meydana gelmiştir. Buna rağmen Kur'an'ın bir benzerini getirememeleri O'nun i'câzına büyük bir delildir. Büyük âlim İbn Kesir şöyle der: "Sûre başlarında bu harflerin zikredilmesi, Kur'an'ın i'câzını açıklamak ve insanların kendi konuşmalarında kullandıkları harf ve kelimelerden meydana geldiği halde Onun bir benzerini getirmekten âciz olduklarını göstermek içindir." Araştırmacıların çoğunun görüşü böyledir. Zemahşerî bu görüşü Keşşaf adlı tefsirinde şiddetle savunmuş, Ibni Tey-miyye de bunu kabul etmiştir. İbn Kesir, şöyle devam eder; Bundan dolayı , bu harflerle başlayan her sûrede mutlaka Kur'an'ın zaferi, i'câzı ve azame­ti zikredilir. Mesela: ve benzeri âyet-i kerimeler Kur'an'ın i'câzını gösteren âyetlerdir.'[15]
2. Ey Muhammedi Sana indirilen bu Kur'an öyle bir kitaptır ki, hiçbir kitap ona denk gelemez, Düşünüp tefekkür eden veya hazır bulunup da onu dinleyen kimse, onun Allah katından gel­diğinden şüphe etmez.: Allah'ın emirlerine sarılmak, nehiylerin-den sakınmak suretiyle O'nun gazabından korunan ve itaat etmek suretiyle de O'nun azabından kurtulan müttakî mü'minleri için bir yol göstericidir. İbn Abbas, müttekîleri: "Şirkten sakınan ve Allah'a itaat eden kimselerdir." diye tarif eder. Hasan-ı Basr-î, bu müttekîleri açıklarken "onlar, kendilerine haram kılınandan sakındılar ve kendilerine farz kılmanı yerine getirdiler" demiştir.
Daha sonra Allah Teala bu müttekilerin vasıflarını şöyle anlatır. [16]
3. Onlar görmedikleri ve duyu organları ile algılayamadıkları yeniden dirilme, cennet, cehennem, sırat, hesap, ve bun­ların dışında Kur'an'ın veya Peygamber (s.a.v.)'in haber verdiği her şeyi tas­dik ederler. Şartlan, rükünleri, edebleri ve huşu ile en mükemmel bir şekilde namazlarını eda ederler. İbn Abbas Şöyle der: Na­mazı ikame etmek, rükû , sucûd, tilavet ve huşuunu tam yapmak demek­tir.[17] Kendilerine verdiğimiz mallardan iyilik ve ihsan yollarında harcar ve sadaka verirler. Âyetin manâsı umûmî olup zekat, sa­daka ve diğer harcamaları ihtiva eder. İbn Cerir'in tercihi budur. İbn Abbas1 tan rivayet edildiğine göre , bu âyetteki infaktan maksat, malların zekatını vermektir. İbn Kesir de şöyle der: Allah Teala çok defa, namaz ile mallar­dan yapılan infakı bir arada zikretmiştir. Zira namaz Allah'ın hakkı olup, kendisini birlemeyi, ona saygıyı ve onu övgüyü kapsar. İnfak ise kulun hakkı olup, Allah'ın kullarına bir iyiliktir.
Vacip olan harcamalar ile farz olan zekatın her ikisi de bu âyetin ma­nasına dâhildir. [18]
4. "Onlar, Allah'tan sana gelen ve senden önceki peygamberlere gelen herşeye inanırlar. Allah'ın kitapları ve peygamberleri arasında bir ayrım yapmazlar. Onlar, hiçbir şek ve şüpheye yer vermeksizin, bu dünyadan sonra gelecek olan âhiret yurduna, orada vuku bulacak olan yeniden dirilme, ceza, cennet, cehennem, hesap ve mizana kesin olarak inanırlar. Âhirete, dünyadan sonra geldiği için âhiret ismi verilmiştir. [19]
5. " Yukarıda geçen bu yüce sıfatları taşıyan o kimseler, Allah tarafından ihsan edilen bir nur, delil ve basiret üzeredirler. İşte onlar, naim cennetlerinde yüksek dereceleri elde eden­lerdir. [20]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek âyetler beyan ve bedi'den birçok edebî sanatı ihtiva eder. Bunları şöyle özetleyebiliriz.
1. "Müttekîler için kılavuz" ifadesinde mecaz-ı aklî vardır. Çünkü burada hidayet, Kur'an'a isnad olunmuştur. Bu ise, sebebe isnad kabi-lindendir. Gerçekte hidayete erdiren Allah Teala'dır. Dolayısıyle burada mecâz-ı aklî vardır.
2. "Bu kitab" ifadesinde, Kur'an'ın sânının yüceliğini ve mertebesinin yüksekliğini ifade etmek için, uzaklık ifade eden düikelimesi ile yakına işaret edilmiş ve mertebenin erişilmez derecedeki yüceliği, hissî uzaklık menziline indirilmiştir.
3. "Onlar bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa ermişler ancak onlardır." âyetinde müttekilerin şanının yüceliğini vurgulamak için dîljl ism-i işareti iki defa zikredilmiştir. za­miri ise hasr ifade etmek için getirilmiştir. Sanki, "kurtuluşa erenler on­lardır, başkaları değildir, denilmiştir.[21]
6. Gerçek şu ki, kâfir olanları korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir, iman etmezler.
7. Zira Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Onların kulaklarına ve gözlerine de bir çeşit perde ge­rilmiştir ve onlar için büyük bir azab vardır.

Kelimelerin İzahı

Küfür, lügatte nimeti örtmek manasına gelir. Kâfire, nimeti inkâr ettiği ve onu örttüğü için "kâfir" denilmiştir. Tohumu toprağa gömene ve geceye kâfir denilmesi de bu kabildendir. "Ziraatçıların da hoşuna giden bitkisi gibi[22] mealindeki âyette de kelimesi bu manada kullanıl­mıştır. Gece de, karanlığı ile herşeyi örttüğü için "kâfir" diye isimlen­dirilmiştir.
Inzâr, korkutarak haber vermektir. Korkutma olmazsa buna inzâr değil, i'lâm ve ihbar denilir.
Hatm, içine herhangi bir nesne girmesin diye, birşeyi kapatıp üzerine mühürlemek demektir. Kitabı hatmetmek de bu kelimeden gelir.
Gışâvet, perde demektir. Araplar, bir kimse bir şeyin üzerine perde çektiğinde "ğaşşâhu" derler. Kıyamet manasına gelen gâşiye de bu köktendir. O da verdiği korkularla insanları sarar. [23]

Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Allah Teala bundan önceki âyetlerde müminlerin vasıflarını zikret­tikten sonra, iki sınıf arasındaki farkı açıkça göstermek için bu âyetlerde de kâfirlerin vasıflarını anlattı. Esasen iyilerle kötüleri mukayese etmek ve bahtiyarlarla bedbahtlar arasındaki farkı göstermek hususunda Kur'ân-ı Kerîm'in üslubu da budur. "Zira eşya zıddıyle bilinir. [24]

Âyetlerin Tefsiri

6. Ey Muhammedi Allah'ın âyetlerini inkâr eden ve senin peygamberliğini yalanlayanlar var ya, "Sen onları Allah'ın azabından korkutarak sakmdırsan da, onlar için farketmez" Onlar senin getirdiğine inanmazlar. Boşuna onların iman et­melerini bekleyip de kendini yıpratma. Bu âyette, kavminin kendisini ya­lanlamasına karşı Peygamber (s.a.v.)'e bir teselli vardır. Sonra, Allah Teala onların iman etmemelerinin sebebini şu şeklîde açıklar:[25]
7. Allah onların kalblerini mühürlemiştir. Artık o kalplere herhangi bir nur girmeyeceği gibi, onlarda iman nuru da parlamaz. Müfessirler şöyle der: "Hatm, kapatıp mühürlemek demektir. Bu da şöyle olur: Kalplerdeki günahlar çoğalınca, onlardaki basiret nuru silinir. Artık, böyle kalplere iman, girecek bir yol bulamadığı gibi, küfür de bunlardan çıkış yolu bulamaz. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Tam aksine, küfürleri sebebiyle Allah o kalpler üzerine mühür vurmuştur"[26] "Onların kulakları ve gözleri üzerinde perde vardır." Dolayısıyle hidayet nurunu göremez, hakkı işitemez, anlayamaz ve idrak edemezler. Zira onların gözleri ve kulakları sanki kaim perdelerle ka­patılmıştır. Bundan dolayı hakkı görüp de ona uyamazlar, işitip de onu ko­ruyamazlar. Ebu Hayyân şöyle der: "Allah, hakkı kabul etmedikleri için ku­laklarını ve hidayet nurunu görmek istemedikleri için de gözlerini, menfezleri kapatılmış, kendisine yararı olan herhangi bir şeyin içeri girme­sine engel olan bir örtü ile örtülmüş ve üzeri mühürlenmiş bir kaba benzet­ti. Yani bu organlar sıhhatli olmalarına ve idrak güçlerinin yerinde ol­masına rağmen, hayrı görme, işitme ve onu kabul etme melekelerinden mahrumdurlar.
Bu âyette istiare sanatı vardır.[27] Allah'ın âyetlerini yalanlamaları, küfürleri ve cürümleri sebebiyle, onlar için âhirette şiddetli ve sonsuz bir azap vardır. [28]

Edebî Sanatlar

1. "Onları korkutsan da korkutmasan da aynıdır, onlar iman etmezler." âyetinde, Hz. Peygamber (s.a.v.)' in kâfirlerin iman etmesini beklememesi ifade edilmektedir. Bu cümle onların küfür ve taşkınlıktaki aşırılıklarına ve iman kabiliyetlerinin olmayışına dikkat çekmektedir. Onların kesinlikle iman etmeyecekleri vurgulanmıştır.
2. "Allah onların kalplerini mühürledi." ifadesinde latif bir "istiâre-i tasrîhiyye" vardır. Allah, hakkı kabul etmedikleri çin on­ların kalplerini, kurtuluşa çağıran peygamberi dinlemedikleri için kulaklarını, ve hidayet nurunu görmek istemedikleri için de gözlerini, menfezleri kapatılmış, kendisine yaran olan herhangi bir şeyin içeri girmesine engel olan bir örtü ile örtülmüş ve üzeri mühürlenmiş bir kaba benzetti. Allah Teala, istiâre-i tasrîhiyye yoluyla, "hatm" ve "gışâve" kelimelerini müstear olarak kullandı.[29]
8. insanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde "Allah'a ve âhiret gününe inandık" derler.
9. Onlar {kendi akıllarınca) güya Allah'ı ve mü'minleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir.
10. Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elem verici bir azap vardır.
11. Onlar; "Yeryüzünde fesat çıkarmayın" denil­diği zaman: "Biz ancak ıslâh edicileriz" derler.
12. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların tâ kendileri­dir, lâkin anlamazlar.
13. Onlara, "insanların iman ettiği gibi siz de iman edin" denildiği vakit "Biz hiç, sefihlerin iman ettikleri gibi iman eder miyiz?" derler. Biliniz ki, gerçek beyin­sizler onlardır, fakat bunu bilmezler.
14. (Bu münafıklar) mü'minlerle karşılaştıkları vakit iman ettik" derler. Halbuki şeytanları ile başbaşa kaldıklarında: "Biz sizinle beraberiz, biz onlarla sadece alay ediyoruz" derler.
15. Gerçekte, Allah onlarla alay eder,azgınlıklarında onlara fırsat verir, bu yüzden onlar bir müddet başıboş dolaşırlar.
16. İşte onlar, hidayete karşılık dalâleti satın alan­lardır. Ancak onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir.
17. Onların durumu, {karanlık gecede) bir ateş ya­kan kimse misâlidir. O ateş yanıp da etrafını aydınlattığı anda Allah, hemen onların aydınlığını giderir ve onları karanlıklar içinde bırakır, göremezler.
18. Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebep­le onlar geri dönmezler.
19. Yahut gökten sağnak halinde boşanan, içinde yo- ğun karanlıklar, gürültü ve yıldırımlar bulunan yağmur {a tutulmuş kimselerin durumu) gibidir. O münafıklar yıldırımlardan gelecek ölüm korkusuyla par­maklarını kulaklarına tıkarlar. Halbuki Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.
20. Şimşek sanki gözlerini çıkaracaknıış gibi çakar, onlar için etrafı aydınlatınca orada biraz yürürler, ka­ranlık, üzerlerine çökünce de oldukları yerde kalırlar. Allah dileseydi elbette onların kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. Allah şüphesiz her şeye kadirdir.

Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Allah Teâlâ, sûrenin başında önce mü'minlerin, sonra da kâfirlerin vasıflarım, burada da münafıkların vasıflarını anlattı. Bunlar üçüncü sınıfı teşkil eden ve küfrünü gizleyip mü'mın görünen kimselerdir. Allah, bunlar­dan gelecek tehlikenin büyüklüğüne ve verecekleri zararın çokluğuna dik­kat çekmek için 8. âyette uzun uzun açıklama yaptı. Ayrıca münafıkların durumlarını daha iyi açıklamak, ruhlarında taşıdıkları dalâlet ve nifak karanlığını izah etmek ve bunların hallerinin varacağı helak ve felaketi göstermek için bu âyetlerde iki de darb-i mesel getirmiştir. [30]

Kelimelerin İzahı

Tuzak kuruyorlar. Hıdâ'; hile, tuzak ve riya manalarında kul­lanılır. Asıl itibariyle, "gizlemek" manasına gelir. "Zaman", belâ ve musi­betleri gizlediği için, ona da hâdi') ismi verilir. Ev halkını içinde, ko­ruyup muhafaza ettiği için, küçük eve de (mihdâ1) denir.
Maraz, hastalık demektir. Sıhhatin zıddidır. Maraz, ya vücut hastalığı gibi fiziki olur veya nifak, haset ve riya gibi manevî olur. İbn Fâris şöyle der: "İnsanın sağlığını yok eden herhangi bir illet, veya münafıklık veya, herhangi bir şeydeki eksikliğe maraz denir."
"Fesat çıkarmayınız". Fesat, doğruluktan sapmak manasına olup salâhın zıddıdır.
"Süfeha" Bu kelime, sefih kelimesinin çoğuludur Sefih, câhil, dar görüşlü ve kâr ve zarar gelecek şeyler hakkında bilgisi az olan kimse demektir. Kelimenin aslı, hafiflik manasına gelen sefehür. Sıfat olarak se­fih, aklı az demektir. Luğat âlimleri sefeh kelimesini akıl noksanlığını ge­rektirecek şekilde hafiflik ve dar görüşlülük olarak açıklarlar. Bunun zıddı hilirndir.[31]
Tuğyan, her hususta haddi aşmaktır. "Su taştığı vakit sizi ge­mide biz taşıdık"[32] mealindeki âyette de tuğyan kelimesi yükselmek ve haddi aşmak manalarında kullanılmıştır. Bu kelimeden türemiş olan (Tâğiye) kelimesi de inatçı ve zorba demektir.
"Şaşkmlaşıyorlar" Ameh, bir şey hususunda tereddüd ve şaşkınlığa düşmektir. Bunun sıfatı olan kelimesi ise şaşkın kimse ma-nasına gelir. Ru'be: "Şaşkın ve mütereddidler yüzünden doğru yolu bu­lamıyorum" ifadesinde ameh kelimesini bu manada kullanmıştır. Fahr-i Râzi şöyle der: "Ameh ile amâ eş anlamlıdır. Ancak amâ kelimesi daha umumi olup hem maddî, hem de manevî körlük için kullanılır. Ameh ise, ne tarafa gideceğini bilmeyen kimsenin tereddüd ve şaşkınlığı manasını ifade edip sadece manevî körlükte kullanılır.[33]
"Değiştirdiler" İştiranın asıl manası değiştirmek demektir. Bu da, istenilen şeyi elde etmek için değerini vermektir. Araplar, bir kimse birşeyi başka birşeyle değiştirdiğin de (işterâhu) derler. Şâir şöyle der:
Sizin aranızda benim halâ cahil olduğumu sanıyorsan, bilesin ki ben senden sonra cehaleti hilimle değiştirdim. (esamm) kelimesinin çoğulu olup sağırlar demektir.
(ebkem) kelimesinin çoğuludur. Konuşamayan dilsiz­ler demektir.
(A'rna) kelimesinin çoğuludur. Körler demektir.
Sayyib, bol yağmura derler. (savb) kelimesinden türetilmiştir. Savb ise, şiddetli olarak inmek demektir. Şair şöyle der:
"Sicim gibi yağmur indiren bulutlar seni suladı" demiştir.
Savâik, saika) kelimesinin çoğuludur. Saika ise, değdiği herşeyi yakan ateştir, Şiddetli ses manasına gelen sa'k kelimesin­den türemiştir.
Semâ, lügatte kişinin üstünde olan ve onu gölgelendiren her şeye denir. Evin tavanına sema denilmesi de bundandır. Yağmur semadan indiği için yağmura da semâ denir. Şâir şöyle der:
Bir kavmin toprağına yağmur yağdığı zaman, onlar kızsalar da biz orada hayvanlarımızı otlatırdık.
"Yakalar" Hafif, sür'atle yakalamak demektir. "Ancak bir söz kapan olursa onu delen ve yakan bir alev takip eder[34] âyette de bu manaya kullanılmıştır. Sür'atinden dolayı kırlangıca "huttaf" denilmiştir. Hatif, bir şeyi son derece hızlı yakalayan demektir. [35]

Ayetlerin Nuzûl Sebebi

İbn Abbas (r.a.)'dan şöyle nakledilmiştir: "Bu âyetler Abdullah b. Ubey b. Selül, Muattib b. Kuşeyr ve Cidd b. Kays gibi Ehl-i kitab münafıkları hakkında inmiştir. Onlar mü'minlerle karşılaştıkları zaman iman ve tasdik eden kimseler olarak görünüyorlar ve: "Biz Muhammed (s.a.v.)'in vasıf ve özelliklerini kendi kitabımızda görüyoruz, diyorlardı.[36]

Ayetlerin Tefsiri

8. "İnsanlardan bir grup vardır ki, dilleriyle, Allah'ı ve O'nun peygamberini indirdiği açık âyetleri tasdik ettik, öldükten sonra yeniden dirilmeye iman ettik derler, "Halbuki onlar gerçekten tasdik etmiş ve inanmış değillerdir." Çünkü onlar bu sözleri, inanca ve tasdike dayanmayan bir söz ile söylerler.
Beyzâvî şöyle der: Bunlar, mü'minlerle kâfirler arasında kalan üçüncü sınıftır. Bunlar, kalben inanmadıkları halde, ağızlarıyla "inandık" diyenlerdir. Kâfirlerin en kötüsü ve Allah'ın en çok buğzettiği kimseler bunlardır. Çünkü onlar hile ve istihza yoluyla küfrü gizleyip onu imanla karıştırmışlardır. Onun içindir ki Yüce Allah onların kötülük ve cahilliklerini geniş bir şekilde açıkladı. Onlarla ve onların yaptıklarıyla alay etti. Onların sapıklık ve azgınlıklarını tescil etti. Ve haklarında bir darb-ı mesel getirdi.[37]
9. İnkârda ısrar etmelerine rağmen iman etmiş görünmekle hilekarlarm yaptığını yapıyorlar o cahil kafalarıyla Allah'a hile ettiklerine, bu durumlarının onun katında kendileri için fayda sağlaya­cağına ve bazı mü'minleri kandırdıkları gibi Allah'ı da kandıra-bileceklerine inanıyorlar. Bilmiyorlar ki, Allah aldatılamaz. Zira hiçbir şey ona gizli kalmaz. İbn Kesir şöyle der: "Nifak, hayır gösterip arkasında bir şer gizlemektir. Nifak itikadı ve amelî olmak üzere iki nevidir. İtikaden münafık olan kimse ebedî cehennem de kalır. Amelen münafıklık ise en büyük günahlardandır. Çünkü münafığın sözü fiiline, içi dışına uymaz. Münafıkların vasıflarını anlatan âyetler, Medenî sûrelerde inmiştir. Çünkü Mekke'de münafıklık yoktu, tam aksine açıkça küfür vardı.[38]
Gerçekte onlar sadece kendilerini aldatırlar, çünkü yaptıklarının vebali kendilerine dönecektir. Ancak bunun farkına varamaz ve anlayamazlar. Zira onlar sürekli hamakat ve gaflet içindedirler. [39]
10. Onların kalplerinde şüphe ve nifak vardır. Allah onların pisliklerini ve sapıklıklarını daha da arttırsın. Bu cümle dua cümlesidir. İbn Eşlem, bu hastalığın dinî bir hastalık olduğunu, bedenî bir hastalık olmadığım ifade eder ve şöyle tarif eder: "Nifak hastalığı, insanlar arasında İslam döneminde ortaya çıkan bir şüphedir. Allah, bu hastalığı taşıyanların hastalığını ve kuşkularını daha de artırmıştır.[40]
Mü'min olduklarını iddia ederek yaları söylemeleri ve Allah'ın âyetleriyle alay etmelerinden dolayı onlar için
elem verici bir azap vardır.
Sonra Yüce Allah onların çirkin davranışlarını ve şeni durumlarını beyan etmeye başladı ve şöyle buyurdu: [41]
11. İbn Mesud şöyle der: Yeryüzünde fesat çıkarmak küfürdür ve masiyetle amel etmek demektir. Kim Allah'a isyan ederse yeryüzünde fesat çıkarmış olur. Buna göre âyetin manası şöyledir: Bazı müminler onlara "fitne ve küfrü tahrik etmek ve Allah yolundan insanları alıkoymakla yeryüzünde fesat çıkarmayın" dediği zaman, : "Onlar, fesat çıkarmak asla bizim işimiz değildir. Biz sadece ıslah edici kimseleriz. Hayır ve iyiliğe koşarız. Bize bu şekilde hitap etmeniz doğru değildir" derler. Beyzavi şöyle der: Onlar, kalplerindeki hastalık sebebi ile, fesadı salah şeklinde tasavvur ettiler. Allah, bu gibi kimseler hakkında şöyle buyurmuştur: Kötü işi kendisine güzel gösterilip de onu güzel gören kimse, (kötülüğü hiç istemeyen kimseye benzer) mi?[42] Bundan dolayı Allah onların bu cevaplarını, cümleye iki pekiştirme edatı ile başlayarak şiddetli bir şekilde reddeder ve şöyle buyurur: [43]
12. Ey insanlar! Dikkatli olunuz ve biliniz ki, gerçek fesatçı başkaları değil, onların kendileridir. Fakat kalplerinden iman nuru silindiği için bunu hissedip anlayamazlar" Bu âyete, dikkat çekme edatı olan VI (elâ) ve pekiştirme edatı olan jl (inne) ile başlanmıştır.
Ayrıca haberin marife olması, mübteda ile haber arasında zamir-i fasl girmesi ve onların şuursuzluklarını ifade etmek için istidrak manası ifade eden (lâkin) edatının gelmesi cümleyi daha da pekiştirmiştir.[44]
13. Münafıklara: "Siz de, Peygamber (s.a.v.)'in arkadaşlarının inandığı gibi nifak ve riya karıştırmadan sadakatle iman ediniz ve Allah'a iman ve itaatimzda samimi olunuz." denildiği zaman "Aklı kısa ve dar görüşlü olan câhiller gibi iman mı edelim?" derler. Münafıklar bu sözleriyle Süheyb-i Rumî, Ammâr b. Yâsir, Bilâl-i Habeşî ve benzeri ashab-ı kiramı kasdetmişlerdir. j-«£i î (enu'minu) kelimesindeki hemze, alay ve istihza ile birlikte inkar manası ifade eder. Beyzâvî şöyle der: Münafıkları, mü'minlerin görüşlerinin yanlış olduğuna inandıkları veya onları küçümsedikleri için, onlara câhil beyinsiz dediler. Çünkü mü'minlerin çoğu fakir idiler. Suheyb ve Bilal gibi köleler bu fakirlerdendir.[45] "Dikkatli olunuz ve biliniz ki, gerçek beyinsizler onlardır. Çünkü bâtıl yola giren, kuşkusuz beyinsizdir. Fakat onlar cehalet ve sapıklık içerisindeki bu durumlarım bilmezler" Allah Teala'nın bu sözü, onların körlüklerini ve hidayetten uzaklıklarını en beliğ bir şekilde ifade etmektedir. Zira onların durumlarını pekiştirerek ve uyararak ifade etmekte ve beyinsizlerin ancak onlar olduğunu vurgulamaktadır.
Bundan sonra onların yapmacık davranışlarına ve münafıklıklarına dikkat çekerek şöyle buyurdu. [46]
14. Mü'minleri gördükleri ve onlara tesadüf ettikleri zaman münafıklık ve riyalarından dolayı, mü'min ve dost görünürler. Sapıklık ve nifak ehli olan reislerinin ve ileri gelenlerinin yanlarına dönüp onlarla başbaşa kaldıklarında da: Biz sizin dininizdeyiz ve sizin inandığınız gibi inanıyo­ruz. Biz onlara, iman etmiş görünmekle onlarla alay edip eğleniyoruz, derler. Allah Teâlâ onlara şöyle cevap vermektedir: [47]
15. Allah onlara Önce mühlet verip sonra da istihzaları yüzünden onları ibret olacak bir şekilde cezalandıracaktır. İbn Abbas (r.a.) şöyle der: Allah, ilerde onları cezalandırmak için onlarla alay eder ve onlara mühlet verir. Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyurulrnuştur: "Onlara mühlet veririm; ama benim cezam çetindir[48] İbn Kesir de şöyle der: Bu, Allah'ın alay etmelerine ve hilelerine karşılık olarak onları cezalandıracağını bildiren bir haberdir. Yani Allah, "Allah onlarla istihza eder" ifadesiyle, onların, yapmakla cezaya müstehak oldukları fiili vurgulamıştır. Her iki cümlede istihza lafzı kullanılmış olmakla birlikte, mana farklıdır.[49]
Müfessirler, Kur'an-ı Kerim'deki nazireleri (lafızları aynı, manaları farklı kelimeleri) bu şekilde yorumlamışlardır. Meselâ "Bir kötülüğün karşılığı, ona denk bir cezadır.[50] "Kim size saldırırsa, siz de ona saldırın.[51] buyurulmaktadır. Burada birinci saldırı zulüm, ikincisi adalettir. Mühlet vermek ve onları sapıklık ve küfürleri içinde serbest bırakmak suretiyle, terüddüd ve şaşkınlıklarını artırır. Bu şaşkınlıktan kurtulamazlar. Çünkü Allah, onların kalplerini mühürlemiş ve gözlerini kör etmiştir. Dolayısıyle doğruyu göremezler ve hidayete eremezler. [52]
16. "Onlar, imam küfürle değiştirenler ve hidayeti verip dalâleti alanlardır. "Bu değiştirme ve ahş-verişte kazançları olmadı. "Bunu yapmakla hidayete ermiş de değillerdir." Çünkü onlar dünya ve âhiret saadetini kaybetmiş­lerdir.
Sonra Allah Teâlâ onların zararlarının büyüklüğünü açık bir şekilde ifade etmek için iki darb-ı mesel getirerek şöyle buyurdu: [53]
17. "Onların nifaktaki nitelikleri ve acâip durumları, ısınmak ve aydınlanmak için ateş yakan kimseye benzer" ki, o ateş yanar yanmaz söner ve o kimseyi zifiri karanlık ve şiddetli korku içerisinde bırakır. "Ateş o şahsın etrafını aydınlatıp, o da etrafı görerek korkudan emin olup ateşle ünsiyet kazanınca, Allah onu tamamen söndürür, ateş dağılır, aydınlık yok olur" "Onları yoğun karanlıklar ve şiddetli korkular için de bırakır da, şaşkın şaşkın dolaşırlar ve doğru yolu bulamazlar" İbn Kesir şöyle der: Allah, münafıklar hakkında bu darb-ı meseli getirerek, hidayet yerine sapıklığı ve basiret yerine körlüğü tercih etmeleri hususunda, onları, aydınlanmak üzere ateş yakan bir kimseye benzetti. Ateş onun çevresini aydınlatıp ta ondan yararlanmaya, onunla ünsiyet kazanmaya ve sağını ve solunu görmeye başlayınca, evet işte o bu haldeyken , birdenbire ateşi söner, zifiri karanlık içinde kalır, artık ne görebilir, ne de yolu bulabilir. İşte münafıklar da hidayet yerine dalâleti alma doğruluk yerine eğriliği tercih etme hususunda böyledir.Bu darb-ı mesel onların önce iman edip sonra kâfir olduklarını göstermektedir. Onun içindir ki Allah, onların nurlarını gidermiş ve onları küfür, şüphe ve nifak karanlıklarında, hayır yolunu bulamaz ve kurtuluş yolunu bilemez bir halde bırakmıştır.[54]
18. "Onlar sağır gibidirler, hayrı işitmezler-, dilsiz gibidirler." kendilerine menfaat sağlayacak şeyleri konuşamazlar; kör gibidirler, hidayeti göremez ve o yola giremezler. Dolayısıyla onlar içinde bulundukları eğrilik ve sapıklıktan dönemezler.
Yüce Allah, onların durumlarını daha fazla açıklığa kavuşturmak ve izah etmek için ikinci bir misal getirmekte ve şöyle buyurmaktadır: [55]
19. Veya onların tereddüd ve şaşkınlık içerisindeki durumları, zifiri karanlıkta gök gürültüleri, şimşekler ve yıldırımlarla birlikte yağan şiddetli yağmura yakalanmış kimsenin durumu gibidir. bulutlar içerisinde zifiri karanlıklar, şiddetli gökgürültüleri ve göz kamaştıran şimşekler vardır. İşte bu gürültülerin tehlikelerinden korunmak için parmaklarını kulaklarına sokarlar. Bu da aşırı derecedeki dehşet ve korkudan meydana gelmektedir. O helak edici gürültülerin neticesinde ölümden korktukları için, sanki bu davranışlarının kendilerini kurtaracağını zannederler. Bu cümle, muteriza cümlesidir. Yani Allah Teâlâ gücü ile onları kuşatmıştır. Onlar Allah'ın iradesi ve dilemesi altındadırlar. Etrafı düşman tarafından kuşatılan kimsenin kurtulamadığı gibi , onlar da Allah'ın iradesinden kurtulamazlar. [56]
20. Çok parlak, kuvvetli ve şiddetli olan şimşek, nerdeyse onların gözlerini süratli bir şekilde alacaktır. O şimşek yolu her aydınlattıkça onun ışığında yürürler. Sönüp de parıltıları yok olunca yürüyemez ve oldukları yerde kalırlar. Bu âyetler, onların ne derecede cehalet ve şaşkınlık içerisinde olduklarını tasvir eder. Gözlerinin nurunu giderip yok edeceğinden korkmalarına rağmen, bir şimşek çakıp da; parladığmda fırsatı ganimet bilip birkaç adım atarlar, şimşek kesilip de parıltıları yok olunca, herhangi bir çukura düşme korkusuyla yürüyemez, oldukları yerde çakılıp kalırlar.
"Allah dikseydi, gürültünün şiddetini artırır da onların kulaklarını patlatır ve sağır ederdi; şimşeğin ışığını artırır, gözlerinin nurunu giderir ve onları kör ederdi. Allah Teâlâ herşeye kadirdir, gökte ve yerde hiçbir şey onu âciz bırakamaz.
İbn Cerir şöyle der: Yüce Allah, münafıkları şiddet ve satvetinden sakmdırmaya, onları çepeçevre kuşatmaya ve gözlerini ve kulaklarını gidermeye kadir oduğunu bildirmek üzere, bu âyette kendisini herşeye kadir bir varlık olarak vasıflandırmıştır. [57]

Edebî Sanatlar

Bu âyet-i kerimeler birçok edebî sanatlar ihtiva etmektedir.Onları şöyle özetleyebiliriz:
1. "Onlar inanmış değillerdir" ifadesinde, münafıkların inkarlarında mübalağa vardır. Zira bunun ifadesine uygun şekli dur. Fakat Yüce Allah onları müminler grubunun dışında tutmak için fiil cümlesi yerine isim cümlesi kullanmış ve onların iman etmediklerini vurgulamak için haberin başına tekit edatı olan harf-i çerini getirmiştir.
2. "Allah'a tuzak kuruyorlar" cümlesinde istiâre-i temsiliye vardır. Yüce Allah burada, münafıkların, Allah karşısında küfrü gizleyerek inanmış görünmelerini, padişahını aldatmaya kalkışan tebaanın durumuna benzetmektedir. Burada müşebbehun bihin ismi, istiare yoluyla müşebbeh yerine kullanılmıştır.
3. Ul "Biz ancak ıslâh edicileriz" cümlesinde de kasr sanatı vardır. Bu, mevsufun sıfata hasrı nevinden bir kasrdır. Yani, "biz sadece ıslâh edicileriz, başka bir şey değiliz, demektir.
4. "kalplerinde hastalık vardır" cümlesinde latif bir kinaye vardır. Zira maraz (hastalık) beden için kullanıldığında hakikattir. Burada nifaktan kinaye edilmiştir. Çünkü maraz, beden için, nifak da kalb için bir fesat unsurudur.
5. "Dikkat edin. Şüphesiz onlar, fesatçıların kendileridir." cümlesinde manayı kuvvetlendiren bir çok tekit türü vardır. Cümle, dört kuvvetlendirme edatı ile vurgulanarak söylenmiştir. Bu edatlar şunlardır: Uyarı manası ifade eden te'kit İçin kullanılan zamir-i" fasıl olarak ve cümlenin haberi durumunda olan lafzının marife olmasıdır. Te'kit açısından bu âyetin bir benzeri de âyetidir. Yüce Allah bu âyet ile onların sözlerini en açık ve en kuvvetli bir şekilde reddetmektedir.
6. "Allah onlarla alay eder" âyetinde müşâkele sanatı vardır. Müşâkele yolu ile, istihzanın cezası da İstihza olarak isimlendi­rilmiştir. Müşâkele; "lafızların aynı, manaların farklı olmasıdır. "
7. "Hidayeti sapıklıkla değiştirdiler." Âyetinde istiare-i tasrihiyye vardır. Maksat, onların doğruluğu eğrilikle, imanı da küfür ile değiştirmelerini vurgulamaktır. Bundan dolayı alışverişlerinde kazanamadılar, aksine zarar ettiler. Yüce Allah "satın almak, lafzını "değiştirmek" manasında istiare olarak kullandı ve buna "onlar ticaretlerinde kazançlı olmadı" sözü ile bir açıklık getirdi. Bu, açıklamaya edebiyatta "teşrih" sanatı denir ki, bu istiareyi en yüksek zirveye ulaştırır.[58]
8. cümlesi ile cümlesinde teşbih-i temsilî vardır. Yüce Allah birinci misâlde münafığı, ateş yakan birisine, onun dışardan mü'min görünmesini aydınlığa, o aydınlıktan gördüğü faydanın kesilmesini de ateşin sönmesine benzetmiştir. İkinci misalde ise, toprağın yağmurla hayat bulduğu gibi kalblerinde İslam ile hayat bulmasından dolayı İslam'ı yağmura, kâfirlerin şüphe ve tereddüdlerini karanlıklara, Kur'an'daki vaad ve vaîdleri de gök gürültüsü ve şimşeğe benzetmiştir.[59]
9. "Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir." cümlesinde teş­bih-i beliğ vardır. Yani onlar bu uzuvlardan faydalanmama hususunda sağır, dilsiz ve kör gibidirler. Cümleden teşbih edatı ve vecb-i şebeh hazf edildiği için teşbih-i beliğ olmuştur.
10. "Parmaklarım kulaklarına tıkarlar" cümlesinde mecaz-ı mürsel vardır. Bu mecaz-ı mürsel, bir bütünü söyleyip de onun bir cüz'ünü murat etme kabilindendir. Yani, "parmak uçlarını kulaklarına sokarlar" demektir. Çünkü parmağın tamamının kulağa girmesi mümkün olmaz.
11. Ayet sonlarındaki uygunluğu sağlamak için fasıla harfleri aynı gelmiştir. Bu, kulağa hoş gelir ve ruhta güzel bir tesir bırakır. âyetlerinde olduğu gibi.Bu uygunluk da edebî güzelliklerdendir.[60]

Faydalı Bilgiler

1. Darb-ı meselden maksat, duyu organlarıyla hissedilebilecekmiş gibi uzağı yakınlaştırmak ve manadaki kapalılığı gidermektir, parb-ı mesellerin ruhta fevkalade tesiri vardır. "İşte biz, insanlara bu! darb-ı meselleri getiriyoruz; fakat bunları ancak bilenler düşünüp anlayabilir.[61]
2. Yüce Allah bu âyetlerde münafıkları, onların dalâlete saplandıklarını gösteren ve herbiri son derece çirkin ve âdi olan on sıfatla nitelemiştir. Bu sıfatlar: Yalancılık, aldatma, hile, beyinsizlik, alay etme, yeryüzünde fesat çıkarma, cehalet, sapıklık, şüphe ve tereddüt içinde bulunma ve mü'minlerle alay etmedir. Allah bizi, münafıkların bu hususiyetlerinden korusun.
3. Münafıklar, aslında inanmamış olmalarına ve Rasulullah (sı.a.v.)'m da onların ileri gelenlerini bilmesine rağmen, öldürülmelerine müsaade etmemesinin bir hikmeti vardır... Buharî'nin rivayet ettiği şu hadis de bu hikmeti açıklamaktadır. Rasulullah (s.a.v.) Hz. Ömer (r.a.)'e şöyle demiştir: "Arapların, Muhammed arkadaşlarını öldürüyor, şeklinde konuşmalarını istemem.[62]

Bir Nükte

Büyük âlim İbnu'l-Kayyim şöyle der: Yüce Allah'ın, :"Allah hemen onların aydınlığını giderir." mealindeki sözü üzerine iyice düşünmek gerekir. Burada Cenab-ı Hak :"Allah onların ateşini giderir" buyurmuyor. Halbuki âyetin evvelinde geçen, "bir ateş yakan kimse" lafzına uygun olması için, "Allah onların ateşini giderir" denmeliydi. Bunun izahı şudur. Ateşte aydınlatma ve yakma özelliği vardır. Allah "Allah, onların nurunu giderdi" buyurmakla, bu özellliklerden aydınlatma özelliğini giderdiğini ve yakma özelliğini bıraktığını ifade etmiş oluyor. Yine düşünmeli ki, Allah niçin "onların nurunu" buyurdu da "onların ziyalarını" buyurmadı. Bunun sebebi şudur: Ziya, nurda bulunan bir fazlalıktır. Eğer "Allah onların ziyalarını giderir" buyrulmuş olsaydı, bu, asıl nurun değil de, onda bulunan fazlalığın giderilmiş olduğu vehmini verirdi.
Şunu da düşünmeli ki, Allah niçin buyurarak "nûr" kelimesini müfret zikretti de, “onları karanlıklarda bıraktı" buyurmak suretiyle, "zulmet" kelimesini çoğul olarak kullandı.'Çünkü hak yol tektir. O da Allah'ın doğru yoludur. Ondan başka Allah'a ulaştıran hiçbir yol yoktur. Bunun tersine birçok bâtıl yol vardır ve çeşitli dallara ayrılmıştır. Bundan dolayı Yüce Allah birçok âyet-i kerimede "Hak" kelimesini müfret, "bâtıl" kelimesini çoğul zikretmiştir. Meselâ: "Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır[63] Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur.[64] ve "Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Şu halde ona uyun (başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır[65] mealindeki âyetlerde bâtıl yollar çoğul, hak yolu tekil olarak zikretmiştir. [66]
21. Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz. Umulur ki, böylece korunmuş olursunuz.
22. O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de (kubbemsi) bir tavan yaptı. Gökten su indirerek onun­la, sîze besin olsun dîye çeşitli ürünler çıkardı. Artık bunu bile bile Allah' a şirk koşmayın.
23. Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre ge­tirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah'tan gayrî şa­hitlerinizi {yardımcılarınızı) da çağırın.
24. Bunu yapamazsanız, ki, elbette yapamaycaksınız Yakıtı, insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının. O ateş kâfirler için hazırlanmıştır.
25. İman edip iyi hareket ve davranışlarda bulunan­lar için, içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele! O cennetlerdeki bir meyveden kendilerine rızık olarak yedirildiği vakit, "Bundan önce bize veri­lenlerdendir bu" derler. Bu rıziklar onlara birbirine benzer olarak verilmiştir. Onlar için cennette tertemiz eşler de vardır. Ve onlar orada ebedî kalıcıdırlar.

Bu Ayetlerin Önceki Ayetlerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde insanları nıü'minler, kâfirler ve münafıklar olarak üç sınıfa ayırdı, onların hususiyetlerinden olan saadet veya bedbahtlığı, iman veya nifakı ve onlarla ilgili darb-i meselleri anlatıp sapıklık yollarını açıkladı. Bu âyetlerde de kendisinin birliğini gösteren de-1İ1 ve şahitleri zikretti. Kendisine şükretmeleri için insanlara nimetlerini tanıttı ve hepsine birden "Ey insanlar!" diye hitap etti. Bu hitap, yaratmak ve rızık vermek suretiyle insanlara yapılan ihsanları sayıp dökerek bütün gruplara yöneltilen bir hilap şeklidir. Yüce Allah insanların kalplerinden şek ve şüphe tohumlarını çıkarıp atmak için, Kur'an mucizesini en açık de­lil ve en parlak bir ifade İle onlara açıkladı. [67]

Kelimelerin İzahı:

Sizi yarattı. Halk, icat etmek ve örneği olmaksızın yarat­maktır. Bu kelimenin luğat manası "ölçmek" demektir. Bir kimse takun­yayı ölçü aleti ile ölçüp düzgün bir şekilde yaptığında Araplar Haleka'n-na'le) derler. Tulum yapmak için deriyi Ölçtüğünde de (Haleka'I edime) derler. Haccâc şöyle der:
"Ne Ölçtüysem onu kestim, ne vadettiysem onu yerine getirdim."
Firâş, üzerinde insanların oturduğu ve yatıp uyuduğu yatak ve beşik demektir .
Bina; kubbe, çadır veya ev gibi bina edilen şeylerdir.
Bu kelime, denk, benzer ve nazir manalarına gelen nidd kelime­sinin çoğuludur. Kelâm âlimleri, "Allah'ın benzen ve zıddı yoktur" derler. Şâir Hassan da şöyle der:
"Sen onun dengi olmadığın halde onu hiciv mi ediyorsun? İkinizden kötü olanı iyi olana fedadır.[68]
Zemahşerî bu kelimeyi şöyle açıklar: Nidd, misil yani benzer demek­tir. Bu kelime ancak muhalif ve muarız için kullandır. Cerir şöyla der:
Teym'i bana denk rni sayıyorsunuz?[69]
Vekûd, ateşte yakılan odundur. Kurtubî şöyle der: Vekûd isim olup odun, Vukûd ise, mastar olup yanmak manasınadır.[70]
Hazırlanmış manasına olup i'dâd masdanndan gelmektedir. Beyzâvî şöyle der: "Bu kelime, onlar için hazırlanmış ve onlara azap için malzeme yapılmış" manasınadır.[71]
Bu kelimenin ismi olan beşaret, sevinçten yüz hatlarının değişmesine sebep olan sevindirici haber, müjde manasına gelir. Kötü bir haber için kullanıldığında, şu âyette olduğu gibi "alay" manası ifade eder: "Altın ve gümüşü yığıp da, onları Allah yolunda harcamayan 1 arın var ya, işte onlara acıklı bir azabı müjdele[72] âyeti bunu ifade eder.
"Eş" manasına gelen kelimesinin çoğulu olup erkek ve dişi için kullanılır. "Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleşin[73] mealindeki âyette de bu manada kullanılmıştır. Kadın erkeğin,1 erkek de kadının zevci­dir. Asmaî, "Araplar, müennes olarak zevce kelimesini hemen hemen hiç kullanmamışlardır." der.
"Sürekli olarak kalırlar" demektir. [74]

Âyetlerin Tefsiri

Yüce Allah, birlik ve kudretini gösteren delillere kulların dikkatini çekerek şöyle buyuruyor:
21. "Ey Ademoğulları! Allah'ın size verdiği değerli nimetleri hatırlayınız." Sizi yoktan var eden ve büyütüp besleyen Rabbiniz Allah'a ibadet ediniz. O'nu birleyerek, şükrederek ve itaat ederek O'na kulluk ediniz .Sizi kudretiyle yoktan var eden ve sizden önceki milletleri yaratan O'dur. İşte O Allah'a ibadet edin ki, Müttekîler zümresinden yani hidayet ve felaha kavuşanlar zümresinden olasınız. Beyzâvî der ki: Yüce Allah önceki âyetlerde mükellef grupları sıra ile zikrettikten sonra bu âyetlerde, dinleyiciyi tahrik etmek ve gayrete getirmek, ibadetin önemini ve onun şanının büyüklüğünü göstermek için üçüncü şahsa hitaptan ikinci şahsa hitaba dönerek doğrudan doğruya "Ey insanlar!" diye hitap etti. şeklindeki nida edatı , müstekil olarak te'kit manalarını ifade ettiği için Kur'an'da çok kul­lanılmıştır. Önemine binâen Allah'ın kullarına nida etliği her şeyin vurgulu ve açık bir şekilde nîda edilmesi gerekir. İnsanların bunu iyice anlamaları, bütün kalp- leriyle ona yönelmeleri lâzımdır. Halbuki insanların birçoğudir.[75] Bundan sonra Yüce Allah insanlara verdiği nimetleri sayarak şöyle buyurur: [76]
22. "O, yeryüzünü sizin için bir beşik ve ka­rargah kıldı" Yuvarlak olmasına rağmen, açılmış bir yaygı gibi üzerinde yaşar ve karar kılarsınız. Eğer Allah, arzı bu şekilde yaralmasaydı, sizin için onun üzerinde durmak ve yaşamak mümkün olmazdı. Beyzâvî şöyle der: Allah yerküresini, yayılmış bir döşek gibi insanların üzerinde oturma­larına ve uyumalarına elverişli kıldı. Bu durum, yerin düz olmasını gerek­tirmez. Zira onun hacmi büyük olduğu için, küre şeklinde olması, üzerinde yaşamaya mani değildir.[77] "Göğü de yeryüzünün üstünde kub-bemsi bir şekilde ona tavan yaptı" "Kudretiyle bulutlar­dan tatlı su şeklinde yağmur yağdırdı." "O yağmurla size gıda olarak çeşitli meyveler ve sebzeler bitirdi "O halde, ibadet hususunda putları ve insanları Allah'a or­tak koşmayınız" Halbuki siz onların hiçbir şeyi yaratamayacaklarını ve rızık veremeyeceklerini; Allah'ın tek başına yaratıcı, rızık verici, güç ve kudret sahibi olduğunu biliyorsunuz. İbn Kesir şöyle der:. Yüce Allah tek ilah olduğunu açıklamaya, kullarını yoktan yaratması ve onlara bunca ni­metler vermesi sebebiyle, nimet verenin sadece kendisi olduğunu ifade ederek başladı. Burada semadan maksat bulutlardır. İnsanların ihtiyacı anında buluttan yağmuru indiren de Yüce Allah'tır. O. bu yağmurla,insanlar ve hayvanlar için rızık olarak birçok ürün ve meyveler yaratır. Bu şu de­mektir. Allah Teâlâ yaratandır, rızıklandirandır, dünyanın ve o dünyada yaşayanların sahibi ve rızıklarmı verendir. İşte bunun içindir ki, ibadete layık olan sadece odur, başkası O'na ortak koşulamaz.[78] Yüce Allah bir olduğunun delillerini zikrettikten sonra, peygamberliğin gerçek oluşunu anlatmak için Kur'an'ın mu'cize oluşunu delil getirdi. [79]
23. "Ey insanlar! Eğer siz, kulumuz ve rasülümüz Muhammed'e indirmiş olduğumuz, ifadesi, kanun koyması ve dizilişinde mu'ciz olan Kur'an'm doğruluğunda şek ve şüphe ediyorsanız.ihtiva ettiği belagat, fesahat ve beyan sanatlarında, bu Kur'an'm benzeri bir sure getiriniz "Kur'an'a benzer getirme hususunda size yardım edecek, Allah'tan başka yardımcı­larınızı da çağırınız" Yani Allah'tan başka dilediğiniz kimseden yardım is­teyiniz.
Beyzâvî şöyle der: Bunun manası şudur: Kur'an'm benzerini getirmek için yapınızda-bulunan veya Allah'tan başka yardımlarını umduğunuz insanlar, cinler ve tanrılarınızı yardıma çağırınız. Bilinmeli ki Allah'tan başka hiç kimse onun benzerini getiremez.[80] "Eğer onun uydurma ve beşer sözü olduğu hususundaki iddianızda doğru iseniz, haydi buyrun, bir benzerini getirin. "Bu cümlenin cevabı metinden kaldırılmış olup önceki cümle bunu göstermektedir. [81]
24. "Eğer yapamazsanız" açık ve yerli yerinde konuşan yüksek edebî şahsiyetlerinizden yardım almanıza rağmen eğer bu Kur'an'm surelerinden birinin benzerini getiremiyorsanız, geçmişte de bunun dengi veya buna yakın bir şey getirmekten âciz kaldıysanız "Ki, gele­cekte de bunun benzerini asla getiremeyeceksiniz" Öyleyse Cehennemden sakınınız. Bu cümle, ara cümlesi olup insanların şu anda ve gelecekte Kur'­an'm bir benzerini getirmekten aczine işaret eder. Nitekim: "Birbirlerine destek olsalar da onun benzerini ortaya koyamazlar[82] mealindeki âyette de buna işaret edilmiştir. İbn Kesir der ki: "Araplar milletlerin en güzel konuşanı olmalarına rağmen Kur'an kendilerine meydan okuduğunda ona karşı çıkmaktan âciz kaldılar. edatı, gelecekte sürekli olumsuzluk ifade eder. Manası: "Ebediyyen onun bir benzerini getiremeyeceksiniz" demek olur. İşte bu da başka bir mucizedir. Zira Yüce Allah kesin bir şekilde ve hiçbir şeyden asla korkmak sızın, ebediyyen ve sonsuza değin bunun bir benzerinin getirilemeyeceğini haber vermiştir. Durum O'nun haber verdiği gibi olmuş ve o tarihten zamanımıza kadar bir benzeri getirileme­miştir. Kim Kur'an üzerinde düşünürse, onda i'câz yönlerinden, gerek lafız, gerekse mana yönünden açık ve gizli birçok sanat bulur.
Arap dilini bilen ve kelamın çeşitli kalıplara göre aldığı manayı an­layan kimseler, Kur'an'm tamamının son derece açık olduğunu görürler.[83] Mademki Kur'an'm bir benzerini getiremeyeceksiniz, o halde Allah'ın azabından korkunuz ve O'nun inkarcılar için hazırlamış olduğu Cehennem ateşinden sakınınız. Yani, tutuşturma madde­si olarak kâfirlerin ve onların, Allah'ı bırakarak tapmış oldukları putların kullanıldığı cehennem ateşinden sakınınız. Nitekim: "Siz ve Allah'ın dışında taptığınız şeyler "cehennem yongasıdır[84] mealindeki âyette bu mana vurgulanmıştır. Mücâhid, buradaki (biçâre) kelimesini şöyle açıklar: " Leşten daha fena kokulu kükürt taşıdır ki", kâfirler ateşle birlikte bununla azab görürler". "Bu cehennem kâfirler için hazırlanmıştır" ve onlar için pusuda beklemektedir. Onlar orada her çeşit horlayıcı azabı tadarlar.
mak için Kur'an'm özendirme ve korkutma üslubuyla bu âyetlerde de dost­larına hazırlamış olduğu şeyleri anlattı ve şöyle buyurdu: [85]
25. "Ey Muhammedi Dünyada güzel iş yapan, iman ile güzel işleri birlikte yürüten müttakî mü'minleri müjdele" "Onlar için, içinde köşkler ve ağaçlar bulunan bahçeler ve bostanlar hazırlanmıştır. O köşklerin ve meskenlerin altından cennet ırmakları akmaktadır.[86] "Onlara bir nimet ve cennet meyvelerinden bir nzık verildikçe" "Bu nimet bize, daha önceki yemeğin bir benzeridir" derler. "Müfessirler şöyle der: Cennet ehline nzık olarak cennet meyveleri verilir. O rızkıonlara me­lekler getirir. Onlara ikinci defa sunulduğunda: "Bu, daha önce bize getirdiğiniz şeydir" derler. Melekler: "Ey Allah'ın kulu, ye. Rengi aynı olmakla beraber tadı farklıdır." derler.[87] Yüce Allah şöyle buyurur: "Onlara , tat ve lezzetinde değil, şekil ve görünüş bakımından birbirlerine benzeyen rızıklar verilir." İbn Cerir şöyle der: Renk ve görünümünde bir Öncekine benzemekle birlikte, tat bakımından benzemez. İbn Abbas (r.a.) da: " Cennette olan hiç bir şey dünyadakilere benzemez. Sadece isimleri birbirine benzer" der. "Onlar için cennette, maddî ve manevî pislik ve kirlerden temizlenmiş iri gözlü hurilerden eşler vardır." İbn Abbas(r.a.) :Bu eşler pislik ve hayızdan temizlenmişlerdir, der. Mücahid ise: "Hayız, nifas, büyük abdest, küçük abdest, sümük ve balgam­dan temizlenmiştir." der. Hadiste, dünyadaki mü'min hanımların kıyamet gününde irigözlü hurilerden daha güzel olacağı haber verilmiştir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: Gerçekten biz hurileri yepyeni bir yaratı­lışla yarattık. Onları bakireler kıldık. Eşleriyle yaşıt ve onlara düşkündür­ler.[88] "Onlar orada devamlı kalacaklardır. " İşte bu, tam bir saadettir. Mü'minler bu nimetler içinde emin bir yerdedirler. Eşleriyle birlikte, kesintiye uğramaksızm ebedî bir mutluluk içerisinde yaşarlar. [89]

Edebî Sanatlar

1. "Rabbinize ibadet edin" cümlesinde, Rabb kelimesinin muhatab zamirine muzaf olarak zikredilmesi, Allah'ın şanını yüceltme ve ona saygıyı ifade eder..
2. "Kulumuza" terkibinde, kelimesinin li zamirini tamlaması, peygamberi şereflendirmek ve şerefi ona tahsis içindir. Bu, Rasulul-lah (s.a.v.)'m en şerefli vasfıdır.
3. "Bir sure getirin" cümlesinde, karşısındakini âciz bırak -ma vardır. Burada emir kipi âciz bırakmak manasında kullanılmıştır. Sûre kelimesinin nekre olarak getirilmesi de kapsam ifade eder.
4. "Yeryüzünü sizin için bir yatak, göğü de tavan kıldı" cümlesinde ince bir mukabele sanatı vardır. Zira âyette 'in mukabilinde 'in mukabilinde de * tu zikredilmiştir. Bu da güzel edebî sanatlardandır.
5. "Yapamayacaksınız" cümlesi, mu'teriza cümlesi olup geçmişte ve gelecekte meydan okumayı ifade etmekte ve bütün asırlarda muhatapların tam bir acz içinde olacaklarını vurgulamıştır.
6. "Ateşten sakının" cümlesinde ise, kinaye yoluyla güzel bir icaz vardır. Yani : "Kur'an'm benzerini getirmekten âciz kaldıysanız, onun hak olduğunu tasdik ederek cehennem ateşinden sakınınız" demektir. [90]
26. Şüphesiz Allah sivrisinek ve ondan daha büyüğü ile misâl getirmekten çekinmez. İman etmişlere gelince, onlar böyle misâllerin Rabblerinden gelen bir hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kâfirler ise, "Allah böyle misâl vermekle ne murad eder?" derler. Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği misâllerle Allah ancak fâsıkları saptırır.
27. Onlar öyle sapıklar ki, kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönerler, Allah'ın, ziyaret edilip hâl ve hatırının sorulmasını istediği kimseleri ziyaretten vaz­geçerler ve yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar. İşte onlar gerçekten zarara uğrayanlardır.
28. Ey kâfirler! Siz (henüz yokken) size (hayat veren) Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Şunu bilin ki, sonra sizi O öldürecek, tekrar O diriltecektir. Tekrar O'na döndürüleceksiniz..
29. O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Son­ra semâya yöneldi, onu yedi kat olarak yaratıp düzenledi. O, herşeyi hakkıyla bilendir.

Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Yüce Allah kesin ve parlak delillerle, şüphe getirmeyecek şekilde, Kur'an'ın Allah kelamı ve son peygambere indirilmiş mucize kitap olduğunu açıkladıktan ve Kur'an'ın en kısa surelerinden birinin benzerini getirmeleri için muarızlarına meydan okuduktan sonra, bu âyetlerde, Kur'an'ı tenkit maksadıyla kâfirlerin ileri sürdüğü bir şüpheyi ortaya getir­mektedir. Bu şüphe, Kur'an-ı Kerim'de arı, sinek, örümcek,karınca ve ben­zeri, şeylerin zikredilmiş olmasıdır. Onlara göre, bu gibi şeylerin, Allah kelamında değil, fasih Arapların sözlerinde bile zikredilmesi uygun değildir. Allah, onların ortaya attığı bu şüpheye şöyle bir red cevabı verdi: Verilen misal yüce bir hikmeti ihtiva ediyorsa, bu şeylerin küçüklüğü, Kur'an'ın fesahat ve i'cazı için bir kusur değildir. [91]

Kelimelerin İzahı

"Bırakmaz" Haya, ayıplanma ve kınanma korkusundan in­sanda meydana gelen değişikliktir. Burada, bu değişikliğin gereği kasdedil-mektedir ki, o da "bırakmak"tır. Zemahşerî şöyle der: Yani Allah, hakir görüldüğü için utanarak sineğin adını anmayan kimse gibi, sivrisinekle darb-ı mesel getirmeyi terketmez.[92]
"Ondan daha küçük"
Arap dilinde fısk kelimesinin asıl manası, bir şeyden çıkmak demektir. Allah'a itaatten çıktığı için münafığa fâsık denir. Ferra bu keli­meyi şöyle açıklar: Fâsık, çıkan manasına olup, Arapların "hurma kabu­ğundan çıktı" manasına gelen sözünden alınmıştır. Fâsığa Allah'a itatten çıktığı için fâsık denilir. Fareye de, zarar vermek maksadıyla, deliğinden çıktığı için küçültme ismi olarak füveysika denir.[93]
Bozarlar. Nakz, diziyi dağıtmak, yapılan bir binayı veya bükülmüş bir ipi veya verilen bir sözü bozmak demektir. Nakz kelimesi Kur'an'ı Kerim'de bu manalarda zikredilmiştir. "İpliğini sağlamca büktük­ten sonra bozan kadın gibi olmayın[94], "Sözlerinden dönmeleri sebebiy-le....[95]
Ahd, insanın başkasına verdiği teminattır. Jl ilâ harf-i çeri ile kullanıldığında "tavsiye etmek" manasına gelir..
Misâk, yeminle pekiştirilerek verilen sözdür. Bu, ahidden daha kuvvetlidir.
İstiva aslında, itidal ve istikamet manasına gelir. Bu kelime doğru ve düzgün ağaç için kullanıldığı gibi, "Ona ok gibi gitti" teşbihinde de bu manada kullanılır. Sa'leb: "İstiva, bir şeye yönelmek manasına gelir" dedi.[96]
Onları muhkem ve sağlam bir şekilde yarattı. Bir başka görüşe göre bunun manası: "Onları çeşitli hallere soktu." demektir. [97]

Nüzul Sebebi

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de sinek ve örümceği zikredip bunlarla müşriklere darb-ı mesel getirince Yahudiler buna güldü ve şöyle dediler: "Bu, Allah kelâmına benzemiyor. Allah bu âdi şeyleri anlatmakla ne kas-dediyor? Bunun üzerine bu âyetler nazil oldu.[98]

Âyetlerin Tefsiri

Yüce Allah, yahudi ve münafıkların iddialarını reddetmek üzere
şöyle buyurur:
26. "Şüphesiz Allah, küçük olsun büyük olsun, herhangi bir şeyle darb-ı mesel getirmekten sakınıp çekinmez." "Bu mesel,ister sivrisinek, isterse hakirlik ve küçüklükte on­dan daha aşağı derecede olan başka bir şeyle getirilsin, farketmez" Allah, sineği yaratmaktan çekinmediği gibi onunla darb-ı mesel getirmekten de çekinmez. "Mü'minler Allah'ın hak olduğunu, haktan başka bir şey söylemeyeceğini ve bu darb-ı meselin de Allah'tan olduğunu bilirler. "Kâfir olanlara gelince, bu darb-ı mesellere hayret ederler ve : "Bu hakir şeyleri darb-ı mesel getirmekle Allah ne kasdediyor?" derler" Yüce Allah onlara cevaben der ki "Allah bu darb-ı meselle, onu inkâr ettikleri için birçok kâfiri saptırır; ona inandıkları için de birçok mü'mini onunla hidayete erdirir. " Böylece kâfirlerin dalâleti, mü'minlerin de hidayeti artar. "Allah bu darb-ı meselle veya bu Kur'an'la, kendisine itaatten ayrılan ve âyetlerini inkâr edenlerden başkasını saptırmaz"
Daha sonra Yüce Allah bu fâşıkların vasıflarım sayarak şöyle buyu­rur: [99]
27. Allah'ın, semavî kitaplarda, Mu-hammed (a.s.)'e iman edeceklerine dair kendilerinden almış olduğu sağlam ahdi bozarlar, veya Allah'a iman, peygamberleri tasdik ve şeriatlerle amel hususunda Allah'a verdikleri her türlü söz ve ahdi bozarlar.
"Allah'ın, ziyaret edilip hal ve hatırının sorulmasını istediği akrabaları ziyareti terkederler. " Âyette geçen "L" kelimesinin manası umumî olup peygamberler ve yakın akrabalarla ilgiyi kesmek, mü'minlerle dost olmayı terketmek gibi Allah'ın razı olmadığı her türlü ilgiyi kesmeyi kapsar, Masiyet,fitne, imandan men etme ve Kur'an etrafında şüphe yayma gibi davranışla yeryüzünde fesat çıkarırlar. "İşte bunlar, bu çirkin vasıflarla vasıflananlar, "ziyana uğrayanla­rın kendileridir." Çünkü onlar hidayet yerine dalaleti, mağfiret yerine azabı tercih ettiler. Böylece ebedî cehenneme gittiler. [100]
28. Bu âyetteki soru edatı, kınama ve inkar içindir. Manası şöyledir: "Yaratan Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz?" Halbuki siz babalarınızın sulbünde ve annelerinizin rahimlerinde, yokluk aleminde bir nutfe idiniz de, sizi yaratıp dünya yüzüne çıkarttı Sonra eceliniz geldiğinde sizi öldürecek" Daha sonra sizi kabirlerinizden yeniden dinletecek "Sonra da, kıyamet gününde hesap ve ceza için O'na döndürüleceksiniz."Daha sonra Yüce Al­lah, öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğunu gösteren delili zikretti. [101]
29. O, faydalanmanız ve Allah'ın ya­ratıcı ve rızık verici olduğunu bilmeniz için yeryüzünü ve onda bulunanları sizin için yaratandır. Sonra iradesini semaya yöneltti ve onları muhkem bir şekilde yedi sema olarak yarattı. İşte bu, O'nun yüce kudretinin delilidir. "O, yarattığı ve icat ettiği herşeyi bilicidir" Bu gökler sizden daha büyük olduğu halde, onları yaratmaya kadir olan Allah'ın sizi yeniden diriltmeye kadir olacağını düşünemiyor musunuz? Evet, O herşeye kadirdir. [102]

Edebî Sanatlar

1. "Terketmez" kelimesi, zikr-i melzum irade-i lâzım kab­ilinden bir mecazdır. "Terketmez" manasınadır. Allah "terk" yerine "haya" kelimesini kullandı. Çünkü terk, hayanın neticesidir. Bir kimse birşeyi yap maktan haya ederse onu terkeder.[103]
2. "Allah'a verdikleri sözü bozarlar" cümlesinde istiare-i mekniyye vardır. Zira burada ahd ipe benzetilmiş, müşebbehun bih olan ir. hazfedilmiş ve istiâre-i mekniyye yoluyla, onun levazımından olan naks (çözme) ile ona işaret edilmiştir.
3. "Allah'ı nasıl inkar ediyorsunuz" Cümlesinde iltifa sanatı vardır. Kınama ve azarlama ifade eden. Yüce Allah kelamı, dalı; Önce üçüncü şahıs kipi ile söylerken, burada onu bırakarak ikinci şahıs ki­pine dönmüştür. Bu da bir edebî sanat nev'idir.
4. kelimesi, mübalağa kalıplarmdandır. Manası: "İlmi, herşeyi kuşatacak şekilde geniş olan" demektir. Ebu Hayyân şöyle der; Yüce Allah kendini "âlim", "alîm" ve "allâm" vasıflarıyla vasıflandırdı. Bu son iki vasıf mübalağa ifade eder. Araplar, aşırılığı pekiştirmek için "allâm" keli­mesinin sonuna "tâ" ilave ederek "allâme" derler. Kelimenin bu şekliyle Allah için kullanılması caiz değildir.[104]

Faydalı Bilgiler

1. Zemahşerî şöyle der:Darb-ı mesel manayı açtığı ve anlatılmak is­tenen maksadı açıkça ortaya koyduğu için ona başvurulur. Kendisiyle darb-ı mesel getirilen şeyin büyüklüğü ve küçüklüğü, kendisi için darb-ı mesel getirilen şeyin durumu neyi gerektiriyorsa ona göre değişir. Görmüyor mu­sun? Hak apaçık olduğundan, Yüce Allah onun için ziya ve nur ile misal getirdi. Bâtıl, hakkın tam zıddı bir vasfa sahip olduğundan onun için de "zulûmat"ı misâl verdi. Kâfirlerin, Allah'a ortak koştukları ilâhların duru­mundan daha hakir ve daha düşük bir şey olmadığından, zayıflık ve gevşeklik hususunda, onlar için darb-ı mesel olarak örümcek ağım getirdi: "Onların durumu, kendine yuva yapan örümceğin durumu gibidir[105] ki, Örümcek o yuvayı sinekten daha zayıf ve daha değersiz yapmıştır. Yüce Allah bir başka âyette de şöyle buyurur: "Allah'ı bırakıp ta taptıklarınız, bir sinek yaratmak için bir araya gelseler bile, yaratamazlar. Sinek onlardan birşey kapsa, onu ondan geri alamazlar" [106]Asıl şaşılacak şey, insanlar sürekli olarak hayvanlarla, kuşlarla, böcekler ve zehirli haşerelerle darb-ı mesel getirirken onların bunu nasıl inkâr ettikleridir, tşte Arap darb-ı me­selleri, şehirlisinin de bedevisinin de dillerinde yaşamaktadır.[107]
2. "Allah onunla birçoğunu saptırır, birçoğu­nu da doğru yola iletir." cümlesinde, onların kulağına gelen ilk cevabın, on­ların maneviyatını bozacak ve güçlerini kıracak korkunç bir şey olduğunu vurgulamak için "saptırmak" ifade eden "idlâl" kelimesi, "hidayet" kelime­sinden önce zikredilmiştir. Yenilenme ve devamlılık ifade ettiği için geniş zaman kipi tercih olunmuştur. Ebussuûd bunu böyle açıklamıştır.[108]
3. İbnul-Cüzeyy, "Teshil" adlı eserinde şöyle der: "O, yerde ne varsa-hepsini sizin için yarattı. Sonra semaya yöneldi" mealindeki âyet, Yüce Al lah'ın gökleri yerden sonra yaratmış olmasını gerektirir."Ondan sonra da yer küreyi döşedi[109] mealindeki âyetin zahiri bunun aksini göstermektedir.
Zahiren ihtilaflı görünen bu âyetleri iki şekilde uzlaştırmak mümkündür. 1.Yerküresi, göklerden önce yaratılmış, fakat göklerin yaratılmasından sonra döşenmiştir. Bu durumda aralarında bir çelişki yoktur. 2. âyetinde kelimesi, haberleri tertib ile vermek için kullanılmıştır.[110]
30. Hatırla ki: Rabbin meleklere, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" dedi. Onlar, "Bizler hamdinle seni teşbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesad çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?" dediler, Allah da onlara "sizin bilemeye­ceğinizi herhalde ben bilirim" dedi.
31. Allah Âdem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra on­ları önce meleklere arzedip: "Eğer siz sözünüzde sâdık iseniz; şunlarm isimlerini bana bildirin" dedi.
32. Melekler "Ya Rab! Seni noksan sıfatlardan ten­zih eder, kemâl sıfatlar ile tavsif ederiz ki, Senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakim olan ancak Sensin" dediler.
33. (Bunun üzerine) "Ey Âdem! Eşyanın isimlerini meleklere anlat" dedi. Âdem eşyanın isimlerini onlara anlatınca, "Ben size, muhakkak semâvat ve arzda görülmeyenleri bilirim. Bundan da öte, gizli ve açık yapmakta olduklarınızı da bilirim, dememiş miydim?" dedi.

Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Yüce Allah, kullarına, yaratma, icat etme, yeryüzünde bulunan herşeyi onların emrine verme ve onları yokluktan
varlık âlemine çıkarma gibi nimetlerini sayıp döktükten sonra onların yaratılışını anlatmaya başladı ve onların babalarını halife kılmak, cennete yerleştirmek ve sânını yüceltmek için melekleri ona secde ettirmek gibi nimetlerle şereflendirdiğini ve ona itibar kazandırdığını insanlara bildirdi. Şüphe yok ki, babaya yapılan ihsan, çocuklarına da ihsandır. Babalara verilen nimet, çocuklara da nimettir. Bundan dolayı Allah'ın Âdemoğullarma bunu hatırlatması uygun olmuştur. Çünkü hatırlatmak da, Allah'ın insanlara ih­san ettiği nimet tüderindendir. [111]

Kelimelerin İzahı

"İz" kelimesi zaman zarfıdır, metinde bulunmayan bir fiil ile man-subtur. Takdiri veya şeklindedir. Bazan âyetinde olduğu gibi, mahzuf fiil sarahaten zikredilir. Müberred şöyle der: "İz edatı, geniş zaman fiili ile birlikte kullanıldığında , geniş zamanın ma­nası geçmiş zaman olur. Âyetinde böyledir. Bunun manası: "Kâfirlerin sana tuzak kurdukları zamanı hatırla" demektir. İzâ edatı da, mazinin başına geldiğinde onun manasını gelecek zamana çevirir, liü iulkll lil âyetlerindeki » manasınadır.[112]
Halife, başkasının arkasından gelen ve onun yerine geçen kim­se demektir. Bu kelime (faîl) kalıbında olup (fail) manasınadır. So­nundaki tâ mübalağa için gelmiştir. İnsan, Allah (c.c.)' m hükümlerini icra etme ve O'nun rabbanî emirlerini uygulama hususunda O'na vekalet ettiği için " halife" diye isimlendirilmiştir. Nitekim: "Ey Davud! Biz seni yeryü­zünde halife yaptık.[113] mealindeki âyette de bu manada kullanılmıştır.
Döker. Sefk, dökmek ve akıtmak demektir. Kan akıtmanın dışında kullanılmaz. Misbah adlı kitabın müellifi şöyle der: Kanı sefk et­mek, onu akıtmak demektir.,Darabe babından gelir.
"Teşbih ederiz" Teşbih, Allah'ı kötülükten uzak tutmak ve ten­zih etmektir.[114] Bu kelime koşmak, gitmek ve yüzmek manalarına gelen sehh kelimesinden türemiştir. "Zira gündüz vakti senin uzun boylu koşuşturman (meşguliyetin) vardır[115] mealindeki âyette de bu manada kul­lanılmıştır. Teşbih eden kimse, Allah'ı tenzihe koşan kimse demektir.
Takdis ederiz" Takdis, temizlemek, demektir. "Arz-ı mukad­dese" ve "Ruhu'1-Kuds" terkiplerinde de bu manada kullanılmıştır. Bu ke­limenin zıddı tencis (pislctmek)tir. Allah'ı takdis etmek dernek, onu yüceltme, ululama ve şanına lâyık olmayan şeylerle O'nu anmaktan uzak durma demektir. Müslim'in Sahih"inde şöyle rivayet edilmiştir: Rasulullah (s.a.v.) rükû ve sücudunda: O, çok teşbih edilen çok takdis edilen, meleklerin ve Ruh'un Rabbi'dir." derdi.[116]
Bana haber verin" demektir. Nebe'de, büyük faydası olan önemli "haber manasınadır. "O, büyük bir haberdir."81 mealindeki âyette de bu manayadır.
"Açığa çıkarıyorsunuz" demektir.
"Gizliyorsunuz" demektir. Ketm-i ilimde, bu kökten olup "il­mi gizlemek" manasınadır. [117]

Âyetlerin Tefsiri

30. "Ey Muhammedi Rabbi-nin meleklere:"Ben yeryüzünde bana vekaleten hükümlerimi uygulayacak birini yaratacak ve onu kendime halife edineceğim" dediği zamanı hatırla" ve bunu kavmine anlat. Bu halife Âdem(a.s.) veya asırdan aşıra, nesilden nesile birbirlerinin yerine geçecek ve Allah'ın hükümlerini icra edecek bir kavimdir, Melekler hayret ve şaşkınlıkla şöyle dediler: Onları nasıl halife ediniyorsun!...Onların içinde isyanla yeryüzünde fesat çıkaracak, taşkınlık ve zulümle kan dökecek kimseler vardır, Halbuki biz sana hamd ile birlikte, layık olmayan şeylerden seni tenzih ediyoruz. Sana saygı gösteriyoruz ve inkarcıların sana isnad ettiği şeylerle anmaktan seni tenzih ediyoruz.
Yüce Allah onlara şöyle cevap verdi: "Size gizli kalan birçok yararlı şeyleri ben bilirim" Halife yaratmada, sizin bilmediğiniz, fa­kat benim bildiğim hikmetler vardır. [118]
31. Allah Adem'e (a.s.) isim verilen bütün var­lıkların isimlerini öğretti. İbn Abbas: Allah Âdem'e herşeyin ismini öğretti..Hatta çanak çömleğin ismini bile öğretti."der. Sonra o varlıkları meleklere gösterdi ve onları susturmak maksadıyla sor­du: ve dediki: Hilafete, benim halîfe ta­yin ettiğim kimseden, sizin daha layık olduğunuz hususundaki iddianızda doğru iseniz, bu gördüğünüz mahlukatm isimlerini bana bildirin. Kısacası, Allah Teâlâ Âdem( a.s.)'e, meleklerin bilmediği şeyleri öğretmek, eşyayı, isimlen, cinsleri ve dillen meleklere değil de, özel olarak ona tam bir şekilde tanıtmakla, onun meleklere karşı Üstünlüğünü gösterdi. Bunun üzerine melekler acz ve kusurlarım itiraf ederek: [119]
32. Dediler ki: Ey Allah'ım! Seni nok­sanlıktan tenzih ederiz. Bizim, senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur." Sana hiçbir şey gizli kalmaz, kuşkusuz sen herşeyi bilirsin. Sen hikmetinin gerektirdiği şeyden başkasını yapmazsın. [120]
33. Bunun üzerine Yüce Allah Âdem ( a.s.)'e: Ey Âdem, bunların bilmekten âciz kaldıkları ve bilgilerinin o mertebeye ulaşamadığını itiraf ettikleri o isimleri kendilerine bildir. Âdem (a.s.) bütün eşyayı bildirip isimlerini ve yaratılış hikmetlerini söyleyince Yüce Allah meleklere şöyle buyurdu: Göklerde ve yerde sizin bilmediğiniz şeyleri ben bilirim, diye size bildirmemiş miydim? Sizin açığa vur­duğunuzu ve Allah'ın sizden daha üstün bir varlık yaratmayacağına dair içinizde sakladığınız iddianızı da bilirim dememiş miydim?
Rivayet edildiğine göre, Yüce Allah Âdem (a.s.)'i yaratınca melekler onun enteresan yaratılışını gördü ve şöyle dediler: "Rabbimiz ne isterse ya­ratsın. O, kendisi katında bizden daha şerefli bir mahluk yaratmayacaktır. [121]

Edebi Sanatlar

1. "Hani, Rabbin demişti" ifadesinde, Rabb kelimesinin Rasule tamlayan olarak gelmesi, peygamberin şerefini ve makamının yüceliğini göstermek içindir. lafzının, ifade­sinden önce gelmesi, meleklere önem verildiğini ve yaratılacak halifeye dikkatlerinin çekildiğini göstermektedir
2. "Bana haber verin" emir kipi, hakikî manasında değil, âciz bırakmak ve susturmak için kullanılmıştır.
3. "Adem onlara eşyanın isimlerini haber verince cümlesinde hazif yoluyla mecaz vardır. Takdiri: "Onlara onları haber ver. Adem onlara haber verince" şeklindedir. Manası anlaşıl­dığı için hazfedilmiştir.
4. "Sonra onlara arzetti" Bunda tağlîb sanatı vardır. Zira zamiri, erkek akıl sahipleri için kullanılan bir zamirdir. Eğer tağlib sanat olmasaydı, şeklinde olurdu.
5. "Ben, göklerdeki ğaybı bilirim" cümlesindeki cümlesinde tekrar zikredilmiştir. Bu da verilen haber* önem vermek ve Allah' m ilminin bütün eşyayı kuşattığına dikkat çekme! içindir. Buna "ıtnâb sanatı" denilir.
6. Bu âyetin sonundaki kelimelerinde bedi' ilminde "tıbâk" denilen sanat vardır. [122]

Faydalı Bilgiler

1. Bazı ilim adamları şöyle der: Yüce Allah'ın meleklere Âdem (a.s.)'i yaratacağını ve onu yeryüzünde kendine halife kılacağını haber vermesi, kullarına, işlerine girişmeden önce danışmayı Öğretmek içindir.
2. Âdem (a.s)'in halife kılınmasındaki hikmet, Allah' m halifeye muhtaç olması değil, kullara bir rahmettir. Zira kulların vasıtasız olarak, hatta melek vasıtasıyla Allah' in emir ve yasaklarım almaları mümkün değildir. Peygamberlerin beşerden gönderilmesi, Allah'ın insanlara rahmet, lütuf ve ihsanıdır.
3. Hafız İbn Kesir şöyle der: "Meleklerin, "yerüzünde fesat çıkaracak... insanı mı yaratıyorsun!.." şeklindeki sözleri Allah'a karşı bir itiraz ve Âdemoğullanna karşı bir kıskançlık için değildir. Sadece bu husustaki hik­metin açıklanmasını istemek ve öğrenmek için bir sorudur. Şunu demek is­tiyorlar: "Onların içinde yeryüzünde fesat çıkaracak kimseler bulunduğu halde, yaratıl mal arın daki hikmet nedir?[123] İbnu'l-Cizzi: Meleklerin, Âdem oğullarının fesat çıkaracağını bilmeleri, Allah'ın bu hususta kendilerine bilgi vermesiyle olmuştu" der. Bazıları da şöyle der: "Yeryüzünde cinler vardı.Fesat çıkarttılar. Allah onlara melekler gönderdi de melekler onları Öldürdü. Bunun için, melekler Âdemoğullarını onlara kıyas etmişlerdir.[124]
4. Şa'bîye,"Şeytan'm eşi var mıydı?" diye soruldu. O da, "Ben böyle bir düğün görmedim" diye cevap verdi. Şa'bî diyor ki, Biraz sonra "Şimdi sîz, beni bırakıp da onu ve onun zürriyetini mi dost ediniyorsunuz?[125] mealindeki âyeti okuyanca anladım ki, eş olmadan zürriyet olmaz. Bunun üzerine: "Evet, onun eşi vardır. " dedim.[126]
34. Bir zamanlar biz meleklere "Âdem'e secde edin" dedik. İblis hâriç hepsi secde ettiler. O, yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.
35. Biz, "Ey Âdem! Sen ve eşin beraberce cennete yerleşin, orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin, sadece şu ağaca yaklaşma­yın. Yoksa her ikiniz de zâlimlerden olursunuz" dedik.
36. Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi te­cavüz ettirdi ve içinde bulundukları cennetten onları çıkardı. Bunun üzerine "Birbirinize düşman olarak i-niniz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zama­na dek yaşamak vardır. " dedik.
37. Daha sonra Âdem, Rabbinden bir takım il­hamlar aldı ve derhal tevbe etti. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.
38. Dedik ki: "Hepiniz Cennetten inin! Eğer Ben­den size bir hidâyet gelir de her kim hidâyetime tâbi olursa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler.
39. İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennemliktir, onlar orada ebedî kalırlar.

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde meleklerin ulaşamadığı derin bilgiyi sadece Âdem( a.s.)'e verdiğini bildirdiği gibi hilafeti de yalnız ona ver­diğini bildirdi. Bu âyet-i kerimeler de de Allah, ona lütfettiği başka bir şerefi de açıklamaktadır. O da, Allah'ın meleklere Âdem (a.s.)'e secde et­melerini, emretmesidir. Bu şeref, bütün beşeriyetin babası olan Âdem (a.s.)' in [şahsında, insan nevine verilen en yüce şereftir. [127]

Kelimelerin İzahı

Secde aslında, kendisine secde edilen kimse için eğilmek ve yüceliğini belirtmek demektir. Şer'î mânâsı, alnı yere koymaktır.
İblis, şeytanın adıdır. Arapça değildir. Bir görüşe göre, ümit­sizliğe düşmek mânâsına olan iblâs kelimesinden türemiştir.
Kaçındı. îbâ, birşeyi yapma imkânı olduğu halde yapmaktan ka­çınmak demektir.
Kibirlendi. İstikbâr, kendini büyük görmek ve böbürlenmek de­mektir,
Meşakkatsiz olarak bolca demektir. Rağad: Bolluk içinde yaşamak manasınadır. Toplum, bolluk içinde yaşadığında Araplar, derler. Şâir aşağıdaki beytinde kelimesini bu manada kullanmıştır.
Kişiyi müreffeh, hadiselerden emin bir şekilde bolluk içerisinde yaşarken gördüğün zaman....
"Onların ayağını kaydırdı" İzlâl, ayak sürçmesi mânâsına ge­len zelel kelimesinden türemiştir. Birisinin ayağı kaydığında de­nilir. Daha sonra bu kelime, mecaz olarak, hata etmek mânâsında kul­lanıldı. Kişi, hata ettiği ve yapmaması gereken bir şeyi yaptığında denilir. Bu hatanın işlenmesine başkası sebep olursa denilir.[128]
Müstekarr. Yerleşme yeri demektir.
Meta'; yenilecek, içilecek, giyilecek ve benzeri faydalanılabi­lecek şeydir.
Telakki, aslında karşılamak manasınadır. Arapların, "Hacıları karşılamak için çıktık" şeklindeki sözlerinde bu mânâda kullanılmıştır. Bu kelime daha sonra, birşeyi alıp kabul etme mânâsında kullanıldı. Araplar, "Falandan mektup aldım ve kabul ettim" mânâsına, derler.
Tevbe etti. Tevbe, lügatte dönmek demektir. (an) edatı ile kullanıldığında isyandan dönmek mânâsına gelir edatı ile kul­lanılırsa, tevbeyi kabul etmek mânâsını ifade eder. [129]

Âyetlerin Tefsiri

34. Ey Muhammedi Kavmine, bizim melek­lere "Âdem'e ibadet secdesi ile değil de, selam ve hürmet secdesi ile secde ediniz, dediğimiz zamanı hatırlat İblis hariç hepsi secdeye kapanmışlardı. O, kibirlendi ve kendisine emrolunanı yapmaktan kaçındı. "Böylece o kibri ve kaçınması yüzünden kâfirlerden oldu" Zira o, Allah'ın Âdem'e secde edin, emrini çirkin buldu. [130]
35. Siz dedik ki: "Ey Âdem, sen ve eşin Havva, birlikte ebedî cennete yerleşiniz. "Cennetin mevyelerinden istediğiniz yerden, istediğiniz kadar bol bol yeyiniz"Şu ağaca yaklaşmayın, aksi tak­dirde Allah'a isyan ederek kendilerine zulmedenlerden olursunuz" İbn Abbas (r.a.) bu ağacın üzüm ağacı olduğunu söyler. [131]
36. deki zamirin ağacı göstermesi halinde âyetin mânâsı şöyle olur: "Şeytan, ağaç sebebiyle onları hataya düşürdü ve ondan yedirerek yoldan çıkardı" Zamirin, cenneti göstermesi halinde ise mânâ: "Şeytan, onları cennetten çevirdi ve uzaklaştırdı" şeklinde olur. Ve şeytan onları, içinde bulundukları cennet nimetlerinden çıkarttı. 3 : Biz de onlara, "birbirinize düşman ola­rak, şeytan size, siz de ona düşman olduğunuz halde cennetten yeryüzüne ininiz" dedik. "Kuşkusuz şeytan sizin düşmanmızdır. Siz de onu düşman sayın" mealindeki âyet te bu mânâyı desteklemektedir. " İniniz" emrinin muhatabı Âdem, Havva ve İblis'tir. "Sizin için dünyada ikamet edebileceğiniz yerleşme yeri" ve ecelleriniz gelince­ye kadar yeryüzünün nimetlerinden faydalanma imkânınız vardır. [132]
37. "Âdem, Rabbi'nin kendisine ilham ettiği bazı duaları aldı " ve onlarla Allah'a dua etti. Bu dualar, A'raf suresinde "(Adem ile eşi) dediler ki: "Ey Rabbimiz, biz kendimize zulmettik...[133] mealindeki âyette olup, yerinde açıklanacaktır. "Rabbi de onur tevbesini kabul etti: "Zira O, tevbeyi çok çok kabul edei ve kullarına bolca rahmet edendir. [134]
38. "Dedik ki, hepiniz cennetten inin" Yüce Allar emrini pekiştirmek ve Âdem ile soyunun ikametinin cennete olmayıp Bu görüş, Celâleyn Tefsirinin yazarları Suyutî ve Mahallî1 nin görüşüdür. Bakınız Celâlcyn Tefsiri, 1/7, Taberî birinci görüşü tercih eder. 1/180 vd. Mısır, 1321
yeryüzünde olduğunu beyan etmek için "inin" emrini tekrarladı. Eğer benden size bir hidayet, yani göndereceğim bir peygamber ve size in­direceğim bir kitap gelir de "her kim hidâyetime tâbi olur, bana iman ve itaat ederse" Onlar için âhirette her hangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü de çekmezler. [135]
39. "İnkâr edip indirdiğim âyetleri ve gönderdiğim peygamberleri yalanlayanlara gelince "Onlar cehennemliktir. Orada ebedî kalacaklardır." Allah bizi o cehennemden korusun. [136]

Edebî Sanatlar

1. "Biz dedik" fiilinin çoğul olarak gelmesi saygı ifade etmek içindir. Bu fiil "Hani Rabbin söylemişti" üzerine atfedilmiştir. Burada, heybeti artırmak ve azameti göstermek için üçüncü şahıstan birin­ci şahısa dönüş vardır.
2. "Secde ettiler" deki »ti (fâ) onların, gecikmeden, süratle Allah'ın emrine uyduklarını ifade eder. Bu âyette, hazif yoluyla icaz vardır. Takdiri: şeklindedir. "kabul etmedi" kelimesinde de aynı durum olup tümleci düşürülmüştür. Takdiridir.
3. "Bu ağaca yaklaşmayın" ifadesinde mübalağa sa­natı vardır. Burada asıl yasaklanan ağacın mevyesinden yemektir. fiili ile, ağaca yaklaşmayı yasaklamak, onun meyvesinden yemeği şiddetle nehyetmek içindir. Çünkü bir işe yaklaşmayı yasaklamak, o işi yapmayı aşırı bir şekilde yasaklamak demektir. Nitekim "zinaya yak­laşmayın[137] mealindeki âyette de bu mânâ kasdedilmiştir. Çünkü zinaya yaklaşmayı yasaklamak, zina fiiline götüren yollan kesmek demektir.
4. "İçinde bulundukları şeylerden" ifadesi, içinde bulunduk­ları nimetlerin büyüklüğünü gösterme bakımından, ifa­delerinden daha vurguludur. Zira, bir şeyin büyüklüğünü göstermek için, o şeyi müphem ifade etmek belagat üsluplarından birisidir. Nitekim âyetinde de böyle olmuştur. Bundan maksat, dinleyen kimsenin, o şeyin büyüklük ve kemalini, mümkün olan en yüksek seviyede tasavvur etmesini sağlamaktır.
5. kelimeleri de mübalağa kiplerindendir. O, tevbeyi çok çok kabul eden ve rahmeti bol olan demektir. [138]

Faydalı Bilgiler

1. Soru: Allah'tan başkasına secde etmek doğru olur mu?
Cevap: Meleklerin Âdem ( a.s.)'e secdeleri, namaz ve ibadet secdesi
gibi bir secde olmayıp tazim, hürmet ve selam secdesidir. Zemahşerî şöyle der: Allah'a secde ibadet için olur. O'ndan başkasına secde ise hürmet ve tazim için olur. Meleklerin Âdem (a.s.)'e secdesi, Yakup (a.s.) ve oğulları­nın Yusuf (a.s.)'a secdesi bu kabildendir.[139]
2. Ariflerden biri şöyle der: Önceden ilahî lutfa mazhar olmuş kim­seye, sonradan işlediği suç tesir etmez ve onu velilik makamından indir­mez. Çünkü Âdem (a.s.)'in cennetten çıkarılmasına sebeb olan suçu onu ilahî lutuftan mahrum etmemiş ve hilâfet rütbesini de soyup almamıştır. Bilakis, Allah ona ihsanını bol vermiş ve hakkında: "Sonra Rabbi onu seçkin kıldı[140] buyurmuştur. Şâir de şöyle der:
Sevgili bir günah işlerse, onun iyiliklerini bin şefaatçi getirir.[141]
3. Soru: İblis meleklerden midir?
Cevap: Müfessirler bu konuda iki farklı görüş belirtmişlerdir.
Bir kısmı, âyetindeki istisnayı delil göstererek, onun meleklerden olduğu görüşünü savunmuşlardır. Diğerleri ise, buradaki istis­nanın, istisna-i munkati' olduğunu, dolayısıyla İblis'in meleklerden değil, cinlerden olduğu görüşünü savunmuşlardır. Hasan-ı Basrî ile Katâde bu görüştedirler. Zemahşerî de bu görüşü tercih eder. Hasan-ı Basrî: "İblis, bir an bile meleklerden olmamıştır." der. Biz de, aşağıdaki delillere dayanarak ikinci görüşü tercih ediyoruz:
1. "Onlar, Allah' in kendilerine emrettiği şeylere karşı gelmezler[142] mealindeki âyette de ifade edildiği gibi melekler isyandan münezzehtir.İblis ise Allah’ın emrine karşı gelmiştir.
2. Nurdan , İblis ise ateşten yaratılmıştır. Dolayısıyla, ya­ratılışları farklıdır.
3. Meleklerin zürriyeti yoktur. İblis'in ise, "şimdi siz beni bırakıp da onu ve onun zürriyetini mi dost ediniyorsunuz[143] mealindeki âyette de ifade edildiği gibi, İblis'in zürriyeti vardır.
4. "İblis cinlerdendi. Rabbi'nin emrinden dışarı çıktı[144] mealindeki âyette, onun cinlerden olduğu açık bir şekilde ifade edilmiştir. Allah'ın bu sözü hüccet ve delil olarak yeter. [145]
40. Ey îsrailoğulları! Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vâdettiklerimi vereyim. Yalnızca benden kor­kun.
41. Elinizde (Tevrat'ı) tasdik edici olarak indir­diğim (Kur'ân'a) iman edin! Sakın onu inkâr edenlerin ilki olmayın! Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden korkun.
42. Bilebile hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin.
43. Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Bu âyetlerden itibaren 142. âyete kadar olan kısım, İsrailoğullarından bahseder. Kur'an-ı Kerim, tam bir cüze yakın bölümünde, geniş bir şekilde bunlardan bahseder. Bu durum, Kur'an'ın Yahudilerle ilgili hakikatleri mey­dana çıkarmak ve onların kötü ruhlarının özelliklerinden olan kötülük, düzenbazlık ve yıkıcılık gibi kötü huylarını ortaya koymak hususuna ne derece önem verdiğini gösterir, ta ki müslümanlar onların şerlerinden sakınsınlar.
Bu âyetlerin önceki âyetlerle münasebetine gelince: "Yüce Allah önce insanları kendisine ibadete, birliğini kabul etmeye çağırdı, varlığına ve birliğine delâlet eden apaçık delilleri gösterdi. Sonra da onlara babalan Âdem (a.s,)'e vermiş olduğu nimetleri hatırlattı ve özel olarak İsrailoğullarım-ki bunlar yahudilerdir- son peygambere iman etmeye, onun Allah'tan getirdiği kitabı tasdik etmeye davet etti. Çünkü onlar, o peygam­berin vasıflarını, ellerinde bulunan Tevrat'ta yazılı olarak buluyorlardı. Yüce Allah onlara farklı şekillerde hitab etti. Bazan yumuşaklıkla, bazan korkutarak, bazan kendilerine ve babalarına vermiş olduğu nimetleri hatırlatarak, zaman zaman da kötü davranışlarını kınayarak ve bu konuda hüccetler getirerek onları, İslâm'a çağırdı. Böylece Yüce Allah insanlığın babası Âdemi şereflendirmekle, insanoğluna verdiği nimetleri hatırlattık­tan sonra, İsrailoğullarına verdiği özel nimetleri hatırlatmaya başladı. [146]

Kelimelerin İzahı

İsrâîl, yabancı bir isim olup, "Allah'ın kulu" demektir. Yakup (a.s.)'un ismidir. Yüce Allah bunu, "İsrail'in kendisine haram kıldığı şeyler hariç[147] mealindeki âyette açıkça ifade etmiştir.
"Yerine getiriniz" Vefa, bir şeyi tam ve mükemmel bir şekilde yapmak demektir. Bir kimse birşeyi tam olarak yerine getirdiğinde "evfâ" ve "veffâ" denilir.
"Karıştırırsınız" Lebs, karıştırmak demektir. Araplar, "bir şeyi bir şeye karıştırdıkları zaman derler. "Bir şey bir şeye karıştı" demektir. "Onları yine düşmekte oldukları kuşkuya rdüşürürdük.[148] mealindeki âyette ise "kuşku vermek" manasına kul­lanılmıştır. Misbah'ta şöyle yazılıdır: Bu fiil babından "elbiseyi giy­mek", babından edatı ile kullanıldığında "şüpheye düşürmek", babından ise " karışık olmak, şüpheli olmak" mânâlarım ifade eder. : Zekât. Zekâ kelimesinden türemiştir. Ürün arttığında araplar derler. Zekât vermek de bereketi celbettiği için bu adı almıştır. Veya temizlik manasına zekât kelimesindendir. Zira zekât, malı temizler. Bu hususta Yüce Allah şöyle buyurur: "Onların mallarından zekât al ki, bununla onları temizleyesin, onları arıtıp yüceltesin.[149]

Âyetlerin Tefsiri

40. Ey salih peygamber Yakup( a.s.)'un evladı!. Size ve babalarınıza sayılamayacak ve hesaba gel­meyecek kadar ihsan ettiğim nimetlerimi hatırlayınız. iman ve itaat hususunda bana verdiğiniz sözü yerine getiriniz ki, Ben de size söz verdiğim güzel mükâfatı vereyim "Başkasından değil, benden korkunuz. [150]
41. Tevhid ve nübüvvet hususunda yanınızda bulunan Tevrat'ı tasdik edici olarak indirdiğim Kur'an-ı Kerim'e iman ediniz, Ehl-i Kitap'tan Kur'an'ı inkâr edenlerin ilki olmayınız. Size, ona iman edenlerin ilki olmanız yaraşır, Size indirdiğim apaçık âyetlerimi fani olan dünya malı ile değiştirmeyiniz, "Başkasından değil, benden korkunuz." [151]
42. Allah tarafından indirilmiş olan hakkı, uydur­duğunuz bâtıl ile karıştırmayın ve sizin uydurduğunuz yalanlarla Tevrat'ı tahrif etmeyin. Muhammed (s.a.v.)'in evsafı ile ilgi­li kitabınızda bulunan bilgileri bile bile gizlemeyin. Halbuki siz, bu bilgi­lerin hak olduğunu biliyorsunuz. [152]
43. Üzerinize farz olan namaz ve zekâtı edâ ediniz, namazı cemaatle veya Muhammed (s.a.v.)'in ashabı ile birlikte kılınız. [153]

Edebî Sanatlar

1. "Benim nimetim" nimet kelimesinin Allah'a izafesinde, ni­metin değerinin büyüklüğüne, bolluğuna ve güzelliğine işaret vardır. Çünkü bu tür izafet , Allah'a izafe edilen şeyin şereflendirildiğini gösterir. Beytul-lah (Allah'ın evi), Nâkatullah (Allah'ın devesi) izafetlerinde olduğu gibi .
2. "Âyetlerimi satmayın" cümlesindeki hakiki manasında değil, istiare yoluyla kullanılmıştır. Nitekim daha önce geçen "işte onlar, hidayeti satıp, sapıklığı satın alanlardır.[154] mealindeki âyette de istiare yoluya kullanılmıştır.
3. cümlelerinde hak kelimesinin tekrarı, ya­saklanan şeyin aşırı derecede çirkinliğini ifade eder. Çünkü açık isimdeki kuvvetlilik zamirde yoktur. Bu itnab, i'câza, diğer itnablardan daha yakındır.
4. Bu cümlede " bir bölüm" zikredilerek "bütün" kas-dedilmiştir. Rükû zikredilmiş, namaz kasdedilmiştir. Bunda mecaz-i mürsel vardır. Mânâsı "Namaz kılanlarla beraber siz de kılın" demektir.
5. "Yalnız benden korkun" ve "Yalnız benden sakının" cümlelerinde, mefulün öne alınması hasr ifade eder. [155]

Faydalı Bilgiler

Bazı arifler şöyle der: Nimetin kulları çok, nimeti verenin kulları ise azdır. Yüce Allah "nimetimi hatırlayın" mealindeki emri ile İsrail oğul lan'
na- verdiği nimetleri hatırlattı ki, onlara verdiği nimetin kadrini bilsinler. Muhammed (s.a.v.)'in ümmetine gelince, "Öyleyse siz beni anın ki, ben de sizi anayım[156] mealindeki âyetle onlara, nimeti vereni hatırlattı ki, nimeti vereni düşünerek nimetin kadrini bilsinler. İkisinin arasında ne kadar fark var!.. [157]
44. Sizler Kitab'i okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?
45. Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz bu (namaz) Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.
46. Onlar, kesinlikle Rabblerine kavuşacaklarına ve ona döneceklerine inanan kimselerdir.
47. Ey Israiloğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın.
48. Öyle bir günden korkun. O günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz, hiç kim­seden şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti

Bu âyetler, İsrailoğullarından bahsetmeye devam ediyor. Âyetlerde, yaptıkları kötülüklerden dolayı onlar yerilmekte ve kınanmaktadır. Çünkü onlar iyiliği emrediyor, fakat kendileri yapmıyorlardı, insanları hidayete ve doğru yola çağırıyorlar, kendileri buna uymuyorlardı. [158]

Kelimelerin İzahı

Birr, bol hayır ve iyiliktir. Genişliğinden dolayı yeryüzüne de berr ve berriyye denilmiştir. Bu, bütün hayırlı işleri kapsayan bir isimdir.
Birru'l-vâlideyn demek, ana-babaya itaat etmek demektir. Hadiste de "İyilik kaybolmaz, günah da unutulmaz[159] buyurulmuştur.
"Terkediyorsunuz" Nisyan, terketmek mânâsına gelir. Nite­kim, "Onlar Allah'ı terkettîler. Allah da onları terketti[160] mealindeki âyet te de nisyandan maksat, terketmektir. Ayrıca bu kelime, "Ne var ki, Âdem ahdi unuttu. Onda azim bulamadık.[161] mealindeki âyette olduğu gibi unut­mak mânâsına da kullanılır.
"Okuyorsunuz" ders görüyorsunuz demektir.
"Boyun eğenler" Hâşi', mütevâzi manasına gelir. Aslında bo­yun eğmek ve zillet manasınadır.. Zeccâc şöyle der: Hâşi', üzerinde zillet ve sükûnet alâmeti görülen kimse demektir. "Artık çok merhametli Allah hürmetine sesler kısılmıştır[162] mealindeki âyette de sükûnet manasına kullanılmıştır.[163]
Burada zan, şek manasına değil yakîn manasınadır. Zıd manâlı kelimelerdendir. Ebu Ubeyde şöyle der: "Araplar hem kesin, hem de şüphe­li bilgiye zan derler[164] Arap dilinde bu kelime, kesin bilgi mânâsında çok kullanılmıştır. Nitekim aşağıda mealleri verilen âyetlerde de bu mânâda kullanılmıştır: "Doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı kesin olarak bi­liyordum[165] "Suçlular ateşi görür görmez, orayı boylayacaklarını kesin kes anladılar.[166]
"Şefaat", tek mânâsına gelenin zıddı, %Lz (çift)ten alınmıştır. Şef ise, kişinin başkasını, yanma ve himayesine alması demek­tir. Dolayısıyla buna şefaat denilmiştir. O halde şefaat, şefaati kabul ede­nin katında, şefaat edenin mertebesini gösterir.
Adi, fidye demektir. Kesre ile (ıdl) şeklinde okunursa benzer ve denk manâsına gelir. Araplar, birşeyin benzer ve misline ıdl ve adîl derler. [167]

Nüzul Sebebi

Bu âyetler, bazı Yahudi âlimleri hakkında nazil olmuştur. Onlar, müslüman olmuş yakınlarına: "Muhammed'in dininden ayrılmayınız şüphesiz o hak dindir, diyerek, insanlara, Muhammed (s.a.v.)'e iman etmey emrediyorlar, fakat kendileri yapmıyorlardı. [168]

Âyetlerin Tefsiri

Yüce Allah, Yahudi âlimlerine tenkit ve kınama yoluyla hitap ederek şöyle buyurur:
44. İnsanlan iyiliğe ve Hz.Muhammed (s.a.v.)' e imana çağırıyorsunuz da "Kendinizi unutuyor musunuz?" Kendiniz iman etmiyorsunuz ve hayır yapmıyorsunuz. Hal­buki siz, Hz. Muhammed (s.a.v.)' in vasıflarını ihtiva eden Tevrat'ı okuyor­sunuz. Bu yaptığınız çirkin bir şey olduğunu anlayıp da ondan
vazgeçmiyor musunuz?!..
Sonra yüce Allah nefsanî ve şehevî arzulan yenme, riyaset ve salta­nat sevgisinden kurtulma yollarını açıklar ve şöyle buyurur: [169]
45. Bütün işlerinizde, nefse ağır gelen dinî yükümlülüklere katlanarak ve dinin direği olan namazı kılarak Allah'tan yardım isteyiniz. :Şüphesiz ki namaz, Allah için ruhları tertemiz olmuş itaatkâr ve mütevazi kimselerin dışındakilere ağır ve meşakkatli gelir. [170]
46. Allah'ın bu saf kullan, seksiz ve şüphesiz bir şekilde haşr gününde Rablerine kavuşacaklarına, amellerinin hesabını vereceklerine, ve kıyamet gününde ona döneceklerine ke­sinkes inanırlar. Yüce Allah, tekrar, İsrailoğullanna verdiği birçok nimeti hatırlatır ve şöyle buyurur: [171]
47. "Ey Tsrailoğulları, size ver­diğim nimetlere karışılık bana itaatle şükrederek, nimetimi hatırlayın" Yine hatırlayın ki, babalarınızı, içlerinden peygamberler göndermek, onlara kitaplar indirmek ve onları efendiler ve melikler kılmak suretiyle, yaşadıkları zamandaki diğer toplumlara üstün kıldık. Kuşkusuz babaları üstün kılmak, onların çocukları için şereftir. [172]
48. Hiçkimsenin, başka birinin ye­rine bir hak ödeyemeyeceği o korkunç günden sakınınız. gün, Allah'ı inkâr eden hiçbir kimse hakkında asla; şefaat kabul edilmez., ve o kâfir nefisten hiçbir fidye alınmaz, Kâfirler için, onları Allah'ın azabından koruyacak ve kurtaracak hiçbir kimse yok­tur. [173]

Edebî Sanatlar

1. 'Emir mi veriyorsunuz?" kelimesindeki soru edatı, hakiki manasında değil, kınama ve tenkit manasında kullanılmıştır.
2. 'Onlar bu fiilleri geçmişte yaptıkları halde fiil şimdiki za­man olarak kullanılmıştır. Zira geniş zaman kipi yenilenme ve sonradan olma ifade eder. cümlesinde, Yüce Allah, onların yapmaları gereken şeyleri terketmelerini "unuttular" şeklinde ifade etmiştir. Bu ise, akıllarına hiç gelmiyormuş gibi, aşırı derecede terkettiklerini gösterir. "Onların aşırı derecede gaflette olduklarını vurgulamak için "enfüs" keli­mesini zikretmiştir. Hal cümlesi olan ifadesindeki kınama, tenkit etme ve susturma mânâları açıktır.
3. Bu cümle, mükemmeliyet ifade etmek için, hususî olan bir şeyi umumî olan bir şeye atıf kabilindendir. Çünkü âlemlere üstün kılma, nimeti, daha önce umumî olarak zikredilmiş olan nimetin içinde zaten vardır. Yüce Allah, "nimetimi hatırlayın" dediğinde, bütün nimetler kasdedilmiştir. "Ben sizi üstün kıldım" ifadesini ona atfet­ti. Bu atıf, hususî bir şeyin umumî birşeye atfı kabilindendir.
4. Öyle bir günden korkun" cümlesindeki kelimesi, o günün korkunçluğunu ifade etmek için nekre olarak getirilmiştir. terkibinde de, genellik ifade etmek ve tam bir ümitsizliği göstermek için nefs kelimesi nekre getirilmiştir. [174]

Faydalı Bilgiler

1. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, namazın şanını yüceltmek için bu­rada, diğer ibadetlerin arasından özel olarak onu zikretti. Rasulullah (s.a.v.), üzücü bir olayla karşılaştığında namaz kılardı.[175] Bilâl (r.a.)'e: 'Ya Bilâl! Onunla bizi ferahlandır.[176]
2. Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir: "Benim belimi iki adam kırmıştır: Bi­rincisi, ilmi ile amel etmeyen âlim, ikincisi amel eden câhil."
Başkasını hidayete çağırıp, kendisi onunla amel etmeyen kimse in­sanları aydınlatıp kendisini yakan kandile benzer. Şâir şöyle der:
Nasihata önce nefsinden başla. Onu kötülükten nehyet. O kötülüğe sen verirse, işte o zaman sen hakîm bir kişi olursun, senin nasihatin tutu­lur ve görüşüne uyulur. Öğretmek de fayda verir.
Ebu'l-Atahiyye de şöyle der:
Sanki sen, takva sahibi imişsin gibi takvayı anlattın. Halbuki senin elbiselerinden günah kokuları yayılıyor. Bir diğer şâir şöyle demiştir:
Takva sahibi olmayıp da insanlara takvayı emreden kişi, kendisi has­ta olduğu halde, insanları tedavi eden doktor gibidir. [177]
49. Hatırlayın ki, sizi, Firavun taraftarlarından kurtardık. Çünkü onlar size azabın en kötüsünü reva görüyorlar, yeni doğan erkek çocuklarınızı kesiyorlar, kızlarınızı hayatta bırakıyorlardı. Size reva görülen­lerde Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.
50. Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık, Firavun'un taraftarlarını da siz bakıp du­rurken denizde boğduk.
51. Kırk gece için Musa ile sözleşmiştik O ayrıldıktan sonra, kendinize kötülük ederek buzağıyı tanrı edindiniz.
52. O davranışlarınızdan sonra şükredersiniz diye sizi affetttik.
53. Doğru yolu bulaşınız diye Musa'ya. Kitab'ı ve hak ile batılı ayıran hükümleri verdik.
54. Musa kavmine demişti ki: Ey kavmim. Şüphe­siz siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize kötülük et­tiniz. Onun için yaradanınıza tevbe edin de nefislerini­zi öldürün. Öyle yapmanız yaratıcınızın katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah tevbenizi kabul etmiş olur, Çünkü acıyıp tevbeleri kabul eden ancak O' dur.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah, İsrailoğullarına vermiş olduğu nimetleri özet olarak hatırlattıktan sonra, hatırlatmada daha uyarıcı ve şükre daha çok sevkedici olması için, bu âyetlerde de, adı geçen nimetlerin çeşitlerini geniş bir şekilde anlatır. Sanki şöyle buyurur: Nimetimi hatırlayınız, hatırlayınız ki sizi Firavun taraftarlarından kurtardık. Ve yine hatırlayın ki, bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık... Ve böyle devam eder. İşte bütün bu nimetler nimeti veren Yüce Allah'a karşı küfür ve isyanı değil, şükrü gerektirir. [178]

Kelimelerin İzahı

"Âl" kelimesinin aslı ehldir. Hâ, elife çevrilerek "âl" şeklini almıştır. Bunun içindir ki, Âl, kelimesinin küçültme ismi "Üheyl" şeklinde gelir. Bu kelime, özellikle, kral ve benzeri önemli ve şâm yüksek kimseler hakkında kullanılır. Herhangi bir kimse için kullanılmaz. Meselâ ayak­kabıcı ve yularcının âli denmez.
Rum meliklerine kayser , İran meliklerine Kisra denildiği gibi Amâlika meliklerine de özel olarak Firavun denilir. Firavunlar çok kibirli ve zorba oldukları için, Araplar Firavun kelimesinden türeterek, kibirlenen kimseler için "Tefer'ane", "Firavunlaşü" kelimesini kullanırlar.[179]
"Size tattırıyorlar" Bu kelime, "kötü bir şey tattırmak" mânâsında olan U fiilinin geniş zamanıdır. Taberî: "Sizi getirip kötü azabı tattırıyorlardı." der.
"Kızları hayatta bırakıyorlardı."
Belâ, imtihan ve deneme demektir. Bu kelime, "Bir deneme ol­arak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz[180] mealindeki âyette olduğu gibi, hem hayır hem şer için kullanılır.
Fark, ayırmak demektir. "Biz,onu Kur'an olarak ayırdık[181] mea­lindeki âyette de bu mânâda kullanılmıştır. Burada ayırmaktan maksat, onu tafsilatlı bir şekilde açıkladık demektir.
Bari daha önce benzeri olmaksızın bir şeyi yaratan demektir. “Beriyye” mahlukat demektir. [182]

Âyetlerin Tefsiri

49. Ey İsrailoğullan, atalarınızı zorba Firavun ve taraftarlarının zulmünden kurtararak size vermiş olduğum nimetimi hatırlayın. Bu hitap, Peygamber (s.a.v.) zamanındaki İsrailoğullarınadır. Ancak babalara verilen nimet, oğullar için de bir nimettir.
Size azabın en şiddetlisini ve en çirkinini tattırıyorlardı" "Erkek çocuklarınızı kesiyorlar "Kızlarınızı, hiz­met için hayatta bırakıyorlardı. Erkek çocukların kesilmesi, kızların hayatta bırakılması gibi, zikredilen horlayıcı azap ile Allah sizi büyük bir imtihan ve denemeye tabi tutmuştu. Allah, iyilerin kötülerden ayrılması için onları size musallat kılarak, sizi böyle bir imti­hana tabi tutmuştur. [183]
50. Yine hatırlayınız ki, denizi sizin için yardık ve sizin için kuru yer göründü de oradan yürüyerek geçtiniz.
"Böylece sizi boğulmaktan kurtardık, Firavun ve kavmini boğduk. "Siz de olayı görmüştünüz" Bu olay, Allah'ın, dostlarını kurtarmak ve düşmanlarını helak etme hususundaki mucizelerin­den apaçık bir mucizedir. [184]
51. Hatırlayınız ki, kırk gece sonra kendisine Tevrat'; vermek üzere Musa ile sozleşmiştik. O, bu vadedilen. zamanda Rabbi ile sözleşmeye gitmek üzere sizden ayrıldıktan sonra, siz buzağıya taptınız. Siz buzağıya tapmakla haddi aşan ve nefislerine zulmeden kişiler oldunuz. Bu olay, sizin kurtuluşunuz ve Fir-avun'un helakinden sonra meydana gelmiştir. [185]
52. Siz bu son derece çirkin işi yaptıktan sonra, Allah'ın vermiş olduğu nimetlere şükredip, artık O'na itaa-ta devam edesiniz diye, bu çirkin suçunuzu bağışladık. [186]
53. Musa'ya hakkı batıldan ayıran Tevrat'ı verdiğimiz ve onu mucizelerle desteklediğimiz zamanda ki nimetimi de hatırlayın Umulur ki, o kitabın âyetlerini düşünmek ve ondaki hükümlerle amel etmek suretiyle hidayete erersiniz. Sonra Yüce Allah, bu zikredilen atfın nasıl olduğunu açıklar ve şöyle buyurur: [187]
54. Hatırlayınız ki, Musa Rabbi ile buluşmasını tamamlayıp döndükten sonra onların buzağıya taptıklarını görünce kavmine: Ey kavmim, buzağıya tapmakla kendinize zulmettiniz. Sizi kusursuz ve noksansız yaratan Allah'a tcvbe ediniz. *SL*ül I^JlsU : Kendinizi öldürünüz. Yani suçsuzlarınız suçlularınızı öldürsün. Allah'ın hükümüne razı olarak birbirinizi öldürmeniz ve O'nun emrine uymanız, Yüce yaratıcınızın nezdinde sizin için daha hayırlıdır. Böyle yaparsanız, O, tevbenizi kabul eder Çünkü o, tevbeyi çok çok kabul eden ve mağfireti bol olandır. [188]

Edebî Sanatlar

1. İbn Cezzi şöyle der: "Sizi azaba tabi tutuyor­lardı." demektir. Buradaki »^ fiili, satış için malı arzetmek manasına olup müstear olarak kullanılmıştır. Yüce Allah bu azabı "erkek çocuk­larınızı kesiyor, kız çocuklarınızı da diri bırakıyorlardı" şeklinde açık­lamıştır. Bu cümle bir öncekinin tefsiri olup onun üzerine atfedilmiş, eklenmiş bir cümle değildir.[189]
2. kelimelerinden herbiri, musibetin büyüklüğünü ve şiddetini göstermek için nekre getirilmiştir.
3. cümlesindeki mufâale kalıbı, iki taraf arasında müşareket ifade etmez. şeklindeki sülasi fiil manasınadır.
4. Ebussuûd şöyle der: ifadesinde onların cehalet ve sapıklıkta son derece ileri gittiklerini göstermek için, yaratıcı manasına gelen bârî kelimesi zikredilmiştir. Çünkü onlar, latif hikmeti ile kendileri­ni yaratan, alîm ve hakîm olan Allah'a ibadeti bırakıp, aptallıkla örnek gösterilen sığıra tapınışlardır.[190]

Faydalı Bilgiler

1. ifadesi, sıfatların birbiri üzerine atfı kabilindendir. Çünkü kitap ve furkânm her ikisi de Tevrat demektir. Bu atıf çok güzel olmuştur. Çünkü bunun manası: "Allah, Musa'ya inen kitabı ve hakkı bâtıldan ayıran Furkan'ı vermiştir" demektir.[191]
2. Müfessirlerin rivayet ettiklerine göre, İsrai loğu Harından erkeklerin öldürülmesinin sebebi şudur: Firavun bir gün şöyle bir rüya görür: Beyt-i Mukaddes tarafından bir ateş çıkar ve Mısır'ı kuşatır. Mısır'daki bütün kıbtîleri yakar. Fakat İsrailoğullarına dokunmaz. " Bu rüya onu korkutur ve rüyayı kâhinlere sorar. Onlar da: "İsrailoğullarından bir çocuk doğacak, bu çocuk senin helakine ve mülkünün elinden gitmesine sebep olacaktır." şeklinde yorumlarlar. Bunun üzerine Firavun, İsrail o ğullarmda doğacak her erkek çocuğun öldürülmesini emreder.
3. Kuşeyrî der ki: Kim, Allah uğrunda O'nun hükmüne sabrederse, Allah da ona, veli kullarıyla arkadaş olmayı nasib eder. İşte İsrailoğullan, Firavun ve taraftarlarının şiddetli işkencelerine sabrettikleri için, Allah on
ların soyundan peygamberler ve krallar gönderdi ve alemde hiçbir kimseye vermediği şeyi onlara verdi.[192]
55. Bir zamanlar, "Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça görmedikçe asla sana inanmayız" demiştiniz de bakıp durur olduğunuz halde hemen sizi yıldırım çarpmıştı.
56. Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki şükredesiniz.
57. Sizi bulutla gölgeledik, size kudret helvası ve bıldırcın indirdik ve "Verdiğimiz güzel nimetlerden yeyiniz" (dedik). Onlar bize değil sadece kendilerine kötülük ediyorlardı.
58. Hatırlayın ki biz, "Bu kasabaya girin, orada bulunanlardan dilediğiniz şekilde bol bol yeyin kapı­sından secde ederek girin. "Hıtta!" (Yâ Rabbi bizi af­fet" deyin ki, sizin hatalarınızı bağışlayalım; zira biz, muhsinlere ziyadesiyle vereceğiz" demiştik.
59. Fakat zâlimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta ol­dukları kötülükler sebebiyle zâlimlerin üzerine gökten acıklı bir azap indirdik.

Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Yüce Allah, İsrailoğullarına, nimetlerini hatırlattıktan sonra, onların taşkınlıkları inkarları, Allah'ın emirlerini değiştirmeleri, kendilerine lütuf ve ihsan ile muamele edildiği halde küfür ve isyan içerisinde bulunmaları gibi kötü hallerinden bazılarını anlattı. Ne kötü ve ne rezil toplum bu!!..
Taberî şöyle der: İsrailoğulları buzağıya tapmalarından dolayı Alla­h'a tevbe edince, Allah kendisinden özür dilemek üzere buzağıya tapanlar­dan bir grup erkeği seçip huzuruna getirmesini Hz. Musa'ya emretti. Bunun üzerine Hz. Musa İsrailoğullarının ileri gelenlerinden yetmiş kişiyi seçti. Nitekim Yüce Allah bu hususu şöyle açıklamıştır: "Musa, tayin ettiğimiz vakitte kavminden yetmiş adam seçtim[193] Musa (a.s.) onlara, oruç tutma­larını, temizlenmelerini, elbiselerini temizlemelerini emretti. Onlar da bu emri yerine getirdiler. Hz. Musa onları Tur-ı Sina'ya götürdü. Onlar Hz. Musa'ya: "Bizim için, Rabbimizden O'nun kelâmını işiteceğimiz şekilde hitap etmesini iste" dediler. O da "İsteyeyim" dedi. Hz. Musa dağa yak­laşınca üzerine bir bulut çöktü, her tarafını kuşatacak şekilde dağı sardı. Bu seçkin grup gelerek bulutun içine girdiler ve secdeye kapandılar. Hz. Musa' ya emir ve nehiyler veren Yüce Allah'ın kelamını işittiler. Bulut dağılınca Hz. Musa onlara döndü. Onlar Hz. Musa'ya: "Ey Musa, biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayacağız" dediler.[194]

Kelimelerin İzahı

Cehre, alenî demektir. Cehr kelimesi, aslında "açığa çıkmak" demektir. Cehren Kur 'an okumak ve cehren yani açıkça isyanda bulunmak bu kabildendir. Araplar bu manada: Emiri, bir şeyle örtünmemiş, açıkça gördüm" derler. İbn Abbas da, cehreten kelimesini ıyânen (açıkça) şeklinde tefsir etmiştir.
Saika, azabın şiddetli sesi veya yakıcı ateş demektir.
"Sizi dirilttik" demektir. Taberî şöyle der: "Ba's kelimesi as­lın da, birşeyi yerinden oynatmak ve kaldırmak" demektir.
Gamam, kelimesinin çoğuludur. Vezin ve mânâ yönünden sehâbenin çoğulu olan sehâb gibidir. Bulut semayı örttüğü için ona bu isim verilmiştir. Her örtülü şeye de "mağmum" denilir. Bulut ayı kapatıp ta, ay görünmez hale geldiğinde denilir.
Hıtta, fiilinin masdarıdır. İstiğfar için kullanılır. Mânâsı, "günahlarımızı bağışla" demektir. Günahlarımızı bağışla" da bu kabildendir.[195]
Ricz, azab demektir. "Eğer bizden azabı kaldırırsan[196] mealin­deki âyette de bu manada kullanılmıştır.
Çıkıyorlar. Fısk, daha önce geçtiği gibi, taatten çıkmak de­mektir. [197]

Âyetlerin Tefsiri

55. Ey İsrailoğulları! Buzağıya tapmanızdan dolayı Allah'tan özür dilemek üzere Musa (a.s.) ile beraber Tur-ı Sina'ya çıktığı­nız zamanı düşünün. Hani o zaman demiştiniz ki "Allah'ı açıkça görmedikçe, bu işittiklerimizin Allah kelamı olduğuna dair seni asla tasdik etmeyeceğiz" Allah da gökten üzerinize bir ateş göndererek sizi yakmıştı. Siz başınıza gelene bakıp durur­ken.
Sonra onlar ölünce Hz. Musa ağlamaya ve Allah'a şöyle dua etmeye başladı. "Ey Rabbim! Sen İsrailoğullarınm ileri gelenlerini helak ettin. Şimdi ben onlara ne diyeceğim?!. Allah onları diriltinceye kadar Musa (a.s.) duasına devam etti. [198]
56. Bir gün bir gece ölü olarak kaldıktan sonra sizleri yeniden dirilttik. Umulur ki, ölümden sonra diriltmek suretiyle size vermiş olduğu nimete karşılık Allah'a şükredersiniz. Böylece ölüler dirilip yaşamaya başladılar. Bu esnada da, birbirlerinin nasıl diril-diklerine bakıyorlardı.
Sonra Yüce Allah, onlara, Tîh çölünde iken kendilerine vermiş olduğu nimeti hatırlattı. Zira onlar zorbaların şehrine girmekten, onlarla savaşmaktan çekinerek, Hz. Musa'ya: "Sen ve Rabbin, gidin savaşın, biz burada oturacağız[199] demişler ve bunun üzerine kırk sene oraya girmek­ten mahrum bırakılarak, yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşmakla ceza­landırılmışlardı. Yüce Allah şöyle buyurur: [200]
57. Bulutları üzerinize gölge yaparak, sizi güneşin sıcağından koruduk. Yorulmadan ve meşakkat çekmeden size bıldırcın ve kudret helvası gibi birçok yenilecek ve içilecek nimetler verdik.
Gökten üzerlerine bal gibi kudret helvası iniyor ve onu suyla karıştı­rıp içiyorlardı.[201] Selva, eti lezzetli ve bıldırcına benzeyen bir kuştur.[202]
"Allah'ın lezzetli nimetlerinden size rızık ola­rak verdiklerimizden yeyiniz" dedik.
Onlar bu değerli nimetlere nankörlük etmekle bize değil, kendi nefislerine zulmediyorlardı. Çünkü nankörlüğün, vebâli kendilerine aittir. [203]
58. Tîh çölünden çıktıktan sonra, "Kudüs'e gi­rin" dediğimiz zaman size vermiş olduğumuz nimetimi hatırlayınız. O za­man size demiştik ki: Oranın nimetlerinden dile­diğiniz yerden afiyetle bol bol yeyin. Çölden kurtulduğu­nuz için şükran-ı nimet olarak, şehrin kapısından Allah'a secde ederek girin ve Ey Rabbimiz! günahlarımızı affet, hatalarımızı bağışla deyin. Böyle yaparsanız "Günahlarınızı siler ve kötülüklerinizi bağışlarız Güzel amel işleyenlerin büyük Ölçüde sevap­larım artıracağız ve onlara bolca mükafat vereceğiz. [204]
59. Ama zâlimler Allah'ın emrini değiştirerek, kendilerine söylenenden başka bir söz söylediler. Onlar dübürleri üstüne sürünerek, istihza eder bir şekilde, "Bizi bağışla" ye­rine diyerek Allah 'm emirleriyle alay ettiler. Biz de o zâlimlerin isyanları ve Allah'a itaat etmemeleri sebebiyle, gökten üzerlerine taun hastalığı ve musibet indirdik. Rivayet olunduğuna göre taun hastalığı sebebi ile bir saat içinde onlardan yetmişbin kişi ölmüştür. [205]

Edebî Sanatlar

1. "Sonra sizi, öldükten sonra tekrar dirilttik." cümlesinde, onların gerçekten öldüğünü vurgulamak ve baygınlıktan veya uykudan sonra diriltmiş olmaları vehmini ortadan kaldırmak için, ^Uiu "sizi dirilttik" fiilinden sonra öldükten sonra" kaydını getirdi.
2. "Yeyin" "bize zulmetmediler" ifadelerindeki hazif-ler dolayısıyle âyette i'câz vardır. Bunların takdiri şöyledir: "İnkâr etmekle kendilerine zulmetti­ler. Bununla bize zulmetmediler" dir. Nitekim "lakin kendilerine zulmediyorlardı" ifadesi buna delâlet etmektedir.
ve ifadelerinde, onların zulüm ve inkârda devam ettiklerini göstermek için geçmiş ve şimdiki zaman kipleri birlikte kullanılmıştır.[206]
3. şeklinde zamir yerine açık isim getirilmesi, onların yaptıklarının son derece çirkin olduğunu göster­mek ve onları şiddetle kınamak ve azarlamak içindir kelimesinin nek­re olarak getirilmesi ise musibetin büyüklüğünü ve şiddetini gösterir.[207]

Bir Uyarı

Rağıp el-İsfehânî şöyle der: ifadesinde Ricz'in semaya tahsis edilmesi, iki türlü azab olduğunu gösterir. Birincisi, yıkmak ve boğmak gibi, insanlar veya diğer mahlukat vasıtasıyla gelen ve defedilme-si mümkün olan azaptır. İkincisi ise, taun, gökten inen ateş ve Ölüm gibi, insan gücüyle def edilmeyecek azaptır. Âyetindeki azaptan maksat da budur.[208]
60. Hatırlayın ki Musa, kavmi için su istemişti de biz ona "Değneğinle taşa vur!" demiştik. Derhal (taş­tan) oniki pınar fışkırdı. Her bölük, içeceği pınarı bil­di. "Allah'ın rızkından yeyin, için, sakın yeryüzünde bozgunculuk etmeyin" dedik.
61. Hani siz "Ey Musa! Bîr tek yemekle yetine­nleyiz, bizim için Rabbine dua et de yerin bitirdiği şeylerden; sebzesinden, kabağından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bize çıkarsın" dediniz. Musa ise "Daha iyiyi daha kötü ile değiştirmek mi is­tiyorsunuz. O halde şehre inin. Zira istedikleriniz sizin için orada var" dedi. Onlara aşağılık ve yoksulluk dam­gası vuruldu. Allah'ın gazabına uğradılar. Bu musibet­ler (onların başına), Allah'ın âyetlerini inkâra devam etmeleri, haksız olarak peygamberleri öldürmeleri se­bebiyle geldi. Bunların hepsi, sadece isyanları ve taş­kınlıkları sebebiyledir.
62. Şüphesiz iman edenler; yani Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sahillerden Allah'a ve âhiret günü­ne hakkıyla inanıp sâlih amel işleyenler için Rablerİ katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Bu âyetler, Yüce Allah'ın, İsrailoğullanna vermiş olduğu nimetleri saymaya devam etmektedir. Tîh çölünde bulundukları sırada Allah'ın on­lara vermiş olduğu büyük nimetlerden biri de bu âyette anlatılmaktadır. Onlar bu çölde şiddetli bir şekilde susadılar, neredeyse susuzluktan helak olacaklardı, Hz. Musa, kendilerine yağmur yağdırması için Allah'a dua etti.
Bunun üzerine Yüce Allah ona, asasını taşa vurmasını vahyetti. O da vurunca, taştan, kabilelerin sayısı kadar göze fışkırdı. İsrailoğullan oniki kabile idi. Her bir kabile için özel bir ark akıtıldı. İhtiyaçlarını ordan temin ediyorlar ve kimse kimsenin suyuna karışmıyordu. Bu suların fışkırma ko­nusu Hz. Musa'ya verilmiş apaçık bir mucize idi. Buna rağmen İsrailoğulları Allah'ın âyetlerini İnkâr ederek kâfir oldular. [209]

Kelimelerin İzahı

"İsteska" kavmi için yağmur istedi, demektir. Zira bu keli­medeki sin ve tâ harfleri , (yardım istedi) ve (haber sordu) fiillerinde olduğu gibi talep içindir. Ebu Hayyan şöyle der: İstiska, su bu­lunmadığında veya az.olduğu zaman su istemek demektir. Bu fiilin mefulü mahzuftur takdirindedir.[210]
Açıldı. İnficar, açılmak manasınadır. Aydınlığı açılıp etrafa yayıldığı için sabaha fecr denmiştir. aynı mânâyadır. Bir baş­ka âyette, Yüce Allah: "Derhal ondan oniki pınar fışkırdı[211] buyurmuştur.
Su içecekleri yer ve taraf demektir.
"Bozgunculuk yapmayınız" Asy, aşırı bozgunculuktur. Birin ci ve üçüncü bablardan bozgun çıkarmak, fesat çıkarmak mânâsında kul lanılır.[212] Taberî; "Bu kelime "taşkınlık yapmayın" demek olup asıl itibar ile aşırı bozgunculuk mânâsmdadır" der.
Fûm, sarımsak demektir. Bir görüşe göre de buğdaydır.
"Değiştirirsiniz" İstibdal, bir şeyi başkasına verip, onun ye rine başka birşey almaktır.
Ednâ , daha düşük, daha âdi demektir. Âdı işler peşinde koşan kimeseye de denî adam denir,
Zillet; zelillik, horluk ve hakiri ik demektir.
Meskenet, fakirlik ve boyun eğmek demektir. Bu ke­lime, sükûn kelimesinden alınmıştır. Bu mânâda fakirliğinden dolayı < hareket eden kimseye "miskin" denir.
Bâû, "döndüler" demektir. Râzi, bu fiilin sadece şer için kulanıldığını söylemiştir.
"Sının aşarlar" İ'tida, her hususta haddi aşmak olup daha zi­yade zulüm ve isyanda kullanılır. [213]

Âyetlerin Tefsiri

60. Ey İsrailoğulları! Atalarınızın Tih çölünde susuz kaldıklarını ve Hz. Musa'nın onlar için yağmur istediği zamanı hatırlayınız. Biz Musa'ya dedik ki: "Asam herhangi bir taşa vur ki, kudretimizle ondan gözeler fışkırsın" Mûsâ asasını bir taşa vurunca ondan, kabilelerinin sayısınca, kuvvetli bir şekilde oniki göze fışkırdı. Çekişmemeleri için, her kabile kendi içecekleri suyun mahallini öğrendi, Onla­ra, Allah'tan bir rızık olarak kudret helvasını ve bıldırcını yeyiniz, Bu su­dan da içiniz, dedik. İşte bu nimetler size yorulmaksızın ve meşakkat çekmeksizin sırf Allah'ın bir ikramı olarak verilmiştir. Çeşitli fesat ve taşkınlıkla yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın[214]
61. Ey İsrailoğulları! Hatırlayın ki siz çölde kudret helvası ve bıldırcın yerken, Peygamberiniz Musa'ya şöyle demiştiniz: Biz, kudret helvası ve bıldırcın gibi, aynı yemeği de­vamlı yemeğe tahammül edemeyeceğiz. pili: Bizim için Rabbi'ne dua et de, bize bunlardan başka rızıklar versin. Kudret helvası ve bıldırcından bıktık, usandık. Toprağın bitirdiği hububat ve bak­lagillerden istiyoruz. Mesela nane, kereviz ve pırasa gibi sebzelerden, salatalığa benzer kabağından, sarımsağından, mercimek ve soğanından istiyoruz. Hz. Musa, onların bu tekliflerini yadırgayarak: "Yazıklar olsun size" dedi. Değerli nimeti, değirsiz olanla mı değiştiriyorsunuz? Soğanı, sarımsağı ve sebzeyi, kudret helvası ve bıldırcına tercih mi ediyorsunuz? Şehirlerden herhangi birine, beldelerden herhangi bir beldeye gidiniz. Orada bu gibi şeyleri mutlaka bulursunuz...
Sonra Yüce Allah, onların sapıklık, fesat, azgınlık ve düşman­lıklarına dikkat çekerek şöyle buyurur: Onların üzerine zillet, horluk, alçaklık ve hayat boyu onlardan ayrılmayacak ebedî bir rezillik damgası vurulmuştu. Ve Allah'ın şiddetli ga­zabı ve hışmma uğradılar. Onların uğramış olduğu bu zillet, horluk, hışım, gazab, işlemiş oldukları çirkin suçlardan dolayıdır. Çünkü onlar kibirlenerek Allah'ın âyetlerini in­kâr ettiler ve zulüm ve düşmanlıkla gönderdiği peygamberleri öldürdüler, İşte bütün bunlar, onların Allah'a isyanları, taşkınlıkları ve Allah'ın hükümlerine inat göstererek hakkı aşmalarından dolayıdır. Sonra Yüce Allah mü'minler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiîler gibi çeşitli din mensuplarını, sadakatle kendisine imana ve ihlas ile amele çağırdı. Bu daveti haber sıygasıyle yaparak şöyle buyurdu. [215]
62. Muhammed'e iman edenler, Musa'ya uyan­lar, İsa'ya tabi olanlar Yahudilik ve Hristiyanlıktan ayrılarak meleklere tapanlar var ya, İşte bu gruplardan kim sadakatle iman eder, Allah'ı tasdik eder ve ahirete kesin bir şekilde inanır ve dünyada Allah'a itaatle salih amel işlerse zerre miktarı kaybolmaksızm Allah katında onlar için mükafat vardır. Kâfirlerin azaptan korktuğu, ömrünü boş yere harcayıp da sevap alma fırsatını kaçıranların üzüldüğü bir anda, bu mü'minler için âhirette ne korku vardır, ne de bir tasa. [216]

Edebî Sanatlar

1. "Allah'ın rızkından yeyin ve için" cümlesinde, rızkın Allah'tan olduğunun bildirilmesi, nimet ve ihsanının büyüklüğünü göstermekte ve bu rızkın, yorulmadan ve meşakkat çekmeden elde edilen bir rızık olduğuna işaret etmektedir.
2. "Yeyüzünde fesat çıkarmayın" ifadesinde Arz keli­mesinin açıkça zikredilmesi, fesadın çirkinliğini göstermek de mübalağa ifade eder. kelimesi, hâl-i müekkidedir. Bu üslubun fesahat yönü öyledir:
Konuşan bazan, etrafında hiçbir şek ve şüpheye meydan vermeyecek bir şekilde emir vermeye ve yasaklamaya dikkat eder. İşte bu vurgu da, o dikkatten kaynaklanmaktadır. lafzı, fesadı yasaklamayı pekiştirir ve o yasağa karşı gafil davranma ve onu unutma gibi mahzurları da ortadan kaldırır.
3. "Yerin bitirdiklerinden" ifadesinde mecaz vardır. Zira gerçekte bitirici Allah'tır. Bu tür mecazlara mecâz-ı aklî denir. Mecazın alakası sebebiyyedir. Zira arz, bitkinin bitmesine sebep olduğu için, bitir­me fiili ona isnad olunmuştur.
4. "Onlar üzerine zillet ve miskinlik damgası vuruldu" cümlesi bir çadırın, içindeki kimseyi her taraftan kuşattığı gibi, zillet ve meskenet de onları kuşatmadan kinayedir.[217] Nitekim şâir şöyle der:
Yücelik, mürüvvet ve cömertlik, İbn Haşrec'i kuşatan bir çadır içinde­dir.
5. Peygamberlerin hiçbir zaman haklı olarak öldürülmeleri söz konu­su olmadığı halde kaydıyle, onların öldürülmelerinin haksız yere olduğunun kayitlanması, onların peygamberlere karşı düşmanlıklarının büyük bir çirkinlik ve adilik olduğunu göstermekedir. [218]

Faydalı Bilgiler

1. Hz. Musa'nın asâsmı vurarak su fışkırttığı taşın ne gibi ve nasıl bir taş olduğu hususunda tefsirciler birçok rivayet nakletmişlerdir. Biz bu görüşleri nakletmeyeceğiz. Taştan suyun fışkırmasının bir mucize olarak gerçekleştiğini ve Hz. Musa'nın asasının vurmuş olduğu taşın sert bir kaya olduğunu ve bunun su fışkırtmasının mümkün olmadığını bilmek âyetin mânâsını anlamak için yeterlidir. Burada mucizenin daha açık, delilin daha parlak olduğu ortaya çıkar.
Hasan-ı Basrî şöyle der: Yüce Allah Hz. Musa'nın belirli bir taşa de­ğil, herhangi bir taşa vurmasını emretti. Bu da, Allah'ın parlak delilini ve kudretini apaçık göstermektedir.[219]
2. Soru: Suyun oniki göze halinde akıtılınasmm hikmeti nedir? Cevap: Musa'nın kavmi kalabalık idi ve çölde yaşıyorlardı.İnsanlar
için suya şiddetle ihtiyaç hissedip de sonra onu bulurlarsa suyu elde etmek için aralarında çekişme ve kavga olabilir. En iyisini Allah bilir. Yüce Al­lah onların aralarında çıkabilecek bir kavgayı önlemek için her kabileye bir göze tahsis ederek bu nimeti tamamladı. İsariloğulları, Hz. Yakub'un oniki oğlunun soyundan gelen oniki kabile halinde idiler.
3. Bazı tefsirciler l^İj terkibindeki fûm kelimesinin buğday olduğu kanaattindedirler. Fakat tercih olunan görüş onun sarımsak olduğudur. İbn Mesud kıraatmda okunması, ayrıca soğan mânâsına gelen uUw m da bununla birlikte zikredilmesi bu görüşün delilidir. Fahr-i Razi: "Sarımsak, mercimek ve soğana buğdaydan daha uygun düşmektedir" der. Kurtubî bu görüşü teyid etmek için şâir Hassân'm şu beytini zikreder:
Siz asaletsiz alçak insanlarsınız. Yedikleriniz soğan ve sarımsaktan ibarettir.[220]
63. Hatırlayınız ki sizden sağlam bir söz almış, Tûr'u üzerinize kaldırmış, size verdiğimizi kuvvetle tu­tun, onda bulunanları daima hatırlayın, umulur ki, ko­runursunuz (demiştik).
64. Ondan sonra sözünüzden döndünüz Eğer size Allah'ın ihsanı ve rahmeti olmasaydı, muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz.
65. İçinizden Cumartesi günü azgınlık edenler ol­muş da bu yüzden kendilerine "Aşağılık maymunlar olun!" dediklerimizi bilmektesiniz.
66. Biz onu hâdiseyi bizzat görenlere ve sonradan gelenlere bir ibret dersi, müttakiler için de bir öğüt vesilesi kıldık.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah İsrail oğulların a, verdiği büyük ve değerli nimetleri hatır -lattı ve hemen arkasından Allah'ın emirlerine isyan etmelerini, inkâr ve inatlarına karşılık olarak başlarına gelen musibetleri açıklamaya başladı. Çünkü Allah'ın verdiği nimetlere karşılık nankörlük ettikleri, O'na verdikle­ri ahdi bozdukları, cumartesi gününün hürmetini ihlal ettikleri için Yüce Allah onları maymuna çevirdi. Bu bir ilâhi kanundur. Allah'ın emirlerine karşı gurur ve kibir gösteren ve gönderdiği peygamberlere isyan eden her toplumun durumu budur. [221]

Kelimelerin İzahı

"Yemininiz "Misâk, yemin ve benzeri şeylerle pekiştirilen a-hittir. Buradaki ahitten maksat, Tevrat'ın hükümleri ile amel etmektir.
Tur, Hz. Musa'nın Yüce Allah ile konuşmak üzere gittiği dağdır.
Azim ve temkinle.
"Yüz çevirdiniz." Tevellî, bir şeyden yüz çevirmek ve ona arka dönmek demektir.
Hasiîn, horlanmış ve hakir mânâsına gelen hâsi kelimesinin çoğuludur. Dilciler: Hâsi, insanlara yaklaştığında, hoşt denilerek kovulan köpek gibi, kovulmuş, uzaklaştırılmış, alçak kimse demektir." derler.
Nekâl, caydırıcı, şiddetli ceza demektir. Caydırıcı ve önleyici olmadıkça her cezaya nekâl denmez. [222]

Âyetlerin Tefsiri

63. Ey İsrailoğulları! Tevrat'taki emirlerimi uygula­mak Üzere sizden yeminle söz aldığımız zamanı hatırlayınız. O zaman Tur dağını, siyah bir bulut gibi üzerinize kaldırdık ve size Tevrat'taki emirlerimizi azim ve ciddiyetle alıp onlarla amel edin, Onda olan emirleri koruyun, unutmayın ve onlar­dan gafil olmayın dedik. Emirlerimize uyarsanız, dünyada helakten, âhirette de azaptan kurtulursunuz. Bu cümlenin bir başka mânası, "umulur ki siz müttakiler zümresinden olursunuz" demektir. [223]
64. Daha sonra siz, bize verdiğiniz ahitten yüz-çevirdiniz. Tevbelerinizi kabul etmek ve hata­larınızı affetmek suretiyle Allah size lütufta bulunmasaydı, dünya ve âhirette helak olanlardan olacaktınız. [224]
65. Kendilerini cumartesi günü av­lanmaktan yasaklamış olduğumuz halde, emirlerimize uymayıp bize isyan ederek o günün hürmetini ihlal edenlere ne yaptığımızı biliyorsunuz, [225]
Daha önce insan iken, "zillet ve horluk içerisinde may­munlar olunuz" diyerek biz onları maymuna çevirdik.
66. Onları, bu olayı görenler için caydırıcı bir azab; daha sonra gelip de görmeyenler için bir ibret ve muttaki, sâlih kullar için bir öğüt olsun diye maymunlara çevirdik. [226]

Edebî Sanatlar

1. "Size verdiğimizi kuvvetle tutun" cümlesinde hazif yoluyla î'câz vardır. Takdiri: ... "Onlara.... tutun dedik" şeklindedir. Zemahşerî de bu şekilde takdir etmiştir.
2. Aşağılık maymunlar olunuz" cümlesindeki emir kipi, hakiki mânâsında değil, horlama ve hakaret etme mânâsında kul­lanılmıştır. Bazı müfessirler şöyle der: Bu emir, teshir ve tekvin emridir. Yani bu emir, onların gerçek insanlıktan gerçek maymunluğa nakledilme­leri için, Allah'ın kudretinin üzerlerinde tecellî etmesinden ibarettir.[227]
3. "Öncekilere ve sonrakilere" cümlesi, bu olaydan önce ve sonra gelen milletler ve mahlukattan kinayedir. Veya bu olayın öncekilere ve sonrakilere bir ibret olduğunu ifade eder. [228]

Faydalı Bilgiler

1. Keffâl şöyle der: Yüce Allah, onların her birinden bir and aldığını vurgulamak için kelimesini tekil olarak zikretmiştir. Nitekim: "Sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarır[229] mealindeki âyette de tıfl kelimesi tekil olarak kullanılmıştır.[230]
2. Bazı araştırıcılar şöyle der: Israiloğullarının ruhları, isyanları sebe­biyle karardığı için, hiçbir nizam tanımadan hareket ediyorlar; kibir, gurur ve taşkınlıklarından dolayı kendilerini büyük görüyorlardı. Kendilerine Tevrat'taki hükümlerle amel etmeleri emre dil di ğin de onları ağır buldular ve Allah'a isyan ettiler. Bundan dolayı Allah, onların üzerine Tûr dağını kaldırınca, bunu Tevrat'taki emirlerden daha ağır buldular ve Tevrat'ın hükümleri ile amel etmek onlara hafif geldi. Şâir şöyle der:
İsyankâr, Allah'a mucizelerle çağrılır. Kabul etmezse, o zaman onu keskin kılıçlar çağırır.[231]
3. "Takva sahipleri için bir öğüt" ifadesinde, Öğüt, müttekilere tahsis edilmiştir. Zira öğüt ve nasihatten yararlananlar on­lardır. Nitekim Yüce Allah "Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü'minlere fayda verir[232] buyurur. [233]
67. Musa kavmine "Allah bir sığır kesmenizi emre­diyor" demişti de, "Bizimle alay mı ediyorsun?" demiş­lerdi. O da "Câhillerden olmaktan Allah'a sığınırım" demişti.
68. "Bizim adımıza Rabbine duâ et, bize onun ne olduğunu açıklasın" dediler. "Allah diyor ki, o, ne yaşlı ne de körpe; ikisi arası bir inek. Sîze emredileni hemen yapın" dedi.
69. Bu defa "Bizim için Rabbine duâ et, bize onun rengini açıklasın" dediler. "O diyor ki, bakanların içini açan sapsarı bir inektir" dedi.
70. "(Yâ Musa) Bizim için, Rabbine duâ et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın, çünkü inek ineğe benzer. Biz, inşaallah emredileni yapma yolunu buluruz" dediler.
71. (Musa) dedi ki; Allah şöyle buyuruyor: O, henüz boyunduruk altına alınmayan, yer sürmeyen, ekin sulamayan, serbest dolaşan, renginde hiç alacası bulunmayan bir inektir. "İşte şimdi gerçeği anlattın" dediler ve bunun üzerine onu kestiler, ama az kalsın kesmiyorlardı.
72. Hani siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Halbuki Allah gizle­mekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktır.
73. "Haydi şimdi öldürülen adama, bir parçasıyla vurun" dedik. Böylece Allah ölüleri diriltir ve düşüne-siniz diye size âyetlerini gösterir.
74. (Ne var ki) bunlardan sonra yine kalbleriniz katılaştı. Artık kalbleriniz taş gibi, hatta daha da katı. Çünkü taşlardan öylesi var ki, çatlar da ondan su fış­kırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukar­dan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.

Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Yüce Allah, Yahudilerin ahitlerini bozma, cumartesi gününün hür­metini ihlal etme ve indirmiş olduğu Tevrat'ın hükümlerine uymayarak Allah'a karşı gelme gibi çirkin suçlarını anlattıktan sonra, bu âyetlerde de diğer suçlarını anlatmaya devam eder. Ki bunlar da; peygamberlere muha­lefet, onları yalanlama, Allah'ın vahyettiği emirlere süratle sarılmama, peygamberlere karşı inatla mücadele etme, peygamberleri Musa (a.s.) ile konuşurken edepsizce davranış ve kötülükleridir. [234]

Kelimelerin İzahı

Hüzü', zâ'nın ötresi ve hemzenin vav'a çevrilmiş şekliyle alay etmek demektir. kelimesindeki hemzenin vava çevrilerek ol­ması da bunun gibidir. Metinde zikredilmeyen tamlayanı da nazar-ı itiban alarak mânâsı: "Bizi alay konusu mu ediniyorsun?" demektir veya mastar. ism-i meful mânâsı vermek suretiyle: "Bizi, kendileriyle alay edilen kirrseler mi ediniyorsun?" demek olur.
Fârid, yaşlı ve ihtiyar demektir. Lisânu'l-Arap'ta böyle açıklanmıştır.
Bikr, küçük olduğu için-erkekle cinsî temas etmemiş ve doğur­mamış genç demektir. Şâir şöyle der:
Vallahi! sen, misafirine yürüyemeyecek derecede yaşlı bir hayvan verdin. Ona, hoşuna gidebilecek tavlı bir hayvan vermedin. Sana nasıl dost luk gösterilip ihsanda bulunacak?[235]
Avân: Ne yaşlı, ne küçük, orta yaşta demektir. Bir başka görüşe göre, bir veya, iki defa doğurmuş hayvan demektir.
Fükû, sapsarı olmak demektir. Kıpkırmızı olan şeye, denildiği gibi, sapsarı olan şeye de denilir. Taberî der ki: Bu ke­lime, aşırı beyazlığı ifade eden nüsü' kelimesinin benzeridir.
Zelûl, ise alıştırılmış demektir Serkeşliği giderilerek işe alıştırılan hayvana denilir. Burada geçen kelimesi tarla sürmee alıştırılmamış demektir.
Müselleme, selâmet kökünden olup ayıp ve kusurdan arınmış demektir.
Siye, asıl renge uymayan alacalıktır. Taberî: nin mânâsı, o hayvanda asıl rengine uymayan ne beyazlık, ne de siyahlık vardır" demektir der.[236]
Çekiştiniz ve ihtilâfa düştünüz demektir. Bu kelimenin aslı dur. Tâ, dala idgam edildi. Sakin harfle konuşmaya başlanüamadığı için başına bir hemze-i vasıl getirildi ve oldu.. in mânâsı savmak ve def etmek demektir. Her iki grup da suçu birbirlerinin üzerine attığı için bu kelime kullanılmıştır. Hadiste Şüpheli hallerde had cezalarını def ediniz[237]. yani düşülünüz şeklinde kullanılmıştır.
Kasvet, sertlik demektir. Zıddı rikkattir.
Teşakkuk, uzunluğuna veya genişliğine yarılmak demektir.
Hübût, yukardan aşağı iniş demektir. [238]

Oluyu Diriltme Mucizesi Ve Bakara (Sığır) Kıssası

İbn Ebî Hâtim'in rivayetine göre, Ebu Ubeydc es-Selmanî şöyle demiştir: "İsrailoğullarından çocuksuz, zengin bir adam vardı. Kardeşinin oğlu bu şahsın vârisi idi. Mirasına konmak için adamı öldürerek, gecele­yin, yine İsrailoğullarından olan bir başkasının kapısının önüne götürüp koy­du. Sabahleyin de, amcasını, onların öldürdüğünü iddia etti. Neticede her iki taraf da silahlanıp birbirlerine girdiler. İçlerinden akıllı ve ileri görüşlü birisi: "Aramızda Allah'ın Rasulu varken niye birbirimizi öldürüyoruz?" dedi. Bunun üzerine kavgayı bırakarak, Musa (a.s.)'ya gelip meseleyi ar-zettiler. Musa (a.s.) onlara: "Allah size bir sığır kesmenizi emrediyor" dedi. Râvî diyor ki: İsrailoğulları herhangi bir sığır kesmeye razı olup itiraz etmeselerdi, basit bir sığır onlar için kâfi gelecekti. Fakat onlar işi zora sokunca, Allah da onlara karşı işi güçleştirdi. Nihayet işi, kesmekle emrolundukları sığıra kadar götürdüler ve sığırı, ondan başka sığırı olmayan bir adamın yanında buldular. Sığırın sahibi, "Vallahi, derisinin dolusu altın vermedikçe onu size vermem" dedi. Böylece hayvanı, derisinin dolusu altın karşılığında satın aldılar. Hayvanı kesip bir parçasıyla öldürülen ada­ma vurdular Adam dirilince, "seni kim Öldürdü?" diye sordular. Kardeşinin oğlunu göstererek: "Katilim budur" diye cevap verdi, sonra tekrar öldü.. Bu­nun üzerine, onun malından kardeşine hiçbir şey verilmedi. Bu olaydan sonra da, murisini öldüren hiçbir katile onun malından miras verilmedi.[239] Başka bir rivayatte de , "katili yakalayıp öldürdüler" denilmektedir. [240]

Âyetlerin Tefsiri

67. Ey İsrailoğulları! Pey­gamberiniz Hz. Musa'nın "Allah size bir sığır kesmenizi emrediyor" dediği zamanı hatırlayınız. Siz utanmadan peygamberinize "Ya Musa, bizimle alay mı ediyorsun?" diye cevap verdiniz, Musa da "alaycı, câhil zümreden olmaktan Allah'a sığınırım" dedi. [241]
68. Dediler ki:"Bizim için Rabbine dua et de, bu sığırın mahiyetini ve ne gibi özellikleri olduğunu bize açıklasın. Hz- Mûsa dedi ki: Allah, o sığırın ne çok yaşlı, ne de erkekle temasta bulunmayacak kadar küçük olmamasını, bu ikisinin arasında, orta yaşta olmasını emrediyor, Artık size emredileni yapın. İnat edip de işi zora koşmayın. Aksi halde Allah işinizi zorlaştıracaktır. [242]
69. Dediler ki, bizim için Rabbine dua etde, onun rengini bize açıklasın. Beyaz mı, siyah mı, yoksa başka bir renkmi olduğunu bilelim. Hz. Musa dedi ki: Yüce" Allah onun rengi sapsarı, görenlerin hoşuna gidecek güzel bir görünümü olan bir sığır olmasını emrediyor. İsrailoğullan, sığırın yaşını ve rengini öğrendikten sonra, özellikleri hakkında daha fazla bilgi edinmek için, sığırın durumunu tekrar sorarak: [243]
70. Dediler ki: bizim için Rabbine dua et, o sığırın mahiyetini bize açıklasın. Sonra, orta yaşlı ve sapsarı birçok hay­vanın olduğunu ileri sürerek özür beyan ettiler. Ve "Bizim için iş karıştı. Kesilmesi emredilen sığırın ne olduğunu anlayamadık." Ancak, Allah dilerse biz onu anlayabiliriz, dediler. Ha­diste bildirildiği gibi, eğer böyle dememiş olsalardı, ebediyyen o hayva­nın mahiyetini anlayamayacaklardı. [244]
71. Hz. Musa dedi ki: Yüce Allah, bu sığırın tarla sürmeye ve ekini sulamaya alıştırılmamış, kusurlardan salim, renginde alacalık bulunmayan baştan aşağı sapsarı bir sığır olmasını emrediyor. Dediler ki: İşte şimdi gerçeği anlattın ve bize bütün açıklığıyla hayvan hakkında yeterli bilgi verdin. Yüce Allah, onların daha sonraki durumlarım bize şöyle bildi­rir. Onu kestiler. Ama pahalı olduğu için veya rezil oldukları için neredeyse kesmeyeceklerdi.
Bundan sonra Yüce Allah onlara sığır kesmelerini emretmesinin se­bebini ve şahit oldukları, Allah'ın parlak mucizelerini bize şöyle anlatır. [245]
72. Ey İsrail oğullan! Hatırlayın ki, siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle çekişmiş ve ihtilafa düşmüştünüz. Her grup suçu kendi üzerinden atıp diğerine yüklemeye çalışıyordu. Halbuki Allah, gizlemekte olduğunuz şeyi ortaya çıkaracaktı. [246]
73. Bunun içindir ki biz, "sığırın bir parçası ile mak­tule vurun" dedik. O dirilir ve size katili bildirir. Allah bu maktulü gözlerinizin önünde dirilttiği gibi, ölüleri de diriltip kabirden çıkaracak ve düşünüp tefekkür edesiniz ve Allah'ın herşeye kadir olduğunu anlayasanız diye size kudretinin delillerini göstere­cektir.
Sonra Yüce Allah onların kötülüklerini ve kalplerinin katılığını şöyle bildirir: [247]
74. Sonra Ey Yahudi topluluğu! Bu parlak mucizeleri gördükten sonra, yine de kalpleriniz o şekilde katılaştı ki, onla­ra ne bir öğüt, ne de bir nasihat tesir etmiyor. Artık kalpleriniz taş gibi, veya daha da katıdır. Yani bazılarınızın kalbi" taş gibi, bazılarınızın ki taştan daha da katı, demir gibi Zira taşlardan öylesi var ki, içinden bolca nehirler kaynar. öylesi de var ki, Allah korkusundan yarılır da ondan su fışkırır. Yine Öylesi de vardır ki, Al­lah korkusundan parçalanarak dağlardan aşağı iner. Yani, ey Yahudi top­luluğu, taşlar yumuşar ve Allah'ın emrine boyun eğer de sizin kalpleriniz ne yumuşar ne etkilenir. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir. Yani Allah yaptıklarınızı gözetlemektedir. O'na hiçbir şey gizli kalmaz. Kıyamet gününde de amellerinize göre sizi cezalandıracaktır. Bu âyette Yahudiler için bir tehdit ve uyarı vardır. [248]

Edebî Sanatlar

1. "Onu kestiler. Neredeyse bunu yapmayacak­lardı" cümlesinde hazif vardır. Bu cümlenin başından, mânâları kelimele­rin dizilişinden anlaşılan iki cümle hazfedilmiştir. Bu tür bir hazif, Kur'an-'m i'câzmdandır. Takdiri şöyledir: "İsrailoğullan, yukarıda zikredilen va­sıfları taşıyan sığırı bulup satın aldılar. İstenilen sığırın bu sığır olduğunu anlayınca onu kestiler. Bu, hazif yoluyla i'câz kabilindendir.
2. "Allah, gizlemekte olduğunuz şeyi çıkancıdır" Bu cümle, "ihtilafa düşmüştünüz"ona vurun dedik" arasında bir ara cümlesidir. Birbirlerini takip eden iki cümle arasına gelen "ara cümle", beliğ kelâmın güzelliğini daha da artırır. Cüm-le-i mu'terizanın buradaki faydası, hakikatin kuşkusuz meydana çıkacağını muhataplara bildirmektir.
3. "Sonra kalpleriniz katılaştı"Bu cümlede istiâre-i tasrîhiyye vardır. Kalplerin sertlik ve katılıkla vasfedilmesinden maksat, onların öğüt ve ibret almaktan uzak olduklarını bildirmektir.
Ebussuûd şöyle der: Kasvet; Taşın sertliği gibi bir sertlik ve katılık demektir. İsrailoğullarınm kalpleri öğüt almaktan ve dağları eritip kayala­rı yumuşatan nasihat ve uyarılardan uzak olduğu için, kasvet kelimesi, bu uzaklık yerine müstear olarak kullanılmıştır.[249]
4. "Onlar taş gibidir" Bu cümlede teşbih vardır. Bu teşbihe, teşbih-i mürsel ve mücmel denilir. Çünkü teşbih edatı zikredilmiş, vech-i şebeh ise hazfedilm iştir.
5. "Ondan ırmaklar fışkırır" Bu cümlede de mecâz-ı mürsel vardır. Zira, "ondan nehirler fışkırır" demek, "nehirlerdeki su fışkı­rır" demektir. Araplar mahalli zikredip, o mahalde bulunanı kasdederler. Nitekim nehrin zikredilip, içinde akan suyun kasdedilmesi de bunun gibi­dir. Karine açıktır. Zira nehir değil, içindeki su fışkınr.[250]

Faydalı Bilgiler

1. "Musa: "Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım" dedi. Bu âyet-i kerime, dinî konularla alay etmenin büyük bir cehalet olduğuna dikkat çekmektedir. Muhakkik âlimler âyet-i kerimelerin mizah ve şaka yerinde darb-ı mesel olarak getirilmesini men etmişler ve : "Kur'an sadece tefekkür ve itaat için indirilmiştir. Şaka, mi­zah ve efkar dağıtma için inmemiştir," demişlerdir.
2. "Hani siz bir şahsı Öldürmüştünüz." Bu âyet, Rasulullah (s.a.v) zamanındaki Yahudilere hitap etmektedir. Bu hitap şekli toplumlar arasında bilmen hitabet üslubuna uygundur. Zira, sonra gelenler öncekilerin izinden gidiyorlarsa ve onların yaptıklarına razı oluyorlarsa, öncekilerin yaptıkları, sonrakilere de isnat olunur. Bu âyet, hem geçmişteki, hem de Rasulullah'a muasır olan Yahudileri de kınamakta ve tenkit etmektedir.
3. Adam öldürme olayı her ne kadar daha sonra anlatılsa da, İsrailoğullarına, sığır kesmeleri emredilmeden Önce meydana gelmiştir. Bundaki sır, sığırın kesilmesinin sebebini bilmeye teşvik, İsrailoğullarım tekrar tekrar kınama ve tenkit etmektir.
Büyük âlim Ebussuûd şöyle der; Burada tertibin bozulmasının sebebi, tekrar tekrar kınama ve tenkittir. Çünkü Öldürülmesi haram olan bir şahsı öldürmek, Hz. Musa gibi bir peygamberle alay etmek ve onun emrini yerine getirmemek, şiddetle kınanması gereken büyük bir cinayettir.[251]
4. Yüce Allah bu müberek sûrenin beş yerinde ölüleri diriltmeyi zikret­ti: Bunlar a) "Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik.[252] b) "Bu kıssada geçen "Haydi şimdi adama, kesilen ineğin bir parçası ile vurun" dedik, böylece Allah ölüleri diriltir.[253] c) Binlercesi birden ölüm korkusundan yurtlarından çıkanların kıssasındaki "Allah onlara ölün dedi. Sonra onları diriltti[254] âyetinde, d) Üzeyr kıssasındaki, "Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı, sonra tekrar diriltti.[255] âyetinde ve e) Hz. İbrahim kıssasında geçen, İbrahim Rabbine, "Ey Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster, demişti[256] âyetinde[257] geçmektedir.
5. Âyetinde jl edatı Jj edatı yerinde kul­lanılmıştır. "Hatta daha katı" demektir. "Yunus'u yüzbin hatta daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik[258] mealindeki âyette de edatı bu mânâda kullanılmıştır. Bazıları bu edatın terdît için olup "veya" mânâsına geldiğini, yahut tahyîr için olup tercih mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Buna göre, kalplerin durumunu bilen kimse, onları taşa veya ondan daha katı olan demir gibi bir şeye benzetir. Kalplerin durumunu bilmeyen kimse ise onları taşa benzetir veya: "Onlar taştan daha katıdır" der.
6. Bazı müfessirler, bu âyette geçen İ--Ü. (korku) kelimesinin hakiki mânâsında kullanıldığını ve Yüce Allah'ın bu taşlara kendilerine göre bir korku verdiğim söylerler. "Onu hamd ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur[259] mealindeki âyette de hamd ve teşbih bu kabilden olup, hakiki mânâda kullanılmışlardır. Bazıları da, haşyet kelimesinin mecaz olarak kul­lanıldığı kanaatindedirler. Bu, şu atasözüne benzer: Duvar çiviye: "Beni niçin yarıyorsun? diye sordu. O da: "Beni çakana sor" dedi. En iyisini Allah bilir. [260]
75. Şimdi (ey mü'minler) onların size inanacak­larını mı umuyorsunuz? Oysa ki, onlardan bir zümre, Allah'ın kelâmını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi.
76. (Münafıklar) inananlarla karşılaştıklarında "iman ettik" derler. Birbirleriyle yalnız kaldıkları vakit ise "Allah'ın size açtıklarını (Tevrat'taki bilgile­ri), Rabbiniz katında sizin aleyhinize hüccet getirmele­ri için mi onlara anlatıyorsunuz; bunları düsünemiyor.
77. Onlar bilmezler mî ki, gizlediklerini de açık­ça yaptıklarını da Allah bilmektedir.
78. Onlardan ümmîler vardır ki bir takım kurun­tular hariç Kitab'ı (Tevrat'ı) bilmezler. Onlar sadece zan ve tahminde bulunurlar.
79. Elleriyle Kitab'ı (Tevrat'ı) yazıp sonra onu az bir para karşılığında satmaları için "Bu Allah katın-dandır" diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdık­larından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!
80. İsrailoğulları "Sayılı birkaç gün müstesna, bize ateş dokunmayacaktır." dediler. De ki (onlara): Siz
Allah katından bir söz mü aldınız? Aldıysanız Allah sözünden asla caymaz. Yoksa Allah hakkında bilmedi­ğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz.?
81. Hayır! Kim bir kötülük eder de kötülüğü ken­disini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennem­liktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.
82. İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlar da cennetliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah Yahudilerin inatlarını, Allah'ın emirlerine sarılmamala-rını, peygamberlerle mücadele etmelerini ve onların emirlerine boyun eğmemelerini zikrettikten sonra, bu âyetlerde de yine onların, Allah'ın ke­lamını tahrif etme, Allah'ın dostları -olduklarını ve cehennemde birkaç günden fazla yanmayacaklarını iddia etme, babalarından ve atalarından kendilerine intikal eden yalancı kuruntularla avunma gibi bazı cürüm ve çirkin fiillerinden bahseder. Yüce Allah bu âyetlere, müslümanlarm, Yahu­dilerin imana geleceklerini ümit etmemelerini bildirerek başladı. Zira on­ların fıtratlarında sapıklık vardır ve mayaları inat ve kibirle yoğrulmuştur. [261]

Kelimelerin İzahı

Şiddetle isyiyor musunuz? Tama nefsin bir şeyleri şiddetle istemesidir. İstek az olursa bına reca ve rağbet denir.
Ferîk, cemaat demektir. Rant ve kavm kelimeleri gibi, tekili olmayan topluluk ismidir.
"Onu tahrif ederler" Tahrif, aslında bir şeyden yüz çevirmek manasına gelen inhiraf kökünden olup değiştirmek ve tebdil etmek ma­nasınadır.
"Onu anladılar" bir şeyi akılla idrak etmek demektir. Maksat, "onu anladılar ve tanıdılar" demektir.
kelimesinin çoğulu olup, okuma yazma bilmeyenler demek­tir. Annesine nisbetle kişiye bu vasıf verilmiştir. Zira o, annesinden doğ­duğu gibi kalmış, okuma yazma Öğrenmemiştir.
Emânî, ümniye kelimesinin çoğulu olup, insanın istediği ve arzu ettiği veya kendi nefsinde var kabul ettiği kuruntudur. Bundan dolayı bu kelime yalan mânâsında da kullanılır. Bedevinin birisi, birine şöyle demiştir: "Bu dediğin gördüğün bir şey mi? Yoksa uydur­duğun bir yalan mıdır? Bu kelime, bazan da "okumak" mânâsında kul­lanılır. Nitekim şâir Hassan "İlk gece Allah'ın kitabını okudu" diyerek, bu kelimeyi okumak mânâsında kullanmıştır.
Veyl, helak ve yok olma demektir. Bir başka görüşe göre, rezil­lik ve rüsvaylıktır. Bu kelime, şer ve azabta kullanılır. Kadî şöyle der: Bu kelime "Hilekârlara yazıklar olsun[262] âyetinde olduğu gibi şiddetli tehdit ve uyarı ifade eder. Sibeveyh de şöyle açıklar: "Veyl, helake düşen kimse için, veyh ise, ona yaklaşan kimse için kullanılır. [263]

Nüzul Sebebi

1. Bu âyetler Ensar hakkında nazil olmuştur. Ensarla Yahudiler arasında dostluk, komşuluk, süt bağları ve ittifak vardı. Dolayısıyla onların müslüman olmalarını istiyorlardı. Bunun üzerine " (Ey mü'minler)! Şimdi onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz?.,." mealindeki âyet nazil oldu.[264]
2. Mücahid, İbn Abbas'tan şöyle rivayet eder: Yahudiler diyorlardı ki: Bu dünyanın ömrü yedibin senedir. Biz her bin sene karşılığında birgün cehennemde yanacağız. Bunlar da, sayılı yedi gündür. Bunun üzerine Yüce Allah, "Ve Israiloğulları "sayılı bir kaç gün hariç, bize ateş dokunmaya­caktır" dediler." mealindeki âyeti indirdi.[265]

Âyetlerin Tefsiri

Yüce Allah, mü'min kullarına hitap ederek buyurur ki:
75. Ey mü'minler topluluğu! Yahudilerin müslüman olup sizin dininize gireceğini mi umuyorsunuz?
Halbuki onların âlim ve bilginlerinden bir grup, Allah'ın kitabı Tevrat'ı okuyor, onu açık bir şekilde dinliyor da Anlayıp idrak ettikten sonra Tevrat'taki bu âyetleri, tebdil ve tevil etmek suretiyle değiştiriyorlardı. Yani onlar bu suçu, hata Ve unut­maktan dolayı değil, bile bile işliyorlardı. [266]
76. Yahudi münafıklar, Peygamber (s.a.v.)'in ashabı ile bir arada bulunduklarında: "Sizin doğru yolda olduğunuza ve Mu-hammed (s.a.v.)'in Tevrat'ta müjdelenen peygamber olduğuna inanıyoruz derler" de mü'minlerden ayrılıp birbirleriyle başbaşa kaldıklarında, Diğerleri bunu söyleyenleri kınayarak: Doğruluğunu bildiğiniz halde Peygambere uyma­manız âhirette mü'minler tarafından aleyhinize delil olarak kullanılsın diye mi Muhammed'in Tevrat'ta açıklanan vasıflarını arkadaşlarına haber veriyorsunuz? Onlar tarafından aleyhinize delil olarak kul­lanılabilecek şeyleri, onlara anlatmaktan sizi sakındıracak kadar aklınız yok mu? derlerdi. Bu sözü, Yahudilerden münafık olmayanlar münafık o-lanlara söylemişlerdir. Yüce Allah, onları kınayarak şöyle cevap verir: [267]
77. Bu Yahudiler bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. Hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. Bu şekilde söyledikten sonra, nasıl iman ettikle­rini iddia ediyorlar?!!..
Yüce Allah, Tevrat'taki âyetleri tebdil ve tahrif eden âlimlerin duru­munu anlattıktan sonra, onların peşinden giden avam halkın durumunu da anlatır ve her iki grubun aynı derecede sapıklık içerisinde olduğunu vurgu­layarak şöyle buyurur: [268]
78. Yahudilerden cahil avam tabakasından bir grup da vardır ki, kendi kendilerine Tevrat'ı okuyup anlayacak ve tetkik edecek derecede okuma yazma bilmezler. Ancak onların bildikleri, âlimlerinin kendilerine vermiş oldukları kuruntulardır ki, bunlar, Allah'ın kendilerini af ve merhamet edeceği, cehennemin kendilerini, sayılı birkaç günden fazla yakmayacağı, peygamber olan babalarının kendilerine şefaat edeceği, kendilerinin, Allah'ın oğlu ve dostu olduğu ve daha bir çok boş ku­runtulardan ibarettir, Onlar, zandan başka bir şeye tabi ol­mazlar. Yani onların bu hususta kesin bir bilgileri yoktur. Bilakis aptalca ve körükörüne babalarını taklit ederler. Sonra Yüce Allah, dünya malı elde etmek için avam halkı sapıklığa düşüren o âlimlerin işledikleri suçu şöyle açıklar:[269]
79. Tevrat'ı tahrif edip tahrif ettikleri bu âyetleri elleriyle yazan Sonra da onu az bir para karşılığında satmak için: "Bu, Allah kalındandır" diyenle­rin vay haline! Helak ve azap onlar içindir. Çünkü onlar, tahrif ettikleri o âyetler karşılığında fani olan dünya malını elde etmek için kendi elleriyle yazdıkları ve yalan ve iftira olarak Allah'a nisbet ettikleri âyetleri göste­rerek "İşte gördüğünüz bu âyetler, Allah'ın Tevrat'ta Musa'ya indirdiği âyetlerdir." derler Kitab'ı tahrif ettikleri için uğrayacakları şiddetli azaptan dolayı vay hallerine! İşledikleri haramdan dolayı vay hallerine! [270]
80. Durum böyle olduğu halde: "Biz, sayılı birkaç günden fazla asla cehenneme girmeyeceğiz" derler. Bu sayılı günlerden maksat, buzağıya taptıkları süre veya sadece yedi gündür. Ey Muhammedi Onları reddederek ve kınayarak de ki: Bu hususta Allah size ahid ve söz mü verdi? Eğer Allah, bu konuda size söz verdiyse Allah kesinlikle sözünden dönmez. Yoksa , Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsu­nuz? Allah'a karşı iftira edip O'nun söylemediklerini mi söylüyorsunuz? Böylece hem Allah'ın kelamını tahrif etme suçunu işliyor, hem de O'na karşı yalan ve iftira atıyorsunuz.
Daha sonra Yüce Allah, Yahudilerin yalanlarını açıklar ve onların, cehennemin kendilerini sayılı birkaç günden fazla yakmayacağına ve ora­da ebedî olarak kalmayacaklarına dair iddialarını boşa çıkararak şöyle bu­yum r : [271]
81. Hayır kâfir olarak büyük ve küçük günahları işleyen kimseler ebediyyen cehennemde kaldıkları gibi, siz de orada ebediyyen kalacaksınız ve ateş sizi yakacaktır. Çünkü ey Yahudiler! Kim sizin yaptığınız gibi günah işler, günahları her taraftan onu kuşatır ve bütün kurtuluş yollarını kapatırsa, İşte onlar cehennem ehlidir, cehennem onların yakasını bırakmayacak ve oradan ebe­diyyen çıkamayacaklar. [272]
82. İman edip amel-i sâlih işleyenlere ge­lince, işte cehennem bunları yakmayacak ve bunlar mutluluk içinde cennet bahçelerinde yaşayacaklar.İşte bunlar, cennet ehli olup, orada ebediyyen kalacaklar ve hiç çıkmayacaklardır.
Ey, merhametlilerin en merhametlisi olan Allah'ım! Bizi bunların zümresinden eyle. [273]

Edebî Sanatlar

1. "Bildikleri halde" ifadesi, onların yaptıklarının son de­rece çirkin olduğunu göstermektedir. Çünkü onlar Tevrat'ı, bilgisizlik ve unutmaktan dolayı değil, kasden ve bile bile tahrif ediyorlardı. Bilerek günah işleyen bir bıri elleriyle yazarlar" ifadesinde "elle­riyle" kaydı, ifadenin mecaz olmadığını vurgulamak ve doğrudan doğruya, bizzat kendi elleriyle yazdıklarını bildirmek içindir. Nitekim: "Onu sağ elimle yazdım", " onu kulağımla işittim", denir ki, bu ifadeler de hakiki mânâlarında kullanılmıştır.
3. "Gizlediklerini ve açığa vurduklarını" ifade­sinde, edebî sanatlardan tıbâk vardık. Zira burada fiilleri bir arada zikredilmiştir. Bu sanata tıbâk-ı icâb denir.
4. âyetlerinde "veyl" kelimesinin tekrar edilmesi, onları kınamak, tenkit et­mek ve adilik ve çirkinlikte son dereceye ulaşan günahlarını açıklamak içindir.
5. "Günahları onu kuşattı" cümlesinde istiare vardır. Çünkü Yüce Allah, onların günahlarını, bileziğin bileği kuşattığı gibi, bir toplumu her taraftan kuşatan düşman ordusuna benzetmiştir. Allah, "onların kötülükleri iyiliklerine galip geldi" yerine müstear olarak, "kötülükleri onları kuşattı" tabirini kullanmıştır. Sanki kötülükleri, her ta­raftan onları kuşatmış gibidir.[274]

Faydalı Bilgiler

1. "Allah'ın kelâmını tahrif" ifadesi, o kelamın fasit bir şekilde te'vilini ve bir kelamın yerine başka bir kelamı getirerek değiştirilmesini ifade eder. Yahudi bilginleri, Hz.Peygamber (s.a.v.)'in vasıfları hakkında yaptıkları gibi, her iki mânâda da tahrifatta bulunmuşlardır.
Büyük âlim Ebusuûd şöyle der: Rivayet olunduğuna göre Yahudi bil­ginleri, riyasetlerinin elden gideceği korkusuyla, Rasulullah (s.a.v.)'in Tevrat'taki vasıflarını kasıtlı olarak tahrif ettiler. Rasulullah (s.a.v.)'m va­sıfları Tevrat'ta şöyle yazılıydı: O'nun yüzü ve saçları güzel gözleri sürme­li, teni beyaz ve orta boyludur. Bunları değiştirerek: "Uzun boylu, mavi gözlü ve düz saçlı" yazdılar. Halk, peygamber (s.a.v.)'in vasıflarını onlara sorduklarında, kendi yazdıklarını okuyorlardı. Böylece halk, Hz. Muham med (s.a.v.)'in vasıflarını Tevrat'takine aykırı bulup onu yalanlıyordu.[275]
2. Tahrif, yukarda geçen her iki manâsıyla Tevrat ve İncil gibi se­mavî kitaplarda meydana gelmiştir. "Onlar kelimelerin yerlerini değişti­rirler[276] mealindeki âyette bu mânâda kullanılmıştır. Kur'an'a gelince: Câ­hil ve kâfirler, bâtıl te'vil yoluyla tahrif ederek ona mânâ vermişlerdir. Ama, bir âyeti kaldırıp yerine başka bir kelamı getirmek mânâsmdaki tah­rif Kur'an'da olmamıştır. Zira "Kur'an'ı kesinlikle biz indirdik.
yine biz koruyacağız.[277] mealindeki âyet gereğince Yüce Allah diyerek kitabı böyle bir tahriften korumuştur.
3. Buharı, Ebu Hureyre'nin (r.a.) şöyle dediğini rivayet eder: Hayber kalesi fethedüdiğinde Rasulullah (s.a.v.)'a zehirli bir koyun (eti) sunuldu. Durumu anlayan Hz. Peygamber (s.a.v.): Burada bulunan Yahudileri top­layıp bana getiriniz" dedi. Rasulullah (s.a.v.) ile, gelenler arasında şöyle bir konuşma geçti:
-Babanız kimdir?
-Falan kimsedir?
-Yalan söylüyorsunuz Bilakis babanız falan şahıstır.
-Doğru ve iyi söyledin
-Size bir şey sorsam, bana doğru cevap verir misiniz?
-Evet, ey Ebe'l-Kâsım. Eğer biz yalan cevap verecek olursak, baba­mız hakkındaki yalanımızı yakaladığın gibi, bu hususta da yakalarsın.
-Peki, cehennem ehli kimdir?
-Biz o cehennemde az bir müddet kalacağız, bizden sonra oraya siz gireceksiniz.
-Haydi ordan. Vallahi, biz oraya asla girmeyeceğiz.
-Size başka bir şey sorsam, doğru cevap verir misiniz?
-Evet,ey Ebe'l-Kâsım.
-Bu koyunun etine zehir kattınız mı?
-Evet.
-Sizi buna iten sebep neydi?
-Eğer yalan soylüyorsan senden kurtulmak istedik. Yok eğer bir pey­gamber isen, sana zarar vermeyeceğini düşündük.[278]
83. Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: "Yalnızca Al­lah'a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, miskinlere iyilik edeceksiniz" diye söz almış ve "İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın zekâtı ve­rin" diye de emretmiştik. Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek dönüp gittiniz.
84. "Birbirinizin kanını dökmeyeceğinize, birbi­rinizi yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair sizden söz almıştık. Bütün bunlara şahit olarak sonunda kabul etmiştiniz.
85. Bu misakı kabul eden sizler, birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarıyor, kötülük ve düşmanlıkta onlara karşı birleşiyorsunuz. Onları yurtlarından çıkarmak size haram olduğu halde (hem çıkarıyor, hem de) size esir­ler olarak geldiklerinde fidye verip onları kurtarıyor­sunuz. Yoksa siz Kitab'm bir kısmına inanıp bir kısmı­nı inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların ce­zası dünya hayatında rüsvaylık; kıyamet günün de ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta ol­duklarınızdan asla gafil değildir.
86. İşte onlar, âhirete karşılık dünya hayatını satın alan kimselerdir. Bu yüzden ne azapları hafifletilecek, ne de kendilerine yardım edilecektir.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Bu âyet-i kerimeler, İsraİloğullarmm cürümlerini saymaya devam eder. Bu âyetlerde İsrailoğullarının zulümlerini, taşkınlıklarını ve yeryü­zünde fesat çıkarttıklarını gösteren güçlü misaller vardır. Zira onlar, Tev­rat'ta kendilerinden alman ahdi bozmuşlar, Allah'ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymışlar, bâtıl yollarla insanların mallarını yemeği mubah saymışlar, din kardeşlerine zulmederek onları yurtlarından çıkarmışlar ve böylece lanetlenmeye, rüsvaylık ve helake müstehak olmuşlardır. [279]

Kelimelerin İzahı

Misak, yeminle pekiştirilen ahid demektir. Yeminsiz verilen söze de ahid denir.
Husn, hayır mânâları kapsayan umumî bir isimdir. Tatiı söz, güzel terbiye ve güzel ahlâk gibi, güzellik ifade eden herşeye şâmildir. Bu­nun zıddı, çirkinlik mânâsına gelen kubh kelimesidir. kelimesi âyette zikredilmeyen bir masdarın sıfatı olarak geçmektedir. "Güzel söz söyle­yin" demektir.
"Yüz çevirdiniz" Tevellî, bir şeyden yüz çevirmek, kabul etme­mek, terketmektir.[280] mealindeki âyette de bu rmmâda kullanılmıştır. Ba­zı âlimler, tevellî ve i'raz kelimelerine farklı mânâlar vererek: "Tevellî cism ile, i'raz ise kalb ile olur" demişlerdir.[281]
Yardımlaşiyorsunuz demektir. Bu kelimenin aslı şeklinde fiil-i muzârî olup tâ harflerinden biri düşürülmüştür. Birbirlerine yardım edenler. Sanki sırtlarım birbirlerine dayıyorlar demektir. Bu kökten gelen zahîr kelimesi de yardımcı demektir.
İsm, işleyeni, kınanmaya müstehak kılan günah demektir. Çoğulu dir.
Udvân, zulümde aşırı gitmek demektir. : Hızy, horlanma, azab ve işkence demektir. [282]

Âyetlerin Tefsiri

83. Ey İsrailoğulları! Atalarınızdan yeminle ahid aldığımız zamanı hatırlayınız. Onlardan şu emirleri yerine getirecek­lerine dair söz almıştık: Allah'tan başkasına kulluk etmeyin.
Anne ve babanıza iyilik edin. Akrabalara, anasız-babasız küçük yetimlere ve maişetini kazanamayan fa­kirlere de yardım edin. İnsanlara tatlı söz, güleryüz ve teva­zu ile güzel bir şekilde hitap edin. İslâm'ın iki temel rüknü olan namaz ve zekâtı, Allah'ın size emrettiği şekilde edâ edin. Çün­kü bunlar, bedenî ve malî ibadetlerin en büyüğüdür, Sonra siz ve atalarınız verdiğiniz bu sözden kesin bir şekilde döndünüz. Sözünde duran küçük bir grup müstesna, hepiniz ahdin gereğini yerine getirmekten yüz çevirdiniz. [283]
84. Ey tsrailoğulları! Birbirinizi öldürerek kan dökmeyeceğinize ve zulmederek yurdunuzdan sürgün edip çıkarmayacağınıza dair sizden sağlam bir ahid aldığımız zamanı düşününüz. Siz, bu ahdi ve bunun ko­runması gerektiğini itiraf etmiş ve-lüzumuna dâir şahitlik etmiştiniz. [284]
85. Ey Yahudiler! Siz bu ahdi ikrar etmiş­ken bilâhere onu bozdunuz. Din kardeşlerinizi öldürdünüz ve Allah'ın ya­saklamış olduğu adam öldürme suçunu işlediniz, Verdiğiniz bu sağlam ahde bakmaksızın sizden bir grubu yurtlarından sürgün ettiğiniz gibi, Onlara karşı zulüm ve kö­tülük etmede, birbirinize yardım ettiniz.
Fakat Esir olduklarında yardım için size ge­lirlerse onları esaretten kurtarmak için fidye verirsiniz. Halbuki onları yurtlarından çıkarmak size yasak edilmişti. Şu halde, onları esir olarak düşman elinde bırakmayı mubah görmüyorsunuz da, onları öldürmeyi ve yurtlarından çıkarmayı nasıl mubah görüyorsunuz? Tevrat'taki hükümlerin bir kısmına İnanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Bu sorudan gaye onları azarlamadır. Çün­kü onlar, imanla küfrü birleştirdiler. Halbuki, Allah'ın âyetlerinin bir kısmını inkâr etmek, hepsini inkâr etmek demektir. Onun içindir ki, Yüce Allah bundan sonra şöyle buyurur:
Sizden bunu yapanların, yani Kitab'm bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr edenlerin dünya hayatındaki cezası zillet, horluk, gazap ve azaptan başka bir şey değildir, Onlar, âhirette de bundan daha şiddetli bir azaba çarptırılacaklardır. Zira oradaki azap, kesilmeyen, sonsuz bir azaptır. Allah, yapmakta olduğunuz şeylerden asla ğâfü değildir. Bu âyette, Allah'ın emirlerine isyan edenler için şiddetli bir tehdit vardır. Daha sonra Yüce Allah, bu isyan ve zulmün sebebini açıklayarak şöyle buyurur: [285]
86. İşte yukarda anlatılan bu çirkin vasıfları taşıyanlar, âhiret hayatını dünya hayatı ile değiştirenler, yani dünya hayatını âhiret hayatına tercih edenlerdir. Onun içindir ki, onların azabı bir an bile hafifletilmeyecek ve on­lara yardım da edilmeyecektir. Yani, onlara yardım edecek herhangi bir yardımcıları olmayacağı gibi, onları Allah'ın acıklı azabından kurtaracak bir kurtarıcıları da yoktur. [286]

Bir Uyarı

Medine'de Benî Kureyza ve Benî Nadir isminde iki Yahudi kabilesi vardı. Beni Kureyza Araplar'dan Evs kabilesinin ; Beni Nâdir ise Hazrec kabilesinin müttefiki idi. Taraflar arasında bir savaş çıktığında , yahudi kabilelerinden her biri kendi müttefiki ile birlikte savaşa girerdi. Dolayısı ile, bir taraftaki yahudiler diğer taraftaki yahudileri öldürür, evlerinden çıkarır, evlerinde bulunan kapkacak, eşya ve maldan ne .varsa yağma eder­lerdi. Halbuki bu onların dinlerinde ve Kitapları Tevrat'ta haram kılın­mıştı. Savaş sona erdiğinde, Tevrat'ın hükmü ile amel ederek mağlup taraf­taki Yahudi esirleri fidye vererek kurtarırlardı. İşte bunun içindir ki Yüce Allah "Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?" diye onları azarlamıştir.[287]

Edebî Sanatlar

1. Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz. İfadesi nehy manasında bir haber cümlesidir. Bu tür bir ifade, açık nehiyden daha beliğdir. Nitekim Ebussuûd şöyle der: Böyle bir ifadede, yasaklanan şeyin hemen sona erdirilmesi gerektiğine işaret vardır. Sanki muhatap, yasakla­nan şeyi hemen terketmiştir. İşte bu mânâyı vurgulamak için, haber sıygası getirilmiş fakat nehy murad edilmişitr.[288]
2. "İnsanlara güzel söz söyleyin" ifadesinde, mastarı, mübalağa ifade etmek için sıfat-i müşebbehe yerinde kullanıl­mıştır. Takdiri, şeklindedir. Zira Araplar mübala­ğa maksadıyla, mastarı ism-i fail veya sifat-ı müşebbehe yerinde kul­lanırlar ve birisinin çok âdil olduğunu ifade temek için yerine derler.
3. "Dünya hayatında bir rezillik" ifadesinde kel­imesinin nekre getirilmesi, bu cezanın şiddetini ve büyüklüğünü gösterir.
4. cümlesinde, "başkasını öldürüyorsunuz" yerine, kendi­nizi Öldürüyorsunuz" tabiri kullanılmıştır. Zira başkasının kanını akıtan, sanki kendi kanını akıtmış gibidir. Böyle bir ifade, basit bir alâkadan dolayı mecaz kabilindendir.
5. "İnanıyor musunuz?" cümlesinde, soru edatı olan hemze inkâr ve kınama ifade eder. [289]

Faydalı Bilgiler

1. Âyette konular önem sırasına göre tertip edilmiştir. Gerçekte kul­larına nimeti veren Allah olduğu için önce Allah hakkı zikredildi. Bundan sonra anne-baba hakkı belirtildi, çünkü çocuğun büyütülüp beslenmesinde en büyük hak anne-b abanın dır. Bunlardan sonra akrabaların hakkı zikredil­di. Zira akrabalar arasında da rahim bağı; sıla-i rahim ve ihsandan dolayı gerçekleşecek büyük mükafat vardır. Bunları, yetimlerin ve miskinlerin hakkı takip etti. Çünkü yetimler çaresizlik, miskinler zaaf ve acz içerisindedirler.
2. Yüce Allah, "kardeşlerinize veya mü'minlere güzel söz söyleyin, yerine "insanlara güzel söz söyleyin" dedi. Bu, emrin umumi olduğunu; iyi, kötü, mü'min, kâfir bütün insanları içine aldığını ifade etmek içindir. Bu âyette güler yüzlü, tatlı dilli, terbiyeli ve edepli olma gibi güzel huylara teşvik vardır. Ediplerden birisi şöyle der:
Yavrucuğum, iyilik etmek kolay bir şeydir. Güler yüz ve tatlı dilden ibarettir. [290]
87. Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik. Ondan sonra ardarda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da mu'cizeler verdik. Ve onu, Rûhu'1-Kuds ile destekledik. (Ne var)ki gönlünüzün arzulamadığı şeyle­ri söyleyen bir elçi geldikçe, ona karşı büyüklük tas­ladınız. Peygamberlerden bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürdünüz.
88. YahudiIer"Kalplerimiz perdelidir" dediler. Hayır; küfür ve isyanları sebebiyle Allah onlara lanet etmiştir. O yüzden çok az inanırlar.
89. Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki (Tevrat'ı) doğrulayan bir kitap gelip de (Tevrat'tan) bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiler. İşte Allah'ın laneti böyle inkarcılaradır.
90. Allah'ın kullarından dilediğine peygamberlik ihsan etmesini kıskandıkları için Allah'ın indirdiğini (Kur'an'i) inkâr etmeleri, buna mukabil kendilerini satmaları ne kötü bir şeydir! Böylece onlar, gazap üstüne Allah'ın gazabına uğradılar. Ayrıca kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.
91. Kendilerine, "Allah'ın indirdiğine iman edin" denilince, "Biz sadece bize indirilene inanırız" derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Halbuki o Kur'an, kendi ellerinde bulunan Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gelmiş Hak kitaptır. Onlara, "şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah'ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz?" deyiver.
92. Andolsun Musa size apaçık mu'cizeler getir­mişti. Sonra O' nun ardından, zâlimler olarak buzağıyı (tanrı) edindiniz.

Ayetlerin Önceki Ayetlerle Münasebeti

Bu mübarek âyetler de, yine İsrailoğullarından bahsetmeye devam eder. Yüce Allah'ın onlara lütfettiği bazı nimetleri, onların da bu nimetlere nankörlük, küfür ve cürümle karşılık verdiklerini hatırlatır. Zira iyiliğe karşı kötülük ve nimete karşı nankörlük etmek onların âdetlerindendir. [291]

Kelimelerin İzahı

Kitap, Tevrat demektir.
Takip ettirdik, arkasından getirdik demektir. Bu kelimenin ash US dır. Bir kimse başka birisini takip ederse birine birisini takip etti­rirse denilir.
Dilsizleri, alaca hastalığına yakalananları iyileştirmek ve ölüleri diriltmek gibi açık mucizeler demektir.
Kuvvet manasına gelen jo! den alınmış olup, "onu destekledik" demektir.
Ruhu'1-Kuds, Cebrail (a.s.)'dır. Kuds, temizlik ve bereket manasınadır.
İstiyor" İstemek, arzu etmek manasına gelen fiilinin mu-zariidir. Mastarı dir.
Gulf, tilel kelimesinin çoğulu olup "perdeli" mânâsına gelir. Bu kökten gelen gılâf kelimesi perde demektir. Kınında olan kılıç için » anlayışsız ve temyiz gücüne sahip olmayan kalbe de denilir. Bu tabir, "Sünnet edilmemiş, kabuklu" mânâsına gelen ağlef kelimesinden müsteardır.[292]
"Onlara la'net etti.." La'n, Arap dilinde asıl itibariyle kovmak ve uzaklaştırmak mânâsına gelir. Kovulmuş ve uzaklaştırılmış kurda denilir. Âyetteki mânâsı, "Allah onları rahmetinden uzaklaştırdı" de­mektir,
Bu kelime, feth ve zafer istemek mânâsına gelen istiftah mastarından şimdiki zaman fiili olup, mânâsı: "Zafer istiyorlar" demektir.
Bu kelime, ve ism-i mevsul olan kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. (ne güzel) kelimesi övmek için kul­lanıldığı gibi, (ne kötü) kelimesi de yermek için kullanılan bir fiildir.
Bağy, hased ve zulüm demektir. Bu kelimenin aslı fesat manasınadır. Yara kötüleştiğinde, denilir. Asmaî böyle açık­lamıştır.[293]
"Döndüler" demek olup çoğu kez serde kullanılan bir kelimedir.
Mühin, zillet mânâsına gelen kelimesinden türemiş olup, alçaltıcı ve rezil edici demektir. [294]

Âyetlerin Tefsiri

87. Andolsun, biz Musa'ya kitabı yani Tevrat'ı verdik. Onun arkasından da peşpeşe birçok peygamber gönderdik.:Meryem oğlu İsa'ya, onun peygamber­liğini gösteren apaçık âyetler ve mucizeler verdik. Onu Ruhu'1-Kuds yani Cebrail (a.s.) ile de destekleyip kuvvetlendirdik.
Fakat siz, ey İsrailoğulları! İsteklerinize uymayan şeyleri söyleyen bir peygamber geldikçe, ona karşı hep kibirli davranıp ona uymayacak mısınız? Zira, gelen peygamberlerden bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürdünüz. Yüce Allah, bundan sonra, Peygamber (s.a.v.)'e muasır olan Yahudi­lerden bahseder, onların atalarına uymalarından dolayı içerisine düştükleri sapıklığı açıklar ve onların ağzından naklen şöyle buyurur. [295]
88. ”Kalplerimiz perdelidir, dolayısıyla senin söylediklerini kavrayıp muhafaza edemez, Ey Muhammed" dediler. Bu âyetlerle Yüce Allah, Yahudilerin iman edeceklerini ümid etmemesini Hz. Peygamber (s.a.v.)'e bildirmektedir.
Yüce Allah, onların bu sözlerini reddederek buyurur ki Bilakis, küfür ve dalâletleri yüzünden Allah onları kovdu ve rahme­tinden uzaklaştırdı, Onlardan iman eden pek azdır. Veya "pek az iman ederler" demektir. Yani kitabın bir kısmına inanıp diğer bir kısmını inkâr ederler. [296]
89. Kendilerine Allah katından, ellerindeki Tevrat'ı doğrulayan bir kitap yani son peygambere indirilen Kur'an-ı Kerim gelince onu inkar ettiler. Halbuki o kitap gelmeden önce, onunla düşmanlarına karşı zafer istiyorlar ve: "Ey Allah'ım! Tevrat'ta vasıflarını gördüğümüz, gönderilecek âhir za­man peygamberi ile bize yardım et" diye dua ediyorlardı, Muhammed (s.a.v) gönderilince de onu hakkıyle tanıdıkları halde, peygamberliğini inkar ettiler, Allah'ın laneti son peygam­beri inkar eden Yahudilerin üzerine olsun. [297]
90. Bu Yahudilerin, karşılığında nefislerini vere­rek satın aldıkları şey ne adi, ne kötü şeydir. Bu da, kıskançlıkları ve kendilerine ait olmayan bir şeyi talep etmeleri dolayısıyle Allah'ın indirdiği Kur'an'ı inkâr etmele­ridir. Zira onlar, Allah'ın kulları arasından seçerek dilediğine peygamberlik vermesini çekemediler, Böylece onlar gazap üstüne ga­zaba uğradılar. Yani daha önce uğramış oldukları gazaptan fazla olarak, yine Allah'ın gazabına uğradılar. Kâfirler için alçaltıcı ve zelil edici şiddetli bir azab vardır. Onları inkâra götüren şey kibir ve hased olduğu için, kendilerine, alçaltıcı ve küçültücü azap ile karşılık ve­rildi. [298]
91. Onlara, Allah'ın indirdiği Kur'an'a iman edip, tasdik edin ve ona uyun denildiğinde, "Biz, bize inen Tevrat'a inanırız. O bize yeter" derler Ondan başkasını inkar ederler. Kur'an, onların ellerinde bulunan Allah kelamına muvafık ve onu tasdik edici olduğu halde onu inkâr ederler, Ey Muhammed onlara : "Eğer siz gerçekler inanıyor idiyseniz, daha önce Allah'ın peygamberlerini neden öldü­rüyordunuz?" deyiver. Yani, "Siz Tevrat'taki âyetlere gerçekten inanıyor ve inandığınızı yaşıyor idiyseniz, daha önce Allah'ın peygamberlerini niçir öldürüyordunuz?" de. [299]
92. Musa da size apaçık mucizeler getirmişti Sonra Onun Tûr Dağı'na gidişinin ardındar buzağıya tapmaya başladınız. Halbuki yaptığınızla kendinize zulmediyor dunuz. [300]

Edebi Sanatlar

1. "Bir grubu yalanladınız "Bir grubu öldürüyorsunuz" cümlelerinde kendisinden sonra gelecek olan şeyin önemine binaen ve dinleyiciyi de kendisine söylenecek şeye karşı uyar­mak için mefuller öne alınmıştır.
2. cümlesinde fiil geçmiş zaman olarak, cümlesinde ise şimdiki zaman olarak gelmiştir. Zira belagat üsluplarında alışılageldiği gibi, nıâzîde cereyan etmiş son derece korkunç olayları ifade etmek için, mâzî yerine muzârî kullanılır. Böylece Yüce Allah, peygam­berlerin öldürülmesi olayını dinleyicilerin gözleri önüne seriyor ve sanki onları, olayı seyreder hale getiriyor. İşte bu durumda dinleyici bu olayı daha çok yadırgar ve daha korkunç bulur.
3. Allah'ın la'neti kâfirler üzerinedir cümlesinde, şeklindeki zamir yerine, denilerek zahir ismin getirilmesi, onların, küfürleri sebebiyle lanete uğradıklarını göstermektedir.
4. "Musa, size mucizeler getirdi." cümlesinde, Hz. Musa'nın mucizeler getirdiğini bildirmekten maksat, peygamberlere tabi olmamaları sebebiyle onları kınamak ve susturmaktır.
5. "Horlayıcı azap" terkibinde ihanetin azaba isnadı, onun azap sebebiyle meydana gelmesinden dolayıdır. Fiilleri sebeblerine isnat etmek belagat usluplarmdandır. [301]

Faydalı Bilgiler

Hasan-ı Basrî şöyle der : Cebrâîl (a.s)'e Rûhu'1-Kuds ismi şunun için verilmiştir. Kuds, Allah demektir. O'nun Ruhu ise Cebrâîl (a.s)'dir. Do-Iayısıyle Rûhu'1-Kuds demek, Allah'ın ruhu demek olur. Buradaki izafet, Cebrâîl (a.s.)'i şereflendirmek içindir. Râzî şöyle der: "Nahl sûresinde bulu­nan "De ki: "Onu, Rûhu'1-Kuds, Rabbinin katından hak olarak indirdi.[302] mealindeki âyet, Rûhu'1-Kuds'ün Cebrâîl olduğunu gösteren delillerden­dir.[303]
93. Hatırlayın ki, Tûr'u üzerinize kaldırarak siz­den söz almış, "Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri dinleyin" demiştik. Onlar "İşittik ve isyan ettik" dediler. Küfürleri sebebiyle kainlerine buzağı sevgisi dolduruldu. De ki: "Eğer inanıyorsanız, imanı­nız size ne kötü şeyler emrediyor!"
94. Onlara "Şayet âhiret yurdu Allah katında di­ğer insanlara değil de yalnızca size aitse ve bu iddia­nızda doğru iseniz haydi ölümü temenni edin" de.
95. Onlar, kendi elleriyle önceden yaptıkları işler sebebiyle hiç bir zaman ölümü temenni etmeyecekler­dir. Allah zâlimleri iyi bilir.
96. Yemin olsun ki, sen onları, yaşamaya karşı in­sanların en düşkünü olarak bulursun. Putperestlerden daha düşkündürler. Her biri de arzular ikibin sene yaşasın. Oysa yaşatılması hiç kimseyi azaptan uzaklaş­tır m az. Allah onların yapmakta olduklarını eksiksiz
görür.
97. De ki: Cebrail'e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve mü'minler için de müjdeci olarak O indirmiştir.
98. Kim, Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e düşman olursa, bilsin ki, Allah da inkarcı kâfirlerin düşmanıdır.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Bu âyetler, Yahudilerin işledikleri diğer günahları anlatmaktadır. On­lar, yeminle Allah'a verdikleri ahdi bozdukları için Tûr Dağı üzerlerine kaldırıldı ve Tevrat'ı kabul etmeleri emredildi. Bunun üzerine onu kabul ettiklerini ve itaat ettiklerini açıkladılar. Ancak bir müddet sonra tekrar inkâr ve isyana dönerek Allah'ı bırakıp buzağıya taptılar. Buna rağmen Al­lah'ın dostları olduklarını, cennetin diğer insanlara değil, kendilerine ayrıldığım, kendilerinden başkasının oraya giremeyeceğini iddia ettiler. Başta Cebrâîl (a.s) olmak üzere, günahsız tertemiz meleklere düşman oldu­lar ve peygamberleri inkâr ettiler. İşte, tarih boyunca Yahudilerin durumu budur. [304]

Kelimelerin İzahı

Mîsâk, yeminle pekiştirilmiş ahittir.
Tûr, üzerinde Allah'ın Hz. Musa ile konuştuğu dağdır. : Azim ve ciddiyetle.
"Onlara içirildi" Üşribe, içirildi manasınadır. Yani, kalpleri onu içer duruma getirildi demektir. Arap dilinde darb-ı mesel olarak "Onun kalbine, şu şeyin sevgisi içirildi" denilmektedir. Şair Zu-heyr, bu kelimeyi şöyle kullanmıştır.
Önce içimde bulunan aşk hastalığından kurtuldum. Çünkü kalbine içirdiğin sevgi bir hastalıktır.[305]
Hâlisa, akibet ve afiyet kelimeleri gibi mastar olup, hulûs manasınadır. Yani, "Size mahsus, hiç kimse onda size ortak olmayacak" demektir.
Hırs, bir şeye düşkünlük demekitr. Hadiste: "Sana fayda veren şeyi şiddetle ara, peşine düş.[306] şeklinde kullanılmıştır. Uzaklaştırmak, kenara çekmek demektir. Nitekim: Uzaklaştırmak, kenara çekk "Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa, o gerçekten kurtuluşa ermiştir.[307] mealinedki âyette de bu mânâda gelmiştir. Şâir de, bu kelime­yi şöyle kullanmıştır:
Dostlarım! Bu gece karanlığı niçin uzaklaşıp gitmiyor? "Sabah aydın­lığına ne oldu da gelmiyor?[308]

Âyetlerin Tefsiri

93. Ey İsrailoğullan! Tevrat'taki hükümlerle amel edeceğinize dair, sizden yeminle and aldığımız zamanı hatırlayınız. O zaman, Tûr Dağı'nı üzerinize kaldırarak: Size verdiğimizi azim ve ciddiyetle alıp kabul ve itaat ederek din­leyiniz. Aksi takdirde dağı üzerinize atacağız" demiştik. Onlar "Sözünü işittik ve emrine isyan ettik" dediler. Küfürleri sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi içirildi. Yani buzağı sevgisi kalplerine karıştı, ve kara sevda haline geldi. Bu şu demektir: Buzağıya ibadet sevgisi, boyanın elbiseye ve suyun vücuda girdiği gibi, onların kalplerine girdi ve kanlarına karıştı. Onlara alay yoluyla de ki : "İmanınız size ne kötü şey emrediyor!" Buzağıya tap­mayı emreden imanınız, ne kötü bir imandır. Eğer iman ettiğinizi iddia ediyorsanız, bu yaptığınız ne kötü şeydir. Yani, siz mü'min değilsiniz. Zira iman, buzağıya ibadeti emretmez. [309]
94. Ey Muhammedi Onlara de ki: İddia ettiğiniz gibi, âhiret yurdu cennet, Allah katında başkalarına değil de, sadece size ayrılmış ise ve oradaki nimetlerde hiç kimse size ortak olmayacaksa, Eğer bu iddianızda doğru iseniz, sizi cennete ulaştıracak olan ölümü isteyiniz. Çünkü bu dün­ya nimetleri, âhiret nimetleri yanında hiçbir değer ifade etmez. Kendisinin cennet ehlinden olduğunu kesinlikle bilen kimse elbette oraya gitmeyi is­ter. Yüce Allah onların bu yalancı iddialarım reddederek şöyle buyurur: [310]
95. İşlemiş oldukları günah ve cürümler sebebiyle onlar, yaşadıkları müddetçe ölümü asla istemezler. Allah o zâlimler ve yaptıkları zulmü bilir. Ona göre cezalandırır. [311]
96. Cennete gideceklerini iddia ettikleri halde Yahudileri, insanların hayata en düşkünü olarak görü sün. Nefislerine müşriklerden daha düşkündürler. Onların bu düşkünlükleri, işledikleri suçlardan dolayı cehenneme gideceklerini bilmelerinden ileri gelmektedir. Onlardan herbiri biner sene yaşamak is­ter. Ne kadar yaşarsa yaşasın, ömrün uzunluğu onu Allah'ın azabından uzaklaştırıp kurtaracak değildir. Allah onların yaptıklarını görmektedir ve ona göre cezalandıracaktır. [312]
97. Ey Muhammedi De ki: Kim Cebrail'e düşman olursa, o, Allah'ın da düşmanıdır. Çünkü Allah Onu, kendisiyle pey­gamberleri arasında bir vasıta kılmıştır. Ona karşı kim düşmanca dav­ranırsa, Allah'a düşmanlık etmiş olur. Cibrîl-i Emîn'e düşmanlık eden bilmeli ki, bu Kur'an'ı Senin kalbine Allah'ın emriyle o in­dirmektedir. Bu Kur'an önce gelmiş semavî kitapları tasdik edici; mü'minler için bir hidayet ve bir müjdedir. Yani bunda tam bir hidayet ve cennet nimetleriyle mü'minleri sevindirecek bir müjde vardır. [313]
98. Kim Allah'a, melekle­rine ve peygamberlerine, özellikle Cebrail ve Mikail (a.s)'e düşmanlık ederse, o, Allah'ın düşmanı bir kâfirdir. Kuşkusuz, Allah da kâfirlerin düşmanıdır. Çünkü Allah, dostlarından herhangi birine düş­manlık eden kimseye buğzeder, onlara düşmanlık edenlere düşmanlık eder.
Bu âyette şiddetli tahdit ve uyarı vardır. Bu son iki âyetin nüzul sebe­bi şudur: Rivayet edildiğine göre, Yahudiler Hz. Peygamber (s.a.v)'e dedi­ler ki: "Risalet ve vahyi, her peygambere, Allah katından bir melek getirir. Sana vahyi getiren kimdir? Söyle ki sana tabi olalım. "Rasulullah (s.a.v): "Cebrail'dir" diye cevap verdi. Bunun üzerine dediler ki: O, harp ve savaş getiren bir melektir. O bizim düşmanımızdır. Eğer, yağmur ve rahmet geti­ren "Mîkâil"dir deseydin sana uyardık. Bunun üzerine Yüce Allah: "De ki: Kim Cebrail'e düşman ise, şunu iyi bilsin ki, o, Kur'an'ı senin kalbine Allah'ın emriyle indirmiştir..." mealindeki âyetleri indirmiştir. [314]

Edebî Sanatlar

1. "Kalblerine buzağı sevgisi içirildi." cümle­sinde istiâre-i mekniyye vardır. Buzağıya ibadet sevgisi, kolay içilen, lez­zetli bir meşrubata benzetilmiştir. Müşebbehün bih meşrub kelimesi hazfe­dilmiş, onun levazımından olan işrab kelimesiyle, istiâre-i mekniyye yoluy'la ona işaret edilmiştir. Şerif Râdî şöyle der: Bu bir istiaredir. Maksat, onların kalplerini, buzağıyı aşırı derecede sevmekle vasıflandırmaktır. Sanki kalpler buzağı sevgisini yudum yudum içtiler de bu sevgi, meşruba­tın ve lezzetli bir şeyin karıştığı gibi kalblere karıştı.[315]
2. "De ki: İmanınızın size emrettiği şey ne kötüdür" cümlesinde, "emr"in "inıan"a isnadı, onlarla bir nevi alaydır. Nite­kim, "Dediler ki: "Ey Şuayb, babalarımızın taptıklarını bırakmamızı... na­mazın mı sana emrediyor[316] mealinde ki âyette "emr"in "namaz"a is­nadında alay vardır. İmanın Yahudilere izafesi de böyledir. Zemahşerî bu şekilde açıklamıştır.
3. "Hayata" terkibinde hayat kelimesi, bu hayatın özel bir hayat olduğunu göstermek için nekre getirilmiştir. Bu hayat, kişinin bin­lerce sene yaşatılacağı uzun bir hayattır.
4. "Allah kâfirlerin düşmanıdır." cümlesi şartın ce­vabıdır. Onların yaptıklarının ne kadar çirkin olduğunu göstermek için isim cümlesi tercih edilmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder. terkibinde, şeklinde zamir kullanma yerine, zahir isim getirilmiştir. Bu da, küfür sıfatını onlara tescil etmek ve onların meleklere düşmanlıklarından dolayı kâfir olduklarını vurgulamak içindir.
5. Daha önce bütün melekler zikredilmişken, sonra Özel olarak Ceb-râîl ve Mîkâil zikredildi. Bu, âmmdan sonra hassın zikredilmesi kabilin-dendir. Şereflendirme ve yüceltme ifade eder. [317]

Faydalı Bilgiler

1. "Dinleyin" kelimesinde, "dinleyin" emrinden maksat, badece sözü anlamak değildir. Bilakis maksat, Tevrat'ta emredilen Şeyleri, düşünme, itaat etme ve uyma şeklindeki dinlemedir. Âyetini "Size verdi­ğimizi kuvvetle alın" mealindeki bölümü de bu mânâyı pekiştirmiştir.
2. Kur'an'ı senin kalbine o indirdi, âyetinde, özellikle kalp zikredilmiştir. Çünkü kalp, anlama, bilme ve bilgi alma yeridir.. Nitekim "Onların kalpleri vardır, onlarla kavrayamazlar,[318] mealindeki âyet de bu mânâyı vurgular.
3. Bu sûrede "onu asla istemeyecekler" cümlesinde ^ edatının, Cuma Sûresinde onu asla istemezler, âyetinde edatının getirilmesindeki hikmet şudur: Onların buradaki iddiaları, oradaki iddialarından daha büyüktür. Zira Yahudiler burada cennetin kendilerine ayrıldığım, orada ise sadece kendilerinin Allah'ın dostu olduklarını iddia
etmişlerdir. Dolayısıyle burada onların ölümü temenni etmeyeceklerini, hem şimdiki zamanı, hem de gelecek zamanı olumsuzlaştıran ^ edatı ile tekit etmek, orada ise sadece nefy edatı ile yetinmek uygun düşmüştür.[319]
4. Bu âyet-i kerime mucizelerdendir. Çünkü gaybı haber vermiş, o-lay, haber verdiği gibi gerçekleşmiştir. Rasulullah (s.a.v.)'ın zamanındaki Yahudilerden hiçbirisinin ölümü istememiş olması, bu mucizenin gerçekleştiğini göstermek için kâfidir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuş­tur: "Eğer Yahudiler ölümü isteselerdi, mutlaka ölecekler ve cehennemde­ki yerlerini göreceklerdi.[320]
99. Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. On­ları ancak fâsıklar inkâr eder.
100. Ne zaman onlar bir andlaşma yaptılarsa, yine kendilerinden bir gurup onu bozmadı mı? Zaten on­ların çoğu iman etmez.
101. Allah tarafından kendilerine, yanlarında bu­lunanı tasdik edici bir elçi gelince Ehl-i kitaptan bir gurup, sanki Allah'ın kitabını bilmiyormuş gibi onu ar­kalarına atıp terkettiler.
102. Onlar Süleyman'ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurup söylediklerine ve Hârût ve Mârût adındaki iki meleğe indirilene tabi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin şeytan­lar kâfir oldular, çünkü insanlara sihri öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: "Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız" demeden hiç kimseye öğretmezlerdi. Onlar, o iki me-lekden karı ile koca arasını açacakları şeyi öğreniyor­lardı. Oysa büyücüler, Allah'ın izni olmadan hiç kim­seye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların âhiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Kar­şılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke anlasalardı!
103. Eğer iman edip kendilerini kötülükten koru­salardı, şüphesiz, Allah tarafından verilecek sevap daha hayırlı olacaktı. Keşke anlasalardı!

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah, Yahudilerin fıtratında bulunan kötü niyet, ahdi bozma, Allah'ın peygamberlerini yalanlama Allah ile kullan arasında elçilik, göre­vini îfa eden Cebrail (a.s.)'e kadar varacak şekilde, O'nun dostlarına düşmanlık etme gibi kötü huylarını açıkladıktan sonra, yaptıkları akitlere vefasızlık, peygamberleri yalanlama, göz bağcılık ve sapıklık yollarına gir­menin Yahudilerin âdetlerinden olduğunu açıkladı. Bu ayetlerde Hz. Mu-hammed (s.a)'i teselli vardır. Zira Yahudiler ona karşı da aynı davranışta bulunmuşlar, Allah'ın kitabı Tevrat'la o nurlu Peygamberin geleceğini müj­deleyen, ona iman etmenin, ona uymanm gerekli olduğunu bildiren âyetleri kabul etmemişler ve bunları arkaya atmışlardır. Bununla da kalmamışlar sihir ve göz bağcılık kitaplarından şeytanların kendilerine verdiği bilgilere uymuşlar ve bu bilgileri, onlarla hiç ilgisi olmayan Süleyman (a.s.)'a isnad etmişlerdir. İşte bütün peygamberlere karşı Yahudilerin tutumu böyle olmuştur. Bu sebeple neticede şöyle denmiştir: Öyleyse ey Muhammed! Sen onların yaptıklarından dolayı kendini üzme. [321]

Kelimelerin İzahı

"Attı." Nebz, atmak ve bırakmak demektir. Bundan türetilerek, yol üzerine bırakılan eşyaya denilmiştir. Şâir bu kelimeyi şöyle kullanmıştır.
Kendilerine adil olmalarını emrettiğin kimseler, senin kitabını attılar ve haramları helal saydılar.[322]
Okumak ve ardından gitmek mânâsına gelen "tilavet" kökünden türemiş olup, burada "konuşur" ve "rivayet eder" demektir. Taberi şöyle der: Arap dilinde sözündeki tilavetin iki mânâsı vardır. 1. Ardın­dan gitmek. Nitekim, birisinin arkasından gidip onu takip ettiğin zaman dersin. 2. Okumak demektir. Bir kimse Kur'an okuduğunda: denilir.[323]
Cevheri diyor ki: Kaynağı ince ve latif olan herşey sihirdir. Bu kelime aynı zamanda aldatmak mânâsına gelir. "Onu aldattı" demektir.[324] Hadiste de "Öyle açık ifadeler vardır ki büyüleyicidir[325] şeklinde gelmiştir.
Fitne; denemek, imtihan etmek demektir. Altının hakiki mi sahte mi olduğunu anlamak için ateşle deneyen kimse: altını de­nedim" der.
Halâk; nasip, pay demektir. Zeccâc der ki: Bu kelime, hayırdan bol pay demektir. Çoğunlukla hayırda kullanılır.
Mesûbet, sevap ve mükâfat demektir. [326]

Âyetlerin Tefsiri

99. Ey Muhammed! Andolsun ki biz sana se­nin peygamberliğini gösterecek apaçık âyetler indirdik. Bu âyetleri, Allah'a itaatten çıkan ve küfürde inat edenlerden başkası ne yalanlar ne de inkâr eder. [327]
100. Ne zaman bir antlaşma yaptılarsa, yine onlardan bir grup bu ahdi bozmadı mı? Yani onlar apaçık âyetleri inkâr etmediler mi? Zaten onlar ne zaman bir ahit verdilerse, onlardan bir grup çıkıp bu ahdi bozmadı mı? Hatta Yahudilerin çoğu Tevrat'a da gerçekten inanmaz, bu yüzden de ahitlerini ve sözlerini bozar­lar. [328]
101. Allah tarafından kendile­rine, yanlarında bulunan Tevrat'ı tasdik eden, dinin esaslarında onunla çatışmayan ve Hz. Musa (a.s).'nin peygamberliğini ikrar eden elçi Hz. Muhammed (s.a.v.) geldiğinde, Ehl-i kitap'tan bir grup, sanki, onun peygamberliğine delalet eden hiçbir şey bilmiyormuş gibi, Allah'ın kitabını arkalarına attılar. Yani Yahudi âlim ve bilginleri Tevrat'ı terkedip ondan tamamen yüz çevirdiler. Zira o, Hz. Muhammed (s.a.v.)'ın peygamberliğini bildiriyordu. Ondaki de­lilleri bilmiyorlarmış gibi, Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğini inkâr et­tiler ve bu inkârlarında ısrar ettiler. [329]
102. Süleyman'ın hükümdarlığı dönemine ait şeytanların kendilerine anlattığı sihir ve göz bağcılık gibi Şeylere uydular. Halbuki Süleyman sihirbaz değildi ve sihiri öğrenmekle kâfir de olmadı. ^lj Fakat şey­tanlar kâfir oldular. Çünkü onlar insanlara sihri Öğrettiler ve böylece sihir halk arasında yaygın hale geldi. Yahudi İleri gelenleri sihre tabi oldukları gibi, Küfe bölgesindeki Babil Krallığı'nda Hârût ve Mârût adında iki meleğe indirilen şeylere de tabi ol­dular. Halbuki Allah o iki meleği, insanları denemek ve İmtihan etmek için indirmişti. Bu iki melek hiç bir kimseye "Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın kâfir olmayasınız" demeden (sihir) öğretmezlerdi. Yani bu iki melek hiçbir kimseye, iyice nasihat etmedikçe ve : "Bu sana anlattığımız, Allah tarafından sadece bir imtihan ve denemedir. Sakın onu halka zarar vermek için kullanıp da onun yüzünden kâfir olmayasın, demedikçe sihir öğretmezlerdi. Zira kim sihiri insanları onun zararından korumak için öğrenirse kurtulur. Kim de insanlara zarar vermek için Öğrenirse sapıtır ve helak olur. '.A1 Buna rağmen onlar meleklerden, eşlerin arasını ayırmaya sebep olacak sihir ilmini öğreniyorlardı. Daha önce eşler arasında sevgi ve mu­habbet varken, aralarında ayrılık ve anlaşmazlık zuhur ediyordu. Halbuki onlar yaptıkları sihir ile, Allah izin vermedikçe kimseye zarar veremezlerdi. Onlar, kendilerine fayda değif, zarar verecek şeyi öğreniyorlardı. Yani onlar sihir öğrenmekle kâr değil, zarar ediyorlardı. Şüphesiz, Allah'ın kitabını arkaya atan ve onu sihirle değiştiren Yahu­diler, kendilerininin, ne Allah'ın rahmetinden, ne de cennetten bir payları olmadığını bilmektedir. Çünkü onlar, sihri Allah'ın kitabına tercih ettiler. Nefislerini vererek onun karşılığında aldıkları ne kötü şeydir. Keşke bunu bilseler, veya anlayıp idrâk etselerdi. [330]
103. Eğer bu sihri öğrenenler, Allah'a iman edip O'nun azabından korksalardi. Elbette Allah onlara, meşgul oldukları sihirden daha iyi bir mükâfat verirdi. Zira sihir on­lara azap. ziyan ve helakten başka bir şey getirmez. Keşke bunu bilselerdi.
Rasulullah (s.a.v.), Süleyman (a.s.)'in peygamber olduğunu söyleyince bazı Yahudi alimleri "Muhammed, Davud oğlu Süleyman'ın peygamber olduğunu iddia ediyor. Buna şaşmıyor musunuz?!.. Vallahi O, sadece bir si­hirbazdı" dediler. Bunun üzerine: "Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Fakat şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri öğretiyoijlardı" mealindeki bölüm inmiştir. [331]

Edebî Sanatlar

1. "Allah katından bir elçi" terkibinde, tazim' için "Rasul" kelimesi nekre olarak getirilmiştir. Rasulullah (s.a.v.)'m Allah ka­tından geldiğinin bildirilmesi de tazimin büyüklüğünü ifade eder.
2. İfadesi bir darb-ı mesel olup bir şeyden tamamen yüz çevirmek, ona hiç bakmamak için kullanılır. Araplar, bir kimsenin bir şeyden tamamen yüz çevirdiğini ifade etmek için "Onu arkaya attı" derler. Çünkü arkaya atılan şeye artık bakılmaz. Bu ifade, Yahudilerin Tevrat'tan tamamen yüz çevirmelerinden kinayedir.
3. "Keşke bilselerdi." Bu ifade, belagat sanatların da yaygın olan bir söyleyiş şeklidir. Çünkü bir şeyi bilen bir kimse, ilminin gereği ile amel etmiyorsa, o kimse bazen o şeyi bilmeyen câhil yerine ko­nur ve câhiller gibi bilgisiz sayılır.
4. Burada fiil cümlesi yerine, devamlılık ve istikrar ifade etmek için isim cümlesi getirilmiştir. [332]

Faydalı Bilgiler

İki meleğin, insanlara sihir öğretmesinin hikmeti: O dönemde sihir­bazlar çoğaldı ve sihirde birçok enteresan sanatlar icat ettiler. Hatta pey­gamberlik iddia edenler de oldu. Bunun üzerine Yüce Allah, bu iki meleği gönderdi ki, insanlara sihir çeşitlerini öğretsinler de, insanlar sihirle mu­cize arasını ayırma imkanını bulsunlar ve yalan söyleyerek peygamberlik iddia edenlerin, peygamber değil, sihirbaz olduklarını anlasınlar. [333]
104. Ey iman edenler! "Râinâ" demeyin, "unzur-nâ" deyin (söylenenleri )dinleyin. Kâfirler için acı veri­ci bir azap vardır.
105. Kâfirler de putperestler de Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Halbuki Allah rah­metini dilediğine verir, Allah büyük lütuf sahibidir.
106. Biz, bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak mutlaka daha iyisini veya benze­rini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir.
107. Bilmez misin göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah'ındır? Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.
108. Yoksa siz de daha önce Musa'ya sorulduğu gi­bi peygamberinize sorular sormak istiyorsunuz? Kim imanın yerine küfrü alırsa şüphesiz dosdoğru yol­dan sapmış olur.
109. Ehl-i kitapdan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskanç­lıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndür­mek isterler. Siz, Allah onlar hakkındaki emrini geti­rinceye kadar affedip, bağışlayın. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.
110. Namazı kılın, zekatı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah'ın katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız gö­rür.

Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde Yahudilerin çirkin işlerini ve kendile-,rine mahsus sihirbazlık ve göz bağcılıklarını anlattıktan sonra, bu âyetler­de de, onların diğer kötülük ve serlerini açıklar. Bu kötülükler, Yahudilerin Hz. Peygamber (s.a.v.)'e ve müslümanlara karşı kalplerinde gizlemiş olduk­ları kin, hased, kötüleme, nimetin mü'm inlerin elinden gitmesini temenni etme ve bazı şer'î hükümlerin neshedümesi sebebiyle İslâmiyeti hedef alıp kötüleme ve tenkit etme gibi çirkin davranışlardır. [334]

Kelimelerin İzahı

Bizi gözet, bekletmek ve mühlet vermek mânâsına gelen mastarından türemiştir. Murââtın aslı da, insanların ihtiyaçlarını gözetmek mânâsına gelen "riâyet" kelimesidir. Yahudiler bunu tahrif ederek, ah­maklık mânâsına gelen "raünet" kelimesinden türetilmiş sövgü ifade eden bir kelime haline getirmişlerdir. Bundan dolayı Yüce Allah mü'minlerin bu kelimeyi kullanmalarını yasaklamıştır.
bjJül :Bize bak, bakmak ve "beklemek" mânâsından emirdir. Bir kim­se, birisini bekleyip gözetlediğinde der. Buna göre bu kelimenin mânâsı "Bizi gözet, bize mühlet ver" demek olur.
Temenni eder ister demektir.
"Gideririz" Nesh lügatte, iptal etmek ve gidermek demektir. Güneş ışınları gölgeyi giderdiğinde denilir. Istılahı mânâsı: Şer'î bir hükmü, yine şer'î başka bir hükümle değiştirmek ve kaldırmak demektir.
"Unuttururuz." Unutturmak mânâsına gelen inşâdan geniş za­mandır. Aslı ise zikrin zıddı olan nisyandır. O âyeti kalplerden sileriz, demektir.
Veli, insanların ihtiyaçlarının ve işlerinin idaresini üstlenen
kimse demektir.
Nasîr, nasara fiilinden türetilmiş mübalağa ifade, eden bir sıfattır. "Yardımcı" demektir. Bir kimse birisine yardım ettiğinde der­ler.
"Yoksa" mânâsına gelen ile aynı mânâdadır. Bir cümleden di-ğer cümleye geçişte kullanılır. Nitekim, "Yoksa Kur'an'ı kendisi mi uydurdu diyorlar?[335] mealindeki âyette de mânâsına kulanılmıştır.
"Değiştirir" Bir kimse bir şeyi başka bir şeyin yerine koy­duğunda denir. ve aynı mânâda kullanılır. İmanı küfürle değiştirmek, imanın yerine küfrü almak demektir.
Sevâe's-Sebîl, "orta yol" demektir. Her şeyin ortasına "sevâ" denir. Sebîl de yol manasınadır.
Affedin. Afv, bir günahtan dolayı sorguya çekmemek.
"Kınamayın" Safh günahtan dolayı kınamamak demektir. [336]

Nüzul Sebebi

Rivayete göre Yahudiler şöyle dediler: Muhammed'in durumuna şaşmıyor musunuz?!.. Arkadaşlarına önce bir şeyi yapmalarını söylüyor, da­ha sonra onu yasaklayıp aksini emrediyor. Bugün bir söz söylüyor, yarın on­dan dönüyor. Şu halde, bu Kur'an Muhammed'in kendi sözlerinden başka bir şey değildir. Çünkü bir sözü bir sözünü tutmuyor. Bunun üzerine:
Biz bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırırsak...., âyeti nazil oldu.[337]

Ayetlerin Tefsiri

104. Bu, Yüce Allah'ın mü'minlere hitap ettiği bir ses­leniştir. O şöyle buyurur: "Bize okuduklarını ezberleyecek ve koruyacak kadar mühlet ver, bizi gözet, demek için "râinâ" kelimesini kul­lanmayın. "Bizi bekle, bizi gözet" mânâsına olan unzurnâyı söyleyiniz. Allah'ın emirlerine itaat edin Yahudiler gibi olmayın. Çünkü onlar "işittik ve isyan ettik" dediler. Peygamberi kınayıp ona söven yahudiler için acıklı, ızdırap verici bir azap vardır. [338]
105. Yahudi, Hıristiyan ve putperest kâfirler, sizi kıskandıkları ve size kin kus­tukları için, Rabbiniz tarafından size bir hayır indirilmesini istemezler. Allah ise kullarından dilediğine, hususî olarak peygam­berlik ve vahy verir, onu fazl ve ihsanına mazhar kılar. Allah'ın fazl ve ihsanı boldur. Daha sonra Yüce Allah, nesh sebebiyle Ya­hudilerin Kur'an'a hücum etmelerini reddederek şöyle buyurur: [339]
106. Ey Muhammed! Biz herhangi bir âyetin hükmünü değiştirir veya onu senin kalbinden silersek Ge­rek dünya, gerekse âhiret hususunda sizin için ondan daha hayırlı ve daha faydalısını veya onun dengini getiririz. Bunu da, ya sizden meşakkati kal­dırmakla, veya mükafat ve sevabınızı artırmakla yaparız. Bilmiyor musun ki, Allah herşeyi bilir, hikmet sahibidir ve herşeye kadirdir. Kullan için O'ndan, hayır ve iyilikten başka bir şey mey­dana gelmez. [340]
107. Bilmiyor musun ki Allah hakiki maliktir, mahlukâtın işlerinde tasarruf sahibidir. İstediğini emreden ve is­tediğiyle hükmedendir. Allah'tan başka sizin işlerinizi gözetecek bir dostunuz veya size yardım edecek bir yardımcınız yoktur.Allah ne güzel bir yardımcıdır. [341]
108. Ey mü'minler! Yoksa daha Önce Yahudilerin, peygamberleri Musa'ya sorduğu gibi, siz de Pey­gamberinize sorular sormak mı istiyorsunuz? O takdirde peygamberlerine "Allah'ı bize açıkça göster[342] demiş olan Yahudilerin durumuna düşmüş olur ve onların saptığı gibi siz de saparsınız. Kim hidayeti dalâletle değiştirir ve imanın yerine küfrü alırsa, ana yoldan sapmış ve doğru yoldan çıkmış olur. [343]
109. "Yahudi ve Hıristi yani ardan bir çoğu sizin dininizin hak olduğuna dair apaçık delilleri gördükten sonra, kötü ruhlarının etkisiyle kıskanarak, sizi, iman ettikten sonra küfre döndürmek isterler. Onlara karşı savaşmak için Allah size izin verinceye ka­dar, onları affedin, onlardan yüz çevirmeyin, onları cezalandırmayın. Allah herşeye kadirdir. Dolayısıyle, zamanı gelince onlar­dan intikam alacaktır. [344]
110. İslâm'ın iki esası olan namazı güzelce kılmaya ve zekatı vermeye devam ediniz. Bedenî ve malî ibadetlerle Allah'a yaklaşınız. İster farz olsun, ister nafile olsun namaz, sadaka veya amel-i salih gibi hayırlardan hangisi ile
Allah'a yaklaşırsanız, sevabını O'nun katında bulursunuz. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı gözetmekte ve görmektedir. Kıyamet gününde ona göre size ceza veya mükâfat verecektir. [345]

Edebî Sanatlar

1. Rabbinizden, terkibindeki izafet, şereflendirmek içindir. Burada, Allah'ın kullarını büyütüp beslediğini hatırlatma da vardır.
2. Allah, hususi olarak verir, ve Allah, büyük lütuf sahibidir, âyetlerinin Allah lafzı ile başlaması, işin büyüklüğünü göstermektedir.
3. "Bilmedin mi?" Burdaki soru, takrir içindir. Hitap Peygam­ber (s.a.v.)'e olup maksat ümmetidir. "Sizin için, Allah'dan başkası yoktur" ifadesi bunun delilidir.
4. terkiplerinde, zamir yerine Allah lafzının geti­rilmesi ruhlardaki korku ve endişeyi artırmak içindir.
5. "Doğru yolu şaşırdı" Bu ifade, sıfatın mevsufa iza­feti kabilinden olup "doğru yol" manasınadır. Bu şekilde bir ifade, hakkı gördükten sonra onu bırakıp bâtıla dönen kimsenin son derece alçaklık ettiğini ve âdî birisi olduğunu vurgular. [346]

Faydalı Bilgiler

1. Yüce Allah, hitabıyle Kur'an'm 88 yerinde mü'minlere hitap etmiştir. Bu hitap Allah'ın mü'minlere yönelerek bu su­rede yaptığı ilk hitaptır. Muhatapları "Ey mü'minler!" diye seslenilmesi, onlar, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır.
2. Müslümanlara, Peygamber'e hitap ederken demeleri yasak­lanmış, bunun yerine demeleri emrolunmuştur. Burada güzel bir dav­ranışa dikkat çekilmektedir ki bu da, insanın konuşurken, sevgi ve saygı göstermesi gereken bir makamda, eziyet verecek veya hürmette kusur sayılabilecek sözleri kullanmaktan sakmmasıdır.
3. Yahudiler Râinâ kelimesini kullanarak sövgü ve küfür mânâsını kastediyorlardı. Rivayete göre, Sa'd b. Muaz bu kelimeyi onlardan işitmiş ve şöyle demiştir.. "Ey Allah'ın düşmanları, Allah'ın la'neti sizin üzerinize olsun. Allah'a andolsun ki, sizden birinizin bunu Rasulullah (s.a.v.)'a söylediğini işitirsem mutlaka boynunu vururum, Yahudiler: "Siz de bunu söylemiyor musunuz? dediler. Bunun üzerine âyeti indi. [347]
111. (Ehl-i kitap): "Yahudiler yahut Hıristiyanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek" dediler. Bu on­ların kuruntusudur. Sen onlara "Eğer sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin." de.
112. Bilakis, kim iyi işler işleyerek yüzünü Alla­h'a döndürürse onun ecri Rabbi katındadır. Öyleleri i-çin ne bir korku vardır, ne de üzüntü çekerler.
113. Hepsi de kitabı okumakta oldukları halde Yahudiler: "Hıristiyanlar bir şey üzerinde değiller­dir" dediler. Hıristiyanlar da "Yahudiler bir şey üze­rinde değillerdir" dediler. Kitabı bilmeyenler de tıpkı onların söylediklerini söylediler. Allah, ihtilafa düştük­leri hususlarda kıyamet günü onlar hakkında hükmünü verecektir.
114. Allah'ın mescidlerinde Allah'ın adının anılmasına engel olan ve onların harab olmasın çalışandan daha zalim kim vardır? Aslında bunların o-ralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Bunlar için dünyada rezillik, âhirette de büyük bir azap vardır.
115. Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerse­niz Allah'ın zatı oradadır. Şüphesiz Allah'ın rahmeti ve ni'meti geniştir, o her şeyi bilendir.

Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Bu mübarek âyetlerde yine Ehl-i kitabın batıl iddiaları açıklanmak­tadır. Zira Yahudi ve Hıristiyan gruplardan her biri, cennetin kendilerine mahsus olduğunu iddia etmiş ve diğer grubun dinini kötülemiştir. Yahudi­ler Hıristiyanların küfür ve dalâlet içerisinde olduklarına inanmış, Hz. İsa'yı ve İncil'i inkâr etmişler. Hristiyanlar ise, Hz. İsa yahudilerin şeriatını tamamlamak için geldiği halde ona inanmadıklarından dolayı yahudileri kâfir kabul etmişlerdir. Bu çekişmeden, nefsanî arzuların şiddetlendirdiği bir düşmanlık meydana geldi. Neticede gruplar birbirinin dinini kötüle­meye ve cennetin kendilerine mahsus olduğunu iddia etmeye başladılar. Yüce Allah, bu her iki grubu da yalanladı ve cenneti ancak, iyi amel işleyen takva sahibi mü'minlerin kazanacağını açıkladı. [348]

Kelimelerin İzahı

Hûd, hâid kelimesinin çoğulu olup "Yahudiler" demektir. Hâid: "Tevbe etmek" mânâsına gelen fiilinden türemiş olup tevbe eden, günahından dönen demektir. Nitekim "Biz sana döndük[349] mealindeki âyette de bu mânâda kullanılmıştır.
"Onların arzuları" Emanî, Ümniye kelimesinin çoğuludur. Ümniye ise, insanın temenni ve arzu ettiği şeydir.
"Deliliniz" Burhan, kesin bilgiye ulaştıran delil ve hüccet demektir.
Teslim oldu ve boyun eğdi demektir.
Harâb, yıkmak ve yok etmek demektir. Harap, maddî ve ma­nevî olmak üzere iki kısımdır. Meselâ: Allah'ın evleri olan camileri yık­mak maddî O'nun emirlerini bu camilerden kaldırmak ise manevî tahriptir.
Hızy, zillet ve horluk demektir.
Semme, Sâ'nm üstünü ile okunduğu takdirde yer zarfı olup "orada" manasını ifade eder.
Vech, yön demektir. Burada "Allah'ın Vechi"nden murat, O'nun razı olduğu ve yönelmeyi emrettiği yön demektir. [350]

Âyetlerin Nüzul Sebebi

İbn Abbas (r.a.) şöyle rivayet etmiştir; Necran Hıristiyanları Resulul-lah (s.a.v.)'a geldiklerinde, Yahudi bilginleri onlara geldi ve Rasulullah (s.a.v)'ın yanında onlarla münakaşa etliler. Rafi b. Harmele Hıristiyanları: "Sizin dayanacağınız hiçbir gerçek yoktur", diyerek Hz. İsa'yı ve İncil'i inkâr etti. Necrân H iri s tiy ani arından bir adam da Yahudilere "Sizin daya­nacağınız hiçbir gerçek yoktur", diyerek Hz. Musa'nın peygamberliğini ve Tevrat'ı inkâr etti. Bunun üzerine Yüce Allah yâ diye başlayan âyeti indirdi.[351]

Âyetlerin Tefsiri

111. Yahudiler,Yahudi olan­lardan başkasının cennete asla giremeyeceğini, Hıristiyanlar da Hıristiyan olanlardan başkasının cennete asla giremeyeceğini söylediler. Bu onların hayalleri ve rüyalarıdır. Ey Muham­medi Onlara de ki: Davanızda doğru iseniz, iddianıza açık bir delil geliriniz. [352]
112. Hayır, kim inanarak ve Rasulullah (s.a.v.)'ı tasdik edip Ona uyarak teslim olur, boyun eğer ve Allah'a hakkıyle kulluk ederse, cennete o girer, Onun ameline karşılık Allah katında sevabı vardır. Bu tür kimseler için âhirette korku yoktur. Bunlar ne üzülürler, ne de kederlenirler. Bilakis bunlar sonsuz nimetler içinde yaşarlar. [353]
113. Yahudiler İsâ (a.s.)'yı inkâr edip "Hıristiyanların, nazarı itibara alınacak doğru bir dinleri yoktur. Onların dinleri bâtıldır, dediler. Hıristiyanlar da Ya­hudiler hakkında aynı şeyi söyleyip Hz. Musa'yı inkâr ettiler ve Yahudile­rin dini nazar-ı itibara alınacak sahih bir din değildir."dediler. Halbuki Yahudiler Tevrat'ı Hıristiyanlar ise İncil'i okuyorlardı. Her iki grup da bile bile birbirlerini inkâr ettiler. Hiçbir şey bilmeyen müşrik Araplar da, Ehl-i kitabın dediği gibi, yani: "Muham-med'in dini bâtıldır" dediler. Allah kıyamet gününde, Yahudilerle Hıristiyanlar arasında, ihtilâf ettikleri din hususunda hükmedecek ve âdil hükmüyle haklı ile haksızı birbirinden
ayıracaktır. [354]
114. Allah'ın mescidlerinde, Onun adının anılmasına engel olan ve onların harap ol­masına çalışandan daha zâlim kim vardır?!.. Bu soru, bu işi yapanlardan daha zâlim birisinin bulunabileceğinin çok uzak ve imkânsız olduğunu vurgular. Yani, insanların, Allah'ın evlerinde O'na kulluk etmesini engelleyen ve Romalıların Beyt-i Makdis'i yıktıkları veya Kureyş kâfirlerinin Beytul-lalı'ta ibadeti engelledikleri gibi o mescitlerin harap olmasına çalışan kim­seden daha zâlim hiç kimse yoktur,: O kâ­firlerin mescitleri yıkma veya oralarda ibadeti engelleme cüretleri bir tara­fa, oralara korku içinde ve boyun eğmeksizin girme hakları da yoktur. İşte yukarıda adı geçenler için dünyada zillet ve zorluk vardır. Onlar ahirette de büyük bir azab yani cehennem azabı içindedirler. [355]
115. Doğu ve batı Allah'ındır. Güneşin doğduğu yerde, battığı yer de, yani bütün dünya Allah'ındır. Yani Allah'ın emriyle hangi tarafa yönelirseniz, Onun sizin için razı olduğu kıb­lesi oradadır. Allah fazl ve keremi ile bütün mahlukâtı ku­şatır, onların işlerinin idaresini bilir. Onların durumlarından hiçbir şey Al­lah'a gizli kalmaz.
Bu âyet, kıblenin ne tarafta olduğunu bilmeyen ve araştırmakla bu-lamıyarak herhangi bir yöne namaz kılan kimseler hakkında nazil olmuş­tur. [356]

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder