NEBE SÛRESİ

Hiç yorum yok
. 6


NEBE SÛRESİ

Mekke’de inmiştir, 40 ayettir.

Takdim

Nebe' (Amme) sûresi Mekke'de inmiştir. Bu sûre de kıyamet, öldük­ten sonra dirilme ve haşr hakkında önemli haber verildiği için buna Nebe' sûresi denir. Sûrenin ana konusu, müşriklerin öteden beri inkâr ede geldik­leri "öldükten sonra dirilme" inancını isbat hakkındadır.
Bu mübarek sûre, kıyamet, öldükten sonra dirilme ve hesaptan haber vererek başlar. Bu konu, Mekke kâfirlerinden birçoğunun zihnini meşgul etmiş ve sonunda bu konuyu tasdik edenler ve yalanlayanlar olarak iki kısma ayrılmışlardır: "Birbirlerine neyi soruyorlar? O büyük haberi mi?..."
Daha sonra sûre, Alemlerin Rabbinin kudretini gösteren delilleri geti­rir. Son derece eşsiz ve güzel şeyleri yaratabilen, Allah, insanı öldükten sonra tekrar yaratmaktan âciz kalmaz: "Biz, yeryüzünü bir beşik, dağlan da birer kazık yapmadık mı? Sizi çift çift yarattık. Uykunuzu bir dinlendirici kıldık..."
Bunun ardından sûre, öldükten sonra dirilmeyi anlatır. Onun zamanı­nın sınırlı olduğunu bildirir. O gün, kullar arasında hüküm verme günüdür. Şöyle ki Allah, hesaba çekmek için, öncekileri ve sonrakileri bir araya top­lar: "Şüphesiz adaletle hüküm verme günü, belirlenmiş bir zamandır. Sûr'a üflendiği gün, bölük bölük Allah'a gelirsiniz..."
Bundan sonra sûre, Yüce Allah'ın, kâfirler için hazırlamış olduğu ce­hennemden ve oradaki zelil edici azap çeşitlerinden bahseder: "Azgınların barınağı olan cehennem de pusuda bekler. Azgınlar orada çağlar boyu kalırlar."
Bu mübarek sûre, kâfirlerden sonra takva sahibi mü'minlerden ve Yüce Allah'ın onlar için hazırlamış olduğu çeşitli nimetlerden bahseder. Bunları Kur'ân'm korkutmayı ve teşviki beraber yapan üslubu ile açıklar: "Şüphesiz takva sahipleri için kurtuluşa erme zamanı yeri ve orada bahçe­ler, üzüm bağlan, göğüsleri tomurcuklanmış akran kızlar ve içki dolu kâse­ler vardır".
Bu mübarek sûre, kıyamet gününün dehşetini anlatarak sona erer. Şöyle ki, o gün kâfir, toprak olup da haşr edilmemeyi ve sorguya çekilme­meyi ister: "Biz, pek yakında gelecek bir azap ile sizi uyardık. Kişi, iki eliyle yaptıklannı o gün görecektir. Kâfir de, keşke toprak olsaydım, diye­cektir".[1]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Birbirlerine hangi şeyden soruyorlar?
2. Büyük haberden mi?
3. Ki onlar onda ayrılığa düşmüşlerdir.
4. Hayır! Anlayacaklar!
5. Yine hayır! Onlar (hakikati) anlayacaklar!
6, 7. Biz, yeryüzünü bir beşik, dağları da birer kazık yapmadık mı?
8. Evet sizi çift çift yarattık.
9. Uykunuzu bir dinlenme kıldık.
10. Geceyi bir örtü eyledik.
11. Gündüzü de geçimi kazanma zamanı yaptık.
12. Üstünüzde yedi sağlam gökyüzü bina ettik.
13. (Oraya) parlak kandiller astık.
14, 15, 16. Size tohumlar, bitkiler; ağaçlan sarmaş dolaş olmuş bağlar ve bahçeler yetiştirmek için üstüste yığılıp sıkışan bulutlardan şarıl şarıl akan sular indir­dik.
17. Şüphesiz adaletle hüküm verme günü, belir­lenmiş bir zamandır,
18. Sûr'a üflendiği gün, bölük bölük Allah'a gelir­siniz.
19. O gün gökyüzü açılır ve orada pek çok kapılar oluşur.
20. Dağlar yürütülür, serap haline gelir.
21, 22. Azgınların barınağı olacak cehennem de (avını yakalamak için) pusuda bekler.
23, 24, 25, 26. (Azgınlar) orada çağlar boyu kalır­lar, orada bir serinlik ya da bir içimlik meşrubat tad-mazlar, ancak dünyada yaptıklarına uygun karşılık ola­rak kaynar bir su ve irin tadarlar.
27. Çünkü onlar hesabı ummazlardı.
28. Bizim âyetlerimizi yalanladıkça yalanlamışlar­dı.
29. Biz ise her şeyi bir kitapta sayıp yazmışızdir.
30. (Bundan sonra onlara), "Tadın (azabı!) Size azaptan başka bir şeyi çoğaltmayacağız!" denilir.
31, 32, 33, 34. Şüphesiz takvâlı kişiler için kurtuIuşa erme zamanı ve bahçeler, üzüm bağları, göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar, içki dolu kâseler vardır.
35, 36, 37. Rabbinden bir mükâfaat, bir hediye, bir hesap görme olarak cennette onlar ne boş bir lakırdı ne de birbirlerine karşı yalan işitirler. O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. O, rahmandır. O gün insanlar O'na karşı konuşmaya yetkili değiller­dir (buna güçleri de yetmez).
38. Ruh (Cebrail) ve melekler saf saf olup durdu­ğu gün, Rahmân'ın izin verdiklerinden başka orada bu­lunanlar
hiç konuşmazlar. Konuşan da doğruyu söyler.
39. İşte o, hak gündür. O halde dileyen Rabbine varan bir yol edinsin.
40. Biz, pek yakında gelecek bir azap ile sizi uyar­dık. O gün kişi önceden ne yapmışsa onu görecek ve kâ­fir "Keşke toprak olsaydım!" diyecektir.

Kelimelerin İzahı

Sebt, lügatte, kesmek demektir. Gece iş yapmayı ve hareketi kestiği için ona "sübât" denişmiştir.
Vehhâc yanan, parlayan manasınadır. Ateş parladığmda derler. Vehhâc, onların bu sözlerinden alınmıştır.
Seccâc, şiddetli dökülen demektir. Bir şey çokça aktığında denir. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Haccın en üstünü lebbeyk diyerek sesi yükseltmek ve kurban keserek kan akıtmaktır"[2]
Kevâib, memesi belirmeye başlamış ve biraz kabararak yuvarlaklaşmış kız demektir.
Dihâk, dolu manasınadır. Bir kimse, kâseyi doldurduğunda der. Şâir der ki:
Amir, kendisini ağırlamamızı isteyerek bize geldi. Biz de onun için kadeh doldurduk.[3]

Âyetlerin Tefsiri

1. O inkarcılar birbirlerine hangi şeyden soruyorlar? keli­mesinin aslı harfi, harfine idğâm edilmiş ve soru edatı olan nın elifi hazfedilmiştir. Burada maksat sadece "soru" değildir. Maksat du­rumun büyüklüğünü ve önemini ifade etmektir.[4]
Müşrikler kendi aralarında, öldükten sonra dirilmeyi birbirlerine soru­yorlar; inkâr ve alay maksadıyle hep bu konulardan söz ediyorlardı. Dolayisıyle, olayın önemini, dehşetini ve müşriklerin tutumlarından dolayı muha­tapları hayrete düşürmeyi ifade etmek için söz soru şeklinde söylenmiştir.
Bundan sonra Yüce Allah o önemli olayı anlatmak üzere şöyle buyur­du: [5]
2. O önemli ve büyük olayı yani öldükten sonra dirilme olayını mı birbirlerine soruyorlar?[6]
3. Meydana gelip gelmeyeceği hususunda şüpheye düşen ve onu yalanlayıp inkâr eden olarak ikiye ayrıldıkları olayı mı sorup duruyorlar? [7]
4. Hayır, hayır! O yal ani ayıcı lar öldükten sonra dirilme hakkında birbirlerine soru sormaktan sakınsınlar. Dirilme olayının gerçek bir olay olduğunu ve alay etmelerinin de sonucunu gördükleri zaman işin hakikatini anlayacaklar. [8]
5. Bu âyet, olayın korkunçluğunu ifade etmek suretiyle önceki tehdidi pekiştirir. Yani, başlarına gelecek olan azap ve cezayı ya­kında göreceklerdir.
Bundan sonra Yüce Allah kudretini gösteren delillere işaret etti ki, kâfirlerin inkâr ettiği, öldükten sonra dirilme olayı hakkında aleyhlerine delil getirip onları sustursun. Sanki Yüce Allah şöyle buyurmuştur: Bu büyük mahlûkâtı vücûda getirmeye gücü yeten ilah, insanları öldükten son­ra diriltmeye de gücü yetendir. [9]
6. içinde oturduğunuz şu yeryüzünü, üzerinde yerleş­meniz ve etrafında dolaşmanız için beşik haline getirmedik mi? Üzerinde yerleşmeniz çeşitli şeyler ekmek suretiyle geniş ovalarından yararlan­manız maksadıyle, yeryüzünü sizin için yatak ve yaygı gibi yapmadık mı? [10]
7. Sizi sarsmaması için evin direklerle sabit kılındığı gibi, yeryüzünü sabit tutacak dağlan kazıklar gibi yapmadık mı? İbn Cüzey şöyle der: Dağlar yeryüzünün sarsılmasına mâni olduğu için, Yüce Allah onları kazıklara benzetti.[11]
8. Ey İnsanlar! Sizleri erkek ve dişi diye sınıflara ayırdık ki, cinsî münâsebet ve çoğalma işi düzgün olsun ve yerküresi üzerinde hayat bitmesin. [12]
9. Uykuyu bedenleriniz için bir dinlendirme vasıtası ve meşguliyetlerinizi kesici kıldık. Uyku sayesinde, gündüzleyin yaptığınız işlerin yorgunluğundan kurtulursunuz. [13]
10. Geceyi, elbisenin sizi örttüğü gibi, karanlığı ile sizi örten ve kaplayan bir elbise gibi kıldık. Elbise, giyeni örttüğü gibi, gecenin karanlığı da sizi örter. İbn Cüzey şöyle der: Elbise, insan vücudunu gözlerden koruduğu için, Yüce Allah, geceyi elbiselere benzetti.[14]
11. Gündüzü de geçiminizi sağlamak için bir sebeb kıldık. İhtiyaçlarınızı gidermek için gündüzleyin sağa sola gidersiniz. İbn Kesîr şöyle der: İnsanlar gündüzün geçim, kazanç, ticaret ve diğer şeyleri temin için, sağa-sola gidip gelmek suretiyle dolaşabilmeleri için gündüzü aydınlık kıldık.[15]
12. Ey İnsanlar! Üzerinizde, sağlam yaratılmış ve eşsiz yapılmış, son derece muhkem ve sağlam yedi gök yaptık. Onlar asırların ve zamanların geçmesinden etkilenmez. Kudretimizle onları ya­rattık ki, yeryüzüne bir tavan gibi olsunlar. Nitekim Yüce Allah meâlen şöyle buyurmuştur: "Biz gökyüzünü, korunmuş bir tavan gibi yaptık"[16] "Göğü kendi ellerimizle biz kurduk. Ve biz onu genişleticiyiz."[17]
13. Sizin için, aydınlatıcı bir güneş yarattık. Onun ışığı, bütün yeryüzündekiler için parlar ve onları ısıtır. O dâima sıcak ve ısıtıcıdır. Tefsirciler şöyle der: r-lij, Aşırı derecede alevli olduğu için, etra­fa kıvılcım ve alev saçan, yanıcı ve çok parlayıcı şey demektir. İbn Abbâs, "Aydınlatan ve ışık saçan şeydir" der.[18]
14. Yağmur yağdırma zamanı gelmiş olan bulutlardan çok ve kuvvetli akan su indirdik. İbn Cüzey şöyle der: "bulutlar" demektir. Sıkmak mânâsına gelen kelimesinden alınmıştır. Çünkü bulut sıkışır ve ondan su iner.[19] Burada, yağmur yağdırma zamanı gelen bulut, hayız görme zamanı yaklaşan cariyeye benzetilmiştir. [20]
15. Bu suyla, insan ve hayvanlara gıda olması için, yeryüzünde biten çeşitli hububat ve ekinleri çıkaralım diye onu indirdik. [21]
16. Ağaçlan ve dalları çok, ağaçlarının birbirine yakınlığı ve dallarının çokluğundan dolayı birbirine girmiş bağ ve bahçeler yetiştire­lim diye o suyu indirdik. Yüce Allah, öldükten sonra dirilme ve haşrin mümkün olduğunu gösteren apaçık bir delil olarak, kudretini gösteren bu dokuz delili anlattı. Çünkü bu şeyleri yapabilenin, öldükten sonra dirilt­meye ve hayat vermeye de kadirdir. Dolayısıyle Yüce Allah daha sonra şöyle buyurdu: [22]
17. Hesaba çekme ve amellerin karşılığını verme, mahlûkât arasında hüküm verme gününün, Yüce Allah'ın ilim ve kazasında belirli ve sınırlı bir zamanı vardır. Ne öne geçer, ne geri kalır: "O gün, bütün insanların bir araya toplandığı bir gündür. O gün, (mahrukatın) hazır bulunduğu bir gündür. Biz onu ancak sayılı bir müddete kadar erteledik.[23] Kurtubî şöyle der: Yüce Allah o gün mahlukat arasında hükmedeceği için ona "yevmu'1-fasl" yani "hüküm günü" dendi. Allah o günü, öncekiler ve sonrakiler için muayyen bir zaman kıldı.[24]
18. Bu hükmetme günü, sûr'a, kabirlerden kalkma üfürüşünün yapıldığı gündür. O zaman, siz hesap ve amellerin karşılığını almak için gurup, gurup zümre zümre gelirsiniz.
Bundan sonra Yüce Allah, o korkunç günün niteliklerini anlatmak üzere şöyle buyurdu: [25]
19. O günün dehşetinden gök her taraftan yarılır. Hattâ orada, duvarlardaki kapılar gibi çatlaklar ve gedikler oluşur. Nitekim Yüce Allah, meâlen, "Gök yarıldığı zaman'[26] buyurmuştur. Hâdise kesin olarak meydana geleceği için, Yüce Allah, " yarıldı" şeklinde geçmiş zaman kipini kullandı. [27]
20. Dağlar yerlerinden sökülüp savrulur. Hattâ bakan, onu bir şey zanneder, halbuki o bir şey değildir. Bu serap gibidir. Serabı gören su sanır, halbuki o su değildir. Taberî şöyle der: Dağlar savrul­duktan sonra, bakan kimsenin gözüne, dağılmış toz duman gibi görünür. Bu seraba benzer ki, serabı gören onu su zanneder, oysa gerçekte o bir hiçtir.[28]
21. Şüphesiz cehennem, kâfir konuklarını bekleyip gözetler. Onun gözetlemesi, insanın, gaflet anında düşmanını yakalamak için gözetlemesine benzer. Tefsirciler şöyle der: kişinin, düşmanını gözetlediği yerdir. Cehennem, alevi ile Allah düşmanlarına azap etmek için gözetler. Üzerinden geçen kâfirleri çekip içine almak için gözetle­mektedir. [29]
22. Cehennem, azgın suçluların dönüp girecekleri evleri ve barınaklarıdır. [30]
23. Cehennemde, sonsuza kadar, birbirinin ardından ge­len asırlarca kalacaklardır.[31] Kurtubî şöyle der: Asırlar devam ettikçe onlar cehennemde kalırlar. Her asır geçtikçe, başka bir asır gelir. Çünkü âhiretin asırları sonsuzdur.[32] Rabî ve Katâde de şöyle derler: Bu asırlar ne sona erer, ne de biter.[33]
24. Cehennemde ateşin sıcağını onlardan ha­fifletecek bir soğukluk ve orada susuzluklarını giderecek bir içecek tatmaz­lar. [34]
25. Ancak son derece kaynar bir su ve cehennem ehli­nin derilerinden akan bir irin tadarlar. [35]
26. Allah, kötü amellerine uygun olarak onları bu şekilde ce­zalandırır. [36]
27. Muhakkak ki onlar hesap ve cezayı bekle­miyorlardı. Allah'a kavuşacaklarına da inanmıyorlardı. Dolayısıyle Allah onları bu âdil ceza ile cezalandırır. [37]
28. Allah'ın, öldükten sonra dirilmenin olacağını gösteren âyetleri ile Kur'ân âyetlerini şiddetle yalanlıyorlardı. [38]
29. Onları, yaptıklarına karşılık cezalandırmamız için, işlemiş oldukları bütün günah ve suçlan bir kitapta kaydettik. [39]
30. Ey Kâfirler Topluluğu! Azabı tadın. Yar­dım istemenize karşılık size, azabınızın üzerine bir azap daha katmaktan başka bir şey yapmayacağız. Tefsirciler şöyle der: Kur'ân-ı Kerim'de, ce­hennem ehline bu âyetten daha ağır gelen bir âyet yoktur. Çünkü onlar bir azap türüne karşı yardım istedikçe, onlara daha şiddetli bir azap ile karşılık verilir.[40]
Yüce Allah cehennem ehli bedbahtların durumunu anlattıktan sonra itaatkâr ve mutlu kimselerin durumlarım anlatmak üzere şöyle buyurdu: [41]
31. Kuşkusuz dünyada Rablerine itaat eden iyi mü'minler için Naîm cennetlerini elde edecek ve cehennem azabından kurtulacakları makamlar ardır.
Bundan sonra Yüce Allah, o elde edilecek nimetleri açıklamak üzere şöyle buyurdu: [42]
32. Onlar için, içinde her türlü ağaçlar, çiçekler ve can­ların istediği çeşit çeşit üzüm bağları bulunan güzel bahçe ve bostanlar vardır. [43]
33. Onlar için, göğüsleri yeni çıkarak tomurcuk gibi ka­barmış bakire ve akran kızlar vardır. İbn Cüzey şöyle der: göğüsleri kabarmış câriye mânâsına gelen kelimesinin çoğludur.[44]
34. Yine o takva sahibi mü'minler için, içi saf şarap dolu kadehler vardır. Kurtubî şöyle der: ten maksat şaraptır. Yüce Allah sanki şöyle buyurmuştur: Sıkılıp saflaştırılarak kadehe doldurulmuş şarap vardır.[45]
35. Cennette, ne faydasız boş bir lakırdı, ne de yalan söz işitirler. Çünkü cennet, esenlik ve selâmet yurdudur. Orada bulu­nan her şey bâtıldan ve eksiklikten uzaktır. [46]
36. Allah amellerine karşılık, kendisinden bir lütuf ve ihsan olarak, onları bu büyük mükâfaatla ödüllendirir. [47]
37. Bvı mükâfat, rahmeti her şeyi kap­sayan Rahman tarafından verilmiştir. O gun Yüce Allah'ın heybet ve azametinden dolayı, belâyı savma veya azabı kaldırma hususun­da, hiç kimse O'nunla konuşamaz. [48]
38. O korkunç günde, Cebrail ve diğer melekler huşu içinde saf olurlar. Allah'ın kendi­lerine konuşma, şefaat ve doğruyu söyleme izni verdikleri dışında onlardan hiçbir kimse konuşamaz. Sâvî şöyle der: Allah'ın yarattıklarının en üstünü ve Ona en yakın olan melekler, Allah'ın izni olmadan şefaat edemezlerse, diğerleri nasıl şefaat edebilir?![49]
39. Bu, gerçekleşmesi kesin ve mutlak olan bir gündür, Kim iman edip sâlih amel işleyerek, Rabbine giden bir dönüş yoluna girmek isterse, bunu yapsın. Bu âyette teşvik ve özendirme vardır. [50]
40. Bu hitap, öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden Kureyş kâfirlerine dır. Yani, biz sizi, meydana gelmesi yakın olan bir azap­la, âhiret azabıyla korkuttuk. Her gelecek yakın olduğu için, Yüce Allah bu azaba "yakın" mânâsına gelen sıfatını verdi. O gün her insan, önceden gönderdiği hayır ve şer olarak ne varsa, hepsini defterinde tesbit edilmiş bulur. Nitekim Yüce Allah meâlen, "Böylece, yaptıklarını hazır bulmuşlardır"[51] buyurmuştur. Kâfir, yaratlmamış ve mükellef tutulmamış olmayı temennî ederek şöyle der: Keşke toprak olsaydım da, ne hesaba çekilseydim, ne de azab edilsey-dim. Tefsirciler şöyle der: Bu şöyle olalcaktır. Allah kıyamet günü hayvan­ları hasredeceği zaman, kısas yaparak, boynuzsuz hayvanın hakkım boynuz­ludan alır. Bundan sonra onları "toprak haline getirir. İşte o zaman kâfir, böyle olup ta azap görmemeyi temennî eder. [52]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek sûre birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "Hayır, yakında bilecekler. Yine hayır! Yakında anlayacaklar" cümlelerinde, tehdit ve korkutma gayesiyle, cümle tekrarlanarak itnâb yapılmıştır.
2. "O büyük haberi mi?" cümlesinde, daha önce geçen fiil­den anlaşıldığı için, aynı fiil burada hazfedilerek îcâz yapılmıştır. "O büyük haberi mi birbirlerine soruyorlar?" demektir.
3. "Yeryüzünü bir beşik, dağları da kazıklar kılmadık mı?" cümlesinde teşbîh-i belîğ vardır. Sözün aslı şöyle­dir: "Yeryüzünü, uyuyan kimsenin yatak edindiği beşik gibi, dağları da, sü­tunları sabit tutan kazıklar gibi kıldık" Benzetme edatı (teşbih edatı) ile benzetme yönü (vech-i şebeh) zikredilmeyerek teşbîh-i belîğ olmuştur. "Geceyi bir elbiese kıldık" âyeti de bunun gibidir. Yani, "Ge­ceyi, örtme ve gizleme hususunda bir elbise kıldık" demektir.
4. "Geceyi bir elbise kıldık" ile, "Gündüzü de kazanma zamanı yaptık" âyetleri arasında güzel bir mukabele vardır. Yüce Allah gecenin karşılığında gündüzü, çalışmanın karşılığında dinlenmeyi zikretti. Bu, güzelleştirici edebî sanatlardandır.
5. "Gök, kapılar oldu" cümlesinde teşbîh-i belîğ vardır. Yani, yarılma ve çatlama hususunda kapılar gibi oldu. Teşbîh edatı ile vech-i şebeh zikredilmeyerek teşbîh-i belîğ olmuştur;
6. "Tadın! Size, azaptan başka bir şeyi çoğaltmayacağız" âyetindeki emir, horlama ve küçümseme ifade eder. Aynı zamanda bu âyette, daha fazla kınamak ve horlamak için, III. şahıstan II. şahsa dönüş vardır.
7. "soğuk" ile " kaynar" arasında tıbâk vardır.
8. "O gün Ruh (Cebrail) ve melekler ayakta saf olur" âyetinde, husûsî olandan sonra umûmî olan şey zikredilmiştir. Zi­ra Cebrail (a.s.) meleklere dahildir. Burada Cebrail (a.s.)'in kadrinin yüceli­ğine dikkat çekmek için, o bir kere özel olarak, bir kere de meleklerin için­de zikredilmiştir.
9. gibi âyet sonlarında seci' murassa' vardır. Bu da, güzelleştirici edebî sanatlardandır.
Yüce Allah'ın yardımı ile "Nebe' Sûresi"nin tefsiri bitti. [53]


[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/185-186.
[2] Tirmizî, Hacc, 14; İbn Mâce, Menâsik, 6,16; Dârimî, Menâsik, 8
[3] Bahr, 8/409; Kurtubî, 19/181.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/188.
[4] Burada bir teknik hata olmuştur. Zira fıli'a değil idgam olunmuştur (Mütercimler).
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/189.
[6] "O büyük haber"den maksadın, öldükten sonra dirilme olayı olduğuna dair tercih edilen mânâ budur. Çünkü bundan sonra Yüce Allah, öldükten sonra dirilme olayının mümkün olduğuna dair kudretinin delillerini anlatmıştır: "Yeryüzünü bir beşik yapmadık mı?" Buna dair Yüce Allah, dokuz delil zikretmiştir. Bir görüşe göre de "haber"den maksat, Kur'ân veya peygamberliktir. Tercih edilen mânâ, bizim verdiğimiz mânâdır. Büyük alim Ebussuûd'un tercihi de budur.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/189.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/189.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/189.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/189.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/189.
[11] Teshil, 4/173
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/189-190.
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/190.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/190.
[14] Teshîl, 4/H3
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/190.
[15] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/590
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/190.
[16] Enbiya sûresi, 21/32
[17] Zâriyat sûresi, 51/47
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/190.
[18] Kurtubî, 19/170
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/190.
[19] Teshil, 4/173
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/190-191.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/191.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/191.
[23] HÛd sûresi, 11/103-104
[24] Kurtubî, 19/173
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/191.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/191.
[26] înşikâk sûresi, 84/1
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/191.
[28] Taberî, 30/7
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/191.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/191-192.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/192.
[31] Bu âyet-i kerimede, o asırların sona'ereceğini gösteren bir delil yoktur. Çünkü, Arap di­linde ancak birbiri ardına gelen zamanlar için kullanılır. Bunun dışında hemen hemen kullanılmaz. Bu, olayın ebedî olduğunu kinaye olarak İfade eder. Zira Yüce Allah, hayal edebilecekleri ve bilebilecekleri şeyle onlara hitap etti. Bir görüşe göre, isyankâr mü'mİnlerin cehennemde kalacağı belirli bir süredir. Bu, hatalı bir görüştür. Zira o kâfirler hakkındadır. Çünkü Yüce Allah daha sonra meâlen, "Âyetlerimizi yalanladılar" buyurmuştur.
[32] Kurtubî, 19/175
[33] Kurtubî, 19/175; Sâvî, 4/285
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/192.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/192.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/192.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/192.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/192.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/192.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/192.
[40] Kurtubî, 19/180; Sâvî Haşiyesi, 4/285
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/192-193.
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/193.
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/193.
[44] Teshil, 4/174
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/193.
[45] Kurtubî, 19/181
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/193.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/193.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/193.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/193.
[49] Sâvî Haşiyesi, 4/286
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/193.
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/193.
[51] Kehf sûresi, 18/49
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/194.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/194-195.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder