İBRAHİM SÜRESİ
İBRAHİM
SÜRESİ
Mekke'de inmiştir. 52
âyettir.
Sûreyi Takdim
Bu mübarek sûre Allah'a,
peygamberliğe, öldükten sonra dirilmeye ve hesaba iman gibi temel inanç
konularını kapsar. Hemen hemen sûrenin başlıca ağırlık merkezi, peygamberlik ve
peygamberdir. Sûre peygamberlerin davetini geniş bir şekilde ele alır;
peygamberin görevini açıklar ve semavî dinlerin birliğinin ne demek olduğunu
îzâh eder. Şüphesiz peygamberler (a.s) iman kalesini yükseltmek, bütün
mahlûkâtin kendisine boyun eğdiği gerçek ilâhı insanlara tanıtmak ve onları
karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için gelmişlerdir. Her ne kadar detaylarda
aralarında fark olsa da, davetleri bir, hedefleri tekdir.
Sûre Hz.Musa'nın
peygamberliğinden, kavmini Allah'a ibadete ve ona şükretmeye çağırmasından
bahseder. Nûh, Ad ve Semûd kavimleri gibi, geçmiş milletlerden peygamberleri
yalanlayanlardan misaller verir. Sonra bu âyetler, asırlar boyu peygamberlerin
kavimleriyle olan münasebetlerinden bahseder. Onlarla aralarında geçen ve
Allah'ın zalimleri yok etmesiyle sonuçlanan konuşma ve tartışmaları anlatır:
İnkâr edenler peygamberlerine
dediler ki: Elbette sizi ya yurdunuzdan çıkaracağız, ya da mutlaka dinimize
döneceksiniz! Rab-leri de onlara, "Zalimleri mutlaka yok edeceğiz" diye
bildirdi. Onlardan sonra sizi mutlaka o yerde yerleştireceğiz. İşte bu,
makamımdan korkan ve azabımdan sakınan kimselere mahsustur.[1]
Bu mübarek sûre âhiret
sahnelerinden bir sahneyi anlatır. Bu sahnede suçlu bedbahtlar, kendilerine
uymuş olan zayıf kimselerle karşılaşırlar. Sûre bunların arasında geçen ve
ateşinde yanacakları cehennemde üst üste yığılmalarıyla sona eren uzun
konuşmadan bahseder. Tabilerin liderlere yönelttiği bu küfür ve lanetlemelerin
onlara bir faydası olmaz. Hepsi cehenneme girer. Daha sonra bu âyetler, iman ve
sapıklık için, iyi ağaçla kötü ağacı misal verir. Daha sonra sûre, zâlimlerin
hesap ve kıyamet gününde varcaklan yeri açıklayarak sona erer. [2]
İsmi
Peygamberlerin babası ve hanîf
dinine mensup olanların önderi Hz. İbrahim (a.s)'in anılarını ebedileştirmek
için bu mübarek sûreye "İbrahim Sûresi" adı verildi. Hz.İbrahim putları kırmış,
Allah'ın birliği inancının bayraktarlığını yapmış; yüce hanîf dinini ve son
peygambere gönderilen İslam dinini getirmiştir. Kur'an-ı Kerim bize, Hz.İbrahim
(a.s)'in Kabe'yi yapıp bitirdikten sonraki mübarek çağrılarım anlatır. Bu
davetlerin hepsi imana ve Allah'ı birlemeye yöneliktir. [3]
Bismillahirrahmanirrahim
1. Elif, Lâm,
Râ. Bu Kur'an Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her
şeye galip (ve) övgüye layık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana
indirdiğimiz bir kitaptır.
2. O Allah ki,
göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Şiddetli azaptan dolayı kafirlerin
vay haline!
3. Dünya
hayatını âhirete tercih edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve onun eğriliğini
isteyenler var ya, işte onlar uzak bir sapıklık
içindedirler.
4. Onlara iyice
açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık
Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O, güç ve hikmet
sahibidir.
5. Andolsun ki
Musa'yı da, "Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah'ın
günlerini hatırlat." diye mucizelerimizle gönderdik. Şüphesiz ki bunda çok
sabırlı, çok şükreden
herkes için ibretler vardır.
6. Hani Musa
kavmine demişti ki: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü o, sizi
işkencenin en kötüsüne sürmekte ve oğullarınızı kesip kadınlarınızı bırakmakta
olan Firavun ailesinden kurtardı. İşte bu size anlatılanlarda, Rabbinizden büyük bir imtihan
vardır.
7. Hatırlayın
ki Rabbiniz size, "Eğer şükrederseniz, elbette size artıracağım ve eğer
nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir!" diye
bildirmişti.
8. Musa dedi
ki: "Eğer siz ve yeryüzünde olanların hepsi nankörlük etseniz, bilin ki Allah
gerçekten zengindir, hamdedilmeye lâyıktır."
9. Sizden
öncekilerin, Nûh, Ad ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin haberleri
size gelmedi mi? Onları Allah'tan
başkası bilmez. Peygamberleri kendilerine mucizeler getirdi de onlar, ellerini
peygam berlerinin ağızlarına bastılar ve dediler ki: "Biz size gönderileni inkar
ettik ve bizi kendisine çağırdığınız şeyden şüphelendirici bir kuşku
içindeyiz."
10.
Peygamberleri dedi ki: "Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var?
Halbuki o günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi muayyen bir vakte
kadar yaşatmak için sizi çağırıyor." Onlar dediler ki: "Siz de bizim gibi bir
insandan başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu
şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir delil
getirin!"
11.
Peygamberleri de onlara dediler ki: "Biz sizin gibi bir insandan başkası
değiliz. Fakat Allah, nimetini kullarından dilediğine lütfeder. Allah'ın izni
olmadan bizim size bir delil getirmemize imkân yoktur. Mü'-minler ancak Allah'a
dayansınlar.
12. Hem, bize
yollarımızı göstermiş olduğu halde ne diye biz, Allah'a dayanıp güvenmeyelim?
Sizin bize verdiğiniz eziyete elbette katlanacağız. Tevekkül edenler yalnız
Allah'a tevekkülde sebat etsinler."
13. Kâfir olanlar
peygamberlerine dediler ki: "Elbette sizi, ya yurdumuzdan
çıkaracağız, ya da mutlaka dinimize döneceksiniz." Rableri de onlara,
"Zalimleri mutlaka helak edeceğiz!" diye bildirdi.
14. Ve onlardan
sonra sizi mutlaka o yerde yerleştireceğiz. İşte bu makamımdan korkan ve
azabımdan sakınan kimselere hastır.
15.
Peygamberler fetih istediler. Her inatçı zorba hüsrana
uğradı.
16. Ardından da
cehennem vardır; orada kendisine irinli su içirilecektir!
17. Onu
yudumlamaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecek ve ona her yandan ölüm
gelecek ama o ölecek değildir. Bundan ötede de daha şiddetli bir azap
vardır.
Kelimelerin İzahı
Veyl, yok olma ve helak olma
demektir.
Seçerler, tercih
ederler.
Size tattırıyorlar. Bir kimse
birisine zillet tattırdığında denilir.
Kuşkusuz bir şekilde
bildirdi.
Nebe', haber demektir. Çoğulu dır.
Sultan, delil ve hüccet manasınadır. Fâtır, yoktan yaratan. Düşmanlarına karşı
zafer istediler. Cebbar, kendisine karşı hiç kimseyi haklı görmeyen kibirli,
zorba.
Anîd, hakka karşı inat eden, hak
yoldan uzaklaşıp giden.
En kötü deve, çok inatçı olandır"
der. Sadîd, cehennem ehlinin bedenlerinden akan irin. Acılığından dolayı onu
zorla yudumlar. Onu kolayca yutar.
Araplar. [4]
Ayetlerin Tefsiri
1. Elif, lâm,
Râ. Bu i'cazlı kitap, bu huruf-u mukatta türü harflerden meydana gelmiştir.
Elinizden geliyorsa, bunun benzerini getirin, Ey Muhammedi Bu Kur'an, sana
indirdiğimiz kitaptır. Onu sen uydurmadın. Onu ancak sana biz vahyettik.
İnsanlığı cehalet ve sapıklık karanlıklarından ilim ve iman aydınlığına çıkarman
için, onu sana Rablerinin emri ve izniyle indirdik. Onları, her lisanda övülen,
her yerde yüceltilen ve mağlup edilemeyen Allah'ın yoluna iletmen için
indirdik. [5]
2. Allah,
göklerde ve yerde ne varsa hepsinin sahibidir.
İnsanlara ihtiyacı yoktur. Kâinata ve onda bulunan herşeye hakimdir,
Zeccâc şöyle der: Veyl, azap ve helak için söylenilen bir kelimedir.[6]
Yani: Kâfirler helak olsunlar, yok olsunlar. Allah'ın elem verici azabından
dolayı onların vay haline! Bundan sonra Yüce Allah o kafirlerin sıfatlarını
açıklayarak şöyle buyurur: [7]
3. Onlar, bu
geçici hayatı ebedî olan âhiret hayatına tercih edenlerdir. İnsanları İslam
dininden çevirir, ona girmelerine engel olurlar. Kendi heveslerine uysun diye
Allah'ın dininin eğri olmasını isterler. İşte bu kötü sıfatları taşıyan o
kafirler, haktan uzak apaçık bir sapıklık içindedirler. Onların ne
düzelecekleri ne de başarılı olacakları ümit edilir. [8]
4. Biz geçmiş
milletlere her peygamberi kendi kavminin
diliyle gönderdik ki, onlara
Allah'ın şeriatını açıklasın ve
maksadını anlatsın da, peygamber göndermenin gayesi gerçekleşmiş olsun. Peygamberlerin görevi sadece bildirmektir.
Doğru yolu bulma ve iman etme işi Allah'ın elindedir.
Daha önce verdiği sağlam hükmü
gereği, o, saptırmak istediğini saptırır, doğru yola iletmek istediğini de
iletir. O, mülkünde izzet sahibidir, yaptığında hikmet sahibidir. [9]
5. Şüphesiz
Musa'yı, doğruluğunu gösteren açık mucizelerle gönderdik. Buradaki "diye"
manasında tefsir edatıdır. Yani: İsrailoğullarını, cehalet ve inkar
karanlıklarından iman ve Allah'ı birleme aydınlığına çıkar diye gönderdik. Ebu
Hay-yân şöyle der: kavmini lafzı, Hz.Musa'nın sadece kendi kavmine
gönderildiğini ifade eder. Hz.Muhammed (s.a.v) hakkında buyrulan insanları
çıkarman için" ifadesi, onun peygamberliğinin umumî olduğunu gösteren
delillerdendir.[10]
Onlara, Allah'ın verdiği nimet ve ihsanları hatırlat" diye gönderdik. Allah'ın
nimetlerini hatırlatmada, onlara şükreden ve belâlara sabreden her itaatkar kul
için ibret ve deliller vardır. [11]
6. Hatırla ki,
Mûsâ kavmine, "Allah'ın size verdiği büyük nimetleri hatırlayın" dedi. Hani o
sizi, zilletten, Firavun ve askerlerine köle olmaktan
kurtarmıştı.
Onlar size en kötü işkence
çeşitlerini tattırıyorlardı. Erkekleriniz kesiyor, kızlarınızı hayat boyu zillet
ve aşağılık içersinde bırakıyorlardı. Bu olayda Rabbiniz sizi büyük bir imtihan
ve denemeye tabi tutmuştur. Tefsirciler şöyle der: Erkeklerin öldürülmesinin
sebebi şu idi: Kâhinler Firavun'a dediler ki: Senin saltanatın İsrailoğulları
içinde doğacak bir erkek çocuk vasıtasıyla yok olacaktır. Bunun üzerine Firavun
onlardan doğan her erkek çocuğun öldürülmesini emretti. [12]
7. Bu,
Hz.Musa'nm sözünün devamıdır. Yani, yine hatırlayın ki, o zaman Rabbiniz
şüphesiz şöyle bildirmişti: "Eğer nimetlerime şükrederseniz, elbette size
lutfumu arttırırım. Eğer inkar ve isyanda bulunarak nimetime nankörlük
ederseniz, bilesiniz ki azabım şiddetlidir." Yüce Allah, şükre karşı nimeti
artıracağına söz verdiği gibi, inkara karşı azap edeceğini vadetti. [13]
8. Hz.Musa
İsrailoğullarının iman edeceklerinden ümit kesince onlara dedi ki: Siz ve bütün
yaratıklar inkar etseniz, Allah'a asla hiç zarar veremezsiniz. Allah'ın,
kullarının şükrüne ihtiyacı yoktur. O, bizzat övgüye müstehaktır. İnkarcılar
O'nu inkar etseler de O, övgüye lâyıktır. [14]
9. Nûh, Âd ve
Semûd kavimleri gibi, sizden önceki yalanlayıcı milletlerin haberleri size
gelmedi mi? Onlar, Allah'ın âyetlerini yalanlayınca başlarına neler gelmişti?
Onlardan sonra gelen milletlerin
haberleri de size ulaşmadı mı? Onların sayısını Allah'tan başka kimse bilmez.
Peygamberleri onlara açık deliller ve parlak mucizeler getirdiler. Onları
yalanlamak için ellerini ağızlarına koydular. Ibn Mes'ûd şöyle der: Kinlerinden
parmaklarım ısırdılar.[15]
Dediler ki, Allah'ın size gönderdiğini iddia ettiğiniz şeyi biz inkar ediyoruz,
Şüphesiz, bizi çağırdığın şey hakkında büyük bir şüphe içindeyiz. Sizin
dininizden rahatsız oluyor ve sıkılıyoruz. [16]
10.
Peygamberler onlara şöyle cevap verdi: Allah'ın varlığı ve birliğinde şüphe mi
var? Bu soru, inkar ve kınama ifade eder. Zira deliller açık olduğu için şüphe
ihtimali yoktur. Bundan dolayı peygamberler şöyle diyerek Allah'ın varlığını
gösteren delillere dikkat çektiler: Daha önce benzeri olmadığı halde, gökleri ve
yeri yoktan yaratan odur. O sizi imana çağırıyor ki, günahlarınızı bağışlasın.
İman ettiğiniz takdirde sizi, tayin edilen ecelin sonuna kadar yaşatır. Acele
olarak cezalandırıp da sizi helak etmez. Onlar peygamberlere dediler ki, "Sizin
bize karşı bir üstünlüğünüz yok, siz de bizim gibi insandan başka bir şey
değilsiniz. Siz bizim, babalarımızın tapmış olduğu putlara tapmamıza engel olmak
istiyorsunuz. Bize, doğruluğunuza dair açık bir delil getirin. [17]
11.
Peygamberler: "Sizin de söylediğiniz gibi, biz sadece sizin gibi bir insanız"
dediler. Fakat Allah, kullarından dilediğine peygamberlik lütfeder. Ze-mahşerî
şöyle der: Peygamberler, tevazu göstererek üstünlüklerini söylemediler. Yalnız
onların sözlerini kabul ettiler ve kendilerinin sadece onlar gibi bir insan
olduklarını bildirdiler. Bunun ötesine gelince, onlar gibi değillerdir.[18]
Allah'ın izni ve dilemesi olmadan,
bize teklif ettiğiniz hiç
bir delil ve
mucizeyi size getirmemiz mümkün değildir. Mü'minler bütün işlerinde sadece Allah'a
dayansınlar. [19]
12. Yine
peygamberler dediler ki: Hangi şeye bizi Allah'a tevekkül etmekten alıkoyar?
Halbuki O, azabından kurtuluş yolunu bize göstermiştir, Sizin eziyetlerinize
mutlaka sabredeceğiz. İbn'ul Cevzî şöyle der: Bu ve benzeri kıssalar
peygamberimize, sabır hususunda kendisinden öncekilere uysun ve onların
başlarına gelenleri bilsin diye anlatılmıştır.[20]
Bu âyet, önceki âyetin tekrarı değildir. Bunun manası tevekkülde sebat
etmektir. Yani, tek olan Allah'a tevekkülde sebat ve devam etsinler. Burada
azgınlık, zorbaların sahip olduğu maddî güçle böbürlenerek yüzünü gösterir: [21]
13. İnkar
edenler, tertemiz peygamberlere, "Vallahi ya dinimize dönersiniz, yahut sizi
mutlaka yurdumuzdan kovacağız" dediler. Allah peygamberlere, "Zorba, inkarcı
düşmanlarınızı mutlaka yok edeceğim" diye vahyetti.[22]
14. Onlar yok
olduktan sonra yurtlarını size vereceğim, İşte bu peygamberlere yardım ve
zalimleri yok etme işi; huzurumda durmaktan, azabımdan ve tehdidimden korkan
kimseler içindir. Ebu Hayyan şöyle der: Onlar peygamberleri kendi dinlerine
dönmeye, aksi halde yurtlarından çıkarmaya yemin edince, Yüce Allah da onları
yok etmeye yemin etti. Hangi sürgün, yok etmekten daha büyüktür. Zira durumda
onlar için yurtlarına bir daha asla dönüş yoktur.[23]
15.
Peygamberler kavimlerine karşı Allah'tan yardım istediler ve hakka karşı
inatçılık eden her zorba yok olup gitti. [24]
16. O kâfirin
önünde de cehennem vardır, orada ona kanlı ve irinli su içirilir. Acılığından
dolayı onu yudum yudum alır. [25]
17.
Çirkinliğinden ve pisliğinden dolayı neredeyse onu yutamaz. Kendisim ter
haraftan kuşatan ölüm sebepleri ona gelir. Fakat ölmez. Çünkü azabını
tamamlıyacaktır. Önünde, öncekinden daha şiddetli ve daha korkunç bir azap
vardır. [26]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları, aşağıdaki şekilde
özetleyebiliriz:
1. İnsanları,
karanlıklardan aydınlığa çıkarman için" âyetinde istiare vardır. Şöyle ki,
"karanlıklar" inkar ve sapıklık için, "aydınlık" ise hidâyet ve iman için
müsteâr olarak kullanılmıştır. Ona ölüm gelir" âyetinde ölüm, insanı saran
sıkıntı ve ızdıraplardan müsteârdır. Bazan üzüntülü kimsenin başına gelenlerin
büyüklüğünü ve karşılaştıkları şeyin ızdırap verici olduğunu abartarak söylemek
için "o, ölüm sıkıntıları içindedir" denir.
2. saptırır ile
doğru yola iletir şükrettiniz ile nankörlük ettiniz ve mutlaka çıkaracağız ile
Mutlaka döneceksiniz kelimeleri arasında tıbâk sanatı
vardır.
3. Çok sabreden
çok şükreden ve Zorba, çok inatçı" kelimeleri mübalağa
kipleridir.
4.
Gönderdiğimiz bir peygamber ile Tevekkül edenler tevekkül etsin" cümlelerinde
iştikak cinası vardır.
5. şiddetli" ve
inatçı" kelimelerinde seci' vardır. [27]
Faydalı Bilgiler
Yüce Allah Bakara sûresinde,
vav'sız olarak kesiyorlardı burada da olarak buyurdu. Bunun sırrı şudur: Bakara
sûresinde bu âyet, önce geçen Azabın kötüsü"nü açıklamak üzere gelmişti. Sanki
Yüce Allah "Size azabın kötüsünü tattırıyorlardı." buyurmuş, sonra da, Sizin
erkek çocuklarınızı kesiyorlardı" buyurularak açıklamıştır. Bu sûrede ise,
açıklama değildir. Çünkü burada mana şöyledir: Onlara çeşitli işkenceleri
uyguluyor ve onları kesiyorlardı. Bu, Bakara sûresinde belirtilenden başka bir
âyettir. Allah daha iyi bilir. [28]
18. Rablerini
inkar edenlerin durumu şudur: Onların amelleri fırtınalı bir günde rüzgârın
şiddetle savurduğu küle benzer. Kazandıklarından hiçbir şeyi elde edemezler.
İşte bu, büyük sapıklığın kendisidir.
19. Allah'ın
gökleri ve yeri hak ile yarattığını görmedin mi? O dilerse sizi ortadan kaldırıp
yepyeni bir halk getirir.
20. Bu, Allah'a
zor değildir.
21. Hepsi
Allah'ın huzuruna çıkacak ve zayıflar o büyüklük taslayanlara diyecekler ki:
"Biz sizin tâbile-rinizdik. Şimdi siz, Allah'ın azabından herhangi bir şeyi
bizden savabilir misiniz?" Onlar derler ki: "Allah bizi hidâyete erdirseydi biz de sizi, doğru yola
iletirdik. Şimdi biz sızlansak da, sabretsek de birdir. Çünkü bizim için
sığınacak bir yer yoktur."
22. İş
bitirilince, şeytan diyecek ki: "Şüphesiz Allah size gerçek olanı va'detti, ben
de size va'dettim ama, size yalancı çıktım. Zaten benim size karşı bir gücüm
yoktu. Ben, sadece sizi çağırdım, siz de benim davetime hemen koştunuz. O halde
beni yermeyin, kendinizi yerin. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni
kurtarabilirsiniz! Kuşkusuz daha önce beni Allah'a ortak koşmanızı bugün inkar
ediyorum. Şüphesiz zalimlere, elbette acıklı bir azap
vardır."
23. İman edip
de amel-i sâlih yapanlar, Rablerinin izniyle
içinde ebedî kalacakları ve
zemininden ırmaklar akan cennetlere sokulacaklardır. Orada onların
sağlık temennileri, "selâm"dır.
24. Görmedin mi
Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel bir sözü, kökü yerde sabit, dalları gökte
olan güzel bir ağaca benzetti.
25. O ağaç,
Rabbinin izniyle her zaman yemişini
verir. Öğüt alsınlar diye Allah
insanlara misaller getirir.
26. Kötü bir
sözün misali, gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma inkanı olmayan
bir ağaca benzer.
27. Allah
Teâlâ, "Sağlam söze" iman edenleri hem dünya hayatında hem de âhirette
sapasağlam tutar. Zalimleri ise Allah saptırır. Allah dilediğini
yapar.
28. Allah'ın
nimetine nankörlükte karşılık veren ve sonunda kavimlereni helak yurduna
sürükleyenleri görmedin mi?
29. Onlar
cehenneme girecekler. O ne kötü karargâhtır!
30. Allah
yolundan saptırmak için O'na ortaklar koştular. De ki: "Yaşayın! Şüphesiz
dönüşünüz ateşedir."
31. İman eden
kullarıma söyle: Namazlarını dosdoğru kılsınlar, kendisinde ne ahş-veriş, ne de
dostluk bulunan bir gün gelmeden önce, kendilerine verdiğimiz rızıklardan
gizli-açık harcasınlar.
32. O öyle
Allah'tır ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten suyu indirip onunla rızık olarak
size türlü meyveler çıkardı; izni ile
denizde yüzüp gitmeleri
için gemileri emrinize verdi; nehirleri de sizin için
akıttı.
33. Âdetleri
üzere seyreden güneşi ve ayı size faydalı kıldı; geceyi ve gündüzü de
istifadenize verdi.
34. O size
istediğiniz her şeyden verdi. Eğer Allah'ın nimetini sayacak olsanız
sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür!
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde
kafirlerin peygamberlerle alay etmelerini ve onlar için âhirette hazırlamış
olduğu azap ve işkenceleri anlattıktan sonra bu âyetlerde de onların amelleri
için darb-ı mesel getirdi. Sonra da önderlerle, onlara uyanlar arasındaki
münakaşayı açıkladı. Bunun ardından da, Allah'ın, kullarına verdiği nimetleri
hatırlattı ki, ona kulluk ve şükür etsinler.
[29]
Kelimelerin İzahı
Asıf, rüzgârı şiddetli
fırtına.
Meydana çıktılar, Gizli iken açığa
çıkmak demektir. İse, geniş yer demektir. Ortada olduğu, göründüğü için bu isim
verilmiştir. İnsanlara görünen kadına da denilir.
Mahîs, kaçacak ve kurtulacak yer.
Bir kimse bir şeyden kaçıp gitmek istediğinde denir.
Sabırsızlık ettik. Sıkıntıya
katlanmamak manasınadır. Sabrın zıddıdır.
Musrihuküm, sizin yardımcınız.
Yardım isteyene yardım edene musrih denir. Ümeyye şöyle
der:
Sabırsızlık göstermeyin. Ben size
yardım edecek birisi değilim. Benim size bir yardımım ve bir faydam yoktur.[30]
Kökünden koparıldı. Bevâr, yok olmak demektir.
Hilâl, arkadaşlık ve dostluk
manasına gelen hülle kelimesinin çoğuludur. İmruu'1-Kays şöyle
der:
Yok olma korkusuyla, kadınları
sevmekten vazgeçtim. Yoksa ben dostlarımdan uzak ve onlara kızgın değilim.[31]
Dâibeyn, âdetleri üzere devam
edenler. lügatte bir şeyin belirli bir âdet üzere bir işte devam etmesi
manasınadır. Bir kimse bir işe böyle devam ettiğinde denilir. Mastarı dir. [32]
Âyetlerin Tefsiri
18. Kâfirlerin
dünyada sevap kazanmak için işlemiş oldukları sadaka sıla-i rahim ve diğer
amellerin durumu, fırtınalı bir günde şiddetli bir fırtınanın savurup yok ettiği
kulun durumuna benzer. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah bu âyeti kafirlerin ameli
için darb-ı mesel getirdi. O, kafirlerin amellerini, fırtınalı bir günde
şiddetli rüzgarın külü yok ettiği gibi, yok edeceğini bildirdi. Çünkü onlar, bu
amellerde başkalarını Allah'a ortak koşmuşlardı.[33] İnkarları sebebiyle amellerini boşa
çıkardıkları için kafirler dünyada yapmış
oldukları iyiliklerin sevabını
alamazlar. Bu, insanın, rüzgârın savurduğu külden bir şey
elde edememesine benzer. İşte bu, büyük bir ziyandır. [34]
19. Ey muhatap!
Kalp gözünle görmedin mi ve basiretinle düşünmedin mi ki, yaratan ve icad eden
sadece Yüce Allah'tır. Gökleri ve yeri, kudretine delil getirilsinler diye
yaratan O'dur. Tefsirciler şöyle der: Allah onları boş yere yaratmadı. Onları
sadece yüce bir gaye için yarattı, Allah, dilerse sizi yok eder, yeni bir nesil
yaratır. Yani, Allah icat etmeye ve hayat vermeye kadir olduğu gibi yok etmeye
de kadirdir. İbn Abbas şöyle der: Bundan maksat şudur: Ey kafirler topluluğu!
Allah sizi öldürür ve yerinize sizden daha hayırlı ve daha itaatli bir kavim
getirir.[35]
20. Bu, Allah
için zor veya imkânsız değildir, çünkü herşeye kadir olan bir varlığa hiçbir şey
zor gelmez. [36]
21. Kıyamet
gününde, hesap vermek için kabirlerinden çıkarlar. Hiçbir şey onları Allah'tan
gizleyemez. Fahreddin er-Râzî şöyle der: çıktılar. fiili, her ne kadar gelecek
zaman manası ifade etsede, geçmiş zaman kipi ile gelmiştir. Çünkü, Allah'ın
haber verdiği her şey doğru ve gerçektir. Dolayısıyla sanki olmuş ve meydana
gelmiş gibidir. Cennet ehli, Cehennem ehline seslendi"[37]
âyeti bunun bir benzeridir.[38]
Tâbiler ve halk tabakası, dünyada iken
kendilerini saptıran kibirli liderle şöyle der: Biz size tabi idik, sizin
emirlerinizi uyguluyorduk. Siz Allah'ın azabından bîr şeyi bizden savabilir
misiniz? Bu soru, kınama ve azarlama ifade eder. Önderler mazeret ileri
sürerek: "Allah bize iman nasip etseydi, biz de sizi doğru yola iletirdik. Fakat
biz sapıklığa düştük, sizi de saptırdık. Bugün artık kınamanın ve sabırsızlığın
bize faydası olmaz. Sabretsek de, sabretmesek de bizim için aynıdır. Taberî
şöyle der: Cehennem ehli toplanır ve birbirlerine şöyle derler: Cennet ehli
cennete, ağlamaları ve Allah'a yalvarmaları ile kavuştular. Gelin, biz de
ağlayıp Allah'a yalvaralım. Bunun üzerine ağlarlar. Ağlamanın fayda vermediğini
görünce, derler ki: "Gelin sabredelim" ve benzeri görülmemiş bir şekilde
sabrederler. Sabretmenin de fayda vermediğini görünce derler ki: "Sabretsek de,
sabretmesek de bizim için aynı[39]
Mukâtil şöyle der: Beş yüz sene
sabırsızlık ederler, beş yüz sene de sabrederler.[40]
Bizim için, kaçacak veya sığınacak bir
yer yoktur. [41]
22. Bu,
İblis'in cehennemde, cehennemlikler mahfilinde söyleyeceği hamdelesiz hutbedir.
Yani, hesap verme işi bitip de, cennetlikler cennete, cehennemlikler de
cehenneme girdikten sonra Şeytan şöyle der: Şüphesiz Allah, itaat edene sevap
vereceğine, isyan edeni de cezalandıracağına dair size gerçek bir söz verdi ve
sözünü yerine getirdi. Ben de size, öldükten sonra dirilme, sevap ve ceza
olmayacağına dair vaatte bulundum. Size yalan söyledim ve sözümü yerine
getirmedim. Size karşı benim gücüm, kuvvetim ve kudretim yoktu ki, sizi inkara
ve isyana zorlayayım. Ben sadece vesvese ve güzel göstermekle sizi sapıklığa
Çağırdım. Siz, benim da'vetimi iradenizle kabul ettiniz. Bugün beni kınamaya
kalkışmayın, kendinizi kınayın. Çünkü günah, sizin günahınızdır. Allah'ın
azabına karşı, ne ben size yardım edebilirim, ne de siz bana yardım
edebilirsiniz. İtaatta beni Allah'a ortak koşmanızı inkar ediyorum. Şüphesiz
müşrikler için elem verici bir azap vardır. Tefsirciler şöyle der: Bu hutbe,
cennetlikler cennete, cehennemliklir de cehenneme yerleştikten sonra söylenir:
Cehennemlikler Iblis'i kınamaya ve azarlamaya başlar. Bunun üzerine İblis
kalkıp, Kur'an'ın haber verdiği bu hutbeyi onlara okur.[42]
Hasan-ı Basrî şöyle der: İblis kıyamet günü cehennemde ateşten bir minber
üzerine çıkarak hutbe okur. Bu hutbeyi bütün mahrukat işitir.[43]
23. Yüce Allah
bedbahtların durumlarını anlattıktan sonra mutlu kimselerin durumlarını da
anlattı ki, kul, korku ile ümit; istekle endişe arasında bulunsun. Yani Allah
mü'minleri köşklerinin altından cennet nehirleri akan bahçelere koyar. Orada
ebedî kalırlar. Bu Allah'ın emri muvaffak kılması ve hidâyete erdirmesiyle olur.
Melekler saygı ve hürmetle onları selâmlar. [44]
24. Bu,
Allah'ın iman ve şirk için getirmiş olduğu bir darb-ı meseldir. Allah iman
kelimesini güzel bir ağaca, şirk kelimesini de pis bir ağaca benzetti. İbn Abbas
şöyle der: Güzel söz, "Lâ ilahe illallah" güzel ağaç da "mü'min"dir. Bu ağacın
kökü toprağın derinliklerine salmış, dalları ise göklere doğru uzanmıştır. [45]
25.
Yaratıcısının kolaylaştırması ve yarat-masıyla her zaman meyve verir. İşte bunun
gibi, iman kelimesi de mü'minin kalbine yerleşmiştir. Ameli de göklere yükselir.
Her zaman, amelinin sevabını ve bereketini kazanır, Allah onlara misalleri
açıklıyor ki, öğüt alıp da iman etsinler. [46]
26. Pis küfür
kelimesi de, pis Ebucehil karpuzuna benzer, Kökü sabit olmadığı için yerden
sökülmüş ve kökleri kesilmiştir. Artık onun istikrar ve sebatı yoktur. Küfür
kelimesi de böyledir. Onun da kökü dalı ve bereketi yoktur. İbnu'l-Cevzî şöyle
der: Mü'minin her zaman kazandığı iman bereketi ve sevabı, ağacın her zaman
toplanabilen meyvesine benzetilmiştir. Mü'min her "lâ ilahe illallah" dedikçe,
bu zikri göklere yükselir. Sonra onun hayrını ve yararını görür. Kâfirin ise,
ne ameli kabul olur, ne de Allah'a yükselir. Çünkü onun, ne yerde sabit kökü ne
de göklere yükselen dalı vardır.[47]
27. Allah,
mü'minleri bu hayatta tevhid kelimesi ve iman üzerinde sabit kılar. Ne
kayarlar, ne de fitneye uğratılırlar. Kabirde iki melek soru sorduğu zaman da
böyle olurlar. Nitekim hadis-i şerifte şöyle buyruhnuştur: Kabirde müslü-mana
soru sorulduğunda, müslüman Allah'tan başka ilah olmadığına, Mu-hammed
(s.a.v)'in onun Rasulü olduğuna şehâdet eder. İşte, Allah iman edenleri sabit
kılar." âyetinin mânâsı budur.[48]
Allah, bu hayatta onları hidâyete erdirmeyeceği gibi, ölüm anında da, iki
meleğin sorusuna cevap vermelerine yardımcı olmaz. Allah dilediğini yapar.
Mü'mini doğru yola iletir, kafiri de saptırır. O, yaptığından sorumlu olmaz.
İnsanlar ise yaptıklarından mes'ûl olurlar. [49]
28. Bu soru
hayret ifade eder. Yani Ey Muhatap! Allah'ın nimetini inkar ve yalanlama ile
değiştirenlere şaşmıyor musun? Müfessirler şöyle der: Bunlar Mekke kafirleridir.
Allah onları emniyetli olan Harem'ine
yerleştirmişti. Onları bolluk
içinde yaşatmıştı. İçlerinden Muhammed (s.a.v)'i gönderdi de, onlar bu nimetin
kıymetini bilmediler. Onu yalanladı ve inkar ettiler. Allah da onlara kuraklık
ve kıtlık belası verdi. Onlar, inkarları ve azgınlıkları yüzünden, kavimlerini
helak yurduna indirdiler. Yüce Allah, bunu şu şekilde açıkladı: [50]
29. Onlar
kavimlerini, ateşini tadacakları cehenneme indirdiler. Cehennem, yerleşilecek
ne kötü yerdir. [51]
30. İnsanları
Allah'ın dininden saptırmak için ona ortaklar koştular. Allah'a ibadet eder gibi
onlara ibadet ettiler. De ki, "Dünya nimetlerinden faydalanın. Şüphesiz
dönüşünüz cehennem azabına olacaktır." Bu bir tehdittir. [52]
31. Ey
Muhammed! Mü'min kullarıma söyle, kendilerine farz olan namazı kılsın ve onu en
mükemmel bir şekilde edâ etsinler. Kendilerine ihsan ettiğimiz nzıklardan gizli
ve açık sadaka versinler. Alış-veriş, dostluk, fidye ve şefaatin fayda vermediği
kıyamet günü gelmeden Önce sadaka versinler. Yüce Allah, mutlu ve bedbaht
insanların vasıflarını geniş bir şekilde anlattıktan sonra konuyu, kudret sahibi
yaratıcının varlığına delâlet eden delilleri anlatarak sona erdirdi ve şöyle
buyurdu: [53]
32. Allah, daha
önce benzeri olmadan gökleri ve yeri yoktan yaratandır. Bulutlardan yağmuru da o
indirdi. Yağmurla, kullar için yiyecekleri, bir rızık olarak çeşitli ekinleri ve
meyveleri çıkarttı.[54]
iradesiyle yürümeleri için büyük gemileri sizin emrinize verdi. Bir yerden başka
bir yere giderken onlara binersiniz ve eşyalarınızı yüklersiniz, İçmeniz, sulama
ve ziraat yapmanız için tatlı su nehirlerini emrinize verdi. [55]
33. Kendinizin
ve maişetinizin iyiliği için, hiç durmadan bir düzen içinde akıp giden güneşi ve
ayı emrinize verdi. Geceleyin istirahat etmeniz ve gündüzleyin de onun lutfunu
aramanız için gece ile gündüzü emrinize verdi. Biri uyumanız, biri de
maişetinizi temin için verildi. [56]
34. Muhtaç
olduğunuz ve lisân-ı hâl ve sözle kendisinden istediğiniz, halinizi ve
geçiminizi iyileştirecek her şeyi size verdi. Allah'ın size verdiği nimetleri
sayacak olsanız, onları sayamazsınız. Onlar, sayılamayacak kadar çok ve
büyüktür. İnsan kelimesi cins isimdir. Yani insan çok zalim ve çok inkarcıdır.
Allah'ın koyduğu sınırları geçtiği için, nefsine zulmeden ve Allah'ın
nimetlerini inkar edendir. Bir görüşe göre de: Sıkıntı anlarında çok zalimidir,
şikâyet eder, sabretmez. Nimet içinde iken nankördür. Onu biriktirir, fakat
hayır yolunda harcamaz. [57]
Edebî Sanatlar
Bu âyet-i kerimeler, aşağıdaki
edebî sanatları ihtiva etmektedir:
1. Onların
amelleri şiddetli rüzgârın savurduğu kül gibidir." âyetinde teşbîh-i temsilî
vardır. Çünkü benzetme yönü, bir kaç çeşittir.
2. Pis
kelimenin durumu, pis ağaç gibidir" cümlesinde mürsel ve mücmel teşbih vardır.
Güzel kelime" de bunun gibidir.
3. kökü ile
dalı iyi ile giderir ile getirir, gizli
ile açık ve sabırsızlık ettik ile
sabrettik lafızları arasında tıbâk sanatı vardır.
4. Beni
kınamayın, kendinizi kınayın" âyetinde tıbâk-ı selb sanatı
vardır.
5. Allah'ın
nasıl misal getirdiğini görmedin mi?" cümlesi hayret ifade
eder.
6. De ki;
"faydalanın" Bu cümle tehdit ifade eder.
7. Çok zulmeden
çok inkar eden." Bu, kelimeler, mübalağa ifade eder. Çünkü ve mübalağa ifade
eden kalıplardır.
8. helak kalma
yeri ve ateş gibi kelimelerde te-kellüfsüz murassa' seci' vardır. [58]
35. Hatırla ki
İbrahim şöyle demişti: "Rabbim! Bu şehri emniyetli kıl, beni ve oğullarımı
putlara tapmaktan uzak tut!
36. Çünkü,
Rabbim; putlar, insanlardan bir çoğunun sapmasına sebep oldular. Şimdi kim bana
uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, sen gerçekten çok bağışlayan, pek
esirgeyensin.
37. "Ey
Rabbinıiz! Ey Sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben,
çocuklarımdan bir kısmını senin
Beyt-i Harem'înin yanında,
ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan
bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden onlara rızık ver!
Umulur ki, bu nimetlere şükrederler."
38. Ey
Rabbimiz! Şüphesiz ki sen bizim gizleyeceğimizi de açıklayacağımızı da
bilirsin. Çünkü ne yerde ne de gökte hiç bir şey Allah'a gizli
kalmaz.
39. İhtiyar
halimde bana İsmail'i ve İshak'ı lütfeden Allah'a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim
duayı kabul edendir.
40. Ey Rabbim!
Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle; ey Rabbimiz duamı
kabul et!
41. Ey
Rabbimiz! Amellerin hesab olunacağı gün beni, ana-babamı ve nıü'minleri
bağışla!"
42. Sakın,
Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Şu kadar var ki Allah onları
gözlerin şaşkınlıktan bakakalacağı bir güne erteliyor.
43. O gün onlar
başlarını dikerek koşarlar. Gözlerini sağa sola çeviremezler. Kalbleri ise
bomboştur.
44. Kendilerine
azabın geleceği, bu yüzden zalimlerin; "Ey Rabbimiz! Yakın bir müddete kadar
bize süre ver de senin davetine uyalım ve peygamberlere tabi olalım" diyecekleri
gün hakkında insanları uyar. (Onlara denilir ki) Daha önce, sizin için bir zeval
olmadığına, yemin etmemiş miydiniz?
45. Sizden önce
kendilerine zulmedenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara nasıl işlem yaptığımız
size apaçık belli oldu. Ve size misaller de verdik."
46. Hilelerinin
cezası Allah katında olduğu halde onlar, tuzaklarını kurmuşlardı. Halbuki
onların hileleriyle dağlar yerinden gidecek değildi!
47. O halde,
sakın Allah'ın peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma! Çünkü Allah,
mutlak üstündür. İntikam sahibidir.
48. Yer başka
bir yer, gökler de başka gökler haline getirildiği ve insanlar bir ve herşeye
gücü yeten Allah'ın huzuruna çıktıkları gün (Allah bütün zalimlerden intikam
alacaktır).
49. O gün,
günahkârların zincire vurulmuş olduğunu görürsün.
50. Onların
gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş bürümektedir.
51. Allah
herkese kazandığının karşılığını vermek için
(onları diriltecektir). Kuşkusuz
Allah, hesabı çabuk
görendir.
52. İşte bu
tehlikelere karşı uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek ilâh olduğunu bilsinler
ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir
bildiridir.
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde duyu
organları ve işitme yoluyla anlaşılan delillerle, kendisinin tek ilah olduğunu
ve O'ndan başka ibadet edilmeye layık bir ilah olmadığını açıkladıktan sonra,
bu âyetlerde de Allah'ın birliği inancının kalesi olan peygamberlerin babası
Hz.İbrahim'i ve onun şirki yıkma ve putları yok etme konusundaki aşın gayretini
anlattı. Bundan sonra da zalimlerin kıyamet günündeki durumunu ve o büyük
toplantı gününde başlarına gelecek zillet ve horluğu açıkladı. [59]
Kelimelerin İzahı
Beni uzaklaştır, beni bir kenara
çek. Bir kimse birisini uzaklaştırdığında veya
denir. Bunun aslı, bir şeyi bulunduğu yerden diğer tarafa
çekmektir.
Şaşkınlıktan baka kalır. Göz
gördüğü şeyin dehşetinden ka-panmayıp açık kaldığında
denir.
Mühtıiyn, "hızla" demektir. Bir
kimse hızlı hareket ettiğinde denilir. Mastarı dır. Şair şöyle
der:
Onların yurdu Dicle'dedir.
Dicle'de onların dinlenmeye hızla gittiklerini görüyorum.[60]
Mukniî, başlarını dikerek. Mukni,
başını kaldıran, gözlerini önünde bulunan bir şeye çeviren. Hevâ,
boş.
Mukarranîn, bağlanmış
olarak.
Asfâd, bukağılar ve kelepçeler.
Tekili gelir.
Onların gömlekleri. Serâbîl,
gömlek ve elbise manasına gelen kelimesinin çoğuludur. Örter. [61]
Âyetlerin Tefsiri
35. Hatırla ki,
İbrahim şöyle dua etmişti: Ey Rabbim! Mekke'yi, oranın halkının ve orda
oturanların güven içinde olacakları emniyetli bir şehir kıl. Ey Rabbim! Beni ve
çocuklarımı putlara tapmaktan koru ve uzak tut. Putlardan uzak tutmasını
istemekten maksat, Allah'ın birliği inancı ve İslam dini üzerinde devamlı
kılmasını istemektir. [62]
36. Ey Rabbim!
Bu putlar, insanlardan bir çoğunu doğru yoldan ve imandan saptırdı. Kim,
Allah'ın birliği inancında bana uyar ve itaat ederse, şüphesiz o, benim dinime
mensup olanlardandır. Kim benim emrime aykırı davranırsa,
Ey Rabbim, şüphesiz sen günahları
çok bağışlayan, kullarına çok acıyansın. [63]
37. Duasının
kabulünü istemek ve boyun eğip Allah'a sığındığını göstermek için tekrar nida
etti: Ey Rabbimiz! Ben, aile ef-radımdan oğlum ismail ile eşim Hâceri,[64]
Senin
Beyt-i Hareminin yanında ekin bitmeyen bir vadiye yerleştirdim. Burası, Allah'ın
şereflendirdiği Mekke vadisîdir. Ey Rabbimiz! Sana ibadet etsinler ve namaz
kılsınlar diye onları bu vadiye yerleştirdim. Bir kısım insanların kalplerini
onlara karşı eğilimli ve şefkatli
kıl. İbn Abbas şöyle der: Eğer
Hz.İbrahim (a.s) "insanların kalplerini" deseydi, İranlılar ve Bizanslılar ve
bütün insanlar bu vadiye dolardı. Fakat o, Bir kısım insanların" dedi ki, bunlar
müslümanlardır.[65]
Bu ıssız vadide onlara çeşitli meyvelerden rızık ver ki, senin bol nimetine
şükretsinler. Yüce Allah Hz.İbrahim'in duasını kabul etti ve Mekke'yi hürmet
edilen emin bir şehir kıldı. Her şeyin ürünü, Allah katından bir rızık olarak
toplanıp oraya götürülür. [66]
38. Ey
Rabbimiz! Sen kalplerde olanı bilensin. Gizlediğimizi de açıkladığımızı da
bilirsin. Yerde olsun ister gökte, kainatta hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.
O'na nasıl gizli kalır ki, O, bunları icat eden ve yaratandır. [67]
39. Yaşlılığıma
ve ihtiyarlığıma rağmen İsmail ve İshak'ı bana veren Allah'a hamdolsun. İbn
Abbas şöyle der: Oğlu İsmail, Hz.İbrahim 99 yaşında iken doğdu. İshak ise 112
yaşında iken dünyaya geldi.[68]
Şüphesiz Rabbim, kendisine dua edenin
duasını kabul eder. [69]
40. İbrahim'in
altıncı duasıdır. Ey Rabbim! Beni, namaza devam edenlerden kıl. Soyumdan da
namaz kılanlar yarat. İşte bu, mü'minin çocukları için yapacağı en güzel duadır.
Onun için, kendisinin ve soyunun namaza devam edici olmalarından daha sevimli
bir şey yoktur. Çünkü namaz, dinin direğidir, Ey Rabbimiz! Sana dua ettiğim
hususlarda duamı kabul et. [70]
41. Bu yedinci
duasıdır. Hz. İbrahim Allah'a boyun eğerek yaptığı bu duasını, insanların
kalkıp âlemlerin huzuruna çıktığı günde, kendisinin, anne-babasmın ve bütün
mü'minlerin affedilmesini dileyerek sona erdirdi. Tefsirciler şöyle der:
Babasının, Allah' in düşmanı olduğunu anlamadan önce onun için af diledi.
Kuşeyrî şöyle der: Annesinin müslüman olması uzak görülmez. Çünkü Yüce Allah,
babasının affını dilemesi hususunda mazeretini açıkladı, ama annesi hakkında bir
şey demedi.[71]
Ayetlerin akışı kıyamet ve onda meydana gelen korkunç sahnelere doğru intikal
eder. O gün, kalplerinin ve ayakların sarsıldığı bir gündür. [72]
42. Ey
Muhammed! Sakın Allah'ın zalimlerin yaptıklarından habersiz olduğunu sanma.
Çünkü Allah'ın âdeti, âsilere mühlet vermek sonra da onları kuvvetli ve galip
kimsenin yakalayıp cezalandırdığı gibi cezalandırmaktır. Meymun b. Mihran şöyle
der: Bu âyet zâlimler için bir tehdit, mazlumlar İçin de bir tesellidir.[73]
Allah onları ancak zor ve korkunç bir güne erteliyor. O gün, korku ve heyecandan
gözleri göğe doğru dikilir, açık vaziyette apışıp kalır. Ne hareket edebilir, ne
de bir tarafa dönebilir. Ebussuud şöyle der: Gözleri açık kalır. Gördükleri
şeyin dehşetinden göz kapaklan bile kıpırdamaz.[74]
43. Onlar
hiçbir şeye dönmeden, başlarını kaldırıp devamlı göğe bakarak hızla giderler.
Hasan-ı Basrî şöyle der: O gün insanların yüzü göğe dönük olacak, hiçkimse
diğerine bakamayacak.[75]
Korku ve heyecandan gözlerini sağa sola
çeviremezler. Onların kalpleri boştur. Şiddetli korkudan dolayı bir şey
düşünemezler. [76]
44. Ey
Muhammed! Kâfirleri, kendilerine şiddetli azabın geleceği kıyamet gününün
dehşetinden korkut, O gün zalimler ümitle Allah'a yönelir ve şöyle derler: Ey
Rabbimiz! Biraz bize mühlet ver de, yapmadıklarımızı yapalım. Senin bizi imana
davetini kabul edelim, bize getirdikleri emirlerde de peygamberlerine uyalım.
Kınamak ve susturmak için onlara şöyle denilir: "Sizi daha önce, dünyada
kalacağınıza ve başka bir yurda taşınmayacağınıza dair yemin etmemiş miydiniz?
Bundan maksat, onların, öldükten sonra
dirilmeyi ve haşri inkar etmeleridir. [77]
45. Biz
zâlimleri helak ettikten sonra onların yurdunda yerleştiniz. Yurtlarından ibret
alsaydınız ya! Onları nasıl yok edip intikam aldığımızı görerek ve duyarak
anladınız. Dünyada misaller getirerek bunları açıkladık, fakat ibret
almadınız. [78]
46. Müşrikler,
peygamberi öldürmek istedikleri zaman ona ve mü'minlere tuzak kurdular. Bu
cezanın karşılığı Allah kalındadır. Şüphesiz o kafirleri ve tuzaklarını
kuşatmıştır.
Onların tuzakları, dağlan yok
edecek derecede kuvvetli ve etkili olsa da Allah, Rasulünü ondan
korumuştur. [79]
47. Ey Muhatap!
Sakın Allah'ın peygamberlerine yardım edeceğine ve yalanlayıcı zalimleri
cezalandıracağına dair verdiği sözden döneceğini sanma. Şüphesiz Yüce Allah
galiptir, kendisine isyan edenden intikam alıcıdır, hiç bir şey onu acze
düşüremez. [80]
48. Allah
kıyamet gününde düşmanlarından öç
alacaktır. O gün, bu yer küresi başka bir yer küresine, gökler de başka göklere
dönüşecektir. İbn Mesud şöyle der: O gün bu yer küresi, gümüş gibi tertemiz,
içinde kan dökülmemiş ve bir hatâ işlenmemiş bir yer küresine dönüşecek.[81]
O gün bütün yaratıklar kabirlerinden
çıkacak ve hakimler hakiminin huzurunda duracaklar. Hiçbir şey onları
örtemeyecek, hiçbir kimse onları koruyamayacaktır. Onlar artık ne evlerinde, ne
de kabirlerindeler. Onlar ancak bir ve herşeye kadir olan Allah'ın huzurunda
toplanma yerindedirler. [82]
49. O korkunç
günde suçluları, şeytanları ile birlikte bukağı ve kelepçelere vurulmuş
görürsün. Taberi şöyle der: "Elleri ve ayakları bukağı ve zincirlerle
boyunlarına bağlanmış olarak görürsün." [83]
50. Onların
giydikleri elbiseler katrandandır. Katran, ateşi çabuk tutuşturan bir maddedir.
Uyuzlu develere sürülür, sıcağı ve keskinliğiyle uyuzu yakar, siyah renkli pis
kokulu bir maddedir. Tuzaklarının ve kibirlerinin karşılığı olarak cehennem
ateşi onların yüzlerine doğru yükselir ve onları sarar. [84]
51.Güzel amel
işleyenlere iyilikle, kötü amel işleyenlere de kötülükle amellerinin karşılığını
vermesi için, kıyamet günü hakimler hakiminin huzuruna çıkarlar. Yaptığı hiçbir
iş, onun başka bir iş yapmasına engel olamaz. Bütün yaratıkları en kısa
zamanda, eserde bildirildiği gibi, dünya günlerinden bir gündüzün yarısı kadar
bir zamanda hesaba çeker. [85]
52. Bu Kur'an,
insanların ve cinlerin tümü için bir bildiridir. İçinde bulunan çeşitli ibret
ve öğütlerin onlara bildirilmesi, Kur'an, nasihat edilmeleri ve Allah'ın
azabından korkutulmaları için indirilmiştir, Bir de açık ve kesin delillerle
Allah'ın bir, tek olduğunu ve kimseye muhtaç olmadığını iyice anlasınlar, ve
akl-i selim sahipleri bu Kur'an'dan öğüt alsınlar diye indirilmiştir. İbret
alacak olanlar akıl ve iyi hal sahibi mutlu kişilerdir. [86]
Edebî Sanatlar
Bu âyet-i kerimeler aşağıdaki
edebî sanatları kapsamaktadır:
1. Kalpleri
boştur" ifadesinde teşbih-i beliğ vardır. Bu cümleden teşbih edatı ve vech-i
şebeh kaldırılmıştır. Yani, onların kalplerinde hiçbir şey bulunmadığı için
"boşluk" gibidir. Böylece bu ifade teşbîh-i belîğ
olmuştur.
2. O gün bu yer
küresi başka bir yere dönüşür. Gökler de..." cümlesinde hazif yoluyla îcâz
vardır. "Gökler de başka göklere dönüşür" demektir. Öncekinden anlaşıldığı için
bu kısım hazfedilmiştir.
3. bana uydu
ile bana karşı geldi gizleriz ile açıklarız ve yer ile gök arasında tıbak sanatı
vardır.
4. Onlar
tuzaklarını kurdular" cümlesüıde iştikak cinas-ı vardır.
5. Ortaya
çıkarlar yerine Ortaya çıktılar. denilerek geniş zaman yerine geçmiş zaman kipi
kullanıldı ki, kesin olarak meydana geleceğini göstersin. Bu, Allah'ın emri
geldi.[87]
ifadesine benzemektedir. Sanki olay meydana geldi ve vuku buldu.
Dolayısıyla ondan geçmiş zaman kipi ile haber verdi.
6. Bir kısım
insanların kalplerini onlara meylettir. Şerif Râdî şöyle der: Bu, güzel
istiarelerdendir. kelimesinin aslı, gibi, üstten aşağıya inmektir. Bundan maksat
şudur: Kalpler onlara şevkle koşar ve sevgiyle uçar. Eğer onlara sevgi duyar"
deseydi, bu ifade ettiği manayı vermezdi. Çünkü bu fiilin ifade ettiği şefkat,
bir yerde ikâmet eden kimseden de meydana gelebilir.[88]
Bir Nükte
Bu şehri emniyetli kıl. Burada
şehir manasına gelen kelimesinin ma'rife, Bakara sûresinde, bunu emniyetli bir
şehir kıl" âyetinde ise nekra getirilmesinin hikmeti şudur: Bu dua, Hz.İbrahim
tarafından tekrar edilmiştir. Bakara'daki dua, şehir kurulmadan önce
yapılmıştır. Hz.İbrahim (a.s) Yüce Allah'tan orayı bir şehir yapmasını ve bu
şehrin emniyetli bir şehir olmasını istemişti. Bu sûrede ise, şehir kurulduktan
sonra dua etmiş ve Allah'tan buranın emniyetli ve istikrarlı bir şehir olmasını
istemiştir.[89]
Bu iki âyet arasındaki farklı ifadenin
sırrı budur. Ey Allahım! Yüce kitabının sırlarını anlamayı bize nasip
et.
Allah'ın yardımıyle İbrâhîm
Sûresi'nin tefsiri bitti. [90]
[1] ibrahim sûresi, 14/13-14
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/237.
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/237.
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/241-242.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/242.
[6] Kurtubi, 9/339
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/242.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/242.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/232-234.
[10] el-Bahr, 5/405
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/243.
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/243.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/243.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/243.
[15] İkinci görüşe göre âyete mecazî mana verilmiştir. Bunun
bir benzen de, size olan kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar."(Âl-i İmrân,
3/119) âyetidir. Birinci görüşe göre âyete hakikat manası verilmiş olup
açıklaması şöyledir: Onlar peygamberlerin sözlerini işittiklerinde hayrete
düştüler ve alay ederek güldüler. İşte o zaman ellerini ağızlarına götürdüler.
Nitekim, gülmesini tutamayan kimse böyle yapar ve elini ağzına
koyar.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/243-244.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/244.
[18] Keşşaf, 2/544
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/244.
[20] Zâdu'l-Mesîr, 4/360
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/244-245.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/245.
[23] el-Bahr, 5/411
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/245.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/245.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/245.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/245.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/245-246.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/246.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/250.
[30] Kurtubî, 9/357
[31] el-Bahr, 5/427
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/250-251.
[33] Kurtubî, 9/353
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/251.
[35] Zâdu'l-Mesîr, 4/355
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/251.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/251.
[37] A'râf sûresi, 7/44
[38] Tefsîr-i Kebîr, 19/107
[39] Taberî, 13/200
[40] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-mesîr,
4/356
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/251-252.
[42] Fahreddîn Râzî, Tefsîr-i Kebîr,
19/110
[43] Kurlubî, 9/356
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/252-253.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/253.
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/253.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/253.
[47] Zâdu'l-Mesîr, 4/360
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/253.
[48] Buhari, Tefsiru'l-Kur'an, XIV,2. Bu görüş, Taberî'nin
tercihidir.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/253-254.
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/254.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/254.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/254.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/254.
[54] Merhum Seyyid Kutub şöyle der: İşte burada kâinat kitabı
tam manasıyla açılır. Onun süslü satırları, Allah'ın sayılamayacak kadar
nimetlerini anlatır. Gökler, yer, ay, güneş, gece, gündüz, denizler, nehirler,
yağmurlar ve meyveler... Bunlar, görülmek için arzedilmiş kâinat sayfalırıdır.
Fakat insanlar bunlara ne bakarlar, ne okurlar, ne düşünürler, ne de
şükrederler. Çünkü insan çok zalim çok inkarcıdır. Allah onun yaratıcısı ve
rızık vericisi olduğu ve bu kâinatı onun emrine hazır kıldığı halde o, Allah'a
ortaklar koşmaktadır. Burada Allah'ın lütuf ve nimetlerinin gösterildiği güzel
bir sahne vardır ki, orada sanatkâr fırçanın izleri yürür. Bu büyük kâinatın
hepsi, o küçük mahlûkun emrine mi verilmiş? Göklerden yağmur iner, yer yüzü bu
yağmuru içine çeker, sonra onunla meyveler çıkarır. Deniz de, gemiler Allah'ın
emrine boyun eğerek yüzer. Nehirler, insanın menfaati için hayat ve rızıklarla
akar. Güneş ve ay, durmadan hareket ederler. Gece ile gündüz birbirini takip
eder. Bütün bunlar insan için olacak da, sonra o yine de şükretmeyecek ve
zikretmeyecek, öyle mi!?"(Fî Zılâli'l-Kur'an, 13/
166)
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/254-255.
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/255.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/255.
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/255.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/259.
[60] Kurlubî, 9/376
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/259.
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/259.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/259-260.
[64] Rivayete göre Hâcer İsmail (a.s)'İ doğurunca,
Hz.İbrahim'in diğer eşi Sâre onu kıskandı. Bunun üzerine Yüce Allah,
Hz.İbrahim'e oğlu İsmail'i annesiyle birlikte Şam bölgesinden Mekke'ye
götürmesini emretti. Hz.İbrahim onları, hadisle bildirildiği gibi, şimdiki
Zemzemin bulunduğu yerde büyük bir ağacın yanma koydu. (Bkz., Buhârî, Enbiya,
9)
[65] Kurtubî, 9/373
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/260.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/260.
[68] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr,
4/368
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/260.
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/260.
[71] Kurtubî, 9/375
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/260-261.
[73] Taberî, 13/236
[74] Ebussuud, 3/133
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/261.
[75] Kurtubî, 9/377
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/261.
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/261.
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/261.
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/261-262.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/262.
[81] Taberî, 13/250. İbn Abbas'tan şöyle rivayet edilir: O
yer aynı yerdir. Ancak nitelikleri değişecek, dağlar düzlenecek, ağaçlar
sökülecek, nehirler yarılacak ve yıldızlar düşecektir. İbn Abbas şu beyti
okudu:
İnsanlar senin tanıdığın insanlar
değildir. Yurt da senin bildiğin yurt değildir. Ebussuud,
3/137
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/262.
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/262.
[84] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/262.
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/262.
[86] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/262-263.
[87] Nahl suresi, 16/1
[88] Telhîsu'l-beyân, s. 184
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/263.
[89] Sâvi Haşiyesi, 2/286
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/263-264.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder