Araf Suresi(1)
A'RÂF
SÛRESİ
Mekke'de inmiştir. 206
âyettir.
Sûreyi Takdim
A'râf sûresi Mekke'de inen
sûrelerin en uzunlarındandır. Peygamber kıssalarını genişçe açıklayan ilk
sûredir. "Bu sûre, Mekke'de inen diğer sûreler gibi, İslam davetinin esası olan
Tevhid inancını, öldükten sonra dirilmeyi, hesabı, vahyi ve risâleti açıklamaya
önem verir.
Bu mübarek sûre, ilk âyetlerinde
Hz.Muhammed (s.a.v.)'in ebedî mucizesi olan Kur'an-ı Kerim'den bahseder. Bu
Kur'an'm, bütün insanlar için Allah tarafından gönderilmiş bir nimet olduğunu
açıklar. İnsanların dünya ve âhiret mutluluğunu elde edebilmeleri için onun
yönlendirme ve irşad-larına uymaları gerektiğini vurgular.
İnsanların bir tek babadan
yaratılmış olma nimetine ve meleklere, insanlığın babası Âdem (a.s.)'c secde
etmelerini emretmek suretiyle onun şahsında bu insan nev'ine verdiği değer ve
şerefe dikkati çeker. Sonra şeytanın, insanların doğru yola gitmelerini
engellemek ve yaratıcılarından uzaklaştırmak için onların yolları üzerinde
oturup bekleyen bu azgın düşmanın tuzağından sakındırır.
Yüce Allah bu sûrede, hayır ve
şer, hak ve bâtıl arasındaki mücadeleye Örnek olarak İblis'in Âdem (a.s.) ve
nesline karşı kurmuş olduğu tuzağı açıklamak üzere Âdem (a.s.)'in İblis ile
olan kıssasını ve onun cennetten çıkıp yeryüzüne inişini anlatır. Bundan dolayı
Yüce Allah, insanlara, İblis'in babalarına karşı gösterdiği düşmanlığı
açıkladıktan sonra, onlara, "Ey Âdemoğulları!" diyerek, Âdemoğlu sıfatı ile arka
arkaya dört defa hitap etti. Bu hitap bu sûreye mahsustur. Onunla Yüce Allah,
babaları Âdem'e vesvese verdiği ilk zamandan beri insanlara karşı düşmanlık
üzere yetişmiş olan Şeytandan insanları sakındırır. Zira o zaman Şeytan,
insanların babası Âdem (a.s.)'e vesvese verip onu hataya düşürdü ve Allah'ın
emrine muhalefet ettirdi. Nitekim bu sûrenin 27. âyetinde meâlen şöyle
buyurul-muştur: "Ey Âdemoğullart! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini
kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sizi
de aldatmasın".
Bu mübarek sûre aynı zamanda,
kıyamet gününde meydana gelecek olan bir sahneyi açıklar. Bu, üç fırka ve bunlar
arasında yapılan konuşma ve münazara sahnesidir. Bu fırkalar, cennet ehli olan
mü'minler fırkası, cehennem ehli olan kâfirler fırkası ve Kur'an'm sadece bu
sûrede bahsettiği üçüncü fırkadır. Bu üçüncü fırkaya "A'râf ehli" ismi verilir.
Bundan dolayı bu sûreye, A'râf sûresi adı verilmiştir. Bu sahne öyle bir
sahnedir ki, kıyamet gününde bütün varlıklar onu, temsîlî veya hayalî değil,
gerçek olarak göreceklerdir.
Bu sûre, hak yolda olan cennet
ehlinin, bâtıl yolda olan cehennem ehline karşı kıyamet günü sevinç
gösterilerini açıklar. Kâfirlerin üzerine laneti, kovulmayı ve mahrumiyeti
tescil eden yüce bir ses dalgalanır. Bu iki grup arasına bir perde konur. Orada,
her grubu sunalarından tanıyan adamlar durur. Cennet ehlini, yüzlerinin
beyazlığı ve parlaklığından, Cehennem ehlini de yüzlerinin siyahlığı ve
donukluğundan tanırlar.
Bu sûre geniş bir şekilde Nûh,
Hûd, Salih, Lût, Şuayb ve Mûsâ (a.s.) gibi peygamberlerin kıssalarından
behseder. Önce peygamberlerin büyüğü Nûh (a.s.)'u ve onun,, kavminden gördüğü
inkâr, inat, yalanlama ve yüz çevirmeyi anlatır. Hz. Mûsâ Kelîmullah'ın azgın
Firavun ile olan kıssasını geniş bir şekilde anlatır. Daha sonra,
İsrailoğullarının karşılaştığı şiddet ve musibetlerden, bundan sonra da
kavuştukları emniyet ve refahtan nimetini değiştirip emrine muhalefet
ettiklerinde de Allah'ın onları maymun ve domuzlara çevirmek suretiyle nasıl
cezalandırdığından bahseder.
Bu süre, aynı zamanda kötü
âlimlerin rezil durumlarını gösteren bir misali ele alır. Onları, hayal
edilebilecek en çirkin ve âdı bir şekilde tasvir eder. Devamlı, soluyan, devamlı
olarak çamurda yuvarlanan köpek şeklinde tasvir eder. "Dileseydik elbette onu
âyetlerle yükseltirdik. Fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun
durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer. Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur,
bıraksanda dilini çıkarıp solur.[1]
Hakka yemin olsun ki bu Allah'ın kendisine faydalı ilim nasip edip de, onu
geçici dünya malı toplamak maksadiyla kullanan insanlar için, küçültücü en
çirkin bir tasvirdir. Topladığı bu dünya malı onun için bir vebal ve rezillik
vasıtası olmuştur. Çünkü o, bu ilimden faydalanmadı ve iman yolunda dosdoğru
yürümedi. Bu nimetten sıyrılıp çıktı. O yüzden şeytanın takibine uğradı ve
sonunda azgınlardan oldu.
Bu mübarek sûre, Allah'ın
birliğini isbat ile ve ortak kıldıkları hiçbir zarar veya menfaat veremeyen,
göremeyen, işitemeyen taş ve putlara tapanlarla alay ederek son bulur. Halbuki
onları yaratan, şekil veren ve gezip dolaştıkları ve duracakları yeri bilen
sadece Allah'tır. Bu mübarek sûre, tevhid ile başladığı gibi, tevhid ile sona
erer. Hem başta hem sonda, ma'bud olan Yüce Allah'ın birliğine iman etmeye davet
edilmiş olur.[2]
Sûrenin İsimlendirilmesi
Bu sûrede A'râf ismi geçtiği için
buna, A'râf sûresi ismi verilmiştir. A'râf, cennet ile cehennem arasına konulmuş
bir sûr olup her ikisinin ehlini birbirinden ayırır. İbn Cerir, Huzeyfe'den
şöyle rivayet etmiştir: Huzeyfe'ye A'râf ehli soruldu. Şöyle cevap verdi: Onlar,
sevapları ile günahları eşit olan topluluktur. Günahları cennete, sevapları ise
cehenneme, girmelerine mani olur. Dolayısıyla, Allah haklarında hükmedinceye
kadar, orada, sûr Üzerinde dururlar.[3]
Rahman ve Rahîm Olan Allah'ın
Adıyla
1. Elif, Lâm,
Mîm, Sâd.
2. (Bu),
kendisiyle insanları uyarman, inananlara öğüt vermen için sana indirilen bir
kitaptır. Artık bu hususta kalbinde bir darlık olmasın.
3. Rabbinizden
size indirilene uyuri. O'nu bırakıp ta başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne
kadar da az öğüt alıyorsunuz!
4. Nice
memleketler var ki biz onları helak ettik. Azabımız onlara geceleyin yahut
gündüz istirahat ederlerken geldi.
5. Azabımız
onlara geldiğinde çağırışları "Biz
gerçekten zâlim kişilermişiz" demelerinden başka birşey olmadı.
6. Elbette
kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de
mutlaka sorguya çekeceğiz!
7. Ve onlara,
tam bir bilgi ile mutlaka anlatacağız. Biz, onlardan uzak
değiliz.
8. O gün tartı
haktır. Kimin tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa
erenlerdir.
9. Kimin de
tartıları hafif gelirse, işte
onlar, âyetlerimize karşı haksızlık ettiklerinden dolayı kendilerini
ziyana sokanlardır.
10. Doğrusu biz
sizi yeryüzüne yerleştirdik ve size orada geçim vasıtaları verdik. Çok az
şükrediyorsunuz!
11. Andolsun
sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere "Âdem'e secde edin!"
diye emrettik. İblis'in dışındakiler secde ettiler. O secde edenlerden
olmadı.
12. Allah
buyurdu: "Ben sana emretmişken secde etmekten seni alıkoyan nedir?" İblis: "Ben
ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu da çamurdan yarattın."
dedi.
13. Allah:
"Öyle ise, "in oradan" Orada büyüklük taslamaya hakkın yoktur. Çık! çünkü sen
aşağılıklardansın!" buyurdu.
14. İblis, "Bana insanların tekrar dirilecekleri güne
kadar mühlet ver" dedi.
15. Allah,
"Haydi, sen mühlet verilenlerdensin." buyurdu.
16. İblis dedi
ki: "Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak
için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.
17. Sonra
elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve
sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın! dedi.
18. Allah
buyurdu: "Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun ki, onlardan
kim sana u-yarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım!".
19. "Ey Âdem!
Sen ve eşin cennette yerleşip, dilediğiniz yerden yiyin. Ancak şu ağaca
yaklaşmayın! Sonra zâlimlerden olursunuz."
20. Derken
Şeytan birbirine kapalı ayıp yerlerini kendilerine göstermek
için onlara vesvese
verdi ve "Rabbiniz size bu ağacı
sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı."
dedi.
21. Ve onlara,
"Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim." diye yemin etti.
22. Böylece
onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri
kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar.
Rableri onlara: "Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve
Şeytan size apaçık bir düşmandır
demedim mi?" diye nida
etti.
23. Âdem'le
eşi dediler ki: "Ey
Rabbimiz! Biz kendimize
zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden
oluruz."
24. Allah:
"Birbirinize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme
ve faydalanma vardır" buyurdu.
25. "Orada
yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan çıkarılacaksınız"
dedi.
26. Ey
Ademoğullan! Size ayıp yerlerinizi Örtecek kıyafet, süslenecek elbise yarattık.
Takva elbisesi işte o, daha hayırlıdır. İşte bunlar, Allah'ın âyetlerindendir.
Belki düşünüp öğüt alırlar.
27. Ey
Ademoğullan! Şeytan, ana-babanızın, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için
elbiselerini soyarak, cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve
kabilesi, sizin kendilerini göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz
Şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.
28. Onlar bir
kötülük yaptıkları zaman, "Babalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu
emretti" derler. De ki: "Allah kötülüğü emretmez. Allah'a karşı bilmediğiniz
şeyleri mi söylüyorsunuz?
29. De ki:
"Rabbim adaleti emretti. Her secde ettiğinizde yüzlerinizi O'na çevirin ve dini
yalnız Allah'a has kılarak O'na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi yine ona
döneceksiniz."
30. O, bir
grubu doğru yola iletti, bir gruba da sapıklık müstehak oldu. Çünkü onlar,
Allah'ı bırakıp Şeytanları kendilerine dost edindiler. Böyle iken kendilerinin
doğru yolda olduklarını sanıyorlar.
Kelimelerin İzahı
Harec, darlık demektir. Bir yer
daraldığında kalp daraldığında denir.
Beyât, gece baskını. Râğıb şöyle
der: ve düşmana geceleyin baskın yapmaktır.[4]
Öğle uykusuna yatanlar. Öğle
uykusu mânâsına gelen den türemiştir. Öğle vaktine de
denilir.
Mez'ûm, yerilmiş demektir. Bir
kimse birini yerdiği ve hakir gördüğünde, oli denilir.
Medhûr, kovulmuş manasınadır. Bir
kimse birini kovup uzaklaştırdığında denir.
Avret yerleri, avret demektir.
Görünmesini insan kötü karşıladığı için bu ismi almıştır.
BaşladıLar. Bir kimse bir şeye
başladığında denir.
Yamıyorlar,
yapıştırıyorlar.
Rîş, kendisiyle süslenilen elbise
demektir, aslında mal ve güzellik manasınadır. Kuşun tüyü, kendisi için bir süs
ve güzellik olduğundan dolayı ona da denilir.
Orduları, demektir. Kabîl, asıl
itibari ile ister aynı soydan ister çeşitli soylardan olsun cemaat
manasınadır.
Fahişe, son derece çirkin şey
demektir. Burada maksat, çıplak olarak Beytullah'm etrafını tavaf etmektir.
Çirkin olan her şeye fahişe
Fahşâ, bu da fahişe gibi, aşırı
derecede çirkin olan günah demektir. [5]
Âyetlerin Tefsiri
1. Hurûf-u
mukatta'a hakkında, Bakara sûresi'nin başında açıklamalar yapıldı ve bu
harflerin zikredilmesindeki hikmetin, Kur'an'm, bu harflerin benzerlerinden meydana
geldiğine, buna rağmen insanlığın edîp, fasîh ve dahîlerinin bunun benzerini
getirmekten âciz kaldıklarına işaret etmek suretiyle Kur'an'm i'câzını beyan
etmek olduğu anlatıldı. îbn Ab-bas'tan rivayet edildiğine göre bu harflerin
mânâsı şöyledir: Ben Allah'ım, bilirim ve hükmederim. "Ebu'l-Âliye şöyle der:
Elif, Allah (cc.) isminin; lâm, Lâtif isminin; mîm, Mecîd isminin; sâd ise Sâdık
isminin anahtarı (ilk harfi)dir. [6]
2. Ey Muhammedi
Bu, Allah'ın sana indirdiği Kur'an'dır. Kavminin yalanlaması korkusuyla, onu
tebliğ etme hususunda kalbine bir darlık gelmesin. Kur'an'la, Allah'tan
korkanları uyarman ve mü'minlere Öğüt ve nasihatta bulunman içir bunu sana
indirdi. Çünkü ondan faydalanacak olanlar mü'minlerdir. [7]
3. Ey insanlar!
Kur'an'a uyunuz. Onda hidâyet nur ve Rabbinizden size indirilen beyan vardır.
Allah': bırakıp da kâhinler, rahipler ve putlar gibi şeyleri, işlerinizi havale
edece ğiniz ve koydukları kanunlar hususunda kendilerine itaat edeceğiniz dostla
edinmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Hâzin şöyle de edinmeyin. "Az öğüt alıyorsunuz." demektir.[8]
4. Nice
şehirleri yok ettik. Burada şehirlerden maksat, oralarda yaşayanlardır.
Azabımız o şehre geceleyin, ya da onlar kaylûle yaparken geldi. Kaylûle, öğle
uykusudur. Ebu Hayyân şöyle der: Bu iki vakit sükûnet, istirahat ve dinlenme
zamanı olduğu için azabın gelmesi bu zamanlara tahsis edilmiştir. Azabın bu
zamanlarda gelmesi daha meşakkat verici ve daha korkunçtur. Çünkü azap, helak
edilenlerin gafil oldukları bir anda onları yakalar. [9]
5. Azabı ve
alâmetlerini gördüklerinde, onların dua ve yardım istemeleri ancak, hasret ve
nedamet duygularıyla zulümlerini itiraf etmek olacaktır. Pişmanlığın fayda
vermesi artık çok geç. [10]
6. Bütün
ümmetlere: "Peygamberler size tebliğ de bulundu mu? Siz ne cevap verdiniz?" diye
mutlaka soracağız. Bu sorudan maksat, kâfirleri kınama ve azarlamadır. Ve
şüphesiz, peygamberlere de risaleti tebliğ ederek, emâneti yerine getirip
getirmediklerini soracağız. Ebu Hayyân şöyle der: Milletlere sorulan soru
kınama ve ikrar ettirme sorusudur. Bunun peşinden peygamberlere sevap ve ihsan
edilir.[11]
7. Onlara
yaptıklarını tam bilgimizle haber vereceğiz. Ibn Abbas şöyle: Kıyamet'günü
kitap ortaya konur da, onların yaptıklarının hepsini anlatır. Biz onlardan uzak
değildik ki, hallerinden herhangi bir şey bize gizli kalsın. İbn Kesir şöyle
der: Yüce Allah kıyamet gününde kullarına söylediklerini, yaptıklarını, azını
çoğunu, iyisini kötüsünü haber verecektir. Çünkü o, herşeyi göstermektedir.
Hiçbir şey ona gizli kalmaz. Bilakis o hain gözleri ve kalplerin gizlediklerini
bilir.[12]
8. Kıyamet
gününde amellerin tartılması adaletle olacak, Rabbin hiç kimseye
zulmetmeyecektir. iman ve.çokça iyilikler sebebiyle kimin amellerinin tartılan
ağır gelirse, yarın azaptan kurtulacak ve bolca sevap kazanacak olanlar
onlardır. [13]
9. İnkârı ve
işlediği günahları sebebiyle kimin amellerinin tartısı hafif gelirse, İşte
küfürleri ve Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri sebebiyle nefislerini ziyana
uğratan ve mutluluklarını kaybedenler onlardır. İbn Kesir şöyle der: Kıyamet
günü teraziye konulup tartılan şey, bir görüşe göre amellerdir. Onlar her ne
kadar cisim olmayıp a'raz iseler de, kıyamet günü Allah onları cisim hâline
getirecektir. Bu görüş İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir. Bir görüşe göre de,
amel defterleri tartılır. Nitekim Bitâka hadisinde[14]
böyle bildirilmistir. Bir başka görüşe
göre ise, amelin sahibi tartılır. Bir diğer hadis-i şe-rifde şöyle buyrulmuştur:
"Kıyamet gününde şişman adam getirilip tartılır. Allah katında onun ağırlığı,
bir sineğin kanadının ağırlığı kadar olmaz.[15]
Bu görüşlerin hepsi sahihtir. Bazan ameller tartılır. Bazan amellerin yazılı
olduğu defter tartılır, bazan da amelleri yapan tartılır. Allah daha iyi
bilir.[16]
Ben derim ki: Amellerin, iyilik ve kötülüklerin bizzat tartılmasında bir
gariplik yoktur. Modern ilim sıcak ve soğuğun ölçülmesini, rüzgarların ve
yağmurların yönünü bize açıklayabildiğine göre, her şeye kadir olan Yüce Allah,
insanların amellerini ölçecek aletler yaratamaz mı? [17]
10. Ey
insanlar! Sizin için yeryüzünde yerleşecek ve duracak yer yarattık. Beyzâvî
şöyle der: Size yeryüzünün meskenlerine yerleşme, tarlalarını ekme ve orada
tasarrufta bulunma imkanı verdik." demektir.[18]
Ve sizin için orada, yenilecek, içilecek ve hayat sebebi olan diğer yaşama
vasıtaları yarattık. Bu lütuf ve ihsanlara rağmen, sizden Rabbine şükredenler
azdır. Nitekim âyet-i kerimede: Kullarımdan şükredenler azdır.[19]
buyrulmuştur. [20]
11. Babanız
Âdem'i şekilsiz bir çamur olarak yarattık. Sonra ona en güzel bir şekil ve
biçim verdik. Âdem (a.s.) insanlığın babası olduğu için, ona hürmeten, çoğul
zamiri kullanılarak denildi. Sonra, Âdem'e secde etmelerini emrettik, Bütün
melekler secde etti. Fakat İblis, kibir ve inadından dolayı secde etmekten
kaçındı. Buradaki istisna, istisna-i munkatıdır. Çünkü bu, aynı cinsten olmayan
bir şeyi istisna etmektir. Hasan-ı Basrî'nin bu husustaki sözü daha önce
geçmişti: "İblis, bir an bile meleklerden olmamıştır.[21]
12. Yüce Allah
İblis'e: Emrettiğim halde, Seni Âdem'e secde etmekten alıkoyan nedir?" dedi. Bu
soru kınama ve azarlama ifade eder. Lanetli Şeytan, "Ben Âdem'den daha üstün ve
ondan daha şerefliyim. Üstün olan, daha aşağı derecede olana nasıl secde eder?"
dedi. Bundan sonra, secde etmemesinin sebebini açıklayarak şöyle dedi: Benim
aslım onun aslından üstün olduğu için ben ondan daha şerefliyim. Çünkü ben
ateşten yaratıldım. Ateş, çamurdan üstündür. Zavallı Şeytan, kendisine secde
etmeyi emreden Allah'ın emrini nazar-ı itibara almadı. İbn Kesir şöyle der:
Lanetli Şeytan yaratıldığı aslını, nazar-ı itibara aldı da, şereflendirme ve
saygı kazandırma unsurunu nazar-ı itibara almadı. Bu unsur, Allah'ın Âdem'i
eliyle yaratması ona kendi ruhundan üflemesidir. Şeytan yalnış bir kıyas yaparak
hataya düştü. Allah onun, ateşin çamurdan daha üstün olduğunu iddia ederek
yapmış olduğu kıyasın çirkinliğini açıkladı. Çünkü vakarlı ve ağır başlı olmak
çamurun şânındandır. Yakmak ve hafiflik ise ateşin şanmdandır. Çamur bitme,
gelişme, artma ve ıslah yeridir. Ateş ise işkence yeridir. Böyle bir kıyaslama
yapmakla aslına hainlik etmiş ve bu kıyas onu helak ve bedbahtlığa
sürüklemiştir.[22]
Ibn Şîrîn şöyle der: ilk defa kıyas
yapan ve hataya düşen îblis'tir. Kim, dini kendi görüşüne göre kıyaslayarak
açıklarsa, Allah onu İblis'le bir tutar.[23]
13. Yüce Allah,
"Öyleyse cennetten in. Bana itaate ve emrime karşı kibirlilik gösterip de
mukaddes yurdumda oturman doğru değildir." dedi. "Çık, çünkü sen zelil ve
alçaklardansın." diye buyurdu. Zemahşerî şöyle der: Şeytan kibirlilik
gösterince, Allah ona zelillik ve aşağılık elbisesini giydirdi. Zira kim Allah'a
karşı alçak gönüllü olursa Allah onu yüceltir. Kim de Allah'a karşı büyüklük
taslarsa Allah onu alçaltır.[24]
14. İblis:
"Bana, tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver." dedi. Mel'ûn sözü değiştirdi
ve ölümden kurtulmak için Allah'tan kıyamet gününe kadar yaşama izni istedi.
Çünkü kıyamet gününden sonra artık ölüm yoktur. Yüce Allah ona cevap
vererek, [25]
15. "Haydi sen
yaşama izni verilenlerdensin" buyurdu. İbn Abbas (r.a) der ki: Yüce Allah
İblis'e birinci Sûr'a kadar yaşama izni verdi. Bu birinci Sûrda bütün mahlûkat
ölecektir. İblis ise, bütün insanların kalkarak, âlemlerin Rabbi Allah'ın
huzuruna çıkacakları ikinci Sûra kadar yaşama izni istemişti. Yüce Allah bunu
kabul etmedi.[26]
bu görüşü başka bir âyet desteklemektedir: Haydi sen bilinen güne kadar yaşama
izni verilenlerdensin." buyurdu.[27]
16. İblis,
"Öyleyse, beni azdırman ve saptırman sebebiyle, yol kesenlerin yolcunun yolunda
oturdukları gibi, ben de, Adem'i ve zürriyetini aldatmak için, hak olan ve
cennete ulaştıran yol üzerinde oturacağım. [28]
17. Sonra dört
taraftan, yani önlerinden, artkalarmdan, sağlarından ve sollarından senin
kullarına gelip, onları mutlaka senin dininden çevireceğim. Taberî şöyle
der:
Mutlaka onlara, hak ve bâtıl
yolların tümünden geleceğim. Onları haktan çevireceğim ve onlara bâtılı güzel
göstereceğim. İbn Abbas der ki: Yüce Allah'ın rahmeti ile kulun arasına girmiş
olmaması için, onların üstünden gelmeye imkan bulamaz.[29]
Sen onların çoklarını itaa eden ve
nimetine şükreden mü'minler olarak bulamazsın.
[30]
18. Allah
buyurdu ki: "Haydi, rahmetimden kovulmuş olarak cennetten çık. Andolsun ki,
insanlardan ve cinlerden kim sana itaat ederse, cehennemi mutlaka, aldanıp sana
uyanların tümüyle dolduracağımdeki lâm, yemini pekiştirmek için getirilmiştir.
Bu, Allah'ın emrini bırakıp da Şeytan'a uyan herkes için azap bildiren bir
tehdittir. [31]
19. İblis
cenneten kovulup çıkarıldıktan sonra: "Ey Âdem! Eşin Havva ile beraber cennete
yerleş" dedik, Cennetin meyvelerinden dilediğiniz yerden yeyin. Ancak şu ağaca
yaklaşmayın. Yoksa zâlimlerden olursunuz." diye emrettik. Yüce Allah onları
imtihan etmek ve denemek için, cennetin bütün meyvelerinden yemelerini mubah
kılıp, sadece bir ağaca yaklaşmamalarını emretti. Ağacı onlara gösterdi ve ondan
yemelerini yasakladı. O zaman Şeytan onları kıskandı ve onlara vesvese verip
aldatmaya ve tuzak kurmaya çalıştı. [32]
20. Derken,
açılması ayıp olan Örtülü avret yerlerini kendilerine göstermek maksadıyle
ağaçtan yemelerini teşvik için onlara vesvese verdi. Bu âyet, mel'ûn Şeytanın
vesve-sini açıklamaktadır. Yani Şeytan onlara şu şekilde vesvese verdi:
Rabbiniz, sizin bu ağaçtan yemenizi, sırf melek olmanızı veya cennette ebedî
kalanlardan olmanızı istemediği için yasakladı. [33]
21. Ve bu
konuda Allah adına onlara and içti ve sonunuda da onları aldattı. Demek ki,
bazan, Allah'a iman eden kimse de aldanır. Âlûsî şöyle der: Burada, mübalağa
ifade etmek için sıygasını kullanıldı. Çünkü bir konuda birisiyle yarışan, o
hususta çok çalışır.[34]
22. Böylece
Allah adına yemin etmek sûretiye onları hile ile aldattı. İbn Abbas şöyle der:
"Onları yeminle aldattı. Âdem, hiçkimsenin, yalan yere Allah adına yemin
edeceğini sanmıyordu. Böylece Şeytan vesvesesi ve Allah adına yemini ile onları
aldattı.[35]
Ağaçtan yeyince avret yerleri
açıldı. Kelbî şöyle der: Elbiseleri yavaş yavaş düştü de herbiri diğerinin avret
yerini görerek utandı. Daha önce cennet elbiseleri giymişken, şimdi avret
mahallerini örtmek için cennet yapraklarını birbirlerine yapıştırmaya
başladılar. Kurtubı şöyle der: Kendilerini örtmek için yaprakları koparıp
yapıştırmaya başladılar. Ayette geçen kelimesi dikmek ve yapıştırmak
manasınadır. "Ayakkabıyı dikti" mânâsına gelen bu köktendir.[36]
Vehb b. Münebbih der ki: Âdem ile Havva'nın elbiseleri avret mahalleri üzerinde
bir nurdu. Ne Adem Havva'nın, ne de Havva Âdem'in avret mahallerini görüyordu.
Bu hatayı işleyince avret mahalleri görülmeye başladı.[37]
Yüce Allah kınama ve azarlama şeklinde onlara şöyle nida etti: Ben sizi, bu
ağaçtan yemekten sakındırmadım mı? Size, mel'ûn Şeytanın düşman olduğunu
bildir-medim mi? Rivayete göre Yüce Allah Hz. Âdem'e şöyle dedi: Sana verdiğim
cennet ağaçlan yetmedi mi de bu ağaçtan yedin? Âdem: "Evet, izzetine yemin
ederim ki yetti. Fakat senin mahlukatmdan herhangi birinin, senin adına yalan
yere yemin edeceğini zannetmiyordum." dedi. Yüce Allah buyurdu ki: İzzetim hakkı
için, seni mutlaka yeryüzüne indireceğim. Bundan sonra geçimini meşakkatle temin
edeceksin.[38]
23. Âdem ile
eşi dediler ki: "Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve
bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz." Böylece hatalarım itiraf ederek
tevbe ettiler ve Allah'tan mağfiret ve rahmet istediler. Ta-berî der ki: Bu
âyet, Âdem'in Rabbi'nden almış olduğu
kelimelerdir.[39]
24. Allah:
"Birbirinize düşman olarak inin." buyurdu. Burada hitap, Âdem, Havva ve
tblis'edir. Dolayısıyle emir cem'i sıygasıyla gelmiştir. Yani: Birbirinize
düşman olarak cenneten yeryüzüne inin. Şeytan insanın, insan da Şeytanın
düşmanıdır. Nitekim bir âyette: Şüplîesiz Şeytan sizin düşmanmızdır. Onu düşman
sayın.[40]
buyuruImuştur. Yeryüzünde sizin için yerleşilecek ve ölümünüz gelinceye kadar
faydalanılacak yer vardır. [41]
25. Allah Orada
yaşayacaksınız, oraya gömüleceksiniz ve amellerinizin karşılığını almak için
oradan çıkarılacaksınız. buyurdu. Nitekim başka bir âyette de şöyle buyurmuştur:
Sizi topraktan yarattık; yine oraya döndüreceğiz ve bir kere daha sizi ondan
çıkarcağız.[42]
Bundan sonra Yüce Allah Âdem'in
zürriyetine verdiği elbiseyi, zineti ve diğer faydalı şeyleri anlatarak şöyle
buyurur: [43]
26. Ey
Âdemoğullan! Size, ayıp yerlerinizi örtecek kıyafet, süslenecek elbise indirdik.
Yani size iki elbise verdik. Birisi avret yerlerinizi örter, diğeri sizi süsler;
onunla süslenirsiniz. Zemahşeri şöyle der: Rîş, süs elbisesidir. Kuş tüyünden
istiare edilmiştir. Zira o da kuşun elbisesi ve süsüdür.[44]
Takva ve Allah korkusu elbisesi, kişinin
süslendiği elbiseden daha hayırlıdır. Çünkü
iç temizliği dış güzellikten daha önemlidir. Şâir şöyle der: Kişinin en
iyi elbisesi Rabbine matıdır. Allah'a âsi olan kimsede hiçbir hayır yoktur.
Onlara bu elbiseleri vermek, Allah'ın kullarına karşı lütuf ve merhametini
gösteren büyük alametlerdendir. Umulur ki bu nimetleri hatırlar da, onlara
karşılık Allah'a şükrederler. [45]
27. Ey
Âdemoğullan! Şeytan, o ağaçtan yemek suretiyle ana-babanızı aldatıp cennetten
çıkardığı gibi, sakın sizi de saptırarak ve fitneye düşürerek aldatmasın.
Şeytan, ayıp yerleri görülsün diye, elbiselerini soyarak onları cennetten
çıkardı. Şeytan, onların elbiselerinin soyulmasına sebep olduğu için, burada
hedefi, insananm örtüsünü yırtmak ve onu bütün hissî ve manevî faziletlerden
yoksun bırakmaktır, Şüphesiz Şeytan ve onun ordusu, sizin kendisini
göremediğiniz bir taraftan sizi görür. O sizi pusuda gözetlemektedir. Onun hile
ve tuzağından sakının. Çünkü düşman, görünmeyen bir taraftan geldiğinde daha
şiddetli ve daha korkulu olur. Şüphasiz biz Şeytanları, kâfirlerin yardımcıları
ve arkadaşları kıldık. [46]
28. Müşrikler
bir kötülük yaptıklarında, "Babalarımızı bu yolda bulduk." diyerek, bu çirkin
fiilde babalarını taklit etme mazeretini ileri sürerler. Âyetteki kelimesi,
Beytul-lah'ı çıplak olarak tavaf etmek gibi, son derece çirkin fiil mânâsına
gelmektedir. Bunu, yani elbiselerden soyunmayı bize Allah emretti." Çünkü,
içinde Allah'a isyan ettiğimiz elbiselerle nasıl tavaf ederiz!" derler. Bu Yüce
Allah'a bir iftiradır. Beyzâvî şöyle der: Müşrikler, yaptıkları bu çirkin
fiile, babalarını taklit etme ve Allah'a iftira etme şeklinde iki şeyi delil
getirdiler. Birince delilin çürüklüğü açık olduğu için ona cevap verilmedi.
İkincisi ise Yüce Allah'ın sözü ile reddedildi.[47]
Ey Muhammed, onlara de ki: Allah noksan sıfatlardan uzaktır. Kullarına çirkin
fiilleri ve kötü hasletleri emretmez. Buradaki soru edatı red ve kınama ifade
eder. Yani, Allah'a karşı yalan söyleyip, bilgisizce ve doğru düşünmeksizin
çirkin fiili ona mı nisbet ediyorsunuz.? [48]
29. De ki:
"Rabbim, adalet ve doğruluğu emreder. Her secde anında, bütün benliğinizle
Allah'a yönelin. İbadet ve tâati ona tahsis ederek kulluk ediniz. İbn Kesir
şöyle der: Allah, kendesine ibadet hususunda size doğruluğu emretti. Bu da,
mucizelerle desteklenen peygamberlere tâbi olmaktır. Bir de, ibadeti sadece
Allah için yapmayı emretti. Çünkü, Allah şu iki esasın bulunmadığı bir ameli
kabul etmez: Birincisi, amelin doğru ve şeriata uygun olması; ikincisi, şirkten
arınmış olmasıdır.[49] İlkin sizi topraktan yarattığı gibi, yine
toprağa dönceksiniz. [50]
30. Allah,
sizden bir grubu doğru yola iletti, bir grubu da saptırdı. O, dilediğini yapar,
yaptığından sorumlu tutulmaz, Bu bölüm, Allah'ın, bir grubu saptırmasının
sebebini gösterir. Yani, onlar Allah'ı bırakıp Şeytanları dost edindikleri için
Allah onları saptırdı, Böyle olduğu halde onlar kendilerinin doğru ve aydınlık
bir yolda olduklarını zannedderler. [51]
Edebî Sanatlar
1. Ondan, yani
onu tebliğ etmekten kalbine bir darlık olmasın." Burada muzâf hazf edilmiştir.
Nitekim Köye (köy halkına) sor.[52]
âyetinde de
böyledir.
2. Rab
kelimesinin muhatap zamirine muzâf kılınması, Allah'ın onlara olan lutfunun
çokluğunu gösterir ve emirlerine sarılmayı teşvik eder.[53]
3. Kimin
tartıları ağır gelirse... " Buradaki ağır geldi" fiili, bir sonraki âyette
gelen hafif geldi" arasında tıbak
sanatı vardır. Bunun gibi geceleyin" gündüzün öğle vakti" kelimeleri arasında tıbak sanatı
vardır.
4. Sizi
yarattık, sonra size şekil verdik." Burada muzaf hazfedilmiştir. Yani babanızı
yarattık ve babanıza şekil verdik."dir.
5. Onlar için,
senin doğru yolun üzerine mutlaka oturacağım." Burada, naîm cennetlerine
ulaştıran hidâyet yolu yerine "doğru yol" müsteâr olarak
kullanılmıştır.
6. Ey Âdem!"
Burada hazif yoluyla îcâz vardır. Takdiri:
şeklindedir.
7. Bu ağaca
yaklaşmayınız." Ağaçtan yemeği yasaklama hususunda mübalağa ifade etmek için,
"yemeyin" yerine "yaklaşmayın" denilmiştir.
8. Ve onlara:
Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim." diye yemin etti. Yalan şüphesini
ortadan kaldırmak için haberi yeminle, ve edatları ile te'kit etti. Bu,
"haber-i inkârı" diye isimlendirilen bir edebî sanattır. Çünkü burada muhatap
tereddüt içindedir.
9. Orada yaşayacak ve orada öleceksiniz." İki
cümle arasında tibâk sanatı vardır. Tıbâk, bediî sanatlardandır. [54]
Bir Uyarı
Avret mahallinin açılması sahibini
kötü durumda bıraktığı için ona denilmiştir. Âlimler şöyle der: Bu âyette, avret
mahalljfrfn açılmasının büyük bir iş olduğuna ve tabiî olarak müstehcen
sayıldığına delil vardır. Bundan dolayı ona sev'e denilmiştir. Ben derim ki,
âyet mel'ûn İbli-s'in hedefini açıklar. Ayıp yerlerini kendilerine göstermek
için elbiselerini soyarak onları cenneten çıkardı. Kim, kadının çıplak olmasını
ister ve buna teşvik ederse, ki bu gün ilericilik iddiasında bulunan ve hürriyet
ve eşitlik iddiasiyle kadının Örtüsünü çıkarmaya davet eden kimselerin durumu
budur. İşte onlar, ancak kadının düşmanı ve İblis'in yardımcısı ve
taraftarlarıdır. Çünkü hedefleri birdir: O da açık bir davettir. Gayesi ahlâkî
çöküntü ve kokuşmadır. İlericilik, açıklık ve çıplaklıkla değil, şeref ve
iffeti korumakla olur. Şâir ne güzel söylemiş:
Ey kızım! Eğer bir güzellik
alâmeti aklını ve vücudunu süsleyecek bir güzellik istersen, süslenme adetini
bırak. Ruhların güzelliği daha yüce ve daha şereflidir. Sanatkârlar gül yapar
fakat, şekil bakımından onların hiçbiri bahçenin gülüne benzemez. [55]
31. Ey
Âdemoğulları! Her secde edişinizde ziynet-li elbsiseleri giyin; yiyin, için,
fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.
32. De ki:
"Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı?" De
ki: "Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde mü'minlerindir." işte,
bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.
33. De ki:
"Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri; günahı ve haksız yere taşkınlık etmek
hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi Allah'a ortak koşmanızı ve Allah
hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram
kılmıştır."
34. Her ümmetin
bîr eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar, ne de bir an ileri
gidebilirler.
35. Ey
Âdemoğulları! Size kendi içinizden âyetlerimi anlatacak peygamberler gelir de
kim sakınır ve kendini İslah
ederse, onlara korku yoktur
ve onlar
üzülmeyeceklerdir.
36.
Âyetlerimizi yalanlayanlar ve büyüklenip onlardan yüz çevirenler var ya, işte
onlar Cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
37. Allah'a
iftira eden, ya da O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kimdir? Onların
kitaptaki nasipleri kendilerine erişecektir. Sonunda elçilerimiz gelip
canlarını alırken: "Allah'ı bırakıp da tapmakta olduğunuz ilâhlar nerede.? "
derler. Onlar da " Bizden kaybolup gittiler."
derler. Ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik
ederler.
38. Allah
buyuracak ki: "Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de
ateşe girin." Her um- met girdikçe yoldaşlarına lanet edecekler. Hepsi birbiri
ardından orada toplanınca, sonrakiler öncekiler için: "Ey Rabbimiz! Bizi işte
bunlar saptırdılar! Onun için onlara ateşten bir kat daha fazla azap ver"
diyecekler. Allah da: Zâten herkes için bir kat daha fazla azap vardır, fakat
siz bilmezsiniz." diyecektir.
39. Öncekiler
de sonrakilere derler ki: "Sizin bize bir üstünlüğünüz yok. O halde sizin de
bize bir üstünlüğünüz yok. O halde siz de yaptıklarınıza karşılık azabı
tadın!
40. Bizim
âyetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı kibirlenmek isteyenler var ya, işte
onlara gök kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar
Cennete giremeyeceklerdir. Suçluları işte böyle
cezalandırırız.
41. Onlar için
Cehennem ateşinden döşekler, üstlerine de örtüler vardır. İşte zâlimleri böyle
cezalandırırız.
42. İnanıp da
iyi işler yapanlara gelince ki hiç kimseye gücünün üstünde bir vazife
yüklemeyiz. İşte onlar, Cennet ehlidir. Orada ebedî
kalacaklar.
43. Onların
altlarından ırmaklar akarken, kalble-rindeki kini çıkarıp atarız. Ve onlar
derler ki: " Bizi bu nimete kavuşturan Allah'a hamdolsun, Allah bizi doğru yola
iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulacak değildik. Hakîkaten Rabbimizin
elçileri gerçeği getirmişler." Onlara: "İşte size Cennet; yapmış olduğunuz iyi
amellere karlışılık ona vâris kılındınız."
diye seslenirilir.
44. Cennet
ehli, Cehennem ehline: "Biz Rabbimi-zin bize va'dettiğini gerçek bulduk, size de
Rabbinizin size va'dettiğini geçek buldunuz mu?" diye seslenir. "Evet!" derler.
Ve aralarından bir tellâl, "Allah'ın laneti zâlimlerin üzerine olsun!" diye
bağırır.
45. Onlar,
Allah yolundan alıkoyan ve o yolun eğri olmasını isteyen
zâlimlerdir. Onlar âhireti
de inkâr
edenlerdir.
46. İki taraf
arasında bir sûr ve A'râf üzerinde de herkesi simalarından tanıyan adamlar
vardır ki, bunlar henüz Cennete giremedikleri halde girmeyi umarak, Cennet
ehline: "Selâm size!" diye seslenirler.
47. Gözleri
Cehennem ehli tarafına döndürülünce de: "Ey Rabbimiz ! Bizi zâlimler topluluğu
ile beraber, bulundurma! derler.
48. A'râf ehli,
sımalarından tanıdıkları bir takım adamlara seslenerek derler ki: "Ne mal
biriktirmeniz ne de büyüklük taslamanız size hiç bir yarar
sağlamadı.
49. Allah'ın
kendilerini hiç bir rahmete erdirme-yeceğine dair yemin ettiğiniz kimseler
bunlar mı? Ey Cennet Ehli! Girin Cennete artık size korku yoktur, ve siz
üzülecek de değilsiniz.?
50. Cehennem
ehli, Cennet ehline: "Suyunuzdan veya Allah'ın size verdiği rızıktan biraz da
bize verin! diye seslenirler. Onlar da "Allah bunları kâfirlere haram
kılmıştır." derler.
51. O kâfirler
dinlerini bir eğlence ve oyun edindiler dünya hayatı onları aldattı. Onlar bu
günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve âyetlerimizi bile bile inkâr
ettikleri gibi, biz de bugün onları unuturuz.
Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde Hz.
Âdem (a.s.) kıssasını ve Hz. Â-dem'in nesline ihsan ettiği, avret mahallini
örtecek elbiseleri anlattı. Burada da beşeri münâsebetlerde ve namaz kılma
istendiğinde süslenmeyi ve güzelleşmeyi emretti. Daha sonra âhiret hallerini ve
insanların Cennet ehli, Cehennem ehli ve A'râf ehli diye gruplara ayrıldığını
ve her grubun adalet ve ceza yurdundaki mutluluk ve bedbahtlık durumlarını
açıkladı. [56]
Kelimelerin İzahı
Süsünüzü. Zînet: Kişinin
süslendiği ve güzelleştiği elbise ve diğer şeyler.
Fevâhiş, fahişe kelimesinin
çoğuludur. Fahişe ise, son derece çirkin olan masiyettir.
Bağy, insanalara zulmetmek
demektir.
Sultan, hüccet ve delil
manasınadır.
Semmi'l-hıyât, iğne deliği
demektir.
Mihâd, insanın yatacağı
yatak.
kelimesinin cem'î olup örtüler
manasınadır. İbn Abbas: "Bunlar, yorganlardır" demiştir.
kelimesinin cem'î olup Cennet ve
Cehennem arasına konmuş bir sûrdur. Horozun ibiği mânâsına gelen kelimesinden
ömüsteârdır.
Bi sîmâhum, alâmetleriyle
demektir, [57]
Nuzûl Sebebi
İbn Abbas'm şöyle dediği rivayet
olunur: Kadın, Beytullah'ı çıplak o-larak tavaf ederdi ve şöyle derdi: Bana
ödünç olarak tavaf edecek bir elbise kim verecek? Aldığı elbiseyi fercinin
üzerine koyar ve: "Bugün onun bir kısmı veya hepsi görünüyor. Ama ondan görüneni
helal etmem." beytini okurdu. Bunun üzerine, âyeti nazil oldu. Ve Rasulullah
(s.a.v.)'m müezzini, Beytullah'ı hiçbir kimsenin çıplak olarak tavaf
etmeyeceğine dâir ilânda bulundu.[58]
Âyetlerin Tefsiri
31. Ey
Âdemoğulları! Her türlü namaz ve tavaf sırasında elbiselerinizin en iyisini ve
en temizini giyiniz. Yemede, içmede ve süslenmede mala ve cana zarar verecek
şekilde israf etmeyiniz, Allah, helal ve haram kıldığı hususlarda koyduğu
sınırları aşanları sevmez. [59]
32. Ey
Muhammed! Beytullah'ı çıplak olarak tavaf eden ve benim onlar için helal
kıldığım temiz azıkları kendilerine haram kılan o câhil Araplara de ki:
Allah'ın sizin faydalanmanız için bitkilerden yaratmış olduğu elbiselerle
süslenmeyi ve yenilecek içilecek tatlı şeylerden yararlanmayı size kim haram
kıldı?! Buradaki soru inkâr ve kınama ifade eder. De ki: Bu zinet ve temiz
nzıklara, her ne kadar dünyada kâfirler ortak olsalar da, onlar mü'minler için
yaratılmışlardır. Kıyamet gününde ise sadece mü'minlerin olacaklardır. Hiçkimse
onlara ortak olmayacaktır. Çünkü Allah, Cenneti kâfirlere haram kılmıştır. İşte,
Allah'ın hikmetim düşünen ve koyduğu kanunları anlayan bir kavme, ahkâm
âyetlerini böyle açıklıyoruz. [60]
33. Ey
Muhammedi Onlara de ki Allah ancak, son derece çirkin ve zararlı olan şeyleri
haram kıldı. Bu kötülükler ister açık olsun, ister gizli olsun, haram
kılınmıştır. Bütün masiyetleri ve insanlara zulmetmeyi haram kıldı. Hüccetsiz
veya delilsiz olarak ibadette Allah'a ortaklar koşmanızı, helal .ve haram kılma
hususunda Allah'a iftira atmanızı haram kılmıştır. [61]
34.
Peygamberlerini yalanlayan her ümmetin helak olması, için tayin edilmiş bir
müddet vardır. Ebu Hayyân şöyle der: Bu, Allah'ın emrine muhalefet ettikleri
takdirde müşrikleri azap ile tehdittir.[62]
Onlar için takdir edilen helak vakti
geldiğinde, ne bir an ertelenir, ne de ileri alınır. Nitekim bir âyet-i
kerimede şöyle buyurumuştur: İşte şu
ülkeler; zulmettikleri zaman onları helak ettik. Onları helak etmek için de
belli bir zaman tayin etmiştik.[63] Saat en
kısa zaman için kullanılan bir Örnektir. An demektir. [64]
35. Ayette
geçen Âdem-oğullarındân maksat bütün milletlerdir. Buna göre mânâ şöyle olur: Ey
milletler! Eğer size, hükümleri ve şeriatları açıklamak üzere gönderdiğim
peygamberler gelirse, sizden kim, itaat etmek ve haram kılman şeyleri terketmek
suretiyle Rabbinden korkarsa, âhirette onlara herhangi bir korku yoktur. Onlar
tasalanmazlar da. [65]
36.
Peygamberlerin getirdiklerini yalanlayıp ona iman etmeyi gururlarına
yediremeyenlere gelince, işte onlar Cehennem ateşinde kalıcıdırlar. Oradan asla
çıkamazlar. [66]
37. Bu âyetteki
soru inkâr i-çindir. Yani, kasten Allah'a iftira eden veya onun indirilmiş
âyetlerini yalanlayandan daha çirkin ve âdî kim vardır?! Dünyada onlar için
yazılan ve takdir edilen ecel ve azıklardan paylarını alacaklardır. Mücâhid:
Kendilerine vaad olunan hayır veya serden paylarını alacaklardır" şeklinde
tefsir eder. Onların canlarını almak üzere ölüm melekleri geldiğinde, onlara:
"Allah'ı bırakıp da kendilerine kulluk ettiğiniz ilâhlar nerde? Onları çağırın
da sizi azaptan kurtarsınlar." derler. Buradaki soru susturmak ve kınamak
içindir. Yalanlayıcı bedbahtlar derler ki: "Onlar bizi terkettiler. Onların ne
faydalarını ne hayırlarını umuyoruz. Kendilerinin kâfir ve sapık olduklarım
ikrar ve itiraf ettiler. İçinde bulundukları hüsran ve ziyan sebebiyle, hasret
ve itiraf yoluyla bunu söylediler. [67]
38. Yüce Allah,
âyetlerini yalanlayan bu kişilere kıyamet gününde şöyle der: Sizin gibi
günahkâr olan milletlerle beraber Cehennem ateşine girin. Onlar, insan ve
cinlerden, geçmiş milletlerin kâfirleridir, Onlardan bir grup ateşe girdikçe,
öncekileri lanetlerler. Çünkü onların yüzünden dalâlete düşmüşlerdi. Alûsî
şöyle der: Tâbi olanlar, önderleri lanetleyerek şöyle derler: Bizi buralara siz
getirdiniz. Allah size lanet etsin.[68]
Bundan maksat, Cehennem ehli birbirini
yalanlar demektir. Nitekim bir âyette şöyle buyrulmuştur. Sonra kıyamet gününde,
bazınız bazınızı tanımayacak, bazınız da bazınızı lanetleyecektir.[69]
Nihayet hepsi ard arda ateşte toplanınca, tâbi olanlar, kendilerini, saptıran
liderler ve başkanlar hakkında, "Ey Rabbimiz! Bizi senin yolundan saptıran ve
şeytana itaati bize süslü gösterenler işte bunlardır, onlara azabı kat kat
tattır. Çünkü bizim kâfir olmamıza onlar sebep oldular." Bu âyetin bir benzeri
de şu âyet-i kerimedir: Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da
onlar bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz! onlara iki kat azab ver ve onları büyük
bir lanetle rahmetinden kov." derler.[70]
Yüce Allah, "Lider ve tâbilerden her birine bir kat fazla azap vardır."
buyurur. Liderler, hem kendileri saptıkları hem de diğerlerini saptırdıkları
için, tâbiler de hem kâfir oldukları hem de liderleri taklit ettikleri için bu
azaba müstehaktır. Fakat siz o azabın şiddetini bilemezsiniz.. Dolayısıyle
onlar için kat kat azap istiyorsunuz. [71]
39. Liderler
tâbilere derler ki: Azabın hafifletilmesi hususunda sizin bize bir üstünlüğünüz
yoktur. Sapıklık ve elem verici azaba müstehak olma hususunda eşitiz. Liderler
bunu tâbilere yürek soğutma yoluyla söylerler. Çünkü onlar, liderlerin
azaplarının iki kat olmasını istemişlerdi.[72]
40. Apaçık
olmalarına rağmen âyetlerimizi yalanlayıp onlara iman etmeyi ve gerekleri ile
amel etmeyi kibirlerine yediremeyenler var ya, onlara göklerin kapılar açılmaz,
yani onların iyi amelleri göklere yükselmez. Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle
buyrulmuştur: Ona ancak güzel sözler yükselir.[73]
Ibn Abbas şöyle der: Onların ne Salih
amelleri, ne de duaları göklerin kapılarında yukarı geçebilir. Bir görüşe göre
onlara, öldüklerinde, ruhları için gök kapıları açılmaz. Şu hadis de bu mânâyı
desteklemektedir. Kâfir kul dünyadan ayrıldığında ona ölüm meleği gelerek baş
ucunda oturur ve şöyle der: Ey pis ruh!
Allah'ın hışım ve gazabına gitmek üzere çık. Ruh, en kötü leş kokusu gibi bir
kokuyla dünyadan çıkar. Her bir melek topluluğuna uğradıkça melekler: Bu pis
ruh nedir? derler. Nihayet ölüm meleği onu dünya semasına götürür. Kapının
açılmasını ister, fakat ona kapı açılmaz..[74]
Onlar kıyamet günü, deve iğne deliğine
girinceye kadar Cennete giremezler. Bu' iri cüsseli devenin ince iğne deliğine
girmesinin imkansız olduğu gibi, kâfirlerin de Cennete girmesinin imkansız
olduğunu gösteren bir temsildir. Tasvir mübalağa ifade eder. korkunç ceza gibi,
âsîleri ve suçluları cezalandırırız. [75]
41. Onların
altlarında ateşten yatakları vardır. Üstlerinde de ateşten örtüleri vardır. İşte zulmeden ve Allah'ın koyduğu sınırları
aşan herkesi böyle şiddetli bir ceza ile cezalandırırız.
Yüce Allah kâfirlere yaptığı
tehdidi ve onlar için âhirette hazırlamış olduğu cezayı anlattıktan sonra,
ardından mü'minlere yaptığı vaadi ve onlar için âhirette hazırlamış olduğu
mükafaatı açıklar ve şöyle buyurur: [76]
42. Allah ve
Rasûlüne inanıp onun emrettiklerini işleyip Ona itaat edenler var ya, Biz zaten
hiçbir kimseye gücünün üstünde veya yapamıyacağı bir sorumluluk yüklemeyiz.
Bilakis, gücünün yettiği ile mükellef kılarız, İşte o bahtiyar mü'minler naîm
Cennetlerinde ebedî kalmaya hak kazanmışlardır. Oradan asla çıkarılmazlar. Bu
cümle cümlesinin haberidir. Aradaki cümle ise, mu'teriza cümlesidir. Ebu Hayyân
şöyle der Bu cümle, bu amelin onların güçleri dahilinde olduğuna ve güçlerinin
dışında olmadığına dikkat çeker. Aynı zamanda, Cennetteki şeylerin büyük ve
değerli olmalarına mukabil, meşakkatsiz, ve kolay bir amelle oraya
girebileceğine dâir kâfirleri uyarır.[77]
43. Onların
aralarında sevgi ve şefkatten başka bir şey bulunmaması için kalplerini haset
ve kinden temizledik. Nitekim bir hadiste şöyle buyurulmuştur: Kalplerinde,
birbirlerine karşı herhangi bir kin ve haset olmaksızın Cennete girerler.[78]
Kelimesinin mâzî s'ygasiyle gelmesi, temizleme fiilinin muhakkak olacağını ifade
eder. Onların içinde bulundukları nimetlerin artması için, köşklerinin altından
Cennet nehirleri akar. * Onlar şöyle derler: Bu büyük nimetleri elde etmeye bizi
muvaffak kılan Allah'a hamdolsun. Allah, bize hidâyet ve başarı nasip etmeseydi
biz bu saadete ulaşamazdık. Vallahi, peygamberler Allah'tan bize getirdikleri
haberlerde doğru söylemişlerdir. Melekler onlara, "Dünyada işlemiş olduğunuz iyi
amellere karşılık size verilen Cennet budur." diye seslenirler. Kurtubî şöyle
der: Cennetteki makamlara amelleriniz sebebiyle vâris oldunuz. Fakat oraya
girmeniz Allah'ın rahmeti ve lütfü iledir. Hadiste şöyle buyrulmuştur:
"Hiçbirinizi, ameli Cennete sokamaz..[79]
44. Bu nida,
Cennetliklerin Cennete Cehennemliklerin de Cehenneme yerleşmesinden sonra
olacaktır. Mutlaka gerçekleşeceğini bildirmek için, ilerde meydana gelecek bir
olayı mâzî sıygasıyle ifade etti. Yani Cennet ehli Cehennem ehline şöyle
seslenir: "Gerçekten biz Rabbim-izin, peygamberleri vasıtasıyle bize vadettiği
nimetleri ve ikramları doğru bulduk. Siz de, Rabbinizin size vadettiği rezillik,
horluk ve azabı gerçek buldunuz mu?" Cehennem ehli: "Evet, onu gerçek bulduk"
derler. Zemahşeri şöyle der: Cennetlikler bunu Cehennemliklere, kendi
hallerinden memnuniyetlerini, onların durumlarına sevinçlerini ifade etmek ve
sırf haber vermek ve haber sormak suretiyle onların kederlerini artırmak içir
söylerler.[80]
arasında bir tellâl "Allah'ın laneti, O'na karşı haksızlık eden herkesin üzerine
olsun." diye ses lenir. Sonra Yüce Allah, o zâlimleri şöyle vasıflandırır: [81]
45. Onlar
dünyada insanları Alla h'ın dinine tâbi olmaktan alıkoyanlar ve hiçkimsenin
girmemesi için yolu dosdoğru olmayıp eğri olmasını isteyenlerdirOnlar âhirette
Allah'la karşılaşmayı yalanlayıp inkâr edenlerdir. [82]
46. Bu iki grup
arasında bir sur vardır. Bu sur, şu âyet-i kerimede belirtilmiştir: Onların
arasına kapılı bir sur çekilir.[83]
Bu sur, Cehennem ehlinin Cen nete girmesine engel olur. Bu surun üzerindekiler
Cennetlik ve Cehennerr liklerden herbirini Allah'ın üzerlerine koyduğu alâmetle
tanırlar. Katâd şöyle der: Cehennem ehlini yüzlerinin siyahlığından, Cennet
ehlinideyü lerinin beyazlığından tanırlar.[84]
A'raf ehli Ceinet ehlini gördüklerinde onlara "selamün aleyküm" diye
seslenirler. A'râf ehli Cennete girmeyi istedikleri halde oraya giremezler. [85]
47. Gözleri
Cehenem ehli tarafına döndürülünce de: "Ey Rabbimiz! Bizi, zâlimler topluluğu
ile beraber bulundurma." derler. Tefsirciler şöyle der: A'râf ehli, sevapları
ile günahları eşit olan topluluktur. Bunlar Cennetlik de değildirler,
Cehennemlik de.. Haklarında Allah hüküm verinceye kadar orada sur üzerinde
tutulurlar. Cennet ehline baktıklarında onlara selam verirler. Cehennem ehline
baktıklarında ise, "Ey Rabbimiz, bizi zâlim kavimle beraber etme." diye dua
edip kendilerini onlarla beraber etmemesini Allah'tan isterler. Ebu Hayyân
şöyle der: "CJ^ çevrildi" ifadesi onların çoğu hallerinde Cennet ehline
baktıklarını, Cehennem ehline bakmalarının ise kendi istekleriyle olmayıp,
bilakis oraya çevrildiklerini gösterir. Buna göre mânâ şudur: Onlar gözlerini
çevirmeye mecbur edildikleri ve Cehennem ehlinin içinde bulundukları azabı
gördüklerinde kendilerini onlarla bir tutmaması için Rablerine yalvarırlar.[86]
48. A'râf ehli
sımalarından tanıdıkları kâfirlerin reisleri olan Cehennemlik adamlara
seslenerek Mal biriktirmeniz ve iman etmeyi kibirinize yediremerneniz size ne
fayda sağladı? derler. Bu soru kınama ifade eder. [87]
49. Dünyada
kendileri ile alay ettiğiniz ve Allah onları Cennete sokmayacak diye yemin
ettiğiniz kimseler, bu zayıf mü'minler mi? Bu soru ikrar, kınama ve düşmanın
haline sevinmeyi ifade eder. A'râf
ehli, Cehenem ehlini bu şekilde kınar. A'râf ehli mü'minlere, "kâfirlerin
burunlarını yere sürte sürte Cennete girin, derler. Âlûsî şöyle der: Bu, A'râf
ehlinin sözlerindendir. Yukarda işaret edilen Cennet ehline derler ki: Cennette
korkusuz, tasasız, son derece sevinçli ve tam bir ikram içersinde devamlı
kalın.[88]
50. Yüce Allah
(c.c.) bu âyette, her iki grubun yerleşmesinden ve ortalığın sakinleşmesinden
sonra Cennet ehli ile Cehennem ehli arasında yapılan konuşmayı ve büyük bela
indiğinde, şiddetli açlık ve susuzluktan dolayı Cehennemliklerin Cennet
ehlinden yardım istemelerini haber vermektedir. Mânâ şöyledir: Kıyamet gününde
Cehennemlikler Cennetliklere seslenerek "Bize biraz su veya Allah'ın size rızık
olarak verdiği diğer içeceklerden verin de onunla ateşin ve susuzluğun
hararetini giderelim. Şüphesiz susuzluk bizi öldürüyor." diye seslenirler.
Mü'minler: "Allah, Cennetin içeceklerini ve yiyeceklerini kâfirlere yasakladı."
derler. İbn Abbas şöyle der: Kişi, kardeşine ve babasına seslenip: "Yandım,
benim üzerime biraz su dök" der. Cennetliklere, "Onlara cevap veriniz."
denilir. Cennetlikler de: Allah onları kâfirlere haram kıldı." derler.[89]
Bundan sonra Yüce Allah kâfirleri
tanıtarak şöyle buyurur: [90]
51. Onlar
Allah'ın dini ile alay edenler, dini oyun ve eğlence haline getirenlerdir. Dünya
hayatı, geçici yaldızları ve öldürücü şehvetleri ile onları aldattı. İşte
dünyanın, dünya halkına karşı durumu budur: Aldatır ve zarar verir. Hile yapar
ve yıkar. Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklırını unuttukları gibi, biz de
bugün onları unuturuz. Yani onlar nasıl bugüne ulaşmak için amel etmeyi
terkettiler, amel etmek akıllarına gelmedi ve nasıl buna önem vermedilerse biz
de bugün onları azapta bırakacağız. Alûsî şöyle der: Bu kelâm temsil makamında
gelmiştir. Yani onlar, nasıl unutulmaması gereken bu büyük güne kavuşmayı
unuttularsa, biz de onları o şekilde ateşte bırakıp unutacağız.[91]
İbn Kesir şöyle der: Allah onlara unuttuğu kimseler gibi muamele eder. Zira
Allah'ın ilminden hiçbir şey hariç değildir. Allah hiçbir şeyi unutmaz.[92]
Dünyada Allah'ın âyetlerini inkâr edip
onları yalanladıkları ve onlarla alay ettikleri gibi, biz de onları azap içinde
unuturuz. [93]
Edebî Sanatlar
1. Her namaz ve
tavafta.." Mecâz-ı mürseldir. Alâkası mahalliyettir. Çünkü burada mescid'den
maksat namaz ve tavaftır. Mescid, namaz kılma yen olduğu için, ona bu isim
verilmiştir.
2. Onlara
göklerin kapıları açılmaz." Bu amelin kabul olunmayışmdan kinayedir. Yani
onların ne duaları, ne de amelleri kabul olunur.
3. Deve, iğne
deliğine girinceye kadar" Burada zımnî teşbih vardır. Yani onlar hiçbir halde
Cennete giremezler. Ancak devenin iğne deliğine girmesi mümkün olursa, o zaman
girebilirler. Bu onların Cennete girmelerinin imkansızlığını ifade eden bir
temsildir.
4. Altlarında
onlar iÇin Cehennem ateşinden döşekler, üstlerinde de örtüler vardır." Ebu
Hayyân şöyle der: Bu, onları her taraftan kuşatan ateşten istiaredir. Nitekim
bir âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: Onların üstlerinde ateşten tabakalar,
altlarında da ateşten tabakalar var.[94]
5. Onlardan
görünen ve görünmeyen Burada göründü ve
gizli oldu kelimeleri arasında tıbak sanatı vardır. Bu da edebî
sanatlardandır. [95]
Faydalı Bilgiler
Rivayet olunur ki, Hârûn Reşîd'in
Hıristiyan fakat çok mahir bir doktoru vardı. Bu doktor âlimlerden birine dedi
ki: Sizin kitabınızda tıp ilmine dâir bir şey yoktur. Halbuki ilim ikidir:
Bedenler ilmi, dinler ilmi. Âlim ona dedi ki: Yüce Allah, bütün tıp ilmini
kitabındaki bir âyetin yarısında toplamıştır. Doktor: O hangi âyettir? diye
sordu. Âlim: yeyin, için, israf etmeyin.[96]
âyetidir dedi. Hıristiyan doktor: "Peygamberinizden tıp hakkında her hangi bir
rivayet yok." dedi. Âlim: "Peygamberimiz (s.a.v.) tıbbı birkaç lafızda
toplamıştır." dedi Hıristiyan doktor: "Nedir o lafızlar?" diye sordu. Âlim onun
şu hadisidir diye cevap verdi: "İnsanoğlu karnından daha kötü bir kap
doldurmamıştır. Âdemoğluna, onu ayakta tutmak için birkaç lokma yeter.[97]
Hıristiyan doktor: Kitabınız da, Peygamberiniz de Calinus'a tıp bırakmamış"
dedi.[98]
52. Gerçekten
onlara inanan bir toplum için hidâyet ve rahmet olarak ilim üzere açıkladığımız
bir kitap getirdik.
53. Onlar, Onun
sonucundan başka bir şey beklemiyorlar. Sonucu ortaya çıktığı gün, daha önce
onu unutmuş olanlar derler ki: Doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler.
Şimdi bizim şefaatçilarımız var mı ki bize şefaat etsinler veya geri
döndürülmemiz mümkün mü ki, yapmış olduğumuz amellerden başkasını
yapalım? Onlar cidden kendilerine yazık
ettiler ve uydurdukları şeyler de kendilerinden kaybolup
gitti.
54. Şüphesiz ki
Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'ı istiva eden, geceyi,
durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi ayı ve yıldızları
emrine boyun eğmiş durumda yaratan AI-lah'dır. Bilesiniz ki, yaratmak da
emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne
yücedir!
55. Rabbinize
yalvara, yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları
sevmez.
56. İslah
edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a korkarak ve ümitle
dua edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah'ın rahmeti
yakındır.
57. Rüzgarları
rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderen O'dur. Sonunda rüzgarlar ağır
bulutları yüklenince onları ölü bir memlekete sevk ederiz. Orada su indirir ve onunla türlü türlü
meyveler çıkarırız. İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Her halde bundan ibret
alırsınız.
58. Rabbinin
izniyle güzel memleketin bitkisi, güzel çıkar; kötü olandan ise faydasız
bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte biz, şükreden bir kavim için âyetleri böyle
açıklıyoruz.
59. Andolsun ki
Nuh'u elçi olarak kavmine gönderdik de dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk
edin, sizin ondan başka ilâhınız yoktur. Doğrusu ben, üstünüze gelecek büyük bir günün azabından
korkuyorum."
60. Kavminden
ileri gelenler dediler ki: "Biz gerçekten seni apaçık sapıklık içinde
görüyoruz."
61. Dedi ki "Ey
kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yokdur; fakat ben, âlemlerin Rabbi
tarafından gönderilmiş bir elçiyim.
62. Size
Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve ben sizin
bilmediklerinizi Allah'tan gelen vahiy ile biliyorum.
63. Sakınıp da
rahmete nail olmanız ümidiyle, içinizden sizi uyaracak bir adam vasıtasıyla
Rabbinizden size bir zikr gelmesine şaştınız mı?"
64. Onu
yalanladılar, biz onu ve onunla beraber gemide bulunanları kurtardık,
âyetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk! Çünkü onlar kör bir kavim
idiler.
65. Ad kavmine
de kardeşleri Hûd'u gönderdik. O, dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin,
sizin O'n-dan başka ilâhınız yoktur. Hâlâ sakınmayacak
mısınız?"
66. Kavminden
ileri gelen kâfirler dediler ki: "Gerçekten biz seni bir beyinsizlik içinde
görüyoruz, ve gerçekten seni yalancılardan sanıyoruz."
67. "Ey kavmim!
dedi, ben de herhangi bir beyinsizlik voktur; fakat ben âlemlerin Rabbinin
gönderdiği bir elçiyim.
68. Size Rabbimin
vahyetdiklerini, gönderdiği
gerçekleri duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir
öğütçüyüm.
69. Sizi
uyarmak için içinizden bir adam vasıtasıyla Rabbinizden size bir zikir
gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki O sizi, Nuh kavminden sonra onların yerine
getirdi ve yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı. O halde Allah'ın nimetlerini
hatırlayın ki kurtuluşa ere-siniz."
70. Dediler ki:
"Sen bize tek Allah'a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarını
bırakmamız için mi geldin? Eğer doğrulardan isen, bizi tehdit ettiğin azabı
bize getir."
71. Hûd dedi
ki: "Üzerinize Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Haklarında Allah'ın
hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı isimler hususunda
benimle tartışıyor musunuz? Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle beraber
bekleyenlerdenim!"
72. Onu ve
onunla beraber olanları rahmetimizle kurtardık ve âyetlerimizi yalanlayıp da
iman etmeyenlerin kökünü kestik.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde
bedbaht kâfirlerin âhiretteki hallerini ve büyük zararlarını anlattıktan sonra,
burada da hiçkimsenin kendisine karşı bir delil getiremiyeceğini, zira
insanlığın hidâyeti için peygamberler gönderdiğini ve kitaplar indirdiğini
bildirdi. Daha sonra da bazı peygamberlerin kıssalarım anlattı. Bu kıssalara
peygamberlerin şeyhi Hz. Nuh'tan başladı. Onun ardından Hûd (a.s.)'u anlatarak
peygamberlerin daveti karşısında müşriklerin tutumunu açıkladı. [99]
Kelimelerin İzahı
Onun işinin sonunu ve varacağı
yeri. Bu kelime kökündendir. Bir şey varacağı yere dönünce denir.
İstiva, yükselmek ve yerleşmek
demektir. Cevheri şöyle der. Hayvanın sırtına çıkıp yerleşti." Semâya yöneldi."
demektir. İse dengeli oldu." manasınadır. Örter demektir.
Hasisen, sür'aili manasınadır.
Siir'at ve çabukluk demektir. Kelimesinin, kalıbıdır. Bereket ise, çokluk ve
bolluk mânâsına gelir. Ezherî şöyle der: Yüce oldu, büyük ve yüce oldu
demektir.
Tedaim1, zelillik ve boyun eğme,
Ruhtaki zilleti huşu ile açığa vurmak manasınadır.
Hufyeten, gizlice. Büşrân, yağmur
müjdeleyerek. Yüklendi. Nekid, az ve zor demektir. Âlâ, nimetler demektir.
fylüfredi, vezninde kelimesidir.
[100]
Âyetlerin Tefsiri
52. Şüphesiz
Mekke halkına kitabı yani Kur'an-ı Ke-rim'i gönderdik. Onun mânâlarını ve
hükümlerini ilmimizle öyle açıkladık ki, eğri büğrü olmaksızın dosdoğru bir
kitap olarak size geldi. O, iman eden bir topluluk için bir hidâyet, rahmet ve
mutluluk vesilesidir. [101]
53. Mekke halkı
kendilerine vaad edilen azabın ve işkencenin sonuncundan başka bir şey
beklemiyorlar. Katâde: "Tevilden maksat sonudur." Der. Onun tevilinin geleceği
kıyamet günü, daha önce dünyada onunla amel etmeyenler: "Rabbimizin elçileri
bize doğru haber vermişler, onların doğruluğunu anladık. Fakat onlara îman edip
tâbi olmamıştık." derler. Taberî şöyle der: Zavallılar, kendilerine azap
gelince, Allah'ın peygamberlerinin, kendilerine risâleti tebliğ ettiklerine,
nasihat ettiklerine ve doğru söylediklerine dair yemin ederler. Çok dedikodu
etmenin kendilerine fayda vermeyeceği ve onları Allah'ın azabından
kurtaramıyacağı bir zamanda böyle derler.[102] Bugün bizi bu azaptan kurtaracak bir
şefaatçimiz var mı? derler. Bu, ümit mânâsı taşıyan bir sorudur. Ya da bizim
için dünyaya bir dönüş olur mu ki, işlemiş olduğumuz masiyet ve çirkin
amellerden başka Salih amel işleyelim. Yüce Allah onların bu isteklerini
redederek şöyle buyurur: Onlar şüphesiz kendilerine zarar verdiler. Zira fani
olan değersiz dünyayı baki olan değerli âhirete tercih ettiler. Putların ve
ilâhların yapacaklarını umdukları şefaat boşa çıktı.
Sonra Yüce Allah, kudretini ve
birliğini gösteren delilleri anlatarak şöyle buyurur: [103]
54. Şüphesiz
sizin ma' budunuz ve kendisine ibadet ettiğiniz yaratıcınız, gökleri ve yeri,
dünya günlerinden altı gün kadar bir zaman içersinde yaratan ve icat etme
kudretine sahip olan tek Allah'tır. Kurtubî şöyle der; Allah isteseydi onları,
bir anda yaratırdı. Fakat o kullarına işlerinde aceleci olmamalarını öğretmek
istedi.[104] Sonra sânına lâyık bir şekilde Arş'ı istiva
etti. Nitekim imam Malik (r.a) şöyle der: İstiva ma'lumdur. Nasıl olduğu
meçhuldür, ona inanmak farzdır. Onun hakkında soru sormak bid'attir. İmam
Ah-med (r.a) de şöyle der: Sıfatlarla ilgili haberler, bir şeye benzetilmeden ve
inkâr edilmeden, nasıl gelmişse öyle devam eder. Nasıl ve niçin böyledir diye
sorulmaz. Biz, Allah nasıl dilerse, o şekilde arş üzerinde olduğu na inanırız.
O, hiçbir kimsenin anlatamıyacağı ve tarif edemiyeceği bir şekilde, dilediği
gibi Arş'ı istiva etmiştir. Biz, âyet ve hadisleri okur, onlarda olanlara
inanırız. Sıfatların nasıllığı hususunu Allah'ın ilmine havale ederiz.[105]
Kurtubî şöyle der: Selef-i Sâlihten hiç kimse, Allah'ın Arş'ı hakîkaten istiva
ettiğini inkâr etmemiştir. Ancak, istivanın nasıl olduğunu bilememişlerdir.
Çünkü onun hakikati bilinmez.[106]
Allah geceyi gündüz üzerine örter. Gündüzün aydınlığını giderir. Halb"uki
gündüz, geceye ulaşıncaya kadar onu sür'atle takip etmektedir, Allah güneşi, ayı
ve yıldızları hepsini kudreti ve dilemesi ile ve emrine boyun eğmiş olarak
yaratandır. Bilesiniz ki mülk ve kainatta tam tasarruf ona aittir Alemlerin
Rabbi onları yoktan var edip yaratan Allah yüce ve şereflidir. [107]
55. Allah'a
yalvara yakara, huşu içinde boyun eğerek gizlice dua edin. Şüphesiz Allah,
avurdunu çatlatmak ve sesini yükseltmek suretiyle duada haddi aşanları sevmez.
Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Siz ne sağıra ne de yanınızda olmayan birine dua
ediyorsunuz.[108]
56. Allah ,
peygamberler göndermek suretiyle yeryüzünü İslah ettikten sonra, siz orada şirk
ve masiyetlerle fesat çıkarmayın. Azabından korkarak ve rahmetini umarak ona
ibadet edin, Şüphesiz Allah'ın rahmeti onun emirlerine sarılan ve
yasakladıklarını bırakan itaatli kullara yakındır. [109]
57. Rüzgarları
yağmurun müjdecisi olarak gönderen O'dur. Ebu Hayyân şöyle der: nın mânâsı
"nimetinin önünde" demektir, ki o da nimetlerin en büyüğü ve insana er faydalısı
olan yağmurdur.[110]
Nihâyet rüzgârlar yağmur dolu bulutları
yüklendiğinde, o bulutlan bitkisiz, çorak Ölü bir arazi üzerine göndeririz. O
ölü a raziye yağmuru indiririz. O yağmurla orada her türlü meyveyi bitiririz.
İşte böyle ölü topraktan çeşitli bitkiler çıkardığımı gibi, ölüleri de
kabirlerinden çıkaracağız. Belki ibret alır, iman edersini; İbn Kesir şöyle der:
Bu mânâ Kur'an'da çok yerde mevcuttur. Allah, ölü olan çorak araziyi yeniden
diriltip ona canlılık kazandırmasını kıyamet gününde Ölüleri dirilteceğine dair
darb-ı mesel getirir. İşte bunun için, "Belki ibret alırsınız." buyurdu.[111]
58. Toprağı
kıymetli arazide, Allah'ın dilemesi ve kolaylaştırması ile bol, güzel ve
faydalı bitkiler çıkar. Bu, öğüt dinleyip ondan faydalanan mü'min için bir
darb-ı meseldir, Taşlı veya tuzlu arazî gibi, toprağı değersiz olan araziye
gelince, orada bitkiler zorluk ve meşakkatle az biter, onda hayır yoktur. İşte
bu da, öğütten faydalanmayan kâfir için bir darb-ı meseldir. İbn Abbas şöyle
der: Bu, Allah'ın mü'min ve kâfir hakkında getirdiği bir darb-ı meseldir. Mü'min
güzeldir, ameli de güzeldir. O, meyvesi güzel olan güzel araziye benzer. Kâfir
pistir, ameli de pistir. O da kendisinden faydalanılmayan tuzlu, çorak araziye
benzer.[112]
Bu darb-ı meseli getirdiğimiz gibi, nimetlerine karşılık Allah'a şükreden
topluluk için delil üstüne delil getirerek çeşitli hüccetleri açıklıyor ve
onları âyet âyet tekrarlıyoruz. Burada sadece "şükreden topluluğun" adı geçti.
Çünkü Kur'an'ı dinlemekten faydalananlar onlardır. Alûsî şöyle der: Bu eşsiz
tasarruf gibi, Allah'ın nimetlerine şükreden bir topluluk için, engin kudrete
delâlet eden âyetleri tekrarlıyoruz. Nimetlere şükür ise, onları düşünmek ve
ibret almakla olur.[113]
59. Andolsun
ki, Nuh'u kavmine gönderdik. Buradaki lâm, mahzûf yeminin cevabıdır. Hz. Nûh
(a.s.), peygamberlerin şeyhidir. Çünkü o, en uzun Ömürlü peygamberdir. İdris
(a.s.)'ten sonra, Allah'ın gönderdiği ilk peygamber odur. Hiçbir peygamber Onun
kadar eziyet çekmemiştir.[114]
Hz Nûh kavmine, "Allah'ı birleyin, O'na ortak koşmayın. Sizin için ondan başka
ibadete layık bir ilâh yoktur." Eğer ona ortak koşar ve iman etmezseniz, ben
kıyamet gününde başınıza bir azab gelmesinden korkarım." dedi. [115]
60. Kavminin
eşrafı ve ileri gelenleri dedi ki: Ey Nûh, şüphesiz biz senin hak, doğru ve
açık yoldan ayrıldığını görüyoruz. Ebu Hayyân şöyle der: Hz. Nuh'a kavminin,
sadece eşrafı ve ileri gelenleri cevap verdi. Bunlar, akıl ve fikirleri dünya
ile meşgul olduğu ve reislik peşinde koştukları için peygamberlere isyan
edenlerdir.[116]
İşte kötülerin durumu böyledir. İyileri daima dalâlette görürler. [117]
61. Hz.
Nûh::"Ben sapık değilim, sizin bütün iş ve hallerinize sahip olan, sizin
menfaatinizi gözeten Rabbiniz katından size gönderilmiş bir peygamberim.[118]
62. Ben,
Allah'ın benimle size gönderdiği şeyi size tebliğ ediyorum. Sizin iyiliğinizi
ve hayrınızı istiyorum. Ben gayb işlerinden, sizin bilmediğiniz şeyleri
biliyorum" dedi. İbn Kesir şöyle der: İşte Peygamberin şanı budur. O, fasîh bir
tebliğci, nasihatçı ve Allah'ı bilen biridir. Allah'ın mahlukatından hiç kimse,
bu sıfatlarda ona ulaşamaz.[119]
63. İçinizden
bir adam vasıtasıyle size bir zikir gelmesine şaştınız mı1? Yani buna şaşmayın.
Çünkü, size bir rahmet, bir lütuf ve bir ihsan olarak, (içinizden bir adama
Allah'ın vahyetmesi şaşılacak bir şey değildir. İman1 etmediğiniz takdirde,
sizi azaptan sakındırması, Rabbinizden korkmanız ve bu sayede rahmete nail
olmanız için Allah bu Peygambere vahyeder. [120]
64. Uzun süre
aralarında kalmasına rağmen onlar Nuh'u yalanladılar. Allah, Nuh'u ve onunla
beraber gemide bulunan mü'minleri kurtardı. Onlardan âyetlerimizi
yalanlayanları boğarak helak ettik, Onlar, kalpleri kör bir kavim di, hakkı
göremiyorlar ve ona yol bulamıyorlardı. İbn Abbas şöyle der: Onların kalpleri
kör olmuştu. Tevhidi, nübüvveti ve âhireti anlamıyorlardı.[121]
65. Âd kavmine
de kardeşleri Hûd'u gönderdi. Onlar Yemen'in Ahkâf bölgesinde yaşıyorlardı,
Peygamberleri onlara; "Allah'ı birleyin. Ondan başka sizin ilâhınız yoktur."
dedi. Onun azabından korkmuyor musunuz? [122]
66. Kavminin
kâfir olan eşraf ve ileri gelenleri şöyle dedi: Biz seni beyinsizlik ve hafif
meşreplik içersinde görüyoruz. Peygamberlik iddianda yalancılardan olduğunu
zannediyoruz. [123]
67. Bende sizin
iddia ettiğiniz gibi, harhangi bir akil noksanlığı yoktur. Fakat ben, âlemlerin
Rabbi tarafından hidâyetle size gönderilmiş bir peygamberim. [124]
68. Size
Allah'ın emirlerini tebliğ ediyorum. Sizi kendisine çağırdığım şey hakkında,
size nasihat ediciyim. Söylediğim sözde güvenilir bir kişiyim, yalan
söylemiyorum. Zemahşerî şöyle der: Peygamberin kendilerine beyinsiz ve sapık
diyen kimselere verdikleri cevapta güzel bir edep ve yüce bir ahlâk örneği
vardır. Kullara beyinsizlere karşı nasıl hitap edileceğini ve onların
hatalarının nasıl hoşgörü ile karşılanacağını öğretir. Çünkü onlar beyinsizlere
ağır başlı ve yumuşak bir şekilde cevap
verirler. Sözlerine ayniyle karşılık vermezler.[125]
69. Allah'ın
size içinizden bir peygamber göndermesine şaşmayın. O peygamber, Allah ile
karşılaşacağınızı size haber vermek ve onun azabından korkutmak için size
gönderilmiştir, Allah'ın nimetlerini hatırlayınız. Hani o, Nûh kavmini helak
ettikten sonra yeryüzünde sizi halife kıldı. Sizin bedenlerinizi büyük ve
kuvvetli kıldı.
Allah'ın size verdiği nimetleri
hatırlayın ki, kurtuluşa erip mutlu olasınız.[126]
70. Dediler ki:
"Ey Hûd! İlâhlara ve putlara ibadet etmeyi bırakıp onlardan uzaklaşarak bir tek
Allah'a ibadet edelim diye mi sen bizi azapla tehdit ediyorsun? Eğer doğru
söyleyenlerden isen, bize va'dettiğin azabı getir. Yoksa sana asla
inanmayız. [127]
71. Hûd: "Rabbinizden üzerinize bir azap ve gazap
gelmiştir" dedi. Ne zarar veren ne de menfaat sağlayan putlar hakkında benimle
mücadele mi ediyorsunuz? Onlara ibadet edilmesi için Allah herhangi bir hüccet
veya delil indirmedi. Azabı bekleyin. Şüphesiz ben de sizin başınıza gelecek
olanları bekleyenlerdenim. Bu son derece korkutma ve tehdit ifade eder. [128]
72. Biz
rahmetimizle Hûd'u ve beraberindeki mü'minleri kurtardık. Ve âyetlerimizi
yalanlayanların tümünün kökünü kestik, tek kişi bırakmadık. Onlar
yalanladılar, iman etmediler. Böylece azaba müstehak oldular. Ebussuûd şöyle
der: İnkârda ve yalanlamada İsrar ettiler. Bu cehaletten asla dönmediler. Allah
da onları şiddetli bir rüzgarla helak etti.[129]
Edebî Sanatlar
1. Mülk ve tam
tasarruf O'nundur." Bu âyet, lafızları az olmasına rağmen birçok mânâlar ifade
eder. Bütün eşya ve işleri, son noktasına kadar içine alır. O kadar ki, İbn Ömer
bu âyeti okuyunca: "Kimin, bu âyetin muhtevası dışında bir şeyi kalırsa onu
istesin." demiştir. Bu belîğ üslûba edebiyatta "îcâz-ı kasr" denilir. Bu, az
lafızla çok mânâ ifade etme esasına dayanmaktadır.
2. Onu ölü bir
belde üzerine şevkettik." Burada beldenin ölü sıfatı ile nitelenmesi, çorak ve
bitkisiz oluşundan güzel bir istiaredir. Sanki o belde, kendisinden faydalanmama
bakımından ruhsuz bir ceset gibidir.
3. Yerden
bitkileri çıkardığımız gibi, ölüleri kabirlerinden çıkartırız." Bu mürse! ve
mücmel bir teşbihtir. Teşbih edatı zikredilmiştir" vech-i şebeh
zikredilmemişür.
4. Sonunu
kestik." Sonunu kesmek hepsini helak ederek kökünü kesmekten güzel bir
kinayedir. [130]
Bir Uyarı
Büyük âlim Âlûsî, Rabbinize
yalvara yakara gizlice dua edin." âyetinin tefsirinde şu açıklamayı yapar:
Hasan-ı Bas-rî'nin şöyle dediği rivayet olunur: Müslümanlar çokça dua ederler,
fakat sesleri duyulmazdı. Onların duası sadece Rableri ile kendileri arasında
bir fısıltı idi. Bu da Yüce Allah'ın şeklindeki emrinden dolayıdır. Bir de Yüce
Allah sâlih bir kulunu anarken, Hani o, gizli bir sesle Rabbine niyaz etmişti."
diye buyurdu. Âlûsî devamla şöyle dedi: Duanın birçok edebinin var olduğunu
anlattılar. Onlardan birkaçı şunlardır: Temiz (abdestli) olmak, kıbleye dönmek,
meşgul edici şeylerden kalbi temizlemek, duaya başlarken ve dua sonunda
Resulullah (s.a.)'e sa-lât u selâm getirmek, elleri göğe doğru kaldırmak, bütün
mü'minler için dua etmek, gecenin son üçte birini, oruçlu ise iftar zamanını,
cuma gününü ve duaların kabul edileceği diğer zamanları gözetmek.[131]
73. Semûd
kavmine de kardeşlen Salih'i gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk
edin, sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil
gelmiştir. İşte o da, size bir mu'cize olarak Allah'ın şu devesidir. Onu
bırakın, Allah'ın arzında yesin, ona kötülük etmeyin; sonra sizi acıklı bir
azap yakalar.
74. Düşünün ki,
Allah Ad kavminden sonra, yerlerine sizi getirdi. Ve yeryüzünde sizi
yerleştirdi: Onun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler
yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar
olarak karışıklık çıkarmayın.
75. Kavminin
ileri gelenlerinden büyüklük taslayanlar, içlerinden zayıf görülen inananlara
dediler ki: "Siz Salih'in, Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?"
Onlar da, "Şüphesiz biz O'nunla ne gönderilmişse ona inananlarız."
dediler.
76. Büyüklük
taslayanlar da dediler ki: "Biz de sizin inandığınızı inkâr
edenleriz."
77. Derken o
dişi deveyi, ayaklarını keserek öldürdüler ve Rab'larımn emrinden dışarı
çıktılar da: "Ey Salih! Eğer sen gerçekten peygamberlerdensen bizi tehdit
ettiğin azabı getir." dediler.
78. Bunun
üzerine onları o sarsıntı yakaladı da yurtlarında diz üstü dona
kaldılar.
79. Salih de o
zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: "Ey kavmim! Andolsun ki ben size
Rabbimin elçiliğini tebliğ ettim ve size öğüt verdim, fakat siz öğüt verenleri
sevmiyorsunuz."
80. Lût'u da
peygamber gönderdik. Kavmine dedi ki: "Sizden önceki milletlerden hiç birinin
yapmadığı bu fuhuşu mu yapıyorsunuz?
81. Çünkü siz
kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz, taşkın bir
milletsiniz."
82. Kavminin
cevabı: "Onları memleketinizden çıkarın,çünkü onlar fazla temizlenen
insanlarmiş!" demelerinden başka bir şey olmadı.
83. Biz de Onu
ve karısından başka aile efradını kurtardık. Karısı geride kalıp helak
olanlardan idi.
84. Ve
üzerlerine taş yağdırdık. Bak ki günahkârların sonu nasıl
oldu!
85. Medyen'e de
kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin ondan başka İlâhınız yoktur. Size
Rabbinizden açık bir delil gelmiştir; artık ölçüyü, tartıyı tam yapın,
insanların eşyalarını eksik vermeyin. Düzeltilmesinden sonra yeryüzünde
bozgunculuk yapmayın. Eğer inananlar iseniz, bunlar sizin için daha
hayırlıdır.
86. Tehdit ederek,
inananları Allah yolundan alıkoyarak ve o yolu eğip bükmek
isteyerek öyle her yolun başında oturmayın. Düşünün ki siz az idiniz de O
sizi çoğalttı. Bakın
ki, bozguncuların sonu
nasıl olmuştur.
87. Eğer
içinizden bir gurup benimle gönderilene inanır,
bir gurup da inanmazsa, Allah
aramızda hükmedinceye kadar bekleyin. O hâkimlerin en
iyisidir.
88. Kavminden
ileri gelen kibirliler dediler ki: "Ey Şuayb! Seni ve seninle beraber inananları
memleketimizden kesinlikle çıkaracağız. Veya dinimize döneceksiniz" Şuayb dedi
ki: "İstemesek de mi?"
89. Doğrusu
Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize dönersek, Allah'a
karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah dilemiş başka, yoksa geri dönmemiz
bizim için olacak şey değildir. Rabbimi-zin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz
sadece Allah'a dayanırız. Rabbimiz! bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet.
Sen hükmedenlerin en hayırhsısın.
90. Kavminden
ileri gelen kâfirler dediler ki: E-ğer Şuayb'a uyarsanız o takdirde siz mutlaka
ziyana uğrarsınız.
91. Derken o
şiddetli deprem onları yakalayıverdi de yurtlarında diz üstü
donakaldılar.
92. Şuayb'ı
yalanlayanlar sanki yurtlarında hiç oturmamiş gibiydiler. Asıl ziyana uğrayanlar
Şuayb'ı yalanlayanların kendileridir,
93. Şuayb,
onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: "Ey kavmim! Ben size Rabbimin gönderdiği
gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl
acırım!"
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah sûrenin baştaraflarmda
Âdem (a.s.)'in kıssasını bununla ilgili kendi kudretinin alâmetlerini, birliğine
ve ilâhlığına delâlet ederi güzel sanatlarını anlatıp Öldükten sonra dirilmenin
hak olduğuna dair sağlam deliller getirerek, peygamberlerin kıssalarını ve
onların ümmetleri ile aralarında geçen olayları anlattı. Hz. Nûh (a.s.) ve Hz.
Hûd (a.s)'un durumlarını açıkladı. Bu âyetlerde de Salih ve Şuayb (a.s.)'m
kıssalarını ve peygamberlere karşı inatla direnen kimselerin durumlarını
anlattı. [132]
Kelimelerin İzahı
Nâka, dişi deve. Akru'n-nâka,
devenin ayaklarını kılıçla kesmek demektir.
Kibirlendiler. Şiddetli karanlık
olan geceye denir.
Câsimîn, kuşun yere serilmesi
gibi, dizleri ve yüzleri üzerine yere yapışanlar.
Recfe, insanı sarsan büyük
musibet. Recfin asıl mânâsı sarsılmaktır. Arz sarsıldığı zaman denir.
Gâbirîn Allah'ın azabında
kalanlar. "kalan" demektir. Geçip giden mânâsına da gelir. A'şa'nm "Geçmiş
zamanda" mânâsına gelen sözü bundandır. Bu kelime zıt anlamlı kelimelerdendir.
Cevherî, Sinan'ında böyle açıklamıştır.
Kalırlar. Bir kimse bir yerde uzun
süre kalınca denir.
Arttılar, çoğaldılar. Bitki
gelişip çoğalınca denir ki, kelimenin aslı budur. [133]
Âyetlerin Tefsiri
73. Semud
kavmine kardeşleri Salih'i gönderdik. Onlara: "Ey kavmim, Allah'ı birleyin ve
O'na ortak koşmayın. Sizin ondan başka ilahınız yoktur" dedi. Şüphesiz
Rabbinizden size benim peygamberliğimin doğruluğunu gösteren apaçık bir mucize
geldi. Bu bölüm, az önce geçen mucizeyi açıklamaktadır. Yani, "bu deve, benim
size getirdiğim mucizemdir." Devenin Allah'ın ismine izafeti, onun önemini ve
büyüklüğünü gösterir. Çünkü o, vasıtasız olarak yaratılmıştır. Kurtubî şöyle
der: Müşrikler Salih (a.s.)'ten mucize isteyince, düz bir kayadan onlara deveyi
çıkardı.[134]
Onu bırakın, Rabbinin verdiği nzıktan yesin. Ona hürmet edin. Sakın ona bir
kötülük etmeyin. Çünkü o, Allah'ın bir mucizesidir. Sonra sizi elem verici bir
azap yakalar. Bu azap, devenin ayaklarını kestiklerinde başlarına gelen
azaptır. [135]
74. Düşünün ki,
Allah Âd kavminden sonra sizi" yeryüzünde halifeler kıldı. Şihâb şöyle der: Âd
kavmi ile Semûd kavmi arasında uzun bir zaman geçmiş olduğuna işaret için Ai.
Âd'ın halifeleri" değil de sadece. Âd'dan sonra halifeler" dedi. Sizi Hicr'e
yerleştirdi. Oranın ovalarında yüksek köşkler yapıyorsunuz. Oturmak için
dağları oyuyorsunuz. Kurtubî şöyle der: Uzun ömürlü oldukları için dağları
oyarak ev yapıyorlardı. Çünkü binalar kendileri ölmeden çürüyüp yıkılıyordu.[136]
Allah'ın size verdiği nimetleri düşünün de onun lütfurîa şükredin. Yeryüzünde
fesat çıkarmayın. [137]
75. Salih
(a.s.)'in kavminden ileri gelen kibirliler, onun peşinden giden zayıf mü'minlere
, Allah'ın, Salih'i bize ve size peygamber olarak gönderdiğini biliyor musunuz?
dediler. Bunu, alay ve eğlence yoluyla söylediler. Onlara üslûbu hâkim ile yani
onun peygamberliğine iman ettiklerini bildirerek cevap verdiler. Ebu Hayyân
şöyle der: Mü'minlerin, ya o bir
peygamberdir." yerine, Biz onun peygamberliğine inanmıyoruz." şeklinde cevap
vermeleri son derece güzeldir. Çünkü onun peygamberliği açık ve biliniyordu,
kabul edilmişti. Bu hususta herhangi bir şüphe yoktu. Çünkü o bu büyük mucizeyi
getirmişti. Onun peygamber olup olmadığını sormaya ihtiyaç yoktu.[138]
76. Kibirliler:
"Sizin tasdik ettiğiniz Salih'in peygamberliğini biz inkâr ediyoruz". Onlara
karşı olduklarım göstermek ve onların sözlerini reddetmek için, Biz onun
peygamberliğini inkâr ediyoruz." yerine
dediler. [139]
77. Deveyi
boğazladılar ve Allah'ın emrini kabul etmeyi gururlarına yediremediler. Dediler
ki "Ey Salih! Eğer sen hak peygamber isen, kendisiyle korkuttuğum azabı bize
getir." Bunu, Salih (a.s.) ile alay etmek ve onu aciz düşürmek için
söylediler. [140]
78. Onları
şiddetli bir deprem yakaladı da, evlerinde hareketsiz sakin ölüler haline
geldiler. Ebu Hayyân şöyle der: Onları, göklerde ve yerlerdeki tütün
gürültülerin şiddetine eşit bir gök gürültüsü yakaladı da kalpleri parçalandı ve
helak oldular.[141]
79. Salih
(a.s.) onların helakini ve başlarına geleni gördükten sonra onlardan yüzçevirdi
ve düştükleri bu kötü durumdan duyduğu üzüntüyü belirterek dedi ki: Ben size
risâleti tebliğ etmiş, sizi Allah'ın azabından sakındırmış ve size elimden
geldiği kadar nasihat etmiştim. Fakat sizin işiniz, devamlı olarak,
nasihatçilere kin gütmek ve düşmanlıkta bulunmaktır. Ze-mahşerî şöyle der: Fakat
siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz" ifadesi, geçmiş bir durumun hikayesidir.
Bazan kişi hayatta iken kendisine nasihat edip de nasihatim dinlemeyerek kendini
tehlikeye atan ve şu anda ölü bulunan arkadaşına şöyle diyebilir: Ey kardeşim!
Sana nice nasihatta bulundum. Sana kaç defa dedim. Fakat sen öğütlerimi kabul
etmedin.[142]
80. Lût
(a.s.)'un kavmi Sedûm halkına, kınama ve ref yoluyla söylediklerini hatırla. O
şöyle demişti: Sizden önce hiçkimsenin hiçbir zaman yapmadığı bu son derece
çirkin fiil, erkekleri kullanmaktır. Hz. Lût, kavminin bu yaptıklarını önce ret
etmiş sonra da onları, "Bu çirkin fiili ilk defa siz yapıyorsunuz." diye
kınamıştır. Bu fiilin çirkinliği halk tarafından bilindiği ve kötülüğü akıllara
yerleşmiş olduğu için, kelimeyi
şeklinde takısı ile marife olarak getirdi. Zira bundan farklı olduğu
için Yüce Allah, onu ifade ederken, "Şüphesiz o çok çirkin bir iştir[143]
buyurarak kelimeyi nekra getirmiştir.
"Sizden önce bunu kimse yapmadı" şeklindeki bu menfi cümle, onların bu çirkin
fiili ilk yapanlar olduğunu ifade eder. de ziyade olarak getirilmiş olan harf-i çeri mübalağa ifade edip bu işi insan
cinsinden hiç kimsenin yapmadığını vurgular. Kelimesinin, umûmî mânâ ifade
etmesi için cemi olarak getirilmesi de, gene aynı mânâyı vurgular. Amr b. Dînâr:
Lût kavminden önce, hiçbir erkeğin başka bir erkekle münasebette bulunduğu
görülmemiştir." der.[144]
81. Bu bölüm
fahişe'nin ne olduğunu açıklamaktadır. Bu, öncekinden daha ağır bir kınamadır.
Çünkü cümle ve ile tekit edilmiştir. Yani: "Ey kavim! şüphesiz siz, Allah'ın
size helal kıldığı kadınlarla münasebette bulunmayı bırakıp, şehvetinize uyarak
bu kötü fiili erkek erkeğe cinsî münasebet yapıyorsunuz. Bundan sonra Hz. Lût
onları reddetmeyi bırakıp, bu çirkin fiilleri yapmayı ve şehvetlere tâbi olmayı
gerektiren hallerini bildirerek, Bilakis siz haddi aşan bir kavimsiniz." dedi.
Yani, sizin herhangi bir Özrünüz yok. Bilakis israf ve her hususta haddi aşmak
sizin adetinizdir. Ebussuûd şöyle der: şehvetle" kaydı, onların sırf hayvanı
vasıflarla vasıflandığını gösterir ve akıllı kimseyi cinsî münasebete sevkeden
şeyin şehveti tatmin değil çocuk isteme ve neslin devamı olması gerektiğine
dikkat çeker.[145]
82. Lût,
kavminin bu çirkin fiillerini kınadığında, onlar birbirlerine şöyle diyerek
cevap verdiler: Lût'u ve onun peşinden giden mü'minleri ülkenizden çıkarın.
Çünkü onlar bizim yaptığımız oğlancılıktan uzak duran insanlardır. İbn Abbas ve
Mücâhid şöyle der: "Onlar tertemiz insanlardır." demek, erkekleri ve kadınları
dübürlerinden kullanmaktan sakınan insanlardır" demektir. Lût kavmi bunu, Lût ve
ona inananlarla alay etmek için söylediler
ve insanların methedildiği kelimelerle onları ayıpladılar. [146]
83. Kavminin
başına inen azaptan onu ve kendisine iman eden ehlini kurtardık. Ancak karısı
kurtarılmadı. O, yurtlarında kalıp helak olanlardan oldu. Taberî şöyle der: Yani
biz Lût'u ve karısı dışında ehlinden, ona inananları kurtardık. Çünkü kırışı Hz.
Lût'a. (a.s.) hainlik etti. Allah'a da inanmıyordu. Dolayısıyle, azap
geldiğinde, Lût (a.s.) kavminden helak olanlarla beraber o da helak oldu.[147]
84. Onların
üzerine, ^acayib bir nevi yağmur yağdırdık. O yağmur pişirilmiş ve istif
edilmiş taş yağmurudur. Nitekim başka bir âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
Onların üzerine (balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık..[148]
Âyette azab, çokluğundan dolayı bolca yağan yağmura benzetildi. Zira azap,
yağmur gibi başlarına yağdırıldı. Ey dinleyen! Bu gunahkârların sonlarına bak
ki, nasıl oldu? Sonlan ne hale geldi?! Sonlan musibet ve helaktan başka bir şey
mi oldu?! [149]
85. Medyen
halkına da, onları Allah'ı birlemeye ve ona ibadet etmeye davet eden Şuayb'ı
gönderdik. İbn Kesir şöyle der: Medyen kelimesi, hem kabile hem de şehre verilen
isimdir. Burası Hicaz yolu üzerinde Maan yakınlarında bir yerdir. m Buranın
sakinleri ilerde belirtileceği gibi Eyke halkıdır.[150]
Şüphesiz Rabbinizden size, benim
doğruluğumu gösteren bir mucize gelmiştir. Ölçtüğünüz ölçülerde ve tarttığınız
tartılarda insanların hakkını tam olarak verin İnsanların haklannı eksik
vererek onlara zulmetmeyin, Peygamberler göndermek suretiyle İslah edilmiş olan
yeryüzünde mâsiyetler işlemeyin. Eğer benim söylediklerine inanıyorsanız, size
emrettiğim şeyleri yapmanız yani Allah'a ihlâs ile ibadet etmeniz, insanların
haklarını gözetmeniz ve yeryüzünde fesat çıkarmayı terket-meniz sizin için daha
hayırlıdır. [151]
86. İman
edenleri ölümle korkutarak Allah yolundan çevirmek üzere hiçbir yola oturmayın.
İbn Abbas şöyle der: Kâfirler, Şuayb (a.s.)'a götüren bütün yolların üzerinde
otururlar ve Ona gelmek isteyenleri tehdit eder, geri çevirir ve : "Şuayb bir
yalancıdır. Ona gitme" der ve Kureyş'in Rasulullah (s.a.v)'a yaptığı şeyin bir
benzerini onlar da Şuayb'a yaparlardı.[152]
Siz böyle yapmakla, yolun doğru değil eğri olmasını istiyorsunuz. Nitekim
zamanımızdaki sapıklar da: "Bu din akılla bağdaşmaz." diyorlar. Çünkü bu din,
onların kötü arzularına uygun düşmez. Hatırlayın ki, siz zayıf ve azlık idiniz
de, izzetli ve çok oldunuz. Öyleyse nimetinden dolayı Allah'a şükrediniz, Bu
bölüm, kâfirleri tehdit etmektedir. Yani: Geçmiş milletler peygamberlere isyan
ettiklerinde, başlarına gelenlere bakınız. Allah'ın onlardan nasıl intikam
aldığım görerek ibret alınız. [153]
87. Eğer,
onlara getirdiğim şey hakkında bir grup beni tasdik ediyor, bir grup da bana
inanmıyorsa, Allah aramızda âdil hükmü ile hükmedinceye kadar sabrediniz. O,
hakimlerin en hayırhsıdır. Ebu Hayyân şöyle der: Bu söz, karşılıklı konuşmada
kullanılan sözlerin en güzellerindendir. Çünkü kesin olarak bilinen şey şüpheli
gibi görünmektedir. Bu, taksim sanatının parlaklığındandır. Dolayısiyle bu
bölüm, mü'minler için bir zafer va'di, kâfirler için ise ceza ve ziyan tehdidi
ifade eder.[154]
88. Kavminin
ileri gelen, Allah ve Ra-sûlune iman etmeyi kibirlerine yediremeyenler, dediler
ki:
Ey Şuayb! Mutlaka seni ve fcana
iman"edenleri aramızdan çıkaracağız veya sen ve onlar dinimize döneceksiniz.
Kâfirler, iki şeyden birinin yapılması için yemin ettiler. Ya, Şuayb'ı ve onun
peşinden gidenleri aralarından çıkarmak, veya inananların küfre dönmelerini
sağlamak. Şuayb (a.s.) onlara cevap vererek şöyle dedi: Biz bunu istemesek de mi
siz bizi vatandan çıkmaya veya dininize dönmeye zorlayacaksınız? Buradaki soru
inkâr içindir.[155]
89. Allah, bize
iman etmekle kurtardıktan ve doğru yolu
gösterdikten sonra sizin dininize dönersek, Allah'a en büyük iftirayı yapmış
oluruz. Bu âyet, mü'minlerin tekrar küfre dönmeleri hususunda kâfirleri
ümitsizliğe düşürür.
Bizim, sizin milletinize ve dininize dönmemiz ne yakışır ne de doğru
olur. Ancak Allah bizim mahcup olmamızı ve yardımsız kalmamızı isterse, o zaman
hakkımızda hüküm uygulanır. Rabbimizin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Biz sadece
Allah'a tevekkül ederiz. O, kendisine güvenenlere yeter, Ey Rabbimiz! Bizimle
onlar arasında, içinde haksızlık ve zulüm bulunmayan hak hükmünle hükmet. Sen,
hâkimlerin en hayırlisısın. [156]
90. Kavminin
ileri gelen kâfirleri dediler ki: Şuayb'a uyar da onun size yaptığı daveti
kabul ederseniz, o takdirde hidâyeti dalâletle değiştirdiğiniz için, mutlaka
ziyan edenlerden olursunuz. [157]
91. Derken
onları büyük bir zelzele yakaladı da dizleri üzerine kapaklanmış ölüler haline
geldiler. [158]
92. Allah,
Şuayb'ı (a.s.) yalanalayanları helak etti. Sanki onlar, ülkelerinde nimetler
içersinide yaşamamış hale geldiler. Şuayb'ı yalanlayanlar, ziyana uğrayanların
kendileridir. Bu âyet, daha önce helak ve yok olacakları bildirmiş olan
yalancıların ziyana uğradıklarını da bildirir.
[159]
93. Şuayb
onlardan yüz çevirdi ve: "Ey kavmim!" dedi. "Ben size Rabbimin risaletlerini
tebliğ etmiş, size öğüt vermiştim. Şuayb (a.s.) bu sözü, onlar için aşırı
derecede üzüldüğünden, teessüf ederek söyledi. Çünkü onlar, onun öğüdünü
tutmadılar, Üzülmeye değmeyen bir kimse için nasıl üzülürüm!? Taberi şöyle der:
Allah'ın birliğini inkâr edip peygamberini yalanlayan bir kavim için nasıl
üzülür ve onların helakından dolayı nasıl acı duyarım?![160]
Edebî Sanatlar
1. Bu, Allah'ın
devesidir. Allah lafzına izafeti hürmet ve değer ifade
eder.
2. Ona,
herhangi bir kötülükte bulunmayın.
kötülük kelimesinin nekre olması azlık ve küçüklük ifade eder. Yani,
"Ona en ufak bir kötülükte bulunmayın" demektir.
3. Bu çirkin
fiili yapıyor musunuz? Buradaki soru inkâr kınama ve işin çirkinliğini ifade
eder.
4. Onlar
tertemiz insanlardır. Bedîî ilminde bu sanata, "zem vehmini veren şöyle tariz"
denir. Bundan dolayı İbn Abbas şöyle demiştir: Onları, övülen şeyle
ayıpladılar.
5. Biz sadece
Allah'a güvendik". Burada Allah lafzının, zamir
değil de, açık isim
şeklinde gelmesi, yalvarış
ve yakarıştaki mübalağayı ifade
eder. Harf-i çerle mecrurun öne alınması tahsis ifade
eder.
6. lafızları
arasında tıbak sanatı vardır. [161]
Faydalı Bilgiler
Deveyi ayaklarından kesen Kudar b.
Salih'tir. Bu fiilin "îSLül ljjl«i devenin ayaklarım kestiler" şeklinde
kâfirlerin hepsine nisbet edilmesi, bu işin, onların rıza ve emirleri ile
yapılmış olmasındandır. Çirkin bir fiile razı olan, suça ortaktır. [162]
94. Biz hangi
ülkeye bir peygamber gönderdiysek, ora halkını, yalvarıp yakarsınlar diye
mutlaka yoksulluk ve darlıkla sıkmışızdır.
95. Sonra
kötülüğü değiştirip yerine iyilik getirdik,
nihayet çoğaldılar ve: "Atalarımız da böyle sıkıntı ve sevinç
yaşamışlardı" dediler. Biz de onları, kendileri farkına varmadan ansızın
yakaladık.
96. O ülkelerin
halkı inansalardi korunsalardı, elbette
onların üstüne gökten
ve yerden nice
bereket kapıları açardık, fakat yalanladılar, biz de ettikleri yüzünden
onları yakalayıverdik.
97. Yoksa o
ülkelerin halkı, geceleyin uyurlarken kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden
emin mi oldular?
98. Ya da o
ülkelerin halkı, kuşluk vakti eğlenirlerken kendilerine azabımızın
gelmeyeceğinden emin mi oldular?
99. Allah'ın
azabından emin mi oldular? Fakat ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah'ın
azap vermesinden emin olamaz.
100. Önceki
sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanlara hâlâ şu gerçek belli olmadı mı:
Eğer biz dileseydik onları da
günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık! Biz onların
kalblerini mühürleriz de onlar işitmezler.
101. İşte o
ülkeler ki, sana onların haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz andolsun ki,
peygamberleri onlara apaçık deliller getirmişlerdi. Fakat önceden
yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte kâfirlerin kalblerini
Allah böyle mühürler.
102. Onların
çoğunda, sözde durma diye bir şey bulamadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan
çıkmış bulduk.
103.
Onlardan sonra Musa'yı
mu'cizelerimizle Fir'avn ve kavmine gönderdik de o mu'cizeleri inkar
ettiler; ama, bak ki, fesatçıların sonu ne oldu!
104. Mûsâ dedi
ki: "Ey Firavun! Ben alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir
peygamberim.
105. Allah'a
karşı, hakdan başkasını söylememek benim üzerime borçtur. Size Rabbinizden açık
bir delil getirdim; artık İsrailoğuliarını benimle bırak!"
106. Firavun
dedi ki: "Eğer bir mucize getirdiy-sen ve gerçekten doğru söylüyorsan onu göster
bakalım."
107. Bunun
üzerine Mûsâ asasını yere attı. O birdenbire, apaçık bir ejderha
oluverdi.
108. Ve elini
çıkardı, birdenbire o da seyredenlere bembeyaz
görünüverdi.
109. 110.
Firavun'un kavminden ileri gelenler dediler ki: "Bu çok bilgili bir sihirbazdır. Sizi
yurdunuzdan çıkarmak istiyor." "O halde ne derisiniz?"
111, 112.
Dediler ki: "Onu da kardeşini de beklet, şehirlere toplayıcı yolla. Bütün
bilgili sihirbazları sana getirsinler."
113.
Sihirbazlar Firavun'a geldi ve: "Eğer üstün gelen biz olursak, bize mutlaka
büyük bir mükâfaat var mı?" dediler.
114. Firavun,
"Evet hem de siz mutlaka yakınlarımdan olacaksınız."
dedi.
115.
Sihirbazlar, "Ey Mûsâ sen mi önce atacaksın, yoksa atanlar biz mi olalım?"
dediler
116. "Siz atın"
dedi. Onlar atınca,
insanların gözlerini büyüledîler, onları korkuttular ve büyük bir sihir
getirdiler.
117. Biz de
Musa'ya, "âsânı at!" diye vahyettik. Bir de baktılar ki bu, onların
uydurduklarını yakalayıp yutuyor.
118. Böylece
gerçek ortaya çıktı ve onların yapmakta oldukları yok olup
gitti.
119. Böylece
orada yenildi ve küçük düşerek geri döndüler.
120. Sihirbazlar secdeye
kapandılar.
121,122. "Mûsâ
ve Harun'un Rabbi olan Alemlerin Rabbine inandık."
dediler.
123. Firavun
dedi ki: "Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Bu, hiç şüphesiz şehirde,
halkını oradan çıkarmak için
kurduğunuz bir tuzaktır.
Ama yakında göreceksiniz!
124.
Mutlaka ellerinizi ve
ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi
asacağım."
125.126. Onlar:
"Biz zaten Rabbimize döneceğiz. Sen sadece Rabbimizin ayetleri bize geldiğinde
onlara inandığımız için bizi kınıyorsun. Ey Rabbimiz bize bol bol sabır ver ve müslüman olarak canımızı al."
dediler.
127. Firavun'un
kavminden ileri gelenler dediler ki: "Musa'yı ve kavmini, seni ve tanrılarını
bırakıp yeryüzünde bozgunculuk çıkarsınlar diye mi bırakacaksınız?" Firavun
"Biz onların oğullarını öldürüp, kadınlarım sağ bırakacağız. Kuşkusuz biz onları
ezecek üstünlükteyiz" dedi.
128. Mûsâ
kavmine dedi ki: "Allah'tan yardım isteyin
ve sabredin. Şüphesiz ki
yeryüzü Allah'ındır. Kullarından
dilediğini ona vâris kılar. Sonuç, sakınanlarındır.
129. Onlar da,
"Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da bize işkence edildi." dediler. Mûsâ, "Umulur ki Rabbiniz
düşmanınızı helak eder ve onların yerine sizi yer yüzüne hakim kılar da nasıl
hareket edeceğinize bakar." dedi.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki ayetlerde Nûh,
Hûd, Salih, Lûl ve Şuayb gibi peygamberlerin kıssalarını ve Öğüt fayda
vermeyince kavimlerinin başlarına gelen azap ve musibeti anlattı. Burada da
peygamberlerini yalanlayanlardan intikam alma hususundaki ilâhî sünnetini
açıkladı. Bu sünnet de, onlara sıkıntı ve darlığın sonra da nimet ve bolluğun
tedricen gelmesi, sonrada da iman etmedikleri takdirde şiddetle yakalanıp
cezalandırılmaları şeklinde tecellî etmektedir. Bunun ardından da Mûsâ (a.s)'nm
azgın Firavun'la olan kıssasını anlattı ki, bu kıssada bir çok ibret ve Öğütler
vardır. [163]
Kelimelerin İzahı
Be'sâ, aşırı derecede fakirlik.
Darrâ, zarar ve hastalık. Çoğaldı ve geliştiler. Bağteten, ansızın demektir.
Meleihî, kavminin ileri gelenleri Ertele, beklet demektir. Sağırın, zeliller
manasınadır. Yutuyor, lokma lokma yiyor. Yalan söylüyorlar. yalan dernektir.
Boşalt. pljil dökmek demektir. "Onu üzerimize mânâsınadir. [164]
Âyetlerin Tefsiri
94. "Biz hangi
ülkeye bir peygamber gönder-mişsek." Bu kelâmda hazif vardır. Yani biz hangi
ülkeye bir peygamber göndermiş ve o ülke halkı onu yalanlamışsa, Biz onları
yoksulluk, fakirlik, hastalık ve kötü durumlarla cezalandırmişızdır. Bunu,
yalvarıp yakarsmlar, boyun eğsinler ve günahlarına tevbe etsinler diye
yaptık. [165]
95. Sonra
onların fakirlik ve hastalıklarını zenginlik ve sıhhate çevirdik. Nihayet
çoğalıp arttılar, nimet onları şımarttı,
kötülüğe daldılar ve nimete nankörlük ederek: "Dünyanın hali
budur. Babalarımız da böyle musibetli ve müreffeh dönemler yaşamıştı. Bu
Allah'tan gelen bir azap değildir. Biz dinimizde kalalım" dediler. Bundan
maksat, şudur: Yüce Allah, kendisine
sığınmaları için onları kötü durumdalarla imtihan etti. Ona sığınmadılar. Sonra,
şükretsinler diye, iyiliklerle imtihan etti. Bunu da yapmadılar. Artık, azap ile
cezalandırmaktan başka bir şey kalmadı. Bunun içindir ki Yüce Allah şöyle
buyurdu: Biz de onları bilemedikleri bir taraftan ansızın yakalayıp
cezalandırdık ve helak ettik. [166]
96. Eğer
peygamberleri yalanlayıp da! helak edilen Ülkelerin halkı Allah'a ve
peygamberlere iman etseler, inkar ye masiyetlerden de sakınsalardı. onlara iher
taraftan bol bol nimet verirdik. Bir görüşe göre, göklerin bereketleri yağmur
yerlerin bereketleri meyvelerdir. Suddî şöyle der: Rızık vermek üzere onlara
göklerin ve yerlerin kapılarını açardık.[167]
Fakat onlar peygamberleri yalanladılar. Biz de onları, yaptıkları bu kötü isten
dolayı helak ederek cezalandırdık. [168]
97. Soru edatı
olan hemze inkar içindir. Yani peygamberleri yalanlayan o kişiler, azabımızın
kendilerine geceleyin, uykuda ve bu azaptan gaflet içinde iken gelmeyeceğinden
emin mi oldular? [169]
98. onlar
gündüzleyin eğlence içinde iken ve sanki oyun oynuyorlarmış gibi faydasız
şeylerle meşgul olurken azabımızın açıkça gelmeyeceğinden emin mi oldular? [170]
99. Yoksa onlar
Allah'ın kendilerine nihmet verip de,
gaflet içersinde oldukları halde yavaş yavaş helake sürüklemesinden emin
mi oldular?! Bundan ancak akıllarını ve insanlıklarını yitirmiş, neticede
hayvanlardan daha aşağı dereceye düşmüş kimseler emin olur. Hasan-ı Basrî şöyle
der: Mü'min Allah'ın azabından korkarak ve çekinerek itaat eder. Kâfir ise, emin
bir şekilde günah işler. [171]
100. Daha önce
yeryüzünü imar etmiş kimselerin helakinden sonra yeryüzüne vâris olanlar, hâlâ
açık ve seçik olarak anlamadılar mı ki, Biz isteseydik, öncekileri helak
ettiğimiz gibi, günahlarından dolayı onları da helak ederdik. Ayette geçen
"yeryüzüne vâris olanlar" dan maksat, Mekke kafirleri ve onların etrafında
bulananlardır. Ebu Hayyân şöyle der: Onların başına gelenleri gördünüz. Onların
başına gelenin, sizin başınıza da gelebileceğinden sakınmıyor musunuz? İstesek,
bunu yapmak bizim için imkânsız değildir.[172]
Onların kalplerini mühürleriz de
faydalanacak şekilde ne öğüt ne de
nasihat dinleyip kabul etmezler. [173]
101. Ey
Muhammedi İşte adı geçen bu ülkelerin bazı haberlerini ve halklarının başına
gelen yere batırma, depren' ve başlarına taş yağdırma gibi olayları sana
anlatıyoruz ki, işiten ibret alsın. Halbuki meydana gelen olaylar bundan daha
şiddetli ve daha kor kunçtur. Şüphesiz peygamberleri onlara mucizelei ve kesin
deliller getirmişti. Peygamberleri, mucizeler getirmeden Önce de sonra da
yalanladıkları için, onların getirdile-rine iman edecek değillerdi. Kibir ve
sapıklıkta onların durumları aynıdır. Zemahşerî şöyle der: Kendilerine
peygamberin gelmesinden itibaren, ölünceye kadar ısrarlı bir şekilde yalanlamaya
devam ettiler. Kendilerine tekrar tekrar nasihat edilmesine ve arka arkaya
mucizeler gelmesine rağmen, bu câhilce inatlarından dönmediler.[174]
İşte bu sağlam ve kuvvetli mühürleme gibi, kâfirlerin kalplerini öyle mühürleriz
ki, artık onlara uyarılar ve mucizeler tesir etmez. Bu âyet dinleyenleri,
Allah'ın emrine karşı gelmekten sakmdırmaktadır. [175]
102. İnsanların
çoğunda ahde vefa görmedik. Bilakis onların, Allah'ın emrine sarılma ve ona
itaatten çıktıklarını gördük. İbn Kesir şöyle der: Allah'ın insanlardan aldığı
ahd, onları yaratırken ve onlar babalarının sulblerinde iken, kendisinin onların
rabbi ve meliki olduğuna dair aldığı sözdür. Onlar ise bu söze muhafet etmiş,
akli ve şer'î bir delil ve hüccet olmaksızın Allah ile birlikte başka şeylere de
ibadet etmişlerdir.[176]
103. Yukarda
adı geçen peygamberlerden sonra İrnran oğlu Musa'yı da parlak mucizeler ve
güçlü delillerle Fravun ve kavmine gönderdik. Firavun, Mûsâ zamanındaki Mısır
kralıdır, Zulüm ve inatta mucizeleri inkar ettiler. Ey dinleyici bak! Zalim
bozguncuların durumu ne oldu?! Onları, Musa'nın ve kavminin gözleri önünde son
neferine kadar, nasıl boğduk. Bu olay, Allah'ın düşmanlarını cezalandırma
hususunda daha etkili, dostlarının yüreklerine daha çok su serpicidir. [177]
104. Mûsâ dedi
ki: Ey Firavun! Ben herşeyin rabbı, yaratıcısı ve sahibi olan Yüce Allah
tarafından sana gönderilmiş bir peygamberim. [178]
105. Bana lâyık
olan ve üzerime borç olan şey, Allah hakkında size gerçeği ve doğruyu haber vermemdir. Çünkü onun
azametini ve şanının yüceliğini bilirim. Size, Allah'tan benim doğruluğuma
şahitlik eden kesin bir delil getirdim. İsrail oğullarını serbest bırak da,
benimle birlikte, babalarının vatanı olan mukaddes topraklara gitsinler.[179]
Ebu Hayyan şöyle der: Firavun üahlık iddiasında bulunduğu için Hz. Mûsâ, onu
iddia ettiği bu vasfa karşı uyarmak ve bu hsusta onun haklı değil, haksız
olduğunu vurgulamak için, sözüyle konuya girdi. dediği için, bunun doğruluğunu
gösteren diğer sözleri peşinden söyledi. O sözler de dür. Peygamber olduğunu
söyleyince, bunun ardından teferruat olan hükmü tebliğ vazifesini yaptı. O
da sözüdür.[180]
106. Firavun
Musa'ya: "iddia ettiğin gibi, rabbinden bir mucize getirdiysen, davanda doğru
olduğunu isbatlamak için onu bana getir" dedi. O bunu Hz. Musa'yı âciz bırakmak
için söyledi. [181]
107. Bunun
üzerine Mûsâ asasını yere attı. O, birdenbire büyük ve uzun bir yılan oldu. İbn
Abbas şöyle der: Asâ, ağzı açık ve Firavun'a doğru hızla koşan büyük bir yılan
hâline geldi. kaydı yılanın hayalî değil gerçek olduğunu gösterir. [182]
108. Mûsâ elini
cebinden çıkardı. O da birdenbire entersan, bembeyaz nurani bir el haline geldi.
Onun nuru güneşin nurundan daha parlaktı. İbn Abbas şöyle der: Onun eli,
göklerle yerler arasındaki şeyleri aydınlatacak kadar nurluydu. [183]
109. Firavun
kavminin ileri gelenleri, ki, bunlar Firavunun danışmanları idi, "Bu adam sihri
biliyor. O bu hususta mütah as sistir" dediler. Onlar, sözleri ile, Hz.
Musa'nın sihir ilmînde ve onun hile ve sanatlarında son derece bilgili olduğunu
ifade etmek istemişlerdir. [184]
110. Sizi,
sihri ile Mısır topraklarından çıkartmak istiyor. Bununla ilgili ne yapmamızı
emredersiniz. Onun hakkında ne yapmamızı tavsiye edersiniz? Kurtubî şöyle der:
Sözünü Firavun söylemiştir. Bir görüşe göre o, ileri gelenlerin sözüdür. Onlar,
Firavun tek kişi olduğu halde ona "Ne emredersiniz?" demişlerdir. Nitekim
diktatörlere ve reislere nitap edilirken, "bu hususta ne dersiniz?" denilir.[185]
111. Dediler ki
: "Onların; ikisini de haklarında görüşün ortaya çıkıncaya kadar beklet ve
sihirbazları toplayıp sana getirecek görevlileri ülkenin her tarafına
gönder. [186]
112. gibi
sihirde mahir olan her sihirbazı sana getirsinler. Baş sihirbazlar Yukarı
Mısır'ın en uzak bölgelerinde bulunuyorlardı.
[187]
113.
Sihirbazlar Firavun'a geldi ve : "Eğer üstün gelen biz olursak, bize kesin bir
mükafat var mı?" dediler. Bu âyette hazfedilmiş kısımlar vardır. Ayetin akışı
bunu göstermektedir. Şöyle ki: Firavun sihirbazlara adam gönderdi ve yanında
toplanmalarını istedi. Sihirbazlar Firavun'un yanında toplanınca dediler ki:
"Eğer biz Musa'ya üstün gelir, onu mağlup eder ve sİhirini boşa çıkarırsak,
gerçekten bize büyük bir mükafat var mı?" [188]
114. Firavun:
"Evet sizin için mükâfat var. Ben sizi müsteşarlarım ve en yüksek yakınlarımdan
kılmak suretiyle, size bundan daha fazlasını da vereceğim." dedi. Kurtubî:
"Firavun onlara, istediklerinden daha fazlasını verdi" der. [189]
115.
Sihirbazlar Musa'ya dediler ki: Önce sen mi asanı atacaksın, yoksa biz mi
atalım. Tercihini yap. Zemahşerî şöyle der:
Onların Hz. Musa'ya tercih hakkı tanımaları güzel bir
davranıştır. Nitekim, münazaracıların mücâdeleye
dalmadan Önce yaptıkları gibi, sanat ehli kişiler de, birbirleriyle
karşılaştıklarında böyle yaparlar.[190]
Zemahşerî'nin söylediği budur. Bize göre açık olan şudur ki, onlar bunu
kendilerini üstün görme, galip gelme hayaline kapılma ve Hz. Musa'ya Önem
vermeme duygularıyle söylemişlerdir. Nitekim, kendine güvenen kişi: "Ben mi
başlıyayım, yoksa sen mi başlıyacaksın?" der.
[191]
116. Hz. Mûsâ
onlara: "Siz atacağınızı atın" dedi. Onlar asalarını iplerini atınca, insanların
gözlerini büyüledüer; gerçekte olmayan şeyleri onlara gösterdiler. Nitekim Yüce
Allah bir âyet-i kerimede şöyle buyurur: Onların ipleri ve sopalan Musa'ya
gerçekten koşuyor gibi görünüyor.[192] Onları
aşırı derecede korkuttular. Zira ip ve
sopalarını koşan yılanlar hâlinde gösterdiler. Görenlerin korkacağı büyük
bir sihir ortaya koydular. İbn İshak şöyle der: Onbeşbin sihirbaz saf halinde
dizildi. Her bir sihirbazın ipleri ve sopalan vardı. Firavun, ülkenin ileri
gelenleriyle birlikte şeref trübününde bulunuyordu. İlk defa Hz. Mûsâ ve
Firavunun gözlerini, sonra da halkın gözlerini büyüledüer. Sonra onlardan
birisi, elinde bulunan sopaları ve ipleri attı. Bir de baktılar ki onlar, dağ
gibi yılanlar oldu. Üst üste binerek vadiyi doldurdular.[193]
117. Musa'ya,
"Asanı at" diye vahyettik. O da attı. Bir de baktılar ki, asa, onların
uydurdukları yalan şeyleri yutmaya başladı. İbn Abbas şöyle der: Musa'nın asası,
onların attığı ip ve sopalardan önüne geleni yuttu. [194]
118. Orada
bulunan ve onu görenler için hak ortaya çıktı. Sihrin yalanı ve verdiği hayaller
boşa gitti. [195]
119. Bu büyük
toplantıda Firavun ve kavmi mağlup ve zelil oldular. [196]
120.
121.
122.
Sihirbazlar, âlemlerin rabbine iman ettiklerini ilan ederek secdeye kapandılar.
Çünkü hak onlara galip geldi. Katade şöyle der: Onlar, gündüzün evlelinde
sihirbaz kâfirler idiler. Sonunda Allah'ın halis kullan şehitler oldular.[197]
123. Diktatör
Firavun sihirbazlara: "Benden izin almadan
Musa'ya iman mı
ettiniz?" dedi. Firavun
bu sözlerinle onları kınamak istemiştir, "Sizin bu yaptığınız, müsabakaya
çıkmadan önce, Mûsâ ile birlikte Mısır'da kurduğunuz bir tuzaktır. Bunu siz,
Kıptîleri Mısır'dan çıkarıp oraya îsrailoğullarım yerleştirmek için yaptınız.
Bunu halkın sihirbazlara uyarak iman etmelerini önlemek maksadıyla onlara
gözdağı vermek için söyledi. Başınıza gelecek olanı göreceksiniz. Bu korkutmak
maksadıyle kısaca söylenmiş bir tehdittir.
Firavun bundan sonra konuyu daha da açıklayarak şöyle dedi: [198]
124. Mutlaka
herbirinizin elini ve ayağını çaprazlama keseceğim. Taberi şöyle der: Âyette geçen kelimesinin manası,
onlardan herbirinin sağ el ve sol ayağını veya sol el ve sağ ayağını kesmesidir.
Yani her iki azayı çaprazlama kesmesidir.[199]
Sonra siz ve benzerlerinize ibret olsun
diye hepinizi asacağım. Salb, ölünceye kadar ağaca asmaktır. [200]
125.
Sihirbazlar dediler ki: Şüphesiz biz ölümle Allah'a döneceğiz. Bizi tehdit
ettiğin şeyden korkmayız. Ölüme aldırış etmeyiz. Alllah yolunda ölmek ne güzel
şeydir. [201]
126. Bizden
hoşlanmaman ve bizi ayıplaman, sadece bizim, Allah'a ve ayetlerine inanmamızdan
dolayıdır!! Başka bir âyet-i kerimede de şöyle buyrulmuştur: Onları ancak Aziz
ve Hamîd olan Allah'a inandıkları için ayıpladılar[202]
Zemahşerî şöyle der: Sihirbazlar bu sözleri ile: "Bizi. ancak övgü ve iftihar
edilecek şeylerin aslı olan imandan dolayı kınıyorsun" demek istedilir.[203]
Ey Rabbimiz! Firavun bize işkence
ederken sen bize bolca
sabır ver. Bizi
fitneye düşürmeden müslüman
olarak öldür. [204]
127. İleri
gelenler Firavun'a dedi ki: Musa'yı ve kavmini, senin dininden çıkmak ve
ilahlarına ibadeti bırakmak suretiyle yeryüzünde fesat çıkarmaları için mî
bırakıyorsun?! Bu sözler Firavun'u Hz. Mûsâ ve kavmine işkence etmeye ve onları
Öldürmeye teşvik etmektedir. Firavun adamlarına cevap vererek dedi ki: Onlara
daha önce yaptığımız gibi, erkeklerini öldürüp kızlarını bize hizmet etmeleri
için sağ bırakacağız. Kuvvet ve saltanatımızla onları ezecek güce sahibiz. [205]
128. Hz.
Musa'nın kavmi, duydukları bu sözlerden endişeye düşünce, Mûsâ onları teselli
için dedi ki: Size yapacakları eziyetler hususunda Firavun ve kavmine karşı
Allah'tan yardım isteyin ve Allah'ın hükmüne sabredin. Şüphesiz bütün yeryüzü
Allah'ındır. Onu kullarından dilediğine verir. Hz. Mûsâ bu sözleri ile,
İsrailoğullannda Allah'ın onları Mısır yurduna vâris kılacağına dair isteklerini
uyandırdı, Güzel sonuç, Allah'tan korkanlar içindir. [206]
129. Dediler
ki: Sen bize peygamber olarak gelmeden önce de, geldikten sonra da bize işkence
edildi. Yani musibet onlardan ayrılmadı.
Onlar Hz. Musa'nın peygamberliğinden önce de, sonra da azap ve işkence içersinde
olduklarını söylemek istediler. Mûsâ şöyle dedi: Umulur ki, rabbınız Firavun'u
ve kavmini helak eder. Onların helak olmasından sonra yurtlarında yerlerine sizi
geçirir. Sizi onların yerlerine geçirdikten sonra, nasıl davranacağınıza bakar.
Bundan maksat, onları Allah'a
itaate teşvik etmektir.
Yüce Allah Hz.
Musa'nın bu ümidini gerçekleştirerek Firavun'u boğdu ve
İsrail oğullarını Mısır yurduna sahip kıldı. Ebu Hayyan şöyle der: Mûsâ, Allah'a
karşı edepli davranarak sözü "ümit" şeklinde söyledi.[207]
Edebi Sanatlar
1. Kötülüğün
yerine iyiliği getirdik, cümlesinde hasene ile seyyie kelimeleri arasında tıbak
vardır. Aynı zamanda darlık, ve genişlik
kelimeleri arasında da tıbak sanatı vardır.
2. Onlara
semâdan bereket kapılarını açardık. Rahatça elde edilmeleri hususunda,
bereketlerin onlara kolaylaştırılması kapıların açılmasına benzetildi. Bu, bir
istiaredir. Yani, her taraftan onlara bolca hayır
verirdik.
3. Ülkelerin
halkı emin mi oldular?". Bu cümle uyarı maksadıyla tekrar edilmiştir. Belagat
ilminde buna itnâb denir. Bunun bir benzeri de, Allah'ın azabından emin mi
oldular. Fakat ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah'ın mühlet vermesinden
emin olamaz" ayetidir. Ebussuud şöyle der: İnkarcıya, daha fazla açıklamak için
tekrar edilmiştir. Allah'ın mekri (yani tuzağı), onun, kulunu derece derece
helake götürmesinden ve hiç hesap etmediği bir taraftan onu yakalamasından
istiaredir.[208]
4. Şüphesiz,
siz benim has adamlanmdansımz." Burada, sihirbazların kalplerindeki şüpheyi
gidermek için cümle ve edatları ile pekiştirilmiştir. Bu haber türüne, haber-i
inkârı denir.
5. Hak ortaya
çıktı". Burada istiare vardır. ve
yerinde müsteâr olarak kullanılmıştır. Allah daha iyi bilir. [209]
Bîr Uyarı
Firavun hüccet ve delil
getirmekten aciz kalınca, yakalayıp süngü ile öldürme yoluna başvurdu. Bütün
sapık ve bid'atçılarm durumu budur. Delil getiremeyince tehdide başvurur. [210]
130. Andolsun
ki, biz de Firavun'a uyanları ders alsınlar diye, yıllarca kuraklık ve mahsûl
kıtlığı ile cezalandırdık.
131. Onlara bir
iyilik gelince, "Bu bizim hakkımızdır."
derler; eğer kendilerine bir
fenalık gelirse, Mûsâ ve Onunla beraber olanları uğursuz sayarlardı. Bilesiniz
ki, onlara gelen uğursuzluk Allah katındandir, fakat onların çoğu bunu
bilmezler.
132. Ve dediler
ki: "Bizi büyülemek için ne mucize getirirsen getir, biz sana inanacak
değiliz."
133. Biz de
ayrı ayrı nıu'cizeler olarak onların üzerine tufan, çekirge, bit, kurbağalar ve
kan gönderdik; yine de büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim
oldular.
134. Azap
üzerlerine çökünce, "Ey Mûsâ! sana verdiği söz hürmetine, bizim için Rabbine dua
et, eğer bizden azabı kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve muhakkak israil
oğullarını seninle göndereceğiz."
dediler.
135. Biz,
ulaşacakları bir müddete kadar onlardan azabı kaldırınca, hemen sözlerinden
dönüverdiler.
136. Biz de,
âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan
gafil kalmaları sebebiyle kendilerinden intikam aldık ve onları denizde
boğduk.
137. Hor
görülüp ezilmekte olan o kavmi de, içini bereketle doldurduğumuz yerin doğu
taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Sabırlarına karşılık Rab-binin
İsrailoğullarına verdiği güzel söz yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta
olduklarını ve yetiştirdikleri bahçeleri helak ettik.
138.
İsrailoğullarını denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus birtakım putlara
tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine; "Ey Mûsâ! Onların ilâhları olduğu
gibi, sen de bizim için bir ilâh yap!" dediler. Mûsâ, "Gerçekten siz Câhil bir
toplumsunuz, "dedi.
139. Şüphesiz
bunların içinde bulundukları din yıkılmıştır ve yapmakta oldukları da
bâtıldır.
140. Mûsâ dedi
ki: "Allah sizi alemlere üstün kılmışken, ben size Allah'tan başka bir ilâh mı
arayayım?"
141. Hatırlayın
ki, size azabın en kötüsünü tattıran Firavun'un adamlarından sizi kurtardık.
Onlar oğullarınızi öldürüyorlar, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda,
size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardır.
142. Mûsâ ile
otuz gece sözleştik ve ona on gece daha ilave ettik; böylece Rabbinin ta'yin
ettiği vakit kırk geceyi buldu. Mûsâ, kardeşi Harun'a dedi ki: "Kavminin içinde benim
yerime geç, onları ıslah et, bozguncuların yoluna uyma."
143. Mûsâ
ta'yin ettiğimiz vakitte gelip de Rabbi onunla konuşunca: "Rabbim! Bana göster
de seni göreyim!" dedi. Rabbi, "Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak,
eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!" buyurdu. Rabbi o dağa
tecellî edince onu paramparça etti, Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca: "Seni noksan
sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim"
dedi.
144. Allah "Ey
Mûsâ" dedi, "ben risâletlerimle ve sözlerimle
seni insanların başına
seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden
ol."
145. Nasihata
ve her şeyin açıklanmasına dâir ne varsa hepsini Mûsâ için levhalarda yazdık. Ve
dedik ki: "Bunları kuvvetle tut, kavmine de onun en güzelini almalarını emret.
Yakında size, yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim."
146. Yeryüzünde
haksız yere böbürlenenleri, â-yetlerimden
uzaklaştıracağım. Ona bütün mucizeleri görseler yine de iman etmezler.
Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona
saparlar. Bu durum, onların âyetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil
olmalarından ileri gelmektedir.
147.
Ayetlerimizi ve âhirete kavuşturmayı yalanlayanların amelleri boşa çıkmıştır.
Onlar, yalnız yapmakta oldukları amellerle
cezalandırılırlar.
148. Musa'nın
arkasından, kavmi, zînet takımlarından böğürtüsü olan bir buzağı heykelini ilâh
edindiler. Görmediler mi ki o, onlarla ne konuşuyor ne de onlara yol
gösteriyor? Onu benimsediler ve zâlimlerden
oldular.
149.
Kendilerinin gerçekten sapmış
olduklarını görüp pişman olduklarında dediler ki: "Eğer Rabbimiz bize acımaz ve
bizi bağışlamazsa mutlaka ziyana uğrayanlardan olacağız.
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Hz.Mûsâ'nın azgm Firavun ile olan
kıssası ibret ve nasihatlarla dolu
olduğu için, âyetler ardarda
onlardan söz etmeye devam etmektedir. Burada Firavun'un kavminin başına gelen
belâ ve musibetlerden Allah'ın kendilerini imtihan ettiği kıtlık ve kuraklıktan
ve kâfirliklerinde ve Allah'ın âyetlerini yalanlamadaki İsrarları neticesinde
başlarına gelen tufan, çekirge ve diğer musibetlerden söz etti. Bundan sonra
âyetler, Allah'ın İsraüoğullarına lütfettiği çeşitli nimetleri açıkladı ki bu
nimetlerin en büyüğü, düşmanlarının helak edilmesi ve kendilerinin selâmet ve
emniyet içersinde denizi geçmeleridir. [211]
Kelimelerin İzahı
Sinîn, kıtlık ve kuraklık mânâsına
gelennin çoğuludur. Uğursuz sayarlar. Fiilin aslıdır. Fal için kuş salıvermek
mânâsına gelen den alınmış olup daha sonra uğursuzlukta
kullanılmıştır.
Tufan; telef eden, yok eden sel
demektir.
Kummel, buğday biti demektir.
Bunlar buğday ve diğer hububatta bul unupy onları bozan küçük
haşerelerdir.
Ricz, azâb
demektir. Sin ile
okunan ise pislik manasınadır. Bazan azap manasına
kullanılır.
Yemm, deniz
manasınadır.
Devam ediyorlar. devamlı olarak
orada durdu manasınadır.
Mütebber, helak olmuş demektir.
helak manasınadır.
Saikan, baygın bir halde. Bir
kimse bayıldığında denir. [212]
Âyetlerin Tefsiri
130. Cümlenin
başında bulunan lam, mahzuf bir yemini pekiştirmektedir. Yani: Allah'a andolsun
ki, şüphesiz biz Firavun'u ve tâbîlerini kıtlık ve kuraklıkla imtahan ettik.
Birçok afetle meyvelerini yok etmek suretiyle onları imtihan ettik. Tefsirciler
der ki: Bir hurma ağacında sadece bir meyve bulunuyordu.[213] Belki öğüt alırlar da kalpleri yumuşar. Çünkü
şiddet onların Allah'a dönmelerini O'ndan korkmalarını ve kalplerinin
yumuşamasını sağlar. Bundan sonra Yüce Allah onların, bu sıkıntı ve şiddetlere
rağmen inat ve küfürlerinden başka bir şeylerinin artmadığını açıkladı ve şöyle
buyurdu: [214]
131. Onlara
bolluk ve refah geldiğinde: Bu bizim ve mutluluğumuz içindir. Biz buna layığız
derler. Onlara kuraklık ve şiddet geldiğinde, bunu Mûsâ ve beraberin deki
mü'minlerin uğursuzluğuna bağlarlar. Yani:
Bu, onların uğursuzluğı yüzündendir derlerdi. Yüce Allah onların bu
iddialarını reddederek buyurdı ki: bilesiniz ki onlara isabet eden hayır veya
şer, Allah'ıı takdiri iledir. Musa'nın uğursuzluğundan değildir. İbn Abbas şöyle
der: Emir Allah tarafındandır. Onların uğursuzluğu Allah tarafından ve onun
hükmüyledir.[215]
Fakat onların çoğu bilmez. başlarına gelen kıtlık ve şiddetler, Mûsâ tarafından
değil, kendirinden dolayı Allah katından gelmiştir. [216]
132. Firavun'un
Musa'ya dedi ki: Ey Mûsâ! Bizi, içinde bulunduğumuz dinden çevirmek için hangi
mucizeyi getirirsen getir, sana asla inanmayacağız. Zenanser şöyle der: Eğer
dersen ki, onlar Musa'nın getirdiklerine nasıl önee âyet (mucize) diye isim
verdiler, sonra da onunla bizi büyülemen için... dediler Ben derim ki: Onlar, o
mucizelerin âyet olduklarına inandıkları için onlara âyet demediler. Bunu, ancak
alay ve eğlence maksadıyla söylediler.[217]
133. Onların
üzerlerine şiddetli yağmur Hatta o yağmurun suyunda yüzdüler. Neredeyse helak
olacaklardı. ibn abbas şöyle der: Tûfân; boğucu, ekin ve meyveleri yok edici çok
yağnlur inektir.[218]
Aynı şekilde onların üzerine çekirge gönderdik. Ekinjerjm-meyvelerini, hatta
elbiselerini dahi yedi. Hububatlarını ütecek ekin biti gönderdik. Bunlar,
çekirgelerden geri kalanları yok ediyorl gir görüşe göre Kummel, meşhur bittir.
Bu bit onların elbiseleri ile bedenleri arasına girer ve kanlarını emerdi.
Kurbağalar gönderdik. Hattâ evleri ve yemekleri kurbağa doldu. Onlardan birisi
konuşmak üzere açtığında, kurbağa hemen ağzına atlardı. kelimesi keliiyv
çoğuludur. Onlara kan gönderdik. Yani suları kan haline geldi. Hangi kuyudan ve
nehirden su içmek isteseler, onu kan olarak bulurlar Bunları apaçık alâmetler
olarak gönderdik. Bunlarda ibretler Ve nas ihatlar vardır. Bununla birlikte iman
etmeyi kibirlerine yediremeciiier Günahlara daldıkları için, yine de büyülıuj,
tas layıp mucizelere inanmadılar. [219]
134. Anlatılan
azap onların üzerine çökünce, dediler ki: Ey Mûsâ! Bizim için Rabbirie dua et
de, sana verdiği peygamberlik hürmetine bu, belayı bizden kaldirsm Zemahşerî
şöyle der: Allah'ın sana lütfettiği peygamberlik hürmetine senden istediğimiz duayı bizim için yap.[220]
Cümle başındaki lâm, yemin lamıdır. Yani: Ey Mûsâ! Vallahi içinde bulunduğumuz
azabı bizden kaldmrsan, senin getirdiğin kitaba mutlaka inanacağız ve gerçekten
İsrailoğullarını serbest bırakacağız. Firavunun kavmi İsrailoğullarını çok âdî
işlerde çalıştırıyorlardı. [221]
135. Musa'nın
duası ile mutlaka ulaşacakları bir zamana kadar onlardan azabı kaldırınca, hemen
sözlerinden dönüyor ve inkârlarında ısrar ediyorlar. İbn Abbas: Ulaşacakları
vakit, boğulacakları vakittir, der. [222]
136. Biz
denizde boğmak suretiyle onlardan intikam aldık, Allah'ın âyetlerini
yalanlamaları, onlardan yüzçevirmeleri ve onlara aldırış etmemelerinden dolayı
Firavunu ve kavmini boğduk. [223]
137. Onların
hizmetinde ezilen İsrailoğullarını da Şam bölgesine vâris kıldık. Onları
bölgenin doğusuna ve batısına, köşe bucak her tarafına sahip kıldık. Burası
birçok mal ve meyve ile bereketlendirdiğimiz bir yerdir. Allah'ın
İsrailoğullarına, onları yeryüzünde yerleştireceğine ve düşmanlarına karşı
onlara yardım edeceğine dâir verdiği doğru söz gerçekleşti. Taberî şöyle der:
Onun güzel sözünden maksat şu âyettir: ise yerde güçsüz düşürülenlere lütufta
bulunmak, onları Önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) vâris kılmak
istiyorduk.[224]
Eziyetlere sabırlarından dolayı onlara bu mükafaatı verdik. Firavun ve kavminin
yaptığı sarayları, binaları, yetişdirdikleri tarla ve bahçeleri yıkıp harap
ettik.
Burada Firavun ve kavminin kıssası
sona erer. Bundan sonra, İsrail-oğullarmdan, Allah'ın onlara bolca lütfettiği
büyük nimetlerden ve onlara gösterdiği büyük mucizelerden bahseden yeni bir konu
başlar. Yüce Allah bu konuyu, Rasulünün onlardan gördüğü kötülüklere karşyı onu
teselli etmek için açıklar. [225]
138.
İsrailoğullarını denizden geçirdik. Bu deniz, şimdiki Süveyş Kanalı'nın
bitişiğinde bulunan Kızıl Deniz'dir. Onlar, kendilerine ait putlara ibadete
devam eden bii kavme uğradılar. Dediler ki: Ey Mûsâ! Bunların ibadet ettikleri
putları gibi, bize de, ibadet
edeceğimiz bir put yap. İbn Atıyye şöyle der: Görünen odur ki, İsrailoğulları
gördüklerini beğenmişler, bunun Musa'nın dininde ve kendisiyle Allah'a
yaklaşılan heı şeyde olmasını istemişlerdir. Yoksa onları Mûsâya: Bize bir ilâh
yap da sa dece ona ibadet edelim demiş olmaları uzak ihtimaldir.[226]
Mûsâ: Gerçekten siz, Allah'ın büyüklüğünü ve onun ortaktan ve benzerder uzak
tutulması gerektiğini bilmeyen bir toplumsunuz. Zemahşerî şöyle der Hz.Mûsâ
onların gördükleri bu büyük âyet ve mucizeden sonra bu şeklid' konuşmalarına
hayret etti ve onları mutlak cehaletle vasıflandırdı ve bun vurgulu bir şekilde
ifâde etti. Çünkü onlardan gördüğü bu şeyden daha büyük ve daha âdî cehalet
olmaz..[227]
139. Şüphesiz
bunların mensup oldukları bâtıl din yani putperestlik yıkılıp yok olacaktır.
Bunların amelleri tamamen bâtıldır ve yok olup gitmiştir. Çünkü bunlar ibadete
lâyık olmayan şeylere tapıyorlar. [228]
140. Mûsâ dedi
ki: Ben size ibadete layık olan Allah'tan başka bir ma'bûd mu arayayım? Halbuki
Allah, güzel nimetler vermek suretiyle sizi diğerlerine üstün kıldı. Taberî:
"Allah sizi, zamanınız ve asrınızda diğer alemlere üstün kıldı." şeklinde tefsir
eder.[229]
141. Ey
İsrailoğulları! Daha Önce size verdiğim nimetleri hatırlayın. Hani sizi
Firavun'un kavminden kurtardım. Onlar size işkencelerin en kötüsü ve en
korkuncunu tattırıyorlardı. Yüce Allah bu işkenceyi açıklayarak şöyle buyurdu:
Erkeklerinizi kesiyor, kızlarınızı hizmette kullanmak için sağ bırakıyorlardı.
Bu işkencede Allah sizi büyük bir imtihan ve denemeye tabî tuttu ve sizi ondan
kurtardı. Hâlâ ona şükretmiyor musunuz? [230]
142. Bize otuz
gece ibâdet etmesi için Mûsâ ile sözleştik ve otuz gece geçtikten sonra ona on
gece daha ilave ettik. Böylece ibâadet kırk gecede tamamlandı. Ze-mahşerî şöyle
der: Rivayet edildiğine
göre Hz.Mûsâ Mısırda
iken İsrailoğullanna eğer Allah
düşmanlarını helak ederse, onlara Allah katından neyi yapacaklarını ve neyi
yapmayacaklarını açıklayarak bir kitap getireceğine dâir söz verdi. Firavun
helak olunca Hz.Mûsâ, Allah'tan bu kitabı istedi. Allah ona zilkade ayında otuz
gün oruç tutmasını emretti. Bu otuz günü
tamamlayınca ağzının değişen
kokusundan hoşlanmayarak misvak
kullandı. Bunun üzerine Allah ona şöyle vahy etti. Bilmiyor musun ki benim
katımda oruçlunun ağzının
kokusu misk kokusundan
daha güzeldir? Bundan sonra Yüce Allah, Hz.Musa'ya orucuna zilhicce
ayından on gün daha ilâve etmesini emretti.[231]
Hz.Mûsâ kardeşi Harun'a, "Ben dönünceye
kadar bunların başında benim yerime sen dur, benim halifem ol." dedi. Onların
durumunu ıslah et, Allah'a isyan ederek yeryüzünde fesat çıkaranların yolundan
gitme. [232]
143. Mûsâ
kendisine söz verdiğimiz vakitte gelerek Rabbine münacatta bulunup Rabbi de
vasıtasız olarak onunla konuşunca Mûsâ (a.s): "Rabbim Mukaddes zâtını bana
göster de sana bakayım." dedi. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah kelâmını Musa'ya
işittirince Mûsâ Rabbini görmeyi arzuladı ve ona bakmak için istekte bulundu.[233]
Rabbi ona cevap vererek buyurdu ki: Dünyada beni göremezsin. Çünkü insan
bünyesinin buna gücü yetmez. Fakat senden daha kuvvetli olan dağa tecellî
edeceğim, eğer dağ sarsılmaz da yerinde kalırsa o zaman sen de beni
görebilirsin. Aksi takdirde sen buna tahammül edemezsin. Rabbinin nurundan,
serçe parmağın ucunun yansı kadar görünence, dağ parçalanıp dağıldı, Mûsâ
(a.s)'da gördüğü olayın şiddetinden bayılıp düştü. İbn Abbas şöyle der: Yüce
Allah'tan dağa ancak serçe parmağı kadar bir nur tecellî etti de dağ toprak
oldu. Mûsâ da bayılıp düştü.[234]
Hadiste Dağ yere battı.[235]
buyurulmuştur. Mûsâ ayılmca, "Rabbim! Seni noksan sıfatlardan ve herhangi bir
kimsenin seni dünyada iken görmesinden tenzih ederim. Seni dünyada iken görmek
istediğim için tevbe ettim. Ben senin azamet ve büyüklüğüne inananların
ilkiyim. [236]
144. Allah
buyurdu ki: Ey Mûsâ! Ben" sana ilâhî risâleti vermek ve vasıtasız olarak
konuşmakla seni zamanındaki insanlara tercih ettim. Sana verdiğim peygamberlik
ve üstün bilgi şerefini al ve verdiği güzel nimetlerden dolayı Rabbine şükret
Ebussuûd şöyle der: Âyet, Hz.Mûsâ'nm Allah'ı görme isteğinin kabul
edilmemesinden dolayı onu tesellî mâhiyetinde söylenmiştir. Sanki şöyle
denilmiş: Sana kendimi göstermedimse bilesin ki âlemlerde kimseye vermediğim
büyük nimetleri sana vermişimdir. Onu ga-nimet bil ve ona şükretmeye devam et.[237]
145. Ona İsrail
oğullarının dinleri hususunda muhtaç oldukları her türlü öğüt ve nasihati
yazdık. Helal ve haramı açıklayan hükümleri genişçe anlattık. Bunların hepsi
Tevrat'ın levhalarında mevcuttur, Öğüt alsınlar ve günahlardan sakınsınlar
diye, bir de her türlü şer'î yükümlülükleri açıklamak için bunları yazdık. Onu
azim sahiplerine yakışır bir şekilde gayret ve ciddiyetle
al.
İsrailoğullarını da teşvik ederek
en faziletlisini, yani ruhsatları değil azimetleri almalarını emret. Meselâ
affetmek kısas yapmaktan daha faziletli,
sabretmek te intikam almaktan daha üstündür. Nitekim Yüce Allah bir âyette şöyle
buyurmuştur. Kim sabreder ve affederse şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer
işlerdendir.[238]
İbn Abbas şöyle der: Hz. Musa'ya Tevrat'ı kavminden daha kuvvetli ,ve sağlam
alması emredildi.[239]
Yakında fâşıkların yani Firavun ve kavminin yurdunun ne olduğunu göreceksiniz.
İbret alasınız da onlar gibi olmayasınız diye yurtlarının nasıl ıssız kaldığını,
fasıklıklann-dan dolayı nasıl helak edildiklerini göreceksiniz. Çünkü o yurdu
halkından ıssız bir şekilde görmek, ibret alma ve günahlardan sakınmayı
gerektirir. [240]
146. Yeryüzünde
haksız yere böbürlenenlere âyetlerimi anlama imkânı vermeyeceğim. Onlar artık
âyetlerde olanları düşünüp anlayamazlar. Böbürlenmelerine karşılık ceza olarak
kalplerini mühürleyeceğim. Zemahşerî şöyle der: Bu âyet, kibirleri ve Allah'ın
âyetlerini inkârları sebebiyle Allah'ın
âyetlerinden uzaklaştırılanların
sonunda uğrayacakları azaba karşı muhatapları uyarmaktadır ki onlar gibi
olmasınlar ve onların gittikleri yoldan gitmesinler.[241]
Onlar, kendilerine indirilen bütün Kur'an âyetlerini veya her türlü Rabbânî
mucizeleri görseler de yine onları tasdik etmezler. Hidâyet ve kurtuluş yolunu
görseler de ona girmezler. Sapıklık ve fesat yolunu görürlerse hemen oraya
girerler. Nitekim âyet-i kerimede şöyle
buyurulmuştur: Biz onlara doğru yolu gösterdik, fakat onlar körlüğü hidâyete
tercih ettiler.[242]
gtite, Onların Allah'ın hidâyeti ve şeriatinden dönmeleri, Allah'ın âyetlerini
yalanlamalarından ve mutluluklarının sebebi olan âyetlerden gafil olmalarından
ileri gelmektedir. Zira onlar, Allah'ın âyetlerini düşünüp te ibret
almazlar. [243]
147. Allah'ın
âyetlerini ve âhirette Allah'a kavuşacağını inkâr edip öldükten sonra dirilmeye
inanmayanları var ya, işte onların dünyada işledikleri hayırlı amelleri, yani
yaptıkları iyilikler, akrabayı ziyaret, ona yardım, sadaka ve benzeri amelleri
boşa çıkmıştır. İman etmedikleri için sevapları yok olup gitmiştir. Onlara
dünyada yaptıklarından başka şeye göre mi sevap veya ceza verilecek? [244]
148. Musa'nın
arkasından kavmi, zînet takımlarından, böğürebilen bir buzağı heykelini ilâh
edindiler. Hafız İbn Kesir şöyle der: Yüce Allah, Sâmirî'nin zînet
takımlarından Israüoğulları için yapmış olduğu buzağıya ibadet edenlerin
düştükleri sapıklığa haber vermektedir. Sâmirî, onlar için süs eşyalarından
ruhsuz bir buzağı heykeli yaptı. Heykeli o şekilde yaptı ki içine rüzgar giriyor
ve ondan böğürtü yani sığır sesi gibi bir ses işitiliyordu.[245]
Âyette geçen kaydından maksat olayın Hz.Mûsâ'nm, Rabbi ile konuşmak için Tûr
dağına gitmesinden sonra meydana geldiğini bildirmektir. Bu soru kınama ve
azarlama ifade eder. Yani buzağıda yaratıcı ve rızık vericinin sıfatlarından
hiçbiri bulunmadığı halde onu nasıl ilâh edinip ona taptılar!? O ne konuşma
gücüne, ne de onları mutluluk yoluna iletecek güce sahiptir. Şu halde onu nasıl
ilâh ediniyorlar? Buzağıyı ilâh edinip ona ibadet ettiler ve böylece kendilerine
zulmedenler oldular. Çünkü onlar, eşyayı konulması gereken yerden başka yere
koydular. edindiler" lafzının tekrar edilmesi onların adîliğini daha fazla
vurgulamak içindir. [246]
149.
İşledikleri günahlara pişman olup buzağıya ibadet etmelerinden dolayı
duydukları pişmanlık ve üzüntü şiddetlenince ve kendilerinin dalâlete
düştükleri, gözleriyle görüyorlarmış gibi apaçık ortaya çıkınca dediler ki
Rabbimiz bizi rahmet ve mağfiretiyle ıslâh etmezse biz mutlaka helak olanlardan
oluruz. İbn Kesir şöyle der: Bu durum, onların günahlarım itiraf ettiklerini ve
Yüce Allah'a sığındıklarını göstermektedir
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder