Bakara Suresi(1)
BAKARA SURESİ
Bu, sûre'nin tamamının medine'de indiğine. dair
ittifak vardır. medine'de ilk inen sûrelerdendir. 286 âyettir.
Sûreyi Takdim
Bakara sûresi, Kur'an'ın en uzun süresidir. Bu
sûre, Medine'de inen diğer sûreler gibi teşri (hukuk) yönü ağır basan
sûrelerdendir. Medine'de inen sûreler, genellikle müslümanların sosyal
hayatlarında ihtiyaç duydukları prensipleri ve hukukî esasları ihtiva
eder.
Bu mübarek sûre itikat, ibadet, muamelât, ahlak,
evlenme, boşanma, iddet ve benzeri şer'i hükümlerin büyük bir bölümünü
kapsar.
Sûrenin ilk âyetleri, bahtiyar ve bedbaht kişiler
arasında bir mukayese yapmak için, mü'min, kâfir ve münafıkların sıfatlarından
bahseder; imanın, küfür ve nifakın hakikatim açıklar.
Sonra insanın İlk yaratılışını ele alır ve
insanlığın babası Adem (a.s.)'in kıssasını ve o yaratılırken meydana gelen ve
Allah'ın insanoğluna yapmış olduğu lütfa delâlet eden enteresan olaylara değinir.
Daha sonra, Ehli kitap, özellikle İsrail oğulları
"Yahudiler" konusunu geniş bir şekilde ele alır. Zira Yahudiler Medine-i
Münevvere'de müs-lümanlara komşu idiler. Bu sebeple sûre, onların hile ve
desiselerine, şerir ruhlarının hususiyetlerinden olan alçaklık, gaddarlık,
hainlik,sözde durmama ve ahdi bozma gibi kötü huylarına karşı müminleri uyarır.
Ayrıca bu fesatçı ırk tarafından işlenen ve onların büyük zarar ve
tehlikelerini gösteren kötülüklerine ve çirkin davranışlarına karşı dikkat
çeker. Bu mübarek sûrenin üçte birinden
fazlası Yahudilerden bahseder. Onlarla ilgili olan bölüm, "Ey
İsrailoğulları! Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın[1] mealindeki âyetle başlar ve "bir
zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle denemişti de, o da onları tam
olarak yerine getirmişti.[2] mealindeki âyete kadar
devam eder.
Sûrenin diğer bölümleri hukukî mevzuları ele alır.
Zira müslümanlar İslam devletini yeni kurmakta oldukları için, gerek ibadet,
gerekse muamelat sahalarında hayatlarında takip edecekleri ilâhî esaslara ve
semavî kanunlara daha fazla muhtaç idiler. Bundan dolayı sûrenin büyük bir
kısmı hukukî mevzuları ele alır. Bunları şöyle özetleyebiliriz: "Oldukça geniş bir şekilde
oruçla ilgili hükümler, hacc ve umre ile ilgili hükümler, Allah yolunda
cihatla ilgili hükümler; evlenme,
boşanma, süt emzirme, iddet, putperest kadınlarla evlenmenin yasaklığı, ay
halinde kadınlara yaklaşmanın
sakıncaları ve aile hukuku ile igili
diğer konular. Çünkü aile toplumun ilk nüvesini
teşkil eder."
Yine bu mübarek sûre toplumu tehdid eden ve onun
yapısını bozan "faiz güm»hı"ndan bahseder ve faizcilere şiddetle hücum eder.
Faizle işlem yapan veya ona teşvik edenlere karşı Allah ve Rasulu tarafından
harp ilan edildiğini bildirir ve şöyle der: "Ey iman edenler! Allah'tan korkun.
Eğer gerçekten inanıyorsanız, halen mevcut faiz alacaklarınızı bırakın. Şayet
(faiz hak.Km^a söylenenleri) yapmazsanız, Allah ve Rasulu tarafından açılan
savaştan haberiniz olsun. Eğer tevbe edip vaz geçerseniz, sermayeniz sizindik
ne haksızlık etmiş, ne de haksızlığa uğramış olursunuz.[3]
Fai#le ilgüi âyetlerin peşinden, insanların
amellerine göre, hayırsa hayır, şer 'se £er muamele görecekleri o korkunç günden
sakındırma ile ilgili âyette1" gelir. "(Hep birden) Allah'a döndürüleceğiniz,
sonra da her şahsa haK ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa
uğratılmayacak1 bîr günden sakının.[4] Bu âyet, Kur'an-ı Kerim'in son inen âyeti ve kökten vere ınen vanyin
sonuncusudur. Bu âyetin inişi ile vahy kesilmiş ve RasulıiUah (s.a.v.) risalet
görevini îfâ edip emaneti tebliğ ettikten sonra vefat
etmiştir.
Bu mübarek sûre müminleri tevbe etmeye, Allah'a
yönelmeye, üzerlerindeki ağır yüklerin kaldırılması için O'na yakarmaya,
kâfirlere karşı zafe*" istemeye ve iki cihan saadeti için dua etmeye teşvik ile
sona erer: "Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işleri de yükleme. Bizi
affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim mevlamızsm, kafirler topluluğuna karşı
bize yârdım et.[5]
İste bu şekilde, bu
mübarek sûre, başı ile sonu arasında güzel bir insicam sağl^ak ve sûreyi en
güzel bir şekilde derli toplu olarak göstermek için, mü'fflinlerin güzel
vasıflarını anlatarak başlamış ve onların duaları ile sona ermiştır. [6]
Sûrenin İsmi
Hz. Musa (a.s.) zamanımda vuku bulan parlak bir
mucizenin hatırasını yaşatmak için bu mübarek sûreye "Bakara sûresi" adı
verilmiştir. Olay şöyle cereyan etmiştir: îsrailoğullarmdan bir şahıs
öldürülmüş, fakat katili bu'unamamıştı. Belki katili bulabilirler diye durumu
Hz. Musa (a.s.)'ya itz ettiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ Musa (a.s.)'ya onların
bir sığır kesin ve sığırın bir parçasını maktule vurmaları emrini
bildirdi.
Böylece Allah'ın izniyle maktul dirilecek ve
katilin kim olduğunu onlara bildirecekti. Bu da, mahlukatin öldükten sonra
tekrar diri İtileceklerine dair, Yüce Allah'ın
kudretini gösteren bir delil
olacaktı. Yeri gelince bu kıssa inşaallah genişçe ele alınacaktır. [7]
Bakara Sûresinin Fazileti
Bu sûrenin fazileti
hakkında Rasulullah (s.a.v.)'den şöyle bir hadis rivayet olunmuştur:
"Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz. Şüphesiz Şeytan, Bakara sûresi'nin okunduğu
evden kaçar.[8] Başka bir
hadiste de şöyle buyurul-muştur: "Bakara sûresini okuyunuz. Çünkü onu okumak
bereket, terketmek ise pişmanlıktır. Sihirbazlar ona güç yetiremezler.[9]
1. Elif, Lâm, Mim!
2. Kendisinde hiçbir şekilde şüphe olmayan bu
kitap, müttekiler için bir hidayet kaynağı ve yol
göstericidir.
3. O müttekîler ki, görülmeyene inanırlar, namaz
kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda
harcarlar.
4. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce in
-dirilene iman ederler ve ahiret
günününe kesinkes inanırlar.
5. İşte onlar,
Rabblerinden gelen bir hidayet üze-rindedirler ve onlar kurtuluşa erenlerin ta
kendileridir.
Kelimelerin İzahı
Rayb, kuşku
ve şüphe demektir.
Araplar, kişi bir
şeyden kuşkulandığında "kuşkulandı", kuşkulu bir iş içinde tabirim
kullanırlar. Zemahşeri bu kelimeyi şöyle açıklar: Rayb, fiilinin nıasdandır.
Bir şey, bir kimseyi şüpheye düşürdüğünde "Onu kuşkulandırdı" denir. Raybe",
nefsin sıkıntı ve ızdıraba düşmesidir.
Zamanın musibetlerine de "Raybu' z-zaman" denir.[10]
Takva kelimesi, kötü şeyden sakınmak mânâsına gelen
ittikâ kelimesinden alınmıştır. Takva,
kişi ile kötü şey arasında bir engel kabul edilir. Meşhur câhiliye şâiri Nâbiğa ittikayı bu mânâda kullanmıştır: "Kadın düşürmek
istemediği halde baş örtüsü düştü. Onu aldı ve bizden eliyle korundu" Buna göre
muttakî, zarar veren şeylerden kendini koruyandır. Bu mânâda itaat vesilesiyle Allah'ın azabından
korunan kimseye muttaki denir. Genel olarak takva "kulun Allah'ın emirlerinden
ayrılması ve yasaklarından sakınması manâsına gelir."
Gayb, duyu organlarının idrakinin dışında kalan şey
demektir.
Gizli ve saklı olan herşeye gayb denir. Cennet,
cehennem, haşr ve neşir bu kabildendir. Râgıb el-İsfehani gaybı: "duyu
organlarının algılayamayacağı şeydir[11] diye tarif
eder.
Felah, başarmak ve
kazanmak demektir. Ebu Ubeyde: "Bir miktar hayır elde eden herkese müflih
denilir[12] der. Beyzavi de bu kelimeyi şöyle açıklar: "Müflih, zafer yolları
kendisine açılmışçasına, istediğini elde eden kimse demektir.[13] Felah, lügatte: "Yarmak
ve kesmek mânâlarına gelir. Arapların "Demir demirle yarılır", sözünde felah
kelimesi bu manada kullanılmıştır. Yeri, sabanla yardığı için, çiftçiye de
"fellah" denilmiştir.
[14]
Âyetlerin Tefsiri
1. Bu mübarek sûre, müttekilerin vasıflarını
anlatarak başlar. sûrenin, huruf-i mukattaadan olan şeklindeki heca harfleriyle
başlaması, Kur'an'dan yüz çevirenlerin dikkatlerini çeker. Zira ilk anda, kendi
aralarındaki konuşmalarında alışık olmadıkları lafızlar, bir tokmak gibi
kulaklarına vurmakta ve kendilerine söylenecek olan âyetlere karşı dikkatleri
çekilmektedir. Bu harfler ve
benzerlerinde Kur'an'm i'cazını gösteren işaretler vardır. Çünkü bu kitap,
onların kendi aralarında konuştukları harf ve kelimelerden meydana gelmiştir. Buna rağmen Kur'an'ın bir
benzerini getirememeleri O'nun i'câzına büyük bir delildir. Büyük âlim İbn Kesir
şöyle der: "Sûre başlarında bu harflerin zikredilmesi, Kur'an'ın i'câzını
açıklamak ve insanların kendi konuşmalarında kullandıkları harf ve kelimelerden
meydana geldiği halde Onun bir benzerini getirmekten âciz olduklarını göstermek
içindir." Araştırmacıların çoğunun görüşü böyledir. Zemahşerî bu görüşü Keşşaf
adlı tefsirinde şiddetle savunmuş, Ibni Tey-miyye de bunu kabul etmiştir. İbn
Kesir, şöyle devam eder; Bundan dolayı , bu harflerle başlayan her sûrede
mutlaka Kur'an'ın zaferi, i'câzı ve azameti zikredilir. Mesela: ve benzeri
âyet-i kerimeler Kur'an'ın i'câzını gösteren âyetlerdir.'[15]
2. Ey Muhammedi Sana indirilen bu Kur'an öyle bir kitaptır ki, hiçbir kitap ona
denk gelemez, Düşünüp tefekkür eden veya hazır bulunup da onu dinleyen kimse,
onun Allah katından geldiğinden şüphe etmez.: Allah'ın emirlerine sarılmak,
nehiylerin-den sakınmak suretiyle O'nun gazabından korunan ve itaat etmek
suretiyle de O'nun azabından kurtulan
müttakî mü'minleri için bir yol göstericidir. İbn Abbas, müttekîleri: "Şirkten
sakınan ve Allah'a itaat eden kimselerdir." diye tarif eder. Hasan-ı Basr-î, bu
müttekîleri açıklarken "onlar, kendilerine haram kılınandan sakındılar ve
kendilerine farz kılmanı yerine getirdiler" demiştir.
Daha sonra Allah Teala bu müttekilerin vasıflarını
şöyle anlatır. [16]
3. Onlar görmedikleri ve duyu organları ile
algılayamadıkları yeniden dirilme, cennet, cehennem, sırat, hesap, ve bunların
dışında Kur'an'ın veya Peygamber
(s.a.v.)'in haber verdiği her şeyi tasdik ederler. Şartlan, rükünleri, edebleri
ve huşu ile en mükemmel bir şekilde
namazlarını eda ederler. İbn Abbas Şöyle der: Namazı ikame etmek, rükû , sucûd,
tilavet ve huşuunu tam yapmak demektir.[17] Kendilerine verdiğimiz mallardan
iyilik ve ihsan yollarında harcar ve sadaka verirler.
Âyetin manâsı umûmî olup zekat, sadaka ve diğer harcamaları ihtiva eder. İbn
Cerir'in tercihi budur. İbn Abbas1 tan rivayet edildiğine göre , bu âyetteki
infaktan maksat, malların zekatını vermektir. İbn Kesir de şöyle der: Allah
Teala çok defa, namaz ile mallardan yapılan infakı bir arada zikretmiştir. Zira
namaz Allah'ın hakkı olup, kendisini birlemeyi, ona saygıyı ve onu övgüyü
kapsar. İnfak ise kulun hakkı olup, Allah'ın kullarına bir iyiliktir.
Vacip olan harcamalar ile farz olan zekatın her
ikisi de bu âyetin manasına dâhildir. [18]
4. "Onlar, Allah'tan sana gelen ve senden önceki
peygamberlere gelen herşeye inanırlar. Allah'ın kitapları ve peygamberleri
arasında bir ayrım yapmazlar. Onlar, hiçbir şek ve şüpheye yer vermeksizin, bu
dünyadan sonra gelecek olan âhiret yurduna, orada vuku bulacak olan yeniden
dirilme, ceza, cennet, cehennem, hesap ve mizana kesin olarak inanırlar.
Âhirete, dünyadan sonra geldiği için âhiret
ismi verilmiştir.
[19]
5. "
Yukarıda geçen bu yüce sıfatları taşıyan o kimseler, Allah tarafından ihsan
edilen bir nur, delil ve basiret üzeredirler. İşte onlar, naim cennetlerinde
yüksek dereceleri elde edenlerdir. [20]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler beyan ve bedi'den birçok edebî
sanatı ihtiva eder. Bunları şöyle özetleyebiliriz.
1. "Müttekîler için kılavuz" ifadesinde mecaz-ı
aklî vardır. Çünkü burada hidayet, Kur'an'a isnad olunmuştur. Bu ise, sebebe
isnad kabi-lindendir. Gerçekte hidayete erdiren Allah Teala'dır. Dolayısıyle
burada mecâz-ı aklî vardır.
2. "Bu kitab" ifadesinde, Kur'an'ın sânının
yüceliğini ve mertebesinin
yüksekliğini ifade etmek
için, uzaklık ifade
eden düikelimesi ile yakına işaret edilmiş ve mertebenin erişilmez
derecedeki yüceliği, hissî uzaklık menziline indirilmiştir.
3. "Onlar bir hidayet üzeredirler ve
kurtuluşa ermişler ancak
onlardır." âyetinde müttekilerin şanının yüceliğini vurgulamak için dîljl
ism-i işareti iki defa zikredilmiştir. zamiri ise hasr ifade etmek için
getirilmiştir. Sanki, "kurtuluşa erenler onlardır, başkaları değildir,
denilmiştir.[21]
6.
Gerçek şu ki, kâfir olanları korkutsan da korkutmasan da
onlar için birdir, iman etmezler.
7.
Zira Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Onların kulaklarına ve gözlerine de
bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için büyük bir azab vardır.
Kelimelerin İzahı
Küfür, lügatte nimeti örtmek manasına gelir.
Kâfire, nimeti inkâr ettiği ve onu örttüğü için "kâfir" denilmiştir. Tohumu
toprağa gömene ve geceye kâfir denilmesi de bu kabildendir. "Ziraatçıların da
hoşuna giden bitkisi gibi[22] mealindeki âyette de kelimesi bu manada kullanılmıştır. Gece de,
karanlığı ile herşeyi örttüğü için "kâfir" diye
isimlendirilmiştir.
Inzâr, korkutarak haber vermektir. Korkutma olmazsa
buna inzâr değil, i'lâm ve ihbar denilir.
Hatm, içine herhangi bir nesne girmesin diye,
birşeyi kapatıp üzerine mühürlemek demektir. Kitabı hatmetmek de bu kelimeden
gelir.
Gışâvet, perde
demektir. Araplar, bir kimse bir şeyin üzerine perde çektiğinde "ğaşşâhu"
derler. Kıyamet manasına gelen gâşiye de bu köktendir. O da verdiği korkularla
insanları sarar. [23]
Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Allah Teala bundan
önceki âyetlerde müminlerin vasıflarını zikrettikten sonra, iki sınıf
arasındaki farkı açıkça göstermek için bu âyetlerde de kâfirlerin vasıflarını
anlattı. Esasen iyilerle kötüleri mukayese etmek ve bahtiyarlarla bedbahtlar
arasındaki farkı göstermek hususunda Kur'ân-ı Kerîm'in üslubu da budur. "Zira eşya zıddıyle
bilinir. [24]
Âyetlerin Tefsiri
6. Ey Muhammedi Allah'ın âyetlerini inkâr eden ve
senin peygamberliğini yalanlayanlar var ya, "Sen onları Allah'ın azabından
korkutarak sakmdırsan da, onlar için farketmez" Onlar senin getirdiğine
inanmazlar. Boşuna onların iman etmelerini bekleyip de kendini yıpratma. Bu
âyette, kavminin kendisini yalanlamasına karşı Peygamber (s.a.v.)'e bir teselli
vardır. Sonra, Allah Teala onların iman etmemelerinin sebebini şu şeklîde
açıklar:[25]
7. Allah onların kalblerini mühürlemiştir. Artık
o kalplere herhangi bir nur girmeyeceği gibi, onlarda iman nuru da parlamaz.
Müfessirler şöyle der: "Hatm, kapatıp mühürlemek demektir. Bu da şöyle olur:
Kalplerdeki günahlar çoğalınca, onlardaki basiret nuru silinir. Artık, böyle
kalplere iman, girecek bir yol bulamadığı gibi, küfür de bunlardan çıkış yolu
bulamaz. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Tam aksine, küfürleri sebebiyle
Allah o kalpler üzerine mühür vurmuştur"[26] "Onların kulakları ve gözleri üzerinde perde vardır." Dolayısıyle
hidayet nurunu göremez, hakkı işitemez, anlayamaz ve idrak edemezler. Zira
onların gözleri ve kulakları sanki kaim perdelerle kapatılmıştır. Bundan dolayı
hakkı görüp de ona uyamazlar, işitip de onu koruyamazlar. Ebu Hayyân şöyle der:
"Allah, hakkı kabul etmedikleri için kulaklarını ve hidayet nurunu görmek
istemedikleri için de gözlerini, menfezleri kapatılmış, kendisine yararı olan
herhangi bir şeyin içeri girmesine engel olan bir örtü ile örtülmüş ve üzeri
mühürlenmiş bir kaba benzetti. Yani bu organlar sıhhatli olmalarına ve idrak
güçlerinin yerinde olmasına rağmen, hayrı görme, işitme ve onu kabul etme
melekelerinden mahrumdurlar.
Bu âyette istiare
sanatı vardır.[27] Allah'ın âyetlerini yalanlamaları, küfürleri ve cürümleri sebebiyle,
onlar için âhirette şiddetli ve sonsuz bir azap vardır. [28]
Edebî Sanatlar
1. "Onları korkutsan da korkutmasan da aynıdır,
onlar iman etmezler." âyetinde, Hz. Peygamber (s.a.v.)' in kâfirlerin iman
etmesini beklememesi ifade edilmektedir. Bu cümle onların küfür ve taşkınlıktaki
aşırılıklarına ve iman kabiliyetlerinin olmayışına dikkat çekmektedir. Onların
kesinlikle iman etmeyecekleri vurgulanmıştır.
2.
"Allah onların kalplerini mühürledi." ifadesinde latif bir "istiâre-i
tasrîhiyye" vardır. Allah, hakkı kabul etmedikleri çin onların kalplerini,
kurtuluşa çağıran peygamberi dinlemedikleri için kulaklarını, ve hidayet nurunu
görmek istemedikleri için de gözlerini, menfezleri kapatılmış, kendisine yaran
olan herhangi bir şeyin içeri girmesine engel olan bir örtü ile örtülmüş ve
üzeri mühürlenmiş bir kaba benzetti. Allah Teala, istiâre-i
tasrîhiyye yoluyla, "hatm"
ve "gışâve" kelimelerini müstear olarak
kullandı.[29]
8. insanlardan bazıları da vardır ki,
inanmadıkları halde "Allah'a ve âhiret gününe inandık"
derler.
9. Onlar {kendi akıllarınca) güya Allah'ı ve
mü'minleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun
farkında değillerdir.
10. Onların kalplerinde bir hastalık vardır.
Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar
sebebiyle de onlar için elem verici bir azap vardır.
11. Onlar; "Yeryüzünde fesat çıkarmayın" denildiği zaman: "Biz ancak ıslâh
edicileriz" derler.
12. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların tâ
kendileridir, lâkin anlamazlar.
13. Onlara, "insanların iman ettiği gibi siz de
iman edin" denildiği vakit "Biz hiç, sefihlerin iman ettikleri gibi iman eder
miyiz?" derler. Biliniz ki, gerçek
beyinsizler onlardır, fakat bunu bilmezler.
14. (Bu
münafıklar) mü'minlerle karşılaştıkları vakit iman ettik" derler.
Halbuki şeytanları ile başbaşa kaldıklarında: "Biz sizinle beraberiz, biz
onlarla sadece alay ediyoruz" derler.
15. Gerçekte, Allah onlarla alay eder,azgınlıklarında onlara
fırsat verir, bu yüzden onlar bir müddet başıboş
dolaşırlar.
16. İşte onlar, hidayete karşılık dalâleti satın
alanlardır. Ancak onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de doğru
yola girememişlerdir.
17. Onların durumu, {karanlık gecede) bir ateş
yakan kimse misâlidir. O ateş yanıp da etrafını aydınlattığı anda Allah, hemen
onların aydınlığını giderir ve onları karanlıklar içinde bırakır,
göremezler.
18. Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu
sebeple onlar geri dönmezler.
19. Yahut gökten sağnak halinde boşanan, içinde
yo- ğun karanlıklar, gürültü ve yıldırımlar bulunan yağmur {a
tutulmuş kimselerin durumu)
gibidir. O münafıklar
yıldırımlardan gelecek ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Halbuki Allah, kâfirleri çepeçevre
kuşatmıştır.
20.
Şimşek sanki gözlerini çıkaracaknıış gibi çakar, onlar için etrafı aydınlatınca
orada biraz yürürler, karanlık, üzerlerine çökünce de oldukları yerde kalırlar.
Allah dileseydi elbette
onların kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. Allah şüphesiz
her şeye kadirdir.
Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Allah Teâlâ, sûrenin
başında önce mü'minlerin, sonra da kâfirlerin vasıflarım, burada da münafıkların
vasıflarını anlattı. Bunlar üçüncü sınıfı teşkil eden ve küfrünü gizleyip mü'mın
görünen kimselerdir. Allah, bunlardan gelecek tehlikenin büyüklüğüne ve
verecekleri zararın çokluğuna dikkat çekmek için 8. âyette uzun uzun açıklama
yaptı. Ayrıca münafıkların durumlarını daha iyi açıklamak, ruhlarında
taşıdıkları dalâlet ve nifak karanlığını izah etmek ve bunların hallerinin
varacağı helak ve felaketi göstermek için bu âyetlerde iki de darb-i mesel
getirmiştir. [30]
Kelimelerin İzahı
Tuzak kuruyorlar. Hıdâ'; hile, tuzak ve riya
manalarında kullanılır. Asıl itibariyle, "gizlemek" manasına gelir. "Zaman",
belâ ve musibetleri gizlediği için, ona da hâdi') ismi verilir. Ev halkını
içinde, koruyup muhafaza ettiği için, küçük eve de (mihdâ1) denir.
Maraz, hastalık demektir. Sıhhatin zıddidır. Maraz,
ya vücut hastalığı gibi fiziki olur veya nifak, haset ve riya gibi manevî olur.
İbn Fâris şöyle der: "İnsanın sağlığını yok eden herhangi bir
illet, veya münafıklık veya, herhangi bir şeydeki eksikliğe maraz
denir."
"Fesat çıkarmayınız". Fesat, doğruluktan sapmak
manasına olup salâhın zıddıdır.
"Süfeha" Bu kelime, sefih kelimesinin çoğuludur
Sefih, câhil, dar görüşlü ve kâr ve zarar gelecek şeyler hakkında bilgisi az
olan kimse demektir. Kelimenin aslı, hafiflik manasına gelen sefehür. Sıfat
olarak sefih, aklı az demektir. Luğat âlimleri sefeh kelimesini akıl
noksanlığını gerektirecek şekilde hafiflik ve dar görüşlülük olarak açıklarlar.
Bunun zıddı hilirndir.[31]
Tuğyan, her hususta haddi aşmaktır. "Su taştığı
vakit sizi gemide biz taşıdık"[32] mealindeki âyette de tuğyan kelimesi yükselmek ve haddi aşmak
manalarında kullanılmıştır. Bu kelimeden türemiş olan (Tâğiye) kelimesi de
inatçı ve zorba demektir.
"Şaşkmlaşıyorlar" Ameh, bir şey hususunda tereddüd
ve şaşkınlığa düşmektir. Bunun sıfatı olan kelimesi ise şaşkın kimse ma-nasına
gelir. Ru'be: "Şaşkın ve mütereddidler yüzünden doğru yolu bulamıyorum"
ifadesinde ameh kelimesini bu manada kullanmıştır. Fahr-i Râzi şöyle der: "Ameh
ile amâ eş anlamlıdır. Ancak amâ kelimesi daha umumi olup hem maddî, hem de manevî körlük için kullanılır. Ameh ise, ne tarafa
gideceğini bilmeyen kimsenin tereddüd ve şaşkınlığı manasını ifade edip sadece
manevî körlükte kullanılır.[33]
"Değiştirdiler" İştiranın asıl manası değiştirmek
demektir. Bu da, istenilen şeyi elde etmek için değerini vermektir. Araplar, bir
kimse birşeyi başka birşeyle değiştirdiğin de (işterâhu) derler. Şâir şöyle
der:
Sizin aranızda benim halâ cahil olduğumu
sanıyorsan, bilesin ki ben senden sonra cehaleti hilimle değiştirdim. (esamm)
kelimesinin çoğulu olup sağırlar demektir.
(ebkem) kelimesinin çoğuludur. Konuşamayan
dilsizler demektir.
(A'rna) kelimesinin çoğuludur. Körler
demektir.
Sayyib, bol yağmura derler. (savb) kelimesinden
türetilmiştir. Savb ise, şiddetli olarak inmek demektir. Şair şöyle
der:
"Sicim gibi yağmur indiren bulutlar seni suladı"
demiştir.
Savâik, saika) kelimesinin çoğuludur. Saika ise, değdiği herşeyi yakan ateştir,
Şiddetli ses manasına gelen sa'k kelimesinden türemiştir.
Semâ, lügatte kişinin üstünde olan ve onu
gölgelendiren her şeye denir. Evin tavanına sema denilmesi de bundandır. Yağmur
semadan indiği için yağmura da semâ denir. Şâir şöyle der:
Bir kavmin toprağına yağmur yağdığı zaman, onlar
kızsalar da biz orada hayvanlarımızı otlatırdık.
"Yakalar" Hafif,
sür'atle yakalamak demektir. "Ancak bir söz kapan olursa onu delen ve yakan bir alev takip eder[34] âyette de bu manaya kullanılmıştır. Sür'atinden dolayı kırlangıca
"huttaf" denilmiştir. Hatif, bir şeyi son derece hızlı yakalayan
demektir. [35]
Ayetlerin Nuzûl Sebebi
İbn Abbas (r.a.)'dan şöyle nakledilmiştir: "Bu
âyetler Abdullah b. Ubey b. Selül, Muattib b. Kuşeyr ve Cidd b. Kays gibi Ehl-i
kitab münafıkları hakkında inmiştir. Onlar mü'minlerle karşılaştıkları zaman
iman ve tasdik eden kimseler olarak görünüyorlar ve: "Biz Muhammed (s.a.v.)'in
vasıf ve özelliklerini kendi kitabımızda görüyoruz, diyorlardı.[36]
Ayetlerin Tefsiri
8.
"İnsanlardan bir grup vardır ki, dilleriyle, Allah'ı ve
O'nun peygamberini indirdiği açık
âyetleri tasdik ettik, öldükten sonra yeniden dirilmeye iman ettik derler,
"Halbuki onlar gerçekten tasdik etmiş ve inanmış değillerdir." Çünkü onlar bu
sözleri, inanca ve tasdike dayanmayan bir söz ile söylerler.
Beyzâvî şöyle der: Bunlar, mü'minlerle kâfirler
arasında kalan üçüncü sınıftır. Bunlar, kalben inanmadıkları halde, ağızlarıyla
"inandık" diyenlerdir. Kâfirlerin en kötüsü ve Allah'ın en çok buğzettiği
kimseler bunlardır. Çünkü onlar hile ve istihza yoluyla küfrü gizleyip onu
imanla karıştırmışlardır. Onun içindir ki Yüce Allah onların kötülük ve
cahilliklerini geniş bir şekilde açıkladı. Onlarla ve onların yaptıklarıyla alay
etti. Onların sapıklık ve azgınlıklarını tescil etti. Ve haklarında bir darb-ı
mesel getirdi.[37]
9. İnkârda ısrar etmelerine rağmen iman etmiş
görünmekle hilekarlarm yaptığını yapıyorlar o cahil kafalarıyla Allah'a hile
ettiklerine, bu durumlarının onun katında kendileri için fayda
sağlayacağına ve bazı
mü'minleri kandırdıkları gibi
Allah'ı da kandıra-bileceklerine inanıyorlar.
Bilmiyorlar ki, Allah aldatılamaz. Zira hiçbir şey ona gizli kalmaz. İbn Kesir
şöyle der: "Nifak, hayır gösterip arkasında bir şer gizlemektir. Nifak itikadı
ve amelî olmak üzere iki nevidir. İtikaden münafık olan kimse ebedî cehennem de
kalır. Amelen münafıklık ise en büyük günahlardandır. Çünkü münafığın sözü fiiline, içi dışına
uymaz. Münafıkların vasıflarını anlatan âyetler, Medenî sûrelerde inmiştir.
Çünkü Mekke'de münafıklık yoktu, tam aksine açıkça küfür vardı.[38]
Gerçekte onlar sadece kendilerini aldatırlar, çünkü
yaptıklarının vebali kendilerine dönecektir. Ancak bunun farkına varamaz ve
anlayamazlar. Zira onlar sürekli hamakat ve gaflet içindedirler. [39]
10. Onların kalplerinde şüphe ve nifak
vardır. Allah onların pisliklerini ve
sapıklıklarını daha da arttırsın. Bu cümle dua cümlesidir. İbn Eşlem, bu
hastalığın dinî bir hastalık olduğunu, bedenî bir hastalık olmadığım ifade eder
ve şöyle tarif eder: "Nifak hastalığı, insanlar arasında İslam
döneminde ortaya çıkan bir şüphedir. Allah,
bu hastalığı taşıyanların hastalığını ve
kuşkularını daha de artırmıştır.[40]
Mü'min olduklarını iddia ederek yaları söylemeleri
ve Allah'ın âyetleriyle alay etmelerinden dolayı onlar için
elem verici bir azap vardır.
Sonra Yüce Allah onların çirkin davranışlarını ve
şeni durumlarını beyan etmeye başladı ve şöyle buyurdu: [41]
11. İbn Mesud şöyle der: Yeryüzünde fesat
çıkarmak küfürdür ve masiyetle amel etmek demektir. Kim Allah'a isyan ederse
yeryüzünde fesat çıkarmış olur. Buna göre âyetin manası şöyledir: Bazı müminler
onlara "fitne ve küfrü tahrik etmek ve Allah yolundan insanları
alıkoymakla yeryüzünde fesat
çıkarmayın" dediği zaman, :
"Onlar, fesat çıkarmak asla bizim işimiz değildir. Biz sadece ıslah edici
kimseleriz. Hayır ve iyiliğe koşarız. Bize bu şekilde hitap etmeniz doğru değildir" derler. Beyzavi şöyle der: Onlar,
kalplerindeki hastalık sebebi ile, fesadı salah şeklinde tasavvur ettiler. Allah, bu gibi kimseler hakkında
şöyle buyurmuştur: Kötü işi kendisine güzel
gösterilip de onu
güzel gören kimse, (kötülüğü
hiç istemeyen kimseye benzer)
mi?[42] Bundan dolayı Allah onların bu cevaplarını, cümleye iki pekiştirme edatı
ile başlayarak şiddetli bir şekilde
reddeder ve şöyle buyurur:
[43]
12. Ey insanlar! Dikkatli olunuz ve biliniz ki,
gerçek fesatçı başkaları
değil, onların kendileridir. Fakat kalplerinden iman
nuru silindiği için
bunu hissedip anlayamazlar" Bu âyete, dikkat çekme edatı olan VI (elâ) ve
pekiştirme edatı olan jl (inne) ile
başlanmıştır.
Ayrıca haberin marife olması, mübteda ile haber
arasında zamir-i fasl girmesi ve onların şuursuzluklarını ifade etmek için
istidrak manası ifade eden (lâkin)
edatının gelmesi cümleyi daha da pekiştirmiştir.[44]
13. Münafıklara: "Siz de, Peygamber (s.a.v.)'in
arkadaşlarının inandığı gibi nifak ve riya karıştırmadan sadakatle iman ediniz
ve Allah'a iman ve itaatimzda samimi olunuz." denildiği zaman "Aklı kısa ve dar
görüşlü olan câhiller gibi iman mı edelim?" derler. Münafıklar bu sözleriyle
Süheyb-i Rumî, Ammâr b. Yâsir, Bilâl-i Habeşî ve benzeri ashab-ı kiramı
kasdetmişlerdir. j-«£i î (enu'minu) kelimesindeki hemze, alay ve istihza ile
birlikte inkar manası ifade eder. Beyzâvî şöyle der: Münafıkları, mü'minlerin
görüşlerinin yanlış olduğuna inandıkları veya onları küçümsedikleri için, onlara
câhil beyinsiz dediler. Çünkü mü'minlerin çoğu fakir idiler. Suheyb ve Bilal
gibi köleler bu fakirlerdendir.[45] "Dikkatli olunuz ve biliniz ki,
gerçek beyinsizler onlardır. Çünkü
bâtıl yola giren, kuşkusuz beyinsizdir. Fakat onlar
cehalet ve sapıklık içerisindeki bu durumlarım bilmezler" Allah Teala'nın bu
sözü, onların körlüklerini ve hidayetten uzaklıklarını en beliğ bir şekilde
ifade etmektedir. Zira onların durumlarını pekiştirerek ve uyararak ifade
etmekte ve beyinsizlerin ancak onlar olduğunu
vurgulamaktadır.
Bundan sonra onların yapmacık davranışlarına ve
münafıklıklarına dikkat çekerek şöyle buyurdu. [46]
14. Mü'minleri gördükleri ve onlara tesadüf
ettikleri zaman münafıklık
ve riyalarından dolayı, mü'min
ve dost görünürler. Sapıklık ve
nifak ehli olan reislerinin ve ileri gelenlerinin yanlarına dönüp onlarla
başbaşa kaldıklarında da: Biz sizin dininizdeyiz ve sizin inandığınız gibi
inanıyoruz. Biz onlara, iman etmiş görünmekle onlarla alay edip eğleniyoruz,
derler. Allah Teâlâ onlara şöyle cevap
vermektedir: [47]
15. Allah onlara Önce mühlet verip sonra da
istihzaları yüzünden onları ibret olacak bir şekilde cezalandıracaktır. İbn
Abbas (r.a.) şöyle der: Allah, ilerde onları cezalandırmak için onlarla alay
eder ve onlara mühlet verir. Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyurulrnuştur:
"Onlara mühlet veririm; ama benim cezam çetindir[48] İbn Kesir de şöyle der: Bu, Allah'ın alay etmelerine ve hilelerine
karşılık olarak onları cezalandıracağını bildiren bir haberdir. Yani Allah,
"Allah onlarla istihza eder" ifadesiyle, onların, yapmakla cezaya müstehak
oldukları fiili vurgulamıştır. Her iki cümlede istihza lafzı kullanılmış olmakla
birlikte, mana farklıdır.[49]
Müfessirler, Kur'an-ı Kerim'deki nazireleri
(lafızları aynı, manaları farklı kelimeleri) bu şekilde yorumlamışlardır. Meselâ
"Bir kötülüğün karşılığı, ona denk bir cezadır.[50] "Kim size saldırırsa, siz de ona saldırın.[51] buyurulmaktadır. Burada
birinci saldırı zulüm, ikincisi adalettir. Mühlet vermek ve onları sapıklık ve
küfürleri içinde serbest bırakmak suretiyle, terüddüd ve şaşkınlıklarını
artırır. Bu şaşkınlıktan kurtulamazlar. Çünkü Allah, onların kalplerini
mühürlemiş ve gözlerini kör etmiştir. Dolayısıyle doğruyu göremezler ve hidayete
eremezler. [52]
16. "Onlar, imam küfürle değiştirenler ve
hidayeti verip dalâleti alanlardır. "Bu değiştirme ve ahş-verişte kazançları
olmadı. "Bunu yapmakla hidayete ermiş de
değillerdir." Çünkü onlar dünya ve âhiret saadetini kaybetmişlerdir.
Sonra Allah
Teâlâ onların zararlarının
büyüklüğünü açık bir şekilde ifade etmek için iki darb-ı mesel getirerek
şöyle buyurdu: [53]
17.
"Onların nifaktaki nitelikleri ve acâip durumları,
ısınmak ve aydınlanmak için ateş yakan kimseye benzer" ki, o ateş yanar yanmaz
söner ve o kimseyi zifiri karanlık ve
şiddetli korku içerisinde bırakır. "Ateş o şahsın etrafını aydınlatıp, o da
etrafı görerek korkudan emin olup ateşle ünsiyet kazanınca, Allah onu tamamen
söndürür, ateş dağılır, aydınlık yok olur" "Onları yoğun karanlıklar ve şiddetli
korkular için de bırakır da, şaşkın şaşkın dolaşırlar ve doğru yolu bulamazlar"
İbn Kesir şöyle der: Allah, münafıklar hakkında bu darb-ı meseli getirerek,
hidayet yerine sapıklığı ve basiret yerine körlüğü tercih etmeleri hususunda,
onları, aydınlanmak üzere ateş yakan bir kimseye benzetti. Ateş onun çevresini
aydınlatıp ta ondan yararlanmaya,
onunla ünsiyet kazanmaya ve sağını ve solunu görmeye başlayınca, evet işte o bu
haldeyken , birdenbire ateşi söner, zifiri karanlık içinde kalır, artık ne
görebilir, ne de yolu bulabilir. İşte münafıklar da hidayet yerine dalâleti alma
doğruluk yerine eğriliği tercih etme hususunda böyledir.Bu darb-ı mesel onların
önce iman edip sonra kâfir olduklarını göstermektedir. Onun
içindir ki Allah, onların
nurlarını gidermiş ve onları küfür, şüphe ve nifak karanlıklarında, hayır yolunu
bulamaz ve kurtuluş yolunu bilemez bir halde bırakmıştır.[54]
18. "Onlar sağır gibidirler, hayrı işitmezler-,
dilsiz gibidirler." kendilerine menfaat
sağlayacak şeyleri konuşamazlar; kör gibidirler, hidayeti göremez ve o yola
giremezler. Dolayısıyla onlar içinde bulundukları eğrilik ve sapıklıktan
dönemezler.
Yüce Allah, onların durumlarını daha fazla açıklığa
kavuşturmak ve izah etmek için ikinci bir misal getirmekte ve şöyle
buyurmaktadır: [55]
19.
Veya onların tereddüd ve şaşkınlık içerisindeki durumları,
zifiri karanlıkta gök
gürültüleri, şimşekler ve
yıldırımlarla birlikte yağan şiddetli yağmura yakalanmış kimsenin durumu
gibidir. bulutlar içerisinde zifiri
karanlıklar, şiddetli gökgürültüleri ve göz kamaştıran şimşekler vardır. İşte bu
gürültülerin tehlikelerinden korunmak için parmaklarını kulaklarına sokarlar. Bu
da aşırı derecedeki dehşet ve korkudan meydana gelmektedir. O helak edici
gürültülerin neticesinde ölümden korktukları için, sanki bu davranışlarının kendilerini kurtaracağını zannederler. Bu
cümle, muteriza cümlesidir. Yani Allah Teâlâ gücü ile onları kuşatmıştır. Onlar
Allah'ın iradesi ve dilemesi altındadırlar.
Etrafı düşman tarafından kuşatılan kimsenin kurtulamadığı gibi , onlar
da Allah'ın iradesinden kurtulamazlar. [56]
20. Çok parlak, kuvvetli ve şiddetli olan şimşek,
nerdeyse onların gözlerini süratli bir şekilde alacaktır. O şimşek yolu her
aydınlattıkça onun ışığında yürürler. Sönüp de parıltıları yok olunca yürüyemez
ve oldukları yerde kalırlar. Bu âyetler, onların ne derecede cehalet ve
şaşkınlık içerisinde olduklarını tasvir eder. Gözlerinin nurunu giderip yok edeceğinden korkmalarına rağmen,
bir şimşek çakıp da; parladığmda fırsatı ganimet bilip birkaç adım atarlar,
şimşek kesilip de parıltıları yok olunca, herhangi bir çukura düşme korkusuyla
yürüyemez, oldukları yerde çakılıp
kalırlar.
"Allah dikseydi, gürültünün şiddetini artırır da
onların kulaklarını patlatır ve sağır ederdi;
şimşeğin ışığını artırır, gözlerinin
nurunu giderir ve onları kör ederdi. Allah Teâlâ herşeye kadirdir, gökte
ve yerde hiçbir şey onu âciz bırakamaz.
İbn Cerir şöyle der:
Yüce Allah, münafıkları şiddet ve satvetinden sakmdırmaya, onları çepeçevre
kuşatmaya ve gözlerini ve kulaklarını
gidermeye kadir oduğunu bildirmek üzere, bu âyette kendisini herşeye kadir bir
varlık olarak vasıflandırmıştır. [57]
Edebî Sanatlar
Bu âyet-i
kerimeler birçok edebî sanatlar ihtiva etmektedir.Onları şöyle
özetleyebiliriz:
1. "Onlar inanmış değillerdir" ifadesinde,
münafıkların inkarlarında mübalağa vardır. Zira bunun ifadesine uygun şekli dur.
Fakat Yüce Allah onları müminler grubunun dışında tutmak için fiil cümlesi
yerine isim cümlesi kullanmış ve onların iman etmediklerini vurgulamak için
haberin başına tekit edatı olan harf-i çerini getirmiştir.
2. "Allah'a tuzak kuruyorlar" cümlesinde
istiâre-i temsiliye vardır. Yüce Allah burada, münafıkların, Allah karşısında
küfrü gizleyerek inanmış görünmelerini, padişahını aldatmaya kalkışan tebaanın
durumuna benzetmektedir. Burada müşebbehun bihin ismi, istiare yoluyla
müşebbeh yerine
kullanılmıştır.
3. Ul "Biz ancak ıslâh edicileriz" cümlesinde de kasr sanatı
vardır. Bu, mevsufun sıfata hasrı nevinden bir kasrdır. Yani, "biz sadece ıslâh edicileriz, başka
bir şey değiliz, demektir.
4. "kalplerinde hastalık vardır" cümlesinde latif bir kinaye vardır.
Zira maraz (hastalık) beden için
kullanıldığında hakikattir. Burada nifaktan kinaye edilmiştir. Çünkü maraz,
beden için, nifak da kalb için bir fesat unsurudur.
5. "Dikkat edin.
Şüphesiz onlar, fesatçıların
kendileridir." cümlesinde manayı kuvvetlendiren bir çok tekit türü vardır. Cümle, dört
kuvvetlendirme edatı ile vurgulanarak
söylenmiştir. Bu edatlar şunlardır:
Uyarı manası ifade eden te'kit İçin kullanılan zamir-i" fasıl olarak ve cümlenin haberi durumunda olan lafzının
marife olmasıdır. Te'kit açısından bu âyetin bir benzeri de âyetidir. Yüce Allah
bu âyet ile onların sözlerini en açık ve en kuvvetli bir şekilde reddetmektedir.
6. "Allah onlarla alay eder" âyetinde müşâkele
sanatı vardır. Müşâkele yolu ile, istihzanın cezası da İstihza olarak
isimlendirilmiştir. Müşâkele; "lafızların aynı, manaların farklı olmasıdır.
"
7. "Hidayeti sapıklıkla değiştirdiler." Âyetinde istiare-i tasrihiyye vardır. Maksat,
onların doğruluğu eğrilikle, imanı da küfür ile değiştirmelerini vurgulamaktır.
Bundan dolayı alışverişlerinde
kazanamadılar, aksine zarar ettiler.
Yüce Allah "satın almak, lafzını
"değiştirmek" manasında istiare
olarak kullandı ve
buna "onlar ticaretlerinde
kazançlı olmadı" sözü ile bir açıklık getirdi. Bu, açıklamaya edebiyatta
"teşrih" sanatı denir ki, bu istiareyi en yüksek zirveye ulaştırır.[58]
8. cümlesi ile cümlesinde teşbih-i temsilî
vardır. Yüce Allah birinci misâlde
münafığı, ateş yakan birisine, onun dışardan mü'min görünmesini aydınlığa, o
aydınlıktan gördüğü faydanın kesilmesini
de ateşin sönmesine benzetmiştir. İkinci misalde
ise, toprağın yağmurla hayat bulduğu gibi kalblerinde İslam ile hayat bulmasından dolayı İslam'ı
yağmura, kâfirlerin şüphe ve tereddüdlerini karanlıklara, Kur'an'daki vaad ve
vaîdleri de gök gürültüsü ve şimşeğe benzetmiştir.[59]
9. "Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir."
cümlesinde teşbih-i beliğ vardır. Yani onlar bu uzuvlardan faydalanmama
hususunda sağır, dilsiz ve kör gibidirler. Cümleden teşbih edatı ve vecb-i şebeh
hazf edildiği için teşbih-i beliğ olmuştur.
10. "Parmaklarım kulaklarına tıkarlar" cümlesinde
mecaz-ı mürsel vardır. Bu mecaz-ı mürsel, bir bütünü söyleyip de onun bir
cüz'ünü murat etme kabilindendir. Yani, "parmak uçlarını kulaklarına sokarlar" demektir.
Çünkü parmağın tamamının kulağa girmesi mümkün olmaz.
11.
Ayet sonlarındaki uygunluğu sağlamak için fasıla harfleri aynı gelmiştir. Bu,
kulağa hoş gelir ve ruhta güzel bir tesir bırakır. âyetlerinde olduğu gibi.Bu
uygunluk da edebî güzelliklerdendir.[60]
Faydalı Bilgiler
1. Darb-ı meselden maksat, duyu organlarıyla
hissedilebilecekmiş gibi uzağı
yakınlaştırmak ve manadaki kapalılığı
gidermektir, parb-ı mesellerin ruhta fevkalade tesiri vardır. "İşte biz, insanlara bu! darb-ı meselleri getiriyoruz;
fakat bunları ancak bilenler düşünüp anlayabilir.[61]
2. Yüce
Allah bu âyetlerde
münafıkları, onların dalâlete
saplandıklarını gösteren ve herbiri son
derece çirkin ve âdi olan on sıfatla nitelemiştir. Bu sıfatlar: Yalancılık,
aldatma, hile, beyinsizlik, alay etme, yeryüzünde fesat çıkarma, cehalet, sapıklık,
şüphe ve tereddüt içinde bulunma
ve mü'minlerle alay
etmedir. Allah bizi,
münafıkların bu
hususiyetlerinden korusun.
3.
Münafıklar, aslında inanmamış olmalarına ve Rasulullah (sı.a.v.)'m da onların
ileri gelenlerini bilmesine rağmen, öldürülmelerine müsaade etmemesinin bir
hikmeti vardır... Buharî'nin rivayet ettiği şu hadis de bu hikmeti açıklamaktadır. Rasulullah
(s.a.v.) Hz. Ömer
(r.a.)'e şöyle demiştir: "Arapların, Muhammed
arkadaşlarını öldürüyor, şeklinde konuşmalarını istemem.[62]
Bir Nükte
Büyük âlim İbnu'l-Kayyim şöyle der: Yüce Allah'ın,
:"Allah hemen onların aydınlığını giderir." mealindeki sözü üzerine iyice
düşünmek gerekir. Burada Cenab-ı Hak :"Allah onların ateşini giderir"
buyurmuyor. Halbuki âyetin evvelinde
geçen, "bir ateş yakan kimse"
lafzına uygun olması için, "Allah onların ateşini giderir" denmeliydi. Bunun izahı şudur. Ateşte
aydınlatma ve yakma özelliği vardır. Allah "Allah, onların nurunu giderdi"
buyurmakla, bu özellliklerden aydınlatma özelliğini giderdiğini ve yakma özelliğini bıraktığını
ifade etmiş oluyor. Yine düşünmeli ki, Allah niçin "onların nurunu" buyurdu da
"onların ziyalarını" buyurmadı. Bunun sebebi şudur: Ziya, nurda bulunan
bir fazlalıktır. Eğer "Allah onların
ziyalarını giderir" buyrulmuş olsaydı, bu, asıl nurun değil de, onda bulunan fazlalığın giderilmiş
olduğu vehmini verirdi.
Şunu da düşünmeli
ki, Allah niçin buyurarak "nûr" kelimesini müfret zikretti de, “onları
karanlıklarda bıraktı" buyurmak suretiyle, "zulmet" kelimesini çoğul olarak
kullandı.'Çünkü hak yol tektir. O da Allah'ın doğru yoludur. Ondan başka Allah'a
ulaştıran hiçbir yol yoktur. Bunun tersine birçok bâtıl yol vardır ve çeşitli
dallara ayrılmıştır. Bundan dolayı Yüce Allah birçok âyet-i kerimede "Hak"
kelimesini müfret, "bâtıl" kelimesini çoğul zikretmiştir. Meselâ: "Allah,
inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır[63] Hamd,
gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a
mahsustur.[64] ve "Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Şu
halde ona uyun (başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan
ayırır[65] mealindeki âyetlerde
bâtıl yollar çoğul, hak yolu tekil olarak zikretmiştir. [66]
21. Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri
yaratan Rabbinize kulluk ediniz. Umulur ki, böylece korunmuş
olursunuz.
22. O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de
(kubbemsi) bir tavan yaptı. Gökten su indirerek onunla, sîze besin olsun dîye
çeşitli ürünler çıkardı. Artık bunu bile bile Allah' a şirk
koşmayın.
23. Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir
şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda
doğru iseniz Allah'tan gayrî şahitlerinizi {yardımcılarınızı) da
çağırın.
24. Bunu yapamazsanız, ki, elbette
yapamaycaksınız Yakıtı, insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının. O ateş
kâfirler için hazırlanmıştır.
25. İman edip iyi hareket ve davranışlarda
bulunanlar için, içinden ırmaklar
akan cennetler olduğunu müjdele! O
cennetlerdeki bir meyveden kendilerine rızık olarak yedirildiği vakit, "Bundan
önce bize verilenlerdendir bu" derler. Bu rıziklar onlara birbirine benzer
olarak verilmiştir. Onlar için cennette tertemiz eşler de vardır. Ve onlar orada
ebedî kalıcıdırlar.
Bu Ayetlerin Önceki Ayetlerle Münasebeti
Yüce Allah önceki
âyetlerde insanları nıü'minler, kâfirler ve münafıklar olarak üç sınıfa ayırdı,
onların hususiyetlerinden olan saadet veya bedbahtlığı, iman veya nifakı ve
onlarla ilgili darb-i meselleri anlatıp sapıklık yollarını açıkladı. Bu
âyetlerde de kendisinin birliğini gösteren de-1İ1 ve şahitleri zikretti.
Kendisine şükretmeleri için insanlara nimetlerini tanıttı ve hepsine birden "Ey
insanlar!" diye hitap etti. Bu hitap, yaratmak ve rızık vermek suretiyle
insanlara yapılan ihsanları sayıp dökerek bütün gruplara yöneltilen bir hilap
şeklidir. Yüce Allah insanların kalplerinden şek ve şüphe tohumlarını çıkarıp
atmak için, Kur'an mucizesini en açık delil ve en parlak bir ifade İle onlara
açıkladı. [67]
Kelimelerin İzahı:
Sizi yarattı. Halk, icat etmek ve örneği olmaksızın
yaratmaktır. Bu kelimenin luğat manası "ölçmek" demektir. Bir kimse takunyayı
ölçü aleti ile ölçüp düzgün bir
şekilde yaptığında Araplar Haleka'n-na'le) derler. Tulum yapmak için
deriyi Ölçtüğünde de (Haleka'I edime) derler. Haccâc şöyle der:
"Ne Ölçtüysem onu kestim, ne vadettiysem onu yerine
getirdim."
Firâş, üzerinde insanların oturduğu ve yatıp
uyuduğu yatak ve beşik demektir .
Bina; kubbe, çadır veya ev gibi bina edilen
şeylerdir.
Bu kelime, denk, benzer ve nazir manalarına gelen
nidd kelimesinin çoğuludur. Kelâm âlimleri, "Allah'ın benzen ve zıddı yoktur"
derler. Şâir Hassan da şöyle der:
"Sen onun dengi olmadığın halde onu hiciv mi
ediyorsun? İkinizden kötü olanı iyi olana fedadır.[68]
Zemahşerî bu kelimeyi şöyle açıklar: Nidd, misil
yani benzer demektir. Bu kelime ancak muhalif ve muarız için kullandır. Cerir
şöyla der:
Teym'i bana denk rni sayıyorsunuz?[69]
Vekûd, ateşte yakılan odundur. Kurtubî şöyle der:
Vekûd isim olup odun, Vukûd ise, mastar olup yanmak manasınadır.[70]
Hazırlanmış manasına olup i'dâd masdanndan
gelmektedir. Beyzâvî şöyle der: "Bu kelime, onlar için hazırlanmış ve onlara
azap için malzeme yapılmış" manasınadır.[71]
Bu kelimenin ismi olan beşaret, sevinçten yüz
hatlarının değişmesine sebep olan sevindirici haber, müjde manasına gelir. Kötü
bir haber için kullanıldığında, şu âyette olduğu gibi "alay" manası ifade eder:
"Altın ve gümüşü yığıp da, onları Allah yolunda harcamayan 1 arın var ya, işte
onlara acıklı bir azabı müjdele[72] âyeti bunu ifade
eder.
"Eş" manasına gelen kelimesinin çoğulu olup erkek ve dişi için kullanılır.
"Ey Adem, sen ve eşin cennette
yerleşin[73] mealindeki âyette de bu manada
kullanılmıştır. Kadın erkeğin,1 erkek de kadının zevcidir. Asmaî, "Araplar, müennes olarak zevce
kelimesini hemen hemen hiç kullanmamışlardır." der.
Âyetlerin Tefsiri
Yüce Allah, birlik ve kudretini gösteren delillere
kulların dikkatini çekerek şöyle buyuruyor:
21. "Ey Ademoğulları! Allah'ın size verdiği
değerli nimetleri hatırlayınız." Sizi yoktan var eden ve büyütüp besleyen
Rabbiniz Allah'a ibadet ediniz. O'nu birleyerek, şükrederek ve itaat ederek O'na
kulluk ediniz .Sizi kudretiyle yoktan var eden ve sizden önceki milletleri
yaratan O'dur. İşte O Allah'a ibadet edin ki, Müttekîler zümresinden yani
hidayet ve felaha kavuşanlar zümresinden olasınız. Beyzâvî der ki: Yüce Allah
önceki âyetlerde mükellef grupları sıra ile zikrettikten sonra bu âyetlerde,
dinleyiciyi tahrik etmek ve gayrete getirmek, ibadetin önemini ve onun şanının
büyüklüğünü göstermek için üçüncü şahsa hitaptan ikinci şahsa hitaba dönerek
doğrudan doğruya "Ey insanlar!" diye hitap etti. şeklindeki nida edatı ,
müstekil olarak te'kit manalarını ifade ettiği için Kur'an'da çok
kullanılmıştır. Önemine binâen Allah'ın kullarına nida etliği her şeyin vurgulu
ve açık bir şekilde nîda edilmesi gerekir. İnsanların bunu iyice anlamaları,
bütün kalp- leriyle ona yönelmeleri lâzımdır. Halbuki insanların
birçoğudir.[75] Bundan sonra
Yüce Allah insanlara verdiği nimetleri
sayarak şöyle buyurur:
[76]
22. "O, yeryüzünü sizin için bir beşik ve
karargah kıldı" Yuvarlak olmasına
rağmen, açılmış bir yaygı gibi üzerinde yaşar ve karar kılarsınız. Eğer Allah,
arzı bu şekilde yaralmasaydı, sizin için onun üzerinde durmak ve yaşamak mümkün olmazdı. Beyzâvî şöyle der: Allah
yerküresini, yayılmış bir döşek gibi
insanların üzerinde oturmalarına ve uyumalarına elverişli kıldı. Bu durum,
yerin düz olmasını gerektirmez. Zira onun hacmi büyük olduğu için, küre
şeklinde olması, üzerinde yaşamaya mani değildir.[77] "Göğü de
yeryüzünün üstünde kub-bemsi bir şekilde ona tavan yaptı" "Kudretiyle
bulutlardan tatlı su şeklinde yağmur yağdırdı." "O yağmurla size gıda olarak
çeşitli meyveler ve sebzeler bitirdi "O halde, ibadet hususunda putları ve
insanları Allah'a ortak koşmayınız" Halbuki siz onların hiçbir şeyi
yaratamayacaklarını ve rızık veremeyeceklerini; Allah'ın tek başına yaratıcı,
rızık verici, güç ve kudret sahibi
olduğunu biliyorsunuz. İbn Kesir şöyle
der:. Yüce Allah tek ilah olduğunu açıklamaya, kullarını yoktan yaratması ve
onlara bunca nimetler vermesi
sebebiyle, nimet verenin sadece kendisi olduğunu ifade ederek başladı.
Burada semadan maksat bulutlardır. İnsanların ihtiyacı anında buluttan yağmuru
indiren de Yüce Allah'tır. O. bu yağmurla,insanlar ve hayvanlar için rızık olarak birçok ürün ve meyveler yaratır. Bu şu demektir.
Allah Teâlâ yaratandır, rızıklandirandır, dünyanın ve o dünyada yaşayanların
sahibi ve rızıklarmı verendir. İşte bunun içindir ki, ibadete layık olan sadece
odur, başkası O'na ortak koşulamaz.[78] Yüce Allah bir olduğunun delillerini
zikrettikten sonra, peygamberliğin gerçek oluşunu anlatmak için Kur'an'ın
mu'cize oluşunu delil getirdi. [79]
23. "Ey insanlar! Eğer siz, kulumuz ve rasülümüz
Muhammed'e indirmiş olduğumuz, ifadesi, kanun koyması ve dizilişinde mu'ciz olan
Kur'an'm doğruluğunda şek ve şüphe ediyorsanız.ihtiva ettiği belagat, fesahat ve
beyan sanatlarında, bu Kur'an'm benzeri
bir sure getiriniz "Kur'an'a benzer getirme hususunda size yardım edecek,
Allah'tan başka yardımcılarınızı da çağırınız" Yani Allah'tan başka dilediğiniz
kimseden yardım isteyiniz.
Beyzâvî şöyle der: Bunun manası şudur: Kur'an'm
benzerini getirmek için yapınızda-bulunan veya Allah'tan başka yardımlarını
umduğunuz insanlar, cinler ve tanrılarınızı yardıma çağırınız. Bilinmeli ki
Allah'tan başka hiç kimse onun benzerini getiremez.[80] "Eğer onun
uydurma ve beşer sözü olduğu hususundaki iddianızda doğru iseniz, haydi buyrun,
bir benzerini getirin. "Bu cümlenin cevabı metinden kaldırılmış olup önceki
cümle bunu göstermektedir. [81]
24. "Eğer yapamazsanız" açık ve yerli yerinde
konuşan yüksek edebî şahsiyetlerinizden yardım almanıza rağmen eğer bu Kur'an'm
surelerinden birinin benzerini getiremiyorsanız, geçmişte de bunun dengi veya
buna yakın bir şey getirmekten âciz kaldıysanız "Ki, gelecekte de bunun
benzerini asla getiremeyeceksiniz" Öyleyse Cehennemden sakınınız. Bu cümle, ara
cümlesi olup insanların şu anda ve gelecekte Kur'an'm bir benzerini getirmekten
aczine işaret eder. Nitekim: "Birbirlerine destek olsalar da onun benzerini
ortaya koyamazlar[82] mealindeki âyette de buna işaret edilmiştir. İbn Kesir der ki: "Araplar
milletlerin en güzel konuşanı olmalarına rağmen Kur'an kendilerine meydan
okuduğunda ona karşı çıkmaktan âciz kaldılar. edatı, gelecekte sürekli
olumsuzluk ifade eder. Manası: "Ebediyyen onun bir benzerini getiremeyeceksiniz"
demek olur. İşte bu da başka bir mucizedir. Zira Yüce Allah kesin bir şekilde ve
hiçbir şeyden asla korkmak sızın, ebediyyen ve sonsuza değin bunun bir
benzerinin getirilemeyeceğini haber vermiştir. Durum O'nun haber verdiği gibi
olmuş ve o tarihten zamanımıza kadar bir benzeri getirilememiştir. Kim Kur'an
üzerinde düşünürse, onda i'câz yönlerinden, gerek lafız, gerekse mana yönünden
açık ve gizli birçok sanat bulur.
Arap dilini bilen ve kelamın çeşitli kalıplara göre aldığı manayı
anlayan kimseler, Kur'an'm tamamının son derece açık olduğunu
görürler.[83] Mademki Kur'an'm bir benzerini
getiremeyeceksiniz, o halde Allah'ın azabından korkunuz ve O'nun inkarcılar için
hazırlamış olduğu Cehennem ateşinden sakınınız. Yani, tutuşturma maddesi olarak
kâfirlerin ve onların, Allah'ı bırakarak tapmış oldukları putların kullanıldığı
cehennem ateşinden sakınınız. Nitekim: "Siz ve Allah'ın dışında taptığınız
şeyler "cehennem yongasıdır[84] mealindeki âyette bu mana vurgulanmıştır.
Mücâhid, buradaki (biçâre) kelimesini
şöyle açıklar: " Leşten daha fena kokulu kükürt taşıdır ki", kâfirler ateşle
birlikte bununla azab görürler". "Bu cehennem kâfirler için
hazırlanmıştır" ve onlar için pusuda beklemektedir. Onlar orada her çeşit
horlayıcı azabı tadarlar.
mak için
Kur'an'm özendirme ve korkutma üslubuyla bu âyetlerde de dostlarına
hazırlamış olduğu şeyleri anlattı ve şöyle buyurdu: [85]
25.
"Ey Muhammedi Dünyada güzel iş yapan, iman ile güzel işleri birlikte yürüten
müttakî mü'minleri müjdele" "Onlar için, içinde köşkler ve ağaçlar bulunan
bahçeler ve bostanlar hazırlanmıştır. O köşklerin ve meskenlerin altından cennet
ırmakları akmaktadır.[86] "Onlara bir nimet ve cennet meyvelerinden bir nzık verildikçe" "Bu nimet
bize, daha önceki yemeğin bir benzeridir" derler. "Müfessirler şöyle der: Cennet
ehline nzık olarak cennet meyveleri verilir. O rızkıonlara melekler getirir.
Onlara ikinci defa sunulduğunda: "Bu, daha önce bize getirdiğiniz şeydir"
derler. Melekler: "Ey Allah'ın kulu, ye. Rengi aynı olmakla beraber tadı
farklıdır." derler.[87] Yüce Allah şöyle
buyurur: "Onlara , tat ve lezzetinde değil, şekil ve görünüş bakımından
birbirlerine benzeyen rızıklar verilir." İbn Cerir şöyle der: Renk ve
görünümünde bir Öncekine benzemekle birlikte, tat bakımından benzemez. İbn Abbas
(r.a.) da: " Cennette olan hiç bir şey dünyadakilere benzemez. Sadece isimleri
birbirine benzer" der. "Onlar için
cennette, maddî ve manevî pislik ve kirlerden temizlenmiş iri gözlü hurilerden
eşler vardır." İbn Abbas(r.a.) :Bu eşler pislik ve hayızdan temizlenmişlerdir,
der. Mücahid ise: "Hayız, nifas, büyük abdest, küçük abdest, sümük ve balgamdan
temizlenmiştir." der. Hadiste, dünyadaki mü'min hanımların kıyamet gününde
irigözlü hurilerden daha güzel olacağı haber verilmiştir. Nitekim Yüce Allah
şöyle buyurmuştur: Gerçekten biz hurileri yepyeni bir yaratılışla yarattık.
Onları bakireler kıldık. Eşleriyle yaşıt ve onlara düşkündürler.[88] "Onlar orada devamlı kalacaklardır. " İşte
bu, tam bir saadettir. Mü'minler bu nimetler içinde emin bir yerdedirler.
Eşleriyle birlikte, kesintiye uğramaksızm ebedî bir mutluluk içerisinde
yaşarlar. [89]
Edebî Sanatlar
1. "Rabbinize ibadet edin" cümlesinde, Rabb
kelimesinin muhatab zamirine muzaf olarak zikredilmesi, Allah'ın şanını yüceltme
ve ona saygıyı ifade eder..
2.
"Kulumuza" terkibinde, kelimesinin li zamirini
tamlaması, peygamberi şereflendirmek ve şerefi ona tahsis içindir. Bu,
Rasulul-lah (s.a.v.)'m en şerefli vasfıdır.
3. "Bir sure getirin" cümlesinde, karşısındakini
âciz bırak -ma vardır. Burada emir kipi âciz bırakmak manasında
kullanılmıştır. Sûre kelimesinin nekre olarak getirilmesi de kapsam ifade
eder.
4.
"Yeryüzünü sizin için bir yatak, göğü de tavan
kıldı" cümlesinde ince bir
mukabele sanatı vardır. Zira âyette
'in mukabilinde 'in mukabilinde de * tu zikredilmiştir. Bu da güzel edebî
sanatlardandır.
5. "Yapamayacaksınız" cümlesi, mu'teriza cümlesi
olup geçmişte ve gelecekte meydan okumayı ifade etmekte ve bütün asırlarda
muhatapların tam bir acz içinde olacaklarını vurgulamıştır.
6.
"Ateşten sakının" cümlesinde ise, kinaye yoluyla güzel bir icaz vardır. Yani :
"Kur'an'm benzerini getirmekten âciz kaldıysanız, onun hak olduğunu tasdik
ederek cehennem ateşinden sakınınız" demektir. [90]
26. Şüphesiz Allah sivrisinek ve ondan daha büyüğü ile misâl
getirmekten çekinmez. İman etmişlere gelince, onlar böyle misâllerin
Rabblerinden gelen bir hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kâfirler ise, "Allah böyle misâl vermekle ne murad eder?"
derler. Allah onunla birçok kimseyi saptırır,
birçoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği
misâllerle Allah ancak
fâsıkları saptırır.
27. Onlar öyle sapıklar ki, kesin söz verdikten
sonra sözlerinden dönerler, Allah'ın,
ziyaret edilip hâl ve hatırının sorulmasını istediği kimseleri ziyaretten
vazgeçerler ve yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar. İşte onlar gerçekten
zarara uğrayanlardır.
28. Ey kâfirler! Siz (henüz yokken) size (hayat
veren) Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Şunu bilin ki, sonra sizi O öldürecek,
tekrar O diriltecektir. Tekrar O'na döndürüleceksiniz..
29.
O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı.
Sonra semâya yöneldi,
onu yedi kat olarak yaratıp düzenledi. O, herşeyi hakkıyla
bilendir.
Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Yüce Allah kesin ve
parlak delillerle, şüphe getirmeyecek şekilde, Kur'an'ın Allah kelamı ve son
peygambere indirilmiş mucize kitap olduğunu açıkladıktan ve Kur'an'ın en kısa
surelerinden birinin benzerini getirmeleri için muarızlarına meydan okuduktan
sonra, bu âyetlerde, Kur'an'ı tenkit maksadıyla kâfirlerin ileri sürdüğü bir
şüpheyi ortaya getirmektedir. Bu şüphe, Kur'an-ı Kerim'de arı, sinek,
örümcek,karınca ve benzeri, şeylerin zikredilmiş olmasıdır. Onlara göre, bu
gibi şeylerin, Allah kelamında değil, fasih Arapların sözlerinde bile
zikredilmesi uygun değildir. Allah, onların ortaya attığı bu şüpheye şöyle bir
red cevabı verdi: Verilen misal yüce bir hikmeti ihtiva ediyorsa, bu şeylerin
küçüklüğü, Kur'an'ın fesahat ve i'cazı için bir kusur değildir. [91]
Kelimelerin İzahı
"Bırakmaz" Haya, ayıplanma ve kınanma korkusundan
insanda meydana gelen değişikliktir. Burada, bu değişikliğin gereği
kasdedil-mektedir ki, o da "bırakmak"tır. Zemahşerî şöyle der: Yani Allah, hakir
görüldüğü için utanarak sineğin adını anmayan kimse gibi, sivrisinekle darb-ı
mesel getirmeyi terketmez.[92]
"Ondan daha küçük"
Arap dilinde fısk kelimesinin asıl manası, bir
şeyden çıkmak demektir. Allah'a itaatten çıktığı için münafığa fâsık denir.
Ferra bu kelimeyi şöyle açıklar: Fâsık, çıkan manasına olup, Arapların "hurma
kabuğundan çıktı" manasına gelen sözünden alınmıştır. Fâsığa Allah'a itatten
çıktığı için fâsık denilir. Fareye de, zarar vermek maksadıyla, deliğinden
çıktığı için küçültme ismi olarak füveysika denir.[93]
Bozarlar. Nakz, diziyi dağıtmak, yapılan bir binayı
veya bükülmüş bir ipi veya verilen bir sözü bozmak demektir. Nakz kelimesi
Kur'an'ı Kerim'de bu manalarda zikredilmiştir. "İpliğini sağlamca büktükten
sonra bozan kadın gibi olmayın[94], "Sözlerinden dönmeleri sebebiy-le....[95]
Ahd, insanın başkasına verdiği teminattır. Jl ilâ harf-i çeri ile
kullanıldığında "tavsiye etmek" manasına gelir..
Misâk, yeminle pekiştirilerek verilen sözdür. Bu, ahidden daha
kuvvetlidir.
İstiva aslında, itidal ve istikamet manasına gelir.
Bu kelime doğru ve düzgün ağaç için kullanıldığı gibi, "Ona ok gibi gitti"
teşbihinde de bu manada kullanılır. Sa'leb: "İstiva, bir şeye yönelmek manasına
gelir" dedi.[96]
Onları muhkem ve
sağlam bir şekilde yarattı. Bir başka görüşe göre bunun manası: "Onları çeşitli
hallere soktu." demektir.
[97]
Nüzul Sebebi
Yüce Allah Kur'an-ı
Kerim'de sinek ve örümceği zikredip bunlarla müşriklere darb-ı mesel getirince
Yahudiler buna güldü ve şöyle dediler: "Bu, Allah kelâmına benzemiyor. Allah bu
âdi şeyleri anlatmakla ne kas-dediyor? Bunun üzerine bu âyetler nazil
oldu.[98]
Âyetlerin Tefsiri
Yüce Allah, yahudi ve münafıkların iddialarını reddetmek üzere
şöyle buyurur:
26.
"Şüphesiz Allah, küçük olsun büyük olsun, herhangi bir
şeyle darb-ı mesel getirmekten sakınıp çekinmez." "Bu mesel,ister sivrisinek,
isterse hakirlik ve küçüklükte ondan daha aşağı derecede olan başka bir şeyle
getirilsin, farketmez" Allah, sineği yaratmaktan çekinmediği gibi onunla darb-ı
mesel getirmekten de çekinmez. "Mü'minler Allah'ın hak olduğunu, haktan başka
bir şey söylemeyeceğini ve bu darb-ı meselin de Allah'tan olduğunu bilirler.
"Kâfir olanlara gelince, bu darb-ı mesellere hayret ederler ve : "Bu hakir
şeyleri darb-ı mesel getirmekle Allah ne kasdediyor?" derler" Yüce Allah onlara
cevaben der ki "Allah bu darb-ı meselle, onu inkâr ettikleri için birçok kâfiri
saptırır; ona inandıkları için de birçok mü'mini onunla hidayete erdirir. "
Böylece kâfirlerin dalâleti, mü'minlerin de hidayeti artar. "Allah bu darb-ı
meselle veya bu Kur'an'la, kendisine itaatten ayrılan ve âyetlerini inkâr
edenlerden başkasını
saptırmaz"
Daha sonra Yüce Allah bu fâşıkların vasıflarım
sayarak şöyle buyurur:
[99]
27. Allah'ın, semavî kitaplarda, Mu-hammed
(a.s.)'e iman edeceklerine dair kendilerinden almış olduğu sağlam ahdi bozarlar,
veya Allah'a iman, peygamberleri tasdik ve şeriatlerle amel hususunda Allah'a
verdikleri her türlü söz ve ahdi bozarlar.
"Allah'ın, ziyaret edilip hal ve hatırının
sorulmasını istediği akrabaları
ziyareti terkederler. " Âyette geçen "L" kelimesinin manası umumî olup peygamberler
ve yakın akrabalarla ilgiyi kesmek, mü'minlerle dost olmayı terketmek gibi
Allah'ın razı olmadığı her türlü ilgiyi kesmeyi kapsar, Masiyet,fitne, imandan
men etme ve Kur'an etrafında şüphe yayma
gibi davranışla yeryüzünde fesat çıkarırlar. "İşte bunlar, bu çirkin vasıflarla
vasıflananlar, "ziyana uğrayanların kendileridir." Çünkü onlar hidayet yerine
dalaleti, mağfiret yerine azabı tercih ettiler. Böylece ebedî cehenneme
gittiler. [100]
28. Bu âyetteki soru edatı, kınama ve inkar
içindir. Manası şöyledir: "Yaratan Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz?" Halbuki siz
babalarınızın sulbünde ve annelerinizin rahimlerinde, yokluk aleminde bir nutfe
idiniz de, sizi yaratıp dünya yüzüne çıkarttı Sonra eceliniz geldiğinde sizi
öldürecek" Daha sonra sizi kabirlerinizden yeniden dinletecek "Sonra da, kıyamet
gününde hesap ve ceza için O'na döndürüleceksiniz."Daha sonra Yüce Allah,
öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğunu gösteren delili
zikretti. [101]
29. O,
faydalanmanız ve Allah'ın yaratıcı ve rızık verici olduğunu bilmeniz için
yeryüzünü ve onda bulunanları sizin için yaratandır. Sonra iradesini semaya
yöneltti ve onları muhkem bir şekilde yedi sema olarak yarattı. İşte bu, O'nun
yüce kudretinin delilidir. "O, yarattığı ve icat ettiği herşeyi bilicidir" Bu
gökler sizden daha büyük olduğu halde, onları yaratmaya kadir olan Allah'ın sizi
yeniden diriltmeye kadir olacağını düşünemiyor musunuz? Evet, O herşeye
kadirdir. [102]
Edebî Sanatlar
1. "Terketmez" kelimesi, zikr-i melzum irade-i lâzım kabilinden bir mecazdır. "Terketmez"
manasınadır. Allah "terk" yerine "haya" kelimesini kullandı. Çünkü terk, hayanın
neticesidir. Bir kimse birşeyi yap maktan haya ederse onu terkeder.[103]
2. "Allah'a verdikleri sözü bozarlar" cümlesinde
istiare-i mekniyye vardır. Zira burada ahd ipe benzetilmiş, müşebbehun bih olan
ir. hazfedilmiş ve istiâre-i mekniyye yoluyla, onun levazımından olan naks
(çözme) ile ona işaret edilmiştir.
3. "Allah'ı nasıl inkar ediyorsunuz" Cümlesinde
iltifa sanatı vardır. Kınama ve azarlama ifade eden. Yüce Allah kelamı, dalı;
Önce üçüncü şahıs kipi ile söylerken, burada onu bırakarak ikinci şahıs kipine
dönmüştür. Bu da bir edebî sanat nev'idir.
4.
kelimesi, mübalağa kalıplarmdandır. Manası: "İlmi, herşeyi kuşatacak şekilde
geniş olan" demektir. Ebu Hayyân şöyle der; Yüce Allah kendini "âlim", "alîm" ve
"allâm" vasıflarıyla vasıflandırdı. Bu son iki vasıf mübalağa ifade eder.
Araplar, aşırılığı pekiştirmek için "allâm" kelimesinin sonuna "tâ" ilave
ederek "allâme" derler. Kelimenin bu şekliyle Allah için kullanılması caiz
değildir.[104]
Faydalı Bilgiler
1. Zemahşerî şöyle der:Darb-ı mesel manayı açtığı
ve anlatılmak istenen maksadı açıkça ortaya koyduğu için ona başvurulur.
Kendisiyle darb-ı mesel getirilen şeyin büyüklüğü ve küçüklüğü, kendisi için
darb-ı mesel getirilen şeyin durumu neyi
gerektiriyorsa ona göre değişir. Görmüyor musun? Hak apaçık olduğundan,
Yüce Allah onun için ziya ve nur ile misal getirdi. Bâtıl, hakkın tam zıddı bir
vasfa sahip olduğundan onun için de "zulûmat"ı misâl verdi. Kâfirlerin, Allah'a
ortak koştukları ilâhların durumundan daha hakir ve daha düşük bir şey
olmadığından, zayıflık ve gevşeklik
hususunda, onlar için darb-ı mesel olarak örümcek ağım getirdi: "Onların durumu,
kendine yuva yapan örümceğin durumu gibidir[105] ki, Örümcek
o yuvayı sinekten daha zayıf ve daha değersiz yapmıştır. Yüce Allah bir başka
âyette de şöyle buyurur: "Allah'ı bırakıp ta taptıklarınız, bir sinek yaratmak
için bir araya gelseler bile, yaratamazlar. Sinek onlardan birşey kapsa, onu
ondan geri alamazlar" [106]Asıl şaşılacak şey,
insanlar sürekli olarak hayvanlarla, kuşlarla, böcekler ve zehirli haşerelerle
darb-ı mesel getirirken onların bunu nasıl inkâr ettikleridir, tşte Arap darb-ı
meselleri, şehirlisinin de bedevisinin de dillerinde yaşamaktadır.[107]
2. "Allah onunla birçoğunu saptırır, birçoğunu
da doğru yola iletir." cümlesinde, onların kulağına gelen ilk cevabın, onların
maneviyatını bozacak ve güçlerini kıracak korkunç bir şey olduğunu vurgulamak
için "saptırmak" ifade eden "idlâl" kelimesi, "hidayet" kelimesinden önce
zikredilmiştir. Yenilenme ve devamlılık ifade ettiği için geniş zaman kipi
tercih olunmuştur. Ebussuûd bunu böyle açıklamıştır.[108]
3. İbnul-Cüzeyy, "Teshil" adlı eserinde şöyle
der: "O, yerde ne varsa-hepsini sizin için
yarattı. Sonra semaya yöneldi" mealindeki âyet, Yüce Al lah'ın gökleri
yerden sonra yaratmış olmasını gerektirir."Ondan sonra da yer küreyi
döşedi[109] mealindeki âyetin zahiri bunun
aksini göstermektedir.
Zahiren ihtilaflı görünen bu âyetleri iki şekilde
uzlaştırmak mümkündür. 1.Yerküresi, göklerden
önce yaratılmış, fakat göklerin yaratılmasından sonra döşenmiştir. Bu
durumda aralarında bir çelişki yoktur. 2. âyetinde kelimesi, haberleri tertib ile vermek için
kullanılmıştır.[110]
30. Hatırla ki: Rabbin meleklere, "Ben yeryüzünde
bir halife yaratacağım" dedi. Onlar, "Bizler hamdinle seni teşbih ve seni takdis edip dururken,
yeryüzünde fesad çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?"
dediler, Allah da onlara "sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim"
dedi.
31. Allah Âdem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra
onları önce meleklere arzedip: "Eğer siz sözünüzde sâdık iseniz; şunlarm
isimlerini bana bildirin" dedi.
32. Melekler "Ya Rab! Seni noksan sıfatlardan
tenzih eder, kemâl sıfatlar ile tavsif ederiz ki, Senin bize öğrettiklerinden
başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakim olan ancak Sensin"
dediler.
33. (Bunun üzerine) "Ey Âdem! Eşyanın isimlerini
meleklere anlat" dedi. Âdem eşyanın isimlerini onlara anlatınca, "Ben size,
muhakkak semâvat ve
arzda görülmeyenleri bilirim. Bundan da öte, gizli ve açık yapmakta
olduklarınızı da bilirim, dememiş miydim?" dedi.
Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Yüce Allah, kullarına, yaratma, icat etme,
yeryüzünde bulunan herşeyi onların emrine verme ve onları yokluktan
varlık âlemine
çıkarma gibi nimetlerini sayıp döktükten sonra onların yaratılışını anlatmaya
başladı ve onların babalarını halife kılmak, cennete yerleştirmek ve sânını
yüceltmek için melekleri ona secde ettirmek gibi nimetlerle şereflendirdiğini ve
ona itibar kazandırdığını insanlara bildirdi. Şüphe yok ki, babaya yapılan
ihsan, çocuklarına da ihsandır. Babalara verilen nimet, çocuklara da nimettir.
Bundan dolayı Allah'ın Âdemoğullarma bunu hatırlatması uygun olmuştur. Çünkü
hatırlatmak da, Allah'ın insanlara ihsan ettiği nimet tüderindendir. [111]
Kelimelerin İzahı
"İz" kelimesi zaman zarfıdır, metinde bulunmayan
bir fiil ile man-subtur. Takdiri veya şeklindedir. Bazan âyetinde olduğu gibi,
mahzuf fiil sarahaten zikredilir. Müberred şöyle der: "İz edatı, geniş zaman
fiili ile birlikte kullanıldığında , geniş zamanın manası geçmiş zaman olur.
Âyetinde böyledir. Bunun manası: "Kâfirlerin sana tuzak kurdukları zamanı
hatırla" demektir. İzâ edatı da, mazinin başına geldiğinde onun manasını gelecek
zamana çevirir, liü iulkll lil âyetlerindeki
» manasınadır.[112]
Halife, başkasının arkasından gelen ve onun yerine
geçen kimse demektir. Bu kelime (faîl) kalıbında olup (fail) manasınadır.
Sonundaki tâ mübalağa için gelmiştir. İnsan, Allah (c.c.)' m hükümlerini icra
etme ve O'nun rabbanî emirlerini uygulama hususunda O'na vekalet ettiği için "
halife" diye isimlendirilmiştir. Nitekim: "Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife
yaptık.[113] mealindeki
âyette de bu manada
kullanılmıştır.
Döker. Sefk, dökmek ve akıtmak demektir. Kan
akıtmanın dışında kullanılmaz. Misbah adlı kitabın müellifi şöyle der: Kanı sefk
etmek, onu akıtmak demektir.,Darabe babından gelir.
"Teşbih ederiz" Teşbih, Allah'ı kötülükten uzak
tutmak ve tenzih etmektir.[114] Bu kelime koşmak, gitmek ve yüzmek manalarına gelen sehh kelimesinden
türemiştir. "Zira gündüz vakti senin uzun boylu koşuşturman (meşguliyetin)
vardır[115] mealindeki âyette de
bu manada kullanılmıştır. Teşbih eden kimse, Allah'ı tenzihe koşan kimse
demektir.
Takdis ederiz" Takdis, temizlemek, demektir. "Arz-ı
mukaddese" ve "Ruhu'1-Kuds" terkiplerinde de bu manada kullanılmıştır. Bu
kelimenin zıddı tencis (pislctmek)tir. Allah'ı takdis etmek dernek, onu
yüceltme, ululama ve şanına lâyık olmayan şeylerle O'nu anmaktan uzak durma
demektir. Müslim'in Sahih"inde şöyle rivayet edilmiştir: Rasulullah (s.a.v.)
rükû ve sücudunda: O, çok teşbih edilen çok takdis edilen, meleklerin ve Ruh'un
Rabbi'dir." derdi.[116]
Bana haber verin" demektir. Nebe'de, büyük faydası
olan önemli "haber manasınadır. "O, büyük bir haberdir."81 mealindeki âyette de bu manayadır.
"Açığa çıkarıyorsunuz" demektir.
Âyetlerin Tefsiri
30. "Ey Muhammedi Rabbi-nin meleklere:"Ben
yeryüzünde bana vekaleten hükümlerimi uygulayacak birini yaratacak ve onu
kendime halife edineceğim" dediği zamanı hatırla" ve bunu kavmine anlat. Bu
halife Âdem(a.s.) veya asırdan aşıra, nesilden nesile birbirlerinin yerine
geçecek ve Allah'ın hükümlerini icra edecek bir kavimdir, Melekler hayret ve
şaşkınlıkla şöyle dediler: Onları nasıl halife ediniyorsun!...Onların içinde
isyanla yeryüzünde fesat çıkaracak, taşkınlık ve zulümle kan dökecek kimseler
vardır, Halbuki biz sana hamd ile birlikte, layık olmayan şeylerden seni tenzih
ediyoruz. Sana saygı gösteriyoruz ve inkarcıların sana isnad ettiği şeylerle
anmaktan seni tenzih ediyoruz.
Yüce Allah onlara şöyle cevap verdi: "Size gizli
kalan birçok yararlı şeyleri ben bilirim" Halife yaratmada, sizin bilmediğiniz,
fakat benim bildiğim hikmetler vardır. [118]
31. Allah Adem'e (a.s.) isim verilen bütün
varlıkların isimlerini öğretti. İbn Abbas: Allah Âdem'e herşeyin ismini
öğretti..Hatta çanak çömleğin ismini bile öğretti."der. Sonra o varlıkları
meleklere gösterdi ve onları susturmak maksadıyla sordu: ve dediki: Hilafete,
benim halîfe tayin ettiğim kimseden, sizin daha layık olduğunuz hususundaki
iddianızda doğru iseniz, bu gördüğünüz mahlukatm isimlerini bana bildirin.
Kısacası, Allah Teâlâ Âdem( a.s.)'e, meleklerin bilmediği şeyleri öğretmek,
eşyayı, isimlen, cinsleri ve dillen meleklere değil de, özel olarak ona tam bir
şekilde tanıtmakla, onun meleklere karşı
Üstünlüğünü gösterdi. Bunun üzerine melekler acz ve kusurlarım
itiraf ederek: [119]
32. Dediler ki: Ey Allah'ım! Seni noksanlıktan
tenzih ederiz. Bizim, senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur." Sana
hiçbir şey gizli kalmaz, kuşkusuz sen herşeyi
bilirsin. Sen hikmetinin gerektirdiği şeyden başkasını
yapmazsın. [120]
33. Bunun üzerine Yüce Allah Âdem ( a.s.)'e: Ey
Âdem, bunların bilmekten âciz kaldıkları ve bilgilerinin o mertebeye
ulaşamadığını itiraf ettikleri o isimleri
kendilerine bildir. Âdem
(a.s.) bütün eşyayı bildirip
isimlerini ve yaratılış
hikmetlerini söyleyince Yüce Allah meleklere şöyle buyurdu: Göklerde ve
yerde sizin bilmediğiniz şeyleri ben
bilirim, diye size bildirmemiş miydim? Sizin açığa vurduğunuzu ve Allah'ın
sizden daha üstün bir varlık
yaratmayacağına dair içinizde sakladığınız iddianızı da bilirim dememiş
miydim?
Rivayet edildiğine
göre, Yüce Allah Âdem (a.s.)'i yaratınca melekler onun enteresan yaratılışını
gördü ve şöyle dediler: "Rabbimiz ne isterse yaratsın. O, kendisi katında
bizden daha şerefli bir mahluk yaratmayacaktır. [121]
Edebi Sanatlar
1. "Hani, Rabbin demişti" ifadesinde, Rabb
kelimesinin Rasule tamlayan olarak gelmesi, peygamberin
şerefini ve makamının yüceliğini göstermek içindir.
lafzının, ifadesinden önce gelmesi, meleklere önem verildiğini ve yaratılacak
halifeye dikkatlerinin çekildiğini göstermektedir
2. "Bana haber verin" emir kipi, hakikî manasında
değil, âciz bırakmak ve susturmak için kullanılmıştır.
3. "Adem onlara eşyanın isimlerini haber verince
cümlesinde hazif yoluyla mecaz vardır. Takdiri: "Onlara onları haber ver. Adem
onlara haber verince" şeklindedir. Manası anlaşıldığı için
hazfedilmiştir.
4. "Sonra onlara arzetti" Bunda tağlîb sanatı
vardır. Zira zamiri, erkek akıl
sahipleri için kullanılan bir zamirdir. Eğer tağlib sanat olmasaydı, şeklinde
olurdu.
5. "Ben, göklerdeki ğaybı bilirim" cümlesindeki
cümlesinde tekrar zikredilmiştir. Bu da verilen haber* önem vermek ve Allah' m
ilminin bütün eşyayı kuşattığına dikkat çekme! içindir. Buna "ıtnâb sanatı"
denilir.
Faydalı Bilgiler
1. Bazı ilim adamları şöyle der: Yüce Allah'ın meleklere Âdem (a.s.)'i
yaratacağını ve onu yeryüzünde kendine halife kılacağını haber vermesi,
kullarına, işlerine girişmeden önce danışmayı Öğretmek içindir.
2. Âdem (a.s)'in halife kılınmasındaki hikmet,
Allah' m halifeye muhtaç olması değil, kullara bir rahmettir. Zira kulların
vasıtasız olarak, hatta melek vasıtasıyla Allah' in emir ve yasaklarım almaları
mümkün değildir. Peygamberlerin beşerden gönderilmesi, Allah'ın insanlara
rahmet, lütuf ve ihsanıdır.
3. Hafız İbn Kesir şöyle der: "Meleklerin,
"yerüzünde fesat çıkaracak... insanı mı yaratıyorsun!.." şeklindeki sözleri Allah'a karşı bir itiraz
ve Âdemoğullanna karşı bir kıskançlık için değildir. Sadece bu husustaki
hikmetin açıklanmasını istemek ve öğrenmek için bir sorudur. Şunu demek
istiyorlar: "Onların içinde yeryüzünde fesat çıkaracak kimseler bulunduğu
halde, yaratıl mal arın daki hikmet nedir?[123] İbnu'l-Cizzi: Meleklerin, Âdem oğullarının fesat çıkaracağını bilmeleri,
Allah'ın bu hususta kendilerine bilgi vermesiyle olmuştu" der. Bazıları da şöyle der:
"Yeryüzünde cinler vardı.Fesat çıkarttılar. Allah onlara melekler gönderdi de
melekler onları Öldürdü. Bunun için, melekler Âdemoğullarını onlara kıyas
etmişlerdir.[124]
4.
Şa'bîye,"Şeytan'm eşi var mıydı?" diye soruldu. O da, "Ben böyle bir düğün
görmedim" diye cevap verdi. Şa'bî diyor ki, Biraz sonra "Şimdi sîz, beni bırakıp
da onu ve onun zürriyetini mi dost
ediniyorsunuz?[125] mealindeki âyeti okuyanca anladım ki, eş olmadan zürriyet olmaz. Bunun
üzerine: "Evet, onun eşi vardır. " dedim.[126]
34. Bir zamanlar biz meleklere "Âdem'e secde
edin" dedik. İblis
hâriç hepsi secde
ettiler. O, yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece
kâfirlerden oldu.
35. Biz, "Ey Âdem! Sen ve eşin beraberce cennete
yerleşin, orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin, sadece şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa
her ikiniz de zâlimlerden olursunuz" dedik.
36. Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi
tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları
cennetten onları çıkardı. Bunun üzerine "Birbirinize düşman olarak
i-niniz, sizin için yeryüzünde barınak
ve belli bir zamana dek yaşamak vardır. " dedik.
37. Daha sonra Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tevbe etti. Çünkü
Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.
38. Dedik ki: "Hepiniz Cennetten inin! Eğer
Benden size bir hidâyet gelir de her kim hidâyetime tâbi olursa onlar için
herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler.
39. İnkâr
edip âyetlerimizi
yalanlayanlara gelince, onlar
cehennemliktir, onlar orada ebedî kalırlar.
Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki
âyetlerde meleklerin ulaşamadığı derin bilgiyi sadece Âdem( a.s.)'e verdiğini
bildirdiği gibi hilafeti de yalnız ona verdiğini bildirdi. Bu âyet-i kerimeler
de de Allah, ona lütfettiği başka bir şerefi de açıklamaktadır. O da, Allah'ın
meleklere Âdem (a.s.)'e secde etmelerini, emretmesidir. Bu şeref, bütün
beşeriyetin babası olan Âdem (a.s.)' in [şahsında, insan nevine verilen en yüce
şereftir. [127]
Kelimelerin İzahı
Secde aslında, kendisine secde edilen kimse için
eğilmek ve yüceliğini belirtmek demektir. Şer'î mânâsı, alnı yere
koymaktır.
İblis, şeytanın adıdır. Arapça değildir. Bir görüşe
göre, ümitsizliğe düşmek mânâsına olan iblâs kelimesinden
türemiştir.
Kaçındı. îbâ, birşeyi yapma imkânı olduğu halde
yapmaktan kaçınmak demektir.
Kibirlendi. İstikbâr, kendini büyük görmek ve
böbürlenmek demektir,
Meşakkatsiz olarak bolca demektir. Rağad:
Bolluk içinde yaşamak manasınadır. Toplum, bolluk içinde yaşadığında
Araplar, derler. Şâir aşağıdaki beytinde kelimesini bu manada kullanmıştır.
Kişiyi müreffeh, hadiselerden emin bir şekilde
bolluk içerisinde yaşarken gördüğün zaman....
"Onların ayağını kaydırdı" İzlâl, ayak sürçmesi
mânâsına gelen zelel kelimesinden türemiştir. Birisinin ayağı kaydığında
denilir. Daha sonra bu kelime, mecaz olarak, hata etmek mânâsında kullanıldı.
Kişi, hata ettiği ve yapmaması gereken bir şeyi yaptığında denilir. Bu hatanın
işlenmesine başkası sebep olursa
denilir.[128]
Müstekarr. Yerleşme yeri demektir.
Meta'; yenilecek, içilecek, giyilecek ve benzeri
faydalanılabilecek şeydir.
Telakki, aslında karşılamak manasınadır. Arapların,
"Hacıları karşılamak için çıktık"
şeklindeki sözlerinde bu mânâda kullanılmıştır. Bu kelime daha sonra, birşeyi
alıp kabul etme mânâsında kullanıldı.
Araplar, "Falandan mektup aldım ve kabul ettim" mânâsına, derler.
Tevbe etti. Tevbe,
lügatte dönmek demektir. (an) edatı ile kullanıldığında isyandan dönmek mânâsına
gelir edatı ile kullanılırsa, tevbeyi kabul etmek mânâsını ifade
eder. [129]
Âyetlerin Tefsiri
34. Ey
Muhammedi Kavmine, bizim meleklere "Âdem'e ibadet secdesi ile değil de, selam
ve hürmet secdesi ile secde ediniz, dediğimiz zamanı hatırlat İblis hariç hepsi
secdeye kapanmışlardı. O, kibirlendi ve kendisine emrolunanı yapmaktan kaçındı.
"Böylece o kibri ve kaçınması yüzünden kâfirlerden oldu" Zira o, Allah'ın
Âdem'e secde edin, emrini çirkin
buldu. [130]
35.
Siz dedik ki: "Ey Âdem, sen ve eşin Havva, birlikte ebedî cennete yerleşiniz.
"Cennetin mevyelerinden istediğiniz
yerden, istediğiniz kadar bol bol yeyiniz"Şu ağaca yaklaşmayın, aksi takdirde
Allah'a isyan ederek kendilerine zulmedenlerden olursunuz" İbn Abbas (r.a.) bu
ağacın üzüm ağacı olduğunu söyler. [131]
36.
deki zamirin ağacı göstermesi halinde âyetin mânâsı şöyle olur: "Şeytan, ağaç
sebebiyle onları hataya düşürdü ve ondan
yedirerek yoldan çıkardı" Zamirin, cenneti göstermesi halinde ise mânâ: "Şeytan,
onları cennetten çevirdi ve uzaklaştırdı" şeklinde olur. Ve şeytan onları,
içinde bulundukları cennet
nimetlerinden çıkarttı. 3 : Biz de onlara, "birbirinize düşman olarak, şeytan size, siz de ona
düşman olduğunuz halde cennetten yeryüzüne ininiz" dedik. "Kuşkusuz şeytan sizin
düşmanmızdır. Siz de onu düşman sayın" mealindeki âyet te bu mânâyı
desteklemektedir. " İniniz" emrinin muhatabı Âdem, Havva ve İblis'tir. "Sizin
için dünyada ikamet edebileceğiniz yerleşme yeri" ve ecelleriniz gelinceye kadar yeryüzünün
nimetlerinden faydalanma imkânınız vardır. [132]
37.
"Âdem, Rabbi'nin kendisine ilham ettiği bazı duaları aldı " ve onlarla Allah'a
dua etti. Bu dualar, A'raf suresinde "(Adem ile eşi) dediler ki: "Ey Rabbimiz,
biz kendimize zulmettik...[133] mealindeki âyette olup, yerinde açıklanacaktır. "Rabbi de onur tevbesini kabul etti: "Zira O,
tevbeyi çok çok kabul edei ve kullarına bolca rahmet edendir. [134]
38. "Dedik ki, hepiniz cennetten inin" Yüce Allar
emrini pekiştirmek ve Âdem ile soyunun ikametinin cennete olmayıp Bu görüş,
Celâleyn Tefsirinin yazarları Suyutî ve Mahallî1 nin görüşüdür. Bakınız Celâlcyn
Tefsiri, 1/7, Taberî birinci görüşü tercih eder. 1/180 vd. Mısır, 1321
yeryüzünde olduğunu
beyan etmek için "inin" emrini tekrarladı. Eğer benden size bir hidayet, yani
göndereceğim bir peygamber ve size indireceğim bir kitap gelir de "her kim
hidâyetime tâbi olur, bana iman ve itaat ederse" Onlar için âhirette her hangi
bir korku yoktur ve onlar üzüntü de çekmezler. [135]
39.
"İnkâr edip indirdiğim âyetleri ve gönderdiğim peygamberleri yalanlayanlara
gelince "Onlar cehennemliktir. Orada ebedî kalacaklardır." Allah bizi o
cehennemden korusun.
[136]
Edebî Sanatlar
1. "Biz dedik" fiilinin çoğul olarak gelmesi
saygı ifade etmek içindir. Bu fiil "Hani Rabbin söylemişti" üzerine
atfedilmiştir. Burada, heybeti artırmak ve azameti göstermek için üçüncü
şahıstan birinci şahısa dönüş vardır.
2. "Secde ettiler" deki »ti (fâ) onların,
gecikmeden, süratle Allah'ın emrine uyduklarını ifade eder. Bu âyette, hazif
yoluyla icaz vardır. Takdiri: şeklindedir. "kabul etmedi" kelimesinde de aynı
durum olup tümleci düşürülmüştür. Takdiridir.
3. "Bu ağaca yaklaşmayın" ifadesinde mübalağa
sanatı vardır. Burada asıl yasaklanan ağacın mevyesinden yemektir. fiili ile,
ağaca yaklaşmayı yasaklamak, onun
meyvesinden yemeği şiddetle
nehyetmek içindir. Çünkü bir işe yaklaşmayı yasaklamak, o işi yapmayı aşırı bir
şekilde yasaklamak demektir. Nitekim
"zinaya yaklaşmayın[137] mealindeki âyette de bu mânâ
kasdedilmiştir. Çünkü zinaya yaklaşmayı yasaklamak, zina fiiline götüren yollan kesmek
demektir.
4. "İçinde bulundukları şeylerden" ifadesi,
içinde bulundukları nimetlerin büyüklüğünü gösterme bakımından, ifadelerinden
daha vurguludur. Zira, bir şeyin
büyüklüğünü göstermek için, o şeyi
müphem ifade etmek belagat üsluplarından birisidir. Nitekim âyetinde de
böyle olmuştur. Bundan maksat, dinleyen kimsenin, o şeyin büyüklük ve kemalini,
mümkün olan en yüksek seviyede tasavvur etmesini sağlamaktır.
5. kelimeleri
de mübalağa kiplerindendir. O, tevbeyi çok çok kabul eden ve rahmeti bol olan
demektir. [138]
Faydalı Bilgiler
1. Soru: Allah'tan başkasına secde etmek doğru
olur mu?
Cevap: Meleklerin Âdem ( a.s.)'e secdeleri, namaz
ve ibadet secdesi
gibi bir secde olmayıp tazim, hürmet ve selam
secdesidir. Zemahşerî şöyle der: Allah'a secde ibadet için olur. O'ndan
başkasına secde ise hürmet ve tazim için olur. Meleklerin Âdem (a.s.)'e secdesi,
Yakup (a.s.) ve oğullarının Yusuf (a.s.)'a secdesi bu kabildendir.[139]
2. Ariflerden biri şöyle der: Önceden ilahî lutfa
mazhar olmuş kimseye, sonradan işlediği suç tesir etmez ve onu velilik
makamından indirmez. Çünkü Âdem (a.s.)'in
cennetten çıkarılmasına sebeb olan suçu onu ilahî lutuftan mahrum etmemiş ve
hilâfet rütbesini de soyup almamıştır. Bilakis, Allah ona ihsanını bol
vermiş ve hakkında: "Sonra Rabbi onu
seçkin kıldı[140] buyurmuştur. Şâir de şöyle
der:
Sevgili bir günah işlerse, onun iyiliklerini bin
şefaatçi getirir.[141]
3. Soru: İblis meleklerden midir?
Cevap: Müfessirler bu konuda iki farklı görüş
belirtmişlerdir.
Bir kısmı, âyetindeki istisnayı delil göstererek,
onun meleklerden olduğu görüşünü savunmuşlardır. Diğerleri ise, buradaki
istisnanın, istisna-i munkati' olduğunu, dolayısıyla İblis'in meleklerden
değil, cinlerden olduğu görüşünü savunmuşlardır. Hasan-ı Basrî ile Katâde bu
görüştedirler. Zemahşerî de bu görüşü tercih eder. Hasan-ı Basrî: "İblis, bir an
bile meleklerden olmamıştır." der. Biz de, aşağıdaki delillere dayanarak ikinci
görüşü tercih ediyoruz:
1. "Onlar, Allah' in kendilerine emrettiği
şeylere karşı gelmezler[142] mealindeki âyette de ifade edildiği gibi melekler isyandan
münezzehtir.İblis ise Allah’ın emrine karşı
gelmiştir.
2. Nurdan , İblis ise ateşten yaratılmıştır.
Dolayısıyla, yaratılışları farklıdır.
3. Meleklerin zürriyeti yoktur. İblis'in ise,
"şimdi siz beni bırakıp da onu ve onun zürriyetini mi dost
ediniyorsunuz[143] mealindeki
âyette de ifade edildiği gibi, İblis'in zürriyeti vardır.
4.
"İblis cinlerdendi. Rabbi'nin emrinden dışarı çıktı[144] mealindeki
âyette, onun cinlerden olduğu açık bir şekilde ifade edilmiştir. Allah'ın bu
sözü hüccet ve delil olarak yeter. [145]
40. Ey îsrailoğulları! Size verdiğim nimetlerimi
hatırlayın, bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vâdettiklerimi
vereyim. Yalnızca benden korkun.
41. Elinizde (Tevrat'ı) tasdik edici olarak indirdiğim (Kur'ân'a) iman edin!
Sakın onu inkâr edenlerin ilki olmayın!
Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden
korkun.
42. Bilebile hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı
gizlemeyin.
43. Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin, rükû
edenlerle beraber rükû edin.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Bu âyetlerden itibaren 142. âyete kadar olan kısım,
İsrailoğullarından bahseder. Kur'an-ı Kerim, tam bir cüze yakın bölümünde, geniş
bir şekilde bunlardan bahseder. Bu durum, Kur'an'ın Yahudilerle ilgili
hakikatleri meydana çıkarmak ve onların kötü ruhlarının özelliklerinden olan
kötülük, düzenbazlık ve yıkıcılık gibi kötü huylarını ortaya koymak hususuna ne
derece önem verdiğini gösterir, ta ki müslümanlar onların şerlerinden
sakınsınlar.
Bu âyetlerin önceki
âyetlerle münasebetine gelince: "Yüce Allah önce insanları kendisine ibadete,
birliğini kabul etmeye çağırdı, varlığına ve birliğine delâlet eden apaçık
delilleri gösterdi. Sonra da onlara babalan Âdem (a.s,)'e vermiş olduğu
nimetleri hatırlattı ve özel olarak
İsrailoğullarım-ki bunlar yahudilerdir- son peygambere iman etmeye, onun
Allah'tan getirdiği kitabı tasdik etmeye davet etti. Çünkü onlar, o peygamberin
vasıflarını, ellerinde bulunan Tevrat'ta yazılı olarak buluyorlardı. Yüce Allah
onlara farklı şekillerde hitab etti. Bazan yumuşaklıkla, bazan korkutarak, bazan
kendilerine ve babalarına vermiş olduğu nimetleri hatırlatarak, zaman zaman da
kötü davranışlarını kınayarak ve bu konuda hüccetler getirerek onları, İslâm'a
çağırdı. Böylece Yüce Allah insanlığın babası Âdemi şereflendirmekle,
insanoğluna verdiği nimetleri hatırlattıktan sonra, İsrailoğullarına verdiği
özel nimetleri hatırlatmaya başladı. [146]
Kelimelerin İzahı
İsrâîl, yabancı bir isim olup, "Allah'ın kulu"
demektir. Yakup (a.s.)'un ismidir. Yüce Allah bunu, "İsrail'in kendisine haram
kıldığı şeyler hariç[147] mealindeki âyette açıkça ifade
etmiştir.
"Yerine getiriniz" Vefa, bir şeyi tam ve mükemmel
bir şekilde yapmak demektir. Bir kimse birşeyi tam olarak yerine getirdiğinde
"evfâ" ve "veffâ" denilir.
"Karıştırırsınız"
Lebs, karıştırmak demektir. Araplar, "bir şeyi bir şeye karıştırdıkları zaman
derler. "Bir şey bir şeye karıştı" demektir. "Onları yine düşmekte oldukları
kuşkuya rdüşürürdük.[148] mealindeki âyette ise "kuşku vermek" manasına kullanılmıştır. Misbah'ta
şöyle yazılıdır: Bu fiil babından "elbiseyi giymek", babından edatı ile
kullanıldığında "şüpheye düşürmek",
babından ise " karışık olmak, şüpheli olmak" mânâlarım ifade eder. : Zekât. Zekâ kelimesinden türemiştir. Ürün
arttığında araplar derler. Zekât vermek
de bereketi celbettiği için bu adı almıştır. Veya temizlik manasına zekât
kelimesindendir. Zira zekât, malı temizler. Bu hususta Yüce Allah şöyle buyurur:
"Onların mallarından zekât al ki, bununla onları temizleyesin, onları arıtıp yüceltesin.[149]
Âyetlerin Tefsiri
40. Ey
salih peygamber Yakup( a.s.)'un evladı!. Size ve babalarınıza sayılamayacak ve
hesaba gelmeyecek kadar ihsan ettiğim nimetlerimi hatırlayınız. iman ve itaat
hususunda bana verdiğiniz sözü yerine getiriniz ki, Ben de size söz verdiğim
güzel mükâfatı vereyim "Başkasından
değil, benden korkunuz.
[150]
41.
Tevhid ve nübüvvet hususunda yanınızda bulunan Tevrat'ı tasdik edici olarak
indirdiğim Kur'an-ı Kerim'e iman ediniz, Ehl-i Kitap'tan Kur'an'ı inkâr
edenlerin ilki olmayınız. Size, ona iman edenlerin ilki olmanız yaraşır, Size
indirdiğim apaçık âyetlerimi fani olan dünya malı ile değiştirmeyiniz,
"Başkasından değil, benden
korkunuz." [151]
42.
Allah tarafından indirilmiş olan hakkı, uydurduğunuz bâtıl ile karıştırmayın ve
sizin uydurduğunuz yalanlarla Tevrat'ı tahrif etmeyin. Muhammed (s.a.v.)'in
evsafı ile ilgili kitabınızda bulunan bilgileri bile bile gizlemeyin. Halbuki
siz, bu bilgilerin hak olduğunu biliyorsunuz. [152]
43.
Üzerinize farz olan namaz ve zekâtı edâ ediniz, namazı cemaatle veya Muhammed
(s.a.v.)'in ashabı ile birlikte kılınız. [153]
Edebî Sanatlar
1. "Benim nimetim" nimet kelimesinin Allah'a
izafesinde, nimetin değerinin büyüklüğüne, bolluğuna ve güzelliğine işaret
vardır. Çünkü bu tür izafet , Allah'a izafe edilen şeyin şereflendirildiğini
gösterir. Beytul-lah (Allah'ın evi), Nâkatullah (Allah'ın devesi) izafetlerinde
olduğu gibi .
2. "Âyetlerimi satmayın" cümlesindeki hakiki
manasında değil, istiare yoluyla kullanılmıştır. Nitekim daha önce geçen "işte
onlar, hidayeti satıp, sapıklığı satın alanlardır.[154] mealindeki âyette de istiare
yoluya kullanılmıştır.
3. cümlelerinde hak kelimesinin tekrarı, yasaklanan şeyin aşırı derecede çirkinliğini ifade eder. Çünkü açık isimdeki kuvvetlilik
zamirde yoktur. Bu itnab, i'câza,
diğer itnablardan daha yakındır.
4. Bu cümlede " bir bölüm" zikredilerek "bütün" kas-dedilmiştir. Rükû
zikredilmiş, namaz
kasdedilmiştir. Bunda mecaz-i mürsel
vardır. Mânâsı "Namaz kılanlarla beraber siz de kılın" demektir.
5. "Yalnız benden korkun" ve "Yalnız benden sakının" cümlelerinde, mefulün
öne alınması hasr ifade eder. [155]
Faydalı Bilgiler
Bazı arifler şöyle der: Nimetin kulları çok, nimeti
verenin kulları ise azdır. Yüce Allah "nimetimi hatırlayın" mealindeki emri ile
İsrail oğul lan'
na- verdiği nimetleri hatırlattı ki, onlara verdiği
nimetin kadrini bilsinler. Muhammed (s.a.v.)'in ümmetine gelince, "Öyleyse siz
beni anın ki, ben de sizi anayım[156] mealindeki âyetle onlara, nimeti vereni hatırlattı ki, nimeti vereni
düşünerek nimetin kadrini bilsinler. İkisinin arasında ne kadar fark
var!.. [157]
44. Sizler Kitab'i okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip
kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?
45. Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin.
Şüphesiz bu (namaz) Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve
ağır gelen bir görevdir.
46.
Onlar, kesinlikle Rabblerine kavuşacaklarına ve ona döneceklerine inanan kimselerdir.
47. Ey Israiloğulları! Size verdiğim nimetimi ve
sizi cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın.
48. Öyle bir günden korkun. O günde hiç kimse başkası için herhangi bir
ödemede bulunamaz, hiç kimseden şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara
asla yardım da yapılmaz.
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Bu âyetler, İsrailoğullarından bahsetmeye devam
ediyor. Âyetlerde, yaptıkları kötülüklerden dolayı onlar yerilmekte ve
kınanmaktadır. Çünkü onlar iyiliği emrediyor, fakat kendileri yapmıyorlardı,
insanları hidayete ve doğru yola çağırıyorlar, kendileri buna
uymuyorlardı. [158]
Kelimelerin İzahı
Birr, bol hayır ve iyiliktir. Genişliğinden dolayı
yeryüzüne de berr ve berriyye denilmiştir. Bu, bütün hayırlı işleri kapsayan bir
isimdir.
Birru'l-vâlideyn
demek, ana-babaya itaat etmek demektir. Hadiste de "İyilik kaybolmaz,
günah da unutulmaz[159] buyurulmuştur.
"Terkediyorsunuz" Nisyan, terketmek mânâsına gelir.
Nitekim, "Onlar Allah'ı terkettîler. Allah da onları terketti[160] mealindeki âyet te de nisyandan maksat, terketmektir. Ayrıca bu kelime,
"Ne var ki, Âdem ahdi unuttu. Onda azim bulamadık.[161] mealindeki âyette
olduğu gibi unutmak mânâsına da kullanılır.
"Okuyorsunuz" ders görüyorsunuz
demektir.
"Boyun eğenler" Hâşi', mütevâzi manasına gelir.
Aslında boyun eğmek ve zillet manasınadır.. Zeccâc şöyle der: Hâşi', üzerinde
zillet ve sükûnet alâmeti görülen kimse demektir. "Artık çok merhametli Allah
hürmetine sesler kısılmıştır[162] mealindeki âyette de sükûnet manasına kullanılmıştır.[163]
Burada zan, şek manasına değil yakîn manasınadır.
Zıd manâlı kelimelerdendir. Ebu Ubeyde şöyle der: "Araplar hem kesin, hem de
şüpheli bilgiye zan derler[164] Arap dilinde bu kelime, kesin bilgi mânâsında çok kullanılmıştır.
Nitekim aşağıda mealleri verilen âyetlerde de bu mânâda kullanılmıştır: "Doğrusu
ben, hesabımla karşılaşacağımı kesin olarak biliyordum[165] "Suçlular ateşi görür
görmez, orayı boylayacaklarını kesin kes anladılar.[166]
"Şefaat", tek mânâsına gelenin zıddı, %Lz
(çift)ten alınmıştır. Şef ise, kişinin başkasını, yanma ve himayesine
alması demektir. Dolayısıyla buna şefaat denilmiştir. O halde şefaat, şefaati
kabul edenin katında, şefaat edenin mertebesini gösterir.
Adi, fidye demektir. Kesre ile (ıdl) şeklinde
okunursa benzer ve denk manâsına gelir. Araplar, birşeyin benzer ve misline ıdl
ve adîl derler. [167]
Nüzul Sebebi
Bu âyetler, bazı Yahudi âlimleri hakkında nazil
olmuştur. Onlar, müslüman olmuş yakınlarına: "Muhammed'in dininden ayrılmayınız
şüphesiz o hak dindir, diyerek, insanlara, Muhammed (s.a.v.)'e iman etmey
emrediyorlar, fakat kendileri yapmıyorlardı. [168]
Âyetlerin Tefsiri
Yüce Allah, Yahudi âlimlerine tenkit ve kınama
yoluyla hitap ederek şöyle buyurur:
44. İnsanlan iyiliğe ve Hz.Muhammed (s.a.v.)' e
imana çağırıyorsunuz da "Kendinizi unutuyor musunuz?" Kendiniz iman etmiyorsunuz
ve hayır yapmıyorsunuz. Halbuki siz, Hz. Muhammed (s.a.v.)' in vasıflarını ihtiva eden Tevrat'ı okuyorsunuz. Bu
yaptığınız çirkin bir şey olduğunu anlayıp da ondan
vazgeçmiyor musunuz?!..
Sonra yüce Allah
nefsanî ve şehevî arzulan yenme, riyaset ve saltanat sevgisinden kurtulma
yollarını açıklar ve şöyle buyurur: [169]
45.
Bütün işlerinizde, nefse ağır gelen dinî yükümlülüklere katlanarak ve dinin
direği olan namazı kılarak Allah'tan yardım isteyiniz. :Şüphesiz ki namaz, Allah için ruhları
tertemiz olmuş itaatkâr ve mütevazi kimselerin dışındakilere ağır ve meşakkatli
gelir. [170]
46.
Allah'ın bu saf kullan, seksiz ve şüphesiz bir şekilde haşr gününde Rablerine kavuşacaklarına, amellerinin
hesabını vereceklerine, ve kıyamet gününde ona döneceklerine kesinkes
inanırlar. Yüce Allah, tekrar, İsrailoğullanna verdiği birçok nimeti hatırlatır
ve şöyle buyurur: [171]
47.
"Ey Tsrailoğulları, size verdiğim nimetlere karışılık bana itaatle şükrederek,
nimetimi hatırlayın" Yine hatırlayın ki, babalarınızı, içlerinden peygamberler
göndermek, onlara kitaplar indirmek ve onları efendiler ve melikler kılmak
suretiyle, yaşadıkları zamandaki diğer toplumlara üstün kıldık. Kuşkusuz
babaları üstün kılmak, onların çocukları için
şereftir. [172]
48.
Hiçkimsenin, başka birinin yerine bir hak ödeyemeyeceği o korkunç günden
sakınınız. gün, Allah'ı inkâr eden hiçbir kimse hakkında asla; şefaat kabul
edilmez., ve o kâfir nefisten hiçbir fidye alınmaz, Kâfirler için, onları
Allah'ın azabından koruyacak ve kurtaracak hiçbir kimse yoktur. [173]
Edebî Sanatlar
1. 'Emir mi veriyorsunuz?" kelimesindeki soru
edatı, hakiki manasında değil, kınama ve tenkit manasında
kullanılmıştır.
2.
'Onlar bu
fiilleri geçmişte yaptıkları halde fiil
şimdiki zaman olarak kullanılmıştır. Zira geniş zaman kipi yenilenme ve
sonradan olma ifade eder. cümlesinde, Yüce Allah, onların yapmaları gereken
şeyleri terketmelerini "unuttular" şeklinde ifade etmiştir. Bu ise, akıllarına
hiç gelmiyormuş gibi, aşırı derecede terkettiklerini gösterir. "Onların aşırı
derecede gaflette olduklarını vurgulamak için "enfüs" kelimesini zikretmiştir.
Hal cümlesi olan ifadesindeki kınama, tenkit etme ve susturma mânâları
açıktır.
3.
Bu cümle, mükemmeliyet ifade etmek için, hususî olan
bir şeyi umumî olan bir şeye atıf kabilindendir. Çünkü âlemlere üstün kılma, nimeti, daha önce
umumî olarak zikredilmiş olan nimetin içinde zaten vardır. Yüce Allah, "nimetimi
hatırlayın" dediğinde, bütün nimetler kasdedilmiştir. "Ben sizi üstün kıldım"
ifadesini ona atfetti. Bu atıf, hususî
bir şeyin umumî birşeye atfı kabilindendir.
4. Öyle bir günden korkun" cümlesindeki kelimesi, o günün korkunçluğunu
ifade etmek için nekre olarak getirilmiştir. terkibinde de, genellik ifade etmek
ve tam bir ümitsizliği göstermek için nefs kelimesi nekre
getirilmiştir. [174]
Faydalı Bilgiler
1.
Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, namazın şanını yüceltmek
için burada, diğer ibadetlerin arasından özel
olarak onu zikretti. Rasulullah
(s.a.v.), üzücü bir olayla karşılaştığında namaz kılardı.[175] Bilâl (r.a.)'e: 'Ya Bilâl!
Onunla bizi ferahlandır.[176]
2.
Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir: "Benim belimi iki adam
kırmıştır: Birincisi, ilmi ile amel etmeyen âlim, ikincisi amel eden câhil."
Başkasını hidayete çağırıp, kendisi onunla amel
etmeyen kimse insanları aydınlatıp kendisini yakan kandile benzer. Şâir şöyle
der:
Nasihata önce nefsinden başla. Onu kötülükten
nehyet. O kötülüğe sen verirse, işte o zaman sen hakîm bir kişi olursun, senin
nasihatin tutulur ve görüşüne uyulur. Öğretmek de fayda verir.
Ebu'l-Atahiyye de şöyle der:
Sanki sen, takva sahibi imişsin gibi takvayı
anlattın. Halbuki senin elbiselerinden günah kokuları yayılıyor. Bir diğer şâir
şöyle demiştir:
Takva sahibi olmayıp da insanlara takvayı emreden
kişi, kendisi hasta olduğu halde, insanları tedavi eden doktor
gibidir. [177]
49. Hatırlayın ki, sizi, Firavun taraftarlarından
kurtardık. Çünkü onlar size azabın en kötüsünü reva görüyorlar, yeni doğan erkek
çocuklarınızı kesiyorlar, kızlarınızı hayatta bırakıyorlardı. Size reva görülenlerde Rabbinizden büyük bir
imtihan vardı.
50. Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık,
sizi kurtardık, Firavun'un taraftarlarını da siz bakıp dururken denizde
boğduk.
51. Kırk
gece için Musa
ile sözleşmiştik O ayrıldıktan
sonra, kendinize kötülük ederek buzağıyı tanrı edindiniz.
52.
O davranışlarınızdan sonra şükredersiniz diye sizi
affetttik.
53.
Doğru yolu bulaşınız diye Musa'ya. Kitab'ı ve hak ile
batılı ayıran hükümleri verdik.
54. Musa kavmine demişti ki: Ey kavmim. Şüphesiz
siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize kötülük ettiniz. Onun için
yaradanınıza tevbe edin de
nefislerinizi öldürün. Öyle yapmanız yaratıcınızın katında sizin için
daha iyidir. Böylece Allah tevbenizi kabul etmiş olur, Çünkü acıyıp tevbeleri
kabul eden ancak O' dur.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah, İsrailoğullarına vermiş olduğu
nimetleri özet olarak hatırlattıktan sonra, hatırlatmada daha uyarıcı ve şükre
daha çok sevkedici olması için, bu âyetlerde de, adı geçen nimetlerin
çeşitlerini geniş bir şekilde anlatır. Sanki şöyle buyurur: Nimetimi
hatırlayınız, hatırlayınız ki sizi Firavun taraftarlarından kurtardık. Ve yine
hatırlayın ki, bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık... Ve
böyle devam eder. İşte bütün bu nimetler nimeti veren Yüce Allah'a karşı küfür
ve isyanı değil, şükrü gerektirir. [178]
Kelimelerin İzahı
"Âl" kelimesinin aslı ehldir. Hâ, elife çevrilerek
"âl" şeklini almıştır. Bunun içindir ki, Âl, kelimesinin küçültme ismi "Üheyl"
şeklinde gelir. Bu kelime, özellikle, kral ve benzeri önemli ve şâm yüksek
kimseler hakkında kullanılır. Herhangi bir kimse için kullanılmaz. Meselâ
ayakkabıcı ve yularcının âli denmez.
Rum meliklerine kayser , İran meliklerine Kisra
denildiği gibi Amâlika meliklerine de özel olarak Firavun denilir. Firavunlar
çok kibirli ve zorba oldukları için, Araplar Firavun kelimesinden türeterek,
kibirlenen kimseler için "Tefer'ane", "Firavunlaşü" kelimesini
kullanırlar.[179]
"Size tattırıyorlar" Bu kelime, "kötü bir şey
tattırmak" mânâsında olan U fiilinin
geniş zamanıdır. Taberî: "Sizi getirip
kötü azabı tattırıyorlardı." der.
"Kızları hayatta bırakıyorlardı."
Belâ, imtihan ve deneme demektir. Bu kelime, "Bir
deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz[180] mealindeki âyette olduğu gibi, hem hayır hem şer için
kullanılır.
Fark, ayırmak demektir. "Biz,onu Kur'an olarak
ayırdık[181] mealindeki âyette de bu mânâda kullanılmıştır. Burada ayırmaktan
maksat, onu tafsilatlı bir şekilde açıkladık demektir.
Bari daha önce benzeri olmaksızın bir şeyi yaratan
demektir. “Beriyye” mahlukat demektir. [182]
Âyetlerin Tefsiri
49.
Ey İsrailoğullan, atalarınızı zorba Firavun ve
taraftarlarının zulmünden kurtararak size vermiş olduğum nimetimi hatırlayın. Bu hitap,
Peygamber (s.a.v.) zamanındaki İsrailoğullarınadır. Ancak babalara verilen
nimet, oğullar için de bir nimettir.
Size azabın en
şiddetlisini ve en çirkinini tattırıyorlardı" "Erkek çocuklarınızı kesiyorlar
"Kızlarınızı, hizmet için hayatta bırakıyorlardı. Erkek çocukların kesilmesi,
kızların hayatta bırakılması gibi, zikredilen horlayıcı azap ile Allah sizi
büyük bir imtihan ve denemeye tabi tutmuştu. Allah, iyilerin kötülerden
ayrılması için onları size musallat kılarak, sizi böyle bir imtihana tabi
tutmuştur. [183]
50.
Yine hatırlayınız ki, denizi sizin için yardık ve sizin için kuru yer göründü de
oradan yürüyerek geçtiniz.
"Böylece sizi
boğulmaktan kurtardık, Firavun ve kavmini boğduk. "Siz de olayı görmüştünüz" Bu
olay, Allah'ın, dostlarını kurtarmak ve düşmanlarını helak etme hususundaki
mucizelerinden apaçık bir mucizedir. [184]
51. Hatırlayınız ki, kırk gece sonra kendisine Tevrat'; vermek üzere Musa ile
sozleşmiştik. O, bu vadedilen. zamanda
Rabbi ile sözleşmeye gitmek üzere sizden ayrıldıktan sonra, siz buzağıya
taptınız. Siz buzağıya tapmakla haddi aşan ve nefislerine zulmeden kişiler
oldunuz. Bu olay, sizin kurtuluşunuz ve
Fir-avun'un helakinden sonra meydana gelmiştir. [185]
52. Siz bu son derece çirkin işi yaptıktan sonra, Allah'ın vermiş olduğu
nimetlere şükredip, artık O'na itaa-ta devam edesiniz diye, bu çirkin suçunuzu
bağışladık. [186]
53. Musa'ya hakkı batıldan ayıran Tevrat'ı verdiğimiz ve onu mucizelerle desteklediğimiz zamanda
ki nimetimi de hatırlayın Umulur ki, o kitabın âyetlerini düşünmek ve ondaki
hükümlerle amel etmek suretiyle
hidayete erersiniz. Sonra Yüce Allah, bu zikredilen atfın nasıl olduğunu açıklar ve şöyle
buyurur: [187]
54. Hatırlayınız ki, Musa Rabbi ile
buluşmasını tamamlayıp döndükten sonra
onların buzağıya taptıklarını görünce kavmine: Ey kavmim, buzağıya tapmakla
kendinize zulmettiniz. Sizi kusursuz ve noksansız yaratan Allah'a tcvbe ediniz.
*SL*ül I^JlsU : Kendinizi öldürünüz. Yani suçsuzlarınız suçlularınızı öldürsün.
Allah'ın hükümüne razı olarak birbirinizi öldürmeniz ve O'nun emrine uymanız,
Yüce yaratıcınızın nezdinde sizin için daha hayırlıdır. Böyle yaparsanız, O,
tevbenizi kabul eder Çünkü o, tevbeyi
çok çok kabul eden ve mağfireti bol
olandır. [188]
Edebî Sanatlar
1. İbn Cezzi şöyle der: "Sizi azaba tabi
tutuyorlardı." demektir. Buradaki »^ fiili, satış için malı arzetmek manasına
olup müstear olarak kullanılmıştır. Yüce Allah bu azabı "erkek çocuklarınızı
kesiyor, kız çocuklarınızı da diri bırakıyorlardı" şeklinde açıklamıştır. Bu cümle bir
öncekinin tefsiri olup onun üzerine atfedilmiş, eklenmiş bir cümle
değildir.[189]
2. kelimelerinden herbiri, musibetin büyüklüğünü
ve şiddetini göstermek için nekre getirilmiştir.
3. cümlesindeki mufâale kalıbı, iki taraf
arasında müşareket ifade etmez. şeklindeki sülasi fiil manasınadır.
4. Ebussuûd şöyle der: ifadesinde onların cehalet
ve sapıklıkta son derece ileri gittiklerini göstermek için, yaratıcı manasına
gelen bârî kelimesi zikredilmiştir.
Çünkü onlar, latif hikmeti ile kendilerini yaratan, alîm ve hakîm olan Allah'a ibadeti bırakıp, aptallıkla örnek
gösterilen sığıra tapınışlardır.[190]
Faydalı Bilgiler
1. ifadesi, sıfatların birbiri üzerine atfı
kabilindendir. Çünkü kitap ve furkânm
her ikisi de Tevrat demektir. Bu atıf çok güzel olmuştur. Çünkü bunun manası: "Allah, Musa'ya inen kitabı ve hakkı
bâtıldan ayıran Furkan'ı vermiştir"
demektir.[191]
2. Müfessirlerin rivayet ettiklerine göre, İsrai
loğu Harından erkeklerin öldürülmesinin sebebi şudur: Firavun bir gün şöyle bir
rüya görür: Beyt-i Mukaddes tarafından bir ateş çıkar ve Mısır'ı kuşatır.
Mısır'daki bütün kıbtîleri yakar. Fakat İsrailoğullarına dokunmaz. " Bu rüya onu
korkutur ve rüyayı kâhinlere sorar. Onlar da: "İsrailoğullarından bir çocuk
doğacak, bu çocuk senin helakine ve mülkünün
elinden gitmesine sebep olacaktır." şeklinde yorumlarlar. Bunun üzerine
Firavun, İsrail o ğullarmda doğacak her erkek çocuğun öldürülmesini
emreder.
3. Kuşeyrî der ki: Kim, Allah uğrunda O'nun
hükmüne sabrederse, Allah da ona, veli kullarıyla arkadaş olmayı nasib eder.
İşte İsrailoğullan, Firavun ve taraftarlarının şiddetli işkencelerine
sabrettikleri için, Allah on
ların soyundan peygamberler ve krallar gönderdi ve
alemde hiçbir kimseye vermediği şeyi onlara verdi.[192]
55. Bir zamanlar, "Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça
görmedikçe asla sana inanmayız" demiştiniz de bakıp durur olduğunuz halde hemen
sizi yıldırım çarpmıştı.
56. Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki
şükredesiniz.
57. Sizi bulutla gölgeledik, size kudret
helvası ve bıldırcın indirdik ve
"Verdiğimiz güzel nimetlerden yeyiniz" (dedik). Onlar bize değil sadece
kendilerine kötülük ediyorlardı.
58. Hatırlayın ki biz, "Bu kasabaya girin, orada
bulunanlardan dilediğiniz şekilde bol
bol yeyin kapısından secde ederek girin. "Hıtta!" (Yâ Rabbi bizi affet" deyin
ki, sizin hatalarınızı bağışlayalım; zira biz, muhsinlere ziyadesiyle vereceğiz"
demiştik.
59. Fakat zâlimler, kendilerine söylenenleri
başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler
sebebiyle zâlimlerin üzerine gökten acıklı bir azap
indirdik.
Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Yüce Allah, İsrailoğullarına, nimetlerini
hatırlattıktan sonra, onların taşkınlıkları inkarları, Allah'ın emirlerini
değiştirmeleri, kendilerine lütuf ve ihsan ile muamele edildiği halde küfür ve
isyan içerisinde bulunmaları gibi kötü hallerinden bazılarını anlattı. Ne kötü
ve ne rezil toplum bu!!..
Taberî şöyle der: İsrailoğulları buzağıya
tapmalarından dolayı Allah'a tevbe edince, Allah kendisinden özür dilemek üzere
buzağıya tapanlardan bir grup erkeği seçip huzuruna getirmesini Hz. Musa'ya
emretti. Bunun üzerine Hz. Musa İsrailoğullarının ileri gelenlerinden yetmiş
kişiyi seçti. Nitekim Yüce Allah bu hususu şöyle açıklamıştır: "Musa, tayin
ettiğimiz vakitte kavminden yetmiş adam seçtim[193] Musa (a.s.) onlara, oruç
tutmalarını, temizlenmelerini, elbiselerini temizlemelerini emretti. Onlar da
bu emri yerine getirdiler. Hz. Musa onları Tur-ı Sina'ya götürdü. Onlar Hz.
Musa'ya: "Bizim için, Rabbimizden O'nun kelâmını işiteceğimiz şekilde hitap
etmesini iste" dediler. O da "İsteyeyim" dedi. Hz. Musa dağa yaklaşınca üzerine
bir bulut çöktü, her tarafını kuşatacak şekilde dağı sardı. Bu seçkin grup
gelerek bulutun içine girdiler ve secdeye kapandılar. Hz. Musa' ya emir ve
nehiyler veren Yüce Allah'ın kelamını işittiler. Bulut dağılınca Hz. Musa onlara
döndü. Onlar Hz. Musa'ya: "Ey Musa, biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana asla
inanmayacağız" dediler.[194]
Kelimelerin İzahı
Cehre, alenî demektir. Cehr kelimesi, aslında
"açığa çıkmak" demektir. Cehren Kur 'an okumak ve cehren yani açıkça isyanda bulunmak bu kabildendir. Araplar bu
manada: Emiri, bir şeyle örtünmemiş, açıkça gördüm" derler. İbn Abbas da,
cehreten kelimesini ıyânen (açıkça) şeklinde tefsir etmiştir.
Saika, azabın şiddetli sesi veya yakıcı ateş
demektir.
"Sizi dirilttik" demektir. Taberî şöyle der: "Ba's
kelimesi aslın da, birşeyi yerinden oynatmak ve kaldırmak" demektir.
Gamam, kelimesinin çoğuludur. Vezin ve mânâ
yönünden sehâbenin çoğulu olan sehâb gibidir. Bulut semayı örttüğü için ona bu
isim verilmiştir. Her örtülü şeye de "mağmum" denilir. Bulut ayı kapatıp ta, ay
görünmez hale geldiğinde denilir.
Hıtta, fiilinin masdarıdır. İstiğfar için
kullanılır. Mânâsı, "günahlarımızı bağışla" demektir. Günahlarımızı bağışla" da
bu kabildendir.[195]
Ricz, azab demektir. "Eğer bizden azabı
kaldırırsan[196] mealindeki âyette de bu manada
kullanılmıştır.
Çıkıyorlar. Fısk, daha önce geçtiği gibi, taatten
çıkmak demektir. [197]
Âyetlerin Tefsiri
55. Ey İsrailoğulları! Buzağıya tapmanızdan
dolayı Allah'tan özür dilemek üzere Musa (a.s.) ile beraber Tur-ı Sina'ya
çıktığınız zamanı düşünün. Hani o zaman demiştiniz ki "Allah'ı açıkça
görmedikçe, bu işittiklerimizin Allah kelamı
olduğuna dair seni asla tasdik etmeyeceğiz" Allah da gökten üzerinize bir
ateş göndererek sizi yakmıştı. Siz başınıza gelene bakıp dururken.
Sonra onlar ölünce
Hz. Musa ağlamaya ve Allah'a şöyle dua etmeye başladı. "Ey Rabbim! Sen
İsrailoğullarınm ileri gelenlerini helak ettin. Şimdi ben onlara ne diyeceğim?!.
Allah onları diriltinceye kadar Musa (a.s.) duasına devam etti. [198]
56.
Bir gün bir gece ölü olarak kaldıktan sonra sizleri
yeniden dirilttik. Umulur ki, ölümden sonra diriltmek suretiyle size vermiş
olduğu nimete karşılık Allah'a şükredersiniz. Böylece ölüler dirilip yaşamaya
başladılar. Bu esnada da, birbirlerinin nasıl diril-diklerine
bakıyorlardı.
Sonra Yüce Allah,
onlara, Tîh çölünde iken kendilerine vermiş olduğu nimeti hatırlattı. Zira onlar
zorbaların şehrine girmekten, onlarla savaşmaktan çekinerek, Hz. Musa'ya: "Sen
ve Rabbin, gidin savaşın, biz burada oturacağız[199] demişler ve bunun üzerine kırk sene oraya girmekten mahrum bırakılarak,
yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşmakla cezalandırılmışlardı. Yüce Allah
şöyle buyurur:
[200]
57. Bulutları üzerinize gölge yaparak, sizi
güneşin sıcağından koruduk. Yorulmadan
ve meşakkat çekmeden size bıldırcın ve
kudret helvası gibi birçok yenilecek
ve içilecek nimetler verdik.
Gökten üzerlerine bal gibi kudret helvası iniyor ve
onu suyla karıştırıp içiyorlardı.[201] Selva, eti lezzetli ve
bıldırcına benzeyen bir kuştur.[202]
"Allah'ın lezzetli nimetlerinden size rızık olarak
verdiklerimizden yeyiniz"
dedik.
Onlar bu değerli
nimetlere nankörlük etmekle bize değil, kendi nefislerine zulmediyorlardı. Çünkü
nankörlüğün, vebâli kendilerine aittir. [203]
58.
Tîh çölünden çıktıktan sonra, "Kudüs'e girin" dediğimiz zaman size vermiş
olduğumuz nimetimi hatırlayınız. O zaman size demiştik ki: Oranın nimetlerinden
dilediğiniz yerden afiyetle bol bol yeyin. Çölden kurtulduğunuz için şükran-ı
nimet olarak, şehrin kapısından Allah'a secde ederek girin ve Ey Rabbimiz!
günahlarımızı affet, hatalarımızı bağışla deyin. Böyle yaparsanız "Günahlarınızı siler ve kötülüklerinizi bağışlarız Güzel
amel işleyenlerin büyük Ölçüde sevaplarım artıracağız ve onlara bolca mükafat vereceğiz. [204]
59.
Ama zâlimler Allah'ın emrini değiştirerek,
kendilerine söylenenden başka bir söz söylediler. Onlar dübürleri üstüne sürünerek,
istihza eder bir şekilde, "Bizi bağışla"
yerine diyerek Allah 'm emirleriyle
alay ettiler. Biz de o zâlimlerin isyanları ve Allah'a itaat etmemeleri
sebebiyle, gökten üzerlerine taun hastalığı ve musibet indirdik. Rivayet
olunduğuna göre taun hastalığı sebebi ile bir saat içinde onlardan yetmişbin kişi ölmüştür. [205]
Edebî Sanatlar
1. "Sonra sizi, öldükten sonra tekrar dirilttik."
cümlesinde, onların gerçekten öldüğünü vurgulamak ve baygınlıktan veya uykudan
sonra diriltmiş olmaları vehmini ortadan kaldırmak için, ^Uiu "sizi dirilttik"
fiilinden sonra öldükten sonra" kaydını
getirdi.
2. "Yeyin" "bize zulmetmediler" ifadelerindeki
hazif-ler dolayısıyle âyette i'câz vardır. Bunların takdiri şöyledir: "İnkâr
etmekle kendilerine zulmettiler. Bununla bize zulmetmediler" dir. Nitekim "lakin kendilerine zulmediyorlardı" ifadesi
buna delâlet etmektedir.
ve ifadelerinde, onların zulüm ve inkârda devam
ettiklerini göstermek için geçmiş ve şimdiki zaman kipleri birlikte
kullanılmıştır.[206]
3. şeklinde zamir yerine açık isim getirilmesi,
onların yaptıklarının son derece çirkin olduğunu göstermek ve onları şiddetle kınamak ve
azarlamak içindir kelimesinin nekre olarak getirilmesi ise musibetin
büyüklüğünü ve şiddetini
gösterir.[207]
Bir Uyarı
Rağıp el-İsfehânî şöyle der: ifadesinde Ricz'in
semaya tahsis edilmesi, iki türlü azab olduğunu gösterir. Birincisi, yıkmak ve
boğmak gibi, insanlar veya diğer mahlukat vasıtasıyla gelen ve defedilme-si
mümkün olan azaptır. İkincisi ise, taun, gökten inen ateş ve Ölüm gibi, insan
gücüyle def edilmeyecek azaptır. Âyetindeki azaptan maksat da budur.[208]
60. Hatırlayın ki Musa, kavmi için su istemişti
de biz ona "Değneğinle taşa vur!" demiştik. Derhal (taştan) oniki pınar
fışkırdı. Her bölük, içeceği pınarı bildi. "Allah'ın rızkından yeyin, için,
sakın yeryüzünde bozgunculuk etmeyin" dedik.
61. Hani siz "Ey Musa! Bîr tek yemekle
yetinenleyiz, bizim için Rabbine dua et de yerin bitirdiği şeylerden; sebzesinden, kabağından,
sarımsağından, mercimeğinden,
soğanından bize çıkarsın"
dediniz. Musa ise "Daha iyiyi daha kötü ile değiştirmek mi istiyorsunuz.
O halde şehre inin. Zira istedikleriniz sizin için orada var" dedi. Onlara
aşağılık ve yoksulluk damgası vuruldu. Allah'ın gazabına uğradılar. Bu
musibetler (onların başına), Allah'ın âyetlerini inkâra devam etmeleri, haksız
olarak peygamberleri öldürmeleri sebebiyle geldi. Bunların hepsi, sadece
isyanları ve taşkınlıkları sebebiyledir.
62. Şüphesiz iman edenler;
yani Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sahillerden Allah'a ve âhiret
gününe hakkıyla inanıp sâlih amel işleyenler için Rablerİ katında mükâfatlar
vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü
çekmeyeceklerdir.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Bu âyetler, Yüce Allah'ın, İsrailoğullanna vermiş
olduğu nimetleri saymaya devam etmektedir. Tîh çölünde bulundukları sırada
Allah'ın onlara vermiş olduğu büyük nimetlerden biri de bu âyette
anlatılmaktadır. Onlar bu çölde şiddetli bir şekilde susadılar, neredeyse
susuzluktan helak olacaklardı, Hz. Musa, kendilerine yağmur yağdırması için
Allah'a dua etti.
Bunun üzerine Yüce Allah ona, asasını taşa
vurmasını vahyetti. O da vurunca, taştan, kabilelerin sayısı kadar göze
fışkırdı. İsrailoğullan oniki kabile idi. Her bir kabile için özel bir ark
akıtıldı. İhtiyaçlarını ordan temin ediyorlar ve kimse kimsenin suyuna
karışmıyordu. Bu suların fışkırma konusu Hz. Musa'ya verilmiş apaçık bir mucize
idi. Buna rağmen İsrailoğulları Allah'ın âyetlerini İnkâr ederek kâfir
oldular. [209]
Kelimelerin İzahı
"İsteska" kavmi için yağmur istedi, demektir. Zira
bu kelimedeki sin ve tâ harfleri , (yardım istedi) ve (haber sordu) fiillerinde
olduğu gibi talep içindir. Ebu Hayyan şöyle der: İstiska, su bulunmadığında
veya az.olduğu zaman su istemek demektir. Bu fiilin mefulü mahzuftur
takdirindedir.[210]
Açıldı. İnficar, açılmak manasınadır. Aydınlığı
açılıp etrafa yayıldığı için sabaha fecr denmiştir. aynı mânâyadır. Bir başka
âyette, Yüce Allah: "Derhal ondan oniki
pınar fışkırdı[211] buyurmuştur.
Su içecekleri yer ve taraf demektir.
"Bozgunculuk yapmayınız" Asy, aşırı bozgunculuktur.
Birin ci ve üçüncü bablardan bozgun çıkarmak, fesat çıkarmak mânâsında kul
lanılır.[212] Taberî; "Bu kelime "taşkınlık yapmayın" demek olup asıl itibar ile aşırı
bozgunculuk mânâsmdadır"
der.
Fûm, sarımsak demektir. Bir görüşe göre de
buğdaydır.
"Değiştirirsiniz" İstibdal, bir şeyi başkasına
verip, onun ye rine başka birşey almaktır.
Ednâ , daha düşük, daha âdi demektir. Âdı işler
peşinde koşan kimeseye de denî adam
denir,
Zillet; zelillik, horluk ve hakiri ik
demektir.
Meskenet, fakirlik ve boyun eğmek demektir. Bu
kelime, sükûn kelimesinden alınmıştır.
Bu mânâda fakirliğinden dolayı < hareket eden kimseye "miskin"
denir.
Bâû, "döndüler" demektir. Râzi, bu fiilin sadece
şer için kulanıldığını söylemiştir.
"Sının aşarlar" İ'tida, her hususta haddi aşmak
olup daha ziyade zulüm ve isyanda kullanılır. [213]
Âyetlerin Tefsiri
60. Ey
İsrailoğulları! Atalarınızın Tih çölünde susuz kaldıklarını ve Hz. Musa'nın
onlar için yağmur istediği zamanı hatırlayınız. Biz Musa'ya dedik ki: "Asam
herhangi bir taşa vur ki, kudretimizle ondan gözeler fışkırsın" Mûsâ asasını bir
taşa vurunca ondan, kabilelerinin sayısınca, kuvvetli bir şekilde oniki göze
fışkırdı. Çekişmemeleri için, her kabile kendi içecekleri suyun mahallini
öğrendi, Onlara, Allah'tan bir rızık olarak kudret helvasını ve bıldırcını
yeyiniz, Bu sudan da içiniz, dedik. İşte bu nimetler size yorulmaksızın ve
meşakkat çekmeksizin sırf Allah'ın bir ikramı olarak verilmiştir. Çeşitli fesat
ve taşkınlıkla yeryüzünde bozgunculuk
çıkarmayın[214]
61. Ey İsrailoğulları! Hatırlayın ki siz çölde
kudret helvası ve bıldırcın yerken, Peygamberiniz Musa'ya şöyle demiştiniz: Biz, kudret helvası ve bıldırcın gibi, aynı
yemeği devamlı yemeğe tahammül edemeyeceğiz. pili: Bizim için Rabbi'ne dua et
de, bize bunlardan başka rızıklar versin. Kudret helvası ve bıldırcından bıktık,
usandık. Toprağın bitirdiği hububat ve baklagillerden istiyoruz. Mesela nane,
kereviz ve pırasa gibi sebzelerden, salatalığa benzer kabağından, sarımsağından,
mercimek ve soğanından istiyoruz. Hz. Musa, onların bu tekliflerini
yadırgayarak: "Yazıklar olsun size" dedi. Değerli nimeti, değirsiz olanla mı
değiştiriyorsunuz? Soğanı, sarımsağı ve sebzeyi, kudret helvası ve bıldırcına
tercih mi ediyorsunuz? Şehirlerden herhangi birine, beldelerden herhangi bir
beldeye gidiniz. Orada bu gibi şeyleri
mutlaka bulursunuz...
Sonra Yüce Allah,
onların sapıklık, fesat, azgınlık ve düşmanlıklarına dikkat çekerek şöyle
buyurur: Onların üzerine zillet, horluk, alçaklık ve hayat boyu onlardan
ayrılmayacak ebedî bir rezillik damgası vurulmuştu. Ve Allah'ın şiddetli gazabı
ve hışmma uğradılar. Onların uğramış olduğu bu zillet, horluk, hışım, gazab,
işlemiş oldukları çirkin suçlardan dolayıdır. Çünkü onlar kibirlenerek Allah'ın
âyetlerini inkâr ettiler ve zulüm ve düşmanlıkla gönderdiği peygamberleri
öldürdüler, İşte bütün bunlar, onların Allah'a isyanları, taşkınlıkları ve
Allah'ın hükümlerine inat göstererek hakkı aşmalarından dolayıdır. Sonra Yüce
Allah mü'minler, Yahudiler,
Hristiyanlar ve Sabiîler gibi çeşitli din mensuplarını, sadakatle kendisine
imana ve ihlas ile amele çağırdı. Bu daveti haber sıygasıyle yaparak şöyle
buyurdu. [215]
62.
Muhammed'e iman edenler, Musa'ya uyanlar, İsa'ya tabi olanlar Yahudilik ve
Hristiyanlıktan ayrılarak meleklere tapanlar var ya, İşte bu gruplardan kim
sadakatle iman eder, Allah'ı tasdik eder ve ahirete kesin bir şekilde inanır ve
dünyada Allah'a itaatle salih amel işlerse zerre miktarı kaybolmaksızm Allah
katında onlar için mükafat vardır. Kâfirlerin azaptan korktuğu, ömrünü boş yere
harcayıp da sevap alma fırsatını kaçıranların üzüldüğü bir anda, bu mü'minler
için âhirette ne korku vardır, ne de bir
tasa. [216]
Edebî Sanatlar
1. "Allah'ın rızkından yeyin ve için" cümlesinde,
rızkın Allah'tan olduğunun bildirilmesi, nimet ve ihsanının büyüklüğünü
göstermekte ve bu rızkın, yorulmadan ve
meşakkat çekmeden elde edilen bir rızık olduğuna işaret etmektedir.
2. "Yeyüzünde fesat çıkarmayın" ifadesinde Arz
kelimesinin açıkça zikredilmesi, fesadın çirkinliğini göstermek de mübalağa
ifade eder. kelimesi, hâl-i müekkidedir. Bu üslubun fesahat yönü
öyledir:
Konuşan bazan, etrafında hiçbir şek ve şüpheye meydan vermeyecek bir şekilde emir vermeye ve
yasaklamaya dikkat eder. İşte bu vurgu da, o dikkatten kaynaklanmaktadır. lafzı,
fesadı yasaklamayı pekiştirir ve o yasağa karşı gafil davranma ve onu unutma
gibi mahzurları da ortadan kaldırır.
3. "Yerin bitirdiklerinden" ifadesinde mecaz
vardır. Zira gerçekte bitirici Allah'tır. Bu tür mecazlara mecâz-ı aklî denir.
Mecazın alakası sebebiyyedir. Zira arz,
bitkinin bitmesine sebep olduğu için, bitirme
fiili ona isnad olunmuştur.
4. "Onlar üzerine zillet ve miskinlik damgası
vuruldu" cümlesi bir çadırın, içindeki kimseyi her taraftan kuşattığı gibi,
zillet ve meskenet de onları kuşatmadan
kinayedir.[217] Nitekim şâir şöyle der:
Yücelik, mürüvvet ve cömertlik, İbn Haşrec'i
kuşatan bir çadır içindedir.
5. Peygamberlerin hiçbir zaman haklı olarak
öldürülmeleri söz konusu olmadığı halde kaydıyle, onların öldürülmelerinin
haksız yere olduğunun kayitlanması,
onların peygamberlere karşı düşmanlıklarının büyük bir çirkinlik ve
adilik olduğunu göstermekedir. [218]
Faydalı Bilgiler
1. Hz. Musa'nın asâsmı vurarak su fışkırttığı taşın ne gibi ve nasıl bir taş olduğu
hususunda tefsirciler birçok rivayet nakletmişlerdir. Biz bu görüşleri
nakletmeyeceğiz. Taştan suyun fışkırmasının bir mucize olarak gerçekleştiğini ve
Hz. Musa'nın asasının vurmuş olduğu taşın
sert bir kaya olduğunu ve bunun su fışkırtmasının mümkün olmadığını bilmek âyetin mânâsını anlamak için
yeterlidir. Burada mucizenin daha açık, delilin daha parlak olduğu ortaya
çıkar.
Hasan-ı Basrî şöyle der: Yüce Allah Hz. Musa'nın
belirli bir taşa değil, herhangi bir taşa vurmasını emretti. Bu da,
Allah'ın parlak delilini ve kudretini apaçık
göstermektedir.[219]
2. Soru: Suyun oniki göze halinde akıtılınasmm
hikmeti nedir? Cevap: Musa'nın kavmi kalabalık idi ve çölde
yaşıyorlardı.İnsanlar
için suya şiddetle ihtiyaç hissedip de sonra onu
bulurlarsa suyu elde etmek için aralarında çekişme ve kavga olabilir. En iyisini
Allah bilir. Yüce Allah onların aralarında çıkabilecek bir kavgayı önlemek
için her kabileye bir göze tahsis
ederek bu nimeti tamamladı. İsariloğulları, Hz. Yakub'un oniki oğlunun soyundan
gelen oniki kabile halinde idiler.
3. Bazı tefsirciler l^İj terkibindeki fûm
kelimesinin buğday olduğu kanaattindedirler. Fakat tercih olunan görüş onun
sarımsak olduğudur. İbn Mesud kıraatmda
okunması, ayrıca soğan mânâsına gelen
uUw m da bununla birlikte zikredilmesi bu
görüşün delilidir. Fahr-i
Razi: "Sarımsak, mercimek ve soğana buğdaydan daha uygun düşmektedir"
der. Kurtubî bu görüşü teyid etmek için
şâir Hassân'm şu beytini zikreder:
63.
Hatırlayınız ki sizden sağlam bir söz almış, Tûr'u
üzerinize kaldırmış, size verdiğimizi kuvvetle tutun, onda bulunanları daima
hatırlayın, umulur ki, korunursunuz (demiştik).
64.
Ondan sonra sözünüzden döndünüz Eğer size Allah'ın
ihsanı ve rahmeti olmasaydı, muhakkak zarara uğrayanlardan
olurdunuz.
65.
İçinizden Cumartesi günü azgınlık edenler olmuş da bu
yüzden kendilerine "Aşağılık maymunlar olun!"
dediklerimizi bilmektesiniz.
66.
Biz onu hâdiseyi bizzat görenlere ve sonradan gelenlere
bir ibret dersi, müttakiler için de bir öğüt vesilesi
kıldık.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah İsrail oğulların a, verdiği büyük ve
değerli nimetleri hatır -lattı ve hemen arkasından Allah'ın emirlerine isyan
etmelerini, inkâr ve inatlarına karşılık olarak başlarına gelen musibetleri
açıklamaya başladı. Çünkü Allah'ın verdiği nimetlere karşılık nankörlük
ettikleri, O'na verdikleri ahdi bozdukları, cumartesi gününün hürmetini ihlal
ettikleri için Yüce Allah onları maymuna çevirdi. Bu bir ilâhi kanundur.
Allah'ın emirlerine karşı gurur ve kibir gösteren ve gönderdiği peygamberlere
isyan eden her toplumun durumu budur. [221]
Kelimelerin İzahı
"Yemininiz "Misâk, yemin ve benzeri şeylerle
pekiştirilen a-hittir. Buradaki ahitten maksat, Tevrat'ın hükümleri ile amel
etmektir.
Tur, Hz. Musa'nın Yüce Allah ile konuşmak üzere
gittiği dağdır.
Azim ve temkinle.
"Yüz çevirdiniz." Tevellî, bir şeyden yüz çevirmek
ve ona arka dönmek demektir.
Hasiîn, horlanmış ve hakir mânâsına gelen hâsi
kelimesinin çoğuludur. Dilciler: Hâsi, insanlara yaklaştığında, hoşt denilerek
kovulan köpek gibi, kovulmuş, uzaklaştırılmış, alçak kimse demektir."
derler.
Nekâl, caydırıcı, şiddetli ceza demektir. Caydırıcı
ve önleyici olmadıkça her cezaya nekâl denmez. [222]
Âyetlerin Tefsiri
63. Ey
İsrailoğulları! Tevrat'taki emirlerimi uygulamak Üzere sizden yeminle söz aldığımız zamanı hatırlayınız. O
zaman Tur dağını, siyah bir bulut gibi üzerinize kaldırdık ve size Tevrat'taki
emirlerimizi azim ve ciddiyetle alıp onlarla amel edin, Onda olan emirleri koruyun, unutmayın ve onlardan gafil
olmayın dedik. Emirlerimize uyarsanız,
dünyada helakten, âhirette de azaptan kurtulursunuz. Bu cümlenin bir başka
mânası, "umulur ki siz müttakiler zümresinden
olursunuz" demektir.
[223]
64.
Daha sonra siz, bize verdiğiniz ahitten
yüz-çevirdiniz. Tevbelerinizi kabul etmek ve
hatalarınızı affetmek suretiyle Allah size lütufta bulunmasaydı, dünya
ve âhirette helak olanlardan olacaktınız. [224]
65.
Kendilerini cumartesi günü avlanmaktan
yasaklamış olduğumuz halde, emirlerimize uymayıp bize isyan ederek o
günün hürmetini ihlal edenlere ne yaptığımızı biliyorsunuz, [225]
Daha önce insan iken, "zillet ve horluk içerisinde
maymunlar olunuz" diyerek biz onları maymuna çevirdik.
66.
Onları, bu olayı görenler için caydırıcı bir azab; daha sonra gelip de
görmeyenler için bir ibret ve muttaki, sâlih
kullar için bir öğüt olsun diye maymunlara çevirdik. [226]
Edebî Sanatlar
1. "Size verdiğimizi kuvvetle tutun" cümlesinde
hazif yoluyla î'câz vardır. Takdiri: ... "Onlara.... tutun dedik" şeklindedir.
Zemahşerî de bu şekilde takdir etmiştir.
2. Aşağılık maymunlar olunuz" cümlesindeki emir
kipi, hakiki mânâsında değil, horlama ve hakaret etme mânâsında kullanılmıştır.
Bazı müfessirler şöyle der: Bu emir, teshir ve tekvin emridir. Yani bu emir,
onların gerçek insanlıktan gerçek maymunluğa nakledilmeleri için, Allah'ın
kudretinin üzerlerinde tecellî etmesinden ibarettir.[227]
3. "Öncekilere ve sonrakilere" cümlesi, bu
olaydan önce ve sonra gelen milletler ve mahlukattan kinayedir. Veya bu olayın
öncekilere ve sonrakilere bir ibret olduğunu ifade eder. [228]
Faydalı Bilgiler
1. Keffâl şöyle der: Yüce Allah, onların her
birinden bir and aldığını vurgulamak için
kelimesini tekil olarak zikretmiştir. Nitekim: "Sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarır[229] mealindeki
âyette de tıfl kelimesi tekil olarak kullanılmıştır.[230]
2. Bazı araştırıcılar şöyle der:
Israiloğullarının ruhları, isyanları sebebiyle karardığı için, hiçbir nizam
tanımadan hareket ediyorlar; kibir,
gurur ve taşkınlıklarından dolayı kendilerini büyük görüyorlardı. Kendilerine Tevrat'taki hükümlerle amel
etmeleri emre dil di ğin de onları ağır buldular ve Allah'a isyan ettiler.
Bundan dolayı Allah, onların üzerine Tûr dağını kaldırınca, bunu Tevrat'taki
emirlerden daha ağır buldular ve Tevrat'ın hükümleri ile amel etmek onlara hafif
geldi. Şâir şöyle der:
İsyankâr, Allah'a mucizelerle çağrılır. Kabul
etmezse, o zaman onu keskin kılıçlar çağırır.[231]
3. "Takva sahipleri için bir öğüt" ifadesinde,
Öğüt, müttekilere tahsis edilmiştir. Zira öğüt ve nasihatten yararlananlar
onlardır. Nitekim Yüce Allah "Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü'minlere fayda
verir[232] buyurur. [233]
67. Musa kavmine "Allah bir sığır kesmenizi
emrediyor" demişti de, "Bizimle alay mı ediyorsun?" demişlerdi. O da
"Câhillerden olmaktan Allah'a sığınırım" demişti.
68. "Bizim adımıza Rabbine duâ et, bize onun ne
olduğunu açıklasın" dediler. "Allah diyor ki, o, ne yaşlı ne de körpe; ikisi
arası bir inek. Sîze emredileni hemen yapın" dedi.
69. Bu defa "Bizim için Rabbine duâ et, bize onun
rengini açıklasın" dediler. "O
diyor ki, bakanların içini açan sapsarı bir inektir"
dedi.
70.
"(Yâ Musa) Bizim için, Rabbine duâ et de onun
nasıl bir sığır
olduğunu bize açıklasın,
çünkü inek ineğe benzer. Biz,
inşaallah emredileni yapma yolunu buluruz"
dediler.
71. (Musa) dedi ki; Allah şöyle buyuruyor: O, henüz
boyunduruk altına alınmayan,
yer sürmeyen, ekin sulamayan,
serbest dolaşan, renginde hiç alacası bulunmayan bir inektir. "İşte şimdi
gerçeği anlattın" dediler ve bunun üzerine onu kestiler, ama az kalsın
kesmiyorlardı.
72. Hani siz bir adam öldürmüştünüz de onun
hakkında birbirinizle atışmıştınız. Halbuki Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktır.
73. "Haydi şimdi öldürülen adama, bir parçasıyla vurun" dedik. Böylece Allah ölüleri diriltir ve düşüne-siniz diye size
âyetlerini gösterir.
74. (Ne var ki) bunlardan sonra yine kalbleriniz
katılaştı. Artık kalbleriniz taş gibi, hatta daha da katı. Çünkü taşlardan
öylesi var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah
korkusuyla yukardan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil
değildir.
Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Yüce Allah, Yahudilerin ahitlerini bozma, cumartesi
gününün hürmetini ihlal etme ve indirmiş olduğu Tevrat'ın hükümlerine uymayarak
Allah'a karşı gelme gibi çirkin suçlarını anlattıktan sonra, bu âyetlerde de
diğer suçlarını anlatmaya devam eder. Ki bunlar da; peygamberlere muhalefet,
onları yalanlama, Allah'ın vahyettiği emirlere süratle sarılmama, peygamberlere
karşı inatla mücadele etme, peygamberleri Musa (a.s.) ile konuşurken edepsizce
davranış ve kötülükleridir.
[234]
Kelimelerin İzahı
Hüzü', zâ'nın ötresi ve hemzenin vav'a çevrilmiş
şekliyle alay etmek demektir. kelimesindeki hemzenin vava çevrilerek olması da
bunun gibidir. Metinde zikredilmeyen tamlayanı da nazar-ı itiban alarak mânâsı:
"Bizi alay konusu mu ediniyorsun?" demektir veya mastar. ism-i meful mânâsı
vermek suretiyle: "Bizi, kendileriyle alay edilen kirrseler mi ediniyorsun?"
demek olur.
Fârid, yaşlı ve ihtiyar demektir. Lisânu'l-Arap'ta
böyle açıklanmıştır.
Bikr, küçük olduğu için-erkekle cinsî temas etmemiş
ve doğurmamış genç demektir. Şâir şöyle der:
Vallahi! sen, misafirine yürüyemeyecek derecede
yaşlı bir hayvan verdin. Ona, hoşuna gidebilecek tavlı bir hayvan vermedin. Sana
nasıl dost luk gösterilip ihsanda bulunacak?[235]
Avân: Ne yaşlı, ne küçük, orta yaşta demektir. Bir
başka görüşe göre, bir veya, iki defa
doğurmuş hayvan demektir.
Fükû, sapsarı olmak demektir. Kıpkırmızı olan
şeye, denildiği gibi, sapsarı olan şeye
de denilir. Taberî der ki: Bu kelime,
aşırı beyazlığı ifade eden nüsü' kelimesinin benzeridir.
Zelûl, ise
alıştırılmış demektir Serkeşliği giderilerek işe alıştırılan hayvana denilir.
Burada geçen kelimesi tarla sürmee alıştırılmamış demektir.
Müselleme, selâmet kökünden olup ayıp ve kusurdan
arınmış demektir.
Siye, asıl renge uymayan alacalıktır. Taberî: nin
mânâsı, o hayvanda asıl rengine uymayan ne beyazlık, ne de siyahlık vardır" demektir der.[236]
Çekiştiniz ve ihtilâfa düştünüz demektir. Bu
kelimenin aslı dur. Tâ, dala idgam edildi. Sakin harfle konuşmaya başlanüamadığı
için başına bir hemze-i vasıl getirildi ve oldu.. in mânâsı savmak ve def etmek
demektir. Her iki grup da suçu birbirlerinin üzerine attığı için bu kelime
kullanılmıştır. Hadiste Şüpheli hallerde had cezalarını def ediniz[237]. yani düşülünüz şeklinde kullanılmıştır.
Kasvet, sertlik demektir. Zıddı
rikkattir.
Teşakkuk, uzunluğuna veya genişliğine yarılmak
demektir.
Hübût,
yukardan aşağı iniş demektir. [238]
Oluyu Diriltme Mucizesi Ve Bakara (Sığır) Kıssası
İbn Ebî Hâtim'in rivayetine göre, Ebu Ubeydc
es-Selmanî şöyle demiştir: "İsrailoğullarından çocuksuz, zengin bir adam vardı.
Kardeşinin oğlu bu şahsın vârisi idi. Mirasına konmak için adamı öldürerek,
geceleyin, yine İsrailoğullarından olan bir başkasının kapısının önüne götürüp
koydu. Sabahleyin de, amcasını, onların öldürdüğünü iddia etti. Neticede her
iki taraf da silahlanıp birbirlerine girdiler. İçlerinden akıllı ve ileri
görüşlü birisi: "Aramızda Allah'ın Rasulu varken niye birbirimizi öldürüyoruz?"
dedi. Bunun üzerine kavgayı bırakarak, Musa (a.s.)'ya gelip meseleyi
ar-zettiler. Musa (a.s.) onlara: "Allah size bir sığır kesmenizi emrediyor"
dedi. Râvî diyor ki: İsrailoğulları herhangi bir sığır kesmeye razı olup itiraz
etmeselerdi, basit bir sığır onlar için kâfi gelecekti. Fakat onlar işi zora
sokunca, Allah da onlara karşı işi güçleştirdi. Nihayet işi, kesmekle
emrolundukları sığıra kadar götürdüler ve sığırı, ondan başka sığırı olmayan bir
adamın yanında buldular. Sığırın sahibi, "Vallahi, derisinin dolusu altın
vermedikçe onu size vermem" dedi. Böylece hayvanı, derisinin dolusu altın
karşılığında satın aldılar. Hayvanı kesip bir parçasıyla öldürülen adama
vurdular Adam dirilince, "seni kim Öldürdü?" diye sordular. Kardeşinin oğlunu
göstererek: "Katilim budur" diye cevap verdi, sonra tekrar öldü.. Bunun
üzerine, onun malından kardeşine hiçbir şey verilmedi. Bu olaydan sonra da,
murisini öldüren hiçbir katile onun malından miras verilmedi.[239] Başka bir rivayatte de , "katili yakalayıp öldürdüler"
denilmektedir. [240]
Âyetlerin Tefsiri
67. Ey
İsrailoğulları! Peygamberiniz Hz. Musa'nın "Allah size bir sığır kesmenizi emrediyor" dediği zamanı hatırlayınız. Siz utanmadan
peygamberinize "Ya Musa, bizimle alay mı ediyorsun?" diye cevap verdiniz, Musa da "alaycı, câhil zümreden olmaktan
Allah'a sığınırım" dedi. [241]
68.
Dediler ki:"Bizim için Rabbine dua et de, bu sığırın mahiyetini ve ne gibi
özellikleri olduğunu bize açıklasın. Hz- Mûsa dedi ki: Allah, o sığırın ne çok
yaşlı, ne de erkekle temasta bulunmayacak kadar küçük olmamasını, bu ikisinin
arasında, orta yaşta olmasını
emrediyor, Artık size emredileni yapın. İnat edip de işi zora koşmayın. Aksi
halde Allah işinizi zorlaştıracaktır. [242]
69.
Dediler ki, bizim için Rabbine dua etde, onun rengini bize açıklasın. Beyaz mı,
siyah mı, yoksa başka bir renkmi olduğunu bilelim. Hz. Musa dedi ki: Yüce" Allah
onun rengi sapsarı, görenlerin hoşuna gidecek güzel bir görünümü olan bir sığır
olmasını emrediyor. İsrailoğullan, sığırın yaşını ve rengini öğrendikten sonra,
özellikleri hakkında daha fazla bilgi edinmek için, sığırın durumunu tekrar
sorarak: [243]
70.
Dediler ki: bizim için Rabbine dua et, o sığırın mahiyetini bize açıklasın.
Sonra, orta yaşlı ve sapsarı birçok
hayvanın olduğunu ileri sürerek özür
beyan ettiler. Ve "Bizim için iş karıştı. Kesilmesi emredilen sığırın ne
olduğunu anlayamadık." Ancak, Allah dilerse biz onu anlayabiliriz,
dediler. Hadiste bildirildiği gibi, eğer
böyle dememiş olsalardı,
ebediyyen o hayvanın mahiyetini
anlayamayacaklardı.
[244]
71. Hz. Musa dedi ki: Yüce Allah, bu sığırın
tarla sürmeye ve ekini sulamaya
alıştırılmamış, kusurlardan salim, renginde alacalık bulunmayan baştan
aşağı sapsarı bir sığır olmasını emrediyor. Dediler ki: İşte şimdi gerçeği
anlattın ve bize bütün açıklığıyla
hayvan hakkında yeterli bilgi verdin. Yüce Allah, onların daha sonraki
durumlarım bize şöyle bildirir. Onu kestiler. Ama pahalı olduğu için veya rezil
oldukları için neredeyse kesmeyeceklerdi.
Bundan sonra Yüce
Allah onlara sığır kesmelerini emretmesinin sebebini ve şahit oldukları,
Allah'ın parlak mucizelerini bize şöyle anlatır. [245]
72. Ey
İsrail oğullan! Hatırlayın ki, siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında
birbirinizle çekişmiş ve ihtilafa düşmüştünüz.
Her grup suçu kendi üzerinden atıp diğerine yüklemeye çalışıyordu.
Halbuki Allah, gizlemekte olduğunuz şeyi ortaya çıkaracaktı. [246]
73. Bunun içindir ki biz, "sığırın bir parçası
ile maktule vurun" dedik. O dirilir ve
size katili bildirir. Allah bu
maktulü gözlerinizin önünde dirilttiği
gibi, ölüleri de diriltip kabirden çıkaracak
ve düşünüp tefekkür edesiniz ve
Allah'ın herşeye kadir olduğunu anlayasanız diye size kudretinin delillerini
gösterecektir.
74.
Sonra Ey Yahudi topluluğu! Bu parlak mucizeleri gördükten sonra, yine de
kalpleriniz o şekilde katılaştı ki, onlara ne bir öğüt, ne de bir nasihat tesir
etmiyor. Artık kalpleriniz taş gibi, veya daha da katıdır. Yani bazılarınızın
kalbi" taş gibi, bazılarınızın ki taştan daha da katı, demir gibi Zira taşlardan
öylesi var ki, içinden bolca nehirler kaynar. öylesi de var ki, Allah
korkusundan yarılır da ondan su fışkırır. Yine Öylesi de vardır ki, Allah
korkusundan parçalanarak dağlardan aşağı iner. Yani, ey Yahudi topluluğu,
taşlar yumuşar ve Allah'ın emrine boyun eğer de sizin kalpleriniz ne yumuşar ne
etkilenir. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir. Yani Allah yaptıklarınızı
gözetlemektedir. O'na hiçbir şey gizli kalmaz. Kıyamet gününde de amellerinize
göre sizi cezalandıracaktır. Bu âyette Yahudiler için bir tehdit ve uyarı vardır. [248]
Edebî Sanatlar
1. "Onu kestiler. Neredeyse bunu
yapmayacaklardı" cümlesinde hazif vardır. Bu cümlenin başından, mânâları
kelimelerin dizilişinden anlaşılan iki
cümle hazfedilmiştir. Bu tür bir hazif, Kur'an-'m i'câzmdandır. Takdiri
şöyledir: "İsrailoğullan, yukarıda zikredilen vasıfları taşıyan sığırı
bulup satın aldılar. İstenilen sığırın bu sığır olduğunu anlayınca onu kestiler.
Bu, hazif yoluyla i'câz kabilindendir.
2. "Allah,
gizlemekte olduğunuz şeyi çıkancıdır" Bu cümle, "ihtilafa
düşmüştünüz"ona vurun dedik" arasında bir ara cümlesidir. Birbirlerini takip
eden iki cümle arasına gelen "ara cümle", beliğ kelâmın güzelliğini daha da
artırır. Cüm-le-i mu'terizanın buradaki faydası, hakikatin kuşkusuz meydana
çıkacağını muhataplara
bildirmektir.
3. "Sonra kalpleriniz katılaştı"Bu cümlede
istiâre-i tasrîhiyye vardır. Kalplerin sertlik ve katılıkla vasfedilmesinden
maksat, onların öğüt ve ibret almaktan uzak olduklarını bildirmektir.
Ebussuûd şöyle der: Kasvet; Taşın sertliği gibi bir
sertlik ve katılık demektir. İsrailoğullarınm kalpleri öğüt almaktan ve
dağları eritip kayaları yumuşatan
nasihat ve uyarılardan uzak olduğu için, kasvet kelimesi, bu uzaklık yerine
müstear olarak kullanılmıştır.[249]
4. "Onlar taş gibidir" Bu cümlede teşbih vardır.
Bu teşbihe, teşbih-i mürsel ve mücmel denilir. Çünkü teşbih edatı zikredilmiş,
vech-i şebeh ise hazfedilm iştir.
5. "Ondan ırmaklar fışkırır" Bu cümlede de
mecâz-ı mürsel vardır. Zira, "ondan nehirler fışkırır" demek, "nehirlerdeki
su fışkırır" demektir. Araplar mahalli
zikredip, o mahalde bulunanı kasdederler. Nitekim nehrin zikredilip, içinde akan
suyun kasdedilmesi de bunun gibidir. Karine açıktır. Zira nehir değil, içindeki
su fışkınr.[250]
Faydalı Bilgiler
1. "Musa:
"Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım"
dedi. Bu âyet-i kerime, dinî konularla alay etmenin büyük bir cehalet
olduğuna dikkat çekmektedir. Muhakkik
âlimler âyet-i kerimelerin mizah ve şaka yerinde darb-ı mesel olarak
getirilmesini men etmişler ve : "Kur'an sadece tefekkür ve itaat için indirilmiştir. Şaka, mizah ve efkar
dağıtma için inmemiştir,"
demişlerdir.
2. "Hani siz bir şahsı Öldürmüştünüz." Bu âyet,
Rasulullah (s.a.v) zamanındaki Yahudilere hitap etmektedir. Bu hitap şekli
toplumlar arasında bilmen hitabet üslubuna uygundur. Zira, sonra gelenler
öncekilerin izinden gidiyorlarsa ve onların yaptıklarına razı oluyorlarsa,
öncekilerin yaptıkları, sonrakilere de isnat olunur. Bu âyet, hem geçmişteki,
hem de Rasulullah'a muasır olan
Yahudileri de kınamakta ve tenkit etmektedir.
3. Adam
öldürme olayı her ne kadar
daha sonra anlatılsa da, İsrailoğullarına, sığır kesmeleri emredilmeden Önce meydana
gelmiştir. Bundaki sır, sığırın kesilmesinin sebebini bilmeye teşvik,
İsrailoğullarım tekrar tekrar kınama ve tenkit etmektir.
Büyük âlim Ebussuûd şöyle der; Burada tertibin
bozulmasının sebebi, tekrar tekrar kınama ve tenkittir. Çünkü Öldürülmesi haram
olan bir şahsı öldürmek, Hz. Musa gibi bir peygamberle alay etmek ve onun emrini
yerine getirmemek, şiddetle kınanması gereken büyük bir cinayettir.[251]
4.
Yüce Allah bu müberek sûrenin beş yerinde ölüleri
diriltmeyi zikretti: Bunlar a) "Sonra ölümünüzün ardından sizi
dirilttik.[252] b) "Bu
kıssada geçen "Haydi şimdi adama, kesilen ineğin bir parçası ile vurun" dedik,
böylece Allah ölüleri diriltir.[253] c) Binlercesi birden
ölüm korkusundan yurtlarından çıkanların kıssasındaki "Allah onlara ölün dedi.
Sonra onları diriltti[254] âyetinde, d) Üzeyr
kıssasındaki, "Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı, sonra tekrar
diriltti.[255] âyetinde ve
e) Hz. İbrahim kıssasında geçen, İbrahim Rabbine, "Ey Rabbim, ölüleri nasıl
dirilttiğini bana göster, demişti[256] âyetinde[257]
geçmektedir.
5.
Âyetinde jl edatı Jj edatı yerinde kullanılmıştır.
"Hatta daha katı" demektir. "Yunus'u yüzbin hatta daha çok kişiye peygamber
olarak gönderdik[258] mealindeki âyette de edatı
bu mânâda kullanılmıştır. Bazıları bu edatın terdît
için olup "veya" mânâsına geldiğini, yahut tahyîr için olup tercih mânâsına
geldiğini söylemişlerdir. Buna göre, kalplerin durumunu bilen kimse, onları taşa
veya ondan daha katı olan demir gibi bir şeye benzetir. Kalplerin durumunu
bilmeyen kimse ise onları taşa benzetir veya: "Onlar taştan daha katıdır"
der.
6. Bazı müfessirler, bu âyette geçen İ--Ü.
(korku) kelimesinin hakiki mânâsında kullanıldığını ve Yüce Allah'ın bu taşlara
kendilerine göre bir korku verdiğim söylerler. "Onu hamd ile teşbih etmeyen
hiçbir şey yoktur[259] mealindeki âyette de hamd ve teşbih bu kabilden olup, hakiki mânâda
kullanılmışlardır. Bazıları da, haşyet kelimesinin mecaz olarak kullanıldığı
kanaatindedirler. Bu, şu atasözüne benzer: Duvar çiviye: "Beni niçin yarıyorsun?
diye sordu. O da: "Beni çakana sor" dedi. En iyisini Allah bilir. [260]
75. Şimdi (ey mü'minler) onların size
inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa ki, onlardan bir zümre, Allah'ın kelâmını
işitirler de iyice anladıktan sonra,
bile bile onu tahrif ederlerdi.
76.
(Münafıklar)
inananlarla karşılaştıklarında
"iman ettik" derler.
Birbirleriyle yalnız kaldıkları vakit ise "Allah'ın size
açtıklarını (Tevrat'taki bilgileri), Rabbiniz katında sizin aleyhinize hüccet
getirmeleri için mi onlara anlatıyorsunuz; bunları
düsünemiyor.
77.
Onlar
bilmezler mî ki, gizlediklerini de
açıkça yaptıklarını da Allah bilmektedir.
78. Onlardan ümmîler vardır ki bir takım
kuruntular hariç Kitab'ı (Tevrat'ı)
bilmezler. Onlar sadece zan ve tahminde bulunurlar.
79. Elleriyle Kitab'ı (Tevrat'ı) yazıp sonra onu
az bir para karşılığında satmaları için "Bu Allah katın-dandır" diyenlere
yazıklar olsun! Elleriyle
yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay
haline onların!
80.
İsrailoğulları
"Sayılı birkaç gün müstesna, bize ateş dokunmayacaktır." dediler. De ki
(onlara): Siz
Allah katından bir söz mü aldınız? Aldıysanız Allah
sözünden asla caymaz. Yoksa Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi
söylüyorsunuz.?
81. Hayır! Kim bir kötülük eder de kötülüğü
kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o
kimseler cehennemliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.
82. İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlar
da cennetliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah Yahudilerin inatlarını, Allah'ın
emirlerine sarılmamala-rını, peygamberlerle mücadele etmelerini ve onların
emirlerine boyun eğmemelerini zikrettikten sonra, bu âyetlerde de yine onların,
Allah'ın kelamını tahrif etme, Allah'ın dostları -olduklarını ve cehennemde
birkaç günden fazla yanmayacaklarını iddia etme, babalarından ve atalarından
kendilerine intikal eden yalancı kuruntularla avunma gibi bazı cürüm ve çirkin
fiillerinden bahseder. Yüce Allah bu âyetlere, müslümanlarm, Yahudilerin imana
geleceklerini ümit etmemelerini bildirerek başladı. Zira onların fıtratlarında
sapıklık vardır ve mayaları inat ve kibirle yoğrulmuştur. [261]
Kelimelerin İzahı
Şiddetle isyiyor musunuz? Tama nefsin bir şeyleri
şiddetle istemesidir. İstek az olursa bına reca ve rağbet
denir.
Ferîk, cemaat demektir. Rant ve kavm kelimeleri
gibi, tekili olmayan topluluk ismidir.
"Onu tahrif ederler" Tahrif, aslında bir şeyden yüz
çevirmek manasına gelen inhiraf kökünden olup değiştirmek ve tebdil etmek
manasınadır.
"Onu anladılar" bir şeyi akılla idrak etmek
demektir. Maksat, "onu anladılar ve tanıdılar" demektir.
kelimesinin çoğulu olup, okuma yazma bilmeyenler
demektir. Annesine nisbetle kişiye bu vasıf verilmiştir. Zira o, annesinden
doğduğu gibi kalmış, okuma yazma Öğrenmemiştir.
Emânî, ümniye kelimesinin çoğulu olup, insanın
istediği ve arzu ettiği veya kendi nefsinde var kabul ettiği kuruntudur. Bundan
dolayı bu kelime yalan mânâsında da kullanılır. Bedevinin birisi, birine
şöyle demiştir: "Bu dediğin gördüğün bir şey mi? Yoksa uydurduğun bir
yalan mıdır? Bu kelime, bazan da "okumak" mânâsında kullanılır. Nitekim şâir
Hassan "İlk gece Allah'ın kitabını okudu" diyerek, bu kelimeyi okumak mânâsında
kullanmıştır.
Veyl, helak ve yok olma demektir. Bir başka görüşe
göre, rezillik ve rüsvaylıktır. Bu kelime, şer ve azabta kullanılır. Kadî şöyle
der: Bu kelime "Hilekârlara yazıklar olsun[262] âyetinde olduğu gibi şiddetli tehdit ve uyarı ifade eder. Sibeveyh de
şöyle açıklar: "Veyl, helake düşen kimse için, veyh ise, ona yaklaşan kimse için
kullanılır. [263]
Nüzul Sebebi
1. Bu âyetler Ensar hakkında nazil olmuştur. Ensarla Yahudiler arasında dostluk, komşuluk,
süt bağları ve ittifak vardı.
Dolayısıyla onların müslüman olmalarını istiyorlardı. Bunun üzerine " (Ey
mü'minler)! Şimdi onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz?.,." mealindeki
âyet nazil oldu.[264]
2. Mücahid, İbn Abbas'tan şöyle rivayet eder:
Yahudiler diyorlardı ki: Bu dünyanın ömrü
yedibin senedir. Biz her bin sene karşılığında birgün cehennemde yanacağız. Bunlar da, sayılı yedi
gündür. Bunun üzerine Yüce Allah, "Ve
Israiloğulları "sayılı bir kaç gün hariç, bize ateş dokunmayacaktır" dediler."
mealindeki âyeti indirdi.[265]
Âyetlerin Tefsiri
Yüce Allah, mü'min kullarına hitap ederek buyurur
ki:
75. Ey mü'minler topluluğu! Yahudilerin müslüman
olup sizin dininize gireceğini mi umuyorsunuz?
Halbuki onların âlim
ve bilginlerinden bir grup, Allah'ın kitabı Tevrat'ı okuyor, onu açık bir
şekilde dinliyor da Anlayıp idrak ettikten sonra Tevrat'taki bu âyetleri, tebdil
ve tevil etmek suretiyle değiştiriyorlardı. Yani onlar bu suçu, hata Ve
unutmaktan dolayı değil, bile bile işliyorlardı. [266]
76.
Yahudi münafıklar, Peygamber (s.a.v.)'in ashabı ile bir arada bulunduklarında:
"Sizin doğru yolda olduğunuza ve Mu-hammed (s.a.v.)'in Tevrat'ta müjdelenen peygamber olduğuna inanıyoruz derler" de
mü'minlerden ayrılıp birbirleriyle
başbaşa kaldıklarında, Diğerleri bunu söyleyenleri kınayarak: Doğruluğunu bildiğiniz halde Peygambere uymamanız
âhirette mü'minler tarafından aleyhinize
delil olarak kullanılsın diye mi Muhammed'in Tevrat'ta açıklanan
vasıflarını arkadaşlarına haber
veriyorsunuz? Onlar tarafından aleyhinize delil olarak kullanılabilecek
şeyleri, onlara anlatmaktan sizi sakındıracak kadar aklınız yok mu?
derlerdi. Bu sözü, Yahudilerden münafık
olmayanlar münafık o-lanlara söylemişlerdir. Yüce Allah, onları kınayarak şöyle cevap
verir: [267]
77.
Bu Yahudiler
bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir.
Hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. Bu
şekilde söyledikten sonra, nasıl iman ettiklerini iddia
ediyorlar?!!..
Yüce Allah,
Tevrat'taki âyetleri tebdil ve tahrif eden âlimlerin durumunu anlattıktan
sonra, onların peşinden giden avam halkın durumunu da anlatır ve her iki grubun
aynı derecede sapıklık içerisinde olduğunu vurgulayarak şöyle
buyurur: [268]
78.
Yahudilerden cahil avam tabakasından bir grup da vardır ki, kendi kendilerine
Tevrat'ı okuyup anlayacak ve tetkik edecek derecede okuma yazma bilmezler. Ancak
onların bildikleri, âlimlerinin kendilerine vermiş oldukları kuruntulardır ki,
bunlar, Allah'ın kendilerini af ve merhamet edeceği, cehennemin kendilerini, sayılı birkaç günden fazla
yakmayacağı, peygamber olan babalarının kendilerine şefaat edeceği,
kendilerinin, Allah'ın oğlu ve dostu olduğu ve daha bir çok boş kuruntulardan
ibarettir, Onlar, zandan başka bir şeye
tabi olmazlar. Yani onların bu hususta kesin bir bilgileri yoktur. Bilakis
aptalca ve körükörüne babalarını taklit ederler. Sonra Yüce Allah, dünya malı
elde etmek için avam halkı sapıklığa
düşüren o âlimlerin işledikleri suçu şöyle açıklar:[269]
79.
Tevrat'ı tahrif edip tahrif ettikleri bu âyetleri elleriyle yazan Sonra da onu az bir para karşılığında satmak için: "Bu, Allah
kalındandır" diyenlerin vay haline!
Helak ve azap onlar içindir. Çünkü onlar, tahrif ettikleri o âyetler
karşılığında fani olan dünya malını elde etmek için kendi elleriyle yazdıkları
ve yalan ve iftira olarak Allah'a nisbet ettikleri âyetleri göstererek "İşte
gördüğünüz bu âyetler, Allah'ın Tevrat'ta Musa'ya indirdiği âyetlerdir." derler
Kitab'ı tahrif ettikleri için uğrayacakları şiddetli azaptan dolayı vay
hallerine! İşledikleri haramdan dolayı vay hallerine! [270]
80. Durum böyle olduğu halde: "Biz, sayılı birkaç
günden fazla asla cehenneme girmeyeceğiz" derler. Bu sayılı günlerden maksat,
buzağıya taptıkları süre veya sadece yedi gündür. Ey Muhammedi Onları reddederek
ve kınayarak de ki: Bu hususta Allah size ahid ve söz mü verdi? Eğer Allah, bu
konuda size söz verdiyse Allah kesinlikle sözünden dönmez. Yoksa , Allah
hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz? Allah'a karşı iftira edip O'nun
söylemediklerini mi söylüyorsunuz? Böylece hem Allah'ın kelamını tahrif etme
suçunu işliyor, hem de O'na karşı yalan ve iftira
atıyorsunuz.
Daha sonra Yüce
Allah, Yahudilerin yalanlarını açıklar
ve onların, cehennemin kendilerini sayılı birkaç günden fazla yakmayacağına ve orada ebedî olarak
kalmayacaklarına dair iddialarını boşa çıkararak şöyle buyum r : [271]
81.
Hayır kâfir olarak büyük ve küçük günahları
işleyen kimseler ebediyyen cehennemde kaldıkları gibi, siz de orada
ebediyyen kalacaksınız ve ateş sizi yakacaktır. Çünkü ey Yahudiler! Kim sizin
yaptığınız gibi günah işler, günahları her taraftan onu kuşatır ve bütün
kurtuluş yollarını kapatırsa, İşte onlar cehennem ehlidir, cehennem onların
yakasını bırakmayacak ve oradan ebediyyen çıkamayacaklar. [272]
82. İman edip amel-i sâlih işleyenlere gelince,
işte cehennem bunları yakmayacak ve bunlar mutluluk içinde cennet bahçelerinde
yaşayacaklar.İşte bunlar, cennet ehli olup, orada ebediyyen kalacaklar ve hiç
çıkmayacaklardır.
Edebî Sanatlar
1. "Bildikleri halde" ifadesi, onların
yaptıklarının son derece çirkin olduğunu göstermektedir. Çünkü onlar Tevrat'ı,
bilgisizlik ve unutmaktan dolayı değil, kasden ve bile bile tahrif ediyorlardı.
Bilerek günah işleyen bir bıri elleriyle yazarlar" ifadesinde "elleriyle" kaydı, ifadenin
mecaz olmadığını vurgulamak ve doğrudan doğruya, bizzat kendi elleriyle
yazdıklarını bildirmek içindir. Nitekim: "Onu sağ elimle yazdım", " onu
kulağımla işittim", denir ki, bu ifadeler de hakiki mânâlarında
kullanılmıştır.
3. "Gizlediklerini ve açığa vurduklarını"
ifadesinde, edebî sanatlardan tıbâk vardık. Zira burada fiilleri bir arada zikredilmiştir. Bu sanata tıbâk-ı icâb denir.
4. âyetlerinde "veyl" kelimesinin tekrar
edilmesi, onları kınamak, tenkit etmek ve adilik ve çirkinlikte son dereceye
ulaşan günahlarını açıklamak içindir.
5. "Günahları onu kuşattı" cümlesinde istiare
vardır. Çünkü Yüce Allah, onların günahlarını, bileziğin bileği kuşattığı gibi,
bir toplumu her taraftan
kuşatan düşman ordusuna
benzetmiştir. Allah,
"onların kötülükleri iyiliklerine galip
geldi" yerine müstear
olarak, "kötülükleri onları kuşattı" tabirini kullanmıştır. Sanki
kötülükleri, her taraftan onları kuşatmış gibidir.[274]
Faydalı Bilgiler
1. "Allah'ın kelâmını tahrif"
ifadesi, o kelamın fasit bir şekilde te'vilini ve bir
kelamın yerine başka bir kelamı getirerek değiştirilmesini ifade eder. Yahudi
bilginleri, Hz.Peygamber (s.a.v.)'in vasıfları hakkında yaptıkları gibi, her iki
mânâda da tahrifatta bulunmuşlardır.
Büyük âlim Ebusuûd şöyle der: Rivayet olunduğuna
göre Yahudi bilginleri, riyasetlerinin elden gideceği korkusuyla, Rasulullah
(s.a.v.)'in Tevrat'taki vasıflarını kasıtlı olarak tahrif ettiler. Rasulullah
(s.a.v.)'m vasıfları Tevrat'ta şöyle yazılıydı: O'nun yüzü ve saçları güzel
gözleri sürmeli, teni beyaz ve orta boyludur. Bunları değiştirerek: "Uzun
boylu, mavi gözlü ve düz saçlı" yazdılar. Halk, peygamber (s.a.v.)'in
vasıflarını onlara sorduklarında, kendi yazdıklarını okuyorlardı. Böylece halk,
Hz. Muham med (s.a.v.)'in vasıflarını
Tevrat'takine aykırı bulup onu
yalanlıyordu.[275]
2. Tahrif, yukarda geçen her iki manâsıyla Tevrat
ve İncil gibi semavî kitaplarda meydana gelmiştir. "Onlar kelimelerin yerlerini
değiştirirler[276] mealindeki âyette bu mânâda kullanılmıştır. Kur'an'a gelince: Câhil ve
kâfirler, bâtıl te'vil yoluyla tahrif ederek ona mânâ vermişlerdir. Ama, bir
âyeti kaldırıp yerine başka bir kelamı getirmek mânâsmdaki tahrif Kur'an'da
olmamıştır. Zira "Kur'an'ı kesinlikle biz indirdik.
yine biz koruyacağız.[277] mealindeki âyet gereğince Yüce Allah diyerek kitabı böyle bir tahriften
korumuştur.
3. Buharı, Ebu Hureyre'nin (r.a.) şöyle dediğini
rivayet eder: Hayber kalesi fethedüdiğinde Rasulullah (s.a.v.)'a zehirli bir
koyun (eti) sunuldu. Durumu anlayan Hz. Peygamber (s.a.v.): Burada bulunan
Yahudileri toplayıp bana getiriniz" dedi. Rasulullah (s.a.v.) ile, gelenler
arasında şöyle bir konuşma geçti:
-Babanız kimdir?
-Falan kimsedir?
-Yalan söylüyorsunuz Bilakis babanız falan
şahıstır.
-Doğru ve iyi söyledin
-Size bir şey sorsam, bana doğru cevap verir
misiniz?
-Evet, ey Ebe'l-Kâsım. Eğer biz yalan cevap verecek
olursak, babamız hakkındaki yalanımızı yakaladığın gibi, bu hususta da
yakalarsın.
-Peki, cehennem ehli kimdir?
-Biz o cehennemde az bir müddet kalacağız, bizden
sonra oraya siz gireceksiniz.
-Haydi ordan.
Vallahi, biz oraya asla girmeyeceğiz.
-Size başka bir şey sorsam, doğru cevap verir
misiniz?
-Evet,ey Ebe'l-Kâsım.
-Bu koyunun etine zehir kattınız mı?
-Evet.
-Sizi buna iten sebep neydi?
-Eğer yalan soylüyorsan senden kurtulmak istedik.
Yok eğer bir peygamber isen, sana zarar vermeyeceğini düşündük.[278]
83. Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: "Yalnızca
Allah'a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, miskinlere
iyilik edeceksiniz" diye söz almış ve "İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı
kılın zekâtı verin" diye de emretmiştik. Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek
dönüp gittiniz.
84. "Birbirinizin kanını dökmeyeceğinize,
birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair sizden söz almıştık. Bütün
bunlara şahit olarak sonunda kabul etmiştiniz.
85.
Bu
misakı kabul eden
sizler, birbirinizi
öldürüyor, aranızdan bir
zümreyi yurtlarından
çıkarıyor, kötülük ve
düşmanlıkta onlara karşı birleşiyorsunuz. Onları
yurtlarından çıkarmak size haram olduğu halde (hem çıkarıyor, hem
de) size esirler olarak geldiklerinde fidye verip onları kurtarıyorsunuz.
Yoksa siz Kitab'm bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden
öyle davrananların cezası dünya hayatında rüsvaylık; kıyamet günün de ise en
şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil
değildir.
86.
İşte onlar, âhirete karşılık dünya hayatını satın
alan kimselerdir. Bu yüzden ne azapları hafifletilecek, ne de kendilerine yardım
edilecektir.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Bu âyet-i kerimeler, İsraİloğullarmm cürümlerini
saymaya devam eder. Bu âyetlerde İsrailoğullarının zulümlerini, taşkınlıklarını
ve yeryüzünde fesat çıkarttıklarını gösteren güçlü misaller vardır. Zira onlar,
Tevrat'ta kendilerinden alman ahdi bozmuşlar, Allah'ın, öldürülmesini haram
kıldığı cana kıymışlar, bâtıl yollarla insanların mallarını yemeği mubah
saymışlar, din kardeşlerine zulmederek onları yurtlarından çıkarmışlar ve
böylece lanetlenmeye, rüsvaylık ve helake müstehak olmuşlardır. [279]
Kelimelerin İzahı
Misak, yeminle pekiştirilen ahid demektir. Yeminsiz
verilen söze de ahid denir.
Husn, hayır mânâları kapsayan umumî bir isimdir.
Tatiı söz, güzel terbiye ve güzel ahlâk gibi, güzellik ifade eden herşeye
şâmildir. Bunun zıddı, çirkinlik mânâsına gelen kubh kelimesidir. kelimesi
âyette zikredilmeyen bir masdarın sıfatı olarak geçmektedir. "Güzel söz
söyleyin" demektir.
"Yüz çevirdiniz" Tevellî, bir şeyden yüz çevirmek,
kabul etmemek, terketmektir.[280] mealindeki âyette de bu rmmâda kullanılmıştır. Bazı âlimler, tevellî ve
i'raz kelimelerine farklı mânâlar vererek: "Tevellî cism ile, i'raz ise kalb ile
olur" demişlerdir.[281]
Yardımlaşiyorsunuz demektir. Bu kelimenin aslı
şeklinde fiil-i muzârî olup tâ harflerinden biri düşürülmüştür. Birbirlerine
yardım edenler. Sanki sırtlarım birbirlerine dayıyorlar demektir. Bu kökten
gelen zahîr kelimesi de yardımcı
demektir.
İsm,
işleyeni, kınanmaya müstehak
kılan günah demektir. Çoğulu dir.
Udvân, zulümde aşırı gitmek demektir. : Hızy, horlanma, azab ve işkence demektir.
[282]
Âyetlerin Tefsiri
83. Ey İsrailoğulları! Atalarınızdan yeminle ahid
aldığımız zamanı hatırlayınız. Onlardan şu emirleri yerine getireceklerine dair söz almıştık: Allah'tan başkasına kulluk
etmeyin.
Anne ve babanıza
iyilik edin. Akrabalara, anasız-babasız küçük yetimlere ve maişetini kazanamayan
fakirlere de yardım edin. İnsanlara tatlı söz, güleryüz ve tevazu ile güzel
bir şekilde hitap edin. İslâm'ın iki
temel rüknü olan namaz ve zekâtı, Allah'ın
size emrettiği şekilde edâ edin. Çünkü bunlar, bedenî ve malî
ibadetlerin en büyüğüdür, Sonra siz ve
atalarınız verdiğiniz bu sözden kesin
bir şekilde döndünüz. Sözünde duran küçük bir grup müstesna, hepiniz ahdin
gereğini yerine getirmekten yüz çevirdiniz. [283]
84. Ey
tsrailoğulları! Birbirinizi öldürerek kan dökmeyeceğinize ve zulmederek
yurdunuzdan sürgün edip çıkarmayacağınıza dair sizden sağlam bir ahid aldığımız
zamanı düşününüz. Siz, bu ahdi ve bunun korunması gerektiğini itiraf etmiş
ve-lüzumuna dâir şahitlik etmiştiniz. [284]
85. Ey Yahudiler! Siz bu ahdi ikrar etmişken
bilâhere onu bozdunuz. Din kardeşlerinizi öldürdünüz ve Allah'ın yasaklamış
olduğu adam öldürme suçunu işlediniz,
Verdiğiniz bu sağlam ahde bakmaksızın sizden bir grubu yurtlarından sürgün ettiğiniz gibi, Onlara karşı zulüm ve kötülük etmede,
birbirinize yardım ettiniz.
Fakat Esir
olduklarında yardım için size gelirlerse onları esaretten kurtarmak için fidye
verirsiniz. Halbuki onları yurtlarından çıkarmak size yasak edilmişti. Şu halde,
onları esir olarak düşman elinde bırakmayı mubah görmüyorsunuz da, onları
öldürmeyi ve yurtlarından çıkarmayı nasıl mubah görüyorsunuz? Tevrat'taki
hükümlerin bir kısmına İnanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Bu sorudan gaye
onları azarlamadır. Çünkü onlar, imanla küfrü birleştirdiler. Halbuki, Allah'ın
âyetlerinin bir kısmını inkâr etmek,
hepsini inkâr etmek demektir. Onun içindir ki, Yüce Allah bundan sonra şöyle
buyurur:
Sizden bunu
yapanların, yani Kitab'm bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr edenlerin dünya
hayatındaki cezası zillet, horluk, gazap ve azaptan başka bir şey değildir,
Onlar, âhirette de bundan daha şiddetli bir azaba çarptırılacaklardır. Zira
oradaki azap, kesilmeyen, sonsuz bir azaptır. Allah, yapmakta olduğunuz
şeylerden asla ğâfü değildir. Bu âyette, Allah'ın emirlerine isyan edenler için
şiddetli bir tehdit vardır. Daha sonra Yüce Allah, bu isyan ve zulmün sebebini
açıklayarak şöyle buyurur:
[285]
86.
İşte yukarda anlatılan bu çirkin vasıfları taşıyanlar, âhiret hayatını dünya
hayatı ile değiştirenler, yani dünya hayatını âhiret hayatına tercih edenlerdir.
Onun içindir ki, onların azabı bir an bile hafifletilmeyecek ve onlara yardım
da edilmeyecektir. Yani, onlara yardım edecek herhangi bir yardımcıları
olmayacağı gibi, onları Allah'ın acıklı azabından kurtaracak bir kurtarıcıları
da yoktur. [286]
Bir Uyarı
Medine'de Benî Kureyza ve Benî Nadir isminde iki
Yahudi kabilesi vardı. Beni Kureyza Araplar'dan Evs kabilesinin ; Beni Nâdir ise
Hazrec kabilesinin müttefiki idi. Taraflar arasında bir savaş çıktığında ,
yahudi kabilelerinden her biri kendi müttefiki ile birlikte savaşa girerdi.
Dolayısı ile, bir taraftaki yahudiler diğer taraftaki yahudileri öldürür,
evlerinden çıkarır, evlerinde bulunan kapkacak, eşya ve maldan ne .varsa yağma
ederlerdi. Halbuki bu onların dinlerinde ve Kitapları Tevrat'ta haram
kılınmıştı. Savaş sona erdiğinde, Tevrat'ın hükmü ile amel ederek mağlup
taraftaki Yahudi esirleri fidye vererek kurtarırlardı. İşte bunun içindir ki
Yüce Allah "Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?" diye
onları azarlamıştir.[287]
Edebî Sanatlar
1. Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz.
İfadesi nehy manasında bir haber cümlesidir. Bu tür bir ifade, açık nehiyden
daha beliğdir. Nitekim Ebussuûd şöyle der: Böyle bir ifadede, yasaklanan şeyin
hemen sona erdirilmesi gerektiğine işaret vardır. Sanki muhatap, yasaklanan
şeyi hemen terketmiştir. İşte bu mânâyı vurgulamak için, haber sıygası getirilmiş fakat nehy murad
edilmişitr.[288]
2. "İnsanlara güzel söz söyleyin" ifadesinde, mastarı, mübalağa ifade etmek
için sıfat-i müşebbehe yerinde kullanılmıştır. Takdiri, şeklindedir. Zira
Araplar mübalağa maksadıyla, mastarı ism-i fail veya sifat-ı müşebbehe yerinde
kullanırlar ve birisinin çok âdil olduğunu ifade temek için yerine derler.
3. "Dünya hayatında bir rezillik" ifadesinde
kelimesinin nekre getirilmesi, bu
cezanın şiddetini ve büyüklüğünü gösterir.
4. cümlesinde, "başkasını öldürüyorsunuz" yerine,
kendinizi Öldürüyorsunuz" tabiri kullanılmıştır. Zira başkasının kanını akıtan,
sanki kendi kanını akıtmış gibidir. Böyle bir ifade, basit bir alâkadan dolayı
mecaz kabilindendir.
Faydalı Bilgiler
1. Âyette konular önem sırasına göre tertip
edilmiştir. Gerçekte kullarına nimeti veren Allah olduğu için önce Allah
hakkı zikredildi. Bundan sonra
anne-baba hakkı belirtildi, çünkü çocuğun büyütülüp beslenmesinde en büyük hak
anne-b abanın dır. Bunlardan sonra akrabaların hakkı zikredildi. Zira akrabalar
arasında da rahim bağı; sıla-i rahim ve ihsandan dolayı gerçekleşecek büyük
mükafat vardır. Bunları, yetimlerin ve miskinlerin hakkı takip
etti. Çünkü yetimler
çaresizlik, miskinler zaaf
ve acz
içerisindedirler.
2. Yüce Allah, "kardeşlerinize veya mü'minlere
güzel söz söyleyin, yerine "insanlara güzel söz söyleyin" dedi. Bu, emrin umumi olduğunu; iyi, kötü, mü'min, kâfir
bütün insanları içine aldığını ifade etmek içindir. Bu âyette güler yüzlü, tatlı
dilli, terbiyeli ve edepli olma gibi güzel huylara teşvik vardır. Ediplerden
birisi şöyle der:
Yavrucuğum, iyilik etmek kolay bir şeydir. Güler
yüz ve tatlı dilden ibarettir. [290]
87. Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik. Ondan
sonra ardarda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da mu'cizeler verdik.
Ve onu, Rûhu'1-Kuds ile destekledik. (Ne var)ki gönlünüzün arzulamadığı şeyleri
söyleyen bir elçi geldikçe, ona karşı büyüklük tasladınız. Peygamberlerden bir kısmını yalanladınız,
bir kısmını da öldürdünüz.
88. YahudiIer"Kalplerimiz perdelidir"
dediler. Hayır; küfür ve isyanları sebebiyle Allah onlara lanet
etmiştir. O yüzden çok az
inanırlar.
89. Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken kendilerine Allah katından
ellerindeki (Tevrat'ı) doğrulayan bir kitap gelip de (Tevrat'tan) bilip
öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiler. İşte Allah'ın laneti böyle
inkarcılaradır.
90. Allah'ın kullarından dilediğine peygamberlik
ihsan etmesini kıskandıkları için
Allah'ın indirdiğini (Kur'an'i)
inkâr etmeleri, buna
mukabil kendilerini
satmaları ne kötü
bir şeydir! Böylece
onlar, gazap üstüne Allah'ın
gazabına uğradılar. Ayrıca kâfirler için alçaltıcı bir azap
vardır.
91. Kendilerine, "Allah'ın indirdiğine iman edin"
denilince, "Biz sadece bize indirilene inanırız" derler ve ondan başkasını inkâr
ederler. Halbuki o Kur'an, kendi ellerinde bulunan Tevrat'ı
doğrulayıcı olarak gelmiş Hak
kitaptır. Onlara, "şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce
Allah'ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz?" deyiver.
92. Andolsun Musa size apaçık mu'cizeler
getirmişti. Sonra O' nun ardından, zâlimler olarak buzağıyı (tanrı)
edindiniz.
Ayetlerin Önceki Ayetlerle Münasebeti
Bu mübarek âyetler de, yine İsrailoğullarından
bahsetmeye devam eder. Yüce Allah'ın onlara lütfettiği bazı nimetleri, onların
da bu nimetlere nankörlük, küfür ve cürümle karşılık verdiklerini hatırlatır.
Zira iyiliğe karşı kötülük ve nimete
karşı nankörlük etmek onların âdetlerindendir. [291]
Kelimelerin İzahı
Kitap, Tevrat demektir.
Takip ettirdik, arkasından getirdik demektir. Bu
kelimenin ash US dır. Bir kimse başka birisini takip ederse birine birisini takip ettirirse
denilir.
Dilsizleri, alaca hastalığına yakalananları
iyileştirmek ve ölüleri diriltmek gibi açık mucizeler demektir.
Kuvvet manasına gelen jo! den alınmış olup, "onu
destekledik" demektir.
Ruhu'1-Kuds, Cebrail (a.s.)'dır. Kuds, temizlik ve
bereket manasınadır.
İstiyor" İstemek, arzu etmek manasına gelen
fiilinin mu-zariidir. Mastarı
dir.
Gulf, tilel kelimesinin çoğulu olup "perdeli"
mânâsına gelir. Bu kökten gelen gılâf kelimesi perde demektir. Kınında olan kılıç için » anlayışsız ve
temyiz gücüne sahip olmayan kalbe de denilir. Bu tabir, "Sünnet edilmemiş, kabuklu" mânâsına
gelen ağlef kelimesinden müsteardır.[292]
"Onlara la'net etti.." La'n, Arap dilinde asıl
itibariyle kovmak ve uzaklaştırmak mânâsına gelir. Kovulmuş ve uzaklaştırılmış
kurda denilir. Âyetteki mânâsı, "Allah onları rahmetinden uzaklaştırdı"
demektir,
Bu kelime, feth ve zafer istemek mânâsına gelen
istiftah mastarından şimdiki zaman fiili olup, mânâsı: "Zafer istiyorlar"
demektir.
Bu kelime, ve ism-i mevsul olan kelimelerinin
birleşmesinden meydana gelmiştir. (ne güzel) kelimesi övmek için kullanıldığı
gibi, (ne kötü) kelimesi de yermek için
kullanılan bir fiildir.
Bağy,
hased ve zulüm
demektir. Bu kelimenin
aslı fesat manasınadır. Yara
kötüleştiğinde, denilir. Asmaî böyle açıklamıştır.[293]
"Döndüler" demek olup çoğu kez serde kullanılan bir
kelimedir.
Mühin, zillet mânâsına gelen kelimesinden türemiş
olup, alçaltıcı ve rezil edici demektir. [294]
Âyetlerin Tefsiri
87. Andolsun, biz Musa'ya kitabı yani Tevrat'ı
verdik. Onun arkasından da peşpeşe birçok peygamber gönderdik.:Meryem oğlu
İsa'ya, onun peygamberliğini gösteren apaçık âyetler ve mucizeler verdik. Onu
Ruhu'1-Kuds yani Cebrail (a.s.) ile de destekleyip kuvvetlendirdik.
Fakat siz, ey
İsrailoğulları! İsteklerinize uymayan şeyleri söyleyen bir peygamber geldikçe,
ona karşı hep kibirli davranıp ona uymayacak mısınız? Zira, gelen
peygamberlerden bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürdünüz. Yüce Allah,
bundan sonra, Peygamber (s.a.v.)'e muasır olan Yahudilerden bahseder, onların
atalarına uymalarından dolayı içerisine düştükleri sapıklığı açıklar ve onların
ağzından naklen şöyle buyurur. [295]
88. ”Kalplerimiz perdelidir, dolayısıyla senin söylediklerini kavrayıp muhafaza
edemez, Ey Muhammed" dediler. Bu âyetlerle
Yüce Allah, Yahudilerin iman
edeceklerini ümid etmemesini Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e
bildirmektedir.
Yüce Allah, onların
bu sözlerini reddederek buyurur ki Bilakis, küfür ve dalâletleri yüzünden Allah
onları kovdu ve rahmetinden uzaklaştırdı, Onlardan iman eden pek azdır. Veya
"pek az iman ederler" demektir. Yani kitabın bir kısmına inanıp diğer bir
kısmını inkâr ederler.
[296]
89.
Kendilerine Allah katından, ellerindeki Tevrat'ı doğrulayan bir kitap yani son
peygambere indirilen Kur'an-ı Kerim gelince onu inkar ettiler. Halbuki o kitap gelmeden önce, onunla düşmanlarına
karşı zafer istiyorlar ve: "Ey Allah'ım! Tevrat'ta vasıflarını gördüğümüz,
gönderilecek âhir zaman peygamberi ile bize yardım et" diye dua
ediyorlardı, Muhammed (s.a.v)
gönderilince de onu hakkıyle tanıdıkları halde, peygamberliğini inkar ettiler,
Allah'ın laneti son peygamberi inkar eden Yahudilerin üzerine
olsun. [297]
90. Bu
Yahudilerin, karşılığında nefislerini vererek satın aldıkları şey ne adi, ne
kötü şeydir. Bu da, kıskançlıkları ve kendilerine ait olmayan bir şeyi talep
etmeleri dolayısıyle Allah'ın indirdiği
Kur'an'ı inkâr etmeleridir. Zira
onlar, Allah'ın kulları arasından seçerek dilediğine peygamberlik vermesini
çekemediler, Böylece onlar gazap üstüne gazaba uğradılar. Yani daha önce
uğramış oldukları gazaptan fazla olarak, yine Allah'ın gazabına uğradılar.
Kâfirler için alçaltıcı ve zelil edici şiddetli bir azab vardır. Onları inkâra
götüren şey kibir ve hased olduğu için, kendilerine, alçaltıcı ve küçültücü azap
ile karşılık verildi.
[298]
91. Onlara, Allah'ın indirdiği Kur'an'a iman edip, tasdik edin ve ona uyun
denildiğinde, "Biz, bize inen Tevrat'a inanırız. O bize yeter" derler Ondan başkasını inkar ederler. Kur'an, onların ellerinde bulunan Allah kelamına muvafık ve onu tasdik edici olduğu halde onu inkâr ederler, Ey
Muhammed onlara : "Eğer siz gerçekler inanıyor idiyseniz, daha
önce Allah'ın peygamberlerini neden
öldürüyordunuz?" deyiver. Yani,
"Siz Tevrat'taki âyetlere gerçekten inanıyor ve inandığınızı yaşıyor idiyseniz,
daha önce Allah'ın peygamberlerini niçir öldürüyordunuz?" de. [299]
92.
Musa da size apaçık mucizeler getirmişti Sonra Onun Tûr Dağı'na gidişinin
ardındar buzağıya tapmaya başladınız. Halbuki yaptığınızla kendinize zulmediyor
dunuz. [300]
Edebi Sanatlar
1. "Bir grubu yalanladınız "Bir grubu
öldürüyorsunuz" cümlelerinde kendisinden
sonra gelecek olan
şeyin önemine binaen ve dinleyiciyi de kendisine söylenecek
şeye karşı uyarmak için mefuller öne alınmıştır.
2. cümlesinde fiil geçmiş zaman olarak,
cümlesinde ise şimdiki zaman olarak gelmiştir. Zira belagat üsluplarında
alışılageldiği gibi, nıâzîde cereyan etmiş son derece korkunç olayları ifade
etmek için, mâzî yerine muzârî kullanılır. Böylece Yüce Allah, peygamberlerin
öldürülmesi olayını dinleyicilerin gözleri önüne seriyor ve sanki onları, olayı
seyreder hale getiriyor. İşte bu durumda dinleyici bu olayı daha çok yadırgar
ve daha korkunç bulur.
3. Allah'ın la'neti kâfirler üzerinedir
cümlesinde, şeklindeki zamir yerine, denilerek zahir ismin getirilmesi, onların,
küfürleri sebebiyle lanete uğradıklarını göstermektedir.
4. "Musa, size mucizeler getirdi." cümlesinde,
Hz. Musa'nın mucizeler getirdiğini bildirmekten maksat, peygamberlere tabi
olmamaları sebebiyle onları kınamak ve susturmaktır.
5. "Horlayıcı azap" terkibinde ihanetin azaba
isnadı, onun azap sebebiyle meydana gelmesinden dolayıdır. Fiilleri sebeblerine
isnat etmek belagat usluplarmdandır. [301]
Faydalı Bilgiler
Hasan-ı Basrî şöyle der : Cebrâîl (a.s)'e
Rûhu'1-Kuds ismi şunun için verilmiştir. Kuds, Allah demektir. O'nun Ruhu ise
Cebrâîl (a.s)'dir. Do-Iayısıyle Rûhu'1-Kuds demek, Allah'ın ruhu demek olur.
Buradaki izafet, Cebrâîl (a.s.)'i şereflendirmek içindir. Râzî şöyle der: "Nahl
sûresinde bulunan "De ki: "Onu, Rûhu'1-Kuds, Rabbinin katından hak olarak
indirdi.[302] mealindeki âyet, Rûhu'1-Kuds'ün Cebrâîl olduğunu gösteren
delillerdendir.[303]
93. Hatırlayın ki, Tûr'u üzerinize kaldırarak
sizden söz almış, "Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri dinleyin"
demiştik. Onlar "İşittik ve isyan ettik" dediler. Küfürleri sebebiyle kainlerine
buzağı sevgisi dolduruldu. De ki: "Eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü
şeyler emrediyor!"
94. Onlara "Şayet âhiret yurdu Allah katında
diğer insanlara değil de yalnızca size aitse ve bu iddianızda doğru iseniz
haydi ölümü temenni edin" de.
95. Onlar, kendi elleriyle önceden yaptıkları
işler sebebiyle hiç bir zaman ölümü temenni etmeyeceklerdir. Allah zâlimleri iyi
bilir.
96. Yemin olsun ki, sen onları, yaşamaya karşı
insanların en düşkünü olarak bulursun. Putperestlerden daha düşkündürler. Her biri de arzular ikibin sene yaşasın. Oysa
yaşatılması hiç kimseyi azaptan uzaklaştır m az. Allah onların yapmakta olduklarını eksiksiz
görür.
97.
De ki: Cebrail'e kim düşman ise şunu iyi bilsin
ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin
kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve mü'minler için
de müjdeci olarak O indirmiştir.
98. Kim, Allah'a, meleklerine, peygamberlerine,
Cebrail'e düşman olursa, bilsin ki, Allah da inkarcı kâfirlerin
düşmanıdır.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Bu âyetler, Yahudilerin işledikleri diğer günahları
anlatmaktadır. Onlar, yeminle Allah'a verdikleri ahdi bozdukları için Tûr Dağı
üzerlerine kaldırıldı ve Tevrat'ı kabul etmeleri emredildi. Bunun üzerine onu
kabul ettiklerini ve itaat ettiklerini açıkladılar. Ancak bir müddet sonra
tekrar inkâr ve isyana dönerek Allah'ı bırakıp buzağıya taptılar. Buna rağmen
Allah'ın dostları olduklarını, cennetin diğer insanlara değil, kendilerine
ayrıldığım, kendilerinden başkasının oraya giremeyeceğini iddia ettiler. Başta
Cebrâîl (a.s) olmak üzere, günahsız tertemiz meleklere düşman oldular ve
peygamberleri inkâr ettiler. İşte, tarih boyunca Yahudilerin durumu
budur. [304]
Kelimelerin İzahı
Mîsâk, yeminle pekiştirilmiş ahittir.
Tûr, üzerinde Allah'ın Hz. Musa ile konuştuğu
dağdır. : Azim ve ciddiyetle.
"Onlara içirildi" Üşribe, içirildi manasınadır.
Yani, kalpleri onu içer duruma getirildi demektir. Arap dilinde darb-ı mesel
olarak "Onun kalbine, şu şeyin sevgisi içirildi" denilmektedir. Şair Zu-heyr,
bu kelimeyi şöyle
kullanmıştır.
Önce içimde bulunan aşk hastalığından kurtuldum.
Çünkü kalbine içirdiğin sevgi bir hastalıktır.[305]
Hâlisa, akibet ve afiyet kelimeleri gibi mastar
olup, hulûs manasınadır. Yani, "Size mahsus, hiç kimse onda size ortak
olmayacak" demektir.
Hırs, bir şeye düşkünlük demekitr. Hadiste: "Sana
fayda veren şeyi şiddetle ara, peşine düş.[306] şeklinde
kullanılmıştır. Uzaklaştırmak, kenara
çekmek demektir.
Nitekim: Uzaklaştırmak, kenara çekk "Kim cehennemden uzaklaştırılıp
cennete konursa, o gerçekten kurtuluşa ermiştir.[307] mealinedki âyette de bu mânâda gelmiştir. Şâir de, bu kelimeyi şöyle
kullanmıştır:
Dostlarım! Bu gece karanlığı niçin uzaklaşıp
gitmiyor? "Sabah aydınlığına ne oldu da gelmiyor?[308]
Âyetlerin Tefsiri
93. Ey
İsrailoğullan! Tevrat'taki hükümlerle amel edeceğinize dair, sizden yeminle and
aldığımız zamanı hatırlayınız. O zaman, Tûr Dağı'nı üzerinize kaldırarak: Size
verdiğimizi azim ve ciddiyetle alıp kabul
ve itaat ederek dinleyiniz. Aksi takdirde dağı üzerinize atacağız"
demiştik. Onlar "Sözünü işittik ve emrine isyan ettik" dediler. Küfürleri
sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi içirildi. Yani buzağı sevgisi kalplerine
karıştı, ve kara sevda haline geldi. Bu şu demektir: Buzağıya ibadet sevgisi,
boyanın elbiseye ve suyun vücuda girdiği gibi, onların kalplerine girdi ve
kanlarına karıştı. Onlara alay yoluyla de ki : "İmanınız size ne kötü şey
emrediyor!" Buzağıya tapmayı emreden imanınız, ne kötü bir imandır. Eğer iman
ettiğinizi iddia ediyorsanız, bu
yaptığınız ne kötü şeydir. Yani, siz mü'min değilsiniz. Zira iman, buzağıya ibadeti emretmez. [309]
94. Ey
Muhammedi Onlara de ki: İddia ettiğiniz gibi, âhiret yurdu cennet, Allah katında
başkalarına değil de, sadece size ayrılmış ise ve oradaki nimetlerde hiç kimse
size ortak olmayacaksa, Eğer bu
iddianızda doğru iseniz, sizi cennete
ulaştıracak olan ölümü isteyiniz. Çünkü
bu dünya nimetleri, âhiret nimetleri
yanında hiçbir değer ifade etmez. Kendisinin cennet ehlinden olduğunu kesinlikle
bilen kimse elbette oraya gitmeyi ister. Yüce Allah onların bu
yalancı iddialarım reddederek şöyle buyurur: [310]
95.
İşlemiş oldukları günah ve cürümler
sebebiyle onlar, yaşadıkları müddetçe ölümü asla istemezler. Allah o
zâlimler ve yaptıkları zulmü bilir. Ona göre cezalandırır. [311]
96.
Cennete gideceklerini iddia ettikleri halde
Yahudileri, insanların hayata en düşkünü olarak görü sün. Nefislerine
müşriklerden daha düşkündürler. Onların bu düşkünlükleri, işledikleri suçlardan
dolayı cehenneme gideceklerini bilmelerinden ileri gelmektedir. Onlardan herbiri
biner sene yaşamak ister. Ne kadar yaşarsa yaşasın, ömrün uzunluğu onu Allah'ın
azabından uzaklaştırıp kurtaracak değildir. Allah onların yaptıklarını
görmektedir ve ona göre cezalandıracaktır. [312]
97. Ey
Muhammedi De ki: Kim Cebrail'e düşman olursa, o, Allah'ın da düşmanıdır. Çünkü
Allah Onu, kendisiyle peygamberleri arasında bir vasıta kılmıştır. Ona karşı kim düşmanca davranırsa, Allah'a
düşmanlık etmiş olur. Cibrîl-i Emîn'e düşmanlık eden bilmeli ki, bu
Kur'an'ı Senin kalbine Allah'ın emriyle
o indirmektedir. Bu Kur'an önce gelmiş
semavî kitapları tasdik edici; mü'minler için bir hidayet ve bir müjdedir. Yani bunda tam bir hidayet
ve cennet nimetleriyle mü'minleri sevindirecek bir müjde vardır. [313]
98. Kim Allah'a, meleklerine ve peygamberlerine,
özellikle Cebrail ve Mikail (a.s)'e düşmanlık ederse, o, Allah'ın düşmanı bir
kâfirdir. Kuşkusuz, Allah da kâfirlerin düşmanıdır. Çünkü Allah, dostlarından
herhangi birine düşmanlık eden kimseye buğzeder, onlara düşmanlık edenlere
düşmanlık eder.
Bu âyette şiddetli
tahdit ve uyarı vardır. Bu son iki âyetin nüzul sebebi şudur: Rivayet
edildiğine göre, Yahudiler Hz. Peygamber (s.a.v)'e dediler ki: "Risalet ve
vahyi, her peygambere, Allah katından bir melek getirir. Sana vahyi getiren
kimdir? Söyle ki sana tabi olalım. "Rasulullah (s.a.v): "Cebrail'dir" diye cevap
verdi. Bunun üzerine dediler ki: O, harp ve savaş getiren bir melektir. O bizim
düşmanımızdır. Eğer, yağmur ve rahmet getiren "Mîkâil"dir deseydin sana
uyardık. Bunun üzerine Yüce Allah: "De ki: Kim Cebrail'e düşman ise, şunu iyi
bilsin ki, o, Kur'an'ı senin kalbine Allah'ın emriyle indirmiştir..." mealindeki
âyetleri indirmiştir.
[314]
Edebî Sanatlar
1. "Kalblerine buzağı sevgisi içirildi."
cümlesinde istiâre-i mekniyye vardır. Buzağıya ibadet sevgisi, kolay içilen,
lezzetli bir meşrubata benzetilmiştir. Müşebbehün bih meşrub kelimesi
hazfedilmiş, onun levazımından olan işrab kelimesiyle, istiâre-i mekniyye
yoluy'la ona işaret edilmiştir. Şerif Râdî şöyle der: Bu bir istiaredir. Maksat,
onların kalplerini, buzağıyı aşırı derecede sevmekle vasıflandırmaktır. Sanki
kalpler buzağı sevgisini yudum yudum içtiler de bu sevgi, meşrubatın ve
lezzetli bir şeyin karıştığı gibi kalblere karıştı.[315]
2. "De ki: İmanınızın size emrettiği şey ne
kötüdür" cümlesinde, "emr"in "inıan"a isnadı, onlarla bir nevi alaydır.
Nitekim, "Dediler ki: "Ey Şuayb, babalarımızın taptıklarını bırakmamızı...
namazın mı sana emrediyor[316] mealinde ki âyette "emr"in
"namaz"a isnadında alay vardır. İmanın Yahudilere izafesi de böyledir.
Zemahşerî bu şekilde açıklamıştır.
3. "Hayata" terkibinde hayat kelimesi, bu hayatın
özel bir hayat olduğunu göstermek için nekre getirilmiştir. Bu hayat, kişinin
binlerce sene yaşatılacağı uzun bir hayattır.
4. "Allah kâfirlerin düşmanıdır." cümlesi şartın
cevabıdır. Onların yaptıklarının ne kadar çirkin olduğunu göstermek için isim cümlesi tercih
edilmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder. terkibinde, şeklinde zamir kullanma yerine, zahir isim
getirilmiştir. Bu da, küfür sıfatını onlara tescil etmek ve onların meleklere
düşmanlıklarından dolayı kâfir olduklarını vurgulamak içindir.
5. Daha önce bütün melekler zikredilmişken, sonra
Özel olarak Ceb-râîl ve Mîkâil
zikredildi. Bu, âmmdan sonra hassın zikredilmesi kabilin-dendir.
Şereflendirme ve yüceltme ifade eder. [317]
Faydalı Bilgiler
1. "Dinleyin" kelimesinde, "dinleyin" emrinden
maksat, badece sözü anlamak değildir.
Bilakis maksat, Tevrat'ta
emredilen Şeyleri, düşünme, itaat
etme ve uyma şeklindeki dinlemedir. Âyetini "Size verdiğimizi kuvvetle alın"
mealindeki bölümü de bu mânâyı
pekiştirmiştir.
2. Kur'an'ı senin kalbine o indirdi, âyetinde,
özellikle kalp zikredilmiştir. Çünkü kalp, anlama, bilme ve bilgi alma yeridir..
Nitekim "Onların kalpleri vardır,
onlarla kavrayamazlar,[318] mealindeki âyet de bu mânâyı vurgular.
3. Bu sûrede
"onu asla istemeyecekler" cümlesinde ^ edatının, Cuma Sûresinde onu asla
istemezler, âyetinde edatının getirilmesindeki hikmet şudur: Onların
buradaki iddiaları, oradaki iddialarından daha büyüktür. Zira Yahudiler burada
cennetin kendilerine ayrıldığım, orada
ise sadece kendilerinin Allah'ın dostu olduklarını iddia
etmişlerdir. Dolayısıyle burada onların ölümü
temenni etmeyeceklerini, hem şimdiki zamanı, hem de gelecek zamanı
olumsuzlaştıran ^ edatı ile tekit etmek, orada ise sadece nefy edatı ile
yetinmek uygun düşmüştür.[319]
4. Bu âyet-i kerime mucizelerdendir. Çünkü gaybı
haber vermiş, o-lay, haber verdiği gibi gerçekleşmiştir. Rasulullah (s.a.v.)'ın
zamanındaki Yahudilerden hiçbirisinin ölümü istememiş olması, bu mucizenin
gerçekleştiğini göstermek için kâfidir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Eğer Yahudiler ölümü isteselerdi, mutlaka ölecekler ve cehennemdeki yerlerini
göreceklerdi.[320]
99.
Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. Onları
ancak fâsıklar inkâr eder.
100. Ne zaman onlar bir andlaşma yaptılarsa, yine kendilerinden bir
gurup onu bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmez.
101. Allah tarafından kendilerine, yanlarında
bulunanı tasdik edici bir elçi gelince Ehl-i kitaptan bir gurup, sanki Allah'ın
kitabını bilmiyormuş gibi onu arkalarına atıp
terkettiler.
102. Onlar Süleyman'ın hükümranlığı hakkında
şeytanların uydurup söylediklerine ve Hârût ve Mârût adındaki iki meleğe
indirilene tabi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin
şeytanlar kâfir oldular, çünkü insanlara sihri öğretiyorlardı. Halbuki o iki
melek, herkese: "Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da
kâfir olmayasınız" demeden hiç kimseye öğretmezlerdi. Onlar, o iki me-lekden
karı ile koca arasını açacakları şeyi öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah'ın
izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni
değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların âhiretten nasibi
olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne
kötüdür! Keşke anlasalardı!
103. Eğer iman edip kendilerini kötülükten
korusalardı, şüphesiz, Allah tarafından verilecek sevap daha hayırlı olacaktı.
Keşke anlasalardı!
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah, Yahudilerin fıtratında bulunan kötü
niyet, ahdi bozma, Allah'ın peygamberlerini yalanlama Allah ile kullan arasında
elçilik, görevini îfa eden Cebrail (a.s.)'e kadar varacak şekilde, O'nun
dostlarına düşmanlık etme gibi kötü huylarını açıkladıktan sonra, yaptıkları
akitlere vefasızlık, peygamberleri yalanlama, göz bağcılık ve sapıklık yollarına
girmenin Yahudilerin âdetlerinden olduğunu açıkladı. Bu ayetlerde Hz. Mu-hammed
(s.a)'i teselli vardır. Zira Yahudiler ona karşı da aynı davranışta bulunmuşlar,
Allah'ın kitabı Tevrat'la o nurlu Peygamberin geleceğini müjdeleyen, ona iman
etmenin, ona uymanm gerekli olduğunu bildiren âyetleri kabul etmemişler ve
bunları arkaya atmışlardır. Bununla da kalmamışlar sihir ve göz bağcılık
kitaplarından şeytanların kendilerine verdiği bilgilere uymuşlar ve bu
bilgileri, onlarla hiç ilgisi olmayan Süleyman (a.s.)'a isnad etmişlerdir. İşte
bütün peygamberlere karşı Yahudilerin tutumu böyle olmuştur. Bu sebeple neticede
şöyle denmiştir: Öyleyse ey Muhammed! Sen onların yaptıklarından dolayı kendini üzme. [321]
Kelimelerin İzahı
"Attı." Nebz, atmak ve bırakmak demektir. Bundan
türetilerek, yol üzerine bırakılan eşyaya denilmiştir. Şâir bu kelimeyi şöyle
kullanmıştır.
Kendilerine adil olmalarını emrettiğin kimseler,
senin kitabını attılar ve haramları helal saydılar.[322]
Okumak ve ardından gitmek mânâsına gelen "tilavet"
kökünden türemiş olup, burada "konuşur" ve "rivayet eder" demektir. Taberi şöyle
der: Arap dilinde sözündeki tilavetin iki mânâsı vardır. 1. Ardından gitmek.
Nitekim, birisinin arkasından gidip onu takip ettiğin zaman dersin. 2. Okumak
demektir. Bir kimse Kur'an okuduğunda: denilir.[323]
Cevheri diyor ki: Kaynağı ince ve latif olan herşey
sihirdir. Bu kelime aynı zamanda
aldatmak mânâsına gelir. "Onu
aldattı" demektir.[324] Hadiste de "Öyle açık ifadeler vardır ki büyüleyicidir[325] şeklinde
gelmiştir.
Fitne; denemek, imtihan etmek demektir. Altının
hakiki mi sahte mi olduğunu anlamak için ateşle deneyen kimse: altını denedim"
der.
Halâk; nasip, pay demektir. Zeccâc der ki: Bu
kelime, hayırdan bol pay demektir. Çoğunlukla hayırda kullanılır.
Mesûbet, sevap ve mükâfat demektir. [326]
Âyetlerin Tefsiri
99. Ey
Muhammed! Andolsun ki biz sana senin peygamberliğini gösterecek apaçık âyetler
indirdik. Bu âyetleri, Allah'a itaatten çıkan ve küfürde inat edenlerden başkası
ne yalanlar ne de inkâr eder. [327]
100.
Ne zaman bir antlaşma yaptılarsa, yine onlardan bir grup bu ahdi bozmadı mı?
Yani onlar apaçık âyetleri inkâr etmediler mi? Zaten onlar ne zaman bir ahit
verdilerse, onlardan bir grup çıkıp bu ahdi bozmadı mı? Hatta Yahudilerin çoğu
Tevrat'a da gerçekten inanmaz, bu yüzden de ahitlerini ve sözlerini
bozarlar. [328]
101.
Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunan Tevrat'ı tasdik eden, dinin
esaslarında onunla çatışmayan ve Hz. Musa (a.s).'nin peygamberliğini ikrar eden
elçi Hz. Muhammed (s.a.v.) geldiğinde, Ehl-i kitap'tan bir grup, sanki, onun
peygamberliğine delalet eden hiçbir şey bilmiyormuş gibi, Allah'ın kitabını
arkalarına attılar. Yani Yahudi âlim ve bilginleri Tevrat'ı terkedip ondan
tamamen yüz çevirdiler. Zira o, Hz. Muhammed (s.a.v.)'ın peygamberliğini
bildiriyordu. Ondaki delilleri bilmiyorlarmış gibi, Muhammed (s.a.v.)'in
peygamberliğini inkâr ettiler ve bu
inkârlarında ısrar ettiler. [329]
102.
Süleyman'ın hükümdarlığı dönemine ait şeytanların kendilerine anlattığı sihir ve
göz bağcılık gibi Şeylere uydular. Halbuki Süleyman sihirbaz değildi ve sihiri
öğrenmekle kâfir de olmadı. ^lj Fakat şeytanlar kâfir oldular. Çünkü onlar
insanlara sihri Öğrettiler ve böylece sihir halk arasında yaygın hale geldi.
Yahudi İleri gelenleri sihre
tabi oldukları gibi,
Küfe bölgesindeki Babil Krallığı'nda Hârût ve Mârût adında iki
meleğe indirilen şeylere de tabi
oldular. Halbuki Allah o iki meleği, insanları denemek ve İmtihan etmek için
indirmişti. Bu iki melek hiç bir kimseye "Biz ancak imtihan için gönderildik,
sakın kâfir olmayasınız" demeden (sihir) öğretmezlerdi. Yani bu iki melek hiçbir
kimseye, iyice nasihat etmedikçe ve : "Bu sana anlattığımız, Allah tarafından
sadece bir imtihan ve denemedir. Sakın onu halka zarar vermek için kullanıp da
onun yüzünden kâfir olmayasın, demedikçe sihir öğretmezlerdi. Zira kim sihiri
insanları onun zararından korumak için öğrenirse kurtulur. Kim de insanlara
zarar vermek için Öğrenirse sapıtır ve helak olur. '.A1 Buna rağmen onlar
meleklerden, eşlerin arasını ayırmaya sebep olacak sihir ilmini öğreniyorlardı.
Daha önce eşler arasında sevgi ve muhabbet varken, aralarında ayrılık ve
anlaşmazlık zuhur ediyordu. Halbuki onlar yaptıkları sihir ile, Allah izin
vermedikçe kimseye zarar veremezlerdi. Onlar, kendilerine fayda değif, zarar verecek şeyi öğreniyorlardı.
Yani onlar sihir öğrenmekle kâr değil, zarar ediyorlardı. Şüphesiz, Allah'ın
kitabını arkaya atan ve onu sihirle değiştiren Yahudiler, kendilerininin, ne
Allah'ın rahmetinden, ne de cennetten bir payları olmadığını bilmektedir. Çünkü
onlar, sihri Allah'ın kitabına tercih ettiler. Nefislerini vererek onun
karşılığında aldıkları ne kötü şeydir. Keşke bunu bilseler, veya anlayıp idrâk
etselerdi. [330]
103. Eğer bu sihri öğrenenler, Allah'a iman edip
O'nun azabından korksalardi. Elbette Allah onlara, meşgul oldukları sihirden
daha iyi bir mükâfat verirdi. Zira sihir onlara azap. ziyan ve helakten başka
bir şey getirmez. Keşke bunu bilselerdi.
Rasulullah (s.a.v.),
Süleyman (a.s.)'in peygamber olduğunu söyleyince bazı Yahudi alimleri "Muhammed,
Davud oğlu Süleyman'ın peygamber olduğunu iddia ediyor. Buna şaşmıyor
musunuz?!.. Vallahi O, sadece bir sihirbazdı" dediler. Bunun üzerine: "Halbuki
Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Fakat şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara
sihri öğretiyoijlardı" mealindeki bölüm inmiştir. [331]
Edebî Sanatlar
1. "Allah katından bir elçi" terkibinde, tazim'
için "Rasul" kelimesi nekre olarak
getirilmiştir. Rasulullah (s.a.v.)'m Allah katından geldiğinin bildirilmesi de
tazimin büyüklüğünü ifade eder.
2. İfadesi bir darb-ı mesel olup bir şeyden
tamamen yüz çevirmek, ona hiç bakmamak
için kullanılır. Araplar, bir kimsenin bir şeyden tamamen yüz çevirdiğini ifade
etmek için "Onu arkaya attı" derler. Çünkü arkaya atılan şeye artık bakılmaz. Bu
ifade, Yahudilerin Tevrat'tan tamamen
yüz çevirmelerinden kinayedir.
3. "Keşke bilselerdi." Bu ifade, belagat
sanatların da yaygın olan bir söyleyiş şeklidir. Çünkü bir şeyi bilen bir kimse,
ilminin gereği ile amel etmiyorsa, o kimse bazen o şeyi bilmeyen câhil yerine
konur ve câhiller gibi bilgisiz sayılır.
4. Burada fiil cümlesi yerine, devamlılık ve
istikrar ifade etmek için isim cümlesi getirilmiştir. [332]
Faydalı Bilgiler
İki meleğin, insanlara sihir öğretmesinin hikmeti:
O dönemde sihirbazlar çoğaldı ve sihirde birçok enteresan sanatlar icat
ettiler. Hatta peygamberlik iddia edenler de oldu. Bunun üzerine Yüce Allah, bu
iki meleği gönderdi ki, insanlara sihir çeşitlerini öğretsinler de, insanlar
sihirle mucize arasını ayırma imkanını bulsunlar ve yalan söyleyerek
peygamberlik iddia edenlerin, peygamber değil, sihirbaz olduklarını
anlasınlar. [333]
104. Ey iman edenler! "Râinâ" demeyin, "unzur-nâ"
deyin (söylenenleri )dinleyin. Kâfirler için acı verici bir azap
vardır.
105. Kâfirler de putperestler de Rabbinizden size
bir hayır indirilmesini istemezler. Halbuki Allah rahmetini dilediğine verir,
Allah büyük lütuf sahibidir.
106. Biz, bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır
veya onu unutturursak mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez
misin ki Allah her şeye kadirdir.
107. Bilmez misin göklerin ve yerin mülkiyet ve
hükümranlığı yalnızca Allah'ındır? Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de
bir yardımcı vardır.
108. Yoksa siz de daha önce Musa'ya sorulduğu
gibi peygamberinize sorular sormak
mı istiyorsunuz? Kim imanın yerine küfrü alırsa şüphesiz dosdoğru
yoldan sapmış olur.
109. Ehl-i
kitapdan çoğu, hakikat
kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan
ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek isterler. Siz, Allah onlar
hakkındaki emrini getirinceye kadar affedip, bağışlayın. Şüphesiz Allah her
şeye kadirdir.
110. Namazı kılın, zekatı verin, önceden kendiniz
için yaptığınız her iyiliği Allah'ın katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah,
yapmakta olduklarınızı noksansız görür.
Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde Yahudilerin çirkin
işlerini ve kendile-,rine mahsus sihirbazlık ve göz bağcılıklarını anlattıktan
sonra, bu âyetlerde de, onların diğer kötülük ve serlerini açıklar. Bu
kötülükler, Yahudilerin Hz. Peygamber (s.a.v.)'e ve müslümanlara karşı
kalplerinde gizlemiş oldukları kin, hased, kötüleme, nimetin mü'm inlerin
elinden gitmesini temenni etme ve bazı şer'î hükümlerin neshedümesi sebebiyle
İslâmiyeti hedef alıp kötüleme ve tenkit etme gibi çirkin
davranışlardır. [334]
Kelimelerin İzahı
Bizi gözet, bekletmek ve mühlet vermek mânâsına
gelen mastarından türemiştir. Murââtın aslı da, insanların ihtiyaçlarını
gözetmek mânâsına gelen "riâyet" kelimesidir. Yahudiler bunu tahrif ederek,
ahmaklık mânâsına gelen "raünet" kelimesinden türetilmiş sövgü ifade eden bir
kelime haline getirmişlerdir. Bundan dolayı Yüce Allah mü'minlerin bu kelimeyi
kullanmalarını yasaklamıştır.
bjJül :Bize bak, bakmak ve "beklemek" mânâsından
emirdir. Bir kimse, birisini bekleyip gözetlediğinde der. Buna göre bu
kelimenin mânâsı "Bizi gözet, bize mühlet ver" demek olur.
Temenni eder ister demektir.
"Gideririz" Nesh lügatte, iptal etmek ve gidermek
demektir. Güneş ışınları gölgeyi giderdiğinde denilir. Istılahı mânâsı: Şer'î bir hükmü, yine şer'î başka bir hükümle değiştirmek ve
kaldırmak demektir.
"Unuttururuz." Unutturmak mânâsına gelen inşâdan
geniş zamandır. Aslı ise zikrin zıddı olan nisyandır. O âyeti kalplerden
sileriz, demektir.
Veli, insanların ihtiyaçlarının ve işlerinin
idaresini üstlenen
kimse demektir.
Nasîr, nasara fiilinden türetilmiş mübalağa ifade,
eden bir sıfattır. "Yardımcı" demektir. Bir kimse birisine yardım ettiğinde
derler.
"Yoksa" mânâsına gelen ile aynı mânâdadır. Bir
cümleden di-ğer cümleye geçişte kullanılır. Nitekim, "Yoksa Kur'an'ı kendisi mi
uydurdu diyorlar?[335] mealindeki âyette de mânâsına kulanılmıştır.
"Değiştirir" Bir kimse bir şeyi başka bir şeyin
yerine koyduğunda denir. ve aynı mânâda kullanılır. İmanı küfürle değiştirmek,
imanın yerine küfrü almak demektir.
Sevâe's-Sebîl, "orta yol" demektir. Her şeyin
ortasına "sevâ" denir. Sebîl de yol manasınadır.
Affedin. Afv, bir günahtan dolayı sorguya
çekmemek.
"Kınamayın" Safh günahtan dolayı kınamamak demektir. [336]
Nüzul Sebebi
Rivayete göre Yahudiler şöyle dediler: Muhammed'in
durumuna şaşmıyor musunuz?!.. Arkadaşlarına önce bir şeyi yapmalarını söylüyor,
daha sonra onu yasaklayıp aksini emrediyor. Bugün bir söz söylüyor, yarın
ondan dönüyor. Şu halde, bu Kur'an Muhammed'in kendi sözlerinden başka bir şey
değildir. Çünkü bir sözü bir sözünü
tutmuyor. Bunun üzerine:
Ayetlerin Tefsiri
104.
Bu, Yüce Allah'ın mü'minlere hitap ettiği bir sesleniştir. O şöyle buyurur:
"Bize okuduklarını ezberleyecek ve koruyacak kadar mühlet ver, bizi gözet, demek
için "râinâ" kelimesini kullanmayın. "Bizi bekle, bizi gözet" mânâsına olan
unzurnâyı söyleyiniz. Allah'ın emirlerine itaat edin Yahudiler gibi olmayın.
Çünkü onlar "işittik ve isyan ettik" dediler. Peygamberi kınayıp ona söven
yahudiler için acıklı, ızdırap verici bir azap vardır. [338]
105.
Yahudi, Hıristiyan ve putperest kâfirler, sizi kıskandıkları ve size kin
kustukları için, Rabbiniz tarafından size bir hayır indirilmesini istemezler.
Allah ise kullarından dilediğine, hususî olarak peygamberlik ve vahy verir, onu
fazl ve ihsanına mazhar kılar. Allah'ın fazl ve ihsanı boldur. Daha sonra Yüce
Allah, nesh sebebiyle Yahudilerin Kur'an'a hücum etmelerini reddederek şöyle
buyurur: [339]
106.
Ey Muhammed! Biz herhangi bir âyetin hükmünü değiştirir veya onu senin kalbinden
silersek Gerek dünya, gerekse âhiret hususunda sizin için ondan daha hayırlı ve
daha faydalısını veya onun dengini getiririz. Bunu da, ya sizden meşakkati
kaldırmakla, veya mükafat ve sevabınızı artırmakla yaparız. Bilmiyor musun ki,
Allah herşeyi bilir, hikmet sahibidir ve herşeye kadirdir. Kullan için O'ndan,
hayır ve iyilikten başka bir şey meydana gelmez. [340]
107.
Bilmiyor musun ki Allah hakiki maliktir, mahlukâtın işlerinde tasarruf
sahibidir. İstediğini emreden ve istediğiyle hükmedendir. Allah'tan başka sizin
işlerinizi gözetecek bir dostunuz veya size yardım edecek bir yardımcınız
yoktur.Allah ne güzel bir yardımcıdır. [341]
108.
Ey mü'minler! Yoksa daha Önce Yahudilerin, peygamberleri Musa'ya sorduğu gibi,
siz de Peygamberinize sorular sormak mı istiyorsunuz? O takdirde
peygamberlerine "Allah'ı bize açıkça göster[342] demiş olan Yahudilerin durumuna
düşmüş olur ve onların saptığı gibi siz
de saparsınız. Kim hidayeti dalâletle değiştirir ve imanın yerine küfrü alırsa,
ana yoldan sapmış ve doğru yoldan çıkmış olur. [343]
109.
"Yahudi ve Hıristi yani ardan bir çoğu sizin dininizin hak olduğuna dair apaçık
delilleri gördükten sonra, kötü ruhlarının etkisiyle kıskanarak, sizi, iman
ettikten sonra küfre döndürmek isterler. Onlara karşı savaşmak için Allah size
izin verinceye kadar, onları affedin, onlardan yüz çevirmeyin, onları
cezalandırmayın. Allah herşeye kadirdir. Dolayısıyle, zamanı gelince onlardan
intikam alacaktır.
[344]
110. İslâm'ın iki esası olan namazı güzelce
kılmaya ve zekatı vermeye devam ediniz. Bedenî ve malî ibadetlerle Allah'a
yaklaşınız. İster farz olsun, ister nafile olsun namaz, sadaka veya amel-i salih
gibi hayırlardan hangisi ile
Allah'a
yaklaşırsanız, sevabını O'nun katında bulursunuz. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı
gözetmekte ve görmektedir. Kıyamet gününde ona göre size ceza veya mükâfat
verecektir. [345]
Edebî Sanatlar
1. Rabbinizden, terkibindeki izafet,
şereflendirmek içindir. Burada, Allah'ın kullarını büyütüp beslediğini
hatırlatma da vardır.
2. Allah, hususi olarak verir, ve Allah,
büyük lütuf sahibidir, âyetlerinin
Allah lafzı ile başlaması, işin büyüklüğünü göstermektedir.
3. "Bilmedin mi?" Burdaki soru, takrir içindir.
Hitap Peygamber (s.a.v.)'e olup maksat ümmetidir. "Sizin için, Allah'dan
başkası yoktur" ifadesi bunun delilidir.
4. terkiplerinde, zamir yerine Allah lafzının
getirilmesi ruhlardaki korku ve
endişeyi artırmak içindir.
5. "Doğru
yolu şaşırdı" Bu ifade, sıfatın
mevsufa izafeti kabilinden olup "doğru yol" manasınadır. Bu şekilde bir ifade,
hakkı gördükten sonra onu bırakıp bâtıla dönen kimsenin son derece alçaklık
ettiğini ve âdî birisi olduğunu
vurgular. [346]
Faydalı Bilgiler
1. Yüce Allah, hitabıyle Kur'an'm 88 yerinde mü'minlere hitap etmiştir. Bu
hitap Allah'ın mü'minlere yönelerek bu
surede yaptığı ilk hitaptır. Muhatapları "Ey mü'minler!" diye seslenilmesi,
onlar, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve
itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır.
2. Müslümanlara, Peygamber'e hitap ederken
demeleri yasaklanmış, bunun yerine demeleri emrolunmuştur. Burada güzel bir
davranışa dikkat çekilmektedir ki bu da, insanın konuşurken, sevgi ve saygı
göstermesi gereken bir makamda, eziyet verecek veya hürmette kusur sayılabilecek
sözleri kullanmaktan sakmmasıdır.
3. Yahudiler Râinâ kelimesini kullanarak sövgü ve
küfür mânâsını kastediyorlardı. Rivayete göre, Sa'd b. Muaz bu kelimeyi onlardan
işitmiş ve şöyle demiştir.. "Ey Allah'ın düşmanları, Allah'ın la'neti sizin üzerinize olsun. Allah'a andolsun ki,
sizden birinizin bunu
Rasulullah (s.a.v.)'a söylediğini
işitirsem mutlaka boynunu vururum, Yahudiler: "Siz de bunu söylemiyor musunuz?
dediler. Bunun üzerine âyeti
indi. [347]
111. (Ehl-i kitap): "Yahudiler yahut
Hıristiyanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek" dediler. Bu onların
kuruntusudur. Sen onlara "Eğer sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin."
de.
112. Bilakis, kim iyi işler işleyerek yüzünü
Allah'a döndürürse onun ecri Rabbi katındadır. Öyleleri i-çin ne bir korku
vardır, ne de üzüntü çekerler.
113. Hepsi de kitabı okumakta oldukları halde
Yahudiler: "Hıristiyanlar bir
şey üzerinde değillerdir" dediler. Hıristiyanlar da
"Yahudiler bir şey üzerinde değillerdir" dediler. Kitabı bilmeyenler de tıpkı
onların söylediklerini söylediler. Allah, ihtilafa düştükleri hususlarda
kıyamet günü onlar hakkında hükmünü verecektir.
114. Allah'ın
mescidlerinde Allah'ın adının anılmasına engel
olan ve onların
harab olmasın çalışandan daha
zalim kim vardır? Aslında bunların o-ralara ancak korkarak girmeleri gerekir.
Bunlar için dünyada rezillik, âhirette de büyük bir azap
vardır.
115. Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye
dönerseniz Allah'ın zatı oradadır. Şüphesiz Allah'ın rahmeti ve ni'meti
geniştir, o her şeyi bilendir.
Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Bu mübarek âyetlerde yine Ehl-i kitabın batıl
iddiaları açıklanmaktadır. Zira Yahudi ve Hıristiyan gruplardan her biri,
cennetin kendilerine mahsus olduğunu iddia etmiş ve diğer grubun dinini
kötülemiştir. Yahudiler Hıristiyanların küfür ve dalâlet içerisinde olduklarına
inanmış, Hz. İsa'yı ve İncil'i inkâr etmişler. Hristiyanlar ise, Hz. İsa
yahudilerin şeriatını tamamlamak için geldiği halde ona inanmadıklarından dolayı
yahudileri kâfir kabul etmişlerdir. Bu çekişmeden, nefsanî arzuların
şiddetlendirdiği bir düşmanlık meydana geldi. Neticede gruplar birbirinin dinini
kötülemeye ve cennetin kendilerine mahsus olduğunu iddia etmeye başladılar.
Yüce Allah, bu her iki grubu da yalanladı ve cenneti ancak, iyi amel işleyen
takva sahibi mü'minlerin kazanacağını açıkladı. [348]
Kelimelerin İzahı
Hûd, hâid kelimesinin çoğulu olup "Yahudiler"
demektir. Hâid: "Tevbe etmek" mânâsına gelen fiilinden türemiş olup tevbe eden,
günahından dönen demektir. Nitekim "Biz sana döndük[349] mealindeki âyette de bu mânâda kullanılmıştır.
"Onların arzuları" Emanî, Ümniye kelimesinin
çoğuludur. Ümniye ise, insanın temenni
ve arzu ettiği şeydir.
"Deliliniz" Burhan, kesin bilgiye ulaştıran delil
ve hüccet demektir.
Teslim oldu ve boyun eğdi demektir.
Harâb, yıkmak ve yok etmek demektir. Harap, maddî
ve manevî olmak üzere iki kısımdır. Meselâ: Allah'ın evleri olan camileri
yıkmak maddî O'nun emirlerini bu camilerden kaldırmak ise manevî
tahriptir.
Hızy, zillet ve horluk demektir.
Semme, Sâ'nm üstünü ile okunduğu takdirde yer zarfı
olup "orada" manasını ifade eder.
Vech, yön demektir. Burada "Allah'ın Vechi"nden
murat, O'nun razı olduğu ve yönelmeyi emrettiği yön demektir. [350]
Âyetlerin Nüzul Sebebi
İbn Abbas (r.a.) şöyle rivayet etmiştir; Necran
Hıristiyanları Resulul-lah (s.a.v.)'a geldiklerinde, Yahudi bilginleri onlara
geldi ve Rasulullah (s.a.v)'ın yanında
onlarla münakaşa etliler. Rafi b. Harmele Hıristiyanları: "Sizin dayanacağınız
hiçbir gerçek yoktur", diyerek Hz.
İsa'yı ve İncil'i inkâr etti. Necrân H iri s tiy ani arından bir adam da
Yahudilere "Sizin dayanacağınız hiçbir gerçek yoktur", diyerek Hz. Musa'nın
peygamberliğini ve Tevrat'ı inkâr etti. Bunun üzerine Yüce Allah yâ diye başlayan âyeti indirdi.[351]
Âyetlerin Tefsiri
111.
Yahudiler,Yahudi olanlardan başkasının cennete asla giremeyeceğini,
Hıristiyanlar da Hıristiyan olanlardan başkasının cennete asla giremeyeceğini
söylediler. Bu onların hayalleri ve rüyalarıdır. Ey Muhammedi Onlara de ki:
Davanızda doğru iseniz, iddianıza açık bir delil geliriniz. [352]
112.
Hayır, kim inanarak ve Rasulullah (s.a.v.)'ı tasdik edip Ona uyarak teslim olur, boyun eğer ve Allah'a hakkıyle
kulluk ederse, cennete o girer, Onun ameline karşılık Allah katında sevabı vardır. Bu tür kimseler için
âhirette korku yoktur. Bunlar ne üzülürler, ne de kederlenirler. Bilakis
bunlar sonsuz nimetler içinde yaşarlar. [353]
113. Yahudiler İsâ (a.s.)'yı inkâr edip
"Hıristiyanların, nazarı itibara alınacak doğru bir dinleri yoktur. Onların
dinleri bâtıldır, dediler. Hıristiyanlar da Yahudiler hakkında aynı şeyi
söyleyip Hz. Musa'yı inkâr ettiler ve Yahudilerin dini nazar-ı itibara alınacak
sahih bir din değildir."dediler. Halbuki Yahudiler Tevrat'ı Hıristiyanlar ise
İncil'i okuyorlardı. Her iki grup da bile bile birbirlerini inkâr ettiler.
Hiçbir şey bilmeyen müşrik Araplar da, Ehl-i kitabın dediği gibi, yani:
"Muham-med'in dini bâtıldır" dediler. Allah kıyamet gününde, Yahudilerle
Hıristiyanlar arasında, ihtilâf ettikleri din hususunda hükmedecek ve âdil
hükmüyle haklı ile haksızı
birbirinden
114.
Allah'ın mescidlerinde, Onun adının anılmasına engel olan ve onların harap
olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır?!.. Bu soru, bu işi yapanlardan
daha zâlim birisinin bulunabileceğinin
çok uzak ve imkânsız olduğunu vurgular. Yani, insanların, Allah'ın evlerinde
O'na kulluk etmesini engelleyen ve Romalıların Beyt-i Makdis'i yıktıkları veya
Kureyş kâfirlerinin Beytul-lalı'ta ibadeti engelledikleri gibi o mescitlerin
harap olmasına çalışan kimseden daha zâlim hiç kimse yoktur,: O kâfirlerin
mescitleri yıkma veya oralarda ibadeti engelleme cüretleri bir tarafa, oralara
korku içinde ve boyun eğmeksizin girme hakları da yoktur. İşte yukarıda adı
geçenler için dünyada zillet ve zorluk vardır. Onlar ahirette de büyük bir azab
yani cehennem azabı içindedirler. [355]
115. Doğu ve batı Allah'ındır. Güneşin doğduğu
yerde, battığı yer de, yani bütün dünya Allah'ındır. Yani Allah'ın emriyle hangi
tarafa yönelirseniz, Onun sizin için razı olduğu kıblesi oradadır. Allah fazl
ve keremi ile bütün mahlukâtı kuşatır, onların işlerinin idaresini bilir.
Onların durumlarından hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.
Bu âyet, kıblenin ne
tarafta olduğunu bilmeyen ve araştırmakla bu-lamıyarak herhangi bir yöne namaz
kılan kimseler hakkında nazil olmuştur. [356]
Related Posts
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder