KEHF SURESİ
. 21
KEHF SURESİ
Mekke'de inmiştir. 110
âyettir.
Sûreyi Takdim
Kehf sûresi Mekkî sûrelerden olup
el-Hamdü lillah" ile başlıyan 5 sûreden biridir. Bu sûreler Fatiha, En'am, Kehf,
Sebe1 ve Fâtır sûreleridir. Bunların hepsi Yüce Allah'ın büyüklüğünü ve
kadsiyetini ifade ve onun azamet, kibriyâ, celâl ve kemal sıfatlarını itirafla
başlar.
Bu mübarek sûre, celâl sahibi olan
Yüce Allah'ın büyüklüğüne inanmayı ve itikat etmeyi yerleştirmek için tesbit
ettiği ana hedeflerine ulaşma hususunda Kur'an'm güzel kıssalarından üçünü
anlatır. Birincisi Ashâb-ı Kehf kıssasıdır. Bu kıssa inanç uğrunda canını feda
etme kıssasıdır. Ashâb-ı Kehf, dinleri uğrunda yurtlarından çıkıp dağdaki bir
mağaraya sığman, orada 309 sene uyku halinde kalan, bu uzun süreden sonra da
Allah tarafından diriltilen gençlerdir.
İkinci kıssa, Musa (a.s)'nın Hızır
(a.s) ile olan kıssasıdır. Bu ilim tahsil etme uğrunda tevazu gösterme
kıssasıdır. Bu kıssada Yüce Allah'ın, sa-lih kulu Hızır (a.s)'a öğretmiş olduğu,
fakat Hz.Musa'nın bilmediği ve Hızır (a.s)'m ona öğrettiği gayb haberleri
anlatılır. Bu haberler gemi kıssası, çocuğun öldürülmesi ve yıkılmakta olan
duvarın yapılması olayıdır.
Üçüncü kıssa Zülkarneyn
kıssasıdır. Zülkarneyn takvası ve adaleti sayesinde Yüce Allah'ın kendisini
ülkelere hakim kıldığı, yeryüzünün doğularına ve batılarına sahip olma imkânı
verdiği bir meliktir. Bu kıssada onun yapmış olduğu büyük sed
anlatılır.
Bu
sûre, hedefine ulaşmak için bu üç kıssayı anlattığı gibi, hakkın, çok mal ve
saltanata bağlı değil, inanca bağlı olduğunu açıklamak için meydana gelmesi
mümkün olan üç de misal getirir. Birinci misal malıyla övünüp kibirlenen zengin
ile imanı ve inancıyla şerefli fakir hakkındadır. Bu misal "iki bahçe sahibleri"
kıssasında anlatılır. İkinci misal, dünya hayatı ile onun sona erip yok olması
hususundadır. Üçüncü misal İblis'in Adem (a.s)'e secde etmek istememesi ve
dolayısıyla Allah'ın rahmetinden kovulup mahrum bırakılması olayında tasvir
edilen gurur ve kibir misalidir. Bütün bu kıssalar ve misaller öğüt ve ibret
alınması maksadıyla anlatılmıştır. [1]
İsmi
Bu sûrede geçen enteresan kıssada
ilahi mucize olan Ashâb-ı kehf olayı anlatıldığı için sûreye "Kehf sûresi" ismi
verilmiştir. [2]
Bismillahirrahmanirrahim
1,2,3,4. Hamd
olsun Allah'a ki, O, (insanları) kendi tarafından çetin bir azap ile ikaz
etmek, iyi iş ve davranışlarda bulunan mü'minlere, kendileri için, içinde ebedî
kalacakları (cennette) güzel bir ecir bulunduğunu müjdelemek (ve) "Allah evlat
edindi." diyenleri de uyarmak için Kulu'na dosdoğru Kitab'ı indirdi ve onda
hiçbir eğrilik yapmadı.
5. Ne onların
ne de atalarının (bu konuda) hiçbir bilgisi
yoktur. Ağızlarından çıkan
bu söz ne
büyük oldu! Yalandan başka bir şey söylemiyorlar.
6. Bu yeni
Kitab'a inanmazlarsa, onların peşinde üzüle üzüle kendini harap
edeceksin.
7. Biz,
insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her
şeyi, dünyanın kendine mahsus bir zinet yaptık.
8. Biz, mutlaka
oradaki her şeyi kupkuru bir toprak yapacağız.
9. Yoksa sen,
Ashâb-ı kehf ve Rakîm'i garib mucizelerimizden mi sandın?
10. O gençler
mağaraya sığınmışlar ve "Rabbimiz! Bize, tarafından rahmet ver ve durumumuzdan
bir kurtuluş yolu hazırla!" demişlerdi.
11. Bunun
üzerine biz de o mağarada onların kulaklarına nice yıllar perde
koyduk.
12. Sonra da,
iki gruptan hangisinin, kaldıkları müddeti daha iyi hesap edeceğini görelim diye
onları uyandırdık.
13. Biz sana
onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Hakikaten onlar, Rablerine
inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini artırdık.
14. Onların
kalblerini metin kıldık. O yiğitler a-yağa kalkarak dediler ki: "Bizim Rabbimiz,
göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başka bir ilaha yalvarmayız. Bu
takdirde saçına sapan konuşmuş oluruz.
15. Şu bizim
kavmimiz Allah'tan başka ilâhlar edindiler. Bu ilâhlar konusunda açık bir delil
getirseler ya! Allah hakkında yalan uydurandan daha zalimi var
mı?"
16. "Madem ki
siz, onlardan ve onların Allah'ın dışında tapmakta oldukları varlıklardan
uzaklaştınız, o halde mağaraya sığının ki,
Rabbiniz size rahmetini yaysın ve işinizde sizin için fayda ve kolaylık
sağlasın."
17. Görüyorsun
ki, güneş doğduğu zaman mağaranın sağma meyleder; batarken de sol taraftan,
onlara isabet etmeden geçer. Onlar mağaranın ortasmdadır-lar. İşte bu Allah'ın
âyetlerindendir. Allah kiıne hidayet ederse, işte, o hakka ulaşmıştır, kimi de
hidayetten mahrum ederse artık onu doğruya yöneltecek bir dost
bulamazsın.
18. Ashâb-ı
kehf uykuda oldukları halde, sen onları uyanık sanırdın. Onları sağa sola
çevirirdik. Köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmakta
idi. Eğer onların durumlarına muttali olsa idin dönüp kaçardın ve gördüklerin
yüzünden için korku ile dolardı.
19. Bunun gibi
biz, aralarında birbirlerine sormaları için onları uyandırdık: İçlerinden biri,
"Ne kadar kaldınız?" dedi. "Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık." dediler; kimi de şöyle dedi: "Rabbiniz, kaldığınız müddeti daha iyi bilir.
Şimdi siz, içinizden birini şu paranızla şehre gönderin de baksın şehrin hangi
yiyeceği daha temiz ise size ondan erzak getirsin; ayrıca, nazik davransın ve
sakın sizi kimseye sezdirmesin.
20. Çünkü,
oniar eğer size muttali olurlarsa, ya sizi taşlayarak öldürürler veya kendi
dinlerine çevirirler ki, o zaman ebediyyen hayra
ulaşamazsınız.
21. Böylece
insanları onlardan haberdar ettik ki, Allah'ın va'dinin hak olduğunu, kıyametin
şüphe götürmez olduğunu bilsinler. Hani onlar aralarında Ashâb-ı kelıfin
durumunu tartışıyorlardı. Dediler ki: "Üzerlerine bir bina yapın. Rableri
onları daha iyi bilir." Onların durumlarını
bilenler ise, "Bizler, kesinlikle
onların yanibaşlarına bir mescid yapacağız." dediler.
22. İnsanların
bazıları: "Onlar üç kişidir; dördüncüleri de köpekleridir." diyecekler;
yine: "Beş kişidir; altıncıları
köpekleridir." diyecekler. Bunlar gayb hakkında tahmin yürütmektir.
(Bazıları da): "Onlar yedi kişidir;
sekizincisi köpekleridir."
derler. De ki: "Onlar hakkında
bilgisi olan çok azdır. Öyle ise Ashâb-ı kehf hakkında, delillerin açık olması
haricinde bir münâkaşaya girişme ve onlar hakkında kimseden bilgi
sorma.
23,24. Allah'ın
dilemesine bağlamadıkça hiçbir şey için "Bunu yarın yapacağım." deme. Unuttuğun
takdirde Allah'ı an ve "Umarım Rabbim beni, doğruya bundan daha yakın olan bir
yola iletir." de.
25. Onlar
mağaralarında üçyüz yıl kalmışlar ve dokuz yıl da buna ilave
etmişlerdir.
26. De ki: "Ne
kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir."
Göklerin ve yerin gizli ilmi O'na aittir. O, iyi görür; iyi işitir! Onların O'ndan başka bir
yöneticisi yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak
etmez.
Kelimelerin İzahı
Bâhi'; öldürücü, yok edici
demektir. Leys şöyle der: Bir kimse
öfkesinden kendisini öldürürse
denir. Ferrâ'nm dediği gibi, aslında gayret manasınadır.
Cürüz, üzerinde bitki bulunmayan
yer demektir.
Kehf, dağdaki geniş mağara
demektir. Geniş olmayan mağaraya denir.
Rakîm, Ashâb-ı Kehfin adlarının
yazılı olduğu levha. Şatat; zulüm, taşkınlık ve haddi aşmak demektir. Ferra
şöyle der: Bir kimse haddi aştığında denir. "Ev uzak kaldı" manasına
denir.
Meyleder. Meyletmek manasına gelen
mastarında olup "bir tarafa meyleder, köşeye çekilir" demektir. Antera şöyle
der: (At) göğsünü, mızrağın saplanmasından çevirdi (yana
meylettirdi).
Vasîd; dış, mağaranın
dışı.
Fecve, geniş
yer.
Verik, sikkeli veya sikkesiz
gümüşün ismi.
Bildirdik, bilgi
verdik.
Mücâdele ediyorsun. Mira, mücâdele
demektir. [3]
Ayetlerin Tefsiri
1. Saygı ve
hürmetle birlikte tam övgü, Rasulü Muhammed'e ve diğer mahlukata nimet olarak
Kur'an'ı indiren Allah'a mahsustur. Allah, Kur'an'm ne lafzında ne de
mânâsında herhangi bir eğrilik yaratmamıştır. Onda hiçbir ayıp ve çelişki
yoktur. [4]
2. O
dosdoğrudur. Onda bir zıtlık ve çelişki yoktur. Taberî şöyle der: Bu âyette
takdim ve tehir vardır. Yani kelimeler yer değiştirmiştir. Mana şöyledir: Allah
bu kitabı dosdoğru olarak indirdi. Onda herhangi bir eğrilik vücûda getirmedi.
Yani, onu dosdoğru olarak, çelişkisiz ve bir ayrılık bulunmaksızın indirdi.
Onda ne eğrilik, ne de haktan uzak olma vardır.[5]
Allah katından gelecek şiddetli bir azap
ile kâfirleri uyarasın diye kuluna bu Kur'an'ı indirdi.
Onu tasdik edip amel işleyenlere
de şu müjdeyi vermesi İçin indirdi: Onlar için cennet ve orada bulunan ebedî
nimetler vardır. [6]
3. Sonsuz ve kesintisiz bu nimetler içersinde
devamlı kalacaklardır. [7]
4. Allah'a
çocuk nisbet eden o kafirleri de, Allah'ın elem verici azabı ile korkutması için
kitabı indirdi. Beyzâvî şöyle der: Allah'a çocuk isnat edenlerin inkârlarının
büyük olduğunu göstermek için onları özellikle zikretti ve uyarıyı tekrarladı.
Ne ile uyarılacakları yukarda anlatıldığı için onu yeterli görerek, burada
anlatmadı.[8]
5. Ettikleri bu
çirkin iftira hakkında onların asla hiçbir bilgileri yoktur. Kendilerini taklit
ettikleri atalarının da bu konuda bilgileri yoktu. Hepsi cehalet ve sapıklık
çölünde yok olup gittiler. O âdi söz, büyük çirkin bir sözdür. O ne âdi ve
çirkindir!? O söz, o suçluların ağzından çıkmış, son derece fasit ve batıl bir
sözdür. Onlar yalan ve saçmalıktan başka bir şey söylemiyorlar. [9]
6. Ey Muhammedi
Onların imandan yüz çevirmeleri ve ayrılmalarından dolayı, neredeyse üzüntü ve
kederinden kendini öldürüp yok edeceksin. Bu Kur'an'a inanmadıkları takdirde
onlar için esef ve üzüntüden böyle yapacaksın. Onlar için üzülmene ve esef
etmene değmez. Bu ayet, peygamber (a.s) için bir tesellidir. [10]
7. Göğü
yıldızlarla süslediğimiz gibi, yeryüzünde bulunan süsler, zinetler, mal, altın,
gümüş ve diğer şeyleri de yeryüzü için süs olarak yarattık ki, insanların
hangisi Allah'a daha itaatkâr ve âhireti için daha güzel amel işliyor, imtihan
edelim. [11]
8. Yeryüzünde
bulunan nimet ve zinetleri uf almış ve birbiri üzerine yığılmış çerçöp haline
getireceğiz ki yeryüzü daha önce yemyeşil iken, bitkisiz ve hayatsız çorak bir
yer haline gelsin. Kurtubî şöyle der: Bu âyet Peygamber (s.a.v.)'i teselli için
inmiştir. Yani, Ey Muhammedi Dünyaya ve dünyadakilere önem verme. Biz onu
sadece, dünya ehlini denemek ve imtihan etmek için yarattık. Onlardan düşünüp
iman eden de vardır, inkar eden de. Sonra kıyamet günü de önlerindedir. Onların
inkârlarını büyütme. Şüphesiz biz onları cezalandıracağız.[12]
9. Bu bolüm,
Ashâb-ı kehf kıssasının başlangıcıdır. Kehf, dağdaki geniş mağara demektir.
Rakîm ise, meşhur olan görüşe göre Ashâb-ı kehfin isimlerinin yazılı olduğu
levhadır. Mana şöyledir: Ey Muhammedi Garipliğine rağmen, Ashâb-ı kehf
kıssasını sakın Allah'ın en harikulade mucizesi olduğunu sanma. Bu kainat
sayfalarında, Ashâb-ı kehf kıssasından daha üstün, harikulade ve garip şeyler
vardır. Mücahid şöyle der: Onları, en harikulade mucizemiz mi sandın?
Mucizelerimizin içersinde onlardan daha harikulade olanları vardır.[13]
10. Gençlerin,
dağdaki mağaraya sığınıp orayı kendilerine barınak edindikleri zamanı hatırla.[14]
Dediler ki: Ey Rabbimiz! Mağfiret ve rızık olarak bize özel rahmet
hazinelerinden ver. Bizim bütün işlerimizi İyileştir. Bizi, doğru yolu bulan ve
hidayete eren kimselerden eyle. [15]
11. Bunun
üzerine biz de onların kulaklarına nice yıllar perde koyduk. Yani, onları
yıllarca mağarada uyuttuk. [16]
12. Sonra
onları bu uzun uykudan uyandırdık ki, iki gruptan hangisi, mağarada kaldıkları
süreyi daha iyi sayacak. İbnu'l-Cüzeyy şöyle der: İki gruptan maksat, Ashâb-ı
kehf ile Allah'ın, onları görmeleri için yanlarına gönderdiği kimselerdir.[17]
Mücâhid şöyle der: Her iki grup da
Ashâb-ı kehftendir. Uyandıkları zaman, mağarada kaldıkları müddet hakkında
ihtilafa düştüler. Bir kısmı: "Bir gün veya daha az kaldıklarını söyledi. Diğer
bir grup ise "Rabbimiz ne kadar kaldığınızı daha iyi bilir" dediler.[18]
Birinci görüş İbn Abbas'tan rivayet
edilmiştir.[19]
13. Ey
Muhammedi Onların bu enteresan haberini, eksik ve fazla olmaksızın doğru bir
şekilde anlatıyoruz Şüphesiz onlar, Allah'a inanmış bir grup gençti. Biz onları
dün üzerinde sabit kıldık ve kesin inançlarını artırdık.[20]
14. Onların
azimlerini kuvvetlendirdik ve sabır ilham ettik ve kalpleri sağlamlaştı, hak ile
yatıştı ve iman ile güçlendi, Hani onlar zalim ve kafir kralın Önünde hiç
aldırış etmeden durup: "Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir." dediler. Yoksa
sizin bizi, kendilerine ibadete çağırdığınız putlar değildir. Başkasını ona
asla ortak koşmayız. O tektir, ortağı yoktur. Başkasına ibadet ettiğimiz
takdirde haddi aşmış doğru yoldan sapmış ve zulüm ve sapıklıkta ileri gitmiş
oluruz. [21]
15. İşte bunlar
ülkemiz halkıdır. Hiçbir delilleri olmadan, öncekileri taklid ederek putlara
taptılar. Putlara tapılacağına dair açık bir delil getirseler ya! Burada teşvik edatı olan nın kullanılmasından
maksat, onların acizliklerini ortaya koymaktır. Onlar sanki şöyle dediler:
Putperestler, putlara tapacaklarına dair açık bir delil getiremezler. O halde
onlar, Allah'a karşı yalancıdırlar.[22]
Bu soru olumsuzluk ifade eder. Yani Allah'a ortak nisbet etmek suretiyle ona
karşı yalan uydurandan daha zalim kimse yoktur.
[23]
16. Ey gençler!
Kavminizden ve onların, Allah'ı bırakıp da tapmış oldukları putlardan
ayrıldığınızda mağaraya sığının ki
Rabbiniz üzerinize rahmetini bol bol yaysın. Size nzık sebeplerini ve bu
mağarada sabah ve akşam faydalanacağınız şeyleri kolaylaştırsın. [24]
17. Ey Muhatab!
Güneş doğduğu zaman görürsün ki, onların mağarasından sağ tarafa meyleder.
Battığı zaman ise, onlara uğramaz ve onlardan sol tarafa doğru uzaklaşırdı.
Bundan maksat şudur: Güneş, sıcağıyla onlara eziyet vermemesi için Allah'ın bir
lutfu olarak, doğduğunda da battığında da onlara isabet etmezdi. Onlar mağaranın
ortasında, geniş bir yerinde idiler. Öyle ki, güneş onlara ne sabah ne de
akşamleyin isabet ederdi. İşte bu olay, Allah'ın sonsuz kudretinin
delillerindendir.
İbn Abbas şöyle der: Eğer güneş
üzerlerine doğsaydı elbette onları yakardı. Eğer çevrilmeselerdi, çekirge onsan
yerdi.[25]
Allah kime iman etmeyi nasip eder
ve saadet yolunu gösterirse, o gerçekten doğru yolu bulur. Kimi de kötü ameli
sebebiyle saptırırsa, onu doğru yola iletecek birini bulamazsın. [26]
18. Ey kişi!
Eğer onları görseydin, uyudukları halde, gözleri açık olduğu ve sağa sola
döndükleri için mutlaka onları uyanık sanırdın. Onları bir taraftan diğer tarafa
çeviriyorduk ki, çekirgeler vücutlarını yemesin. Onların peşlerinden gelen
köpekleri de, ön ayaklarını mağaranın dışına doğru uzatmıştı. Sanki onlara
bekçilik yapıyordu. Sen, bu durumda iken
onları görseydin, elbette onlardan korkup kaçardın. Çünkü Allah onlara heybet
vermişti. Onları görmek korku veriyordu. Çünkü bakan kimse onlan, sanki uyan
ıkın iş gibi uyur halde görürdü. Zira onlar uyanmadan sağa sola dönerlerdi. [27]
19. Uyuttuğumuz
gibi, ölüme benzer o uzun uykudan sonra onları uyandırdık ki, mağarada ne kadar
kalıp durduklarını birbirlerine sorsunlar. Onlardan biri: "Bu mağarada ne kadar
kaldık? dedi. Dediler ki: "Bir gün veya daha az kaldık." Tefsirciler şöyle der:
Onlar mağaraya sabahleyin girdiler ve Allah onları akşamleyin uyandırdı.
Uyandıklarında güneşin batmış olduğunu sandılar. Bu sebepten dolayı "Bir gün
kaldık" dediler. Sonra güneşin batmadığını gördüklerinde, "bir günden az
kaldık" dediler. 309 sene uyuduklarını anlayamadılar, Onlardan biri şöyle dedi: Allah, ne kadar
kaldığımızı daha iyi bilir. Bunu araştırmanın bir faydası yok. Sizin için daha
önemli ve faydalı olan şeylere bakın. Şimdi biz açız. Birinizi şu gümüş
paralarla şehre gönderin. Bizim için en temiz ve helal yiyecekler seçip satın
alsın. Şehre girerken ve yiyecek satın alırken kendini belli etmesin ki, kimse
bizim durumumuzu anlamasın. [28]
20. Şüphesiz
onlar sizi ele geçirirlerse taşla öldürürler veya sizi bâtıl dinlerine
çevirirler, Onların dinine döner ve küfürlerinde onlara uyarsanız ebediyyen
iyilik bulamazsınız. İşte gençler, zalim kralın kendilerini yakalayıp da
öldürmesinden veya puta tapmaya çevirmesinden korkup sakınarak, aralarında
böyle gizlice konuşurlar. Dolayısıyla arkadaşlarına, şehre girip çıkarken
kendisini saklamasını, ihtiyatlı davranmasını ve sakınmasını tavsiye
ederler. [29]
21. Onları
uykudan uyandırdığımız gibi, insanlara onların durumlarını bildirdik ki bunu
öldükten sonra dirilmenin doğruluğuna bir delil getirsinler ve kıyametin
kesinlikle kopacağına iyice inansınlar. Böylece Ashâb-i kehf kıssası, öldükten
sonra dirilmenin ve haşrin mümkün olacağına dair açık ve kesin bir delil
olmaktadır. Çünkü 300 sene uyuduktan sonra Ashâb-ı kehfi uyandırmaya gücü yeten
Allah, bu halkı da öldükten sonra diriltmeye gücü yeter, Hani kavim, Allah
onlara Ashâb-ı kehfi gösterip de ruhlarını aldıktan sonra onların durumu
hakkında aralarında münakaşa ediyor ve İnsanlardan bazıları: Mağaralarının
kapısı üzerine bir bina yapın da bu onlar için bir alâmet olsun. Onların hal ve
durumlarını Allah daha iyi bilir. Çoğunluğu teşkil eden diğer grup ise;
"Mutlaka mağaranın kapısı üzerine, i-çinde namaz kılacağımız ve Allah'a ibadet
edeceğimiz bir mescid yapacağız" dediler. [30]
22. Rasulullah
(s.a.v.) zamanında, Ehl-i kitaptan, onların kıssalarını tartışmaya dalanlar
diyecekler ki: "Onlar üç kişiydi, dördüncü de kendilerinin peşinden gelen
köpekleriydi. Bazıları da: "Onlar beş kişiydiler. Altıncıları köpekti." derler.
Bunlar bilmediği bir yere ok atan kimse gibi, kesin bilgi ve ilme dayanmadan
zan ile ortaya söz atan kimselerdir. Bazıları da: Onlar yedi kişiydi.
Sekizincisi de köpek idi" derler. De ki: "Onların gerçek sayısını Allah daha iyi
bilir. Onların sayısını az bir insan bilir." İbn Abbas der ki: İşte ben o az
kişilerdenim. Onlar yedi kişiydi. Allah onları yediye kadar saydı.[31]
Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah,
birinci ve ikinci görüşü anlattıktan sonra, bilmeden atarak" sözünü ilave etti.
Son görüşü anlattıktan sonra ise, onu herhangi bir şekilde tenkit etmedi. Sanki
onu söyleyeni tasdik etmiş oldu. Bundan sonra Yüce Allah, en üstün ve mükemmel
olana yani "bilgiyi, gaybı pek iyi bilen Allah'a bırakmaya" Rasulünün dikkatini
çekti. Onların sayısı hakkında Ehl-i kitapta, sadece, haberin hakikatini kesin
olarak bilen kimsenin tartışması gibi tartış. Onların kıssasını herhangi bir
kimseye sorma. Zira sana vahyolunanda yeterli bilgi vardır. [32]
23,24. Yapmaya
niyet ettiğin bir şey için, Allah'ın dilemesine bağlayıp "inşaallah" yani "Allah
dilerse" demeden, sakın "yarın onu yapacağım" deme. İbn Kesir şöyle der: Bu
âyetin nüzul sebebi şudur: Peygamber (s.a.v.)'e Ashâb-ı kehf in kıssası
sorulduğunda "Size yarın cevap vereceğim" dedi. Fakat vahy 15 gün gecikti.[33]
İnsâallâh demeyi unutup da daha sonra
hatırladığında onu söyle ki, kalbin Allah'ın büyüklüğünü hissedici olarak
kalsın, De ki: Belki Allah, din ve dünya işlerimden en uygun olanını bana
gösterecek ve beni ona muvaffak kılacaktır. [34]
25. Mağarada 309 yıl uyuyarak kaldılar. Bu cümle,
senelerce" terkibinde mücmel olan ifadeyi açıklar. [35]
26. De ki,
Allah onların kesin olarak mağarada ne kadar durduklarını daha iyi bilir, Gaybı
bilmek sadece ona mahsustur. Onların durumlarını kesin bir haberle, hikmet
sahibi ve herşeyi bilen Allah haber vermiştir. O, her mevcudu ne kadar iyi bilir
ve her işitileni ne kadar güzel işitir! O açık olanları anlayıp bildiği gibi,
gizli olanları da bilir, İnsanların, Allah'tan başka ne bir yardımcısı, ne de
bir destekçisi vardır. Onun ne ortağı, ne de bir benzeri vardır. Hüküm verirken
hiç kimseyi ortak kabul etmez. Çünkü onun, başkalarına ihtiyacı yoktur. [36]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek
âyetler, birçok edebî
sanatı kapsar. Bunları
şöyle özetliyebiliriz:
1. müjdeler ile
uyarır doğru yola iletir ile saptırır uyanıklar ile uyuyanlar ve "sağ taraf" ile
sol taraf arasında tıbâk sanatı vardır.
2. Kulaklai'ina
perde koyduk ile Sonra onları dirilttik
arasında manevî tıbâk vardır.
Çünkü birincisinin manası "onları uyuttuk" ikincisinin mânâsı ise,
"onları uyandırdık" şeklindedir.
3. kalktılar
ile dediler arasında cinâs-ı nakıs vardır.
4. Çetin bir
azap ile uyarsın." şeklindeki genel ifadeden sonra, Allah evlât edindi
diyenleri uyarsın" şeklinde özel ifade getirilerek itnab yapılmıştır. Bu,
Allah'a çocuk isnat etmenin adiliğini vurgulamak içindir. Burada güzel bir hazif
ve iyi bir fesahat vardır. Zira ilk cümlede birinci mef ûl hazfedilmiştir. Yani, "kafirleri çetin bir
azap ile uyarsın" demektir. Sonra ikinci cümlede, bu birinci mefûl söylenmiş,
ikinci mefûl ise hazfedilmiş ve "Allah evlât edindi diyenleri uyarsın" demektir.
Birinci cümleden anlaşıldığı için burada "azap" hazfedilmiş; ikinci cümleden
anlaşıldığı için de, birinci cümleden "uyarılanlar" hazf edilmiştir. Bu,
fesahatin en güzellerindendir.
5. O ne iyi
görür ve işitir!" Bunlar hayret ifade eden kiplerdir.
6. Arkalarından
kendini helak edeceksin" cümle-sinde istiâre-i temsiliyye vardır. Yüce Allah,
Rasulullah (s.a.v.)'ın müşriklerle olan durumunu dostları kendisinden ayrılan
ve dolayısıyla onlar için duyduğu üzüntü ve keder yüzünden nerdeyse kendini
öldürmek veya helak etmek isteyen kimsenin durumuna
benzetti.
7. Kulaklarına
perde çektik. cümlesinde, istiâre-i tebeıyye vardır. Burada ağır bir uyku
vermek, kulaklara perde çekmeye benzetilmiştir: Bu, bir yerde oturan insanların
üzerine çadır çekmeye benzer. Aynı şekilde Onların kalplerini bağladık"
ifadesinde de istiare vardır. Çünkü bağlamak demektir. Burada maksat, tulum ve
benzeri kapların ağızları iple bağlandığı gibi, onların kalplerini sıkıca
bağladık" demektir. [37]
27. Rabbinin
Kitab'ından sana vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirecek hiç kimse
yoktur. O'n-dan başka bir sığınak da bulamazsın.
28. Sabah akşam
Rablerine, sırf O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sebat
et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini, bizi
anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan
kimseye boyun eğme.
29. Ve de ki:
"Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen îman etsin, dileyen inkâr etsin." Biz, zâlimlere Öyle bir cehennem hazırladık
ki, onun duvarları kendilerini çepe çevre kuşatmıştır. İmdad dileyecek olsalar
imdadlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. Ne
fena bir içecek ve ne kötü bir dayanma yeri!
30. 31. İman
edip de güzel davranışlarda bulunanlar var ya, şüphesiz biz, güzel işler
yapanların ecrini zayi etmeyiz, tşte onlara, içinden ırmaklar akan Adn
cennetleri vardır. Onlar Adn cennetlerinde tahtlar ü-zerine kurularak orada
altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın dîbâdan yeşil elbiseler
giyecekler. Ne güzel karşılık ve ne güzel kalma yeri!
32. Onlara, şu
İkİ adamı misal olarak anlat: Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her
ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler
bitirmiştik.
33. İki bağın
ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbirini eksik bırakmamıştı. Aralarından bir de
ırmak fışkırtmıştık.
34. Bu adamın
çeşitli meyveleri vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona şöyle dedi: "Ben,
senden daha zenginim; ve adamlarım daha çoktur."
35. Kendisine
zulmederek bağına girdi. Şöyle dedi: "Bunun, hiçbir zaman yok olacağını
sanmam.
36. Kıyametin
kopacağını da sanmıyorum. Şayet Rabbime döndürülüp O'na götürülürsem, hiç şüphem
yok ki, orada bundan daha hayırlı bir âkibet bulurum."
37. Karşılıklı
konuşan arkadaşı ona hitaben: "Sen, seni topraktan, sonra nutfeden yaratan, daha
sonra seni bir adam biçimine sokanı inkâr mı ettin?" dedi.
38. "Fakat O,
Rabbim Allah'tır ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam.
39. Bağına
girdiğinde: Mâşâallah! Kuvvet yalnız Allah'ındır, deseydin ya! Eğer malca ve
evlâtça beni kendinden güçsüz görüyorsan şunu bil ki:
40. Belki
Rabbim bana, senin bağından daha iyisini verir; senin bağına ise gökten
yıldırımlar gönderir de bağ, kupkuru bir toprak haline
geiir.
41. Yahut,
bağının suyu dibe çekilir de, bir daha onu arayıp
bulamazsın."
42. Derken onun
serveti kuşatılıp yok edildi. Böylece, bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü
ellerini oğuşturup kaldı. Bağın çardakları yere çökmüştü. "Ah, diyordu keşke ben
Rabbime ortak koşmamış olsaydım!"
43. Kendisine,
Allah'a karşı yardım edecek destekçileri olmadığı gibi, kendi kendini de
kurtaracak güçte değildi.
44. İşte burada
yardım ve dostluk, Hak olan Allah'a mahsustur. Mükâfatı en iyi olan O, en güzel
âkıbeti veren yine O'dur.
45. Onlara şunu
da misal göster: Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir kî, bu su
sayesinde yeryüzünün bitkisi birbirine karışmış; arkasından rüzgârın savurduğu
çerçöp haline gelmiştir. Allah'ın her şeye gücü yeter.
46. Servet ve
oğullar, dünya hayatının süsüdür; ölümsüz olan iyi işler ise, Rabbinin nezdinde
hem sevapça daha hıyırlı, hem de ümit bağlamaya daha
lâyıktır.
47. Düşün o
günü ki, dağları yerinden götürürüz ve yeryüzünün çırılçıplak olduğunu görürsün.
Hiçbirini bırakmaksızın onları mahşerde toplamış
olacağız.
48. Ve hepsi
sıra sıra Rabbinin huzuruna çıkarılmışlardır: Andolsun ki sizi ilk defasında
yarattığımız şekilde bize geldiniz. Oysa, size va'dedilenlerin tahakkuk edeceği
bir zaman tayin etmediğimizi sanmıştınız, değil mi?
49. Kitap
ortaya konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını
görürsün. "Vah halimize! derler, bu nasıl kitapmış! Küçük hiçbir şey
bırakmaksızın hepsini sayıp dökmüş!" Böylece yaptıklarını karşılarında
bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.
50. Hani biz
meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik; İblis hariç olmak üzere,
onlar hemen secde ettiler. İblis, cinlerdendi; Rabbinin emrinden çıktı. Şimdi
siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin
düşmanlarınızdır. Zâlimler için bu, ne fena bir
değişmedir!
51. Ben onları
ne yerin yaratılışına, ne de bizzat kendilerinin yaratılışına şahit tuttum. Ben,
yoldan çıkaranları yardımcı edinecek değilim.
52. Yine o günü
düşün ki, Allah, kâfirlere: "Benim ortaklarım olduklarını ileri sürdüğünüz
şeyleri çağırın." buyurur. Çağırmışlardır onları; fakat kendilerine cevap
vermemişlerdir. Biz onların arasına tehlikeli bir uçurum
koyduk.
53. Suçlular
ateşi görür görmez, orayı boylayacaklarını iyice anladılar; ondan kurtuluş yolu da
bulamadılar.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde
Ashâb-ı kehfin kıssasını anlattı. Bu kıssa iman ve inanç uğrunda gösterilen
kahramanlık ve fedâkârlığı tasvir eder. Bu âyetlerde de, iki bağ sahibinin
kıssasını anlattı. Bu kıssa, inanç için anlatılmış bir başka örnek olup
İsrailoğullarmdan iki kardeşin hikayesinde temsili olarak gösterilmiştir.
Bunlardan birisi imanıyle İzzetli mü'min, diğeri ise iki bağı olan kâfirdir.
Ayrıca bu kıssada bulunan ibret ve öğütler anlatılmaktadır. Bu âyetler arasında
Kur'an'a mahsus bazı yönlendirmeler de vardır.
[38]
Kelimelerin İzahı
Mültehad; sığınılacak yer
demektir. Aslı, "meyletti" manasına gelen dendir. Sen kime sığınsan ona
meyletmiş olursun. Dilciler böyle demişlerdir.
Furut, haddi aşan manasınadır.
Diğer atları geçen kısrağa denir. Leys şöyle der: Furut, lüzumundan fazla
yapılan iş demektir. Şâir şöyle der:
Bana haksız bir yük ve sonu iyi
olmayan, lüzumun dan fazla iş yükledin.[39]
Surâdık, sûr ve duvar
demektir.
Mühl, eritilmiş her madene denir.
Ebu Ubeyde şöyle der: Altın, gümüş veya bakırdan erittiğin herşeye mühl
denir.
Sündüs, ince
ipek.
İstebrak, kalın ipek. Buna dîbâc
da denir. Şâir şöyle der:
O kadınların bir çuldan elbiseler
giydiğini görürsün. Bir de elbiselerinin kalın ipekten olduğunu görürsün.[40]
Erâik, kelimesinin çoğuludur.
Erîke, kumaş ve örtülerle süslenmiş, gelin divanı gibi
divandır.
Husbân, yıldırım manasına gelen
kelimesinin çoğludur. Heşîm; kurumuş, ufalanmış bitki. Bırakırız. [41]
Nüzul Sebebi
Rivayete göre Kureyş'in ileri
gelenleri Rasulullah (s.a.v.)'m yanında toplanıp ona şöyle dediler: "Sana
inanmamızı istiyorsan, şu fakirleri yani Bilâl-î Habeşî, Habbâb b. Eret,
Suheyb-i Rumî ve diğerlerini yanından kov. Onlarla bir arada bulunmak bizim
gururumuza dokunuyor. Onlar için, senin yanında toplanacakları başka bir vakit
tayin edersin". Bunun üzerine Yüce Allah şu âyeti indirdi: Sabah akşam
Rablerine, sırf onun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sebat et..
Gözlerini onlardan çevirme.[42]
Âyetlerin Tefsiri
27. Ey
Muhammed! Rabbinin sana vah-yettiği Kur'an-ı Kerim âyetlerini oku. Allah'ın
kelamını değiştirmeye veya tebdil etmeye kimsenin gücü yetmez. Allah'tan başka,
asla sığınacak bir yer bulamazsın. [43]
28. Sabah akşam
Rablerine dua eden zayıf ve fakir müslümanlarla birlikte olmaya sabret. Onlar
dua ederek Allah rızasını istiyorlar.
Gözlerini onlardan ayırıp zenginlere ve ileri gelenlere çevirme.
Tefsirciler şöyle der: Rasulullah (s.a.v.),
maiyyetlerinin de imana gelmesi
için, ileri gelenlerin iman etmesini çok
arzu ediyordu. Yoksa, asla dünya zinetini istemiyordu. Bundan dolayı,
müşriklerin İleri gelenlerinden ve büyüklerinden yüzçevirip fakir mü'minlere
yönelmesi emredildi. Onlarla oturup şeref ve iftihar isteyerek böyle yapma. İbn
Abbas şöyle der: Yerlerine makam ve servet sahiplerini isteyerek, onları bırakıp
da başkalarına yönelme.[44]
Senden, mü'minleri kovmanı
isteyenlerin sözüne uyma. Zira onların kalpleri, Allah'ı zikirden gafildir.
Onlar, dini ve Rablerine ibadeti bırakıp dünya ile meşgul olmuşlardır.
Tefsirciler şöyle der: Bu âyet, Uyeyne b. Hısn ve arkadaşları hakkında inmiştir.
Uyeyne, Rasulullah (s.a.v.)'m yanında Selmân-ı Fârisî ve bir grup fakir müslüman
varken ona geldi. Selman'ın üzerinde yünden bir aba vardır. Abanın içinde
terlemişti. Uyeyne, Peygamber (a.s)'e dedi ki: Bunların kokusu seni rahatsız
etmiyor mu? Biz Mudar'm ileri gelenleri ve liderleriyiz. Biz müslüman olursak
herkes müslüman olur. Senin peşinden gitmekten bizi sadece bunlar
alıkoyuyorlar. Onları yanından uzaklaştır ki sana uyalım. Ya da, bize başka,
onlara başka bir meclis ayır. Rasulullah (s.a.v.) onların isteklerini yerine
getirmeye yeltendi. Bu âyet inince çıkıp o fakirleri aramaya başladı. Onları
görünce yanlarına oturdu ve şöyle dedi: Allah'a hamdolsun. O Allah ki
ümmetimin içinde, bana, nefsimi kendileriyle beraber tutmamı emrettiği
kimseler yarattı.[45] O gafiller, Allah'ın emrini terkedip hevâ ve
heveslerine uymuşlardır. Onun işi boşa gitmiş, yok ve helak olmuştur, [46]
29. Bu âyet
görünüşte bir emir, fakat gerçekte ise bir tehdit ve uyarı manası ifade eder.
Yani, Ey Muhammedi O gafillere de ki, Allah'ın açıklamasıyla hak ortaya çıkmış
anlaşılmıştır. İster iman edin, ister inkâr. Bu âyet, tehdit hususunda
dilediğinizi yapın[47]
âyetine benzemektedir. Allah ve Rasulünü inkâr edenler için biz, şiddetli kızgın
ateş hazırladık. O ateşin duvarı, bileziğin bileği kuşattığı gibi onları
kuşatmıştır, Şiddetli susuzluktan dolayı imdat dileyip su isteseler, onlara
erimiş bakır veya kızgın yağ tortusu gibi son derece sıcak su verilir. Bu su çok
sıcak olduğu için onlara yaklaştığında yüzlerini yakıp kavurur. Hadiste şöyle
buyrulmuştur: Bu, zeytin yağı tortusu gibi bir sudur. Ona yaklaştığında yüzünün
derisi içine düşer.[48]
Allah bizi cehennemden korusun. Onlara
verilen bu içecek ne kötüdür. Cehennem, ateş ehlinin kalacakları ve
ihtiyaçlarını gidermek istediklerine kötü bir yerdir. [49]
30. Yüce Allah
bedbahtların durumunu anlatınca ardından, Kur'an'ın teşvik ve korkutma üslubuna
göre, mutlu kimselerin durumunu anlattı. Yani, biz, güzel ve samimi olarak amel
eden kimsenin sevabını kaybetmeyiz. Bilâkis onu artırır ve çoğaltırız. [50]
31. İşte onlar
için Adn cennetleri vardır. Odalarının
ve evlerinin altından cennet ırmakları akar. Orada altın bileziklerle
süsleneceklerdir. Tefsirciler şöyle der: Cennet ehli olan herkesin kolunda üç
cins bilezik olacak. Biri altından, biri gümüşten, biri de inciden. Çünkü Yüce
Allah başka bir ayette Gümüş bilezikler takınmışlardır.[51]
buyurmuştur. Bir başka âyette ise şöyle buyurmuştur: Onlar orada, incilerle
bezenirler. Orada giyecekleri ise ipektir.[52]
Hadiste şöyle buyrulmuştur: Mü'minin
zineti, abdest alırken yıkadığı yerlere kadar ulaşır.[53]
Onlar ince ve kalın ipekten renkli
elbiseler içinde salma salına yürürler. Taberî şöyle der: Âyetin mânâsı şudur:
Onlar takı olarak altın bilezikler takınır, elbise olarak da, sündüs ve
istebraktan yani ince ve kalın ipekten elbiseler giyerler.[54]
Cennette, kumaş ve örtülerle süslenmiş altından divanlarda otururlar. İbn Abbas
şöyle der: Erâik, altın divanlar demektir. Bunlar inci ve yakutla süslenmiş olup
üzerlerinde süslü örtüler vardır. San'a ile Eyle ve Aden ile Câbiye arasına da
Erike denir.[55]
Takva sahiplerinin mükâfatı ne güzeldir. Cennet onlar için, ne güzel bir
istirahat ve kalma yeridir. [56]
32. Senden,
fakirleri kovmanı isteyen o kafirlere şu İki adam misalini getir. Tefsirciler
şöyle der: Bunlar, İsrail oğullarından iki kardeştir. Birisi mü'min diğeri kâfir
olan, kendine düşen mal ile iki bağ satın aldı. Mü'min ise, Allah'ın rızasını
kazanmak için, bitinceye kadar malını harcadı. Kâfir onu fakir diye ayıpladı.
Allah da onun malını yok etti. Allah bunu, kendisine itaat ederek amel eden
mü'min ile, nimetin şımarttığı kâfir için misal getirdi. Onlardan kâfir olanına
çeşit çeşit lezzetli üzümler veren iki bağ verdik. Etrafını hurma ağaçlarından
bir duvarla kuşattık. Bu iki bağ arasında da ekinler bitirdik. Aralarından bir
nehir de fışkırır. Bu, Kur'an'm güzel bir şekilde tasvir ettiği hoş bir
manzaradır. Çeşitli üzümler veren iki bağ manzarası, bağlar hurma ağaçlarıyle
çevrilmiş, ortalarında ekin var, aralarından nehirler fışkırıyor. [57]
33. Bağlardan
her biri son derece güzel olgun meyveler verdi, hiçbir meyveyi eksik bırakmadı.
Bu iki bağın ortasından akan bir nehir fışkırttık. [58]
34. Kâfir
kardeş bu iki bağdan çeşitli meyveler elde ediyordu. İki bağ sahibi olan kâfir,
mü'min kardeşi ile tartışarak, mücadele ederek ve ona karşı övünerek şöyle
dedi: "Ben senden daha zengin ve şerefliyim. Yardımcılarım ve hizmetçilerim
daha çoktur. [59]
35. Mü'min
kardeşinin elinden tutup onu bağa soktu. Onu bağda dolaştırarak oradaki
ağaçları, meyveleri ve nehirleri gösteriyordu. Gurur ve inkârı sebebiyle
kendisine zulmetmiş oluyordu, Bu bağın asla yok olacağını sanmam. [60]
36. Kıyametin
kopacağını da sanmıyorum. Kâfir, bağının yok olacağına inanmadığı gibi,
öldükten sonra dirilip haşr olunacağını da inkâr etti. Varsayalım ki, sizin
iddia ettiğiniz gibi, öldükten sonra dirilme var. Bu durumda Allah bana bundan
daha iyisini ve üstününü verir. Su Sonuç olarak ben bunu bulurum. Bu dünyada
bana verdiği gibi, onun katında değerli olduğum için, âhirette de verecek. [61]
37. O mü'min,
kardeşine dönüp onunla tartışarak şöyle dedi: Sen, aslını topraktan, sonra da
meniden yaratan, daha sonra seni azaları düzgün bir insan haline getiren
Allah'ı inkâr mı ettin? Bu soru, kınama ve azarlama ifade eder. [62]
38. Fakat ben,
Allah'ın varlığını itiraf ediyorum. O benim Rabbim ve yaratanımdır. Ben,
Allah'a başkasını ortak koşmam. O tek ma'buddur, ortağı yoktur. [63]
39. Bağına
girdiğinde ve içinde bulunan ağaçlar ve meyveler hoşuna gittiğinde, "Bu,
Allah'ın lutfudur, onun dilediği olur, dilemediği olmaz" deseydin ya! O yardım
ve başarı nasip etmedikçe bizim ona itaat etmeye gücümüz yetmez, Mü'min kâfire
dedi ki: Eğer beni kendinden daha fakir görüyorsan, malının ve çocuklarının
çokluğu ile bana karşı üstünlük taslıyorsan. [64]
40. Bu cümle,
beni görüyorsan şart cümlesinin cevabıdır. Yani, ben Allah'ın, lütuf ve
insanıyla, benim fakirliğim İle senin zenginliğini değiştireceğini, kendisine
iman ettiğim için bana, senin bağından daha iyi bir bağ vereceğini ve sen
kendisini inkâr ettiğin için nimetini senden çekip alarak bağını harap edeceğini
umarım. Bağına, gökten, yok edecek bir âfet veya harap edecek yıldırımlar
göndereceğini, böylece o bağın, üzerinde ayakların duramayacağı kadar kaygan;
bitkisiz ve ağaçsız kupkuru bir yer haline geleceğini umarım. [65]
41. Veya onun
suyu yere çekilir de bağda, bulunan bütün ekin ve ağaçlar yok olur. O takdirde,
bırak geri getirmeyi, onu arayamazsın bile. Burada konuşma sona erer ve dehşet
verici âni bir olay meydana gelir. Kâfirin elinden nimetinin gideceğine dair
mü'minin ümidi gerçekleşir. Burada sözün akışı, bizi birden bire, güzel ve hoş
bir sahneden helak ve yok olma sahnesine götürür. [66]
42. Onun bağı
tamamen yok oldu. Ekin ve meyveleri harap olup gitti. Kâfir, malının ve emeğinin
yok olmasından dolayı duyduğu üzüntüden ellerini oğuşturmaya başladı. Kurtubî
şöyle der: Duyduğu pişmanlıktan ellerinin birini diğerinin üstüne vurmaya
başladı. Çünkü pişman olan böyle yapar.
enkaz haline geldi. Çardaklar duvarlar üzerine yıkıldı. Harap olup gitti.
O, Allah'a ortak koştuğuna pişman olmuş, "keşke nimete nankörlük etmeseydim"
temennisinde bulunmuştur. Ne var ki, pişmanlığın fayda vermeyeceği bir zamanda
pişman olmuştur. [67]
43. Ona yardım
edecek ve ondan felâketi savacak herhangi bir topluluk da yoktur, Kendi
kendine, Allah'ın intikamından korunacak gücü de yoktur. Kendileriyle iftihar
ettiği ve üstünlük tasladığı yakınları ve çocukları ona fayda vermedi. Kendi
başına da, azabı üzerinden savamadı. [68]
44. İşte bu
makam ve halde, yardım sadece tek olan Allah'a aittir. Hiçkimse o yardımı yapamaz. Dostlarına
yardım edecek gerçek dost odur. Allah,
dünyada da âhirette de, kendisine iman edenler için en iyi karşılığı verendir.
Kendisine güvenip ümit bağlayanlar için en güzel sonucu o verir. [69]
45. Bu, dünya
ve onun aldatıcı süsü hakkında bir başka misaldir. Yok olma ve zeval bulma
hususunda, geçen iki bağ misaline benzer. Yani, Ey Muhammedi Yok olma, zevale
erme ve son bulma hususunda bu hayatı, insanlara şöyle bir misalle anlat: Bu
hayat gökten inen bir suya benzer ki, o su sebebiyle bolca bitki biter. Bu
bitkiler çok ve yoğun oldukları için birbirlerine karışırlar. Daha sonra bu
bitkiler kuruyup ufalanır ve dağıhr. Rüzgârlar onu sağa sola savurur. Allah yok
etmeye ve yaşatmaya kadirdir. Ne yerde, ne gökte hiçbir şey onu âciz
bırakamaz. [70]
46. Mal ve
çocuklar bu geçici hayatın süsüdür. İşte misâli, işte süsü. Hepsi yok olup
gidecektir. Ahmak câhilden başkası buna aldanmaz.! İyi işlerin meyvesi, sonsuza
kadar devam edecektir. İşte, Allah katında, insanların umdukları ve bekledikleri
en hayırlı şey budur. İbn Abbas şöyle der: Âyette geçenden maksat beş vakit
namazdır. Yine, ondan rivayet edildiğine göre, bundan maksat, âhirete kalacak
her türlü iyi söz veya iştir.[71]
Hadiste şöyle buyrulmuştur: "Sübhânallâh, elhamdülillah ve Lâilâhe ili âl lahu
vellâhu ekber. İşte den maksat bunlardır.[72]
47. Yüce Allah
dünyayı ve sonunun ne olacağını anlattıktan sonra, burada da kıyameti ve
korkunç hallerini anlatmaktadır: Biz, dağlan yerlerinden söküp de onları dağınık
toz gibi yaptıktan sonra, bulutlar gibi yürüteceğimiz günü hatırla yeryüzünü
apaçık bir şekilde görürsün. Üzerinde onu örtecek ne bir dağ, ne bir bitki, ne
de bir bina vardır. Dağları sökülmüş ve binası yıkılmış, dümdüz olmuştur.
Öncekileri de, sonrakileri de hesap yerine taplayacağız; hiçbirini
bırakmıyacağız. [73]
48. Onlar saf
saf, Âlemlerin Rabbinin huzuruna çıkarılacaklar. Hiç kimse diğerinin
görünmesine engel olamayacak. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Allah öncekileri de,
sonrakileri de bir tek yerde saf saf toplıyacaktır.[74]
Mukâtil şöyle der: Namazdaki saflar gibi, saf saf Allah'ın huzuruna
çıkarılırlar. Her ümmet ve her grup bir saf olur.[75]
Kınama ve azarlama yoluyla kâfirlere şöyle denilir: Bize çıplak ve yalınayak
geldiniz. Yanınızda ne malınız var ne de çocuğunuz; sizi, ilk yarattığımız
zamanki şeklinizle geldiniz. Siz bunun aksini iddia ediyor ve öldükten sonra
tekrar dirilme, amellerin karşılğını alma, ceza ve hesap yoktur diyordunuz. [76]
49. İnsanların
amel defterleri ortaya konup kendilerine gösterilir, O zaman, amel
defterlerindeki suç ve günahlarından dolayı, suçluların korktuğunu görürsün.
Onlar şöyle derler: Eyvah, dünya hayatında yaptığımız kusurlardan dolayı bize
yazıklar olsun! Bu nasıl kitap! Küçük büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini
kaydetmiş ve İçine almış! yaptıklarım kitapta yazılmış ve kaydedilmiş bulurlar.
Rabbin, suçsuz insana ceza vermez, iyi iş yapanın da mükâfatını eksiltmez. [77]
50. Hatırla o
zamanı ki, biz meleklere, ibadet secdesıyle değil de, saygı ve hürmet secdesi
ile Adem'e secde edin diye emretmiştik. Bütün melekler secde etti. Ancak,
cinlerden olan İblis, Rabbinin emrine uymadı. Bu âyet, İblis'in meleklerden
değil de, cinlerden olduğunu açıkça göstermektedir.[78]
Ey Adem oğullan! İblis ve onun soyundan olan şeytanlar sizin düşmanınız olduğu
halde, Allah'ı bırakıp da onları dost mu ediniyorsunuz? Allah'a ibadet yerine,
şeytana ibadet etmek ne kötü şeydir. [79]
51. Beni
bırakıp da kendilerine taptığınız o şeytanlara, ben, göklerin ve yerin
yaratılşım göstermedim, Bir kısmının yaratılışını, diğerlerine de göstermedim.
Onlar da sizin gibi kul olup hiçbir şeye sahip değillerdir. Ben, kâinatı
yaratırken şeytanları yardımcı edinmedim. Nasıl beni bırakıp da onlara itaat
ediyorsunuz? [80]
52. O gün Allah
müşriklere şöyle diyecek: İddia ettiğiniz gibi, bana koştuğunuz ortakları
çağırın da, sizi benim azabından korusunlar ve şefaat etsinler. Bunun üzerine
müşrikler onlardan yardım ister, fakat yardım edemezler. İbadet edenlerle
ma'budlar arasına, onların geçemeyeceği helak edici bir ateş yerleştiririz. [81]
53. Suçlular,
cehennemi, kendilerine karşı olan kininden dolayı öfkelenmiş bir halde görürler
ve oraya gireceklerini kesin olarak anlarlar. Ondan kurtuluş yolu bulamazlar.
Çünkü cehennem onlara her taraftan kuşatmıştır. Oradan kaçamazlar. [82]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. sabah ile
akşam ve inansın ile inkâr etsin kelimeleri arasında tıbak
vardır.
2. O, ne güzel
karşılık ve ne güzel kalma yeridir" âyetinin ifade ettiği cennet ile, Ne kötü
bir içecek ve ne kötü bir kalma yeridir" âyetinin ifade ettiği cehennem
arasında güzel bir mukabele sanatı vardır.
3. Erimiş maden
gibi yüzleri haşlayan bir su ile yardım edilir! cümlesinde teşbih vardır.
Benzetme edatı ile benzetme yönü anlatıldığı için buna "Mürsel mufassal" teşbih
denir.
4. Onlara, şu
iki adamı misal o-larak anlat. Onlardan birine iki bağ vermiştik.. âyetinde
temsili teşbih vardır. Çünkü bir çok benzetme yönü vardır. Aynı şekilde, Onlara
şunu da misal olarak ver: Dünya hayatı gökten indirdiğimiz bir su gibidir"
âyetinde de temsilî teşbih vardır.
5. Veya bağın
suyu yerin dibine çekilir de.. âyetinde ism-i fail yerine mastar kullanılarak
mübalağa yapılmıştır.
6. Ellerini
oğuşturuyor cümlesi, pişmanlık ve
üzüntüden kinayedir. Çünkü pişman olan şahıs, sağ elini sol elinin üzerine
kor.
7. Onu ve
soyunu dostlar mı ediniyorsunuz" cümlesi inkâr ve hayret ifade eder. [83]
Bir Uyarı
Cumhurun görüşüne göre, yukardaki
âyette geçen den maksat, faziletleri hakkında hadis bulunan şu kelimelerdir:
"Sübhanallâh, elhamdülillah, Lâ ilahe illallah, Allâhu ekber ve Lâ havle velâ
kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm. Yukarda anlatılan hadis bunlar hakkında
söylenmiştir. Tirmizi'de şöyle bir rivayet vardır: "Rasulullah (s.a.v.) buyurdu
ki: Ben Miraç gecesi Hz. ibrahim'le karşılaştım. Bana dedi ki: Ey Muhammedi
Ümmetine benden selâm söyle ve cennetin toprağının güzel, suyunun tatlı ve
kendisinin dümdüz bir ova olduğunu onlara bildir: Onun fidanları ise:
Sübhanallâh, elhamdülillah, lâ ilahe illallah ve Allâhu ekber kelimeleridir.[84]
54. Hakikaten
biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misâli sayıp dökmüşüzdür. Fakat
insanoğlu tartışmaya her şeyden çok düşkündür.
55. Kendilerine
hidâyet geldiğinde insanları îman etmekten ve Rablerinden mağfiret talep
etmekten alıkoyan şey, sadece, öncekileri başına gelenlerin kendi başlarına da
gelmesini, yahut azabın ansızın kendilerini enselemesini
beklemeleridir!
56. Biz
peygamberleri, sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kâfir
olanlar ise, hakkı bâtıl ile ortadan kaldırmak için bâtıl'i kullanarak mücâdele
verirler. Onlar, âyetlerimizi ve
uyarıldıkları şeyleri alaya almışlardır.
57. Kendisine
Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığı
unutandan daha zâlim kim vardır? Biz onların kalblerine, Kur1-an'ı anlamalarına
engel olan bir ağırlık verdik. Sen onları çağırsan da artık ebediyyen hidâyete
eremeyecek-lerdir.
58. Senin
Rabbin, bağışı bol ve merhameti çoktur, şayet, yaptıkları yüzünden onları hemen
cezalandıracak olsaydı, elbette onlara
azabı çarçabuk verirdi. Fa kat, kendilerine tanınmış belli bir süre vardır ki,
bundan kaçıp kurtulacakları bir sığınak
bulamayacaklardır.
59. İşte bu
ülkeler; zulmettikleri zaman onları helak ettik. Onları helak etmek için belli
bir zaman tayin etmiştik.
60. Bir vakit
Musa, hizmetçisine demişti ki: "İki denizin birleştiği yere varmadan
dinlenmeyeceğim yahut senelerce yürüyeceğim."
61. Her ikisi,
iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını unuttular. Balık, denizde tünel
gibi bir yola girdi.
62. Geçip
gittiklerinde Musa hizmetçisine, öğle yemeğimizi getir bize. Hakikaten şu
yolculuğumuz da çok yorulduk" dedi.
63. Hizmetçi:
"Gördün mü! dedi, kayaya sığındığımız sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı
bana şeytandan başkası unutturmadı. O, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu
tutup gitmişti."
64. Musa, "İşte
aradığımız o idi." dedi. Hemen izlerini sürecek geri
döndüler.
65. Derken,
kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet vermiş, yine ona
tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.
66. Musa ona:
"Sana öğretilenden, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgiyi bana da Öğretmen
için sana tâbi olabilir miyim?"
dedi.
67. Dedi ki:
"Doğrusu sen benimle
beraberliğe sabredemezsin.
68.
Kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?"
69. Mûsâ:
"İnşaallah, dedi, sen beni sabreder bulacaksın. Senin emrine de karşı
gelmem."
70. O kul:
"Eğer bana tâbi olursan, sana bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana
soru sorma!" dedi.
71. Bunun
üzerine yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman o gemiyi deldi. Musa:
"Hakkını boğmak için mi onu deldin? Gerçekten sen tehlikeli bir iş yaptın!"
dedi.
72. Hızır: "Ben
sana, benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi?"
dedi.
73. Musa:
"Unuttuğum şeyden dolayı beni cezalandırma; işimde bana güçlük çıkarma."
dedi.
74. Yine yürüdüler. Nihayet bir erkek çocuğa
rastladıklarında Hızır hemen onu öldürdü. Musa dedi ki "Tertemiz bir canı, bir
can karşılığı olmaksızın katlettin ha! Gerçekten sen fena bir şey
yaptın!"
75. Hızır: "Ben
sana, benimle beraber sabrede-mezsin, demedim mi?" dedi.
76. Musa:
"Eğer, dedi, bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık bana arkadaşlık etme.
Hakikaten benim tarafımdan ileri sürebileceğim mazeretin
sonuna ulaştın."
77. Yine
yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy
halkı onları mi safir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere bulunan
bir duvarla karşılaştılar. Hızır hemen onu doğrulttu. Musa: "Dileseydin, elbet
buna karşı bir ücret alırdın." dedi.
78. Hızır şöyle
dedi "İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana, sabredemediğin
şeylerin içyüzünü haber vereceğim.
79. Gemi var
ya, o, denizde çalışan yoksul kimselerindi.
Onu kusurlu kılmak
istedim. Çünkü onların önünde, her sağlam gemiyi gasbetmekte
olan bir kral vardı."
80. "Erkek
çocuğa gelince, onun ana-babası, mümmin kimselerdi. Bunun için çocuğun, onları
azgınlık ve nankörlüğe sokmasından korktuk.."
81. "Böylece
istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha
merhametlisini versin.
82. Duvara
gelince, şehirde ki iki yetimin idi; altında da onlara ait bir hazine vardı;
babalan ise iyi bir kimse idi. Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına
erişsinler ve çıkarsınlar. Ben bunu da kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında
sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur."
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde iki
bağ sahibi kıssasını ve dünya hayatı ile onda bulunan geçici ve aldatıcı nimet
ve faydayı darb-ı mesel olarak anlattıktan sonra, burada da, bu misalleri
anlatmaktaki gayeye dikkat çekti ki, bu da öğüt ve ibret almaktır. Bundan sonra
üçüncü kıssadaki enteresan sırlan anlattı. [85]
Kelimelerin İzahı
Kubulen; Açıkça, karşı
karşıya
Mev'il, sığınıp kurtulacak yer.
İbn Kuteyb şöyle der: Bir kimse bir yere sığındığında denir. Mastarı ve şeklinde
gelir. Mev'il, "sığınılacak yer" demektir. A'şâ şöyle der:
Ev sahibi benden sakındığı halde
ben onun gafil ânını beklerim. Sonra benden kurtulup sığınacak bir yer
bulamaz.[86]
Hukub, sene manasına gelen
kelimesinin çoğuludur. Burada hukub'lan maksat "uzun zaman"
dır.
Sereb, yer içersinde girilip
gidilecek yol. Nasab, yorgunluk ve meşakkat.
Imr, büyük bir iş. Bir şey büyük
olduğunda denilir. Nükr; hoşa gitmeyen, çok fena bir şey. [87]
Âyetlerin Tefsiri
54. Şüphesiz
biz, bu Kur'an'da insanlar için misalleri açıkladık. Delil ve öğütleri
tekrarladık. İnsanın huyu, mücâdele ve düşmanlıktır. Ne hakka gelir, ne de öğüt
alır. [88]
55. İnsanları,
Allah'tan kendilerine hidayet geldiğinde, iman etmekten ve günahlarından dolayı
af istemekten Sadece öncekiler hakkındaki kanunu, yani Allah'ın yok etme
kanununu beklemeleri alıkoymuştur. Veya, Allah'ın azabının açıkça karşılarına
çıkmasını beklemeleri alıkoymuştur. Yani, onları iman etmekten ve af istemekten
alıkoyan sadece, kendilerine va'dedilen azabı açık-seçik görmek istemeleridir.
Nitekim bir âyette, şöyle dedikleri bildirilmiştir: Üzerimize gökten taş yağdır
veya bize elem verici bir azap ver.[89]
56. Biz
peygamberleri, helak ve yok etmek için değil, sadece müjdelemek ve uyarmak
maksadıyle göndeririz. İman edenleri müjdeleyici, isyan edenleri uyarıcı olarak
göndeririz. Kâfirler ise, hakkın açıklığına rağmen, ona bâtıl vasıtasıyle üstün
gelmek ve onu boşa çıkarmak için mücadele ederler. Onlar harikulade şeyler talep
eder ve azabın acele gelmesini isterlerken, maksatları iman etmek değil, sadece
alay etmek ve dalga geçmektir.
Kur'an'ı ve korkutuldukları azabı
alaya aldılar. [90]
57. Hiç kimse,
Allah'ın açık âyetleri ve parlak delilleri ile kendisine öğüt verilip de onları
görmezlikten gelen, unutmuş görünen ve onlara aldırış etmeyenden daha zalim
değildir. İşlediği çirkin suç ve kötü fiilleri unutup da onların sonunu
düşünmeyenden daha zâlim yoktur, Onların kalpleri üzerine, bu Kur'ân'ı
anlamalarına, sırlarını kavramalarına ve onda bulunan öğüt ve hükümlerden
faydalanmalarına engel olacak perdeler çektik. Kulaklarına da, anlayacak ve
faydalanacak bir şekilde işitmelerine engel olacak manevî bir sağırlık verdik.
Onları imana ve Kur'an'a çağırsan, senin çağrını asla kabul etmezler. Çünkü
onlar ne işitirler, ne de anlarlar. Hidâyete ermek için, imanı kabule hazır açık
kalpler vardır. Onlar ise hayvanlar gibidir. [91]
58. Ey
Muhammedi Kusur ve isyanlarına rağmen, Rabbinin kullarına karşı mağfireti geniş,
merhameti büyüktür. Eğer Allah onları, işledikleri suç ve günahlardan dolayı
hemen cezalandıracak olsaydı, dünyada onları çarçabuk cezalandırırdı. Fakat o,
merhametinden dolayı onlara mühlet veriyor ve hemen istedikleri azabı erteliyor.
Allah'ın âdeti şudur ki, zalime mühlet verir, fakat ihmal etmez, Bilakis onlar
için, kıyamet gününde belirlenmiş bir zaman vardır. O zaman içersinde,
başlarına gelecek korkunç halleri görecekler. Orada asla, sığınıp kurtulacakları
bir yer de bulamayacaklar. [92]
59. İşte bunlar Hûd, Salih, Lût ve Şuayb'ın kavimleri
gibi geçmiş milletlerin ve zamanların haberleridir. Onlan zulmettikleri zaman,
biz onları helak ettik. Yok olmaları için sınırlı, muayyen bir zaman tayin
ettik. Bu inatçı yalanlayıcılar ibret almıyor mu? Bu âyet Kureyş kafirleri için
bir tehdit ifade eder. İbn Kesir şöyle der: Yani, Ey müşrikler! Onların başına
gelenlerin sizin başınıza da gelmesinden sakının. Şüphesiz siz, en büyük
peygamber ve en şerefli rasûlü yalanladınız. Siz bize karşı onlardan daha güçlü
değilsiniz. O halde benim azabımdan ve uyarımdan korkun.[93]
60. Burası, bu
mübarek sûredeki üçüncü kıssadır. Yani, hatırla ki bir zamanlar, Musa
Kelîmullah, hizmetçisi Yuşa' b. Nûn'a şöyle demişti: Doğu tarafına düşen Fars
denizi ile Rum denizi'nin birleştiği yere varıncaya kadar yürümeye devam
edeceğim. Burası, iki denizin birleştiği yerdir.[94]
Veya buraya varıncaya kadar uzun bir
zaman yürüyeceğim. [95]
61. Musa ve
hizmetçisi iki denizin birleştiği yere vardıklarında Yuşa balığın durumunu ve
onda gördüğü garip şeyleri Musa'ya bildirmeyi unuttu. Rivayete göre Yüce Allah
Hz. Musa'ya, yanma bir balık almasını ve onu bir zembile koymasını vahyetti.
Balık nerede kaybolursa, Salih adamın orada olduğunu bildirdi. Balık denizde
bir yol tutup gitmeye başladı. Tefsirciler şöyle der: Balık kızartılmıştı.
Zembilden çıktı ve denize atladı. Allah, balığın üzerine suyun akışını durdurdu
da su küvet gibi olarak balığın etrafında donup kaldı. Bu, Allah'ın Hz. Musa'ya
verdiği apaçık mucizelerden biriydi. [96]
62. Karşılaşma
için belirlenen bu iki denizin birleştiği yeri geçip gittiklerinde Musa (a.s)
hizmetçisine: "Öğle yemeğimizi getir" dedi. "Bu yolculukta çok meşakkat çekip
yorulduk." Kayayı geçtikten sonra bir gece ve biraz da gündüzün
yürümüşlerdi. [97]
63. Hz. Musa,
hizmetçisi Yûşa b. Nûn'dan öğle yemeğini isteyince hizmetçisi dedi ki: Yanında
uyuduğun kayaya sığındığımız zaman meydana gelen garip şeyi gördün mü? Balık
zembilden çıkıp denize atlamış ve deniz onun etrafını
bir küvet gibi çevirmişti. Uyandığında bunu sana hatırlatmayı unuttum.
Onun garip kıssasını sana hatırlatmayı bana şeytan unutturdu. Balık denizde yol
alıp gitmişti. Entercsan bir durumu vardı. Hizmetçi balığın durumuna şaşıyordu.
Çünkü o kızarmış bir balıktı. Balık yavaş yavaş dirilip denize girdi. [98]
64. Musa dedi
ki: İşte aradığımız ve istediğimiz bu. Bu bizim maksadımız olan Salih adamla
buluşma alâmetidir. Bunun üzerine geldikleri yoldan geri döndüler. Yoldan
çıkmamak için önceki izlerini takip etmeye başladılar. [99]
65. Balığı
kaybettikleri kayanın yanında Hızır (a.s)'ı buldular. Hadiste şöyle
buyrulmuştur: Musa, Hızır'ı, elbisesini üzerine örtmüş sırt üstü yatmış
vaziyette buldu. Ona selâm verdi. Hızır başını kaldırarak şöyle dedi: Senin
yurdun da selâmet nerde?[100] Ona katımızdan büyük bir nimet verdik ve yüce
bir lutufta bulunduk. Bunlar, Yüce Allah'ın, Hz. Hızır'ın eliyle gösterdiği
kerametlerdir.[101]
Ona, bize mahsus bir ilim verdik.
Gayıplara ait olan bu ilim ancak bizim nasip etmemizle bilinir. Âlimler şöyle
der: Bu rabbânî ilim, ihlas ve takvanın ürünüdür. Buna ilm-i ledünnî denir.
Allah onu, kendisine samimiyetle kulluk edenlere verir. Çalışma ve meşakkatle
elde edilmez. O sadece Allah'ın, kendilerine yakınlık, velayet ve keramet tahsis
ettiği kimselere verdiği bir lütfudur.[102]
66. Musa ona
dedi ki: İlminden hayatımda bana yol gösterecek şeyleri almam için, sana
arkadaşlık etmeme izin verir misin? Tefsirciler şöyle der: Bu, Allah'ın değerli
peygamberlerinin, efendice ve alçak gönüllülükle yaptığı bir hitaptır. İnsanın,
kendisinden ilim öğrenmek istediği kimseye karşı bu şekilde davranması
gerekir.. [103]
67. Hızır
(a.s): Kuşkusuz sen göreceklerine sabredemezsin dedi. İbn Abbas şöyle der: Sen
benim yapacaklarıma sabredemezsin. Çünkü bana, rabbimin gayb ilminden
verildi. [104]
68. Görünüşü
kötü olan, iç durumunu da bilmediğin bir şeye nasıl sabredeceksin? [105]
69. Musa dedi
ki : Inşaallah beni sabredici göreceksin, senin emrine karşı çıkmayacağım. [106]
70. Yolculuk
başlamadan önce Hızır (a.s), Hz.
Musa'nın kendisine soru sormamasını ve yapacağı işlerin
sırrını ona açıklamadıkça
açıklanmasını istememesini şart koştu. Yani, yapacağım işleri ben kendim
açıklamadıkça bana bir şey sorma. Öğrencinin öğretmene karşı takınması gereken
edebe riayet etmek için Hz. Musa onun şartını kabul etti. [107]
71. Musa ve
Hızır deniz sahilinde yürüdüler. Nihayet yanlarından bir gemi geçti. Gemidekiler
Hızır'ı tanıyıp onları ücretsiz olarak gemiye aldılar. Onlar gemiye binip de,
gemi denize açıldıktan sonra, Hızır bir balta alarak geminin tahtalarından
birini söktü.
Musa bu hareketi yadırgayarak dedi
ki : Sen, yolcuları boğmak için mi gemiyi deldin? Doğrusu sen tehlikeli, büyük
bir iş yaptın. Rivayete göre Hz. Musa bu durumu görünce, elbisesini aldı onu
açılan deliğe tıkadı. Sonra Hızır'a şöyle dedi: Bunlar bizi gemiye ücretsiz
aldılar. Sen, içindekileri boğmak için kasten onların gemisini deldin. Çok kötü
bir iş yaptın! [108]
72. Hızır, "Ben
sana baştan dememiş miydim ki, sen benim yapacaklarımdan göreceklerine
sabredemezsin. Hızır (a.s) Hz. Musa'ya, şarta uymadığını nâzik bir şekilde
hatırlattı. [109]
73. Musa,
"Verdiğin sözü unutup da şarta uymamamdan dolayı beni sorumlu tutma! Seninle
yaptığım arkadaşlıkta bana güçlük çıkarma. Bana güçlük değil, kolaylık göster,
dedi. [110]
74. Hızır, Hz.
Musa'nın özrünü kabul etti. Gemiden inince yürüyüp gittiler. Oyun oynamakta olan
bazı çocuklara rastladılar. İçlerinde parlak yüzlü, yakışıklı bir çocuk vardı.
Hızır onu tutup eliyle başını kopararak yere attı. Musa dedi ki: Suçsuz,
tertemiz bir çocuğu mu öldürdün? O kimseyi öldürmedi ki, bu sebeple onu
öldüresin. Doğrusu sen, çok kötü bir iş yaptın. Bunun karşısında susmak mümkün
değil.. Musa (a.s) bu sefer, verdiği sözü unutmamış, gaflete düşmemişti. Fakat o
verdiği süzü hatırlamasına rağmen, yapılmasına sabredilemeyecek kötü bir fiili
tenkit etmek istiyordu. Burada diyerek işin kötülüğünü ifade etti ki, bu, önceki
âyette geçen büyük bir iş" sözünden daha vurguludur. Kurtubî şöyle der: Musa
(a.s) Hızır (a.s)'a, "Sen günahsız bir kimseyi mi öldürdün?" deyince, Hızır
(a.s) kızarak çocuğun sağ omuzunu çekip koparttı ve etini sıyırdı. Bir de ne
görsünler, omuz kemiğinde "Bu, asla Allah'a iman etmeyecek olan bir kâfirdir"
yazılı.[111]
75. Hızır: Ben
bizzat sana dememiş-miydim ki, "Sen, benden göreceklerine kesinlikle
sabredemezsin" Tefsirciler şöyle der:
Birinci soruda, Hızır (a.s) Musa (a.s)'ya saygı göstererek, "Sana demedim mi"
diye hitap etmedi. İkinci defa muhalefet edince, artık özür kalmadığı İçin "sana
demedim mi" dedi. Burada Hz. Musa kendine gelin ve iki defa sözünden döndüğünü
anlar. Heyecanlanır ve kendi yolunu keser, bu yolu önündeki son fırsat haline
getirir.[112]
76. Musa dedi
ki: "Bundan sonra yaptığını tenkit eder ve yaptıklarına itiraz edersem, bana
arkadaşlık etme. Benimle arkadaşlığı bırakma hususunda mazeretini bana
bildirdin. Artık sen, bence mazursun. Çünkü sana üçüncü muhalefetim
olacak. [113]
77. Onlar
yürüdüler. Nihayet bir şehre geldiler. Ibn Abbas şöyle der: Burası Antakya'dır.
Yemek istediler. Halbuki oranın halkı açları doyurmayan, misafir kabul etmeyen
âdi kişilerdi. Onları misafir etmekten veya yedirmekten kaçındılar. Bu arada
şehirde, yıkılmak üzere olan eğik bir duvar gördüler. Hızır ona eliyle dokundu
ve duvar doğruldu. Bir görüşe göre, Hızır (a.s) duvarı yıktı, sonra tekrar
yaptı. Bunların her ikisi de İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir. Musa, Hızır'a
dedi ki: Onlardan bir ücret alsaydm, yiyecek almak için ondan yararlanırdık!
Musa (a.s), layık olmayana iyilik yapmasını yadırgadı. Rivayet olunduğuna göre
Musa (a.s) Hızır (a.s)'a şöyle dedi: Bunlar öyle bir topluluk ki, onlardan
yemek istedik vermediler. Misafir etmelerini istedik bizi misafir etmediler.
Sonra sen oturup onların duvarını yaptın. İsteseydin buna karşılık bir ücret
alırdın. [114]
78. Hızır dedi
ki: İşte senin sözüne göre, birbirimizden ayrılma zamanıdır. Benim yapmamı
yadırgadığın ve sabredemediğin üç meselenin hikmetini sana bildireceğim. Hadîste
şöyle buyurulmuştur: Allah, kardeşim Musa'nın iyiliğini versin. Keşke
sabretseydi de, Allah onların işlerini bize anlatsaydı. Arkadaşıyle beraber
kalsaydı, elbette, garip şeyler görecekti.[115]
79. Bu âyet Hz.
Musa'nın gördüğü ve fakat sabredemediği enteresan olayları açıklamaktadır. Yani,
deldiğin gemi var ya, o, zalimlere karşı kendilerini savunamıyan zayıf
kimselerindi. Onlar rızık elde etmek için o gemiyle denizde çalışıyorlardı. Delmek suretiyle onu kusurlu hale getirmek
istedim ki, zalim kral onu gasbetmesin.
Onlann önünde zâlim ve kâfir bir kral vardı. Bu kral kusursuz olan her
iyi gemiyi gasbediyordu. [116]
80. Öldürdüğüm
çocuğa gelince, o, günahkâr ve kâfirdi. Anne ve babası ise mü'min idiler.
Hadiste şöyle buyrulmuştur: Hızır'ın öldürdüğü çocuk kâfir olacak yaratılışta
idi. Yaşasaydı, mutlaka anne ve babasını azgınlık ve kâfirliğe sürükleyecekti.[117] Anne ve babasının ona karşı olan
sevgilerinin, onları kâfirlik ve sapıklıkta ona uymaya sürüklemesinden
korktuk. [118]
81. Çocuğu
öldürmekle Allah'ın onlara o kâfirden daha hayırlı ve anne babasma daha iyi ve
merhametli davranan hayırlı bir çocuk vermesini istedik. [119]
82. Yıkılmak
üzere olup da ücretsiz olarak yaptığım duvara gelince, bu duvar iki yetim
çocuğun idi ve altında altın ve gümüşten bir hazine1 gizlenmişti. Babaları
takva sahibi, iyi amel işleyen birisiydi. Babalarının iyi birisi olmasından
dolayı, Allah bu hazineyi onlar için korudu.[120]
Tefsirciler şöyle der: Babaların iyi
kişiler olması çocuklara fayda sağlar. Köklerin sağlam olması dallara fayda
verir. Böyle yapmakla Allah, çocukların büyüyüp güçlenmelerini ve duvarın
altından hazinelerini çıkarmalarını istedi. Babalarının iyi kimse olmasından
dolayı, bu, Allah'ın onlara bir rahmetidir. Gördüğün bu gemiyi delme, çocuğu
Öldürme ve duvarı yapma işini, kendi görüş ve içtihadımla yapmadım. Bilakis
Allah'ın emri ve ilhamı ile yaptım.
İşte bunlar, sabredemediğin ve
sana hikmetini bildirmeden önce karşı çıktığın olayların yorumudur. [121]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler aşağıdaki edebî
sanatları kapsamaktadır.
1.
Müjdeleyiciler ile uyarıcılar ve
unuttum ile hatırlarım arasında tjbak sanatı vardır.
2. gemiye
gelince, çocuğa gelince ve duvara gelince" diye başlıyan paragraflar arasında
leff'ü neşri müretteb sanatı vardır. Zira, daha önce gemiye binmeleri, köleyi
öldürmesi ve duvarı yapması anlatılmış, daha sonra bunlar aynı tertiple
anlatılarak leffü neşri mürettep sanatı yapılmıştır. Bu, edebî
sanatlardandır.
3. her gemiyi
terkibinde hazif yoluyla icaz vardır. "Her sağlam gemiyi" takdirindedir. Onu
kusurlu yapmak istedim" ifadesinden anlaşıldığı için, sağlam lafzı
kaldırılmıştır. Aynı şekilde, çocuğa gelince." ifadesinden de kâfir lafzı
kaldırılmıştır. Çünkü, Annesi ve babası mü'min idiler" cümlesi, çocuğun kâfir
olduğunu göstermektedir.
4. Anne ve
babası" ifadesinde tağlîb sanatı vardır. "İki babası" denilmiş; anne ve babası
kastedilmiştir.
5. Duvar,
yıkılmak istiyor" cümlesinde istiare vardır. Çünkü irâde (isteme), akıllıların
sıfatlanndandır. Bunun duvar'a isnat edilmesi güzel bir istiare ve belîğ bir
mecazdır. Şâir şöyle der :
Mızrak, Ebu Berâa'nın göğsüne
saplanmak istiyor, Ukayloğullarınm kanını istemiyor.[122]
6.
Kullaramızdan bir kulu.." ifadesinde, kelimesinin nekre olarak getirilmesi onun
büyüklüğünü; kullarımızdan" şeklinde isim tamlaması olarak getirilmesi ise
şerefli olduğunu göstermek içindir.
7. Âyet
sonlarının ve şeklinde birbirine benzer olarak gelmesinde seci' sanatı
vardır.
8. Hızır'ın
gemiyi kusurlu hale getirdim" diyerek, görünüşte kötü olan bir fiili kendisine
isnat etmesi, Rabbin, çocukların büyüyüp güçlenmelerini istedi" diyerek de hayrı
Allah'a isnat etmesinde edep öğretme sanatı vardır. Bu, kulların Allah'a karşı
nasıl davranacaklarını öğretmektedir. [123]
Buharı Ve Müslim'e Göre Mûsâ İle Hızır Kıssası
Übeyy b. Ka'b'in rivayetine göre
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu : Musa (a.s.), İsrailoğullan arasında bir
hutbe okudu. Kendisine, "İnsanların en bilgini kimdir?" diye soruldu. Musa
(a.s), "Benim" diye cevap verdi. "Allah bilir" demediği için Yüce Allah sitem
ederek ona şöyle vahyetti: İki denizin bitiştiği yerde bir kulum var. O senden
daha bilgindir. Musa (a.s) : Ey Rabbim! Onu nasıl bulabilirim? dedi. Yüce Allah:
Bir balık al, onu bir zembile koy. Balığı nerede yitirirsen işte o kul oradadır"
dedi. Musa (a.s), hizmetçisi Yûşa' b. Nûn ile gitti. Nihayet (iki denizin
biliştiği yerde ki) kayanın yanına geldiklerinde başlarını koyup uyudular. Balık
zembilde hareket etti. Zembilden dışarı çıktı, sonra da denize düştü ve denizde
bir yol tutup gitmeye başladı. Allah, balığın olduğu yerdeki suyun akışını
durdurdu da su, onun üzerinde bir kanal haline geldi. Uyandıktan sonra,
hizmetçisi balığın bu durumunu ona haber vermeyi unuttu. O gün ve bütün gece
gittiler. Sabah olunca Musa (a.s) hizmetçisine: "Yemeğimizi getir. Bu yolculuk
bizi yordu" dedi. Rasulullah (s.a.v): Halbuki, Musa (a.s), Allah'ın kendisine
emrettiği yeri geçinceye kadar yorgunluk duymamıştı" dedi. Hizmetçisi: Gördün
mü, kayaya sığındığımız vakit ben balığı unutmuşum. Onu söylememi şeytandan
başkası unutturmadı ve denizde şaşılacak bir şekilde yolunu tuttu" dedi. Balık,
bir kanal içinde denizde yolunu tutmuş; Musa (a.s) ve hizmetçisi bu işe
şaşmıştı. Musa (a.s): "İşte bizim istediğimiz buydu" dedi ve hemen izlerini
takip ederek geri döndüler. Nihayet kayaya geldiler. Bir de ne görsün, bir
elbiseyle örtünmüş bir adam. Musa (a.s) onu selamladı. Hızır: Senin bu yurdunda
selâm ne gezer,[124]
kimsin sen? dedi: Musa
(a.s):
-
Ben Musa'yım.
-
İsrailoğullannın Musa'sı mı?
-
Evet, sana öğretilen haktan bana öğretmen için
geldim.
-
Ama sen benimle beraber sabredemezsin. Ya Musa! Ben, Allah'ın ilminden
bir ilme sahibim ki, sen onu bilmezsin.
Onu bana Allah öğretti. Sen de Allah'ın ilminden bir ilime sahipsin ki, ben de
onu bilmem. Sana onu Allah
öğretti.
-
Beni inşaallah sabırlı bulacaksın. Hiçbir konuda sana karşı
gelmeyeceğim.
-
O halde, bana tabi olursan, ben sana anlatmadıkça, bana hiç bir şey
sorma.
Bunun üzerine sahilde yürümeye
başladılar. Derken bir gemi geldi. Gemidekilere, kendilerini gemiye almalarını
söylediler. Gemiciler Hızır'ı tanıdılar ve onları ücretsiz olarak gemiye
aldılar.
Gemiye biner binmez Hızır, geminin
tahtalarından birini söküp çıkardı. Musa (a.s) :
Bir topluluk bizi gemilerine
aldılar. Sen ise içindekileri boğmak için, kasten o gemiyi deldin. Gerçekten çok
şaşılacak bir iş yaptın", dedi.
Râvî diyor ki: Rasulullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu: Birincisi, Musa (a.s)'nın bir unutması idi. Bir serçe gelerek
geminin bir kenarına kondu. Sonra denize bir gaga vurdu. Bunun üzerine Hızır
ona: Allah'ın ilmi yanında benim ve senin ilmin, ancak şu serçenin bu denizden
azalttığı su kadardır.
Sonra gemiden çıktılar. Sahilde
yürürlerken, Hızır, diğer çocuklarla oynayan bir çocuk gördü. Hemen başından
tutup kopararak çocuğu Öldürdü. Musa (a.s): "Kimseyi öldürmediği halde, suçsuz
bir nefsi Öldürdün? Gerçekten çok kötü bir iş yaptın" dedi. Hızır şöyle cevap
verdi: "Ben sana, sen benimle beraber sabredemeszin demedim mi?" Hadisin
râvilerinden biri olan Süfyan b. Uyeyne: "Bu, birincisinden daha şiddetlidir"
diyor. Musa (a.s): Bundan sonra sana bir şey sorarsam, bir daha benimle
arkadaşlık etme. Benim tarafımdan özür derecesine vardın" dedi. Yollarına devam
ettiler. Nihayet bir köy halkının yanına gelip onlardan yemek istediler. Fakat
köylüler onları misafir etmekten çekindiler. Köyde, yıkılmak üzere olan bir "Bir
topluluk ki, biz kendilerine geldik de, bize ne yemek verdiler, ne de bizi
misafir ettiler. Dileseydin, bu yaptığına karşılık onlardan bir ücret alırdın"
dedi. Hızır: "Artık bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Sabrede-mediğin
şeylerin yorumunu sana heber vreceğim" dedi :
Rasulullah (s.a.v) buyurdular ki:
"Allah Musa'ya rahmet etsin. İsterdim ki, sabretmeliydi de, Allah, onların
haberlerini bize anlatmalıydı.[125]
Bir Uyarı
Büyük âlim Kurtubî şöyle der:
Âyetlerin ve mütevâtir haberlerin de gösterdiği gibi, velî kulların kerametleri
vardır. Bunları, inanmayan bid'atçi veya sapık fasıktan başkası inkâr etmez.
Velilerin keramet gösterdiğine dair âyetler, Allah'ın Meryem hakkında haber
verdiği ve yazın kış meyvelerinin, kışın da yaz meyvelerinin olduğunu bildiren
âyetlerdir. Ayrıca Meryem'in eliyle meydana gelen şeyler de, kerametin hak
olduğunu gösterir. Zira o, kuru hurma ağacını sallamış ve ağaç meyve vermiştir.
Halbuki Meryem bir peygamber değildi. Yine, gemiyi delmek, çocuğu öldürmek ve
duvarı doğrultmak gibi, Hızır'ın eliyle meydana gelen olaylar da bunu
göstermektedir.[126]
83. Sana
Zü'1-Karneyn hakkında soru sorarlar. De ki: "Size ondan bir haber
okuyacağım."
84. Gerçekten
biz onu yeryüzünde iktidar ve kudret sahibi kıldık, ona her şey için bir sebep
verdik.
85. O da yol
tutup gitti.
86. Nihayet
güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu. Onun yanında
bir kavme rastladı. Bunun üzerine biz, "Ey Zü'1-Karneyn! Onlara ya azap edecek
veya haklarında iyilik etme yolunu seçeceksin." dedik.
87. O, şöyle
dedi: "Haksızlık edeni cezalandıracağız; sonra o, Rabbine gönderilecek; sonra
Allah da ona korkunç bir azap uygulayacak.
88. İman edip
de amel-i salih işleyen kimseye geünce, onun için de en güzel bir karşılık
vardır. Ve buyruğumuzdan, ona kolay olanını
söyleyeceğiz."
89. Sonra yine
bir yol tuttu.
90. Nihayet
güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki,
onlara, kendilerini güneşten koruyacak bir şey
vermemiştik.
91. İşte
böylece gerçekten biz, onun yanında olan her şeyi bilgimizle
kuşatmaştik.
92. Sonra yine
bir yol tuttu.
93. Nihayet iki
dağ arasına ulaştığında onların ötesinde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir kavim
buldu.
94. Dediler ki:
"Ey Zü'1-Karneyn! Bu memlekette Ye'cûc ve Me'cûc bozgunculuk yapmaktadırlar.
Bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana bir vergi verelim
mi?"
95. Dedi ki:
"Rabbimin beni içinde bulundurduğu nimet ve kudret daha hayırlıdır. Siz bana
kuvvetinizle destek olun da, sizinle onlar arasına aşılmaz bir engel
yapayım.
96. Bana, demir
kütleleri getirin." Nihayet dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getince
körükleyin!" dedi. Artık demiri kor haline sokunca, "Getirin bana, üzerine bir
miktar erimiş bakır dökeyim." dedi.
97. Bundan
sonra onu ne aşmaya muktedir oldular, ne de onu
delebildiler.
98.
Zü'I-Karneyn; "Bu, Rabbimden bir rahmettir. Fakat Rabbimin va'di gelince, O,
bunu yerle bir eder. Rabbimin va'di haktır." dedi.
99. O gün biz
onları, birbirine çarparak çalkalanır bir halde bırakmışızdır; sûr da
üfürülmüş, böylece onları bütünüyle bir araya
getirmişizdir.
100. 101. Ve,
gözleri beni görmeye kapalı bulunan, kulak vermeye de tahammül edemez olan
kimseleri o gün cehennemle yüz yüze getirmişizdir.
102. Kâfirler,
beni bırakıp da kullarımı dostlar edineceklerini mi sandılar?
Biz cehennemi kâfirlere bir konak olarak
hazırladık.
103 De ki: Size yaptıkları işler bakımından en
çok ziyana uğrayanları bildirelim?
104. Bunlar iyi
işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden
kimselerdir.
105. İşte
onlar, Rablerinin âyetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr eden, bu yüzden amelleri
boşa giden kimselerdir ki, biz kıyamet gününde onlara hiç değer
vermeyiz.
106. İşte,
inkâr ettikleri, âyetlerimi ve resullerimi alaya aldıkları için onların cezası
cehennemdir.
107. İman edip
amel-i sâlihde bulunanlara gelince, onlar için konuk evi olarak Firdevs
cennetleri vardır.
108. Orada
ebedî kalacaklardır. Oradan hiç ayrılmak istemezler.
109. De ki:
Rabbimin sözleri için derya mürekkep olsa ve bir o kadar da ilâve getirsek dahi,
Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenecektir.
110. De ki:
Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. Şu var ki bana, İlâh'ınızın, sadece bir
ilâh olduğu vahyolu-nuyor. Artık her kim, Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş
yapsın ve rabbine ibâdette hiçbir şeyi ortak koşmasın.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde
Hızır'ın kıssasını anlattıktan sonra bu âyetlerde de Zü'1-karneyn'in (a.s.)
kıssasını, onun doğuya, batıya ve iki Sed-d'e yaptığı üç seyahat ile, Ye'cûc ve
Me'cûc'e karşı sed inşa etmesini anlattı. Bu, bu sûrede anlatılan kıssaların
dördüncüsüdür. Kıssaların hepsi de inanç ve iman ile ilgilidir. Bu yüce sûrenin
asıl amacı da budur. [127]
Kelimelerin İzahı
Zülkarneyn, Makedonyalı
İskender'dir.[128]
Kendisine ilim ve hikmet verilmiş, iyi
bir kraldır. Dünyanın doğu ve batı taraflarını eline geçirdiği için Zülkarneyn
diye isimlendirilmiştir. Adaletli ve müslüman bir kimseydi. Şâir şöyle
der:
Zülkarneyn benden önce
müsIlımandı, yeryüzünde tenkit edilmeyen yüce bir melikli. Mülkü elde etme
yollarını aramak üzere doğuya ve batıya vardı. Şerefli bir Seyyidin
soyundandı.[129]
Hamie, çok yapışkan, çok balçıklı.
Siyah çamur.
Sedd, iki şey arasına çekilen
engel, duvar, set.
Redm, sağlam sed. Çünkü redm,
şedden daha büyüktür. Sağlam bir engel şekline gelinceye kadar üst üste
konularak yapılır. Redm, çok sağlam ve yıkılmaz bir
maniadır.
Zübera'l-hadîd, demir kütleleri.
Züber kelimesinin tekili, kütle manasına gelen Zübr'dir.
Sadefeyn dağın iki yanı. Ebu
Ubeyde şöyle der: Büyük ve yüksek olan her binaya sadef
denir.
Kıtr, erimiş
bakır.
Nakb, delmek,
yarmak.
Dekkâe, yerle bir edilmiş. Ezherî
şöyle der: onu kırıp ufaladım" demektir.
Karışır,
çalkalanır.
Firdevs. Ferrâ şöyle der: Firdevs,
içinde üzüm olan bahçedir. Sa'leb ise şöyle der: Etrafı çevrili her bahçeye
firdevs denir.[130] [131]
Nüzul Sebebi
a. Katâde şöyle
der: Yahudiler, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'e Zül-karneyn'i sordular. Bunun
üzerine Yüce Allah, Sana, Zülkarneyn'i soruyorlar.." âyetini indirdi.[132]
b. Mücâhid der
ki: Bir adam Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü! Ben
sadaka verir, akrabayı ziyaret ederim. Bunu sadece Allah için yaparım. Benim
böyle yaptığım anlatılıp, ben bunlardan dolayı övülünce, bu beni sevindiriyor ve
bundan hoşlanıyorum. Rasulullah (s.a.v.) sustu, hiçbir şey söylemedi. Daha sonra
Yüce Allah: Artık, kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, amel-i sâlih işlesin ve
Rabbine ibadete hiç kimseyi ortak etmesin" âyetini indirdi.[133]
Ayetlerin Tefsiri
83. Ey
Muhammedi Yahudiler sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar, onun durumu ve
kıssası nedir? diyorlar. Onlara ele ki: Size onun haberini Kur'an ve vahy
yofuyla anlatacağım. [134]
84. Gerçekten
biz ona melik ve hükümdar olma, ülkeleri fetih ve imar etme yollarını
hazırladık. İlim, kudret ve tasarruf gibi, amacına ulaşmak için muhtaç olduğu
her şeyi ona verdik. Tefsirciler şöyle der: Zülkarneyn, Yunanlı, Romalı
İskender'dir. Doğuya ve batıya sahip olduğu için Zülkarneyn ismi verildi.
İmanlı bir hükümdardı. Allah onu, yeryüzünde kuvvetli kılmıştı. Adaletli hüküm
verir, sulh ve sükûnu sağlardı. İsa (a.s) ile Peygamber (s.a.v) Efendimiz
arasındaki dönemde yaşamıştı. Rivayete göre, yeryüzüne hakim olanlar dört
kişidir: İkisi mü'min, ikisi kafir. Mü'min olanlar, Süleyman (a.s.) ve
Zülkarneyn; kâfir olanlar ise Nemrut ve Buhtunnasr'dır.[135]
85. O da,
Allah'ın kendisi için hazırladığı yola girerek batıya doğru yürüdü. [136]
86. Nihayet
güneşin battığı yere varınca, Güneşi su ve balçık içine batar buldu. Kendi bakış
ve izleyişi bu şekilde bulmadı. Zira
güneş, yeryüzündeki gözelerden birine
sığmayacak kadar büyüktür. Fahreddin er-Râzî şöyle der: Zülkarneyn, batının en
uzak noktasına varıp, artık daha ilerde hiçbir bina kalmayınca, her ne kadar
gerçekte öyle olmasa da, güneşi, karanlık ve basık bir göze içine batıyormuş
gibi buldu. Nitekim, kıyıyı göremeyen bir denizci, güneşi denizde kayboluyormuş
gibi görür. Halbuki gerçekte güneş deniz ötesinde kaybolmaktadır.[137] Bu çamırh, sıcak gözenin yanında kavimlerden
bir kavim buldu. Biz ona ilham yoluyla şöyle dedik: Onları ister öldür, istersen
güzel bir şekilde imana ve hidayete çağır. Tefsirciler şöyle der: Zülkarneyn'in
bulduğu bu insanlar kâfir idi. Allah, onları ölümle cezalandırma veya
kendilerini İslama çağırıp ihsanda bulunma konularında Zülkarneyn'i serbest
bıraktı. [138]
87. Zülkarneyn
dedi ki: İnkârda ısrar edeni öldüreceğiz. Sonra Rabbine dönecek, Rabbi de ona
cehemmemde müthiş şekilde azap edecek. [139]
88. Allah'a
iman edip de dünyada iyi işler işleyen
ve salih ameller takdim edene gelince, onun amelinin karşılığı cennettir, orada
nimetlenir. Dünyada onun işlerini kolaylaştıracağız, onu zor şeylerle yükümlü
tutmayacağız, bilakis ona kolaylık sağlayacağız. Bu âdil hükümdar, onları
güzellikle davet etme yolunu tercih etti. Artık kim iman ederse, onun için
cennet vardır. Ona iyi muamele ve yardım edilir, işleri kolaylaştırılır. Kim de
inkâra devam ederse, onun için dünya ve âhirette ceza ve azap vardır. [140]
89. Sonra
ordusuyle birlikte doğuya doğru bir yol tuttu.
[141]
90. Nihayet,
insan gözüne göre güneşin doğduğu yer olan doğu tarafında, insanların yaşadığı
en uç noktaya varınca, Güneşi öyle bir insan topluluğu üzerine doğar buldu ki,
bu insanların, kendilerini güneşin sıcaklığından koruyacak elbise ve binaları
yoktu. Güneş doğunca, yer altında bulunan inlere girerler, battığı zaman da,
geçimlik elde etmek için çıkarlardı. Katâde şöyle der: Zülkarneyn şehirleri
fethederek, hazineleri toplayarak ve iman edenlerin dışındaki erkekleri
öldürerek yürüdü. Nihayet güneşin doğduğu yere gelince, inlerde yaşayan çıplak
bir takım insanlara rastladı. Bunların, doğduğu zaman güneşin pişirdiğinden
başka yemekleri yoktu. Güneş batınca, rızık-larını aramak için inlerinden
çıkarlardı. Bize anlatıldığına göre bunlar, üzeninde hiçbir binanın bulunmadığı
bir yerde yaşıyorlardı. Bunların, zenci oldukları da söylenir.[142]
91.
Doğudakilere de, batıdakilere yaptığını yaptı; İnananları bıraktı, inanmayanları
öldürdü. Biz, onun bütün hallerini, haberlerini, harp hazırlıklarını ve ordusunu
biliyorduk. Onun büyüklüğü ve adamlarının çokluğu, Allah'ın ilminden başka
hiçbir şeyin kuşatamıyacağı şekilde idi. [143]
92. Daha sonra
Zülkarneyn, üçüncü bir yola girdi. Doğu ile batı arasındaki bu yol, onu, yüksek
dağların bulunduğu kuzey tarafına ulaştıracaktı. [144]
93. Nihayet,
iki büyük engelin bulurduğu bir yere ulaştı. Burası, Türkistan topraklarının
Ermenistan ve Azerbeycan tarafından sona erdiği yerdir. Taberî şöyle der: Sedd,
iki şey arasında bulunan engeldir. Burada iki şedden maksat, aralarına sed
çekilen iki bağdır. Zülkarneyn, Ye'cüc ve Me'cüc'ten gelebilecek kötülüğe engel
olmak için, Ye'cüc ve Me'cüc ile aralarına çok sağlam bir sed çekti.[145] Zülkarneyn bu iki dağa ulaşınca, bu dağların
arkasında farklı bir topluluk buldu. Bunlar hemen hemen, kendi dillerinden başka
bir dili, anlamıyorlar, ancak büyük zorluklarla anlayabiliyorlardı. Tefsirciler
şöyle der: Bunlar lügatlerinin garipliği, anlayışlarının kıtlığı ve başkalarına
karışmaktan uzak durmaları sebebiyle konuşulanları anlamıyorlardı. Onların
dilleri ancak bir tercüman aracılğı ile anlaşılıyordu. [146]
94. İşte bu
topluluk Zülkarneyn'e şöyle dedi: Ye'cüc ve Me'cüc Öldürme, soygun, yağma ve
diğer kötülülükleri yaparak bozgunculuk çıkaran bir kavimdir. Bunlar,
yaratılışlarında kötülük bulunan, Âdemoğullarından iki kabiledir. Son derece
uzun olanları olduğu gibi son derece kısa olanları da vardır.[147] Tefsirciler şöyle der: Bunlar, insan eti
yiyenlerdendi. İlkbaharda ortaya çıkarlar, yemedik hiçbir yeşil bırakmazlar,
her kuru şeyi de alıp götürürlerdi. Mallaramızın bir kısmım vergi ve haraç
olarak sana verelim de Bizi, Ye'cüc ve Me'cüc'ün kötülüğünden koruyacak bir sed
yap. Ebu Hayyan şöyle der: Bu, verecekleri şeyin kabul edilmesi için edeplice
yaptıkları bir ricadır.[148]
95. Zülkarneyn
şöyle dedi: Allah'ın bana verdiği kudret ve mülk, sizin bana vereceğiniz maldan
daha hıyırlıdır. Benim mala ihtiyacım yok. Siz, kuvvetiniz ve adamlarınızla bana
yardımcı olun da, ben sizinle onların arasında, aşılmaz çok dayanıklı bir engel
yapayım. Bu, onun gösterdiği bir yiğitlik ve mertliktir. Zira kendisine
verilecek malı kabul etmedi, şeddi karşılıksız yaptı. Adamların yapacakları
yardımla yetindi. [149]
96. Bana demir
kütleleri getirin ve benim için onları şu yere yığın, Nihayet bina, dağın iki
yanı arasını aynı seviyeye getirince Zülkarneyn: "Bunun üzerine körüklerle
üfleyin" dedi. Bu demir yığınını, şiddetli sıcaklıkla ateş haline getirince,
"Getinin bana, üzerine erimiş bikir dökeyim" dedi. Fahreddin er-Râzî şöyle der:
Onlar Zülkarneyn'e demir kütlelerini getirince, Zülkarneyn bunları üst üste
koydu. Nihayet, tepelerine kadar iki dağın arasını kapatacak hale geldi. Sonra
bunun üzerine körükler koydu. Demir kütleleri ateş haline gelince, bu kızgın
demirin üzerine erimiş bakır döktü. Birbirlerine yapıştılar ve sert bir dağ
gibi oldular.[150]
97.
Bozguncular, yükseklik ve düzgünlüğünden dolayı üstüne çıkıp onu aşamadılar.
Sertlik ve kalınlığından dolayı da, alt tarafından onu delemediler. Bu aşılmaz
ve sağlam sed sayesinde, Zülkarneyn, Ye'cüc ve Me'cüc'ün yollarını tıkamış
oldu. [151]
98. Zülkarneyn
şöyle dedi: Bu sed, Allah'tan kullarına bir nimet ve rahmettir, Fakat, Ye'cüc
ve Me'cüc'ün çıkacağına dair Allah'ın va'di gelince, ki bu kıyametin kopmasına
yakın bir zamanda olacaktır, Allah onu yerle bir eder ve sanki dün hiç olmamış
gibi yıkılır gider. Bu şeddin yıkılacağına ve kıyametin kopacağına dair Allah'ın
va'di, kesinlikle gerçekleşecektir. Zülkarneyn kıssası burada bitiyor. Bundan
sonra kıyametin şiddetli ve dehşet verici olaylarından bahsedilir. [152]
99. Kıyamet
günü insanları, çokluklarından dolayı, deniz dalgasının çırpıntısı gibi, bir
birlerine çarparak çalkalanır bir halde bırakmısızdır. İkinci defa Sur'a
üfürülmüş hesap ve ceza için onları geniş bir yere bütünüyle bir araya
getirmişizdir. Onlardan hiçbiri geri kalmamıştır. [153]
100. Mahlukatın
bir araya getirildiği gün cehennemi, korkunç ve ürkütücü bir şekilde kâfirlere
gösterdik de, onlar cehennemi bütün dehşetiyle gördüler. [154]
101. Onlar
dünyada, Allah'ın kudretini ve varlığını gösteren delillere karşı gözlerini
kapayıp da onlara bakmayan ve düşünmeyen kişilerdi. Onlar, kalpleri karardığı
için Allah kelamını duyamayan kimselerdi. Ebussuûd şöyle der: Bu âyet onların,
işitmeye dayalı delillerden yüzçev irdiklerin i, gözle görülebilen delilleri
görmezlikten geldiklerini temsili olarak anlatmaktadır. Sanki onlar kör ve
sağırdırlar.[155]
102. Buradaki
hemze, inkâr ve kınama ifade eder. Yani kâfirler beni bırakıp da melekler, Üzeyr
ve Meryem oğlu İsa gibi bazı kullarımı, tapacakları ilahlar edineceklerini,
bunun onlara fayda vereceğini ve kendilerinden azabımı savacağını mı sandılar?
Kurtubî şöyle der: Bu sorunun cevabı, ibarede söylenmemiştir. Takdiri şöyledir:
Bunun kendilerine fayda vereceğini veya benim onları cezalandırmayacağımı mı
zannettiler?[156] Biz cehennemi, kâfirler için, misafire
hazırlanan bir yemek gibi, ziyafet olarak hazırladık. Beyzavî şöyle der: Bu
âyette onlarla alay edilmekte ve onlar için cehennemin ötesinde,
yanında cehennemin küçümseneceği bir
azabın varlığına dikkat çekilmektedir.[157]
103. Ey
Muhammedi O kâfirlere de ki: Size, Allah katında en çok zarara uğrayan insanı
haber verelim mi? [158]
104. Bunlar,
dünya hayatındaki amelleri boşa gidip kaybolan kimselerdir. Çünkü inkâr ederek
yapılan itaatin faydası olmaz. Dahhâk şöyle der: Bunlar ibadet eden ve bu
ibadetlerinin kendilerine yarar sağlayacağını zanneden keşişler ve rahiplerdir.
Halbuki, onların yaptıkları ibadet kabul edilmez. Onlar iyi iş yaptıklarını
zannettikleri halde, amelleri boşa giden kimselerdir. [159]
105. İşte
onfar, Kur'an'ı ve öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden, bu yüzden de amelleri
boşa giden kimselerdir, Allah katında
onların hiçbir kıymeti, ağırlığı, değeri ve derecesi yoktur. Hadiste şöyle
buyrulmuştur: "Çok yiyen ve çok içen, uzun boylu bir adam getirilir de onun, bir
sineğin kanadı kadar ağırlığı ve değeri olmaz.[160]
106. İşte inkâr
ettikleri, Allah'ın âyetleri ve peygamberleriyle alay ettikleri için, onların
cezası cehennem ateşidir.[161]
107. Allah'a
inanan ve onu hoşnut eden işleri yapanlara gelince, Onlar için, mevki ve yer
bakımından cennet derecelerinin en yücesi olan Firdevs vardır. [162]
108. Orada
ebedi kalacaklardır. Oradan başka bir yere gitmeyi istemezler. Abdullah b.
Revana şöyle der: Firdevs cennetlerinde, oradan çıkma ve başka bir yere
gönderilme korkuları yoktur. [163]
109. Bu âyet,
Allah'ın ilminin genişliğini temsili olarak
anlatmaktadır. Dünyanın denizleri
mürekkep olsa ve bu mürekkeple Allah'ın kelimeliri, hikmetleri ve hayret veren
işleri yazılsa Çokluğuna rağmen denizlerin suyu bitip tükenir de Allah'ın kelamı
bitmezdi. Çünkü Yüce Allah'ın kelamı da ilmi gibi sonsuzdur, Bir o kadar daha
deniz suyu getirip, onunla, çoğalıncaya kadar suyu aıtırsak bile yine denizlerin
suyu tükenirdi. Çünkü Allah'ın kelamının sonu yoktur. [164]
110. Ey
Muhammedi Onlara de ki: Ben ancak sizin gibi bir insanım. Ancak şu var ki, Allah
bana vahiyle ikramda bulundu. Bana, kendisinin tek olduğunu, hiçbir ortağının
bulunmadığını bildirmemi emretti, Artık kim Allah'ın sevabını umar, azabından
korkarsa samimiyetle, sadece ona kulluk
etsin. Gösteriş için amel etmesin, yaptığı amelle Allah'ın rızasından başkasını
aramasın. Çünkü Allah, sadece kendi rızası için yapılan ameli kabul eder. [165]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek
âyetler, aşağıda kısaca
anlatacağımız edebî sanat türlerini
kapsamaktadır.
1. "doğu" ile
"batı" kelimeleri arasında tıbak sanatı vardır.
2. onu bir ateş
yaptı cümlesinde teşbih-i beliğ vardır. Sıcaklık ve şiddetli kırmızılık
hususunda onu ateş gibi yaptı demektir. Benzetme edatı ve benzetme yönü
ibareden kaldırılmış, böylece teşbih-i beliğ olmuştur.
3. Bir birine
çarparak çalkalanır" cümlesinde istiare vardır. Yüce Allah, çok oldukları ve
birbirlerine karıştıkları için onları, birbirine çarpan deniz dalgasına
benzetmiş, bunun için lafzını müstear
olarak kullanmıştır. Burada istiâre-i tebeıyye
vardır.
4. Benim
zikrime karşı gözleri kapalı idi" cümlesinde de istiare vardır. Yani bakıyorlar,
ibret almıyorlar; kendilerine evrenle
iligili deliller gösteriliyor,
iman etmiyorlar. Gerçekte gözleri örtülü ve kapalı değildir. Temsil
yoluyla böyle denilmiştir.
5. İyi işler
yaptıklarını zannediyorlar ve kelimeleri arasında, şekil ve harf değişikliği
sebebiyle nakıs cinas vardır. Buna cinas-ı tashif de
denir.
6. Kâfirler zan
mı ettiler?" Buradaki soru kınama ve azarlama ifade eder,
7. Haksızlık
edene gelince, onu cezalandıracağız" âyetine karşılık olarak, iman edip de iyi
davranan kimseye gelince, onun için en güzel bir karşılık vardır" â-yetinin
söylenmesinde latif bir mukabele sanatı vardır.
[166]
Bir Nükte
Lafzı, Kur'an'da çok yerde geçer.
kelimesinin asıl manası, hayvanın, bir
çeşit zehirli ot
yediği zaman karnının şişerek neticede ölmesidir. Boşa giden
amelleri nitelemek için kullanılan en uygun lafız budur. Zira bu ameller iyice
büyür, ameli işleyenler de zannederler ki bu yaptıkları iyi ve kazançlı bir
iştir. Neticede bunlar, yok olup gider.
Allah'ın Yardımıyla Kehf Sûresinin
Tefsiri bitti. [167]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/419.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/419.
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/424-425.
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/425.
[5] Taberî, 15/190
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/425.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/425.
[8] Beyzâvî, 2/2
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/425.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/425-426.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/426.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/426.
[12] Kurtubî, 10/354
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/426.
[13] İbnu'l-Cevzî, Zadu'l-mesîr, 5/108
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/426.
[14] Tefsircİlerin anlattıklarına göre Ashâb-ı kehf
kıssasının özeli şudur: İsa (a.s)'nın zamanından sonra Dakyanus isimli zalim
bir kral Anadolu vilayetlerinden birisi olan Tarsus'u ele geçirdi. Bu kral,
halkı pullara tapmaya çağırıyor ve bu sapık çağrısını kabul etmeyen her mü'-mini
öldürüyordu. Nihayet, mü'minlere karşı baskısı iyice arttı. Bu durumu gören
gençler çok üzüldüler. Gençlerin durumunu haber alan zalim kral, yakalanmaları
için adamlar gönderdi. Yakalanıp kralın
huzuruna getirildiklerinde, pullara tapmadıkları ve tâğutlar için kurban
kesmedikleri takdirde onları öldürmekle tehdit etti. Onlar İse, zalim krala
direterek imanlarını açığa vurdular ve şöyle dediler: Rabbımız, göklerin ve
yerin Rabbidir. Ondan başka hiçbir ilaha asla tapmayacağız." Kral onlara şöyle
dedi: Siz daha gencecik delikanlılarsınız. Düşünmeniz için size yarma kadar
müsaade ediyorum. Bunun üzerine gençler geceleyin kaçlılar. Yolda yanında bir
köpek bulunan bir çobana rastladılar. Köpek de onlara katıldı. Sabahleyin
mağaraya sığındılar. Kral ve askerleri onları izledi. Mağaraya geldiklerinde
askerler korkup içeri girmek istemediler. Kral: Üzerlerine "mağaranın kapısını
duvar örerek kapayın da içerde açlık ve susuzluktan ölsünler" dedi. Allah,
Ashâb-ı kehfe bir uyku verdi ve 309 sene hiçbir şeyin farkına varmadan uyuyup
kaldılar. Sonra Allah onları uyandırdı. Onlar bir gün veya daha az uyuduklarını
zannettiler. Acıktılar ve
kendilerine yiyecek almak için
içlerinden birini gönderdiler. Ondan, gizli hareket etmesini ve sakınmasını
istediler. Delikanlı yürüyüp şehre geldi. Şehrin alametlerinin değişmiş olduğunu
gördü. Şehir halkından hiç kimseyi tanımadı. Kendi kendine: "Herhalde şehrin
yolunu şaşırdım" dedi. Sonra yiyecek salın aldı. Satıcıya parayı verince adam,
parayı elinde çevirip durmaya başladı ve "Bu parayı nerden buldun?" dedi. Halk
toplanıp paralara bakmaya ve hayret etmeye başladılar. Sonra: "Ey genç! Sen
kimsin? Herhalde bir hazine buldun!." dediler. Delikanlı: "Hayır, vallahi
herhangi bir hazine bulmadım. Bunlar benim kavmimin kullandığı paralardır"
dedi. Halk ona: "Bunlar eski zamandan kral Dakyanus zamanından kalma
paralardır." dediler. Delikanlı: "Dakyanus'a ne oldu?" dedi. Dediler ki: "Birkaç
asır önce öldü." Delikanlı şöyle dedi: "Vallahi benim soyliyeceklerimi kimse
kabul etmez. Biz birkaç genç idik. Kral bizi putlara tapmaya zorladı. Biz de ...
dün akşam ondan kaçıp mağaraya sığındık. Bu gün, kendilerine yiyecek almam için
beni arkadaşlarım gönderdiler. Benimle mağaraya gelin, size arkadaşlarımı
göstereyim." Halk, onun sözlerine hayret ettiler ve olayı krala anlattılar. Kral
salİh bir mü'mindİ. Olaydan haberdar olunca askerleri ve şehir halkı ile
birlikte çıkıp mağaraya gittiler. Ashâb-ı kehf onların ve alların seslerini
işitince, gelenlerin, Dakyanus'un adamları olduğunu sandılar, hemen namaza
durdular. Kral onların yanına girince, namaz kılmakta olduklarını gördü.
Namazlarını bitirince onlarla kucaklaştı ve kendisinin mü'min bir kişi olduğunu,
Dakyanus'un seneler önce yok olduğunu bildirdi. Onların konuşmalarını ve
kıssalarını dinledi: Allah'ın onları, bu durumları, insanlar için bir delil
olsun diye dirilttiğini anladı. Daha sonra Yüce Allah onlara yine uyku verdi ve
canlarını aldı. Bunun üzerine insanlar: "Onların üzerine mutlaka bir mescit
yapacağız" dediler.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/426-427.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/427.
[17] Teshil, 2/183
[18] Cemel Haşiyesi, 3/7
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/427.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/427-428.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/428.
[22] Şehiı Scyyid Kutub öyle der: İşte burada o gençlerin
durumu açık ve kesin olarak ortaya çıkıyor. Bu hususla hiçbir tereddüt ve
bocalama yok. Bunlar bedenî yapıları da, imanları da sağlam genç yiğitlerdir.
Kavimlerinin durumlarını da şiddetle kınıyorlar. Gerçekten yollar ayrılmıştır.
Bu yolların bir daha birleşmesi söz konusu değildir. Öyleyse inanç uğrunda
milletinden uzaklaşmak gerekmekledir... Onlar zalim ve inkarcı bir ortamda
hidayeti bulan ve fakat inançlarını açıkça ilan etlikleri takdirde bu ortamda
kendiierine hayat hakkı olmadığını anlayan gençlerdir. Kavimlerini idare etme
yoluna girip takıyye yoluyla onların ilahlarına taparak Allah'a gizlice ibadet
edemeyeceklerini de anladılar. Tercihe şayan olan şudur: Onların durumları
anlaşılmıştı. Dinleri uğruna kaçıp Allah'a sığınmaktan ve dünya zineline
karşılık mağarayı tercih etmekten başka yapacakları bir şey kalmadı. Aralarında
gizlice konuşup karar verdiler. Sonra Allah'ın rahmetini umarak karanlık ve
sıkıntı verici mağaraya sığındılar. Birde baktılar ki mağara geniştir. Orada
rahmet yayılmakta ve rahmet gölgeleri uzanıp yumuşaklık, bolluk ve incelikle
onları kapsamakladır. (Fi zılâli'l-Kur'ân, 15/13)
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/428.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/428.
[25] Taberî, 15/211
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/428-429.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/429.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/429.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/429-430.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/430.
[31] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-mcsîr,
5/126
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/430.
[33] Muhtasar-ı ibn Kesir, 2/415
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/430-431.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/431.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/431.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/431-432.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/438.
[39] Tefsir-i Kebir, 21/118
[40] el-Bahr, 6/94
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/438.
[42] Tefsir-iKebir,21/)15
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/438-439.
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/439.
[44] Muhlasar-ı İbn Kesir, 2/416
[45] Ebu Davud, İlim, 13
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/439-440.
[47] Fussüet sûresi, 41/40
[48] Tirmİzî, Cehennem 4.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/440.
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/440.
[51] İnşân sûresi, 76/21
[52] Hacc sûresi, 22/23
[53] Müslim, Taharet 40; Nesâi, Taharet
İ10
[54] Taberî, 15/243
[55] Kurtubî, 10/398
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/440-441.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/441.
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/441.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/441.
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/441.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/441.
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/441-442.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/442.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/442.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/442.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/442.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/442.
[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/442-443.
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/443.
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/443.
[71] Taberî'nin tercihi budur. Kurtubî de: İnşallah doğru
olan budur, der.
[72] Muvatla1, Kur'ân, 23 İbn Hanbel, IV,
268
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/443.
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/443.
[74] Buhâri, Enbiyâ 3/9; Tefsiru'l-Kur'an, XVII, 5; Müslim,
İman 327.
[75] Kurtubî, 10/417
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/443-444.
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/444.
[78] İblis'in meleklerden olmadığına dâir yaptığımız
araştırma için, "en-Nübüvve ve'I-en-biyâ" adlı kitabımıza bakınız, s.
T28
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/444.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/444.
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/444.
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/444-445.
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/445.
[84] Tirmizî, Deavâı, 59
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/445.
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/450.
[86] Ebu Hayyan, el-Bahru'I-rmıhîl,
6/132
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/451.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/451.
[89] Enfâl sûresi, 8/32. Bu, İbn Kesir'in tercih ettiği
mananın özelidir. Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/425
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/451.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/451.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/452.
[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/452.
[93] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/426
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/452.
[94] Taberî, Katâte'den bu şekilde nakletmiştir.
15/271
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/452.
[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/453.
[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/453.
[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/453.
[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/453.
[100] Bu hadis, biraz sonra, inşaallah geniş bir şekilde
gelecektir.
[101] Doğrusu şu ki, Hızır (a.s) peygamber değildir. O,
Allah'ın Salih kullarından ve yakın dostlarından biridir. Allah, kulluğun
faziletini insanlara öğretmek İçin onun eliyle bu kerametleri ve gayıpla ilgili
şeyleri göstermiştir.
[102] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/453-454.
[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/454.
[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/454.
[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/454.
[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/454.
[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/454.
[108] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/454.
[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/454.
[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/454.
[111] Kıırlııbî, 11/22
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/454-455.
[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/455.
[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/455.
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/455.
[115] Bu, Buharî ve Müslim'in tahrif elliği hadisin bir
bölümüdür. (Bkz, Buhârî, Enbiyâ, 27; Müslim, K. Fedaî),
170,172)
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/455-456.
[116] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/456.
[117] Müslim, Kader 29.
[118] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/456.
[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/456.
[120] Bir görüşe göre bu baba, yedinci babalarıdır. Ancak
kelimenin zahirinden anlaşıldığına göre doğrudan doğruya babalarıdır. Tercih
olunan görüş de budur.
[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/456.
[122] Taberî, 15/289
[123] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/457.
[124] Taberi 15/289
[125] Büharî, Enbiya 27; Müslim, K.FedaÜ,
170/172.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/457-459.
[126] Kurtubî, XI, 28
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/459.
[127] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/463.
[128] Tercih edilen görüşe göre; Zülkarneyn, Yemen
krallarından müslüman bir kraldır.
[129] er-Râzî, Tefsir-i kebir,
21/164
[130] el-Bahr, VI-156
[131] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/463-464.
[132] Vahidî, Esbâbu'n-nüzûl, 172
[133] Kunubî,XI.7O
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/464.
[134] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/464-465.
[135] ei-Eahr, VI, 157
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/465.
[136] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/465.
[137] Tefsir-i Kebir, XXI, 166
[138] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/465.
[139] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/465.
[140] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/465-466.
[141] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/466.
[142] Ibnul-Cevzî. Zâdu'l-mesîr, V, 187; Taberî. XVI,
14.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/466.
[143] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/466.
[144] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/466.
[145] Taberî, XVI, 15
[146] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/466.
[147] Bu, Hz. Ali ve İbn Abbas'tan rivayet
edilmiştir.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/466-167.
[149] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/467.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/467.
[151] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/467.
[152] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/467-468.
[153] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/468.
[154] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/468.
[155] Ebussuûd, 111, 267
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/468.
[156] Kurtubî, XI, 65
[157] Beyzavî, II, 13
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/468.
[158] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/468.
[159] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/468-469.
[160] Hafız, el-Feth, VUI, 324. Hadis farklı lafızlarla
rivayeı edilmiştir. Bkz. Buhârî, Tefsiru'l-Kur'an, XVIII, 6; Müslim, Manafikun,
İS
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/469.
[161] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/469.
[162] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/469.
[163] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/469.
[164] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/469.
[165] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/469.
[166] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/469-470.
[167] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/470.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder