Araf Suresi(1)

Hiç yorum yok


A'RÂF SÛRESİ

Mekke'de inmiştir. 206 âyettir.

Sûreyi Takdim

A'râf sûresi Mekke'de inen sûrelerin en uzunlarındandır. Peygamber kıssalarını genişçe açıklayan ilk sûredir. "Bu sûre, Mekke'de inen diğer sû­reler gibi, İslam davetinin esası olan Tevhid inancını, öldükten sonra diril­meyi, hesabı, vahyi ve risâleti açıklamaya önem verir.
Bu mübarek sûre, ilk âyetlerinde Hz.Muhammed (s.a.v.)'in ebedî mu­cizesi olan Kur'an-ı Kerim'den bahseder. Bu Kur'an'm, bütün insanlar için Allah tarafından gönderilmiş bir nimet olduğunu açıklar. İnsanların dünya ve âhiret mutluluğunu elde edebilmeleri için onun yönlendirme ve irşad-larına uymaları gerektiğini vurgular.
İnsanların bir tek babadan yaratılmış olma nimetine ve meleklere, in­sanlığın babası Âdem (a.s.)'c secde etmelerini emretmek suretiyle onun şahsında bu insan nev'ine verdiği değer ve şerefe dikkati çeker. Sonra şeyta­nın, insanların doğru yola gitmelerini engellemek ve yaratıcılarından uzak­laştırmak için onların yolları üzerinde oturup bekleyen bu azgın düşmanın tuzağından sakındırır.
Yüce Allah bu sûrede, hayır ve şer, hak ve bâtıl arasındaki mücade­leye Örnek olarak İblis'in Âdem (a.s.) ve nesline karşı kurmuş olduğu tuza­ğı açıklamak üzere Âdem (a.s.)'in İblis ile olan kıssasını ve onun cennetten çıkıp yeryüzüne inişini anlatır. Bundan dolayı Yüce Allah, insanlara, İb­lis'in babalarına karşı gösterdiği düşmanlığı açıkladıktan sonra, onlara, "Ey Âdemoğulları!" diyerek, Âdemoğlu sıfatı ile arka arkaya dört defa hitap etti. Bu hitap bu sûreye mahsustur. Onunla Yüce Allah, babaları Âdem'e vesvese verdiği ilk zamandan beri insanlara karşı düşmanlık üzere yetiş­miş olan Şeytandan insanları sakındırır. Zira o zaman Şeytan, insanların babası Âdem (a.s.)'e vesvese verip onu hataya düşürdü ve Allah'ın emrine muhalefet ettirdi. Nitekim bu sûrenin 27. âyetinde meâlen şöyle buyurul-muştur: "Ey Âdemoğullart! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sizi de aldat­masın".
Bu mübarek sûre aynı zamanda, kıyamet gününde meydana gelecek olan bir sahneyi açıklar. Bu, üç fırka ve bunlar arasında yapılan konuşma ve münazara sahnesidir. Bu fırkalar, cennet ehli olan mü'minler fırkası, cehen­nem ehli olan kâfirler fırkası ve Kur'an'm sadece bu sûrede bahsettiği üçüncü fırkadır. Bu üçüncü fırkaya "A'râf ehli" ismi verilir. Bundan dolayı bu sûreye, A'râf sûresi adı verilmiştir. Bu sahne öyle bir sahnedir ki, kıyamet gününde bütün varlıklar onu, temsîlî veya hayalî değil, gerçek ola­rak göreceklerdir.
Bu sûre, hak yolda olan cennet ehlinin, bâtıl yolda olan cehennem eh­line karşı kıyamet günü sevinç gösterilerini açıklar. Kâfirlerin üzerine la­neti, kovulmayı ve mahrumiyeti tescil eden yüce bir ses dalgalanır. Bu iki grup arasına bir perde konur. Orada, her grubu sunalarından tanıyan adam­lar durur. Cennet ehlini, yüzlerinin beyazlığı ve parlaklığından, Cehennem ehlini de yüzlerinin siyahlığı ve donukluğundan tanırlar.
Bu sûre geniş bir şekilde Nûh, Hûd, Salih, Lût, Şuayb ve Mûsâ (a.s.) gibi peygamberlerin kıssalarından behseder. Önce peygamberlerin büyüğü Nûh (a.s.)'u ve onun,, kavminden gördüğü inkâr, inat, yalanlama ve yüz çe­virmeyi anlatır. Hz. Mûsâ Kelîmullah'ın azgın Firavun ile olan kıssasını geniş bir şekilde anlatır. Daha sonra, İsrailoğullarının karşılaştığı şiddet ve musibetlerden, bundan sonra da kavuştukları emniyet ve refahtan nimetini değiştirip emrine muhalefet ettiklerinde de Allah'ın onları maymun ve do­muzlara çevirmek suretiyle nasıl cezalandırdığından bahseder.
Bu süre, aynı zamanda kötü âlimlerin rezil durumlarını gösteren bir misali ele alır. Onları, hayal edilebilecek en çirkin ve âdı bir şekilde tasvir eder. Devamlı, soluyan, devamlı olarak çamurda yuvarlanan köpek şeklinde tasvir eder. "Dileseydik elbette onu âyetlerle yükseltirdik. Fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer. Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksanda dilini çıkarıp so­lur.[1] Hakka yemin olsun ki bu Allah'ın kendisine faydalı ilim nasip edip de, onu geçici dünya malı toplamak maksadiyla kullanan insanlar için, küçültücü en çirkin bir tasvirdir. Topladığı bu dünya malı onun için bir ve­bal ve rezillik vasıtası olmuştur. Çünkü o, bu ilimden faydalanmadı ve iman yolunda dosdoğru yürümedi. Bu nimetten sıyrılıp çıktı. O yüzden şey­tanın takibine uğradı ve sonunda azgınlardan oldu.
Bu mübarek sûre, Allah'ın birliğini isbat ile ve ortak kıldıkları hiçbir zarar veya menfaat veremeyen, göremeyen, işitemeyen taş ve putlara ta­panlarla alay ederek son bulur. Halbuki onları yaratan, şekil veren ve ge­zip dolaştıkları ve duracakları yeri bilen sadece Allah'tır. Bu mübarek sûre, tevhid ile başladığı gibi, tevhid ile sona erer. Hem başta hem sonda, ma'bud olan Yüce Allah'ın birliğine iman etmeye davet edilmiş olur.[2]

Sûrenin İsimlendirilmesi

Bu sûrede A'râf ismi geçtiği için buna, A'râf sûresi ismi verilmiştir. A'râf, cennet ile cehennem arasına konulmuş bir sûr olup her ikisinin ehlini birbirinden ayırır. İbn Cerir, Huzeyfe'den şöyle rivayet etmiştir: Huzeyfe'ye A'râf ehli soruldu. Şöyle cevap verdi: Onlar, sevapları ile günahları eşit olan topluluktur. Günahları cennete, sevapları ise cehenneme, girmelerine mani olur. Dolayısıyla, Allah haklarında hükmedinceye kadar, orada, sûr Üzerinde dururlar.[3]
Rahman ve Rahîm Olan Allah'ın Adıyla
1. Elif, Lâm, Mîm, Sâd.
2. (Bu), kendisiyle insanları uyarman, inananlara öğüt vermen için sana indirilen bir kitaptır. Artık bu hususta kalbinde bir darlık olmasın.
3. Rabbinizden size indirilene uyuri. O'nu bırakıp ta başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!
4. Nice memleketler var ki biz onları helak ettik. Azabımız onlara geceleyin yahut gündüz istirahat eder­lerken geldi.
5. Azabımız onlara geldiğinde çağırışları "Biz gerçekten zâlim kişilermişiz" demelerinden başka birşey olmadı.
6. Elbette kendilerine peygamber gönderilen kim­seleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz!
7. Ve onlara, tam bir bilgi ile mutlaka anlatacağız. Biz, onlardan uzak değiliz.
8. O gün tartı haktır. Kimin tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
9. Kimin de tartıları hafif gelirse, işte onlar, âyetlerimize karşı haksızlık ettiklerinden dolayı ken­dilerini ziyana sokanlardır.
10. Doğrusu biz sizi yeryüzüne yerleştirdik ve size orada geçim vasıtaları verdik. Çok az şükrediyorsunuz!
11. Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere "Âdem'e secde edin!" diye emret­tik. İblis'in dışındakiler secde ettiler. O secde eden­lerden olmadı.
12. Allah buyurdu: "Ben sana emretmişken secde etmekten seni alıkoyan nedir?" İblis: "Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu da çamur­dan yarattın." dedi.
13. Allah: "Öyle ise, "in oradan" Orada büyüklük taslamaya hakkın yoktur. Çık! çünkü sen aşağılıklar­dansın!" buyurdu.
14. İblis, "Bana insanların tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver" dedi.
15. Allah, "Haydi, sen mühlet verilenlerdensin." buyurdu.
16. İblis dedi ki: "Öyle ise beni azdırmana kar­şılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.
17. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın! dedi.
18. Allah buyurdu: "Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun ki, onlardan kim sana u-yarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım!".
19. "Ey Âdem! Sen ve eşin cennette yerleşip, dile­diğiniz yerden yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın! Son­ra zâlimlerden olursunuz."
20. Derken Şeytan birbirine kapalı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve "Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı." dedi.
21. Ve onlara, "Ben gerçekten size öğüt verenler­denim." diye yemin etti.
22. Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesi­ni tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: "Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve
Şeytan size apaçık bir düşmandır demedim mi?" diye nida etti.
23. Âdem'le eşi dediler ki: "Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acı­mazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz."
24. Allah: "Birbirinize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalan­ma vardır" buyurdu.
25. "Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan çıkarılacaksınız" dedi.
26. Ey Ademoğullan! Size ayıp yerlerinizi Örtecek kıyafet, süslenecek elbise yarattık. Takva elbisesi işte o, daha hayırlıdır. İşte bunlar, Allah'ın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar.
27. Ey Ademoğullan! Şeytan, ana-babanızın, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soya­rak, cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve kabilesi, sizin kendilerini göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz Şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.
28. Onlar bir kötülük yaptıkları zaman, "Babala­rımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti" derler. De ki: "Allah kötülüğü emretmez. Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?
29. De ki: "Rabbim adaleti emretti. Her secde etti­ğinizde yüzlerinizi O'na çevirin ve dini yalnız Allah'a has kılarak O'na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi yine ona döneceksiniz."
30. O, bir grubu doğru yola iletti, bir gruba da sapıklık müstehak oldu. Çünkü onlar, Allah'ı bırakıp Şeytanları kendilerine dost edindiler. Böyle iken kendi­lerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar.

Kelimelerin İzahı

Harec, darlık demektir. Bir yer daraldığında kalp daraldığında denir.
Beyât, gece baskını. Râğıb şöyle der: ve düşmana geceleyin baskın yapmaktır.[4]
Öğle uykusuna yatanlar. Öğle uykusu mânâsına gelen den türemiştir. Öğle vaktine de denilir.
Mez'ûm, yerilmiş demektir. Bir kimse birini yerdiği ve hakir gördüğünde, oli denilir.
Medhûr, kovulmuş manasınadır. Bir kimse birini kovup uzak­laştırdığında denir.
Avret yerleri, avret demektir. Görünmesini insan kötü karşıladığı için bu ismi almıştır.
BaşladıLar. Bir kimse bir şeye başladığında denir.
Yamıyorlar, yapıştırıyorlar.
Rîş, kendisiyle süslenilen elbise demektir, aslında mal ve güzellik manasınadır. Kuşun tüyü, kendisi için bir süs ve güzellik olduğun­dan dolayı ona da denilir.
Orduları, demektir. Kabîl, asıl itibari ile ister aynı soydan ister çeşitli soylardan olsun cemaat manasınadır.
Fahişe, son derece çirkin şey demektir. Burada maksat, çıp­lak olarak Beytullah'm etrafını tavaf etmektir. Çirkin olan her şeye fahişe
Fahşâ, bu da fahişe gibi, aşırı derecede çirkin olan günah demektir. [5]

Âyetlerin Tefsiri

1. Hurûf-u mukatta'a hakkında, Bakara sûresi'nin başında açıkla­malar yapıldı ve bu harflerin zikredilmesindeki hikmetin, Kur'an'm, bu harflerin benzerlerinden meydana geldiğine, buna rağmen insanlığın edîp, fasîh ve dahîlerinin bunun benzerini getirmekten âciz kaldıklarına işaret etmek suretiyle Kur'an'm i'câzını beyan etmek olduğu anlatıldı. îbn Ab-bas'tan rivayet edildiğine göre bu harflerin mânâsı şöyledir: Ben Allah'ım, bilirim ve hükmederim. "Ebu'l-Âliye şöyle der: Elif, Allah (cc.) isminin; lâm, Lâtif isminin; mîm, Mecîd isminin; sâd ise Sâdık isminin anahtarı (ilk harfi)dir. [6]
2. Ey Muhammedi Bu, Allah'ın sana indirdiği Kur'an'dır. Kavminin yalanlaması korkusuyla, onu tebliğ etme hususunda kalbine bir darlık gelmesin. Kur'an'la, Allah'­tan korkanları uyarman ve mü'minlere Öğüt ve nasihatta bulunman içir bunu sana indirdi. Çünkü ondan faydalanacak olanlar mü'minlerdir. [7]
3. Ey insanlar! Kur'an'a uyunuz. Onda hidâyet nur ve Rabbinizden size indirilen beyan vardır. Allah': bırakıp da kâhinler, rahipler ve putlar gibi şeyleri, işlerinizi havale edece ğiniz ve koydukları kanunlar hususunda kendilerine itaat edeceğiniz dostla edinmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Hâzin şöyle de edinmeyin. "Az öğüt alıyorsunuz." demektir.[8]
4. Nice şehirleri yok ettik. Burada şehirlerden mak­sat, oralarda yaşayanlardır. Azabımız o şehre gec­eleyin, ya da onlar kaylûle yaparken geldi. Kaylûle, öğle uykusudur. Ebu Hayyân şöyle der: Bu iki vakit sükûnet, istirahat ve dinlenme zamanı oldu­ğu için azabın gelmesi bu zamanlara tahsis edilmiştir. Azabın bu zaman­larda gelmesi daha meşakkat verici ve daha korkunçtur. Çünkü azap, helak edilenlerin gafil oldukları bir anda onları yakalar. [9]
5. Azabı ve alâmetlerini gördüklerinde, on­ların dua ve yardım istemeleri ancak, hasret ve neda­met duygularıyla zulümlerini itiraf etmek olacaktır. Pişmanlığın fayda ver­mesi artık çok geç. [10]
6. Bütün ümmetlere: "Peygamberler size tebliğ de bulundu mu? Siz ne cevap verdiniz?" diye mutlaka soracağız. Bu soru­dan maksat, kâfirleri kınama ve azarlamadır. Ve şüphesiz, peygamberlere de risaleti tebliğ ederek, emâneti yerine getirip getirmedik­lerini soracağız. Ebu Hayyân şöyle der: Milletlere sorulan soru kınama ve ikrar ettirme sorusudur. Bunun peşinden peygamberlere sevap ve ihsan edilir.[11]
7. Onlara yaptıklarını tam bilgimizle haber verece­ğiz. Ibn Abbas şöyle: Kıyamet'günü kitap ortaya konur da, onların yaptıkla­rının hepsini anlatır. Biz onlardan uzak değildik ki, hallerinden herhangi bir şey bize gizli kalsın. İbn Kesir şöyle der: Yüce Allah kıyamet gününde kullarına söylediklerini, yaptıklarını, azını çoğunu, iyisini kötüsü­nü haber verecektir. Çünkü o, herşeyi göstermektedir. Hiçbir şey ona gizli kalmaz. Bilakis o hain gözleri ve kalplerin gizlediklerini bilir.[12]
8. Kıyamet gününde amellerin tartılması adaletle ola­cak, Rabbin hiç kimseye zulmetmeyecektir. iman ve.çokça iyilikler sebebiyle kimin amellerinin tartılan ağır gelirse, yarın azaptan kurtulacak ve bolca sevap kazanacak olanlar onlardır. [13]
9. İnkârı ve işlediği günahları sebebiyle kimin amel­lerinin tartısı hafif gelirse, İşte küfürleri ve Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri sebebiyle nefislerini ziyana uğratan ve mutluluklarını kaybedenler onlardır. İbn Kesir şöyle der: Kıya­met günü teraziye konulup tartılan şey, bir görüşe göre amellerdir. Onlar her ne kadar cisim olmayıp a'raz iseler de, kıyamet günü Allah onları cisim hâline getirecektir. Bu görüş İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir. Bir görüşe göre de, amel defterleri tartılır. Nitekim Bitâka hadisinde[14] böyle bildirilmistir. Bir başka görüşe göre ise, amelin sahibi tartılır. Bir diğer hadis-i şe-rifde şöyle buyrulmuştur: "Kıyamet gününde şişman adam getirilip tartılır. Allah katında onun ağırlığı, bir sineğin kanadının ağırlığı kadar olmaz.[15] Bu görüşlerin hepsi sahihtir. Bazan ameller tartılır. Bazan amellerin yazılı olduğu defter tartılır, bazan da amelleri yapan tartılır. Allah daha iyi bilir.[16] Ben derim ki: Amellerin, iyilik ve kötülüklerin bizzat tartılmasında bir gariplik yoktur. Modern ilim sıcak ve soğuğun ölçülmesini, rüzgarların ve yağmurların yönünü bize açıklayabildiğine göre, her şeye kadir olan Yüce Allah, insanların amellerini ölçecek aletler yaratamaz mı? [17]
10. Ey insanlar! Sizin için yeryüzünde yerleşecek ve duracak yer yarattık. Beyzâvî şöyle der: Size yeryüzünün meskenlerine yerleşme, tarlalarını ekme ve orada tasarrufta bulunma imkanı verdik." de­mektir.[18] Ve sizin için orada, yenilecek, içilecek ve hayat sebebi olan diğer yaşama vasıtaları yarattık. Bu lütuf ve ih­sanlara rağmen, sizden Rabbine şükredenler azdır. Nitekim âyet-i kerime­de: Kullarımdan şükredenler azdır.[19] buyrulmuştur. [20]
11. Babanız Âdem'i şekilsiz bir çamur olarak ya­rattık. Sonra ona en güzel bir şekil ve biçim verdik. Âdem (a.s.) insanlığın babası olduğu için, ona hürmeten, çoğul zamiri kullanılarak denildi. Sonra, Âdem'e secde etmelerini emrettik, Bütün melekler secde etti. Fakat İblis, kibir ve inadından dolayı secde etmekten kaçındı. Buradaki istisna, istisna-i munkatıdır. Çünkü bu, aynı cinsten olmayan bir şeyi istisna etmektir. Hasan-ı Basrî'nin bu husustaki sözü daha önce geçmişti: "İblis, bir an bile meleklerden olmamıştır.[21]
12. Yüce Allah İblis'e: Emrettiğim halde, Seni Âdem'e secde etmekten alıkoyan nedir?" dedi. Bu soru kınama ve azarlama ifade eder. Lanetli Şeytan, "Ben Âdem'den daha üstün ve ondan daha şerefliyim. Üstün olan, daha aşağı derecede olana nasıl sec­de eder?" dedi. Bundan sonra, secde etmemesinin sebebini açıklayarak şöy­le dedi: Benim aslım onun aslından üstün olduğu için ben ondan daha şerefliyim. Çünkü ben ateşten yaratıldım. Ateş, çamurdan üstündür. Zavallı Şeytan, kendisine secde etmeyi emreden Allah'ın emrini nazar-ı itibara almadı. İbn Kesir şöyle der: Lanetli Şeytan yaratıldığı aslını, nazar-ı itibara aldı da, şereflendirme ve saygı kazandırma unsurunu nazar-ı itibara almadı. Bu unsur, Allah'ın Âdem'i eliyle yaratması ona kendi ruhundan üflemesidir. Şeytan yalnış bir kıyas yaparak hataya düştü. Allah onun, ateşin çamurdan daha üstün olduğunu iddia ederek yapmış olduğu kıyasın çirkinliğini açıkladı. Çünkü vakarlı ve ağır başlı olmak çamurun şânındandır. Yakmak ve hafiflik ise ateşin şanmdandır. Çamur bit­me, gelişme, artma ve ıslah yeridir. Ateş ise işkence yeridir. Böyle bir kı­yaslama yapmakla aslına hainlik etmiş ve bu kıyas onu helak ve bedbahtlığa sürüklemiştir.[22] Ibn Şîrîn şöyle der: ilk defa kıyas yapan ve hataya düşen îblis'tir. Kim, dini kendi görüşüne göre kıyaslayarak açıklarsa, Allah onu İblis'le bir tutar.[23]
13. Yüce Allah, "Öyleyse cennet­ten in. Bana itaate ve emrime karşı kibirlilik gösterip de mukaddes yur­dumda oturman doğru değildir." dedi. "Çık, çünkü sen zelil ve alçaklardansın." diye buyurdu. Zemahşerî şöyle der: Şeytan kibirli­lik gösterince, Allah ona zelillik ve aşağılık elbisesini giydirdi. Zira kim Allah'a karşı alçak gönüllü olursa Allah onu yüceltir. Kim de Allah'a karşı büyüklük taslarsa Allah onu alçaltır.[24]
14. İblis: "Bana, tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver." dedi. Mel'ûn sözü değiştirdi ve ölümden kurtulmak için Al­lah'tan kıyamet gününe kadar yaşama izni istedi. Çünkü kıyamet gününden sonra artık ölüm yoktur. Yüce Allah ona cevap vererek, [25]
15. "Haydi sen yaşama izni verilenlerdensin" buyur­du. İbn Abbas (r.a) der ki: Yüce Allah İblis'e birinci Sûr'a kadar yaşama izni verdi. Bu birinci Sûrda bütün mahlûkat ölecektir. İblis ise, bütün insanların kalkarak, âlemlerin Rabbi Allah'ın huzuruna çıkacakları ikinci Sûra kadar yaşama izni istemişti. Yüce Allah bunu kabul etmedi.[26] bu görüşü başka bir âyet desteklemektedir: Haydi sen bi­linen güne kadar yaşama izni verilenlerdensin." buyurdu.[27]
16. İblis, "Öyleyse, beni azdır­man ve saptırman sebebiyle, yol kesenlerin yolcunun yolunda oturdukları gibi, ben de, Adem'i ve zürriyetini aldatmak için, hak olan ve cennete ulaş­tıran yol üzerinde oturacağım. [28]
17. Sonra dört ta­raftan, yani önlerinden, artkalarmdan, sağlarından ve sollarından senin kul­larına gelip, onları mutlaka senin dininden çevireceğim. Taberî şöyle der:
Mutlaka onlara, hak ve bâtıl yolların tümünden geleceğim. Onları haktan çevireceğim ve onlara bâtılı güzel göstereceğim. İbn Abbas der ki: Yüce Allah'ın rahmeti ile kulun arasına girmiş olmaması için, onların üstünden gelmeye imkan bulamaz.[29] Sen onların çoklarını itaa eden ve nimetine şükreden mü'minler olarak bulamazsın. [30]
18. Allah buyurdu ki: "Haydi, rahmetimden kovulmuş olarak cennetten çık. Andolsun ki, insanlardan ve cinlerden kim sana itaat ederse, cehennemi mutlaka, aldanıp sana uyanların tümüyle dolduracağımdeki lâm, yemini pekiş­tirmek için getirilmiştir. Bu, Allah'ın emrini bırakıp da Şeytan'a uyan her­kes için azap bildiren bir tehdittir. [31]
19. İblis cenneten kovulup çıkarıldıktan sonra: "Ey Âdem! Eşin Havva ile beraber cennete yerleş" dedik, Cennetin meyvelerinden diledi­ğiniz yerden yeyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zâlimlerden olursunuz." diye emrettik. Yüce Allah onları imtihan etmek ve denemek için, cennetin bütün meyvelerinden yemelerini mubah kılıp, sadece bir ağaca yaklaşmamalarını emretti. Ağacı onlara gösterdi ve ondan yemelerini ya­sakladı. O zaman Şeytan onları kıskandı ve onlara vesvese verip aldatmaya ve tuzak kurmaya çalıştı. [32]
20. Derken, açıl­ması ayıp olan Örtülü avret yerlerini kendilerine göstermek maksadıyle ağaçtan yemelerini teşvik için onlara vesvese verdi. Bu âyet, mel'ûn Şeytanın vesve-sini açıklamaktadır. Yani Şeytan onlara şu şekilde vesvese verdi: Rabbiniz, sizin bu ağaçtan yemenizi, sırf melek olmanızı veya cennette ebedî kalan­lardan olmanızı istemediği için yasakladı. [33]
21. Ve bu konuda Allah adına onlara and içti ve sonunuda da onları aldattı. Demek ki, bazan, Allah'a iman eden kim­se de aldanır. Âlûsî şöyle der: Burada, mübalağa ifade etmek için sıygasını kullanıldı. Çünkü bir konuda birisiyle yarışan, o hususta çok çalışır.[34]
22. Böylece Allah adına yemin etmek sûretiye onları hile ile aldattı. İbn Abbas şöyle der: "Onları yeminle aldattı. Âdem, hiçkimsenin, yalan yere Allah adına yemin edeceğini sanmıyordu. Böylece Şeytan vesvesesi ve Allah adına yemini ile onları aldattı.[35]
Ağaçtan yeyince avret yerleri açıldı. Kelbî şöyle der: Elbiseleri yavaş yavaş düştü de herbiri diğerinin avret yerini görerek utandı. Daha önce cennet elbiseleri giymişken, şimdi avret mahal­lerini örtmek için cennet yapraklarını birbirlerine yapıştırmaya başladılar. Kurtubı şöyle der: Kendilerini örtmek için yaprakları koparıp yapıştırmaya başladılar. Ayette geçen kelimesi dikmek ve yapıştırmak manasına­dır. "Ayakkabıyı dikti" mânâsına gelen bu köktendir.[36] Vehb b. Münebbih der ki: Âdem ile Havva'nın elbiseleri avret mahalleri üzerinde bir nurdu. Ne Adem Havva'nın, ne de Havva Âdem'in avret mahallerini gö­rüyordu. Bu hatayı işleyince avret mahalleri görülmeye başladı.[37] Yüce Allah kı­nama ve azarlama şeklinde onlara şöyle nida etti: Ben sizi, bu ağaçtan ye­mekten sakındırmadım mı? Size, mel'ûn Şeytanın düşman olduğunu bildir-medim mi? Rivayete göre Yüce Allah Hz. Âdem'e şöyle dedi: Sana ver­diğim cennet ağaçlan yetmedi mi de bu ağaçtan yedin? Âdem: "Evet, izzetine yemin ederim ki yetti. Fakat senin mahlukatmdan herhangi biri­nin, senin adına yalan yere yemin edeceğini zannetmiyordum." dedi. Yüce Allah buyurdu ki: İzzetim hakkı için, seni mutlaka yeryüzüne indireceğim. Bundan sonra geçimini meşakkatle temin edeceksin.[38]
23. Âdem ile eşi dediler ki: "Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışla­maz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz." Böylece hatalarım itiraf ederek tevbe ettiler ve Allah'tan mağfiret ve rahmet istediler. Ta-berî der ki: Bu âyet, Âdem'in Rabbi'nden almış olduğu kelimelerdir.[39]
24. Allah: "Birbirinize düşman olarak inin." buyurdu. Burada hitap, Âdem, Havva ve tblis'edir. Dolayısıyle emir cem'i sıygasıyla gelmiştir. Yani: Birbirinize düşman olarak cenneten yeryüzüne inin. Şeytan insanın, insan da Şeytanın düşmanıdır. Nitekim bir âyette: Şüplîesiz Şeytan sizin düşmanmızdır. Onu düş­man sayın.[40] buyuruImuştur. Yeryüzünde si­zin için yerleşilecek ve ölümünüz gelinceye kadar faydalanılacak yer var­dır. [41]
25. Allah Orada yaşayacaksınız, oraya gömüleceksiniz ve amellerinizin karşılığını almak için oradan çıkarılacaksınız. buyurdu. Nitekim başka bir âyette de şöyle buyurmuştur: Sizi topraktan yarattık; yine oraya döndüreceğiz ve bir kere daha sizi ondan çıkarcağız.[42]
Bundan sonra Yüce Allah Âdem'in zürriyetine verdiği elbiseyi, zineti ve diğer faydalı şeyleri anlatarak şöyle buyurur: [43]
26. Ey Âdemoğullan! Size, ayıp yerlerinizi örtecek kıyafet, süslenecek elbise indirdik. Yani size iki elbise verdik. Birisi avret yerlerinizi örter, diğeri sizi süsler; onunla süs­lenirsiniz. Zemahşeri şöyle der: Rîş, süs elbisesidir. Kuş tüyünden istiare edilmiştir. Zira o da kuşun elbisesi ve süsüdür.[44] Takva ve Allah korkusu elbisesi, kişinin süslendiği elbiseden daha hayırlıdır. Çün­kü iç temizliği dış güzellikten daha önemlidir. Şâir şöyle der: Kişinin en iyi elbisesi Rabbine matıdır. Allah'a âsi olan kimsede hiçbir hayır yoktur. Onlara bu elbiseleri vermek, Allah'ın kullarına karşı lütuf ve merhametini gösteren büyük alametlerden­dir. Umulur ki bu nimetleri hatırlar da, onlara karşılık Allah'a şükrederler. [45]
27. Ey Âdemoğullan! Şeytan, o ağaçtan yemek suretiyle ana-babanızı aldatıp cennetten çıkardığı gibi, sakın sizi de saptırarak ve fitneye düşürerek aldatmasın. Şeytan, ayıp yerleri görülsün diye, elbiselerini soyarak onları cennetten çıkardı. Şeytan, onların elbiselerinin soyulmasına sebep olduğu için, burada hedefi, insananm örtüsünü yırtmak ve onu bütün hissî ve manevî faziletlerden yoksun bırakmaktır, Şüphesiz Şeytan ve onun ordusu, sizin kendisini göremediğiniz bir taraftan sizi görür. O sizi pusuda gözetlemektedir. Onun hile ve tuzağından sakının. Çünkü düşman, görünmeyen bir taraftan geldiğinde daha şiddetli ve daha korkulu olur. Şüphasiz biz Şeytanları, kâ­firlerin yardımcıları ve arkadaşları kıldık. [46]
28. Müşrikler bir kötülük yaptık­larında, "Babalarımızı bu yolda bulduk." diyerek, bu çirkin fiilde babala­rını taklit etme mazeretini ileri sürerler. Âyetteki kelimesi, Beytul-lah'ı çıplak olarak tavaf etmek gibi, son derece çirkin fiil mânâsına gelmektedir. Bunu, yani elbiselerden soyunmayı bize Allah em­retti." Çünkü, içinde Allah'a isyan ettiğimiz elbiselerle nasıl tavaf ederiz!" derler. Bu Yüce Allah'a bir iftiradır. Beyzâvî şöyle der: Müşrikler, yap­tıkları bu çirkin fiile, babalarını taklit etme ve Allah'a iftira etme şeklinde iki şeyi delil getirdiler. Birince delilin çürüklüğü açık olduğu için ona ce­vap verilmedi. İkincisi ise Yüce Allah'ın sözü ile reddedildi.[47] Ey Muhammed, onlara de ki: Allah noksan sıfatlardan uzaktır. Kullarına çirkin fiilleri ve kötü hasletleri emretmez. Buradaki soru edatı red ve kınama ifade eder. Yani, Allah'a karşı yalan söyleyip, bilgisizce ve doğru düşünmeksizin çirkin fiili ona mı nisbet ediy­orsunuz.? [48]
29. De ki: "Rabbim, adalet ve doğruluğu emreder. Her secde anında, bütün benliğinizle Allah'a yönelin. İbadet ve tâati ona tahsis ederek kulluk ediniz. İbn Kesir şöyle der: Allah, kendesine ibadet hususunda size doğruluğu em­retti. Bu da, mucizelerle desteklenen peygamberlere tâbi olmaktır. Bir de, ibadeti sadece Allah için yapmayı emretti. Çünkü, Allah şu iki esasın bu­lunmadığı bir ameli kabul etmez: Birincisi, amelin doğru ve şeriata uygun olması; ikincisi, şirkten arınmış olmasıdır.[49] İlkin sizi to­praktan yarattığı gibi, yine toprağa dönceksiniz. [50]
30. Allah, sizden bir grubu doğru yola iletti, bir grubu da saptırdı. O, dilediğini yapar, yaptığından sorumlu tutulmaz, Bu bölüm, Allah'ın, bir grubu sap­tırmasının sebebini gösterir. Yani, onlar Allah'ı bırakıp Şeytanları dost edindikleri için Allah onları saptırdı, Böyle olduğu halde onlar kendilerinin doğru ve aydınlık bir yolda olduklarını zannedderler. [51]

Edebî Sanatlar

1. Ondan, yani onu tebliğ etmekten kalbine bir darlık ol­masın." Burada muzâf hazf edilmiştir. Nitekim Köye (köy hal­kına) sor.[52] âyetinde de böyledir.
2. Rab kelimesinin muhatap zamirine muzâf kılınması, Alla­h'ın onlara olan lutfunun çokluğunu gösterir ve emirlerine sarılmayı teşvik eder.[53]
3. Kimin tartıları ağır gelirse... " Buradaki ağır geldi" fiili, bir sonraki âyette gelen hafif geldi" arasında tıbak sana­tı vardır. Bunun gibi geceleyin" gündüzün öğle vakti" kelime­leri arasında tıbak sanatı vardır.
4. Sizi yarattık, sonra size şekil verdik." Burada muzaf hazfedilmiştir. Yani babanızı yarattık ve baba­nıza şekil verdik."dir.
5. Onlar için, senin doğru yolun üzerine mut­laka oturacağım." Burada, naîm cennetlerine ulaştıran hidâyet yolu yerine "doğru yol" müsteâr olarak kullanılmıştır.
6. Ey Âdem!" Burada hazif yoluyla îcâz vardır. Takdiri: şeklindedir.
7. Bu ağaca yaklaşmayınız." Ağaçtan yemeği ya­saklama hususunda mübalağa ifade etmek için, "yemeyin" yerine "yaklaş­mayın" denilmiştir.
8. Ve onlara: Ben gerçekten size öğüt verenlerde­nim." diye yemin etti. Yalan şüphesini ortadan kaldırmak için haberi ye­minle, ve edatları ile te'kit etti. Bu, "haber-i inkârı" diye isimlendirilen bir edebî sanattır. Çünkü burada muhatap tereddüt içindedir.
9. Orada yaşayacak ve orada öleceksiniz." İki cümle arasında tibâk sanatı vardır. Tıbâk, bediî sanatlardandır. [54]

Bir Uyarı

Avret mahallinin açılması sahibini kötü durumda bıraktığı için ona denilmiştir. Âlimler şöyle der: Bu âyette, avret mahalljfrfn açılma­sının büyük bir iş olduğuna ve tabiî olarak müstehcen sayıldığına delil vardır. Bundan dolayı ona sev'e denilmiştir. Ben derim ki, âyet mel'ûn İbli-s'in hedefini açıklar. Ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak onları cenneten çıkardı. Kim, kadının çıplak olmasını ister ve buna teşvik ederse, ki bu gün ilericilik iddiasında bulunan ve hürriyet ve eşitlik iddiasiyle kadının Örtüsünü çıkarmaya davet eden kimselerin durumu budur. İşte onlar, ancak kadının düşmanı ve İblis'in yardımcısı ve taraftarlarıdır. Çünkü hedefleri birdir: O da açık bir davettir. Gayesi ahlâkî çöküntü ve ko­kuşmadır. İlericilik, açıklık ve çıplaklıkla değil, şeref ve iffeti korumakla olur. Şâir ne güzel söylemiş:
Ey kızım! Eğer bir güzellik alâmeti aklını ve vücudunu süsleyecek bir güzellik istersen, süslenme adetini bırak. Ruhların güzelliği daha yüce ve daha şereflidir. Sanatkârlar gül yapar fakat, şekil bakımından onların hiçbiri bahçenin gülüne benzemez. [55]
31. Ey Âdemoğulları! Her secde edişinizde ziynet-li elbsiseleri giyin; yiyin, için, fakat israf etmeyin; çün­kü Allah israf edenleri sevmez.
32. De ki: "Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı?" De ki: "Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde mü'minlerindir." işte, bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.
33. De ki: "Rabbim ancak açık ve gizli kötülük­leri; günahı ve haksız yere taşkınlık etmek hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi Allah'a ortak koşma­nızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemeni­zi haram kılmıştır."
34. Her ümmetin bîr eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar, ne de bir an ileri gidebilirler.
35. Ey Âdemoğulları! Size kendi içinizden âyet­lerimi anlatacak peygamberler gelir de kim sakınır ve kendini İslah ederse, onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
36. Âyetlerimizi yalanlayanlar ve büyüklenip on­lardan yüz çevirenler var ya, işte onlar Cehennemlik­lerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
37. Allah'a iftira eden, ya da O'nun âyetlerini ya­lanlayandan daha zâlim kimdir? Onların kitaptaki na­sipleri kendilerine erişecektir. Sonunda elçilerimiz ge­lip canlarını alırken: "Allah'ı bırakıp da tapmakta ol­duğunuz ilâhlar nerede.? " derler. Onlar da " Bizden kaybolup gittiler." derler. Ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler.
38. Allah buyuracak ki: "Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de ateşe girin." Her um- met girdikçe yoldaşlarına lanet edecekler. Hepsi birbiri ardından orada toplanınca, sonrakiler öncekiler için: "Ey Rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar! Onun için onlara ateşten bir kat daha fazla azap ver" diyecek­ler. Allah da: Zâten herkes için bir kat daha fazla azap vardır, fakat siz bilmezsiniz." diyecektir.
39. Öncekiler de sonrakilere derler ki: "Sizin bi­ze bir üstünlüğünüz yok. O halde sizin de bize bir üs­tünlüğünüz yok. O halde siz de yaptıklarınıza karşılık azabı tadın!
40. Bizim âyetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı kibirlenmek isteyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğine girinceye ka­dar Cennete giremeyeceklerdir. Suçluları işte böyle cezalandırırız.
41. Onlar için Cehennem ateşinden döşekler, üst­lerine de örtüler vardır. İşte zâlimleri böyle cezalan­dırırız.
42. İnanıp da iyi işler yapanlara gelince ki hiç kimseye gücünün üstünde bir vazife yüklemeyiz. İşte onlar, Cennet ehlidir. Orada ebedî kalacaklar.
43. Onların altlarından ırmaklar akarken, kalble-rindeki kini çıkarıp atarız. Ve onlar derler ki: " Bizi bu nimete kavuşturan Allah'a hamdolsun, Allah bizi doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bu­lacak değildik. Hakîkaten Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler." Onlara: "İşte size Cennet; yapmış olduğu­nuz iyi amellere karlışılık ona vâris kılındınız." diye seslenirilir.
44. Cennet ehli, Cehennem ehline: "Biz Rabbimi-zin bize va'dettiğini gerçek bulduk, size de Rabbinizin size va'dettiğini geçek buldunuz mu?" diye seslenir. "Evet!" derler. Ve aralarından bir tellâl, "Allah'ın la­neti zâlimlerin üzerine olsun!" diye bağırır.
45. Onlar, Allah yolundan alıkoyan ve o yolun eğri olmasını isteyen zâlimlerdir. Onlar âhireti de inkâr
edenlerdir.
46. İki taraf arasında bir sûr ve A'râf üzerinde de herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır ki, bunlar henüz Cennete giremedikleri halde girmeyi umarak, Cennet ehline: "Selâm size!" diye seslenirler.
47. Gözleri Cehennem ehli tarafına döndürülünce de: "Ey Rabbimiz ! Bizi zâlimler topluluğu ile beraber, bulundurma! derler.
48. A'râf ehli, sımalarından tanıdıkları bir takım adamlara seslenerek derler ki: "Ne mal biriktirmeniz ne de büyüklük taslamanız size hiç bir yarar sağlamadı.
49. Allah'ın kendilerini hiç bir rahmete erdirme-yeceğine dair yemin ettiğiniz kimseler bunlar mı? Ey Cennet Ehli! Girin Cennete artık size korku yoktur, ve siz üzülecek de değilsiniz.?
50. Cehennem ehli, Cennet ehline: "Suyunuzdan veya Allah'ın size verdiği rızıktan biraz da bize verin! diye seslenirler. Onlar da "Allah bunları kâfirlere ha­ram kılmıştır." derler.
51. O kâfirler dinlerini bir eğlence ve oyun edin­diler dünya hayatı onları aldattı. Onlar bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve âyetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi, biz de bugün onları unuturuz.

Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde Hz. Âdem (a.s.) kıssasını ve Hz. Â-dem'in nesline ihsan ettiği, avret mahallini örtecek elbiseleri anlattı. Bura­da da beşeri münâsebetlerde ve namaz kılma istendiğinde süslenmeyi ve güzelleşmeyi emretti. Daha sonra âhiret hallerini ve insanların Cennet eh­li, Cehennem ehli ve A'râf ehli diye gruplara ayrıldığını ve her grubun ada­let ve ceza yurdundaki mutluluk ve bedbahtlık durumlarını açıkladı. [56]

Kelimelerin İzahı

Süsünüzü. Zînet: Kişinin süslendiği ve güzelleştiği elbise ve diğer şeyler.
Fevâhiş, fahişe kelimesinin çoğuludur. Fahişe ise, son derece çirkin olan masiyettir.
Bağy, insanalara zulmetmek demektir.
Sultan, hüccet ve delil manasınadır.
Semmi'l-hıyât, iğne deliği demektir.
Mihâd, insanın yatacağı yatak.
kelimesinin cem'î olup örtüler manasınadır. İbn Abbas: "Bunlar, yorganlardır" demiştir.
kelimesinin cem'î olup Cennet ve Cehennem ara­sına konmuş bir sûrdur. Horozun ibiği mânâsına gelen kelimesinden ömüsteârdır.
Bi sîmâhum, alâmetleriyle demektir, [57]

Nuzûl Sebebi

İbn Abbas'm şöyle dediği rivayet olunur: Kadın, Beytullah'ı çıplak o-larak tavaf ederdi ve şöyle derdi: Bana ödünç olarak tavaf edecek bir elbise kim verecek? Aldığı elbiseyi fercinin üzerine koyar ve: "Bugün onun bir kısmı veya hepsi görünüyor. Ama ondan görüneni helal etmem." beytini okurdu. Bunun üzerine, âyeti nazil oldu. Ve Rasulullah (s.a.v.)'m müezzini, Beytullah'ı hiçbir kimsenin çıplak olarak tavaf etmeyeceğine dâir ilânda bulundu.[58]

Âyetlerin Tefsiri

31. Ey Âdemoğulları! Her türlü na­maz ve tavaf sırasında elbiselerinizin en iyisini ve en temizini giyiniz. Yemede, içmede ve süslenmede mala ve cana zarar vere­cek şekilde israf etmeyiniz, Allah, helal ve haram kıldığı hususlarda koyduğu sınırları aşanları sevmez. [59]
32. Ey Muhammed! Beytullah'ı çıplak olarak tavaf eden ve benim onlar için helal kıldığım te­miz azıkları kendilerine haram kılan o câhil Araplara de ki: Allah'ın sizin faydalanmanız için bitkilerden yaratmış olduğu elbiselerle süslenmeyi ve yenilecek içilecek tatlı şeylerden yararlanmayı size kim haram kıldı?! Buradaki soru inkâr ve kınama ifade eder. De ki: Bu zinet ve temiz nzıklara, her ne kadar dünyada kâfirler ortak olsalar da, onlar mü'minler için yaratılmışlardır. Kıyamet gününde ise sadece mü'minlerin olacaklardır. Hiçkimse onlara ortak olmayacaktır. Çünkü Allah, Cenneti kâfirlere haram kılmıştır. İşte, Allah'ın hikmetim düşünen ve koyduğu kanunları anlayan bir kavme, ahkâm âyetlerini böyle açıklıyoruz. [60]
33. Ey Muhammedi Onlara de ki Allah ancak, son derece çirkin ve zararlı olan şeyleri haram kıldı. Bu kötülükler ister açık olsun, ister gizli olsun, haram kılınmıştır. Bütün masiyetleri ve insanlara zulmetmeyi haram kıldı. Hüccetsiz veya delilsiz ola­rak ibadette Allah'a ortaklar koşmanızı, helal .ve haram kılma hususunda Allah'a iftira atmanızı haram kılmıştır. [61]
34. Peygamberlerini yalanlayan her ümmetin helak olma­sı, için tayin edilmiş bir müddet vardır. Ebu Hayyân şöyle der: Bu, Allah'ın emrine muhalefet ettikleri takdirde müşrikleri azap ile tehdittir.[62] Onlar için takdir edilen helak vakti gel­diğinde, ne bir an ertelenir, ne de ileri alınır. Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyurumuştur: İşte şu ülkeler; zulmettikleri zaman onları helak ettik. Onları helak etmek için de belli bir zaman tayin etmiştik.[63] Saat en kısa zaman için kullanılan bir Ör­nektir. An demektir. [64]
35. Ayette geçen Âdem-oğullarındân maksat bütün milletlerdir. Buna göre mânâ şöyle olur: Ey mil­letler! Eğer size, hükümleri ve şeriatları açıklamak üzere gönderdiğim pey­gamberler gelirse, sizden kim, itaat etmek ve haram kılman şeyleri terketmek suretiyle Rabbinden korkarsa, âhirette onlara herhangi bir korku yoktur. Onlar tasalanmazlar da. [65]
36. Peygam­berlerin getirdiklerini yalanlayıp ona iman etmeyi gururlarına yedireme­yenlere gelince, işte onlar Cehennem ateşinde kalıcıdırlar. Oradan asla çı­kamazlar. [66]
37. Bu âyetteki soru inkâr i-çindir. Yani, kasten Allah'a iftira eden veya onun indirilmiş âyetlerini ya­lanlayandan daha çirkin ve âdî kim vardır?! Dün­yada onlar için yazılan ve takdir edilen ecel ve azıklardan paylarını alacaklardır. Mücâhid: Kendilerine vaad olunan hayır veya serden paylarını alacaklardır" şeklinde tefsir eder. Onların canlarını almak üzere ölüm melekleri geldiğinde, onlara: "Allah'ı bırakıp da kendilerine kulluk ettiğiniz ilâhlar nerde? Onları çağırın da sizi azaptan kurtarsınlar." derler. Buradaki soru susturmak ve kınamak içindir. Yalanlayıcı bedbahtlar derler ki: "Onlar bizi terkettiler. Onların ne faydalarını ne hayırlarını umuyoruz. Kendilerinin kâfir ve sapık olduklarım ikrar ve itiraf ettiler. İçinde bulundukları hüsran ve ziyan sebebiyle, hasret ve itiraf yo­luyla bunu söylediler. [67]
38. Yüce Allah, âyetlerini yalanlayan bu kişilere kıyamet gününde şöyle der: Sizin gibi gü­nahkâr olan milletlerle beraber Cehennem ateşine girin. Onlar, insan ve cinlerden, geçmiş milletlerin kâfirleridir, Onlardan bir grup ateşe girdikçe, öncekileri lanetlerler. Çünkü onların yüzünden dalâ­lete düşmüşlerdi. Alûsî şöyle der: Tâbi olanlar, önderleri lanetleyerek şöy­le derler: Bizi buralara siz getirdiniz. Allah size lanet etsin.[68] Bundan mak­sat, Cehennem ehli birbirini yalanlar demektir. Nitekim bir âyette şöyle buyrulmuştur. Sonra kıyamet gününde, bazınız bazınızı tanımayacak, bazınız da bazınızı lanetleyecek­tir.[69] Nihayet hepsi ard arda ateşte toplanınca, tâbi olanlar, kendilerini, saptıran liderler ve başkanlar hakkında, "Ey Rabbimiz! Bizi senin yolundan saptıran ve şeytana itaati bize süslü gösterenler işte bunlardır, onlara azabı kat kat tattır. Çünkü bizim kâfir olmamıza onlar sebep oldular." Bu âyetin bir benzeri de şu âyet-i kerimedir: Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz! onlara iki kat azab ver ve onları büyük bir lanetle rahmetinden kov." derler.[70] Yüce Allah, "Lider ve tâbilerden her birine bir kat fazla azap var­dır." buyurur. Liderler, hem kendileri saptıkları hem de diğerlerini saptır­dıkları için, tâbiler de hem kâfir oldukları hem de liderleri taklit ettikleri için bu azaba müstehaktır. Fakat siz o azabın şiddetini bile­mezsiniz.. Dolayısıyle onlar için kat kat azap istiyorsunuz. [71]
39. Liderler tâbilere derler ki: Azabın hafifletilmesi hususunda sizin bize bir üstünlüğünüz yoktur. Sapık­lık ve elem verici azaba müstehak olma hususunda eşitiz. Liderler bunu tâbilere yürek soğutma yoluyla söylerler. Çünkü onlar, liderlerin azaplarının iki kat olmasını istemişlerdi.[72]
40. Apaçık olmalarına rağmen âyetle­rimizi yalanlayıp onlara iman etmeyi ve gerekleri ile amel etmeyi kibirlerine yediremeyenler var ya, onlara göklerin kapılar açılmaz, yani onların iyi amelleri göklere yükselmez. Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: Ona ancak güzel sözler yükselir.[73] Ibn Abbas şöyle der: Onların ne Salih amelleri, ne de duaları göklerin kapılarında yukarı geçebilir. Bir görüşe göre onlara, öldüklerinde, ruhları için gök kapıları açılmaz. Şu hadis de bu mânâyı desteklemektedir. Kâfir kul dünyadan ayrıldığında ona ölüm meleği gelerek baş ucunda oturur ve şöyle der: Ey pis ruh! Allah'ın hışım ve gazabına gitmek üzere çık. Ruh, en kötü leş kokusu gibi bir kokuyla dünyadan çıkar. Her bir melek toplu­luğuna uğradıkça melekler: Bu pis ruh nedir? derler. Nihayet ölüm meleği onu dünya semasına götürür. Kapının açılmasını ister, fakat ona kapı açıl­maz..[74] Onlar kıyamet günü, deve iğne deliğine girinceye kadar Cennete giremezler. Bu' iri cüsseli devenin ince iğne deliğine girmesinin imkansız olduğu gibi, kâfirlerin de Cennete girmesinin imkansız olduğunu gösteren bir temsildir. Tasvir mübalağa ifade eder. korkunç ceza gibi, âsîleri ve suçluları cezalandırırız. [75]
41. Onların altlarında ateşten yatakları vardır. Üstlerinde de ateşten örtüleri vardır. İşte zulmeden ve Allah'ın koyduğu sınırları aşan herkesi böyle şiddetli bir ceza ile ceza­landırırız.
Yüce Allah kâfirlere yaptığı tehdidi ve onlar için âhirette hazırlamış olduğu cezayı anlattıktan sonra, ardından mü'minlere yaptığı vaadi ve onlar için âhirette hazırlamış olduğu mükafaatı açıklar ve şöyle buyurur: [76]
42. Allah ve Rasûlüne inanıp onun emrettik­lerini işleyip Ona itaat edenler var ya, Biz zaten hiçbir kimseye gücünün üstünde veya yapamıyacağı bir sorumluluk yüklemeyiz. Bilakis, gücünün yettiği ile mükellef kılarız, İşte o bahtiyar mü'minler naîm Cennetlerinde ebedî kalmaya hak kazan­mışlardır. Oradan asla çıkarılmazlar. Bu cümle cümlesinin ha­beridir. Aradaki cümle ise, mu'teriza cümlesidir. Ebu Hayyân şöyle der Bu cümle, bu amelin onların güçleri dahilinde olduğuna ve güçlerinin dı­şında olmadığına dikkat çeker. Aynı zamanda, Cennetteki şeylerin büyük ve değerli olmalarına mukabil, meşakkatsiz, ve kolay bir amelle oraya gi­rebileceğine dâir kâfirleri uyarır.[77]
43. Onların aralarında sevgi ve şefkatten baş­ka bir şey bulunmaması için kalplerini haset ve kinden temizledik. Nite­kim bir hadiste şöyle buyurulmuştur: Kalplerinde, birbirlerine karşı herhangi bir kin ve haset olmaksızın Cennete girerler.[78] Kelimesinin mâzî s'ygasiyle gelmesi, temizleme fiilinin muhakkak olacağını ifade eder. Onların içinde bulundukları nimetlerin artması için, köşkleri­nin altından Cennet nehirleri akar. * Onlar şöyle derler: Bu büyük nimetleri elde etmeye bizi muvaffak kılan Allah'a hamdolsun. Allah, bize hidâyet ve başarı nasip etmeseydi biz bu saadete ulaşamazdık. Vallahi, peygamberler Al­lah'tan bize getirdikleri haberlerde doğru söylemişlerdir. Melekler onlara, "Dünyada işlemiş olduğunuz iyi amellere karşılık size verilen Cennet budur." diye seslenirler. Kurtubî şöyle der: Cennetteki makamlara amelleriniz sebebiyle vâris oldunuz. Fakat ora­ya girmeniz Allah'ın rahmeti ve lütfü iledir. Hadiste şöyle buyrulmuştur: "Hiçbirinizi, ameli Cennete sokamaz..[79]
44. Bu nida, Cennetliklerin Cennete Cehennemliklerin de Cehenneme yerleşmesinden sonra olacaktır. Mutlaka gerçekleşeceğini bil­dirmek için, ilerde meydana gelecek bir olayı mâzî sıygasıyle ifade etti. Yani Cennet ehli Cehennem ehline şöyle seslenir: "Gerçekten biz Rabbim-izin, peygamberleri vasıtasıyle bize vadettiği nimetleri ve ikramları doğru bulduk. Siz de, Rabbinizin size vadettiği rezillik, horluk ve azabı gerçek buldunuz mu?" Cehennem ehli: "Evet, onu gerçek bulduk" derler. Zemahşeri şöyle der: Cennetlikler bunu Cehennemliklere, kendi hallerinden memnuniyetlerini, onların durumlarına sevinçlerini ifade etmek ve sırf ha­ber vermek ve haber sormak suretiyle onların kederlerini artırmak içir söylerler.[80] arasında bir tellâl "Allah'ın laneti, O'na karşı haksızlık eden herkesin üzerine olsun." diye ses lenir. Sonra Yüce Allah, o zâlimleri şöyle vasıflandırır: [81]
45. Onlar dünyada insanları Alla h'ın dinine tâbi olmaktan alıkoyanlar ve hiçkimsenin girmemesi için yolu dosdoğru olmayıp eğri olmasını isteyenlerdirOnlar âhi­rette Allah'la karşılaşmayı yalanlayıp inkâr edenlerdir. [82]
46. Bu iki grup arasında bir sur vardır. Bu sur, şu âyet-i kerimede belirtilmiştir: Onların arasına kapılı bir sur çekilir.[83] Bu sur, Cehennem ehlinin Cen nete girmesine engel olur. Bu surun üzerindekiler Cennetlik ve Cehennerr liklerden herbirini Allah'ın üzerlerine koyduğu alâmetle tanırlar. Katâd şöyle der: Cehennem ehlini yüzlerinin siyahlığından, Cennet ehlinideyü lerinin beyazlığından tanırlar.[84] A'raf ehli Ceinet ehlini gördüklerinde onlara "selamün aleyküm" diye seslenirler. A'râf ehli Cennete girmeyi istedikleri halde oraya giremezler. [85]
47. Gözleri Cehenem ehli tarafına döndürülünce de: "Ey Rabbimiz! Bizi, zâlimler top­luluğu ile beraber bulundurma." derler. Tefsirciler şöyle der: A'râf ehli, se­vapları ile günahları eşit olan topluluktur. Bunlar Cennetlik de değildirler, Cehennemlik de.. Haklarında Allah hüküm verinceye kadar orada sur üze­rinde tutulurlar. Cennet ehline baktıklarında onlara selam verirler. Cehen­nem ehline baktıklarında ise, "Ey Rabbimiz, bizi zâlim kavimle beraber et­me." diye dua edip kendilerini onlarla beraber etmemesini Allah'tan ister­ler. Ebu Hayyân şöyle der: "CJ^ çevrildi" ifadesi onların çoğu hallerinde Cennet ehline baktıklarını, Cehennem ehline bakmalarının ise kendi istek­leriyle olmayıp, bilakis oraya çevrildiklerini gösterir. Buna göre mânâ şu­dur: Onlar gözlerini çevirmeye mecbur edildikleri ve Cehennem ehlinin içinde bulundukları azabı gördüklerinde kendilerini onlarla bir tutmaması için Rablerine yalvarırlar.[86]
48. A'râf ehli sımalarından tanıdıkları kâfirlerin reisleri olan Cehennemlik adamlara seslenerek Mal biriktirmeniz ve iman etmeyi kibirinize yediremerneniz size ne fayda sağladı? derler. Bu soru kınama ifade eder. [87]
49. Dünyada kendileri ile alay ettiği­niz ve Allah onları Cennete sokmayacak diye yemin ettiğiniz kimseler, bu zayıf mü'minler mi? Bu soru ikrar, kınama ve düşmanın haline sevinmeyi ifade eder. A'râf ehli, Cehenem ehlini bu şekilde kınar. A'râf ehli mü'minlere, "kâfirlerin burunlarını yere sürte sürte Cennete girin, derler. Âlûsî şöyle der: Bu, A'râf ehlinin sözlerindendir. Yukarda işaret edilen Cennet ehline derler ki: Cennette korkusuz, tasasız, son derece sevinçli ve tam bir ikram içersinde devamlı kalın.[88]
50. Yüce Allah (c.c.) bu âyette, her iki grubun yerleşmesinden ve ortalığın sakin­leşmesinden sonra Cennet ehli ile Cehennem ehli arasında yapılan konuş­mayı ve büyük bela indiğinde, şiddetli açlık ve susuzluktan dolayı Cehen­nemliklerin Cennet ehlinden yardım istemelerini haber vermektedir. Mânâ şöyledir: Kıyamet gününde Cehennemlikler Cennetliklere seslenerek "Bize biraz su veya Allah'ın size rızık olarak verdiği diğer içeceklerden verin de onunla ateşin ve susuzluğun hararetini giderelim. Şüphesiz susuzluk bizi öldürüyor." diye seslenirler. Mü'minler: "Allah, Cennetin içeceklerini ve yiyeceklerini kâfirlere yasakladı." derler. İbn Abbas şöyle der: Kişi, kardeşine ve babasına seslenip: "Yandım, benim üze­rime biraz su dök" der. Cennetliklere, "Onlara cevap veriniz." denilir. Cennetlikler de: Allah onları kâfirlere haram kıldı." derler.[89]
Bundan sonra Yüce Allah kâfirleri tanıtarak şöyle buyurur: [90]
51. Onlar Allah'ın dini ile alay edenler, dini oyun ve eğlence haline getirenlerdir. Dünya hayatı, geçici yaldızları ve öldürücü şehvetleri ile onları aldattı. İşte dünyanın, dünya hal­kına karşı durumu budur: Aldatır ve zarar verir. Hile yapar ve yıkar. Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklırını unuttukla­rı gibi, biz de bugün onları unuturuz. Yani onlar nasıl bugüne ulaşmak için amel etmeyi terkettiler, amel etmek akıllarına gelmedi ve nasıl buna önem vermedilerse biz de bugün onları azapta bırakacağız. Alûsî şöyle der: Bu kelâm temsil makamında gelmiştir. Yani onlar, nasıl unutulmaması gere­ken bu büyük güne kavuşmayı unuttularsa, biz de onları o şekilde ateşte bırakıp unutacağız.[91] İbn Kesir şöyle der: Allah onlara unuttuğu kimseler gibi muamele eder. Zira Allah'ın ilminden hiçbir şey hariç değildir. Allah hiçbir şeyi unutmaz.[92] Dünyada Allah'ın âyetlerini inkâr edip onları yalanladıkları ve onlarla alay ettikleri gibi, biz de onları azap içinde unuturuz. [93]

Edebî Sanatlar

1. Her namaz ve tavafta.." Mecâz-ı mürseldir. Alâkası mahalliyettir. Çünkü burada mescid'den maksat namaz ve tavaftır. Mescid, namaz kılma yen olduğu için, ona bu isim verilmiştir.
2. Onlara göklerin kapıları açılmaz." Bu ame­lin kabul olunmayışmdan kinayedir. Yani onların ne duaları, ne de amelleri kabul olunur.
3. Deve, iğne deliğine girin­ceye kadar" Burada zımnî teşbih vardır. Yani onlar hiçbir halde Cennete giremezler. Ancak devenin iğne deliğine girmesi mümkün olursa, o zaman girebilirler. Bu onların Cennete girmelerinin imkansızlığını ifade eden bir temsildir.
4. Altlarında onlar iÇin Cehennem ate­şinden döşekler, üstlerinde de örtüler vardır." Ebu Hayyân şöyle der: Bu, on­ları her taraftan kuşatan ateşten istiaredir. Nitekim bir âyet-i kerimede şöy­le buyrulmuştur: Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da ateşten tabakalar var.[94]
5. Onlardan görünen ve görünmeyen Burada göründü ve gizli oldu kelimeleri arasında tıbak sanatı vardır. Bu da edebî sanatlardandır. [95]

Faydalı Bilgiler

Rivayet olunur ki, Hârûn Reşîd'in Hıristiyan fakat çok mahir bir dok­toru vardı. Bu doktor âlimlerden birine dedi ki: Sizin kitabınızda tıp ilmine dâir bir şey yoktur. Halbuki ilim ikidir: Bedenler ilmi, dinler ilmi. Âlim ona dedi ki: Yüce Allah, bütün tıp ilmini kitabındaki bir âyetin yarısında toplamıştır. Doktor: O hangi âyettir? diye sordu. Âlim: yeyin, için, israf etmeyin.[96] âyetidir dedi. Hıristiyan doktor: "Peygamberi­nizden tıp hakkında her hangi bir rivayet yok." dedi. Âlim: "Peygamberimiz (s.a.v.) tıbbı birkaç lafızda toplamıştır." dedi Hıristiyan doktor: "Nedir o lafızlar?" diye sordu. Âlim onun şu hadisidir diye cevap verdi: "İnsanoğlu karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır. Âdemoğluna, onu ayakta tut­mak için birkaç lokma yeter.[97] Hıristiyan doktor: Kitabınız da, Peygam­beriniz de Calinus'a tıp bırakmamış" dedi.[98]
52. Gerçekten onlara inanan bir toplum için hi­dâyet ve rahmet olarak ilim üzere açıkladığımız bir ki­tap getirdik.
53. Onlar, Onun sonucundan başka bir şey bekle­miyorlar. Sonucu ortaya çıktığı gün, daha önce onu unutmuş olanlar derler ki: Doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler. Şimdi bizim şefaatçilarımız var mı ki bize şefaat etsinler veya geri döndürülmemiz müm­kün mü ki, yapmış olduğumuz amellerden başkasını ya­palım? Onlar cidden kendilerine yazık ettiler ve uy­durdukları şeyler de kendilerinden kaybolup gitti.
54. Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün­de yaratan, sonra Arş'ı istiva eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan AI-lah'dır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!
55. Rabbinize yalvara, yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez.
56. İslah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgun­culuk yapmayın. Allah'a korkarak ve ümitle dua edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah'ın rahmeti yakın­dır.
57. Rüzgarları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderen O'dur. Sonunda rüzgarlar ağır bulutları yük­lenince onları ölü bir memlekete sevk ederiz. Orada su indirir ve onunla türlü türlü meyveler çıkarırız. İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Her halde bundan ibret alırsınız.
58. Rabbinin izniyle güzel memleketin bitkisi, gü­zel çıkar; kötü olandan ise faydasız bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte biz, şükreden bir kavim için âyetleri böyle açıklıyoruz.
59. Andolsun ki Nuh'u elçi olarak kavmine gön­derdik de dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, si­zin ondan başka ilâhınız yoktur. Doğrusu ben, üstünü­ze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum."
60. Kavminden ileri gelenler dediler ki: "Biz ger­çekten seni apaçık sapıklık içinde görüyoruz."
61. Dedi ki "Ey kavmim! Bende herhangi bir sa­pıklık yokdur; fakat ben, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim.
62. Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Al­lah'tan gelen vahiy ile biliyorum.
63. Sakınıp da rahmete nail olmanız ümidiyle, içi­nizden sizi uyaracak bir adam vasıtasıyla Rabbinizden size bir zikr gelmesine şaştınız mı?"
64. Onu yalanladılar, biz onu ve onunla beraber gemide bulunanları kurtardık, âyetlerimizi yalanlayan­ları da suda boğduk! Çünkü onlar kör bir kavim idiler.
65. Ad kavmine de kardeşleri Hûd'u gönderdik. O, dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin O'n-dan başka ilâhınız yoktur. Hâlâ sakınmayacak mısı­nız?"
66. Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: "Gerçekten biz seni bir beyinsizlik içinde görüyoruz, ve gerçekten seni yalancılardan sanıyoruz."
67. "Ey kavmim! dedi, ben de herhangi bir beyin­sizlik voktur; fakat ben âlemlerin Rabbinin gönderdiği bir elçiyim.
68. Size Rabbimin vahyetdiklerini, gönderdiği gerçekleri duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.
69. Sizi uyarmak için içinizden bir adam vası­tasıyla Rabbinizden size bir zikir gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki O sizi, Nuh kavminden sonra onların yerine getirdi ve yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı. O halde Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa ere-siniz."
70. Dediler ki: "Sen bize tek Allah'a kulluk etme­miz ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi geldin? Eğer doğrulardan isen, bizi tehdit etti­ğin azabı bize getir."
71. Hûd dedi ki: "Üzerinize Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Haklarında Allah'ın hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı isimler hususunda benimle tartışıyor musunuz? Bekle­yin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyen­lerdenim!"
72. Onu ve onunla beraber olanları rahmetimizle kurtardık ve âyetlerimizi yalanlayıp da iman etmeyen­lerin kökünü kestik.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde bedbaht kâfirlerin âhiretteki hallerini ve büyük zararlarını anlattıktan sonra, burada da hiçkimsenin kendisine karşı bir delil getiremiyeceğini, zira insanlığın hidâyeti için peygamberler gönderdiğini ve kitaplar indirdiğini bildirdi. Daha sonra da bazı peygamber­lerin kıssalarım anlattı. Bu kıssalara peygamberlerin şeyhi Hz. Nuh'tan başladı. Onun ardından Hûd (a.s.)'u anlatarak peygamberlerin daveti karşısında müşriklerin tutumunu açıkladı. [99]

Kelimelerin İzahı

Onun işinin sonunu ve varacağı yeri. Bu kelime kökündendir. Bir şey varacağı yere dönünce denir.
İstiva, yükselmek ve yerleşmek demektir. Cevheri şöyle der. Hayvanın sırtına çıkıp yerleşti." Semâya yöneldi." demektir. İse dengeli oldu." manasınadır. Örter demektir.
Hasisen, sür'aili manasınadır. Siir'at ve çabukluk demektir. Kelimesinin, kalıbıdır. Bereket ise, çokluk ve bolluk mânâsına gelir. Ezherî şöyle der: Yüce oldu, büyük ve yüce oldu de­mektir.
Tedaim1, zelillik ve boyun eğme, Ruhtaki zilleti huşu ile açı­ğa vurmak manasınadır.
Hufyeten, gizlice. Büşrân, yağmur müjdeleyerek. Yüklendi. Nekid, az ve zor demektir. Âlâ, nimetler demektir. fylüfredi, vezninde kelimesidir. [100]

Âyetlerin Tefsiri

52. Şüphesiz Mekke halkına kitabı yani Kur'an-ı Ke-rim'i gönderdik. Onun mânâlarını ve hükümlerini ilmimizle öyle açıkladık ki, eğri büğrü olmaksızın dosdoğru bir kitap olarak size gel­di. O, iman eden bir topluluk için bir hidâyet, rahmet ve mutluluk vesilesidir. [101]
53. Mekke halkı kendilerine vaad edilen azabın ve işkencenin sonuncundan başka bir şey beklemiyorlar. Katâde: "Tevilden maksat sonudur." Der. Onun tevilinin geleceği kıyamet günü, daha önce dünyada onunla amel etmeyenler: "Rabbimizin elçileri bize doğru haber vermişler, onların doğ­ruluğunu anladık. Fakat onlara îman edip tâbi olmamıştık." derler. Taberî şöyle der: Zavallılar, kendilerine azap gelince, Allah'ın peygamberlerinin, kendilerine risâleti tebliğ ettiklerine, nasihat ettiklerine ve doğru söyledik­lerine dair yemin ederler. Çok dedikodu etmenin kendilerine fayda verme­yeceği ve onları Allah'ın azabından kurtaramıyacağı bir zamanda böyle derler.[102] Bugün bizi bu azaptan kurtaracak bir şefa­atçimiz var mı? derler. Bu, ümit mânâsı taşıyan bir sorudur. Ya da bizim için dünyaya bir dönüş olur mu ki, işlemiş oldu­ğumuz masiyet ve çirkin amellerden başka Salih amel işleyelim. Yüce Al­lah onların bu isteklerini redederek şöyle buyurur: Onlar şüphesiz kendilerine zarar verdiler. Zira fani olan değer­siz dünyayı baki olan değerli âhirete tercih ettiler. Putların ve ilâhların yapacaklarını umdukları şefaat boşa çıktı.
Sonra Yüce Allah, kudretini ve birliğini gösteren delilleri anlatarak şöyle buyurur: [103]
54. Şüphesiz sizin ma' bu­dunuz ve kendisine ibadet ettiğiniz yaratıcınız, gökleri ve yeri, dünya günlerinden altı gün kadar bir zaman içersinde yaratan ve icat etme kudre­tine sahip olan tek Allah'tır. Kurtubî şöyle der; Allah isteseydi onları, bir anda yaratırdı. Fakat o kullarına işlerinde aceleci olmamalarını öğretmek istedi.[104] Sonra sânına lâyık bir şekilde Arş'ı istiva etti. Ni­tekim imam Malik (r.a) şöyle der: İstiva ma'lumdur. Nasıl olduğu meçhul­dür, ona inanmak farzdır. Onun hakkında soru sormak bid'attir. İmam Ah-med (r.a) de şöyle der: Sıfatlarla ilgili haberler, bir şeye benzetilmeden ve inkâr edilmeden, nasıl gelmişse öyle devam eder. Nasıl ve niçin böyledir diye sorulmaz. Biz, Allah nasıl dilerse, o şekilde arş üzerinde olduğu na inanırız. O, hiçbir kimsenin anlatamıyacağı ve tarif edemiyeceği bir şekil­de, dilediği gibi Arş'ı istiva etmiştir. Biz, âyet ve hadisleri okur, onlarda olanlara inanırız. Sıfatların nasıllığı hususunu Allah'ın ilmine havale ede­riz.[105] Kurtubî şöyle der: Selef-i Sâlihten hiç kimse, Allah'ın Arş'ı hakîkaten istiva ettiğini inkâr etmemiştir. Ancak, istivanın nasıl olduğunu bileme­mişlerdir. Çünkü onun hakikati bilinmez.[106] Allah geceyi gündüz üzerine örter. Gündüzün aydınlığını giderir. Halb"uki gündüz, geceye ulaşıncaya kadar onu sür'atle takip etmektedir, Allah güneşi, ayı ve yıldızları hepsini kudreti ve dilemesi ile ve emrine boyun eğmiş olarak yaratandır. Bilesiniz ki mülk ve kainatta tam tasarruf ona aittir Alemlerin Rabbi onları yoktan var edip yaratan Allah yüce ve şereflidir. [107]
55. Allah'a yalvara yakara, huşu içinde boyun eğerek gizlice dua edin. Şüphesiz Allah, avurdunu çatlat­mak ve sesini yükseltmek suretiyle duada haddi aşanları sevmez. Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Siz ne sağıra ne de yanınızda olmayan birine dua ediyorsunuz.[108]
56. Allah , peygamberler göndermek su­retiyle yeryüzünü İslah ettikten sonra, siz orada şirk ve masiyetlerle fesat çıkarmayın. Azabından korkarak ve rahmetini umarak ona ibadet edin, Şüphesiz Allah'ın rahmeti onun emirlerine sarılan ve yasakladıklarını bırakan itaatli kullara yakındır. [109]
57. Rüzgarları yağmurun müjdecisi olarak gönderen O'dur. Ebu Hayyân şöyle der: nın mânâsı "nimetinin önünde" demektir, ki o da nimetlerin en büyüğü ve insana er faydalısı olan yağmurdur.[110] Nihâyet rüzgârlar yağmur dolu bulutları yüklendiğinde, o bulutlan bitkisiz, çorak Ölü bir arazi üzerine göndeririz. O ölü a raziye yağmuru indiririz. O yağmurla orada her türlü meyveyi bitiririz. İşte böyle ölü topraktan çeşitli bitkiler çıkardığımı gibi, ölüleri de kabirlerinden çıkaracağız. Belki ibret alır, iman edersini; İbn Kesir şöyle der: Bu mânâ Kur'an'da çok yerde mevcuttur. Allah, ölü olan çorak araziyi yeniden diriltip ona canlılık kazandırmasını kıyamet gü­nünde Ölüleri dirilteceğine dair darb-ı mesel getirir. İşte bunun için, "Belki ibret alırsınız." buyurdu.[111]
58. Toprağı kıymetli arazide, Allah'ın di­lemesi ve kolaylaştırması ile bol, güzel ve faydalı bitkiler çıkar. Bu, öğüt dinleyip ondan faydalanan mü'min için bir darb-ı meseldir, Taşlı veya tuzlu arazî gibi, toprağı değersiz olan araziye ge­lince, orada bitkiler zorluk ve meşakkatle az biter, onda hayır yoktur. İşte bu da, öğütten faydalanmayan kâfir için bir darb-ı meseldir. İbn Abbas şöy­le der: Bu, Allah'ın mü'min ve kâfir hakkında getirdiği bir darb-ı meseldir. Mü'min güzeldir, ameli de güzeldir. O, meyvesi güzel olan güzel araziye benzer. Kâfir pistir, ameli de pistir. O da kendisinden faydalanılmayan tuz­lu, çorak araziye benzer.[112] Bu darb-ı meseli ge­tirdiğimiz gibi, nimetlerine karşılık Allah'a şükreden topluluk için delil üstüne delil getirerek çeşitli hüccetleri açıklıyor ve onları âyet âyet tek­rarlıyoruz. Burada sadece "şükreden topluluğun" adı geçti. Çünkü Kur'an'ı dinlemekten faydalananlar onlardır. Alûsî şöyle der: Bu eşsiz tasarruf gibi, Allah'ın nimetlerine şükreden bir topluluk için, engin kudrete delâlet eden âyetleri tekrarlıyoruz. Nimetlere şükür ise, onları düşünmek ve ibret almakla olur.[113]
59. Andolsun ki, Nuh'u kavmine gönderdik. Bura­daki lâm, mahzûf yeminin cevabıdır. Hz. Nûh (a.s.), peygamberlerin şeyhi­dir. Çünkü o, en uzun Ömürlü peygamberdir. İdris (a.s.)'ten sonra, Allah'ın gönderdiği ilk peygamber odur. Hiçbir peygamber Onun kadar eziyet çekmemiştir.[114] Hz Nûh kavmine, "Allah'ı birleyin, O'na ortak koşmayın. Sizin için ondan başka ibadete layık bir ilâh yoktur." Eğer ona ortak koşar ve iman etmezse­niz, ben kıyamet gününde başınıza bir azab gelmesinden korkarım." dedi. [115]
60. Kavminin eşrafı ve ileri gelenle­ri dedi ki: Ey Nûh, şüphesiz biz senin hak, doğru ve açık yoldan ayrıldığını görüyoruz. Ebu Hayyân şöyle der: Hz. Nuh'a kavminin, sadece eşrafı ve ile­ri gelenleri cevap verdi. Bunlar, akıl ve fikirleri dünya ile meşgul olduğu ve reislik peşinde koştukları için peygamberlere isyan edenlerdir.[116] İşte kötülerin durumu böyledir. İyileri daima dalâlette görürler. [117]
61. Hz. Nûh::"Ben sapık değilim, sizin bütün iş ve hallerinize sahip olan, sizin menfaatinizi gözeten Rabbiniz katından size gönderilmiş bir peygamberim.[118]
62. Ben, Allah'ın be­nimle size gönderdiği şeyi size tebliğ ediyorum. Sizin iyiliğinizi ve hayrı­nızı istiyorum. Ben gayb işlerinden, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum" dedi. İbn Kesir şöyle der: İşte Peygamberin şanı budur. O, fasîh bir tebliğci, nasihatçı ve Allah'ı bilen biridir. Allah'ın mahlukatından hiç kimse, bu sı­fatlarda ona ulaşamaz.[119]
63. İçinizden bir adam vasıtasıyle size bir zikir gelmesine şaştınız mı1? Yani buna şaşmayın. Çünkü, size bir rahmet, bir lütuf ve bir ihsan olarak, (içiniz­den bir adama Allah'ın vahyetmesi şaşılacak bir şey değildir. İman1 etme­diğiniz takdirde, sizi azaptan sakındırması, Rabbinizden korkmanız ve bu sayede rahmete nail olmanız için Allah bu Peygambere vahyeder. [120]
64. Uzun süre aralarında kalmasına rağ­men onlar Nuh'u yalanladılar. Allah, Nuh'u ve onunla beraber gemide bulu­nan mü'minleri kurtardı. Onlardan âyetlerimizi yalan­layanları boğarak helak ettik, Onlar, kalpleri kör bir kavim di, hakkı göremiyorlar ve ona yol bulamıyorlardı. İbn Abbas şöyle der: On­ların kalpleri kör olmuştu. Tevhidi, nübüvveti ve âhireti anlamıyorlardı.[121]
65. Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u gönderdi. Onlar Yemen'in Ahkâf bölgesinde yaşıyorlardı, Peygamberleri onlara; "Allah'ı birleyin. Ondan başka sizin ilâhınız yoktur." dedi. Onun azabından korkmuyor musunuz? [122]
66. Kavminin kâfir olan eşraf ve ileri gelen­leri şöyle dedi: Biz seni beyinsizlik ve hafif meşreplik içersinde görüyoruz. Peygamberlik iddianda yalancılardan olduğunu zannediyoruz. [123]
67. Bende sizin iddia et­tiğiniz gibi, harhangi bir akil noksanlığı yoktur. Fakat ben, âlemlerin Rabbi tarafından hidâyetle size gönderilmiş bir peygamberim. [124]
68. Size Allah'ın emirlerini tebliğ ediyorum. Sizi kendisine çağırdığım şey hakkında, size nasihat ediciyim. Söylediğim sözde güvenilir bir kişiyim, yalan söylemiyorum. Zemahşerî şöyle der: Peygamberin kendilerine beyinsiz ve sapık diyen kimselere ver­dikleri cevapta güzel bir edep ve yüce bir ahlâk örneği vardır. Kullara be­yinsizlere karşı nasıl hitap edileceğini ve onların hatalarının nasıl hoşgörü ile karşılanacağını öğretir. Çünkü onlar beyinsizlere ağır başlı ve yumuşak bir şekilde cevap verirler. Sözlerine ayniyle karşılık vermezler.[125]
69. Allah'ın size içi­nizden bir peygamber göndermesine şaşmayın. O peygamber, Allah ile kar­şılaşacağınızı size haber vermek ve onun azabından korkutmak için size gönderilmiştir, Allah'ın nimetlerini hatır­layınız. Hani o, Nûh kavmini helak ettikten sonra yeryüzünde sizi halife kıldı. Sizin bedenlerinizi büyük ve kuvvetli kıldı.
Allah'ın size verdiği nimetleri hatırlayın ki, kurtuluşa erip mutlu olasınız.[126]
70. Dediler ki: "Ey Hûd! İlâhlara ve putlara ibadet etmeyi bırakıp onlardan uzaklaşarak bir tek Al­lah'a ibadet edelim diye mi sen bizi azapla tehdit ediyorsun? Eğer doğru söyleyenlerden isen, bize va'dettiğin azabı getir. Yoksa sana asla inanmayız. [127]
71. Hûd: "Rabbinizden üzerinize bir azap ve gazap gelmiştir" dedi. Ne zarar veren ne de menfaat sağlayan putlar hakkında benimle mücadele mi ediyorsunuz? Onlara ibadet edilmesi için Allah herhangi bir hüccet veya delil indirmedi. Azabı bekleyin. Şüp­hesiz ben de sizin başınıza gelecek olanları bekleyenlerdenim. Bu son dere­ce korkutma ve tehdit ifade eder. [128]
72. Biz rahmetimizle Hûd'u ve beraberindeki mü'minleri kurtardık. Ve âyetlerimizi yalanlayan­ların tümünün kökünü kestik, tek kişi bırakmadık. Onlar yalan­ladılar, iman etmediler. Böylece azaba müstehak oldular. Ebussuûd şöyle der: İnkârda ve yalanlamada İsrar ettiler. Bu cehaletten asla dönmediler. Allah da onları şiddetli bir rüzgarla helak etti.[129]

Edebî Sanatlar

1. Mülk ve tam tasarruf O'nundur." Bu âyet, lafızları az olmasına rağmen birçok mânâlar ifade eder. Bütün eşya ve işleri, son noktasına kadar içine alır. O kadar ki, İbn Ömer bu âyeti okuyunca: "Kimin, bu âyetin muhtevası dışında bir şeyi kalırsa onu istesin." demiştir. Bu belîğ üslûba edebiyatta "îcâz-ı kasr" denilir. Bu, az lafızla çok mânâ ifade etme esasına dayanmaktadır.
2. Onu ölü bir belde üzerine şevkettik." Burada beldenin ölü sıfatı ile nitelenmesi, çorak ve bitkisiz oluşundan güzel bir istiaredir. Sanki o belde, kendisinden faydalanmama bakımından ruhsuz bir ceset gi­bidir.
3. Yerden bitkileri çıkardığımız gibi, ölüleri kabirlerinden çıkartırız." Bu mürse! ve mücmel bir teşbihtir. Teşbih edatı zikredil­miştir" vech-i şebeh zikredilmemişür.
4. Sonunu kestik." Sonunu kesmek hepsini helak ederek kö­künü kesmekten güzel bir kinayedir. [130]

Bir Uyarı

Büyük âlim Âlûsî, Rabbinize yalvara yakara gizlice dua edin." âyetinin tefsirinde şu açıklamayı yapar: Hasan-ı Bas-rî'nin şöyle dediği rivayet olunur: Müslümanlar çokça dua ederler, fakat sesleri duyulmazdı. Onların duası sadece Rableri ile kendileri arasında bir fısıltı idi. Bu da Yüce Allah'ın şeklindeki emrinden do­layıdır. Bir de Yüce Allah sâlih bir kulunu anarken, Hani o, gizli bir sesle Rabbine niyaz etmişti." diye buyurdu. Âlûsî devamla şöyle dedi: Duanın birçok edebinin var olduğunu anlattılar. Onlardan birkaçı şun­lardır: Temiz (abdestli) olmak, kıbleye dönmek, meşgul edici şeylerden kalbi temizlemek, duaya başlarken ve dua sonunda Resulullah (s.a.)'e sa-lât u selâm getirmek, elleri göğe doğru kaldırmak, bütün mü'minler için dua etmek, gecenin son üçte birini, oruçlu ise iftar zamanını, cuma gününü ve duaların kabul edileceği diğer zamanları gözetmek.[131]
73. Semûd kavmine de kardeşlen Salih'i gönder­dik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir. İşte o da, size bir mu'cize olarak Al­lah'ın şu devesidir. Onu bırakın, Allah'ın arzında ye­sin, ona kötülük etmeyin; sonra sizi acıklı bir azap ya­kalar.
74. Düşünün ki, Allah Ad kavminden sonra, yerle­rine sizi getirdi. Ve yeryüzünde sizi yerleştirdi: Onun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.
75. Kavminin ileri gelenlerinden büyüklük taslayanlar, içlerinden zayıf görülen inananlara dediler ki: "Siz Salih'in, Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" Onlar da, "Şüphesiz biz O'nunla ne gönderilmişse ona inananlarız." dediler.
76. Büyüklük taslayanlar da dediler ki: "Biz de sizin inandığınızı inkâr edenleriz."
77. Derken o dişi deveyi, ayaklarını keserek öl­dürdüler ve Rab'larımn emrinden dışarı çıktılar da: "Ey Salih! Eğer sen gerçekten peygamberlerdensen bi­zi tehdit ettiğin azabı getir." dediler.
78. Bunun üzerine onları o sarsıntı yakaladı da yurtlarında diz üstü dona kaldılar.
79. Salih de o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: "Ey kavmim! Andolsun ki ben size Rabbimin elçi­liğini tebliğ ettim ve size öğüt verdim, fakat siz öğüt ve­renleri sevmiyorsunuz."
80. Lût'u da peygamber gönderdik. Kavmine dedi ki: "Sizden önceki milletlerden hiç birinin yapmadığı bu fuhuşu mu yapıyorsunuz?
81. Çünkü siz kadınları bırakıp da şehvetle erkek­lere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz, taşkın bir milletsi­niz."
82. Kavminin cevabı: "Onları memleketinizden çıkarın,çünkü onlar fazla temizlenen insanlarmiş!" demelerinden başka bir şey olmadı.
83. Biz de Onu ve karısından başka aile efradını kurtardık. Karısı geride kalıp helak olanlardan idi.
84. Ve üzerlerine taş yağdırdık. Bak ki günahkâr­ların sonu nasıl oldu!
85. Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin ondan başka İlâhınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir; artık ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların eş­yalarını eksik vermeyin. Düzeltilmesinden sonra yeryü­zünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inananlar iseniz, bunlar sizin için daha hayırlıdır.
86. Tehdit ederek, inananları Allah yolundan alıkoyarak ve o yolu eğip bükmek isteyerek öyle her yo­lun başında oturmayın. Düşünün ki siz az idiniz de O sizi çoğalttı. Bakın ki, bozguncuların sonu nasıl olmuştur.
87. Eğer içinizden bir gurup benimle gönderilene inanır, bir gurup da inanmazsa, Allah aramızda hükmedinceye kadar bekleyin. O hâkimlerin en iyisidir.
88. Kavminden ileri gelen kibirliler dediler ki: "Ey Şuayb! Seni ve seninle beraber inananları memle­ketimizden kesinlikle çıkaracağız. Veya dinimize döne­ceksiniz" Şuayb dedi ki: "İstemesek de mi?"
89. Doğrusu Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize dönersek, Allah'a karşı yalan uy­durmuş oluruz. Rabbimiz Allah dilemiş başka, yoksa geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimi-zin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah'a daya­nırız. Rabbimiz! bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet. Sen hükmedenlerin en hayırhsısın.
90. Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: E-ğer Şuayb'a uyarsanız o takdirde siz mutlaka ziyana uğrarsınız.
91. Derken o şiddetli deprem onları yakalayıverdi de yurtlarında diz üstü donakaldılar.
92. Şuayb'ı yalanlayanlar sanki yurtlarında hiç oturmamiş gibiydiler. Asıl ziyana uğrayanlar Şuayb'ı yalanlayanların kendileridir,
93. Şuayb, onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: "Ey kavmim! Ben size Rabbimin gönderdiği gerçekleri du­yurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl acırım!"

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah sûrenin baştaraflarmda Âdem (a.s.)'in kıssasını bununla ilgili kendi kudretinin alâmetlerini, birliğine ve ilâhlığına delâlet ederi gü­zel sanatlarını anlatıp Öldükten sonra dirilmenin hak olduğuna dair sağ­lam deliller getirerek, peygamberlerin kıssalarını ve onların ümmetleri ile aralarında geçen olayları anlattı. Hz. Nûh (a.s.) ve Hz. Hûd (a.s)'un durum­larını açıkladı. Bu âyetlerde de Salih ve Şuayb (a.s.)'m kıssalarını ve pey­gamberlere karşı inatla direnen kimselerin durumlarını anlattı. [132]

Kelimelerin İzahı

Nâka, dişi deve. Akru'n-nâka, devenin ayaklarını kılıçla kesmek demektir.
Kibirlendiler. Şiddetli karanlık olan geceye denir.
Câsimîn, kuşun yere serilmesi gibi, dizleri ve yüzleri üzerine yere yapışanlar.
Recfe, insanı sarsan büyük musibet. Recfin asıl mânâsı sar­sılmaktır. Arz sarsıldığı zaman denir.
Gâbirîn Allah'ın azabında kalanlar. "kalan" demektir. Geçip giden mânâsına da gelir. A'şa'nm "Geçmiş zamanda" mânâsına ge­len sözü bundandır. Bu kelime zıt anlamlı kelimelerdendir. Cevherî, Sinan'ında böyle açıklamıştır.
Kalırlar. Bir kimse bir yerde uzun süre kalınca denir.
Arttılar, çoğaldılar. Bitki gelişip çoğalınca denir ki, ke­limenin aslı budur. [133]

Âyetlerin Tefsiri

73. Semud kavmine kardeşleri Salih'i gönderdik. Onlara: "Ey kavmim, Allah'ı birleyin ve O'na ortak koşmayın. Sizin ondan başka ilahınız yoktur" dedi. Şüphesiz Rabbinizden size benim peygamberliğimin doğruluğunu gösteren apaçık bir mucize geldi. Bu bölüm, az önce geçen mucizeyi açıklamaktadır. Yani, "bu deve, benim size getirdiğim mucizemdir." Devenin Allah'ın ismine izafeti, onun önemini ve büyüklüğünü gösterir. Çünkü o, vasıtasız olarak yaratılmıştır. Kurtubî şöyle der: Müşrikler Salih (a.s.)'ten mucize isteyince, düz bir kayadan onlara deveyi çıkardı.[134] Onu bırakın, Rabbinin verdiği nzıktan yesin. Ona hürmet edin. Sakın ona bir kötülük et­meyin. Çünkü o, Allah'ın bir mucizesidir. Sonra sizi elem verici bir azap yakalar. Bu azap, devenin ayaklarını kestiklerinde başlarına gelen azaptır. [135]
74. Düşünün ki, Allah Âd kavminden sonra sizi" yeryüzünde halifeler kıldı. Şihâb şöyle der: Âd kavmi ile Semûd kavmi arasında uzun bir zaman geçmiş olduğuna işaret için Ai. Âd'ın halifeleri" değil de sadece. Âd'dan sonra halifeler" dedi. Sizi Hicr'e yerleştirdi. Oranın ovala­rında yüksek köşkler yapıyorsunuz. Oturmak için dağları oyuyorsunuz. Kurtubî şöyle der: Uzun ömürlü oldukları için dağları oyarak ev yapıyorlardı. Çünkü binalar kendileri ölmeden çürüyüp yıkılıyor­du.[136] Allah'ın size verdiği nimetleri dü­şünün de onun lütfurîa şükredin. Yeryüzünde fesat çıkarmayın. [137]
75. Salih (a.s.)'in kavminden ileri gelen kibirliler, onun peşinden giden zayıf mü'minlere , Allah'ın, Salih'i bize ve size peygamber olarak gönderdiğini biliyor musunuz? dediler. Bunu, alay ve eğlence yoluyla söylediler. Onlara üslûbu hâkim ile yani onun pey­gamberliğine iman ettiklerini bildirerek cevap verdiler. Ebu Hayyân şöyle der: Mü'minlerin, ya o bir peygamberdir." yerine, Biz onun peygamberliğine inanmıyoruz." şeklinde cevap vermeleri son de­rece güzeldir. Çünkü onun peygamberliği açık ve biliniyordu, kabul edil­mişti. Bu hususta herhangi bir şüphe yoktu. Çünkü o bu büyük mucizeyi ge­tirmişti. Onun peygamber olup olmadığını sormaya ihtiyaç yoktu.[138]
76. Kibirliler: "Sizin tasdik et­tiğiniz Salih'in peygamberliğini biz inkâr ediyoruz". Onlara karşı oldukla­rım göstermek ve onların sözlerini reddetmek için, Biz onun peygamberliğini inkâr ediyoruz." yerine dediler. [139]
77. Deveyi boğazladılar ve Allah'ın emrini kabul etmeyi gururlarına yediremediler. Dediler ki "Ey Salih! Eğer sen hak peygamber isen, kendisiyle kor­kuttuğum azabı bize getir." Bunu, Salih (a.s.) ile alay etmek ve onu aciz düşürmek için söylediler. [140]
78. Onları şiddetli bir deprem ya­kaladı da, evlerinde hareketsiz sakin ölüler haline geldiler. Ebu Hayyân şöyle der: Onları, göklerde ve yerlerdeki tütün gürültülerin şiddetine eşit bir gök gürültüsü yakaladı da kalpleri parçalandı ve helak oldular.[141]
79. Salih (a.s.) onların helakini ve başlarına geleni gördükten sonra on­lardan yüzçevirdi ve düştükleri bu kötü durumdan duyduğu üzüntüyü belirte­rek dedi ki: Ben size risâleti tebliğ etmiş, sizi Allah'ın azabından sakındır­mış ve size elimden geldiği kadar nasihat etmiştim. Fakat sizin işiniz, de­vamlı olarak, nasihatçilere kin gütmek ve düşmanlıkta bulunmaktır. Ze-mahşerî şöyle der: Fakat siz öğüt verenleri sevmiyor­sunuz" ifadesi, geçmiş bir durumun hikayesidir. Bazan kişi hayatta iken kendisine nasihat edip de nasihatim dinlemeyerek kendini tehlikeye atan ve şu anda ölü bulunan arkadaşına şöyle diyebilir: Ey kardeşim! Sana nice nasihatta bulundum. Sana kaç defa dedim. Fakat sen öğütlerimi kabul et­medin.[142]
80. Lût (a.s.)'un kavmi Sedûm halkına, kınama ve ref yoluyla söylediklerini hatırla. O şöyle demişti: Sizden önce hiçkimsenin hiçbir zaman yapmadığı bu son derece çirkin fiil, erkekleri kullanmaktır. Hz. Lût, kavminin bu yaptıklarını önce ret etmiş sonra da onları, "Bu çirkin fiili ilk defa siz yapıyorsunuz." diye kınamıştır. Bu fiilin çirkinliği halk tarafından bilindiği ve kötülüğü akıllara yerleşmiş olduğu için, kelimeyi şeklinde takısı ile marife ola­rak getirdi. Zira bundan farklı olduğu için Yüce Allah, onu ifade ederken, "Şüphesiz o çok çirkin bir iştir[143] buyurarak kelimeyi nekra getir­miştir. "Sizden önce bunu kimse yapmadı" şeklindeki bu menfi cümle, onların bu çirkin fiili ilk yapanlar olduğunu ifade eder. de ziyade olarak getirilmiş olan harf-i çeri mübalağa ifade edip bu işi insan cinsinden hiç kimsenin yapmadığını vurgular. Kelimesinin, umûmî mânâ ifade etmesi için cemi olarak getirilmesi de, gene aynı mânâyı vurgular. Amr b. Dînâr: Lût kavminden önce, hiçbir erkeğin başka bir erkekle münasebette bulunduğu görülmemiştir." der.[144]
81. Bu bölüm fahişe'nin ne olduğu­nu açıklamaktadır. Bu, öncekinden daha ağır bir kınamadır. Çünkü cümle ve ile tekit edilmiştir. Yani: "Ey kavim! şüphesiz siz, Allah'ın size helal kıldığı kadınlarla münasebette bulunmayı bırakıp, şehvetinize uyarak bu kötü fiili erkek erkeğe cinsî münasebet yapıyorsunuz. Bundan sonra Hz. Lût onları reddetmeyi bırakıp, bu çirkin fiilleri yapmayı ve şehvetlere tâbi olmayı gerektiren hallerini bildirerek, Bilakis siz haddi aşan bir kavimsiniz." dedi. Yani, sizin herhangi bir Özrünüz yok. Bilakis is­raf ve her hususta haddi aşmak sizin adetinizdir. Ebussuûd şöyle der: şehvetle" kaydı, onların sırf hayvanı vasıflarla vasıflandığını gösterir ve akıllı kimseyi cinsî münasebete sevkeden şeyin şehveti tatmin değil çocuk isteme ve neslin devamı olması gerektiğine dikkat çeker.[145]
82. Lût, kavminin bu çirkin fiillerini kınadığında, onlar birbirlerine şöyle diye­rek cevap verdiler: Lût'u ve onun peşinden giden mü'minleri ülkenizden çıkarın. Çünkü onlar bizim yaptığımız oğlancılıktan uzak duran insanlardır. İbn Abbas ve Mücâhid şöyle der: "Onlar tertemiz insan­lardır." demek, erkekleri ve kadınları dübürlerinden kullanmaktan sakınan insanlardır" demektir. Lût kavmi bunu, Lût ve ona inananlarla alay etmek için söylediler ve insanların methedildiği kelimelerle onları ayıpladılar. [146]
83. Kavminin başına inen azaptan onu ve kendisine iman eden ehlini kurtardık. Ancak karısı kurtarılmadı. O, yurtlarında kalıp helak olanlardan oldu. Taberî şöyle der: Yani biz Lût'u ve karısı dışında ehlinden, ona inananları kurtardık. Çünkü kırışı Hz. Lût'a. (a.s.) hainlik etti. Allah'a da inanmıyordu. Dolayısıyle, azap geldiğinde, Lût (a.s.) kavminden helak olanlarla beraber o da helak oldu.[147]
84. Onların üzerine, ^acayib bir nevi yağmur yağdır­dık. O yağmur pişirilmiş ve istif edilmiş taş yağmurudur. Nitekim başka bir âyet-i kerimede şöyle buyrulur: Onların üzerine (balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık..[148] Âyette azab, çok­luğundan dolayı bolca yağan yağmura benzetildi. Zira azap, yağmur gibi başlarına yağdırıldı. Ey dinleyen! Bu gunahkârların sonlarına bak ki, nasıl oldu? Sonlan ne hale geldi?! Sonlan musibet ve helaktan başka bir şey mi oldu?! [149]
85. Medyen hal­kına da, onları Allah'ı birlemeye ve ona ibadet etmeye davet eden Şuayb'ı gönderdik. İbn Kesir şöyle der: Medyen kelimesi, hem kabile hem de şehre verilen isimdir. Burası Hicaz yolu üzerinde Maan yakınlarında bir yerdir. m Buranın sakinleri ilerde belirtileceği gibi Eyke halkıdır.[150] Şüphesiz Rabbinizden size, benim doğruluğumu gösteren bir mucize gelmiştir. Ölçtüğünüz ölçülerde ve tarttığınız tartılarda in­sanların hakkını tam olarak verin İnsanların haklannı eksik vererek onlara zulmetmeyin, Peygamberler göndermek suretiyle İslah edilmiş olan yeryüzünde mâsiyetler işlemeyin. Eğer benim söylediklerine inanıyorsa­nız, size emrettiğim şeyleri yapmanız yani Allah'a ihlâs ile ibadet etme­niz, insanların haklarını gözetmeniz ve yeryüzünde fesat çıkarmayı terket-meniz sizin için daha hayırlıdır. [151]
86. İman edenle­ri ölümle korkutarak Allah yolundan çevirmek üzere hiçbir yola oturmayın. İbn Abbas şöyle der: Kâfirler, Şuayb (a.s.)'a götüren bütün yolların üzerinde otururlar ve Ona gelmek isteyenleri tehdit eder, geri çevirir ve : "Şuayb bir yalancıdır. Ona gitme" der ve Kureyş'in Rasulullah (s.a.v)'a yaptığı şeyin bir benzerini onlar da Şuayb'a yaparlardı.[152] Siz böyle yapmakla, yolun doğru değil eğri olmasını istiyorsunuz. Nitekim zamanımızdaki sapıklar da: "Bu din akılla bağdaşmaz." diyorlar. Çünkü bu din, onların kötü arzularına uygun düşmez. Hatırlayın ki, siz zayıf ve azlık idiniz de, izzetli ve çok oldunuz. Öyleyse nimetinden dolayı Al­lah'a şükrediniz, Bu bölüm, kâfirleri tehdit et­mektedir. Yani: Geçmiş milletler peygamberlere isyan ettiklerinde, başlarına gelenlere bakınız. Allah'ın onlardan nasıl intikam aldığım görerek ibret alınız. [153]
87. Eğer, onlara getirdiğim şey hakkında bir grup beni tasdik ediyor, bir grup da bana inanmıyorsa, Allah aramızda âdil hükmü ile hükmedinceye kadar sabrediniz. O, hakimlerin en hayırhsıdır. Ebu Hayyân şöyle der: Bu söz, karşılıklı konuşmada kullanılan sözlerin en güzellerin­dendir. Çünkü kesin olarak bilinen şey şüpheli gibi görünmektedir. Bu, tak­sim sanatının parlaklığındandır. Dolayısiyle bu bölüm, mü'minler için bir zafer va'di, kâfirler için ise ceza ve ziyan tehdidi ifade eder.[154]
88. Kavminin ileri gelen, Allah ve Ra-sûlune iman etmeyi kibirlerine yediremeyenler, dediler ki:
Ey Şuayb! Mutlaka seni ve fcana iman"edenleri aramızdan çıkaracağız veya sen ve onlar dinimize dönecek­siniz. Kâfirler, iki şeyden birinin yapılması için yemin ettiler. Ya, Şuayb'ı ve onun peşinden gidenleri aralarından çıkarmak, veya inananların küfre dönmelerini sağlamak. Şuayb (a.s.) onlara cevap vererek şöyle dedi: Biz bunu istemesek de mi siz bizi vatandan çıkmaya veya dini­nize dönmeye zorlayacaksınız? Buradaki soru inkâr içindir.[155]
89. Allah, bize iman etmekle kurtardıktan ve doğru yolu gösterdikten sonra sizin dininize dönersek, Allah'a en büyük iftirayı yapmış oluruz. Bu âyet, mü'minlerin tek­rar küfre dönmeleri hususunda kâfirleri ümitsizliğe düşürür.
Bizim, sizin milletinize ve dininize dönmemiz ne yakışır ne de doğru olur. Ancak Allah bizim mahcup olmamızı ve yar­dımsız kalmamızı isterse, o zaman hakkımızda hüküm uygulanır. Rabbimizin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah'a tevekkül ederiz. O, kendisine güvenenlere yeter, Ey Rabbimiz! Bizimle onlar arasında, içinde haksızlık ve zulüm bulunmayan hak hükmünle hükmet. Sen, hâkimlerin en hayırlisısın. [156]
90. Kavminin ileri gelen kâfirleri dediler ki: Şuayb'a uyar da onun size yaptığı daveti ka­bul ederseniz, o takdirde hidâyeti dalâletle değiştirdiğiniz için, mutlaka ziyan edenlerden olursunuz. [157]
91. Derken onları büyük bir zelzele yakaladı da dizleri üzerine kapaklanmış ölüler haline geldiler. [158]
92. Allah, Şuayb'ı (a.s.) yalanalayanları helak etti. Sanki onlar, ülkelerinde nimetler içersinide yaşamamış hale geldiler. Şuayb'ı yalanlayanlar, ziyana uğra­yanların kendileridir. Bu âyet, daha önce helak ve yok olacakları bildirmiş olan yalancıların ziyana uğradıklarını da bildirir. [159]
93. Şuayb onlardan yüz çevirdi ve: "Ey kavmim!" dedi. "Ben size Rabbimin risaletlerini tebliğ etmiş, size öğüt vermiştim. Şuayb (a.s.) bu sözü, onlar için aşırı derecede üzüldüğünden, teessüf ederek söyledi. Çünkü onlar, onun öğüdünü tut­madılar, Üzülmeye değmeyen bir kimse için nasıl üzülürüm!? Taberi şöyle der: Allah'ın birliğini inkâr edip peygamberini ya­lanlayan bir kavim için nasıl üzülür ve onların helakından dolayı nasıl acı duyarım?![160]

Edebî Sanatlar

1. Bu, Allah'ın devesidir. Allah lafzına izafeti hür­met ve değer ifade eder.
2. Ona, herhangi bir kötülükte bulunmayın. kötü­lük kelimesinin nekre olması azlık ve küçüklük ifade eder. Yani, "Ona en ufak bir kötülükte bulunmayın" demektir.
3. Bu çirkin fiili yapıyor musunuz? Buradaki soru inkâr kınama ve işin çirkinliğini ifade eder.
4. Onlar tertemiz insanlardır. Bedîî ilminde bu sana­ta, "zem vehmini veren şöyle tariz" denir. Bundan dolayı İbn Abbas şöyle demiştir: Onları, övülen şeyle ayıpladılar.
5. Biz sadece Allah'a güvendik". Burada Allah lafzının, zamir değil de, açık isim şeklinde gelmesi, yalvarış ve yakarıştaki mübalağayı ifade eder. Harf-i çerle mecrurun öne alınması tahsis ifade eder.
6. lafızları arasında tıbak sanatı vardır. [161]

Faydalı Bilgiler

Deveyi ayaklarından kesen Kudar b. Salih'tir. Bu fiilin "îSLül ljjl«i de­venin ayaklarım kestiler" şeklinde kâfirlerin hepsine nisbet edilmesi, bu işin, onların rıza ve emirleri ile yapılmış olmasındandır. Çirkin bir fiile razı olan, suça ortaktır. [162]
94. Biz hangi ülkeye bir peygamber gönderdiysek, ora halkını, yalvarıp yakarsınlar diye mutlaka yoksul­luk ve darlıkla sıkmışızdır.
95. Sonra kötülüğü değiştirip yerine iyilik getir­dik, nihayet çoğaldılar ve: "Atalarımız da böyle sıkıntı ve sevinç yaşamışlardı" dediler. Biz de onları, kendile­ri farkına varmadan ansızın yakaladık.
96. O ülkelerin halkı inansalardi korunsalardı, el­bette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık, fakat yalanladılar, biz de ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik.
97. Yoksa o ülkelerin halkı, geceleyin uyurlarken kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emin mi oldu­lar?
98. Ya da o ülkelerin halkı, kuşluk vakti eğlenir­lerken kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emin mi oldular?
99. Allah'ın azabından emin mi oldular? Fakat ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah'ın azap ver­mesinden emin olamaz.
100. Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanlara hâlâ şu gerçek belli olmadı mı: Eğer biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık! Biz onların kalblerini mühürleriz de onlar işitmezler.
101. İşte o ülkeler ki, sana onların haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz andolsun ki, peygamberleri on­lara apaçık deliller getirmişlerdi. Fakat önceden ya­lanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte kâ­firlerin kalblerini Allah böyle mühürler.
102. Onların çoğunda, sözde durma diye bir şey bulamadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk.
103. Onlardan sonra Musa'yı mu'cizelerimizle Fir'avn ve kavmine gönderdik de o mu'cizeleri inkar ettiler; ama, bak ki, fesatçıların sonu ne oldu!
104. Mûsâ dedi ki: "Ey Firavun! Ben alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.
105. Allah'a karşı, hakdan başkasını söylememek benim üzerime borçtur. Size Rabbinizden açık bir delil getirdim; artık İsrailoğuliarını benimle bırak!"
106. Firavun dedi ki: "Eğer bir mucize getirdiy-sen ve gerçekten doğru söylüyorsan onu göster baka­lım."
107. Bunun üzerine Mûsâ asasını yere attı. O bir­denbire, apaçık bir ejderha oluverdi.
108. Ve elini çıkardı, birdenbire o da seyreden­lere bembeyaz görünüverdi.
109. 110. Firavun'un kavminden ileri gelenler de­diler ki: "Bu çok bilgili bir sihirbazdır. Sizi yurdunuz­dan çıkarmak istiyor." "O halde ne derisiniz?"
111, 112. Dediler ki: "Onu da kardeşini de beklet, şehirlere toplayıcı yolla. Bütün bilgili sihirbazları sana getirsinler."
113. Sihirbazlar Firavun'a geldi ve: "Eğer üstün gelen biz olursak, bize mutlaka büyük bir mükâfaat var mı?" dediler.
114. Firavun, "Evet hem de siz mutlaka yakınla­rımdan olacaksınız." dedi.
115. Sihirbazlar, "Ey Mûsâ sen mi önce atacaksın, yoksa atanlar biz mi olalım?" dediler
116. "Siz atın" dedi. Onlar atınca, insanların gözlerini büyüledîler, onları korkuttular ve büyük bir sihir getirdiler.
117. Biz de Musa'ya, "âsânı at!" diye vahyettik. Bir de baktılar ki bu, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor.
118. Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların yap­makta oldukları yok olup gitti.
119. Böylece orada yenildi ve küçük düşerek geri döndüler.
120. Sihirbazlar secdeye kapandılar.
121,122. "Mûsâ ve Harun'un Rabbi olan Alemle­rin Rabbine inandık." dediler.
123. Firavun dedi ki: "Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Bu, hiç şüphesiz şehirde, halkını ora­dan çıkarmak için kurduğunuz bir tuzaktır. Ama yakında göreceksiniz!
124. Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım."
125.126. Onlar: "Biz zaten Rabbimize döneceğiz. Sen sadece Rabbimizin ayetleri bize geldiğinde onlara inandığımız için bizi kınıyorsun. Ey Rabbimiz bize bol bol sabır ver ve müslüman olarak canımızı al." dedi­ler.
127. Firavun'un kavminden ileri gelenler dediler ki: "Musa'yı ve kavmini, seni ve tanrılarını bırakıp yeryüzünde bozgunculuk çıkarsınlar diye mi bıraka­caksınız?" Firavun "Biz onların oğullarını öldürüp, kadınlarım sağ bırakacağız. Kuşkusuz biz onları eze­cek üstünlükteyiz" dedi.
128. Mûsâ kavmine dedi ki: "Allah'tan yardım is­teyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Sonuç, sakınan­larındır.
129. Onlar da, "Sen bize gelmeden önce de, gel­dikten sonra da bize işkence edildi." dediler. Mûsâ, "Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helak eder ve onla­rın yerine sizi yer yüzüne hakim kılar da nasıl hareket edeceğinize bakar." dedi.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah önceki ayetlerde Nûh, Hûd, Salih, Lûl ve Şuayb gibi pey­gamberlerin kıssalarını ve Öğüt fayda vermeyince kavimlerinin başlarına gelen azap ve musibeti anlattı. Burada da peygamberlerini yalanlayanlar­dan intikam alma hususundaki ilâhî sünnetini açıkladı. Bu sünnet de, onlara sıkıntı ve darlığın sonra da nimet ve bolluğun tedricen gelmesi, sonrada da iman etmedikleri takdirde şiddetle yakalanıp cezalandırılmaları şeklinde tecellî etmektedir. Bunun ardından da Mûsâ (a.s)'nm azgın Firavun'la olan kıssasını anlattı ki, bu kıssada bir çok ibret ve Öğütler vardır. [163]

Kelimelerin İzahı

Be'sâ, aşırı derecede fakirlik. Darrâ, zarar ve hastalık. Çoğaldı ve geliştiler. Bağteten, ansızın demektir. Meleihî, kavminin ileri gelenleri Ertele, beklet demektir. Sağırın, zeliller manasınadır. Yutuyor, lokma lokma yiyor. Yalan söylüyorlar. yalan dernektir. Boşalt. pljil dökmek demektir. "Onu üzerimize mânâsınadir. [164]

Âyetlerin Tefsiri

94. "Biz hangi ülkeye bir peygamber gönder-mişsek." Bu kelâmda hazif vardır. Yani biz hangi ülkeye bir peygamber göndermiş ve o ülke halkı onu yalanlamışsa, Biz onları yoksulluk, fakirlik, hastalık ve kötü durumlarla cezalandırmişızdır. Bunu, yalvarıp yakarsmlar, boyun eğsinler ve günahlarına tevbe etsinler diye yaptık. [165]
95. Sonra onların fakirlik ve hastalıklarını zen­ginlik ve sıhhate çevirdik. Nihayet çoğalıp arttılar, nimet onları şımarttı, kötülüğe daldılar ve nimete nankörlük ederek: "Dünyanın hali budur. Babalarımız da böyle musibetli ve müreffeh dönemler yaşamıştı. Bu Allah'tan gelen bir azap değildir. Biz di­nimizde kalalım" dediler. Bundan maksat, şudur: Yüce Allah, kendisine sığınmaları için onları kötü durumdalarla imtihan etti. Ona sığınmadılar. Sonra, şükretsinler diye, iyiliklerle imtihan etti. Bunu da yapmadılar. Artık, azap ile cezalandırmaktan başka bir şey kalmadı. Bunun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurdu: Biz de onları bilemedikleri bir taraftan ansızın yakalayıp cezalandırdık ve helak ettik. [166]
96. Eğer peygamberleri yalanlayıp da! helak edilen Ülkelerin halkı Allah'a ve peygamberlere iman etseler, inkar ye masiyetlerden de sakınsalardı. onlara iher ta­raftan bol bol nimet verirdik. Bir görüşe göre, göklerin bereketleri yağmur yerlerin bereketleri meyvelerdir. Suddî şöyle der: Rızık vermek üzere onla­ra göklerin ve yerlerin kapılarını açardık.[167] Fakat onlar peygamberleri yalanladılar. Biz de onları, yaptıkları bu kötü isten dolayı helak ederek cezalandırdık. [168]
97. Soru edatı olan hemze in­kar içindir. Yani peygamberleri yalanlayan o kişiler, azabımızın kendile­rine geceleyin, uykuda ve bu azaptan gaflet içinde iken gelmeyeceğinden emin mi oldular? [169]
98. onlar gündüzleyin eğlence içinde iken ve sanki oyun oynuyorlarmış gibi faydasız şeylerle meşgul olurken azabımızın açıkça gelmeyeceğinden emin mi oldular? [170]
99. Yoksa onlar Allah'ın ken­dilerine nihmet verip de, gaflet içersinde oldukları halde yavaş yavaş helake sürüklemesinden emin mi oldular?! Bundan ancak akıllarını ve in­sanlıklarını yitirmiş, neticede hayvanlardan daha aşağı dereceye düşmüş kimseler emin olur. Hasan-ı Basrî şöyle der: Mü'min Allah'ın azabından korkarak ve çekinerek itaat eder. Kâfir ise, emin bir şekilde günah işler. [171]
100. Daha önce yeryüzünü imar etmiş kimselerin helakinden sonra yeryüzüne vâris olanlar, hâlâ açık ve seçik olarak anlamadılar mı ki, Biz isteseydik, ön­cekileri helak ettiğimiz gibi, günahlarından dolayı onları da helak ederdik. Ayette geçen "yeryüzüne vâris olanlar" dan maksat, Mekke kafirleri ve on­ların etrafında bulananlardır. Ebu Hayyân şöyle der: Onların başına gelen­leri gördünüz. Onların başına gelenin, sizin başınıza da gelebileceğinden sakınmıyor musunuz? İstesek, bunu yapmak bizim için imkânsız değildir.[172] Onların kalplerini mühürleriz de faydalanacak şekilde ne öğüt ne de nasihat dinleyip kabul etmezler. [173]
101. Ey Muhammedi İşte adı geçen bu ül­kelerin bazı haberlerini ve halklarının başına gelen yere batırma, depren' ve başlarına taş yağdırma gibi olayları sana anlatıyoruz ki, işiten ibret al­sın. Halbuki meydana gelen olaylar bundan daha şiddetli ve daha kor kunçtur. Şüphesiz peygamberleri onlara mucizelei ve kesin deliller getirmişti. Peygamberleri, mucizeler getirmeden Önce de sonra da yalanladıkları için, onların getirdile-rine iman edecek değillerdi. Kibir ve sapıklıkta onların durumları aynıdır. Zemahşerî şöyle der: Kendilerine peygamberin gelmesinden itibaren, ölünceye kadar ısrarlı bir şekilde yalanlamaya devam ettiler. Kendilerine tekrar tekrar nasihat edilmesine ve arka arkaya mucizeler gelmesine rağmen, bu câhilce inatlarından dönmediler.[174] İşte bu sağlam ve kuvvetli mühürleme gibi, kâfirlerin kalplerini öyle mühürleriz ki, artık onlara uyarılar ve mucizeler tesir etmez. Bu âyet din­leyenleri, Allah'ın emrine karşı gelmekten sakmdırmaktadır. [175]
102. İnsanların çoğunda ahde vefa görmedik. Bilakis onların, Allah'ın emrine sarılma ve ona itaat­ten çıktıklarını gördük. İbn Kesir şöyle der: Allah'ın insanlardan aldığı ahd, onları yaratırken ve onlar babalarının sulblerinde iken, kendisinin onların rabbi ve meliki olduğuna dair aldığı sözdür. Onlar ise bu söze muhafet etmiş, akli ve şer'î bir delil ve hüccet olmaksızın Allah ile birlikte başka şeylere de ibadet etmişlerdir.[176]
103. Yukarda adı geçen pey­gamberlerden sonra İrnran oğlu Musa'yı da parlak mucizeler ve güçlü delil­lerle Fravun ve kavmine gönderdik. Firavun, Mûsâ zamanındaki Mısır kralıdır, Zulüm ve inatta mucizeleri inkar ettiler. Ey dinleyici bak! Zalim bozguncuların durumu ne oldu?! Onları, Musa'nın ve kavminin gözleri önünde son neferine kadar, nasıl boğduk. Bu olay, Allah'ın düşmanlarını cezalandırma hususunda daha etkili, dostlarının yüreklerine daha çok su serpicidir. [177]
104. Mûsâ dedi ki: Ey Firavun! Ben herşeyin rabbı, yaratıcısı ve sahibi olan Yüce Allah tarafından sana gönderilmiş bir peygamberim. [178]
105. Bana lâyık olan ve üzerime borç olan şey, Allah hakkında size gerçeği ve doğruyu haber vermemdir. Çünkü onun azametini ve şanının yüceliğini bilirim. Size, Allah'tan benim doğruluğuma şahitlik eden kesin bir delil getirdim. İsrail oğullarını serbest bırak da, benimle birlikte, babalarının va­tanı olan mukaddes topraklara gitsinler.[179] Ebu Hayyan şöyle der: Firavun üahlık iddiasında bulunduğu için Hz. Mûsâ, onu iddia ettiği bu vasfa karşı uyarmak ve bu hsusta onun haklı değil, haksız olduğunu vurgulamak için, sözüyle konuya girdi. dediği için, bunun doğruluğunu gösteren diğer sözleri peşinden söyledi. O sözler de dür. Peygamber olduğunu söyleyince, bunun ardından teferruat olan hükmü tebliğ vazifesini yaptı. O da sözüdür.[180]
106. Firavun Musa'ya: "iddia ettiğin gibi, rabbinden bir mucize getirdiysen, davanda doğru olduğunu isbatlamak için onu bana getir" dedi. O bunu Hz. Musa'yı âciz bırakmak için söyledi. [181]
107. Bunun üzerine Mûsâ asasını yere attı. O, birdenbire büyük ve uzun bir yılan oldu. İbn Abbas şöyle der: Asâ, ağzı açık ve Firavun'a doğru hızla koşan büyük bir yılan hâline geldi. kaydı yılanın hayalî değil gerçek olduğunu gösterir. [182]
108. Mûsâ elini cebinden çıkardı. O da birdenbire entersan, bembeyaz nurani bir el haline geldi. Onun nuru güneşin nurundan daha parlaktı. İbn Abbas şöyle der: Onun eli, göklerle yerler arasındaki şeyleri aydınlatacak kadar nurluydu. [183]
109. Firavun kavminin ileri gelen­leri, ki, bunlar Firavunun danışmanları idi, "Bu adam sihri biliyor. O bu hu­susta mütah as sistir" dediler. Onlar, sözleri ile, Hz. Musa'nın sihir il­mînde ve onun hile ve sanatlarında son derece bilgili olduğunu ifade etmek istemişlerdir. [184]
110. Sizi, sihri ile Mısır topraklarından çıkartmak istiyor. Bununla ilgili ne yapmamızı emredersiniz. Onun hakkında ne yapmamızı tavsiye edersiniz? Kurtubî şöyle der: Sözünü Firavun söylemiştir. Bir görüşe göre o, ileri gelenlerin sözüdür. Onlar, Firavun tek kişi olduğu halde ona "Ne emredersiniz?" demişlerdir. Nitekim diktatörlere ve reislere nitap edilirken, "bu hususta ne dersiniz?" denilir.[185]
111. Dediler ki : "Onların; ikisini de haklarında görüşün ortaya çıkıncaya kadar beklet ve sihirbazları top­layıp sana getirecek görevlileri ülkenin her tarafına gönder. [186]
112. gibi sihirde mahir olan her sihirbazı sana getirsinler. Baş sihirbazlar Yukarı Mısır'ın en uzak bölgelerinde bulu­nuyorlardı. [187]
113. Sihirbazlar Fira­vun'a geldi ve : "Eğer üstün gelen biz olursak, bize kesin bir mükafat var mı?" dediler. Bu âyette hazfedilmiş kısımlar vardır. Ayetin akışı bunu göstermektedir. Şöyle ki: Firavun sihirbazlara adam gönderdi ve yanında toplanmalarını istedi. Sihirbazlar Firavun'un yanında toplanınca dediler ki: "Eğer biz Musa'ya üstün gelir, onu mağlup eder ve sİhirini boşa çıkarırsak, gerçekten bize büyük bir mükafat var mı?" [188]
114. Firavun: "Evet sizin için mükâfat var. Ben sizi müsteşarlarım ve en yüksek yakınlarımdan kılmak suretiyle, size bun­dan daha fazlasını da vereceğim." dedi. Kurtubî: "Firavun onlara, istedikle­rinden daha fazlasını verdi" der. [189]
115. Sihirbazlar Musa'ya dediler ki: Önce sen mi asanı atacaksın, yoksa biz mi atalım. Tercihini yap. Zemahşerî şöyle der: Onların Hz. Musa'ya tercih hakkı tanımaları güzel bir davranıştır. Nitekim, münazaracıların mücâdeleye dalmadan Önce yaptıkları gibi, sanat ehli kişiler de, birbirleriyle karşılaştıklarında böyle yaparlar.[190] Zemahşerî'nin söylediği budur. Bize göre açık olan şudur ki, onlar bunu kendilerini üstün görme, galip gelme hayaline kapılma ve Hz. Musa'ya Önem vermeme duygularıyle söylemişlerdir. Nitekim, kendine güvenen kişi: "Ben mi başlıyayım, yoksa sen mi başlıyacaksın?" der. [191]
116. Hz. Mûsâ onlara: "Siz atacağınızı atın" dedi. Onlar asalarını iplerini atınca, insanların gözlerini büyüledüer; gerçekte olmayan şeyleri onlara gösterdiler. Nitekim Yüce Allah bir âyet-i kerimede şöyle buyurur: Onların ipleri ve sopalan Musa'ya gerçekten koşuyor gibi görünüyor.[192] Onları aşırı derecede korkuttular. Zira ip ve sopalarını koşan yılanlar hâlinde gösterdiler. Görenlerin korkacağı büyük bir sihir ortaya koydular. İbn İshak şöyle der: Onbeşbin sihirbaz saf halinde dizildi. Her bir sihirbazın ipleri ve sopalan vardı. Firavun, ülkenin ileri gelenleriyle birlikte şeref trübününde bulunuyordu. İlk defa Hz. Mûsâ ve Firavunun gözlerini, sonra da halkın gözlerini büyüledüer. Sonra onlardan birisi, elinde bulunan sopaları ve ipleri attı. Bir de baktılar ki onlar, dağ gibi yılanlar oldu. Üst üste biner­ek vadiyi doldurdular.[193]
117. Musa'ya, "Asanı at" diye vahyettik. O da attı. Bir de baktılar ki, asa, onların uydurdukları yalan şeyleri yutmaya başladı. İbn Abbas şöyle der: Musa'nın asası, onların attığı ip ve sopalardan önüne geleni yuttu. [194]
118. Orada bulunan ve onu görenler için hak ortaya çıktı. Sihrin yalanı ve verdiği hayaller boşa gitti. [195]
119. Bu büyük toplantıda Firavun ve kavmi mağlup ve zelil oldular. [196]
120.
121.
122. Sihirbazlar, âlemlerin rabbine iman ettiklerini ilan ederek secdeye kapandılar. Çünkü hak onlara galip geldi. Katade şöyle der: Onlar, gündüzün evlelinde sihirbaz kâfirler idiler. Sonunda Allah'ın halis kullan şehitler oldular.[197]
123. Diktatör Firavun sihirbazlara: "Benden izin almadan Musa'ya iman ettiniz?" dedi. Firavun bu sözlerinle onları kınamak istemiştir, "Sizin bu yaptığınız, müsabakaya çıkmadan önce, Mûsâ ile birlikte Mısır'da kurduğunuz bir tuzaktır. Bunu siz, Kıptîleri Mısır'dan çıkarıp oraya îsrailoğullarım yerleştirmek için yaptınız. Bunu halkın sihirbazlara uyarak iman etmelerini önlemek maksadıyla onlara gözdağı vermek için söyledi. Başınıza gelecek olanı göreceksiniz. Bu korkutmak maksadıyle kısaca söylenmiş bir tehdittir. Firavun bundan sonra konuyu daha da açıklayarak şöyle dedi: [198]
124. Mutlaka herbirinizin elini ve aya­ğını çaprazlama keseceğim. Taberi şöyle der: Âyette geçen keli­mesinin manası, onlardan herbirinin sağ el ve sol ayağını veya sol el ve sağ ayağını kesmesidir. Yani her iki azayı çaprazlama kesmesidir.[199] Sonra siz ve benzerlerinize ibret olsun diye hepinizi asacağım. Salb, ölünceye kadar ağaca asmaktır. [200]
125. Sihirbazlar dediler ki: Şüphesiz biz ölümle Allah'a döneceğiz. Bizi tehdit ettiğin şeyden korkmayız. Ölüme aldırış et­meyiz. Alllah yolunda ölmek ne güzel şeydir. [201]
126. Bizden hoşlanmaman ve bizi ayıplaman, sadece bizim, Allah'a ve ayetlerine inanmamızdan dolayıdır!! Başka bir âyet-i kerimede de şöyle buyrulmuştur: Onları ancak Aziz ve Hamîd olan Allah'a inandıkları için ayıpladılar[202] Zemahşerî şöyle der: Sihirbazlar bu sözleri ile: "Bizi. an­cak övgü ve iftihar edilecek şeylerin aslı olan imandan dolayı kınıyorsun" demek istedilir.[203] Ey Rabbimiz! Firavun bize işkence ederken sen bize bolca sabır ver. Bizi fitneye düşürmeden müslüman olarak öldür. [204]
127. İleri gelenler Firavun'a dedi ki: Musa'yı ve kavmini, senin dininden çıkmak ve ilahlarına ibadeti bırakmak suretiyle yeryüzünde fesat çıkarmaları için mî bırakıyorsun?! Bu sözler Firavun'u Hz. Mûsâ ve kavmine işkence et­meye ve onları Öldürmeye teşvik etmektedir. Firavun adamlarına cevap vererek dedi ki: Onlara daha önce yaptığımız gibi, erkeklerini öldürüp kızlarını bize hizmet etmeleri için sağ bırakacağız. Kuvvet ve saltanatımızla onları ezecek güce sahibiz. [205]
128. Hz. Musa'nın kavmi, duydukları bu sözlerden endişeye düşünce, Mûsâ onları teselli için dedi ki: Size yapacak­ları eziyetler hususunda Firavun ve kavmine karşı Allah'tan yardım isteyin ve Allah'ın hükmüne sabredin. Şüphesiz bütün yeryüzü Allah'ındır. Onu kullarından dilediğine verir. Hz. Mûsâ bu sözleri ile, İsrailoğullannda Allah'ın onları Mısır yurduna vâris kılacağına dair isteklerini uyandırdı, Güzel sonuç, Allah'tan korkanlar içindir. [206]
129. Dediler ki: Sen bize pey­gamber olarak gelmeden önce de, geldikten sonra da bize işkence edildi. Yani musibet onlardan ayrılmadı. Onlar Hz. Musa'nın peygamberliğinden önce de, sonra da azap ve işkence içersinde olduklarını söylemek istediler. Mûsâ şöyle dedi: Umulur ki, rabbınız Firavun'u ve kavmini helak eder. Onların helak olmasından sonra yurtlarında yerlerine sizi geçirir. Sizi onların yerlerine geçirdikten sonra, nasıl davranacağınıza bakar. Bundan maksat, onları Al­lah'a itaate teşvik etmektir. Yüce Allah Hz. Musa'nın bu ümidini gerçekleştirerek Firavun'u boğdu ve İsrail oğullarını Mısır yurduna sahip kıldı. Ebu Hayyan şöyle der: Mûsâ, Allah'a karşı edepli davranarak sözü "ümit" şeklinde söyledi.[207]

Edebi Sanatlar

1. Kötülüğün yerine iyiliği getirdik, cümlesinde hasene ile seyyie kelimeleri arasında tıbak vardır. Aynı zamanda darlık, ve genişlik kelimeleri arasında da tıbak sanatı vardır.
2. Onlara semâdan bereket kapılarını açardık. Rahatça elde edilmeleri hususunda, bereketlerin onlara kolaylaştırılması kapıların açılmasına benzetildi. Bu, bir istiaredir. Yani, her ta­raftan onlara bolca hayır verirdik.
3. Ülkelerin halkı emin mi oldular?". Bu cümle uyarı maksadıyla tekrar edilmiştir. Belagat ilminde buna itnâb denir. Bunun bir benzeri de, Allah'ın azabından emin mi oldular. Fakat ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah'ın mühlet vermesinden emin olamaz" ayetidir. Ebussuud şöyle der: İnkarcıya, daha fazla açıkla­mak için tekrar edilmiştir. Allah'ın mekri (yani tuzağı), onun, kulunu der­ece derece helake götürmesinden ve hiç hesap etmediği bir taraftan onu ya­kalamasından istiaredir.[208]
4. Şüphesiz, siz benim has adamlanmdansımz." Bura­da, sihirbazların kalplerindeki şüpheyi gidermek için cümle ve edatları ile pekiştirilmiştir. Bu haber türüne, haber-i inkârı denir.
5. Hak ortaya çıktı". Burada istiare vardır. ve yerinde müsteâr olarak kullanılmıştır. Allah daha iyi bilir. [209]

Bîr Uyarı

Firavun hüccet ve delil getirmekten aciz kalınca, yakalayıp süngü ile öldürme yoluna başvurdu. Bütün sapık ve bid'atçılarm durumu budur. Delil getiremeyince tehdide başvurur. [210]
130. Andolsun ki, biz de Firavun'a uyanları ders alsınlar diye, yıllarca kuraklık ve mahsûl kıtlığı ile cezalandırdık.
131. Onlara bir iyilik gelince, "Bu bizim hakkı­mızdır." derler; eğer kendilerine bir fenalık gelirse, Mûsâ ve Onunla beraber olanları uğursuz sayarlardı. Bilesiniz ki, onlara gelen uğursuzluk Allah katındandir, fakat onların çoğu bunu bilmezler.
132. Ve dediler ki: "Bizi büyülemek için ne mucize getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz."
133. Biz de ayrı ayrı nıu'cizeler olarak onların üzerine tufan, çekirge, bit, kurbağalar ve kan gönder­dik; yine de büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular.
134. Azap üzerlerine çökünce, "Ey Mûsâ! sana verdiği söz hürmetine, bizim için Rabbine dua et, eğer bizden azabı kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve muhakkak israil oğullarını seninle göndereceğiz." de­diler.
135. Biz, ulaşacakları bir müddete kadar onlardan azabı kaldırınca, hemen sözlerinden dönüverdiler.
136. Biz de, âyetlerimizi yalanlamaları ve onlar­dan gafil kalmaları sebebiyle kendilerinden intikam aldık ve onları denizde boğduk.
137. Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi de, içini bereketle doldurduğumuz yerin doğu taraflarına ve ba­tı taraflarına mirasçı kıldık. Sabırlarına karşılık Rab-binin İsrailoğullarına verdiği güzel söz yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta olduklarını ve yetiştir­dikleri bahçeleri helak ettik.
138. İsrailoğullarını denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine; "Ey Mûsâ! Onların ilâhları olduğu gibi, sen de bizim için bir ilâh yap!" dediler. Mûsâ, "Gerçekten siz Câhil bir toplumsunuz, "dedi.
139. Şüphesiz bunların içinde bulundukları din yıkılmıştır ve yapmakta oldukları da bâtıldır.
140. Mûsâ dedi ki: "Allah sizi alemlere üstün kıl­mışken, ben size Allah'tan başka bir ilâh mı araya­yım?"
141. Hatırlayın ki, size azabın en kötüsünü tat­tıran Firavun'un adamlarından sizi kurtardık. Onlar oğullarınızi öldürüyorlar, kadınlarınızı sağ bırakıyor­lardı. İşte bunda, size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardır.
142. Mûsâ ile otuz gece sözleştik ve ona on gece daha ilave ettik; böylece Rabbinin ta'yin ettiği vakit kırk geceyi buldu. Mûsâ, kardeşi Harun'a dedi ki: "Kavminin içinde benim yerime geç, onları ıslah et, bozguncuların yoluna uyma."
143. Mûsâ ta'yin ettiğimiz vakitte gelip de Rabbi onunla konuşunca: "Rabbim! Bana göster de seni göreyim!" dedi. Rabbi, "Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!" buyurdu. Rabbi o dağa tecellî edince onu paramparça etti, Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca: "Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim" dedi.
144. Allah "Ey Mûsâ" dedi, "ben risâletlerimle ve sözlerimle seni insanların başına seçtim. Sana ver­diğimi al ve şükredenlerden ol."
145. Nasihata ve her şeyin açıklanmasına dâir ne varsa hepsini Mûsâ için levhalarda yazdık. Ve dedik ki: "Bunları kuvvetle tut, kavmine de onun en güzelini al­malarını emret. Yakında size, yoldan çıkmışların yur­dunu göstereceğim."
146. Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri, â-yetlerimden uzaklaştıracağım. Ona bütün mucizeleri görseler yine de iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona saparlar. Bu durum, onların âyetlerimizi yalanlam­alarından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmek­tedir.
147. Ayetlerimizi ve âhirete kavuşturmayı yalan­layanların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar, yalnız yap­makta oldukları amellerle cezalandırılırlar.
148. Musa'nın arkasından, kavmi, zînet takımla­rından böğürtüsü olan bir buzağı heykelini ilâh edin­diler. Görmediler mi ki o, onlarla ne konuşuyor ne de onlara yol gösteriyor? Onu benimsediler ve zâlimler­den oldular.
149. Kendilerinin gerçekten sapmış olduklarını görüp pişman olduklarında dediler ki: "Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa mutlaka ziyana uğra­yanlardan olacağız.

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti

Hz.Mûsâ'nın azgm Firavun ile olan kıssası ibret ve nasihatlarla dolu
olduğu için, âyetler ardarda onlardan söz etmeye devam etmektedir. Burada Firavun'un kavminin başına gelen belâ ve musibetlerden Allah'ın kendileri­ni imtihan ettiği kıtlık ve kuraklıktan ve kâfirliklerinde ve Allah'ın âyetlerini yalanlamadaki İsrarları neticesinde başlarına gelen tufan, çekirge ve diğer musibetlerden söz etti. Bundan sonra âyetler, Allah'ın İsraüoğullarına lütfettiği çeşitli nimetleri açıkladı ki bu nimetlerin en büyüğü, düşmanlarının helak edilmesi ve kendilerinin selâmet ve emniyet içersinde denizi geçmeleridir. [211]

Kelimelerin İzahı

Sinîn, kıtlık ve kuraklık mânâsına gelennin çoğuludur. Uğursuz sayarlar. Fiilin aslıdır. Fal için kuş salıvermek mânâsına gelen den alınmış olup daha sonra uğursuzlukta kullanıl­mıştır.
Tufan; telef eden, yok eden sel demektir.
Kummel, buğday biti demektir. Bunlar buğday ve diğer hubu­batta bul unupy onları bozan küçük haşerelerdir.
Ricz, azâb demektir. Sin ile okunan ise pislik manasınadır. Bazan azap manasına kullanılır.
Yemm, deniz manasınadır.
Devam ediyorlar. devamlı olarak orada durdu manasınadır.
Mütebber, helak olmuş demektir. helak manasınadır.
Saikan, baygın bir halde. Bir kimse bayıldığında denir. [212]

Âyetlerin Tefsiri

130. Cümlenin başında bulunan lam, mahzuf bir yemini pekiştirmektedir. Yani: Allah'a andolsun ki, şüphesiz biz Firavun'u ve tâbîlerini kıtlık ve kuraklıkla imtahan ettik. Birçok afetle meyvelerini yok etmek suretiyle onları imtihan ettik. Tefsirciler der ki: Bir hurma ağacında sadece bir meyve bulunuyordu.[213] Belki öğüt alırlar da kalpleri yumuşar. Çünkü şiddet onların Allah'a dönmelerini O'ndan korkmalarını ve kalplerinin yumuşamasını sağlar. Bundan sonra Yü­ce Allah onların, bu sıkıntı ve şiddetlere rağmen inat ve küfürlerinden baş­ka bir şeylerinin artmadığını açıkladı ve şöyle buyurdu: [214]
131. Onlara bolluk ve refah geldiğinde: Bu bizim ve mutluluğumuz içindir. Biz buna layığız derler. Onlara kuraklık ve şiddet geldiğinde, bunu Mûsâ ve beraberin deki mü'minlerin uğursuzluğuna bağlarlar. Yani: Bu, onların uğursuzluğı yüzündendir derlerdi. Yüce Allah onların bu iddialarını reddederek buyurdı ki: bilesiniz ki onlara isabet eden hayır veya şer, Allah'ıı takdiri iledir. Musa'nın uğursuzluğundan değildir. İbn Abbas şöyle der: Emir Allah tarafındandır. Onların uğursuzluğu Allah tarafından ve onun hükmüyledir.[215] Fakat onların çoğu bilmez. başlarına gelen kıtlık ve şiddetler, Mûsâ tarafından değil, kendirinden dolayı Allah katından gelmiştir. [216]
132. Firavun'un Musa'ya dedi ki: Ey Mûsâ! Bizi, içinde bulunduğumuz dinden çevirmek için hangi mucizeyi getirirsen getir, sana asla inanmayacağız. Zenanser şöyle der: Eğer dersen ki, onlar Musa'nın getirdiklerine nasıl önee âyet (mucize) diye isim verdiler, sonra da onunla bizi büyülemen için... dediler Ben derim ki: Onlar, o mucizelerin âyet olduklarına inandıkları için onlara âyet demediler. Bunu, ancak alay ve eğlence maksadıyla söylediler.[217]
133. Onların üzerlerine şiddetli yağmur Hatta o yağmurun suyunda yüzdüler. Neredeyse helak olacaklardı. ibn abbas şöyle der: Tûfân; boğucu, ekin ve meyveleri yok edici çok yağnlur inektir.[218] Aynı şekilde onların üzerine çekirge gönderdik. Ekinjerjm-meyvelerini, hatta elbiselerini dahi yedi. Hububatlarını ütecek ekin biti gönderdik. Bunlar, çekirgelerden geri kalanları yok ediyorl gir görüşe göre Kummel, meşhur bittir. Bu bit onların elbiseleri ile bedenleri arasına girer ve kanlarını emerdi. Kurbağalar gönderdik. Hattâ evle­ri ve yemekleri kurbağa doldu. Onlardan birisi konuşmak üzere açtığında, kurbağa hemen ağzına atlardı. kelimesi keliiyv çoğuludur. Onlara kan gönderdik. Yani suları kan haline geldi. Hangi kuyudan ve nehirden su içmek isteseler, onu kan olarak bulurlar Bunları apaçık alâmetler olarak gönderdik. Bunlarda ibretler Ve nas ihatlar vardır. Bununla birlikte iman etmeyi kibirlerine yediremeciiier Günahlara daldıkları için, yine de büyülıuj, tas layıp mucizelere inanmadılar. [219]
134. Anlatılan azap onların üzerine çökünce, dediler ki: Ey Mûsâ! Bizim için Rabbirie dua et de, sana verdiği peygamberlik hürmetine bu, belayı bizden kaldirsm Zemahşerî şöyle der: Allah'ın sana lütfettiği peygamberlik hürmetine senden istediğimiz duayı bizim için yap.[220] Cümle başındaki lâm, yemin lamıdır. Yani: Ey Mûsâ! Vallahi içinde bulunduğumuz azabı bizden kaldmrsan, senin getirdiğin kitaba mutlaka inanacağız ve gerçekten İsrailoğullarını serbest bırakacağız. Firavu­nun kavmi İsrailoğullarını çok âdî işlerde çalıştırıyorlardı. [221]
135. Musa'nın duası ile mutlaka ulaşacakları bir zamana kadar onlardan azabı kaldırınca, hemen sözlerinden dönüyor ve inkârlarında ısrar ediyorlar. İbn Abbas: Ulaşacak­ları vakit, boğulacakları vakittir, der. [222]
136. Biz denizde boğmak suretiyle onlardan intikam aldık, Allah'ın âyetlerini yalanlama­ları, onlardan yüzçevirmeleri ve onlara aldırış etmemelerinden dolayı Fira­vunu ve kavmini boğduk. [223]
137. Onların hizme­tinde ezilen İsrailoğullarını da Şam bölgesine vâris kıldık. Onları bölgenin doğusuna ve batısına, köşe bucak her tarafına sahip kıldık. Bu­rası birçok mal ve meyve ile bereketlendirdiğimiz bir yerdir. Allah'ın İsrailoğullarına, onları yeryüzünde yerleştirece­ğine ve düşmanlarına karşı onlara yardım edeceğine dâir verdiği doğru söz gerçekleşti. Taberî şöyle der: Onun güzel sözünden maksat şu âyettir: ise yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları Önderler yapmak ve onları (mu­kaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk.[224] Eziyetlere sabırla­rından dolayı onlara bu mükafaatı verdik. Firavun ve kavminin yaptığı sarayları, binaları, yetişdirdikleri tarla ve bahçeleri yıkıp harap ettik.
Burada Firavun ve kavminin kıssası sona erer. Bundan sonra, İsrail-oğullarmdan, Allah'ın onlara bolca lütfettiği büyük nimetlerden ve onlara gösterdiği büyük mucizelerden bahseden yeni bir konu başlar. Yüce Allah bu konuyu, Rasulünün onlardan gördüğü kötülüklere karşyı onu teselli et­mek için açıklar. [225]
138. İsrailoğullarını denizden geçirdik. Bu de­niz, şimdiki Süveyş Kanalı'nın bitişiğinde bulunan Kızıl Deniz'dir. Onlar, kendilerine ait putlara ibadete devam eden bii kavme uğradılar. Dediler ki: Ey Mûsâ! Bun­ların ibadet ettikleri putları gibi, bize de, ibadet edeceğimiz bir put yap. İbn Atıyye şöyle der: Görünen odur ki, İsrailoğulları gördüklerini be­ğenmişler, bunun Musa'nın dininde ve kendisiyle Allah'a yaklaşılan heı şeyde olmasını istemişlerdir. Yoksa onları Mûsâya: Bize bir ilâh yap da sa dece ona ibadet edelim demiş olmaları uzak ihtimaldir.[226] Mûsâ: Gerçekten siz, Allah'ın büyüklüğünü ve onun ortaktan ve benzerder uzak tutulması gerektiğini bilmeyen bir toplumsunuz. Zemahşerî şöyle der Hz.Mûsâ onların gördükleri bu büyük âyet ve mucizeden sonra bu şeklid' konuşmalarına hayret etti ve onları mutlak cehaletle vasıflandırdı ve bun vurgulu bir şekilde ifâde etti. Çünkü onlardan gördüğü bu şeyden daha büyük ve daha âdî cehalet olmaz..[227]
139. Şüphesiz bunların mensup oldukları bâtıl din yani putperestlik yıkılıp yok olacaktır. Bunların amelleri tamamen bâtıldır ve yok olup gitmiştir. Çünkü bunlar ibadete lâyık olmay­an şeylere tapıyorlar. [228]
140. Mûsâ dedi ki: Ben size iba­dete layık olan Allah'tan başka bir ma'bûd mu arayayım? Halbuki Allah, güzel nimetler vermek suretiyle sizi diğerlerine üstün kıldı. Taberî: "Allah sizi, zamanınız ve asrınızda diğer alemlere üstün kıldı." şeklinde tefsir eder.[229]
141. Ey İsrailoğulları! Daha Önce size verdiğim nimetleri hatırlayın. Hani sizi Firavun'un kavminden kurtardım. Onlar size işkencelerin en kötüsü ve en korkuncunu tattırıyor­lardı. Yüce Allah bu işkenceyi açıklayarak şöyle buyurdu: Erkeklerinizi kesiyor, kızlarınızı hizmette kullanmak için sağ bırakıyorlardı. Bu işkencede Allah sizi büyük bir imtihan ve denemeye tabî tuttu ve sizi ondan kurtardı. Hâlâ ona şükret­miyor musunuz? [230]
142. Bize otuz gece ibâdet etmesi için Mûsâ ile sözleştik ve otuz gece geçtikten sonra ona on gece daha ilave ettik. Böylece ibâadet kırk gecede tamamlandı. Ze-mahşerî şöyle der: Rivayet edildiğine göre Hz.Mûsâ Mısırda iken İsrailoğullanna eğer Allah düşmanlarını helak ederse, onlara Allah katından neyi yapacaklarını ve neyi yapmayacaklarını açıklayarak bir kitap getireceğine dâir söz verdi. Firavun helak olunca Hz.Mûsâ, Allah'tan bu kitabı istedi. Allah ona zilkade ayında otuz gün oruç tutmasını emretti. Bu otuz günü tamamlayınca ağzının değişen kokusundan hoşlanmayarak misvak kullandı. Bunun üzerine Allah ona şöyle vahy etti. Bilmiyor musun ki benim katımda oruçlunun ağzının kokusu misk kokusundan daha güzeldir? Bundan sonra Yüce Allah, Hz.Musa'ya orucuna zilhicce ayından on gün daha ilâve etmesini emretti.[231] Hz.Mûsâ kardeşi Harun'a, "Ben dönünceye kadar bunların başında benim yerime sen dur, benim halifem ol." dedi. Onların durumunu ıslah et, Allah'a isyan ederek yeryüzünde fesat çıkaranların yo­lundan gitme. [232]
143. Mûsâ kendisine söz verdiğimiz vakitte gelerek Rabbine münacatta bulunup Rabbi de vasıtasız olarak onunla konuşunca Mûsâ (a.s): "Rabbim Mukaddes zâtını bana göster de sana bakayım." dedi. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah kelâmını Musa'ya işittirince Mûsâ Rabbini görmeyi arzuladı ve ona bakmak için is­tekte bulundu.[233] Rabbi ona cevap vererek buyurdu ki: Dünyada beni göremezsin. Çünkü insan bünyesinin buna gücü yetmez. Fakat senden daha kuvvetli olan dağa tecellî edeceğim, eğer dağ sarsılmaz da yerinde kalırsa o zaman sen de beni görebilirsin. Aksi takdirde sen buna tahammül edemezsin. Rabbinin nurundan, serçe parmağın ucunun yansı ka­dar görünence, dağ parçalanıp dağıldı, Mûsâ (a.s)'da gördüğü olayın şiddetinden bayılıp düştü. İbn Abbas şöyle der: Yüce Allah'tan dağa ancak serçe parmağı kadar bir nur tecellî etti de dağ toprak oldu. Mûsâ da bayılıp düştü.[234] Hadiste Dağ yere battı.[235] buyurulmuştur. Mûsâ ayılmca, "Rabbim! Seni noksan sıfatlardan ve herhangi bir kimsenin seni dünyada iken görmesinden tenzih ederim. Seni dünyada iken görmek istediğim için tevbe ettim. Ben senin azamet ve büyüklüğüne inananların ilkiyim. [236]
144. Allah buyurdu ki: Ey Mûsâ! Ben" sana ilâhî risâleti vermek ve vasıtasız olarak konuşmakla seni zamanındaki insanlara tercih ettim. Sana verdiğim peygamber­lik ve üstün bilgi şerefini al ve verdiği güzel nimetlerden dolayı Rabbine şükret Ebussuûd şöyle der: Âyet, Hz.Mûsâ'nm Allah'ı görme isteğinin kabul edilmemesinden dolayı onu tesellî mâhiyetinde söy­lenmiştir. Sanki şöyle denilmiş: Sana kendimi göstermedimse bilesin ki âlemlerde kimseye vermediğim büyük nimetleri sana vermişimdir. Onu ga-nimet bil ve ona şükretmeye devam et.[237]
145. Ona İsrail oğullarının dinleri hususunda muhtaç oldukları her türlü öğüt ve nasihati yazdık. Helal ve haramı açıkla­yan hükümleri genişçe anlattık. Bunların hepsi Tevrat'ın levhalarında mev­cuttur, Öğüt alsınlar ve günahlardan sakınsınlar diye, bir de her türlü şer'î yükümlülükleri açıklamak için bunları yazdık. Onu azim sahiplerine yakışır bir şekilde gayret ve ciddiyetle al.
İsrailoğullarını da teşvik ederek en faziletlisini, yani ruhsat­ları değil azimetleri almalarını emret. Meselâ affetmek kısas yapmaktan daha faziletli, sabretmek te intikam almaktan daha üstündür. Nitekim Yüce Allah bir âyette şöyle buyurmuştur. Kim sabreder ve affederse şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer işlerden­dir.[238] İbn Abbas şöyle der: Hz. Musa'ya Tevrat'ı kavminden daha kuvvetli ,ve sağlam alması emredildi.[239] Yakında fâşıkların yani Firavun ve kavminin yurdunun ne olduğunu göreceksiniz. İbret alasınız da onlar gibi olmayasınız diye yurtlarının nasıl ıssız kaldığını, fasıklıklann-dan dolayı nasıl helak edildiklerini göreceksiniz. Çünkü o yurdu halkından ıssız bir şekilde görmek, ibret alma ve günahlardan sakınmayı gerektirir. [240]
146. Yeryüzünde haksız yere böbürlenenlere âyetlerimi anlama imkânı vermeyeceğim. Onlar artık âyetlerde olanları düşünüp anlayamazlar. Böbürlenmelerine karşılık ceza olarak kalplerini mühürleyeceğim. Zemahşerî şöyle der: Bu âyet, kibirleri ve Allah'ın âyetlerini inkârları sebebiyle Allah'ın âyetlerinden uzaklaştırılanların sonunda uğrayacakları azaba karşı muhatapları uyarmaktadır ki onlar gibi olmasınlar ve onların gittikleri yoldan gitmesinler.[241] Onlar, kendilerine indirilen bütün Kur'an âyetlerini veya her türlü Rabbânî mucizeleri görseler de yine onları tasdik etmezler. Hidâyet ve kurtuluş yolunu görseler de ona girmezler. Sapıklık ve fesat yolunu görürlerse hemen oraya girerler. Nitekim âyet-i kerimede şöyle buyurulmuştur: Biz onlara doğru yolu gösterdik, fakat onlar körlüğü hidâyete tercih ettiler.[242] gtite, Onların Allah'ın hidâyeti ve şeriatinden dönmeleri, Allah'ın âyetlerini yalanlamalarından ve mutluluklarının sebebi olan âyetlerden gafil olmalarından ileri gelmekte­dir. Zira onlar, Allah'ın âyetlerini düşünüp te ibret almazlar. [243]
147. Allah'ın âyetlerini ve âhirette Allah'a kavuşacağını inkâr edip öldükten sonra dirilmeye inanmay­anları var ya, işte onların dünyada işledikleri hayırlı amelleri, yani yaptık­ları iyilikler, akrabayı ziyaret, ona yardım, sadaka ve benzeri amelleri boşa çıkmıştır. İman etmedikleri için sevapları yok olup gitmiştir. Onlara dünyada yaptıklarından başka şeye göre mi sevap veya ceza verilecek? [244]
148. Musa'nın arkasın­dan kavmi, zînet takımlarından, böğürebilen bir buzağı heykelini ilâh edin­diler. Hafız İbn Kesir şöyle der: Yüce Allah, Sâmirî'nin zînet takımların­dan Israüoğulları için yapmış olduğu buzağıya ibadet edenlerin düştükleri sapıklığa haber vermektedir. Sâmirî, onlar için süs eşyalarından ruhsuz bir buzağı heykeli yaptı. Heykeli o şekilde yaptı ki içine rüzgar giriyor ve on­dan böğürtü yani sığır sesi gibi bir ses işitiliyordu.[245] Âyette geçen kaydından maksat olayın Hz.Mûsâ'nm, Rabbi ile konuşmak için Tûr dağına gitmesinden sonra meydana geldiğini bildirmektir. Bu soru kınama ve azarlama ifade eder. Yani buzağıda yaratıcı ve rızık vericinin sıfatlarından hiçbiri bulunmadığı halde onu nasıl ilâh edi­nip ona taptılar!? O ne konuşma gücüne, ne de onları mutluluk yoluna ilete­cek güce sahiptir. Şu halde onu nasıl ilâh ediniyorlar? Buzağıyı ilâh edinip ona ibadet ettiler ve böylece kendilerine zulmedenler oldular. Çünkü onlar, eşyayı konulması gereken yerden başka yere koydular. edindiler" lafzının tekrar edilmesi onların adîliğini daha fazla vur­gulamak içindir. [246]
149. İşledikleri günahlara pişman olup buzağıya iba­det etmelerinden dolayı duydukları pişmanlık ve üzüntü şiddetlenince ve kendilerinin dalâlete düştükleri, gözleriyle görüyorlarmış gibi apaçık ortaya çıkınca dediler ki Rabbimiz bizi rahmet ve mağfiretiyle ıslâh etmezse biz mutlaka helak olanlardan oluruz. İbn Kesir şöyle der: Bu durum, onların günahlarım itiraf ettiklerini ve Yüce Allah'a sığındıklarını göstermektedir

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder