YUSUF SURESİ
. 1726
YUSUF
SURESİ
Mekke'de inmiştir. 111
âyettir,
Sûreyi Takdim
Yûsuf Sûresi, peygamberlerin
kıssalarını anlatan Mekkî sûrelerden biridir. Bu sûre
sadece, Allah'ın peygamberi Yusuf b. Yakub'un
kıssasından karşılaştığı çeşitli belâlar, kardeşlerinden ve Mısır azizinin
evinde, hapishanede ve kadınların kurduğu tuzakta diğerlerinden gördüğü sıkıntı
ve zorluklardan bahseder. Sonunda Yüce Allah'ın, Hz.
Yusuf (a.s.)'u bu sıkıntılardan kurtarmasını anlatır. Bundan maksat, uğradığı
sıkıntı ve zorluklar, yakınlarından ve uzaklarından görmüş olduğu eziyetler
sebebiyle Rasulul-lah
(s.a.v.)'ı teselli etmektir.
Bu mübarek sûre, lafızları,
ifadesi, konuyu sunuş şekli, faydalı güzel kıssası itibariyle eşsiz bir üslûba
sahiptir. Kanın damarlarda aktığı gibi ruhlarda akar; inceliği ve akıcılığı
sebebiyle, ruhun bedende dolaştığı gibi kalpte dolaşır. Bu sûre her ne kadar,
çoğunlukla uyarı ve tehdit damgası taşıyan Mekkî
sûrelerden ise de, bu sahada onlardan ayrı bir Özellik gösterir. Güzel,
faydalı, akıcı ve ince bir üslûp içerisinde taptaze olarak gelmiştir. Ünsiyet,
merhamet, şefkat ve sevgi havası taşımaktadır. Bundan dolayıdır ki, Halid b. Ma'dân şöyle demiştir:
Yusuf ve Meryem sûreleri, cennette cennet ehlinin lezzetlenecekleri
şeylerdendir. Atâ da şöyle demiştir. Üzüntülü dolap da Yusuf sûresini dinleyen
herkes onunla rahatlar.[1]
Bu mübarek sûre Rasulullah (s.a.v.)'a Hûd
sûresi'nden sonra o Yüce Peygamberin (s.a.v.) hayatının zor ve meşakkatli
döneminde indi.
O dönemde Rasulullah (s.a.v.)'m ve mü'minlerin üzerine sıkıntı ve belâlar arka arkaya geldi.
Özellikle, şefkatli ve tertemiz eşi Hatice (r.a.) ile en iyi yardımcısı amcası
Ebu Tâlib gibi iki
yardımcısını kaybettikten sonra, Rasululllah
(s.a.v.)'a ve mü'minlere yapılan eziyetler ve belâlar
daha da arttı. Hattâ o yıl "üzüntü yılı" olarak bilinmektedir.
Rasûlu Ekrem
(s.a.v.)'in hayatının bu zor döneminde, Peygamberin (s.a.v.) ve mü'minlerin Kureyş cahilleri
tarafından yalnızlığa, garipliğe itildiği ve ilişkilerin kesildiği o dönemde,
Yüce Allah, peygamberlerin kıssalarını anlatmak suretiyle, Peygamberini teselli
etmek ve acılarını dindirmek için bu sûreyi indiriyordu. Sanki Yüce Allah,
peygamberine şöyle diyordu: Ey Muhammedi Kavminin seni yalanlamasına ve sana
eziyet etmesine üzülme. Şüphesiz sıkıntı, zorluk ve musibetleri iyice düşün.
Kardeşlerinin kıskanması, ona tuzak kurması, kuyuya atılması, Mısır azizinin
karısının ona ilgi gösterip aşık olması, kadının çeşitli fitne ve aldatma
yollarıyla ondan nefsini taimin etmek istemesi, bu
izzet ve refahtan sonra da zindana atılması gibi uğradığı çeşitli belâ ve
sıkıntıları düşün. O, inancı uğrunda eziyetlere katlanıp sıkıntı ve musibetlere
sabredince Allah onu zindandan saraya nasıl nakletti, Onu nasıl Mısır ülkesinin
azizi kıldı ve
nasıl ülkenin hazinelerini ona verdi, bir
düşün! O, kendisine itaat edilen bir efendi ve saygı gösterilen bir aziz oldu.
İşte ben, dostlarıma ve verdiğim belâlara sabredenlere böyle yaparım. Senden
önce geçen peygamberlere uyarak, belalara katlanmak için nefsini kuvvetlendirmen
gerekir. O halde, peygamberlerden lazm onların
sabrettiği gibi sen de sabret'[2]
Sabret, senin sabrın da ancak Allah'ın yardımı iledir. Onlardan dolayı
kederlenme; kurmakta oldukları tuzaktan kaygı duyma.[3]
İşte böylece Rasulullah (s.a.v.)'m karşılaştığı sıkıntılardan dolayı onu
teselli etmek için Yûsuf (a.s.)'un kıssası anlatıldı. Bu sûre peygamberlerin
yolunda yürüyenler için sevinme, ünsiyet, rahat ve huzur getirdi. Elbette
darlıktan sonra rahatlık, zorluktan sonra da kolaylık vardır. Bu sûrede alıncak dersler, ibretler ve etkili, enteresan ve güzel
haberlerle dolu öğütler vardır, Aklı olan veya hazır bulunup kulak veren
kimseler için öğüt vardır."[4]
İşte sûrenin havası, işte onun
işaretleri ve rumuzları. Peygamberlerin ve samimi davetçilerin yolundan
yürüyenler ve sabra sarılanlar için zaferin yakın olduğunu müjdeler. Bu sure
kalbin teselli kaynağı ve yaraların sargısıdır. Öğüt ve ibret maksadıyla, âdet
olarak Kurân-ı Kerim, kıssaları bir kaç yerde tekrarlar. Kıssanın bütün
safhalarını tamamlamak ve bıktırmadan veya usanç vermeden haberleri dinlemeye
teşvik etmek için, kıssayı uzunca değil de özet olarak anlatır. Yusuf sûresine
gelince, onun safhaları burada arka arkaya geniş bir şekilde anlatılmış olup
kısa ve geniş anlatmada icaz ve itnab durumlarında
Kur'an'm i'cazma işaret
etmek için diğer peygamber kıssaları gibi başta bir sûrede tekrar edilmemiştir.
Her şeyin sahibi, Yüce ve Bağışlayıcı olan Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih
ederim.
Büyük âlim Kurtubî şöyle der: Allah Kur'an-ı
Kerim'de peygamberlerin kıssalarını anlattı. Belagat ve beyan derecelerine
göre, onları aynı manada farklı farklı şekil ve
farklı lafızlarla tekrarladı. Yusuf (a.s.) kıssasını da anlattı. Fakat onu
tekrarlamadı. Kur'an'a karşı çıkanlar, ne
tekrarlananın, ne de tekrarlanmayanın benzerini getiremediler. Düşünen kimse
için Kur'an'm İ'cazı
açıktır. Andolsun, onların kıssalarında akıl sahipleri
için pek çok ibretler vardır..."[5]
diyen Yüce Allah doğru söylemiştir. [6]
Bismillahirrahmanirrahim
1. Elif, Lam.
Ra. Bunlar, apaçık kitab’ın
ayetleridir.
2.
Anlayabilesiniz diye biz onu arapça bir kur’an olarak indirdik.
3. Biz, sana bu
Kur’an-ı vahyetmekle geçmiş
milletlerin haberlerini en güzel şekilde sana anlatıyoruz. Gerçek şu ki sen
bundan önce elbette bilmeyenlerden idin.
4. Bir zaman
Yûsuf, babasına demişti ki: "Babacığım! Ben onbir
yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onların bana secde ettiklerini
gördüm."
5. Babası,
"Yavrucuğum! dedi, Rüyanı sakın kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak
kurarlar! Çünkü şeytan insana apaçıkbir
düşmandır.
6. İşte öylece
Rabbin seni seçecek, sana olayların yorumunu öğretecek ve daha önce iki atan
İbrahim ve İshak'a nimetini tamamladığı gibi sana ve
Ya'kub soyuna da nimetini tamamlayacaktır. Rabbİn, çok iyi bilendir, hikmet sahibidir."
7. Andolsun Yûsuf ve kardeşlerinde, soranlar için ibretler
vardır.
8. Kardeşleri
dediler ki: "Yûsuf'la kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki biz
kalabalık bir cemaatiz. Şüphesiz babamız apaçık bir yanlışlık
içindedir."
9. "Yûsuf'u
öldürün veya onu bir yere atın ki babanızın sevgisi yalnız bize kalsın! Ondan
sonra da sâlih kimseler olursunuz!"
10.
Onlardan bîri: "Yûsuf'u
öldürmeyin, eğer mutlaka
yapacaksanız onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan biri onu alsın."
dedi.
11. Dediler ki:
"Ey babamız! Sana ne oluyor da Yûsuf
hakkında bsize güvenmiyorsun! Oysa ki biz ona iyilik
isteyen kimseleriz.
12. Yarın onu
bizimle beraber gönder de bol bol yesin, oynasın. Biz
onu mutlaka koruruz."
13. Babaları
dedi ki: "Onu götürmeniz beni mutlaka üzer. Siz ondan habersizken onu bir
kurdun yemesinden korkarım."
14. Dediler ki:
Hakikaten biz bir topluluk olduğumuz halde, eğer onu kurt yerse, o zaman biz
gerçekten zarara uğramış kimseler sayılırız."
15. Onu götürüp
de kuyunun dibine atmağa ittifakla karar verince Yûsuf'a, "Andolsun ki sen onların bu işlerini onlar farkına
varmaksızın, kendilerine haber vereceksin" diye valıyettik.
16. Akşamleyin
ağlayarak babalarına geldiler.
17. "Ey
babamız! Biz yarışmak için gittik, Yûsuf'u
da eşyamızın yanına bırakmıştık, onu kurt
yemiş! Fakat biz doğru söyleyenler olsak da sen bize inanmazsın."
dediler.
18. Gömleğinin
üstünde yalancı bir kan ile geldiler. Ya'kub dedi ki:
"Belki de nefisleriniz size bir işi güzel gösterdi. Artık bana düşen güzel bir
sabırdır. Sizin anlattığınıza göre, yardımına sığınılacak ancak
Allah'tır."
19. Bir kervan
geldi ve sucularını gönderdiler, o da kovasını saldı, "Müjde! İşte bir
oğlan!" dedi. Onu bir ticâret malı
olarak sakladılar. Halbuki Allah onların yaptıklarını çok iyi
bilir.
20. Onu
değersiz bir pahaya, sayılı birkaç dirheme sattılar. Onlar zâten ona karşı
rağbetsiz idiler.
21. Mısır'da
onu satın alan adam, karısına dedi ki: "Ona değer ver ve güzel bak! Umulur ki
bize faydası olur. Ya da onu evlât ediniriz" İşte
böylece olayların yorumunu öğretmemiz için Yûsuf'u o yere yerleştirdik Allah,
emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu bilmezler.
22. Yûsuf güçlü
bir hale geldiğinde, ona hüküm ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle
mükâfatlandırırız.
Kelimelerin İzahı
Mübîn,
apaçık demektir.
Kasas, haberlerin
birbirini takip etmesidir. Aslında sözlük manası da "ard arda gelmek"tir. Annesi,
Musa'nın ablasına onun izini takip et" dedi [7]
âyetinde bu manada kullanılmıştır.
Burada ka-sastan maksat,
Yüce Allah'ın aziz kitabında bize anlattığı haberlerdir.
Ru'ya, düş
görmek demektir. Uyku haline mahsus bir görmedir. Uyanıklık halinde görmeye ise,
harfi ile rü'yet denir. Alûsî şöyle der:
Fiili düş görmek manasında kullanıldığında mastarı gözle görmek manasında
kullanıldığında şeklinde gelir. Bundan dolayı, Mütenebbî-nin şu sözünde hatâ
ettiği söylenmiştir: Gözler için seni görmek, kapanmasından daha tatlıdır.[8]
Seni seçiyor. İctibâ, seçmek ve tercih etmek demektir. Bunun
aslı, "bir şeyi elde ettim" manasına
gelen dendir.
Usbe, grup
demektir. Ferra, "Usbe,
fertleririnin sayısı ondan da fazla olan gruptur" der.
veya daha fazla sayıdaki insan grubu için kullanılır.
Onu atın. Tarh, bir şeyi
atmaktır.
Kuyunun dibi. Bakanın gözüne
görünmediği için, kuyu dibine bu isim verilmiştir.
Lezzetli ve hoş şeylerden bol
bol yesin. Râğıb şöyle der:
Kelimesi, hakiki manada hayvanların otlamasıdır. Çok yediği anlatılmak
istendiğinde, insanlar için müstear olarak kullanılır. Hansa şöyle
der:
Otladjğı
müddetçe otlar, yavrusunu hatırladığında ileri geri gider gelir.[9]
Seyyare, yolcular demektir. Güzel
gösterdi.
Vâridehüm,
onların sucusu. Vârid, kavmine su içirmek için suya
giden, demektir. [10]
Nüzul Sebebi
Rivayete göre, yahudiler Rasulullah (s.a.v.)'a
Hz. Yusuf'un kıssasın ve onun kardeşleri ile yani
Ya'kub'un oğullan ile olan hikayelerini sordular.
Bunun üzerine bu sûre İndi. [11]
Ayetlerin Tefsiri
1. Elif, Lâm,
Râ. Bu harfler, Kur'an'ın
i'cazma bir işarettir. Yani muarızlarını aciz bırakan
kitabın âyetleri, bu ve benzeri harflerden meydana gelir.[12]
Ey Muhammedi Sana indirilen bu âyetler, açıklamasında herkesi âciz bırakan,
parlak hüccet ve delilleri bulunan, hakikatleri ve incelikleri birbirine
karışmamış olan ve manaları açık bulunan Kitab'm
âyetleridir. [13]
2. Şüphesiz biz
onu, bu Arap harflerinden meydana gelen Arapça bir kitap olarak indirdik ki, bu
basit kelimelerden i'cazlarla dolu böyle bir kitabı
meydana getiren kimsenin bir insan olmadığını; onun ancak herşeye gücü yeten bir ilâh olduğunu ve bu kitabın,
âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiş bir vahy
olduğunu anlayıp idrak edersin. [14]
3. Ey Muhammed!
Biz sana en doğru bir söz ve en güzel bir ifade ile geçmiş milletlerin
haberlerini anlatıyoruz. O haberleri sana, bu i'cazlarla dolu Kur'an'ı vahyederek bildiriyoruz. Durum şu ki, sen, biz sana bu
Kur'an'ı vahyetmeden önce,
bu kıssayı bilmeyenlerden idin. Çünkü hiç hatırından geçmemiş ve bunu hiç işitmemiş tin. Çünkü sen, okuma yazma
bilmeyen bir ümmîsin. [15]
4. Kıssa
buradan başlamaktadır. Yani hatırla ki Yusuf, babası Ya'kub'a şöyle demişti: Ey babacığım! Ben uykuda şöyle
garip bir rüya gördüm. Gördüm ki gökyüzündeki yıldızlardan onbir yıldız bana secdeye kapanmışlar. Bu yıldızlarla
birlikte ayın ve güneşin de bana secde ettiğini gördüm. İbn Abbas şöyle der:
Peygamberlerin rüyası bir vahydir.[16] Tefsirciler şöyle der: Bu onbir yıldız Yusuf un kardeşleri, ay ve güneş ise anne ve
babasıdır. O zaman Yusuf on iki yaşındaydı. Bu rüya ile, Mısır'da babası ve
kardeşleriyle biraraya gelmesi arasında kırk sene
vardır.[17]
5. Yakub (a.s.) ona dedi ki: Oğlum! Bu rüyanı kardeşlerine
anlatma. Sonra onlar seni yok etmek için, önleyemeyeceğin büyük bir tuzak
kurarlar, Şüphesiz şeytan, insanın apaçık bir düşmanıdır. Ebu Hayyan şöyle der: Yakub (a.s.) Yusuf'un rüyasından, Yüce Allah'ın ona büyük
bir hikmet vereceğini, onu peygamberlik görevi için seçeceğini ve iki dünya
şerefini ona ihsan edeceğini anladı da, kardeşlerinin kıskanmasından korktu.
Dolayısıyla rüyasını onlara anlatmamasını istedi.[18]
6. Rabbin sana
bu büyük rüyayı gösterdiği gibi, seni peygamberliğe seçecek Ve sana rüya
yorumunu Öğretecek. Lütuf ve nimetini sana ve baban Ya'kub'un nesline tamamhyacak
Nitekim bundan önce de deden ibrahim ve İshak'ı
peygamberlikle görevlendirmek ve bu göreve seçmek suretiyle nimetini
tamamlamıştı. Rabbin lutfa kimin lâyık olduğunu çok
iyi bilir. Yarattıklarının idaresinde de hikmet sahibidir. [19]
7. Yusuf ve
onbir kardeşinin kıssasında, onların haberlerini
soranlar için ibretler ve öğütler vardır. [20]
8. Bu, Yusuf
(a.s.)'un ilk musibetidir. Hani onlar şöyle demişti: Vallahi, Yusuf ve kardeşi
Bünyamin babamıza bizden daha sevgililer. Babalarının
onları çok sevdiğini şüphe götürmez bir gerçek olduğunu belirtmek istediler.
Hepsi kardeş oldukları halde, Yusuf ve
Bünyamin'in
anaları bir olduğu için, "Yusuf ve kardeşi" dediler. Halbuki biz sayılı* bir
cemaatiz. Bu iki küçüğün aksine biz, fayda sağlayabilir ve zararı savabiliriz.
Şüphesiz babamız, Yusuf u ve kardeşini bizden çok sevmekle apaçık bir hatâ etmiş
ve büyük bir yanılgıya düşmüştür. Kurtubî şöyle der:
Onlar babalarının dinî sapıklığa düştüğünü kastetmediler. Çünkü böyle bir
maksatları olsaydı kâfir olurlardı. Onlar babalarının, iki oğulu on oğuldan üstün tutuğu için açık bir hataya düştüğünü
ifade etmek istediler.[21]
9. Yusuf u
öldürün veya onu, bilinmeyen uzak bir yere atın, dediler. İşte o zaman,
babanızın sevgisi sadece size olur ve babanız size iltifat eder. Fahreddin er-Râzi şöyle der:
Yusuf'un sevgisi babamızın bizimle alâkasını kesti ve onu kendine çevirdi.
Babamız onun sevgi ve meylini bize çevirecektir.[22]
Bu günahtan sonra tevbe eder ve sâüh bir topluluk olursunuz. [23]
10. Kardeşleri Yahuza[24]
yani Yakub'un
en büyük oğlu onlara dedi ki: Yusuf'u Öldürmeyin. Onu kuyunun dibine atın.
Yoldan geçen yolculardan birisi onu bulup alır. Mutlaka ondan'kurtulmak istiyorsanız bununla yetinin. Yahu-za'nın Yusuf hakkındaki görüşü, diğerlerinin görüşünden daha
az kötüydü. [25]
11. Dediler ki:
Ey babamız! Sana ne oldu da kardeşimiz Yusuf hakkında bize güvenmiyorsun.
Halbuki biz hepimiz senin oğullarınız. Biz ona karşı merhametliyiz ve onun
iyiliğini istiyoruz. Tefsirciler şöyle der: Onlar kesin karar verice babalırın yanında bu sözü söylediler. Babalarının kendilerniden korkusunu gidermek için Yusuf'u aşırı derecede
sevdiklerini ve ona karşı son derece şefkatli olduklarını açıkladılar. Sanki
şöyle dediler: Onun hakkında bizden niçin korkuyorsun? Halbuki biz onu seviyor
ve onun iyiliğini istiyoruz!! [26]
12. Yarın onu
bizimle beraber sahraya gönder. Hoşuna giden iyi şeylerden bol bol yesin. Yarış yapsın ve diğer oyunları oynasın. Biz onu
her türlü kötü ve hoşlanılmayan şeyden koruruz. Yalan söyledikleri halde,
sözlerini ve ile pekiştirdiler. [27]
13. Yakub (a.s.) onlara
dedi ki: Onun benden ayrı kalmasına dayanamadığını için, ayrılığı beni üzer. Siz
ondan habersiz durumda iken onu kurtların parçalamasından korkarım. Ya'kub (a.s.) sanki onlara ipucu vermiş gibi oldu. Zemah-şerî şöyle der: Ya'kub (a.s.) iki şey sebebiyle onlara özür beyan etti:
Birisi, onların Yusufu götürmeleri ve Yusuf'tan
ayrılması onu üzen şeylerdendir.
Çünkü o, Yusufun ayrılığına bir an olsun dayanamam aktadır, ikincisi,
oğullarının hayvanlarla ve oyunla meşgul olarak ondan habersiz kaldıkları an,
kurtların onu parçalamasından
korkması.[28]
14. Ayetteki
yemin içindir. Yani, vallahi biz güçlü kuvvetli bir topluluk olduğumuz halde onu
kurt yerse, biz hüsrana uğrama ve helak olma bedduasına müstehak kimseler oluruz.
[29]
15. Bu sözde
hazif vardır. Yani, Yakub
(a.s.) Yusufu onlarla beraber gönderdi. Onlar Yusuf'u
alıp da babasından uzaklaştırmca yapa-caklarını yaptılar. Onu, kuyunun dibine almaya hep beraber
karar verdiler. Biz Yusufa: Mutlaka kardeşlerine bu
sana yaptıklarını haber vereceksin. O zaman onlar, senin Yusuf olduğunu
bilemeyecekler, diye vahyettik. Râzî şöyle der: bu vahyin faydası bu sıkıntıdan
kurtulacağını bildirmek suretiyle onu rahatlatmak, teskin etmek, kalbinden
üzüntü ve yalnızlık duygusunu gidermektir.[30]
16. Gece yatsı
vakti ağlayarak babalarına geldiler. Rivayet olunduğuna göre, Hz. Ya'kub onların ağlamasını
işitince korktu ve: "Oğullarım, niçin ağlıyorsunuz? Yusuf nerede?" dedi. [31]
17. Dediler ki:
Ey babamız! Biz koşu veya atma yarışı yapmak üzere gittik. Yusufu koruması için elbiselerimizin ve diğer eşyamızın
yanında bıraktık. Kurt geldi, onu parçaladı. Biz gerçekten doğru söylesek de,
sen bizim sözümüze inanmayacaksın. Sen bizi suçladığın ve sözümüze güvenmediğin
halde nasıl inanacaksın? Onların bu sözü, kendilerinden şüphe edildiğini
gösterir. Nitekim: "Şüpheli şahıs neredeyse beni tutun, der" denilmiştir. [32]
18. Onun
elbisesi üzerinde yalancı bir kan getirdiler. Burada aşırılık ifade etmek için
kan kelimesi, yalancılık mastarı ile
nitelenmiştir. Sanki kan, yalanın kendisidir. Ibn
Abbas, şöyle der: Bir koyun kestiler ve kanını Yusufun gömleğine bulaştırdılar. Ya'kub (a.s.)'un yanma geldiklerinde Ya'kub (a.s.) : Siz yalan söylüyorsunuz, dedi. Eğer onu kurt
yeseydi gömleği mutlaka yırtardı.[33] Rivayete göre Ya'kub (a.s.) şöyle dedi: Bu kurt ne kadar yumuşak huylu
imiş; oğlumu yemiş de gömleğini yırtmamış! Dedi ki: Bilakis nefsiniz size, Yusufa birşey yapmanızı güzel
gösterdi. İddia ettiğiniz gibi, onu kurt yemedi.
Bu hususta bana düşen, şikayet değil, güzel
bir sabırdır. Sizin anlattığınız yalana katlanabilmem için yardımcım
Allah'tır.
[34]
19. Bir yolcu
kafilesi bu yoldan geçti. İbn Abas şöyle der: Medyen'den Mısır'a
gitmekte olan bir kafile geldi ve yolu kaybederek şaşkın şaşkın dolaştı. Nihayet Yusuf'un atıldığı kuyunun bulunduğu
yerde konakladılar. Kuyu, yerleşim merkezinden uzak ıssız bir yerde idi.[35]
Yolcular sucularını suya gönderdiler.
Sucu, kovasını kuyuya sarkıttı. Tefsircileri şöyle der: Yusuf, kuyunun dibinde
bir köşede idi. Sucu kovasını
sarkıtınca ipe sarıldı
ve çıktı. Sucu
onun güzelliğini ve
yakışıklılığını görünce şöyle seslenerek Müjde, işte bir oğlan" dedi. Kendisini
ve ardaşlarmı müjdelemek için sevinç ve ferahla böyle
söyledi. Ebussuud şöyle der: Sanki o müjdeye seslendi
ve dedi ki: "Gel, şimdi senin zamanındır" Çünkü büyük bir nimet elde etmişti.[36]
Onu bir ticaret eşyası gibi Mısır'da
satmak için, durumunu insanlar gizlediler. Fiilin fâilİ sucu ve arkadaşlarıdır. Allah onların yapmakta
olduklarını pek iyi
bilir. Onların sırları
ve Yusuf hakkındaki niyetleri
Allah'a gizli kalmaz. [37]
20. Bu, Yusuf
(a.s.)'un hayatındaki ikinci musibettlir. Kölelik
musibeti. Yani onu kuyudan çıkaran o yolcular, onu az bir kıymet karşılığında,
dirheme sattılar. İbn Abbas
böyle demiştir. Onlar Yusufa rağbet etmeyen, ona
karşı ilgisiz kimselerdi. Çünkü onlar
Yusufu bulmuşlardı. Kaçak bir köle olmasından ve
efendisinin gelip ellerinden almasından korkuyorlardı. Dolayısıyla onu az bir
kıymet karşılığında sattılar. [38]
21. Mısır
şehrinden olup da onu satın alan adam, karısına, "Buna güzel bak" dedi. İbn Abbas şöyle der: Onu satın
alan adamın adı Kıtfir idi. Bu şahıs, Mısır
hazinelerinin başında bulunan azizdir.[39]
Umulur ki, büyüyünce bazı işlerimiz için
bize yeter, veya belki de onu evlat ediniriz. Çünkü onların çocukları
olmuyordu. Kuyudan kurtardığımız gibi, izzet ve güven içinde yaşayacak şekilde
onu Mısır diyarına yerleştirdik. Onu bazı rüyaları tabir etmeye muvaffak kılmak için böyle yaptık. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir.
Hiçbir şey onu âciz bırakamaz. Fakat
insanların çoğu onun yaptığı güzel şeyleri ve gizli lütuflarını bilmez. [40]
22. Yusuf, en
güçlü ve kuvvetli olduğu yaşa şani otuz yaşma gelince ona hikmet ve dinde bilgili olma
özelliğini verdik. İşte güzel iş yapanlara biz böyle mükâfaat veririz. [41]
Edebi Sanatlar
1. Onlar
kitabın âyetleridir." Kitabın mertebesinin yüksekliği ve şanını yüceliğinden
dolayı, burada,
uzak için kullanılan işaret ismi
getirilmiştir.
2. Onu, iki
babana tamaladığı gibi" Bu, mürsel ve mücmel teşbihtir.
3. Onbir yıldızı, ay ve güneşi..." Şerif Radî şöyle der: Bu bir istiaredir. Çünkü yıldızlar, ay ve
güneş aklı olmayan varlıklardandır. Gramer bakımından bunlar için yerine
denilmesi uygun olurdu. Fakat akıllı varlıkların yaptıkları fiil (yani secde
etmek) onlara isnat edilince, akıllı
varlıkların sıfatlarıyla nitelenmeleri caiz oldu. Çünkü secde etmek, akıl
sahiplerinin fiilerindendir.[42]
4. Yalancı kan"
Kan yalancılıkla nitelenmez.
Maksat, "hakkında yalan söylenmiş kan" veya "yalanlı kan"dır. Vurgulu
ifade etmek için âyette yalancılık sıfatı mastar olarak gelmiştir. [43]
Bir Nükte
Rivayete göre bir kadın, Şûreh'in hakemliğine başvurdu ve ağladı. Şa'bİ dedi ki: Ey Ebâ Ümeyye! Onu görmüyor musun? Ağlıyor? Şöyle dedi: Yusuf'un
kardeşleri de zalim ve yalancı oldukları halde ağlayarak gel-mislerdi, insan
için, haktan başka bir şeyle hüküm vermesi doğru olmaz.[44]
Bir Uyarı
Bazı tefsirciler, Yusufun kardeşlerinin peygamber oldukları görüşündedirler."
Buna, onların şu âyette anlatılan esbât olduklarını
delil getirdiler ki: "Biz, Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a ve Ya'kub oğullarına indirilenlere inandık.[45]
Gerçek şudur ki, esbattan maksat, Ya'kub(a.s.)'un oğulları değildir. Onlar araştırmacıların da
dikkat çektikleri gibi, Ya'kub (a.s.)'un soyundan
gelen kabilelerdir. Yusufun kardeşleri peygamber
olsalardı, böyle âdi fiillere girişmezlerdi. Zira kıskançlık, fe-sad çıkarmaya çalışmak,
öldürmeye teşebbüs, yalan söylemek ve Yusufu kuyuya
atmak. Bütün bunlar peygamberlerin ismet vasfına aykırı olan büyük günahlardır.
Bu suçlara rağmen onların peygamber olduğu görüşü akl-ı selim kabul etmez. Büyük âlim İbn Kesir'in bu konuda yazdıklarına bak. O, bu konuyu çok
dikkatli ve güzel bir şekilde yazmıştır. [46]
23. Evinde
bulunduğu kadın, onun nefsinden mu-rad almak istedi,
kapıları iyice kapattı ve, "haydi gel!" dedi.
O da, "Allah'a sığınırım! Zira kocanız
benim efendimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zâlimler iflah
olmaz!" dedi.
24. Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbi-nin burhanını görmeseydİ o da
kadına meyledecekti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak
için (delillerimizi gösterdik). Şüphesiz o, ihlâsa
erdirilmiş kullarımızdandı.
25. İkisi de
kapıya koştular. Kadın onun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında onun
efendisine rastladılar. Kadın dedi ki: "Senin ailene kötülük etmek
isteyenin cezası, zindana atılmaktan
ya da acıklı
bir işkenceden başka ne olabilir!"
26. Yûsuf,
"Asıl kendisi benim nefsimden nıurad almak
istedi." dedi. Kadının akrabasından
biri şöyle şahitlik etti. "Eğer onun
gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, o ise
yalancılardandır.
27. Eğer
gömleği arkadan yırtıldıysa, kadın yalan söylemiştir. O ise doğru
söyleyenlerdendir."
28.
(Efendisi, Yûsuf'un gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu
görünce "Şüphesiz, dedi; bu sizin tuzağınızdır. Şüphesiz sizin tuzağınız
gerçekten büyüktür.
29. Ey Yûsuf!
Sen bu İşi gizle! (Ey kadın)! Sen de günahının affını dile! Çünkü sen
günahkârlardan oldun!"
30. Şehirdeki
bazı kadınlar dediler ki: "Azizin
karısı, kölesinin nefsinden nıurad almak istiyormuş; Yûsuf'un sevdası onun kalbine
işlemiş! Biz onu gerçekten açık bir sapıklık içinde görüyoruz."
31. Kadın,
onların dedikodusunu duyunca, onlara dâvetçi gönderdi; onlar için dayanacak
yastıklar hazırladı. Herbirinin eline bir bıçak
verdi. Yûsuf'a, "Çık karşılarına!" dedi.
Kadınlar onu görünce, ellerini kestiler ve dediler ki: "Hâşâ! Bu bir beşer
değil... bu ancak değerli bir melektir!"
32. Kadın dedi
ki: "İşte hakkında beni kınadığınız şahıs budur. Ben onun nefsinden nıurad almak istedim. Fakat o, şiddetle sakındı. Andolsun, eğer o kendisine
emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana
atılacak ve elbette zelillerden olacaktır!"
33. Yûsuf "Ey
Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir! Eğer sen onların hilelerini benden
çevirmezsen, onlara meyleder
ve câhillerden olurum!" dedi.
34. Rabbi onun
duasını kabul etti ve onların hilesini uzaklaştırdı. O çok iyi işiten, pek iyi
bilendir.
35. Sonunda
kesin delilleri gördükten sonra onu bir zamana kadar mutlaka zindana atmaları
kendilerine uygun göründü.
36. Onunla
birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri dedi ki: "Ben rüyada,
şarap sıktığımı gördüm." Diğeri de, "Ben de başımın üstünde kuşların yemekte
olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm. Onun tabirini bize haber ver. Çünkü biz seni
güzel tabir yapanlardan görüyoruz" dediler.
37. Yûsuf dedi
ki: "Size yedirilecek yemek size gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber
vereceğim. Bu, Rabbimin bana
öğrettıklerindendir. Şüphesiz Allah'a inanmayan
bir kavmin dinini terk ettim. Onlar âhireti inkâr
edenlerin kendileridir."
38. "Atalarım
İbrahim, İshâk ve Ya'kûb'un
dinine uydum. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu, bize
ve insanlara Allah'ın lütfundandır. Fakat insanların
çoğu şükretmezler.
39. Ey zindan
arkadaşlarım! Çeşitli
ilâhlar mı daha iyi, yoksa herşeye kadir olan bir tek Allah mı?
40. Sizin
Allah'ı bırakıp ta taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım
isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil
indir-memiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size
kendisinden başkasına ibâdet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur.
Fakat insanların çoğu bilmezler.
41. Ey zindan
arkadaşlarım! biriniz efendisine şarap içirecek; diğeri ise asılacak ve kuşlar
onun başından yiyecekler. Tabiri hakkında sorduğunuz iş
kesinleşmiştir."
42.
Onlardan, kurtulacağına inandığı
kimseye dedi ki: "Beni efendinin yanında an". Fakat şeytan ona,
efendisine anmayı unutturdu. Dolayısıyla Yûsuf, birkaç sene daha zindanda
kaldı.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde Hz. Yusuf a Mısır azizi ile beraber sarayda oturma imkanı
verdiğini açıkladıktan sonra, burada da onun, azizin karısından gördüğü türlü
fitneler ve kötülüğe teşviki, bu büyük fitne karşısında Hz. Yusuf'un direnmesi ve gösterdiği iffet ve hayayı, zina
etme yerine zindana girmeyi tercih edişini anlattı. Hz. Yusuf'un iffetine ve temizliğine delil olarak bu
yeter. [47]
Kelimelerin İzahı
Onu istedi işve ve cilve ile
istemek demektir, jij fiilinden alınmıştır. Bir kimse
gelip gittiğinde denilir. Muzârii dür. Bu kökten
alınarak, otlak aramaya gönderilen adama denilir. Erkek kadınla yatmak
istediğinde kadın erkekle yatmak istediğinde a denir.
Gel. Heyte, "gel" manasına isim fiildir.
Mesvâye,
"ikametim" demektir. Sevâ, yerleşip ikamet etmek
manasınadır.
Niyet etti. Hemm, azmetmek ve kastetmek manasına gelir. Her ümmet, kendi
peygamberini yakalamaya azmetmişti.[48]
Hemm, yapmaya
azmetmeden hatırdan ve akıldan geçirmek manasına da gelir. Şair şöyle
der:
Büseyne'ye
sahip olma aklımdan geçti. Eğer bu düşünce açığa çıksaydı kalbimdeki aşk
ateşini söndürdüm.[49]
Aziz'in karısının niyeti kesin bir niyetti. Yusufun
niyeti, ise sadece bir akıldan geçme idi.
Sû'; kötülük, hoşa gitmeyen,
çirkin şey demektir.
Fahşâ, son
derece çirkin şey. Bundan maksat zinadır.
Yırttı. yarmak, kesmek demektir.
Çoğunlukla, uzunluğuna yarma ve kesmede kullanılır. ise, enine kesmede
kullanılır.
Buldular.
Keydekûnne,
sizin tuzağınız. Keyd, hile ve tuzak
demektir.
Hâtiîn,
kasten günah işleyenler. Asmaî şöyle der: Bir kimse
kasten günah işlediğinde denir. îsm-i faili, Lüdur. Kasıtsız olarak günah işlediğinde denir. Muzârii dur.[50]
Yûsuf un aşkı onun kalbine
işlemiş. Zeccâc şöyle der: Şeğaf, kalbteki siyah
nokta.
Meylederim. Bir kimse eğlenceye
meylettiği zaman denir. [51]
Âyetlerin Tefsiri
23. Evinde
bulunduğu kadın, onun nefsinden murad almak istedi.
Kuyuya atılma ve kölelikten sonra bu, üçüncü musibettir. Müravede, işve ve
cilve ile istemektir. Bu, hilekârın
tatlı konuşarak yapmasına benzer.
Yani: Yusuf'un evinde
bulunduğu azizin karısı onun, kendisiyle
ilişkide bulunmasını istedi. Onu, işve ve cilve ile, kendisiyle ilişki kurmaya
çağırdı ve onu elde etmek için her yola başvurdu. Evin kapılarını kendisi ve
Yusuf üzerine iyice kilitledi. Kurtubî Şöyle der: Yedi
kapı vardı. Hepsini kilitledi. Sonra onu kendisine çağırdı.[52]
Haydi, çabucak yatağa gel, korkulacak
bir şey yok" dedi. Ebu Hayyan: "Ona, çabucak kendisine gelmesini emretti" der.[53]
Yusuf, "Kötü fiil işlemekten Allah'a
sığınırım" dedi. Ebussuûd şöyie der: Bu ifade o fiilin korkunç çirkin bir fiil
olduğuna ve ondan kurtulmak için Allah'a sığınmak gerektiğine işarettir. Allah
Yusuf (a.s.)'a o fiilin son derece kötü ve çirkin bir fiil olduğuna dair apaçık
delil gösterdiği için Yusuf (a.s.) Ona sığındı.[54] Şüphesiz senin kocan benim efendimdir, bana
lütuf ve ikramda bulunan Aziz'dir. Namusuna hainlik ederek ona nasıl kötülük
ederim. Kuşkusuz, zalimler istediklerini elde edemezler. İyiliğe karşılık
kötülük eden hainler de o zâlimlerdendir. Yüce Allah bundan sonra Aziz'in
karısının, Hz. Yusuf'u tuzağına düşürmeye çalıştığını
ve onu elde etmek için bütün teşvik yollarına başvurduğunu açıklar. Eğer Yüce
Allah Yusuf (a.s.)'u onun tuzağından korumasaydı o mutlaka helak olacaktı. [55]
24. Kadın Hz. Yusuf la birleşmeye kesin olarak ve azimle karar verdi.
Öyle ki bu çirkin
fiili yapmaktan kimse kendisini alıkoyamıyacaktı. Hz. Yusufu kendi isteğine zorla boyun eğdirmeye girişti.
Kapıları iyice kilitleyip ona "çabucak gel" teklifinde bulundu da Hz. Yusuf süratle kapıya koştu. İnsanın yaratılış, gereği,
Hz. Yusuf un nefsi ona meyletti. Kadın
ona teklif edince, azim ve kasıt olmaksızın ona yaklaşmayı aklından
geçirdi. Bu iki niyet arasında büyük bir fark vardır.[56] Fahreddin Râzi der ki: Hemm, bir şeyin akla
gelmesidir veya insan fıtratının ona meyletmesidir. Bu, yazın oruç tutan kimseye
benzer ki, o kimse soğuk suyu görür. Nefsi onu suya meyletmeye ve içmeye zorlar.
Fakat dini onu bundan korur.[57]
Bu şartın cevabı mahzuftur. Yani Allah Yusufu
gözetip korumasaydı, elbette Yusuf onunla cinsî münasebette bulunacak ve içinden
geçenleri yapacaktı. Fakat Allah, yardımı ve desteği ile onun iffetini korudu.
Dolayısıyle Yusuf asla herhangi bir şey yapmadı. Ebu Hayyân şöyle der: Bazı
kimseler fasiklardan birine dahi nispet edilmesi
uygun olmayan bir davranışı Yusuf'a nisbet
etmişlerdir. Benim kanaatime göre, Yusuf (a.s.) kesinlikle bu işe niyet bile
etmemiştir. Bilakis, delili görme olayının varlığı, böyle bir niyetin olmadığını
ifade eder. Nitekim Araplar " Allah seni korumamış olsaydı, günah işlemiştin",
ve Eğer bunu yaparsan sen zalimsin" derler. Bu son ifadenin takdiri şöyledir:
Ayetin takdiri de şöyledir: Eğer Rabbinin delili olmasaydı Yusuf o kadına
yaklaşmaya niyet edecekti. Fakat o, delili görünce böyle bir niyet meydana
gelmedi. Selefin söylediklerine gelince, onlardan herhangi birisinin böyle bir
şeyi söylemeyeceğine inanıyoruz. Çünkü bu sözler birbiriyle çelişen yalan sözler
olup, bırakın iffetli kimseleri bazı din mensubu fâşıkları dahi yaralayıcı niteliktedir.[58]
Ebussuûd şöyle der: Yusuf -un O kadına yaklaşma
niyeti, insanın yaratılışı gereği ona tabiî bir meyil manasınadır. Yoksa Yusuf,
serbest iradesiyle kadına yaklaşmaya niyet etmiş değildir. Onun daha önce geçen,
bu işe karşı tam bir isteksizliğini ve nefretini gösteren ve zalimlerin iflah
etmeyeceğine dair hükmünü ifâde eden Allah'a sığınmasına baksanıza. Onun bu
ifadesi, böyle bir niyet etmesinin mümkün olmadığını gösteren sağlam bir
kayıttan başka bir şey değildir. "Nefsi kabardı ve bu işi yapmaya teşebbüs etti"
şeklindeki sözler ise, işiten kulakların kabul etmediği, akıl ve idraklerin
reddettiği hurafe ve batıl sözlerdir.[59]
Kötü ve günah şeyleri, son derece çirkin
olan zinayı ondan uzak tutmak için, fitneye teşvik eden ve sürükleyen karşısında
iffetini koruduk. Bu, Hz. Yusuf'un böyle bir günaha
niyet etmediğine dair apaçık ve kesin bir delildir. Eğer onların iddia ettiği
gibi olsaydı şöyle derdi: Onu günahtan ve zinadan çevirmek için...". ondan
çevirmek için..." ifadesi, bunun, Yusufun iradesi
dışında bir şey olduğunu ve Allah'ın ona lütfettiği "iffet" ve "ismet
(korunmuşluk)" vasfı gereğince, bu işi Yusuf'tan uzak tuttuğunu gösterir. Çünkü
o, Allah'ın kendisine itaata tahsis ettiği, vahyi ve
risaleti için seçtiği kimselerdendir. Dolayısıyle, şeytanın onları aldatması mümkün
değildir...
Bundan sonra Yüce Allah kadın
hayvanı duygular içerisinde iken, kapıya doğru koşarlarken, kocasının gelmesiyle
ortaya çıkan garip bir sürprizden bahseder. [60]
25. Yusuf kaçıp
kurtulmak, kadın da onu yakalamak maksadıyle sarayın
kapısına doğru koştular, Kadın, Yusufun elbisesini
arkadan yırttı. Çünkü kadın onun arkasından koşuyordu. Onu çekerek gömleğini
yırttı. Sarayın kapısında ansızın Aziz'i gördüler. Aziz, saraya geliş
saatlerinin dışında gelmişti. Iblis'in maharetine
benzer, üstün bir maharetle durum değişti. Zâlim mazlum oldu, suçsuz ise zanlı
oldu. Kadın kocasına dedi ki: Ailene kötülük etmek isteyenin cezası, hapis veya
elem verici, can yakıcı bir sopa atmaktan başka bir şey değildir. [61]
26. Yusuf
kadını yalanlıyarak dedi ki: Zina etmeye beni çağıran
odur. Ben ona kötülük yapmak istemiş değilim.
Kadının akrabasından biri bu olaya hakemlik etti. İbn Abbas der ki: Bu hakem,
kadının dayısının oğlu olup beşikteki bir çocuktu. Allah onu konuşturdu.[62]
Ebu Hayyan şöyle der: Hakemin, kadının ailesinden olması, onun
aleyhindeki delili daha etkili kılar, Yusufun suçsuz
olduğunu daha iyi gösterir ve sanıklık durumunu daha iyi ortadan kaldırır.[63]
Eğer onufi
gömleği önden yırtilmışsa, kadın doğru söylüyor, Yusuf
yalancıdır. [64]
27. Eğer onun
gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalancıdır, Yusuf doğrudur. Çünkü, eğer Yusuf
kaçtığı halde kadın onu yakalamak istemişse, mantıka
uygun olan, elbisenin arkadan yırtılmasıdır.
[65]
28. Kadının
kocası elbisenin arkadan yırtıldığını görünce, "Ey kadınlar! Bu iş sizin hile
ve tuzaklarmızdandır" Sizin tuzağınız gerçekten
büyüktür" dedi. Bu cümle, önceki
cümlenin tekididir. Yani, "Ey
kadınlar topluluğu! Yaptığınız işlerden kurtulmak için
kurduğunuz tuzak ve hileler, büyük bir şeydir.
[66]
29. Ey Yusuf!
Bu işi gizli tut, kimseye söyleme. Merhum Seyyit Kutub şöyle der (Allah ondan razı olsun) : Burada, Câhili
toplumdaki yüksek tabakanın bir durumu ortaya çıkmaktadır. O da cinsî
rezillikler karşısındaki gevşeklik
ve onu
toplumdan gizleme eğilimidir. Çünkü Aziz, suçsuz Yusufa dönerek ona olayı gizlemesini ve kimseye açmamasını
emrediyor. Sonra da kendisine ihanet eden eşine, damarlardaki kanı tahrik edecek
bu olay karşısında yumuşak bir üslupla hitap ediyor ve, "Bu çirkin günahtan
tevbe et, affını dile" diyor. Sanki zahiri kurtarmak
için önemli olan bu imiş gibi böyle hareket ediyor.[67]
Şüphesiz sen, kasten günah işlemek isteyenlerden oldun. Bu durum, Aziz'in
namusunu az kıskandığını gösterir. Çünkü kendisini aldatmak ve
yatağım günahla kirletmek isteyen karısına
ceza vermedi. İbn kesir Şöyle der: Kadının kocası
yumuşak huylu birisiydi. Veya Aziz karısını mazur gördü. Çünkü karısı, sabredemiyeceği bir şeyle karşı karşıya kalmıştı.[68]
30. Mısır
şehrindeki bir grup kadın dedi ki: "Aziz'in karısı kölesine aşık olmuş".
Rivayete göre bunlar beş kadındı: Aziz'in sakisinin (içki sunucu) karısı,
muhafızın karısı, fırıncının karısı, seyisin karısı ve hapishane müdürünün
karısı. İbn Abbas ve
diğerleri böyle söylemiştir. Açık olan şu ki, bu olay şehirde yayıldı ve
kadınlar bu olayı konuşmaya başladılar. "Mısır Aziz'inin karısı kölesiyle zina
etmek istiyor. Onu elde etmek için çeşitli hile ve vesilelere baş vuruyor"
dediler. Ebû Hayyân şöyle
der: "Aziz'in karısı" diye açıklamaları, aşırı derecede kınama ifade eder.[69]
Çünkü insanlar, makam sahibi kişilere dair haberleri dinlemeye daha
eğilimlidirler. Kadınların bunu,
istiyor" lafzıyle ifade etmeleri, bu durumun,
kadının karakteri haline geldiğini ve onun sürekli olarak hile ile Yusufu elde etmek isteğini gösterir. Çünkü geniş zaman
fiili, süreklilik ve yenilenme ifade eder.
Onun sevgisi, kalbinin zarına kadar ulaşmış ve onu yararak kalbe girmiş.
Şüphesiz biz onun, Yusufa karşı aşkından dolayı doğru
yoldan açık bir şekilde saptığı inancındayız.
[70]
31. Aziz'in
karısı, dedikodularını duyunca onları saraya çağırdı. Kadınların dedikodusu
gizli olduğu için, yaptıkları işe, tuzak manasına gelen "mekr" denildi. Bu, hilekarm,
tuzağını gizlice kurmasına benzer. Aziz'in karısı adam göndererek o kadınları
bir ziyafet için evine çağırdı. Tefsirciler şöyle der: Beşi yukarda adları
geçenler olmak üzere ileri gelen kırk
kadını davetetti. Onlar için, yaslanacakları
yastıklar ve oturacakları minderler hazırladı.[71] Bu sözde hazif
vardır. Yani, o hanımlara yemek ve çeşitli meyveler sundu. Sonra onların herbirine meyveyi kesecekleri bir bıçak verdi. Kadınlar,
ellerinde bıçaklarla meyveleri soymakla meşgulken Yusufa: Onların huzuruna çık" dedi. Yusuf, onların arasından
geçinceye kadar farkına varamadılar. Kadınlar Yusufu görünce onun büyüklüğünü anladılar ve onu
yücelttiler. Güzelliği karşısında apışıp kalarak dehşete düştüler. Bu, ansızın
gelen aşırı şaşkınlıktan dolayı, bıçaklarla ellerini kestiler. Dediler ki:
Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. Bunun gibilerini yaratabilme hususunda
onun azameti yücedir. Bu, insan değildir, Bu, bir melekten başkası değildir.
Çünkü bu üstün güzelik ve yakışıklılık, hemen hemen insan cinsinde bulunmayan şeylerdendir. [72]
32. İşte bu
anda, Aziz'in karısı, Yusufa karşı olan kalbindeki
sevgiyi açıkladı. Çünkü o, kadınlara karşı zafer kazandığını anladı ve muzaffer
bir kimsenin edasıyla şöyle dedi: İşte gördüğünüz bu şahıs, kendisini sevdiğim
için beni kınadığınız o Ken'anlı köledir. Onun
karşısında düştüğünüz hayrete, dehşete ve meftunluğa bakınız!! Ben ona olan
arzuma ulaşmak ve cinsel arzumu onunla tatmin etmek istedim. Fakat o bundan
şiddetle sakındı ve buna asla yanaşmadı. Zemahşerî
şöyle der: İsti'sâm mastarı, mübalağa ifade eden bir
kalıptır. Yusuf (a.s.)'un aşırı derecede sakındığını ve şiddetli bir şekilde
korunduğunu gösterir.[73]
Eğer bana itaat etmezse, zindana
atılmak suretiyle mutlaka cezalandırılacak ve mutlaka horlanan, zelillerden
olacaktır. Kurtubi
şöyle der: Aziz'in karısı, Yusuf
(a.s.) ile birlikte olmayı tekrar kadınların huzurunda istedi ve haya perdesini
yırttı. Kabul etmediği takdirde, onu zindana atmakla tehdit etti. Artık ne bir
kınamadan ne de bir dedikodudan korktu. Halbuki ilk önce mesele, kendi
aralarında bir sır iken, böyle değildi.[74]
33. Hz. Yusuf, (a.s.) Rabbine sığındı ve yalvarıp yakararak ona
dua etmeye başladı: Şöyle dedi: Ey Rabbim! Bana göre zindana atılmak, zina
etmekten daha iyi ve daha hoştur. Ayette fiil, orda bulunan bütün kadınlara
isnat edilmiştir. Çünkü onların hepsi, açıktan veya işaret yoluyla bu çağrıya
ortaktırlar. Bir görüşe göre, Aziz'in karısı Yusuf (a.s.) tehdit edince
diğerleri ona nasihatta bulunup kadının emrine itaat
etmesinin iyi olacağını söylemişler ve kendisini zindana atmaktan onu nehyetmişlerdir. Eğer onların kötülüğünü benden savmaz ve
beni onlardan korumazsan, Ben, insan oluşum hasebiyle, onların isteklerini
yerine getirmeye meylederim. Ve onların beni çağırdığı o çirkin fiilden dolayı
câhillerden olurum. Bu, peygamberlerin ve sâlih
kişilerin yaptığı gibi, yalvarma ve Allah'tan yardım isteme yoluyla oldu. [75]
34. Allah Yusuf
(a.s.)'un duasını kabul ederek onu onların tuzağından kurtardı ve onun iffet ve
namusunu korudu. O,
kendisine sığınanların duasını kabul eden ve onların hallerini ve içlerindeki
niyetlerini bilendir. İşte böylece Yusuf, Allah'ın lutftı ve gözetimiyle üçüncü imtihanını da verdi. [76]
35. Bu dördüncü
imtihanın başlangıcıdır. Bu imtihan Yusuf (a.s.)' un hayatındaki şiddetli
imtihanların sonuncusu olup zindan imtihanıdır. Bundan
sonrakilerin hepsi basittir. Yani:
Yusuf'un suçsuzluğu kesin delillerle ortaya çıktıktan sonra Aziz,
yakınları ve istişare ettiği kimseler onun süresiz olarak hapse atılmasını uygun
gördüler. Rivayete göre Yusuf (a.s.) Aziz'in karısının isteklerini yerine
getirmeyip de kadın ondan ümidini kesince başka bir yoldan çare aradı ve
kocasına şöyle dedi: "Bu İbranî köle beni halk içinde rezil etti. Onlarca, benim
kendisinden murat almak istediğimi söylüyor. Ben bu konuda mazeretimi
açıklayamıyorum. Ya bana izin verirsin, çıkar halka
mazeretimi açıklarım veya onu hapse atarsın." İşte o zaman Yusuf'u zindana
atmak, Aziz'in aklına geldi. İbni Abbas şöyle der: Aziz'in emriyle Hz. Yusuf bir eşeğe bindirildi. Mısır çarşılarında davullar çalınarak şöyle
seslenildi: İbranî Yusuf, hanımefendisinin namusuna göz dikti. Cezası,
zindana atılmaktır. Ebu Salih şöyle der: İbn Abbas bu hadisi her anlattıkça
ağlardı.[77]
36. Yusuf
zindana atıldı. Tesadüfen o sırada kralın özel hizmetçilerinden iki kişi de
hapse atılmıştı. Bunlardan birisi kralın ekmekçisi, diğeri sâkîsi idi. Kralı
zehirlemek istemekle itham edildiler ve hapse atıldılar. Sâkî dedi ki: Ben
rüyamda, üzüm sıktığımı gördüm. Üzüm şarap oluyor ve onu krala sunuyorum.
Ekmekçi de dedi ki: Ben de rüyamda, başımda içinde ekmek bulunan bir tabak
taşıdığımı gördüm. Kuş da bu ekmekten yiyordu. Gördüklerimizin tabirini bize
bildir. Şüphesiz biz seni, rüyayı iyi tabir edenlerden görüyoruz. Bunlar, Hz. Yusufun iyi rüya tabir
ettiğini öğrenince, rüyalarını ona anlattılar.
[78]
37. Yusuf
(a.s.) dedi ki: Size ne çeşit yemek gelirse, o size gelmeden önce ben onun
hakikatini, mahiyetini ve nasıl olduğunu size açıklarım.
Hz. Yusuf,
onları imana davet için zemin hazırlamak maksadıyle
mucizelerini onlara bildirdi. Gayıbları bilmesi de bu
mucizelerdendir. Beyzâvî şöyle der: Hz. Yusuf, onların sordukları soruya cevap vermeden önce
onları Allah'ın birliğine çağırmak ve dosdoğru dine iletmek istedi. Nitekim bu
metot, doğru yola iletme ve irşat etme hususunda Peygamberlerin metodudur. Dine
davet ve rüya tabiri hususunda doğruluğunu onlara göstermek için, önce gayıptan haber verme mucizesini zikretti.[79]
Bu, gayıptan
haber verme ne kehânet, ne de müneccimliktir. O ancak, Allah'tan
gelen bir ilham ve vahiyle olmaktadır. Bu
ilmi Rabbim sadece bana verdi. Çünkü ben peygamberim. Allah'a inanmayan müşrik
bir kavmin dinini bıraktım, Onlar kıyamet gününü inkar ediyorlar. Hz. Yusuf iki esasa dikkat çekti. Bunlar, Allah'a ve âhirete imandır. Çünkü bunlar iman rükünlerinin en
büyüğüdür. Bu cümlede, manayı kuvvetlendirmek için a zamiri tekrar
edilmiştir. [80]
38. Babalarım
ibrahim İshak ve Yakup peygamberlerin dinine uydum.
Müşriklerin ve sapıkların dinine uymadım. Bundan maksat, kendisinin, peygamberlerden biri olduğunu açıklamaktır. Kendisini
dinlemeye daha çok rağbet etsinler ve sözüne daha çok güvensinler diye böyle
konuştu. Biz peygamberler zümresine, herhangi bir şeyi Allah'a ortak koşmak
yakışmaz. Halbuki Allah bizi bu göreve seçti ve bize nimetini ihsan etti. İşte
bu iman ve Allah'ın birliğini kabul etmek, Allah'ın bize lütfundandır. Çünkü o bizi risâletle şereflendirdi. Bu, insanlar içinde bir lütuitur. Çünkü onların doğru yolu bulmaları ve oraya irşat
edilmeleri için peygamberler gönderilmiştir. Fakat insanların çoğu, Allah'ın
kendilerine verdiği nimete şükretmezler ve başkalarını Allah'a ortak
koşarlar... Yusuf (a.s.), mensup olduğu, peygamberlerin dini olan hanif dinini anlatıp o iki gencin kavminin mensup olduğu
putperestlik dininin batıl olduğuna nazikçe güzel bir delil getirerek şöyle
dedi. [81]
39. Ey zindan
arkadaşlarım! Putlar gibi, hiçbir menfaat ve zarar veremeyen ve kendilerine dua
edenlerin duasını yerine getiremeyen birçok ilâh mı daha iyidir, yoksa tek olan,
azamet ve yücelikte eşsiz olan Allah'a ibadet mi daha iyidir?!! [82]
40. Ey kavim!
Allah'ı bırakıp da ibadet ettiğiniz şeyler, ilâh adını verdiğiniz boş
isimlerdir. Onların ne güçleri, ne de kudretleri vardır. Çünkü onlar, cansız
varlıklardır. yıl Allah, onlara ibadet hususunda size herhangi bir delil veya
hüccet göndermemiştir. İbadet ve din hususunda hüküm sadece alemlerin Rabbi
Allah'a mahsustur. Yüce Allah sadece kendisine ibadet edilmesini emretti. Çünkü
azamet ve yücelik sahibinden başka hiçkimse ibadete
lâyık değildir. Sadece Allah'a ibadet etmekten ibaret olan ve sizi kendisine
çağırdığım o şey, hiç eğriliği olmayan dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu
Allah'ın büyüklüğünü bilmezler de kendilerine zarar veremeyen ve menfaat
sağlayamayan şeylere taparlar. Yusuf (a.s.) onları davet ve delille susturmak
hususunda derece derece ilerledi. Önce onlara, bir
olan Allah'a inanmanın, bir kaç îlâh edinmeye tercih edileceğini açıkladı.
Sonra onların îlâh ismini verdikleri ve Allah'ı bırakarak taptıkları şeylerin
ilahlığa ve ibâdete lâyık olmadıklarına delil getirdi. Sonra da dosdoğru gerçek
ve dosdoğru dinin ne olduğunu açıkladı ki, bu da bir ve tek olan, kendisi hiçkimseye muhtaç olmayıp herkesin kendisine muhtaç olduğu
Allah'a ibadettir. İşte bu, Allah'a davet hususunda uygulanan hikmetli
üsluptandır. Zira burada önce hidâyet, irşat, nasihat ve öğüdü anlattı. Sonrada
onların rüyalarını yorumlamaya başlayarak şöyle dedi: [83]
41. Ey zindan
arkadaşlarım! Rüyasında üzüm sıkıp şarap yaptığını gören zindandan çıkacak ve
daha önceki görevine yani efendisine şakilik yapmaya dönecektir. Rüyasında,
başında ekmek olduğunu gören diğer arkadaşa gelince, o öldürülecek ve bir ağaca
asılacak. Kuşlar, onun başının etinden yiyecek. Tefsirciler der ki: Rivayete
göre, Hz. Yusuf onlara bu tabiri anlatınca,
rüyalarını inkar ederek "Biz hiçbir şey görmedik" dediler. Hz. Yusuf da şöyle dedi: "İster doğru söyleyin, ister yalan
söyleyin. Allah'ın hükmü tamamlandı ve sona erdi. Çaresiz bu olacaktır. [84]
42. Yusuf,
kurtulacağına inandığı sakiye dedi ki: Beni efendinin yanında an ve durumumu ona
bildir. Umulur ki o, beni, uğradığım bu zulümden kurtarır, Şeytan, Yusuf un durumunu krala anlatmayı
sakiye unutturdu.
Böylece Yusuf (a.s.) zindanda yedi
sene kaldı. Tefsirciler şöyle der: Yusuf, yaratılmışa güvenip, ihtiyacını
yaratıcıya bildirmekten ğâfil olduğu için, senelerce
zindanda kaldı. Kurtubî şöyle der: Vehb b. Münebbih dedi ki: Eyüp (a.s.) yedi sene belâda
kaldı. Yusuf (a.s) da, yedi sene zindanda kaldı.[85]
Edebi Sanatlar
1. Doğru
söyledi" ile Yalan söyledi" ve Doğrular" ile Yalancılar" arasında edebî
sanatlardan tıbak vardır.
2. Hatâ
edenlerden". Bu, tağlib bâbındandır. Erkeklere ait
çoğul kipi getirilerek, kadınlar da bunun kapsamına alınmıştır.
3. Onların
tuzaklarını işitti." Gizlilikte dedikodu tuzağa benzediği için, burada "dedikodu
için müstear olarak kullanılmıştır.
4. Ellerini
kestiler Burada da istiare vardır. Zira "kesmek" lafzı, "yaralamak" yerinde müsteâr olarak
kullanılmıştır. "Ellerini yaraladılar,
demektir.
5. Şarap
sıkıyorum" Bu da, "ilibar-ı mâ yekûn (ilerde olacağı itibariyle)" mecâz-i mürseldir. Yani: "İlerde şarap olacak üzümü sıkıyorum"
demektir. [86]
Faydalı Bilgiler
Rivayete göre, Hz. Yusuf zindanda iken, Cebrâîl (a.s.) onu azarlamak üzere
geldi ve şöyle dedi:
-
Ey Yusuf! Seni. kardeşlerin tarafından Öldürülmekten kim
kurtardı?
-
Yüce Al ah.
-
Seni kuyudan kim çıkardı?
-
Yüce Allah.
-
Seni zinadan kim kurtardı?
-
Yüce Allah.
-
Kadınların tuzağını senden kim uzaklaştırdı.
-
Yüce Allah.
-
Peki, nasıl Rabbini bıraktın da, ondan istemedin ve bir yaratılmışa
güvendin? Hz. Yûsuf Allah'a yönelerek:
-
Ey Rabbim! O, halâ ile söylediğim bir sözdür. Ey İbrahim'in, onun âlinin
ve Yakub'un ilâhı! Senden, bana acımanı diliyorum"
dedi. Cebrâîl (a.s.):
Bir Uyarı
Alimler: Kapıya koştular" âyeti
hakkında şöyle derler: Bu, çok manayı az lafızla ifade eden mu'cize Kur'an'ın veciz
ifâdelerinden-dir. Bunun normal ifâdesi şöyledir:
"Kadın Yusuf'la zina yapmak isteyip de, Yusuf kabul etmeyince, ona zorla bu işi
yaptırmaya azmetti. Yusuf (a.s.) ondan kaçtı. Her ikisi de kapıya doğru
koştular. Kadın onu kendine geri çevirmeye çalışıyor, o ise kadından kaçıyordu"
Kur'an, bütün bunları, kapıya koştular" şeklindeki bu
beliğ ifade ile özetledi. [89]
"La" Kelimesinin Yorumunda Bazı Tefsircilerin Saçmalıkları
Bazı tefsircilerin ayaklan kaydı
ve kalemleri haktan uzaklaştı. Zira onlar Yusuf (a.s.)'un zina etmeye
niyetlendiğini İddia ettiler. kelimelerinin tefsirinde bazı tefsir kitapları
zayıf lsrâîlî rivayetlerle hatta hoş olmayan bâtıl
görüşlerle doludur. Bunlardan bazıları,
Yusuf (a.s.)'un, donunun uçkurunu çözdüğünü
ve erkeğin hanımının önüne oturduğu gibi o kadının önüne oturduğunu, sonra
parmağını ısırmış bir halde babası Yakub'un suretini
gördüğünü ve babasından utandığı için kadını bırakıp kalktığını iddia ettiler.
Ve daha ipe sapa gelmez, bir çok zayıf sözler söylediler. Bu çirkin rivayetlerin
bazı tefsir kitaplarına nasıl girdiğini ve bazı tefsirlerin bunu nasıl güzel bir
şekilde kabul ettiğini bilemiyorum. Büyük âlim Ebussuud'un da dediği gibi, bunların hepsi hurafe ve batıl
sözlerdir. Kulaklar bunları işitip kabul etmez, akıl ve idrâkler bunları
reddeder. Sonra bu tefsirciler Hz. Yusuf un değerli
bir peygamber ve peygamber oğlu olduğunu, "ma'sûm"
olmanın, peygamberlerin sıfatlarından olduğunun nasıl farkına varamadılar!? Ey
kavmim! Düşünün ve aklınızı kullanın ve bu kitapları, bu tür hurafelerden ve
bâtıl şeylerden uzak tutun. Çünkü zina, en çirkin suçlardan bir suçtur. Şerefli
peygamberlerden bir peygamber o suçu nasıl işler? İşte ben size, Hz. Yusufun masum olduğuna dair,
sadece Kur'an-ı Kerim'den on tane delil
getiriyorum:
1. Allah'a
sığınırını. Kocanız benim efen-dimdir. O bana güzel
davrandı..." dedi. Bu, onun zinadan şiddetle sakındığı nı ve kadının karşısında bütün gücü ve azmiyle direndiğini
gösterir.
2. Kapıya koştular ve kadın onun gömleğini
arkadan yırttı" Bu da, kadının kapılan kilitleyip bütün çıkış yollarını
kapatmasına rağmen Yusufun (a.s.) ondan kaçtığını
gösterir.
3. Yusuf dedi
ki: "Ey Rabbim! bana zindan bunların benden istediklerinden daha iyidir..."
âyeti Yusuf (a.s.)'m zindana girmeyi zina etmeye tercih ettiğini
gösterir.
4. Çünkü o,
ihlasa erdirilmiş kulîanmızdandır." ve Ona hüküm ve ilim verdik" gibi birçok
yerde Yüce Allah onu övmüştür. Zina suçunu işlemeye niyet etmiş bir kimse Allah
için ih-laslı olur
mu?
5. Kadının
akrabasından bir şâhid hakemlik etti." Burada Allah'ın
konuşturduğu beşikteki bir çocuk hakemlik ederek kesin bir delille Hz. Yusufun (a.s.) masumiyetini
göstermiştir.
6. Gerçekten
ben onun nefsinden istemiştim. O bundan
şiddetle sakındı." Burada
Aziz'in karısı Yusufun
suçsuzluğunu ve iffetini itiraf etmektedir.
7. Rabbi onun
duasını kabul etti ve onların hilesini ondan uzaklaştırdı..." Burada,
kadınların hilesinden kendisini kurtarması için Rabbine dua etmesi onun
masumiyetini ifade eder.
8. Sonra kesin
delilleri
görmelerine rağmen yine de onu bir zamana
kadar mutlaka zindana atmaları onlara uygun göründü". Bu âyet onun suçsuz
olduğuna dâir açık alâmetler ve kesin delillerin ortaya çıktığını ve insanların
dedikodusunu ortadan kaldırmak için zindana atıldığını gösterir.
9. Efendine dön
de ona, "Ellerini kesen o kadınların zoru neydi?" diye sor. Şüphesiz benim
Rabbim onların hilesini çok iyi bilir" Burada Yusuf (a.s.)ın, suçsuz olduğu ortaya çıkmadıkça zindandan çıkmayı kabul
etmemesi onun masum olduğunu gösterir..
10. Şimdi hak
ortaya çıktı. Ben onun nefsinden (murad almak)
istemiştim. O gerçekten doğru söyleyenlerdendir. Bu âyet gerek Aziz'in
karısının gerekse ellerini kesmiş olan diğer kadınların Yusuf (a.s.)'m
suçsuzluğunu açıkça itiraf ettiklerini gösterir. İşte bu âyetler onun iffetine
ve masumiyetine delil olarak yeter. Allah, gerçeği söyler ve doğru yola
iletir. [90]
43. Kral dedi ki: "Ben rüyada yedi zayıf ineğin
yediği yedi semiz inek gördüm. Ayrıca, yedi yeşil başak ve diğer yedi kuru başak
gördüm. Ey ileri gelenler, eğer rüya tabir ediyorsanız, benim rüyamı da bana
yorumlayınız."
44. Rüya
tabircileri dediler ki: Bunlar karmakarışık, yalancı düşlerdir. Biz böyle
yalancı rüyaların tabirini bilmeyiz.
45. Zindandaki
iki kişiden kurtulmuş olan, uzun bir zaman sonra Yusuf'u hatırlayarak dedi ki:
"Ben size onun yorumunu haber veririm, beni hemen gönderin."
46. "Ey Yûsuf,
ey doğru sözlü kişi! yedi zayıf ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil
başak ve diğer kuru (yedi başak) hakkında bize tabir yap. Ümit ederim ki, insanlara
dönerim de belki
onlar da doğruyu öğrenirler."
47. Yûsuf dedi
ki: "Yedi sene âdetiniz üzere ekin ekersiniz,
sonra da yiyeceklerinizden az bir miktar hariç, biçtiklerinizi başağında
bırakınız.
48. Sonra bunun
ardından, saklayacaklarınızdan
az bir miktar hariç, o yıllar için
biriktirdiklerinizi ye-yip bitirecek yedi kıtlık yılı
gelecektir.
49. Sonra bunun
ardından, saklayacaklarınızdan az bir yıl gelecek ki, o yılda insanlar bol
yağmura kavuşacaklar ve o yılda meyve sıkacaklar."
50. Kral dedi
ki: "Onu bana getirin!" Elçi, Yûsuf'a geldiği zaman, Yûsuf "Efendine dön de
ona, "Ellerini kesen o kadınların zoru neydi?" diye sor. Şüphesiz benim Rabbim
onların hilesini çok iyi bilir" dedi.
51. Kral dedi
ki: "Yûsuf'un nefsinden murad almak istediğiniz
zaman derdiniz neydi?"
Kadınlar, "Hâşâ! Allah için, biz ondan hiçbir kötülük görmedik" dediler.
Azizin karısı da dedi ki: "Şimdi hak meydana Çıktı. Ben
onun nefsinden murad almak
İstemiştim. Şüphesiz ki o doğru söyleyenlerdendir."
52. (Yûsuf dedi
ki): "Bunu, Aziz'in yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hâinlerin
hilesini başarıya ulaştırmayacağını herkesin bilmesi için yaptım.
53. Bununla
beraber nefsimi temize çıkaramam. Çünkü Rabbimin acıyıp koruduğu hariç,
nefis aşırı şekilde kötülüğü emredicidir. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek merhamet
edendir."
54. Kral dedi
ki: "Onu bana getirin, onu kendime özel danışman edineyim." Onunla konuşunca,
dedi ki: "Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir
birisin."
55. Yûsuf "Beni
bu yerin hazinelerine tayin et! Çünkü ben çok iyi koruyan ve pek iyi bilenim."
dedi.
56. Ve böylece
Yûsuf'u orada dilediği yerde konaklamak üzere o yerde yerleştirdik. Biz
dilediğimiz kimseye rahmetimizi
eriştiririz. Ve güzel davrananların mükâfaatim zayi etmeyiz.
57. İman edip
de sakınanlar için âhiret mükâfaatı daha hayırlıdır.
58. Yûsuf'un
kardeşleri gelip onun huzuruna girdiler, Yûsuf onları tanıdı, onlar ise onu
tanımıyorlardı.
59. (Yûsuf)
onların yüklerini hazırlayınca dedi ki "Sizin bababir
kardeşinizi de bana getirin. Görmüyor musunuz, ben ölçeği tam dolduruyorum ve
ben misafirperverlerin en iyisiyim.
60. Eğer onu
bana getirmezseniz, artık benim yanımda size verilecek bir ölçek erzak yoktur,
bana hiç yaklaşmayın!"
61. Dediler ki:
"Onu babasından istemeye çalışacağız kuşkusuz bunu yapacağız."
62. Yûsuf
adamlarına dedi ki:
"Sermayelerini yüklerinin içine koyun. Olur ki ailelerine döndüklerinde
bunun farkına varırlar da belki yine geri gelirler."
63.
Babalarına döndüklerinde dediler
ki: "Ey babamız! Ölçek bize yasaklandı. Kardeşimizi bizimle
beraber gönder de ölçüp alalım. Biz onu mutlaka koruyacağız."
64. Ya'kûb dedi ki: "Daha önce kardeşi hakkında size ne gibi bir
güven duyduysam, bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim! Allah en iyi
koruycudur. O, acıyanların en
merhametlisidir."
65. Eşyalarını
açtıklarında sermâyelerinin kendilerine geri verildiğini gördüler. Dediler ki:
"Ey babamız daha ne istiyoruz. İşte sermâyemiz de bize geri verilmiş. Onunla
yine ailemize yiyecek getiririz, kardeşimizi
koruruz ve bir deve
yükü de fazla
alırız. Bu, (melik için) az bir
ölçüdür."
66. Ya'kûb dedi ki: "Etrafınızın kuşatılması hariç, onu bana
mutlaka getireceğinize dâir Allah adına bana sağlam bir söz vermediğiniz
takdirde onu sizinle beraber
göndermem!" Ona te'minatlarını
verdiklerinde dedi ki: "Söylediklerimize Allah şahittir."
67. Sonra şöyle
dedi: "Ey oğullarım! hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah'tan gelecek
hiçbir şeyi sizden
savamam. Çünkü hüküm Allah'tan
başkasının değildir. Ben yalnız O'na dayandım. Dayananlar yalnız O'na tevekkül
etsinler."
68. Babalarının
kendilerine emrettiği yerden girdiler. Fakat bu, Allah'tan gelecek hiçbir şeyi
onlardan savanıazdi, ancak bu tedbir, Ya'kûb'un nefsindeki bir dileği yerine getirmiş oldu.
Şüphesiz o, ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik. Fakat insanların çoğu
bilmezler.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah Hz. Yusuf'u rahatlatmak ve onu zindandan çıkarmak
istediğinde, Mısır kralı kendisini dehşete düşüren garip bir rüya gördü. Bunun
üzerine sihirbazları, kâhinleri ve müneccimleri toplayarak gördüğü rüyayı onlara
anlattı ve rüyanın yorumunu istedi. Yüce Allah onların hepsini rüyayı tabir
etmekten âciz kıldı ki, bu olay Yûsuf un zindandan kurtulmasına sebep
olsun. [91]
Kelimelerin İzahı
İcâf; sıska,
zayıf. Bu kelime çoğuludur. Müennesi şeklindedir.
Yorumlarsınız. Ta'bir, uykuda görülen rüyanın yorumunu bilmek
demektir.
Adgâs,
kelimesinin çoğuludur. Dığs, yaşı ve kurusu birbirine
karışmış ot demeti demektir.
Ahlâm,
"uyuyanın gördüğü şey" manasına gelen çoğuludur. Buna göre, manası, hak ile
batılın birbirine karıştığı, karışık rüyalardır.
Daha önce unutmuşken
hatırladı.
Deeb, bir
şeye devam etmek, demektir. Bir kimse işine devam ettiğinde, denir. Böyle
kimseye "dâib" denir. : Biriktirip saklıyorsunuz. Ortaya
çıktı.
Mekîn,
yüksek mevki sahibi. Rihal, 'in çoğuludur. bineğin
sırtında biniciye ait olan veya diğer eşya manasınadır. Yemek
getiririz.
Hepiniz helak olursunuz. [92]
Âyetlerin Tefsiri
43. Mısır kralı
dedi ki: Ben rüyamda, kuru bir nehirden çıkan yedi semiz sığır gördüm. Bunların
arkasında son derece zayıf yedi sığır vardı. Zayıf olanlar semiz olanları
yuttu. Ayrıca, daneleri teşekkül etmiş yedi yeşil başak ve yedi de,
biçilmiş kuru başak gördüm. Kurular, yeşillerin üzerine eğildi ve onları yedi.
Bu bölüm, rüyanın devamıdır. Ey, benim ileri gelen adamlarım ve arkadaşlarım! Bu
rüyanın tabirini bana anlatın, Eğer siz rüyayı iyi tabir ediyor ve maksadını
biliyorsanız. [93]
44. Rüya
tabircileri: "Bu, hakikati olmayan, karmakarışık yalancı bir rüyadır" dediler.
Dahhâk: "Yalancı rüyalardır" diye tefsir
eder. Biz bu nevi yalancı rüyaların
tabirini bilmeyiz.[94]
45. Zindandan
kurtulan sâkî, uzun bir süre sonra, daha önce Yusufla
aralarında geçen rüya meselesini hatırladı ve dedi ki: Ben, rüyaların tabirini
bilen birisinden, bu rüyanın yorumunu öğrenip size bildireceğim. Bu rüyanın
tabirini size getirebilmem için beni ona gönderin. Krala, saygı ifade eden
sözlerle hitap etti. İbn Abbas şöyle der: Zindan şehir içinde değildi. Bundan dolayı
beni "gönderin" dedi.[95]
46. Ey Yusuf,
ey doğru sözlü kişi! Bu sözde hazif vardır. Sözün
gelişi bunu göstermektedir. Takdiri
şöyledir: O sakiyi gönderdiler.
Zindana gitti ve Yusuf'un yanına girdi. Ona: "Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi!"
dedi. Daha önce zindan da gördüğü rüyayı, Hz. Yusufun doğru olarak tabir ettiğini denemiş olduğu için ona,
doğru sözlü" dedi. Sıddîk, sıdk kelimesinden türetilmiş mübalağa kipidir. Yedi zayıf
ineğin yediği yedi semiz inek ile, yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan
başaklar hakkında bize tabir et. Yani, bu garip rüyanın yorumunu bize bildir.
Kral ve arkadaşlarına dönüp onlara bu tabiri anlatayım da senin ilmini ve
üstünlüğünü bilsinler ve seni bu belâdan kurtarsınlar. İmam Fahreddin Râzi şöyle der: Saki,
ümit ederim ki insanlara (isabetli bir yorumla) dönerim, ifadesini şunun İçin
kullandı: Saki, diğer tabircilerin bu
soruya cevap vermekten âciz kaldıklarım gördüğü için, Yusufunda bundan âciz kalacağından korktu. Bundan dolayı
ümit ederim ki..." dedi.[96]
47. Hz. Yusuf dedi ki: Yedi sene, sürekli olarak
ciddiyetle ve azimle ekin ekeceksiniz.
Kurtlanmaması için, biçtiklerinizi başakları içinde bırakın Ancak, yemek
istediğiniz az bir miktarı döverek ufalayın, diğerlerini başaklarında
bırakın. [97]
48. Bu bolluk
yıllarından sonra yedi kurak yıl gelecek ki, bu yıllarda insanlar şiddetli
kıtlık ve sıkıntı çekecekler. Bolluk günlerinde biriktirdiğiniz şeyleri o kıtlık
yıllarında yiyeceksiniz. Ancak tohumluk olarak biriktirip sakladıklarınızı
yemeyin.. [98]
49. Bu şiddetli
kuraklık ve kıtlık yıllarından sonra, bir bolluk yılı gelecek, o yılda insanlar
bol bol
yağmura kavuşacaklar. O yıl çok bolluk
olacağı için, insanlar üzüm ve diğer meyveleri sıkacaklar. Zemahşerî şöyle der: Yusuf (a.s.) yedi semiz sığırı ve yedi
yeşil başağı bolluk yılları olarak yorumladı. Yedi zayıf sığır ile yedi kuru
başağı da kıtlık yıllan olarak yorumladı. Sonra onlara sekizinci yılın,
bereketli, bolluk, çok verimli ve ürünü bol bir yıl olarak geleceğini müjdeledi.
Bu, ona vahiy yoluyla bildirilmişti.[99]
50. Sâkî, krala
dönüp Hz. Yusufun rüya
hakkındaki tabirini ona arzedince, kral bunu beğendi
ve şöyle dedi: O adamı bana getirin de rüyanın tabirini ondan bizzat kendim
dinleyeyim ve onu göreyim. Kralın gönderdiği adam Yusuf (a.s.)'a gelince, Yusuf
(a.s.) adama: "Efendin krala dön, ve ona, "ellerini kesmiş olan kadınların
yüzünden haksızlığa uğradığımı biliyor mu?" dedi. Yusuf (a.s.) bu çirkin
suçlamadan uzak olduğu ortaya çıkıncaya ve bütün halk, onun suçsuz yere zindana
atıldığını bilinceye kadar zindandan çıkmayı kabul etmedi. Şüphesiz Yüce
Allah
gizli işleri ve kadınların bana kurdukları
tuzağı bilir. [100]
51. Kral
kadınları topladı, onlarla birlikte Aziz'in karısını da çağırdı. Yusuf'un
durumunu onlara sordu.ve şöyle dedi: Yusuf'u zinaya davet ettiğiniz zaman,
derdiniz ne idi?[101] Kadınlar dediler ki : Allah korusun! Yusuf,
bu kötülüğü istemiş değildir. Bu, Yusufun suçsuzluğunu
ve onun iffet ve namusluluğu karşısındaki hayreti ifade eder. Aziz'in karısı
dedi ki : Daha önce gizli iken, şimdi hak ortaya çıktı.
Onu bu işe teşvik eden ve kendime
çağıran benim. O,
hıyanetten uzaktır ve O, benden murat almak istedi" sözünde
doğrudur. Bu, Yusuf'un suçsuzluğunu halkın huzurunda açıkça bir itiraftır. [102]
52. Bunu, Aziz
yok iken, benim ona hainlik etmediğimi bilsin diye yaptım. Açık olan, bunun,
Hz. Yusufun sözü olmasıdır.
Kadınların, kendisinin suçsuzluğunu itiraf ettiklerini haber alınca bunu
söyledi. Yani, suçsuzluğum ortaya çıksın da Aziz, kendisinin olmadığı
bir
zamanda benim eşi hakkında hainlik
etmediğimi, bilakis ona karşı iffetli davrandığımı bilsin diye böyle davrandım
ve kralın adamını geri çevirdim Allah'ın, haini başarıya erdirmeyeceğini ve
hatasını düzeltmeyeceğini bilsin diye yaptım.
[103]
53. Benim
nefsimi temize çıkarmam ve onu noksanlıktan uzak tutmam. Çünkü insan nefsi,
şehevî arzulara çok meyillidir. Hz. Yusuf bunu tevazu
yoluyla söyledi. Zemahşerî şöyle der: Allah için
tevazu göstermek ve nefsini kırmak istedi ki kendi kendini temize çıkarıcı
olmasın ve halini beğenip gurura kapılmasın,[104]
Ancak Allah'ın rahmet edip koruduğu
kimseler hariç. Şüphesiz Rabbimin bağışlaması büyük, rahmeti geniştir. [105]
54. Kral dedi
ki: Yusufu bana getirin, onu, yakın ve özel
adamlarımın içine alayım. Kral, onun suçsuzluğunu, ilmini, iffetini ve
yüceliğini anladıktan sonra bunu söyledi, " Kralın adamları Yusufu getirdiler. Yusuf, Kral ile konuşup da, Kral onun
üstünlüğünü, akıllığım ve güzel konuşmasını görünce: "Bugün sen, bana yakın ve
rütbesi yüksek kimsesin. Her hususta güvenilir birisin" dedi. [106]
55. Yusuf krala
dedi ki: Beni yurdunun hazinelerinin başına getir. Ben, bana emanet edeceğin
şeyler hususunda güvenilir biriyim, tasarruf yollarını da bilirim. Yusuf (a.s.)
adalete, hakkı ve iyiliği uygulamaya düşkünlüğünden dolayı, kraldan bu yetkiyi
istedi. Bu, kendini temize çıkarma kabilinden değildir. Bu sadece, maliye
bakanlığına getirilmesi için, bu
sahadaki tecrübe ve dirayetini göstermek içindi. [107]
56. İşte
böylece Yusufu Mısır yurduna sağlam bir şekilde
yerleştirdik. Daha önce hapiste ve darlık içinde iken ona izzet ve kuvvet
verdik. Orada istediği yeri kendisine ev ediniyor, ülkede dilediği gibi
tasarruf ediyordu. Nimetlerimizi lütfumuzu
kullarımızdan dilediğimize tahsis ederiz, Güzel iş yapıp Rabbine itaat edenlerin
ecrini zayi etmeyiz, bilakis onu ona kat kat
veririz. [108]
57. Âhiret ecri ve sevabı, takva sahibi müminler için dünya
ecrinden daha hayırlıdır. Burada istenilecek en yüce şeyin âhiret sevabı olduğuna ve bu iyi amel işleyenler için
biriktirilen ecrin, dünyada peşin olarak alınan nimetlerden daha büyük ve daha
yüce olduğuna işaret vardır. [109]
58. Yusufun kardeşleri gelip huzuruna girdiler. Yusuf onların
kendi kardeşleri olduklarını anladı. Makamın heybeti, oradan uzun zaman geçmiş
olması ve yüz hatlarının değişmiş bulunması sebebiyle onlar Yusufu tanıyamadılar. İbn Abbas şöyle der: Yusuf'un kuyuya atılması ile kardeşlerinin
onun huzuruna girmesi arasında 22 senelik bir süre vardı. İşte bundan dolayı
kardeşlen onu tanıyamadı.[110]
Gelmelerinin sebebi şuydu: Bütün ülkeyi
saran kıtlık sebebiyle onların yurdunda da açlık felaketi baş göstermişti.
Yusuf'un stok ettiği gıda maddelerinden satın almak için Mısır'a geldiler.
Huzuruna girdiklerinde Yusuf onları tanımazlıktan gelerek onlara: Siz benim
ülkeme niçin geldiniz?" dedi. Dediler ki: yiyecek için geldik. Yusuf (a.s.) :
"Yoksa siz bizim aleyhimizde araştırma yapan casuslar mısınız?" dedi. Kardeşleri
Allah korusun!!... dediler. Yusuf (a.s.) Peki, siz nerelisiniz? diye sordu.
Kardeşleri: Ken'an ülkesindeniz. Babamız, Allah'ın
peygamberi Yakup'tur" diye cevap verdiler. Yusuf (a.s.) : Babanızın sizden başka
çocukları var mı? dedi. Onlar: "Evet" dediler. "Biz on iki kardeştik. Küçüğümüz
çöle gitti ve orada helak oldu. Babamız en çok onu severdi. Onun öz kardeşi
kaldı. Babamız ölenin üzüntüsünü onunla gidermek için onu yanında alıkoydu. Biz
onumuz geldik. Bunun üzerine Hz. Yusuf onların konuk
edilmelerini ve ağırlanmalarını emretti.[111]
59. Yusuf onlar
için yiyecek ve gıda maddelerini hazırlayıp, yolculuk sırasında ihtiyaçları
olacak şeyleri de verince Doğruluğunuzu kabul etmem için, bana kardeşiniz Bünyamin'i de getirin" dedi. Görmüyor musunuz? Ben ölçüyü
eksiksiz yapıyorum. Ben, en iyi misafir kabul eden ve onları en iyi ağırlayan
kimseyim. Yusuf kardeşlerini güzel bir şeklide misafir etti ve onlara ziyafet
verdi. [112]
60. Eğer
kardeşinizi bana getirmezseniz, artık bugünden sonra benden size yiyecek birşey yoktur. Bir daha ülkeme de yaklaşmayın. Yusuf (a.s.)
kardeşlerinin tekrar gelmeleri için önce teşvik etti, sonra da tehdit etti.
Ebu Hayyân şöyle der :
Görünen şu ki, Yusuf (a.s.) yaptıklarının tümünü Allah'tan gelen vahiy ile
yaptı. Aksi takdirde iyi davranış onun, hemen babasının yanına gitmesini ve onu
bulmasını gerektirir. Fakat Yüce Allah, Yakup (a.s.)'un imtihanını ve sevabım
tamamlamak ve bir de Hz. Yusufun ilk rüyasının gerçekleşmesini istedi.[113]
61. dediler ki
: Bünyamin'i babamızın elinden almak için çare anyacağız, ona hile yapacağız ve onu ondan alma yollarını
arayacağız. Biz bunun çaresini mutlaka bulacağız. [114]
62. Yusuf
(a.s.) tahıl ölçen hizmetçilerine dedi ki :
Onların yiyecek satın almak için verdikleri malı
çuvallarının içine koyunuz. Ailelerine
dönüp de çuvallarını açtıklarında onu görsünler. Umulur ki onu gördüklerinde
tekrar bize gelirler. Hz. Yusuf biliyordu ki, dinleri,
aldıkları bu malın parasını vermeye onları mecbur eder. Çünkü onlar haram
yemeyecek kadar tertemiz kimselerdi. Dolayısıyle Bu
durum, onların tekrar Yusuf (a.s.)'un yanına gelmeleri için en iyi bir sebep
olacaktı. [115]
63. Babalarına
döndüklerinde, eşyalarını açmadan, ona dediler ki: Kardeşimiz Bünyamin'i götürmediğimiz takdirde bundan sonra bize tahıl
verilmeyeceğine dâir tehdit edildik. Çünkü Mısır Kralı bizim casus olduğumuzu
sandı. Biz de ona durumumuzu anlattık. Bunun üzerine, doğru söylediğimizin
anlaşılması için kardeşimizi istedi. Onun için kardeşimiz Bünyamin'i bizimle birlikte gönder ki, ölçülüp bize
verilecek hububattan hak ettiğimizi alalım Biz gelebilecek herhangi bir
kötülükten onu mutlaka koruruz. [116]
64. Hz. Yakup, oğullarına dedi ki : Kardeşiniz Yusufu koruyacağınıza dair bana garanti verdiğiniz halde
verdiğiniz sözü tutmayıp ona yapacağınızı yaptıktan sonra artık Bün-yamin'e kötülük
yapmayacağınızdan nasıl emin olurum? Kardeşinize kurduğunuz tuzağı ona da
kuracağınızdan korkarım. Ben ne size, ne de sizin korumanıza güvenirim. Ben
sadece Allah'ın korumasına güvenirim. Allah'ın koruması sizin korumanızdan daha
iyidir, Allah, onun ana, babası ve kardeşlerinden daha merhametlidir. Umarım
ki, Bünyamini korumakla bana lütufta bulunur ve bana
iki musibeti birden vermez. [117]
65. Tahıllarını
koydukları çuvallannı açınca, onları almak için
verdikleri malı eşyalarının içinde buldular. Dediler ki : Ey babamız, daha ne
istiyoruz? Melik'ten, bundan daha büyük nasıl bir ikram isteriz!? İşte bu
aldığımız yiyecekler için verdiğimiz maldır. Biz farkına varmadan bize geri
verilmiş. Bu iyilikten daha büyük iyilik olur mu? Tahılı bize eksiksiz olarak
verdi. Karşılığını da geri verdi! Bununla babalarını, Bünyamin'i göndermeme fikrinden vazgeçirmek istiyorlardı.
Ailemize yiyecek ve gıda maddeleri getiririz. Kardeşimizi de tehlikelerden
koruruz. Yakup (a.s.)'u Bünyamin'i göndermeye daha
fazla teşvik etmek için, kardeşlerini koruyacaklarını tekrar söylediler. Onu
beraberimize aldığımız takdirde bir deve yükü daha fazla tahıl alırız. Rivayete
göre Hz. Yusuf, bir kişiye, bir deve yükü yiyecekten
fazla vermiyordu. Onlara 10 deve yükü vermiş, onbirinciyi ise, kardeşleri Bünyamin gelinceye kadar vermeyeceğini söylemişti. Bunu
vermek Melik için kolaydır. Çünkü o cömerttir.
[118]
66. Babalan
onlara dedi ki: Bana kesin bir söz vermedikçe ve bana geri getireceğinize dair
Allah adına yemin etmedikçe Bünyamin'i sizinle beraber
Mısır'a asla göndermeyeceğim. Ancak mağlup düşer de onu kurtaramazsamz ve buna herhangi bir, yolunuz veya çareniz
kalmazsa o başka.... Mücâhid şöyle der! Ancak hepiniz
Ölürseniz o başka o takdirde bu benim katımda bir mazeret olur. Oğulları yemin
edip ona kesin söz verince dedi ki : Allah buna şahitir ve bunu gözetmektedir. [119]
67. "Ey
oğullarım ! Mısır'a bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı
kapılardan girin" dedi. Tefsirciler şöyle der: Oğulları güzel ve görkemli
oldukları İçin, toplu halde girdikleri takdirde onlara nazar değmesinden korktu.
Nazar değmesi haktır.[120]
Kişiyi kabre, deveyi kazana sokar. Nitekim hadiste böyle buyrulmuştur. Ben tedbirimle, Allah'ın hakkınızdaki
hükmünden herhangi bir şeyi sizden savamam. Çünkü sakınmak kaderi engelleyemez.
Hüküm sadece bir olan Allah'a mahsustur. Hiç kimse ona ortak olamaz. Hiçbir şey
de onun takdirini engelleyemez. Sadece ona güvendim ve ona dayandım. İman ve
tevekkül sahibi olanlar sadece ona dayansın ve işlerini ona bıraksınlar. [121]
68. Babalarının
kendilerine emrettiği şekilde ayrı ayrı kapılardan
girdiler. Ayrı ayrı kapılardan girmeleri, Allah'ın
hükmünden herhangi bir şeyi onlardan savacak değildi. Ancak böyle girişleri,
Yakub'un oğullarına karşı şefkatinden dolayı onlara
göz değebileceği-ne dair korkusunu ortadan kaldırdı. Şüphesiz Yakup geniş bir
ilim sahibidir. Çünkü biz ona vahiy yoluyla ilim verdik. Bu, Yüce Allah
tarafından Yakub (a.s.) hakkında büyük bir övgüdür.
Çünkü O, peygamberlik nuru ile biliyordu ki, sakınmak kaderi savamaz. Fakat
insanların çoğu Allah'ın peygamberlerine ve temiz kullarına tahsis ettiği,
dünya ve âhirette faydalı olacak ilimleri bilmezler.[122]
Edebî Sanatlar
1. Ben yedi
sığır görüyorum" Burada şimdiki zaman kipi, geçmiş bir halin hikayesi için
kullanılmıştır.
2. Semizler"
ile Zayıflar" kelimeleri arasında tıbâk vardır. Aynı
şekilde " Yeşiller" ile " Kurular" kelimeleri arasında da tıbak vardır.
3. Karışık
rüyalar". Bu istiare türlerinin en beliğ ve en güzellerindendir. Çünkü demet
haline getirilmiş karışık ot" demektir. Burada karışık rüyalar, onların içinde
bulunan hoşa giden ve gitmeyen, iyi ve kötü şeyler, farklı birçok cinsten
toplanıp demet haline getirilmiş karışık otlara benzetilmiştir.
4. Yusuf, ey
doğru sözlü adam !" Bu, beraat~i istihlâl " dir. Aziz'in gönderdiği adam, sorusuna beklediği cevabı
almak için, sormadan önce Yusuf u övdü.
5. Kıtlık
yılları, daha önce onlar için hazırladığınız şeyleri yerler" Burada mecâz-ı aklî
vardır. Çünkü "seneler" yemez ancak insanlar, daha önce stok ettikleri şeyleri
yerler. Bu, yüklemin zamana isnadı nevindendir. Nitekim edebiyatçılar şöyle derler: Zahidin gündüzü oruçlu, gecesi namazhdır.[123]
6. Nefis,
mutlaka kötülüğü çokça emredicidir." Burada nefsin arzulara çokça sürükleyici ve
sapık yollara çokça çekici olduğunu anlatmak için emredici" yerine " çokça emredici " kelimesi
kullanıldı. Çünkü vezni aşırılık ifade eden kalıplandandır.
7. Onlar onu
tanımadıkları halde O, onları tanıdı." Burada tanıdı" ile tanımadı" kemlimeleiri arasında tıbâk
vardır.
8. Bir kapıdan
girmeyin. Ayrı ayrı kapılardan girin." Burada itnab vardır. İtnâb, çok iyice
yerleştirmektir. Bunda da, edebî sanatlardan "tıbâk-i
selb" denilen sanat vardır.[124]
Faydalı Bilgiler
Rasulullah
(s.a.v.) Yusuf (a.s.) 'u cömertliği, sabrı ve yumuşak huyluluğu hususunda övdü
ve şöyle buyurdu: Eğer ben, Yusuf un kaldığı zindanda kalsaydım, çıkarmak için
gelen adamın çağrısını hemen kabul ederdim.[125] İşte bu Yusuf (a.s.)'un iffetli ve
kötülüklerden uzak duruşu hususunda delil olarak yeter. [126]
Bir Nükte
Bazı âlimler dedi ki: Allah, Hz. Yusufa peygamberlik verinceye
kadar kadınlar ona şehvetle bakmaya devam ettiler. Allah ona peygamberlik
heybeti verdi de, onun bu heybeti, kendisini gören herkesi meşgul edip
güzelliğini görmesine engel oldu. [127]
69. Yusuf'un
yanına girdiklerinde öz kardeşini yanına aldı, "Şüphesiz ben, senin kardeşinim,
onların yaptıklarına üzülme"dedİ.
70. Yusuf
onların yükünü hazırladığı zaman kardeşinin yükü içine bir münâdî "Ey kafile
gerçekten siz hırsızlarsınız! diye seslendi.
71. Yusuf'un
kardeşleri onlara dönerek, "ne kaybettiniz? " dediler.
72. "Kralın su
kabını yitirdik, onu getirene bir deve yükü var. Ben de buna kefilim"
dedi.
73. "Allah'a
andolsun ki, bizim bu yerde fesat çıkarmak için
gelmediğimizi siz de biliyorsunuz. Biz hırsız da değiliz." dediler.
74. Yusuf'un
adamları dediler ki: "Peki siz yalancıysanız onun cezası nedir.?
75. " Onun
cezası, kayıb eşya yükünde bulunan
kimsenin kendisidir. İşte ona el koymak
onun cezasıdır. Biz zâlimleri böyle cezalandırırız" dediler.
76. Bunu
üzerine Yusuf kardeşinin
yükünden önce onların yüklerini aramaya başladı. Sonra da onu, kardeşinin
yükünden çıkarttı. İşte biz Yusuf'a böyle bir tedbir öğrettik, yoksa Kralın
kanununa göre kardeşini tutamayacaktı. Ancak Allah'ın dilemesi hariç. Biz kimi
dilersek onu derecelerle yükseltiriz. Zira her ilim sahibinin üstünde daha iyi
bilen birisi vardır.
77.
Kardeşleri dediler ki: "Eğer o
çaldıysa, daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı" Yusuf bunu içinde sakladı,
onlara açmadı, dedi ki: Siz daha kötü durumdasınız! Allah, sizin anlatmakta
olduğunuzun mahiyetini çok iyi biliyor.
78. Dediler ki:
"Ey Aziz! Gerçekten onun çok yaşlı bir babası var. Onun yerine bizim birimizi
alıkoy. Şüphesiz biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz."
79. "Eşyamızı
yanında bulduğumuz kimseden başkasını yakalamaktan Allah'a sığınırız, çünkü o
taktirde biz gerçekten zâlimler oluruz" dedi.
80. Ondan
ümitlerini kesince gizli görüşmek üzere ayrılıp çekildiler. Büyükleri dedi ki:
"Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha öncede Yusuf hakkında
işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Ben, babam bana izin verinceye veya benim
için Allah hükme-dinceye kadar bu yerden asla
ayrılmayacağım. O hükmedenlerin en hayırlısıdir.
81. Siz
babanıza dönün ve deyin ki: Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti. Biz,
bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın
bekçileri değiliz.
82.
İçinde bulunduğumuz
şehire ve
aralarında geldiğimiz kafileye de sor. Biz gerçekten doğru
söylüyoruz.
83. Babaları
dedi ki: "Hayır, nefisleriniz sizi bir işe sürükledi. Güzel bir şekilde
sabretmek gerekiyor. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O çok
iyi bilendir, hikmet sahibidir."
84. Onlardan
yüzçevirdi de gamını yutarak: "Ey Yusuf'un üzerindeki
gamım!" dedi. Ve üzüntüden iki gözü ağardı.
85. Oğulları,
"Allah'a andolsun ki sen hâlâ Yusuf'u anıyorsun.
Sonunda ya hasta olacaksın, ya da helak olacaksın!" dediler.
86. Ya'kûb, "Ben sâdece gam ve kederimi Allah'a arzediyoruin. Ve ben sizin bilenıiyeceğiniz şeyleri Allah tarafından biliyorum."
dedi.
87. Ey
oğullarım! Gidin de Yusuf'u ve kardeşini iyice
araştırın, Allanın rahmetinden
ümit kesmeyin. Çünkü Kâfirler
topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez.
88. Yusuf'un
yanına girdiklerinde dediler ki: "Ey Aziz! Bizi ve ailemizi kıtlık bastı ve biz,
değersiz bir sermaye ile geldik. Bize ölçeği tam ver, ayrıca bize biraz da
yardım et, çünkü Allah yardım edenleri mükâfa-atlandırır.
89. Yusuf dedi
ki: "Siz, cahilliğiniz yüzünden Yusuf ve kardeşine yaptıklarınızı biliyor
musunuz?"
90. "Yoksa sen,
gerçekten Yusuf musun?" dediler. O da ben Yusuf'um, bu da kardeşim. Allah bize
lütfetti. Çünkü kim Allahtan korkar ve sabrederse,
şüphesiz Allah, güzel davrananların mükâfaatını zayi
etmez."
91. Kardeşleri
dediler ki: "Allah'a andolsun, hakikaten Allah seni
bize' üstün kılmış. Hakikat şu ki, biz gerçekten hatalı
kimselermişiz.
92. Yusuf dedi
ki: "Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en
merhametlisidir.
93. "Şu benim
gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun. Gözleri görecek duruma gelir. Ve
bütün ailenizi bana getirin.
Ayetlerin Öncekilerle Münasebetleri
Bu âyetler Hz. Yusuf un kardeşlerinin Mısır'a ikinci defa
gelişlerinden bahseder. Bu gelişlerinde, yanlarında Yusuf un öz kardeşi Bünyamin de vardır. Aynı zamanda, tas, Bünyamin'e verilen yükün içinden çıktığında onun durumu ve
ona yapılan işlemden ve Hz. Yusuf (a.s.)'un şeriatının
hükmüyle Bünyamin'i yanında alıkoymasından bahseder.
Daha sonra da, Yakub (a.s.)'un, iki çocuğunu yitirmesi
ve bundan duyduğu üzüntü sonunda gözlerini kaybederek imtihanının
tamamlanmasından bahseder. [128]
Kelimelerin İzahı
Üzülürsün.
Iyr,
üzerlerinde yük bulunan develer. Daha sonra bu kullanış yay-gınlaşarak her kafileye îyr
denildi.
Suva', tahıl
ve benzeri şeylerin ölçüldüğü ölçek, tas. Müzekkeri ve müennesi aynıdır. Zeîm, kefil demektir. Güzel ve kolay gösterdi.
İçi üzüntü olup gizleyen ve
kimseye açmayan kişi. Arap dilinde nakıs fiil olan nin
benzerlerinden olup1 hâlâ devam ediyorsun" manasınadır.
Harad, ölüme
götüren bir hastalık. Şair şöyle der:
Gece üzüldüm. Bu üzüntü beni hasta
etti. Geçmişte de hastalığımı artırmıştı. Bundan önce, sevgi de ağır hastalığa
sebep olan şeylerdendir. Harad, aslında, vücutta veya
akılda meydana gelen bozukluk manasınadır.
Bessi,
üzüntüm. Bess, derin üzüntü ve keder
manasınadır.
Araştırın. Tehassus, duyu organları ile araştırmak, işin aslını
öğreninceye kadar iyice araştırmak. Bir görüşe göre tehassus, hayırda ve serde kullanılır.
Kınama yok. Tesrîb, kınamak demektir.
[129]
Âyetlerin Tefsiri
69. Yakub'un oğulları Yusuf un huzuruna girdiklerinde, Yusuf,
kardeşi Bünyamin'i kucakladı. Ben senin kardeşin,
Yusufum, dedi: Yusuf böyle söyledi ve durumu
gizlemesini istedi: Geçmişte bunların bize yaptıklarına üzülme. Allah bize
lütfedip hayırlısıyla bizi bir araya getirdi. Tefsirciler şöyle der: Kardeşleri
Yusuf un huzuruna girdiklerinde Yusuf onlara ikram ve ihsanda bulundu, güzel bir
şekilde ağırladı. Sonra ikişer ikişer ayrı odalarda
yatırdı. Bünyamin tek kaldı. Yusuf: "Bunun arkadaşı
yok. Bu, benimle beraber kalsın" dedi. Gece, Yusuf onu kucaklıyor ve boynuna
sarılıyordu. Bünyamin'e şöyle dedi: Ben senin kardeşin
Yusufum. Onların yaptıklarına üzülme. Sonra bir hile
ile Bünyamin'i yanında bırakacağını kendisine bildirdi
ve bu olayı gizli tutmasını ona emretti. [130]
70.
İhtiyaçlarını temin edip yiyecek ve gıda maddelerini develerine yükleyince,
Hz. Yusuf tasm, kardeşi
Bünyamin'in eşyası içine konulmasını emretti. Bu,
mücevherlerle süslenmiş altın bir tas idi. Sonra bir tellâl seslendi Ey deve
sahipleri! Ey yolcu kafilesi! dedi. Siz, hırsız bir toplumsunuz. Burada Yusuf
(a.s.) kardeşini yanında alıkoyma gibi faydalı bir işten dolayı onlara hırsızlık
suçunu isnat etmeyi mubah saydı. [131]
71. Tesfirciler şöyle der: Tellallar onlara ulaşınca, "Biz size
İkram etmedik mi? Sizi güzelce ağırlamadık mı? Size eksiksiz bir şekilde tahılı
Ölçüp vermedik mi? Başkalarına yapmadığımız iyiliği size yapmadık mı? dediler.
Yakub (a.s.)'un oğulları: "Evet bunları yaptınız. Bir
şey mi var?" dediler. Tellallar: Kralın su kabını yitirdik, sizden başkasından
da şüphelenmiyoruz. İşte Yüce Allah'ın, âyetinin tefsiri budur. Yani onlara
döndüler ve: Neyi yitirdiniz, neyiniz kayboldu." diye sordular. Ne çaldık?
yerine Neyi yitirdiniz? demeleri, edep kurallarına dikkat çekmedir ve suçsuz kimseleri
hırsızlık itham ederek düşünüp taşınmadan konuşmamak hususunda peşlerinden
gidenler için bir uyarıdır. Dolayısıyla onlar da bunlara karşı edepli davranmaya
mecbur kaldılar ve[132]
72. Kralın,
mücevherlerle süslenmiş ölçeğini yitirdik. Ölçeği getirip bize verene mükâfaat olarak bir deve yükü yiyecek vereceğiz, Ben de buna
kefilim. Garanti veriyorum. [133]
73. Bu, yemin
cümlesi olup hayret manası taşımaktadır. Yani onlar hayretle dediler ki: Ey
topluluk! Vallahi biliyorsunuz ki, biz sizin yurdunuzda fesat çıkarmak için
gelmedik. Biz asla, hırsızlık sıfatını alanlardan değiliz. Çünkü biz Peygamber
çocuklarıyız. Biz böyle çirkin işleri yapmayız. Beyzâvî şöyle der: Ya'kûb
(a.s.)'un oğulları, suçsuz olduklarına dair Mısırlıların hakkındaki bilgilerini
şahit tuttular. Çünkü Msırlılar onların çok güvenilir
kimseler olduklarını biliyorlardı. Mesela, yüklerine konan malı getirmişler ve
herhangi bir kimsenin ekinini veya yiyeceğini yemesinler diye hayvanların
ağızlarını bağlamışlardı.[134]
74. Tellalar dediler ki : Eğer siz, suçsuzluk iddianızda yalancı
çıkarsanız, sizin şeriatınızda hırsızın suçu nedir?[135]
75. Dediler ki:
Eşyası içinde tas bulunan hırsızın cezası, kimin malını çalmışsa, onun kölesi
olmasıdır. Hırsızlık ve benzeri suçlarla Allah'ın kanunlarını çiğneyen
kimseleri biz böyle cezalandırırız. Onların bu sözü Ya'kûb (a.s.)'un şeriatının hükmüdür. İslam Şeriatında
hırsızın ellerinin kesilmesi emriyle bu hüküm kaldırılmıştır. [136]
76. Hz. Yusuf, kardeşi Bünyamin'in
yükünden önce diğer kardeşlerinin yükünü aramaya başladı. Tefsirciler şöyle der:
Yusuf (a.s.)'un bu davranışı, önceden kurduğu hileyi tamamlayıcı ve ithamı
ortadan kaldırıcı mahiyettedir. Çünkü, Yusuf un kardeşleri suçsuz olduklarım
iddia edince tellallar onlara, "Yüklerinizi tek tek
aramamız gerekiyor" dediler. Bunun üzerine onları Yusuf’ a götürdüler. Yusuf,
Bünyamin'in yükünden önce diğer kardeşlerinin yükünü
aramaya başladı. Katâde şöyle der: Bize anlatıldığına
göre Hz. Yusuf, her bir yük ve eşyayı açtıkça, onlara
attığı iftiradan dolayı, Allah'tan affını istiyordu. Nihayet, en küçük kardeşi
Bünyamin kaldı. Yusuf (a.s.) dedi ki: Ben bunun bir
şey aldığını sanmıyorum. Kardeşleri: Vallahi, onun yüküne de bakmadan seni
bırakmayız" dediler. Çünkü bu, senin için de bizim için de daha iyidir. Bünyamin'in eşyasını açınca, tası onun içinde buldular. İşte
âyeti bunu anlatır. Yani : Yusuf, tası kardeşi Bünyamin'in eşyası içinden çıkardı. Tası oradan çıkarınca
kardeşleri utançlarından başlarını Önlerine eğdiler ve Bünyamin'i kınadılar. Ona "Ey Rahil'in oğlu! Bizi rezil ettin, yüzümüzü kara ettin"
dediler. İşte böylece, kardeşini yanında tutması için Yusuf'a bu hiyleyi ilham ettik ve onun için bunları yaptık. Mısır
kralının kanununa göre, Yusufun kardeşini alıkoyma
hakkı yoktu. Çünkü krala göre hırsızın cezası, dövülmek ve çaldığının iki katını
ödetmekti. Ancak Allah'ın dilemesi ve izni hariç. Bu âyet gösteriyor ki, bu
hile, Allah'ın Yusuf (a.s.)'a ilhamı ve öğretmesiyle olmuştur. Yusufu yücelttiğimiz gibi, ilim sayesinde, kullarımızdan
dilediğimizin makamlarını yükseltiriz. Herşeyi bilen
alemlerin Rabbine varıncaya kadar, her âlimin üstünde, ondan daha iyi bilen
birisi vardır. Hasan-ı Basrî şöyle der: İlim Allah'a
varıncaya kadar, her alimden daha üstün bir alim vardır. İbn Abbas şöyle der: Allah her
alimden üstün, her şeyi bilen ve herşeyden haberdar
olandır.[137]
77. Ya'kûb (a.s.)'un oğulları Hz.
Yusufu kastederek dediler ki : Bünyamin hırsızlık ettiyse, bundan önce de bunun öz kardeşi
hırsızlık etmişti. Hırsızlıktan uzak durmaya çalıştılar ve onu Yusuf ve
kardeşinin üzerine attılar. Yusuf, kardeşlerine merhametinden dolayı, onların
bu sözünü sineye çekti ve durumu açıklamadı.! Yusuf, kendi kendine: "sizin
yaptığınız daha kötüdür. Çünkü siz kardeşinizi babanızdan çaldınız, sonra da
suçsuz kimseye iftira etmeye başladınız. Bu sözü onların yüzüne değil, içinden
söyledi. Sizin attığınız iftirayı Allah çok iyi bilir.[138]
78. Bu bir
merhamet ve şefkat dilemedir. Yani, yalvararak dediler ki: Ey yüce efendi !
Bünyamin'in babası yaşlı bir ihtiyardır. Onun
ayrılığına dayanamaz. Onun yerine bizim birimizi al. Babamız bizi onun gibi
sevmez ve bize acımaz.
Biz seni iyilik edenlerden
görüyoruz. Bize yaptığın iyiliği tamamla. Bizi lütfa
ve iyiliğe alıştırdın. [139]
79. Birinin
suçu yüzünden diğerini yakalamaktan Allah'a sığınırız. Eğer bunu yaparsak, biz
zalimler oluruz. Âlûsî şöyle der: "Çalan yerine"
eşyamızı yanında bulduğumuz kimse" denilmesi, hakikati ortaya çıkarmak ve
yalandan sakınmak içindir.[140]
80. Onlar kesin
bir şekilde isteklerine cevap almaktan ümit kesince ve rica etmenin bir faydası
olmadığını anlayınca, halktan ayrılıp birbirleriyle gizlice konuşmaya ve
istişareye başladılar. En yaşlıları olan Rubil dedi
ki: Kardeşinizi geri götüreceğinize dair babanıza sağlam bir söz vermemiş
miydiniz? Bundan önce, Yusuf'a yaptıklarınızı hatırlamıyor musunuz? Şimdi
babanıza nasıl döneceksiniz, Babam bana buradan çıkma izni vermedikçe Mısır
ülkesinden ayrılmayacağım, veya kardeşimin kurtulmasıyle Allah benim lehimde hükmedinceye kadar buradan
ayrılmayacağım. O, hâkimlerin en âdilidir. Çünkü o, sadece hak ve adaletle
hükmeder. [141]
81. Babanıza
dönünüz ve olup bitenlerin aslını ona bildiriniz, ona, "Oğlun Bünyamin hırsızlık etti" deyiniz Biz sadece, kesin olarak
bildiğimiz şeye şahidiz. Biz, tası onun eşyası içinde gördük. Biz sana söz
verdiğimiz zaman, onun hırsızlık yapacağını bilmiyorduk. [142]
82. Olup
bitenlerin aslını Mısır halkına sor. Beyzâvî şöyle
der: Yani Mısırlılara bir adam gönder, ve meseleyi onlara sor.[143]
Beraber geldiğimiz kafileye de sor. Bu
kafile, Ken'an topluluğundan olup bu yolculukta Yakup
(a.s.)'un oğullan ile beraber idiler, Biz onun hakkında size doğru haberler
veriyoruz. [144]
83. Yakub (a.s.) dedi ki : Nefsiniz size bu büyük işi ve tuzağı
güzel ve kolay gösterdi de, onu uyguladınız. Daha önce Hz. Yusuf'a yaptıklarını bildiği için, onları Bünyamin'e tuzak kurmakla suçladı. Sevabımı Allah'tan
bekleyerek sabretmekten başka bir çare bulamıyorum. Allah'ın bizi bir araya
getireceğini ve onların hepsini görmek suretiyle, gözümü aydın kılacağını
umuyorum. Şüphesiz o, benim halimi bilir, tedbirinde ve tasarrufunda hikmet
sahibidir. [145]
84. Yakub (a.s.), oğullarından işittiği sözlerden hoşlanmadığı
için onlardan yüzçevirdi, Ey, benim, Yusuf'a olan
hasret ve üzüntüm! İki çocuğuna çok üzüldüğü için, aşın derecede ağlamasından
gözleri görmez oldu.[146]
Kalbi üzüntü ve öfke doluydu. Fakat bunu
nefsinde gizliyordu. O, bu şiddetli musibetten dolayı gam ve kederle dolmuştu.
Ebussuûd şöyle der: Musibet, Yusuf'un iki kardeşinin
yani Bünyamin ile Yâhuza'nın
basma gelmiş olmasına rağmen, Yusufa üzülmesinin
sebebi şudur: Yusuf'un hatırası onun bütün kalbini sarmıştı. Onu unutamiyordu. Bir de Bünyamin ile
büyük kardeşlerinin hayatta olduklarına inanıyor ve döneceklerini umuyordu.
Yusufa gelince, onun hakkında, Allah'ın lütuf ve
merhametinden başka ona ümit verecek bir şey yoktu.[147]
Râzi şöyle
der: Yeni üzüntü, kalpte saklı olan eski üzüntüyü artırır. Üzüntü, başka üzüntü
doğurur ve kederleri artırır. Şâir şöyle der:
Ona dedim ki, üzüntü üzüntüyü
doğurur. Beni bırak. İşte bunun hepsi Malik'in kabridir.[148]
85. Dediler ki,
Allah'a andolsun ki sen hâlâ Yu-sufu anıyor ve onun için
sızlanıyorsun. Sonunda seni ölüme götürecek bir hastalığa yakalancaksın veya üzümü ve hasretten helak olup
gideceksin. [149]
86. Yakub (a.s.) onlara dedi ki: Ben keder ve üzüntümü size
şikâyet etmiyorum. Sadece Allah'a şikâyet ediyorum. Ancak ona yapılan şikâyetin
faydası olur. Ben, Allah'ın rahmet ve ihsanı sayesinde, sizin bilmediklerinizi
bilirim. Allah'ın bana merhamet ve lütfedeceğini, beklemediğim bir taraftan
bana sevinç vereceğini umuyorum. [150]
87. Ey
oğullarım! Geldiğiniz yere gidin. Yusufu arayın.
Duyularınızla o ve kardeşi hakkında bilgi edinmeye çalışın. Allah'ın rahmetinden
ve rahata kavuşturmasından ümid kesmeyin. Şüphesiz
Allah'ın rahmetinden, onun kudretini inkar edenlerden başkası ümit kesmez. [151]
88. sözün bir
kısmı haz-fedilmiştir. Yani Mısır'a gitmek üzere yola
çıktılar. Yusuf un huzuruna girdiler. Dediler ki: Ey Aziz! Bize ve halkımıza,
şiddetli kurak ve kıtlıktan dolayı sıkıntılar geldi. Biz tüccarların istemeyerek
ve
küçük görerek atacakları az bir
sermaye getirdik. İbn Abbas
şöyle der: Araları yiyecek maddelerinin karşılığı olarak kabul edilmeyecek
derecede değersiz idi.[152]
Merhamet ve şefkat dileğiyle Yusufa karşı boyunlarını
büktüler. Dediler ki: Bizim için ölçüyü tamamla. Paramızın değersizliğinden
dolayı bize eksik verme. Kardeşimizi geri vererek bize ihsanda bulun[153]
veya paramızın değersizliğini hoş
karşıla. Allah, iyilik edenleri en güzel şekilde mükâfaatlandırır... Durum onları bu noktaya, yani yalvarma,
sıkılma ve boyun bükme noktasına getirince, Yusuf, merhamete geldi ve gizlediği
şeyi onlara açıkladı. [154]
89. Dedi ki:
Genç ve kuvvetli olduğunuz dönemde, Yusufa ve
kardeşine ne yaptığınızı hatırlıyor musunuz? Bundan maksat, olayın büyüklüğünü
ifade etmektir. Sanki o şöyle diyordu: Yusuf hakkında işledikleriniz ve ona
yaptıklarınız ne kadar çirkin işlerdi. Ebussuûd şöyle
der: Hz. Yusuf, bunu onlara nasihat ve tevbeye teşvik olsun diye, bir de acıdığından dolayı
söyledi.[155]
90. Kardeşleri
hayret ve şaşkınlık içinde dediler ki: Gerçekten sen Yusuf musun? Yusuf dedi ki:
Evet, ben Yusuf’um. Bu da benim öz kardeşim. Allah, belalardan kurtulma,
ayrılıktan sonra bir araya gelme ve zelil düştükten sonra izzete kavuşmayı bize
nasip etti. Şüphesiz kim Allah'tan korkar, onun hakkını gözetir ve belâ ve
imtihanlara sabrederse, Allah güzel iş yapanların sevaplarını iptal etmez,
onların iyiliklerini zayi etmez, aksine onlara işlerinin karşılığını eksiksiz
olarak öder. Beyzâvî şöyle der: Bu cümlede zamir
yerine açık isim getirilerek denilmesi,
güzel iş yapanların takva ve sabrı birleştirenler olduğuna dikkat çekmek
içindir.[156]
91. Bu, hatayı
ikrar ve günahı itraftır. Yani: Allah takva, sabır,
ilim ve yumuşak huyluluk ile seni bize üstün kıldı. Halbuki biz, sana
yaptıklarımızdan dolayı günahkârız. Bu sebeple Allah seni aziz ve bizi ise
zelil kıldı. Seni yüceltti, bizi hor ve hakir kıldı. [157]
92. Hz. Yusuf onlara dedi ki: Bugün sizi kınama yok, size bir
ceza da yok. Bilakis yaptıklarınızı bağışlıyorum. Allah sizi affetsin. Bu,
onların yaptıklarının bağışlanması için bir dua ve Hz.
Yusuf tarafından fazla bir lütuftur. O Yüce Allah, tevbe edenlere, bağışlama ve merhametiyle ihsanda bulunan,
kullarına herkesten çok merhamet edendir. [158]
93. Benim bu
gömleğimi götürün ve onu babamın yüzüne koyun. Taberî
şöyle der: Anlatıldığına göre Yusuf (a.s.) kendini kardeşlerine tanıtınca onlara
babasını sordu. Dediler ki: "Üzüntüden gözleri görmez oldu." O zaman Yusuf
(a.s.) onlara gömleğini verdi.[159]
Yusuf (a.s.) hayatta olduğunu babasına
müjdelemek ve bununla babasını sevindirmek istedi. Gömleği yüzüne korsanız,
tekrar görecek duruma gelir. Ya'kub soyundan olan
bütün aile efradını ve çoluk çocuğu bana getirin. [160]
Edebi Sanatlar
1. Yiyecek ve
gıda maddelerini develere yükleyince..." Burada iştikak cinası vardır. Aynı
şekilde, Bir tellal bağırdı" kelimeleri arasında da iştikak cinası
vardır.
2. Onu
gizledi." ile " Onu açıklamadı, lafızları arasında tıbak
vardır.
3. İhtiyar,
yaşlı" Burada Yusufun merhametini celbetmek için itnab
yapılmıştır.
4. Köye sor."
Burada mecâz-ı mürsel vardır. Alakası, mahalliyettir. Yani, "köy halkına sor"
demektir.
5. Ey,Yusuf a
karşı olan kederim!." Burada da lafızları arasında iştikak cinası
vardır.
6. Allah'a
andolsun ki, sen hâlâ.." Burada hazıf yoluyla îcâz vardır.
takdirindedir.
7. "Allalı'ın rahmetinden ümit kesmeyin." Burada istiare vardır.
Rüzgarın hoş bir koku ile hafif hafif esmesi manasına
gelen revh, sıkıntıdan sonra gelen ferahlık ve
darlıktan sonra gelen rahatlık manasına istiare olarak kullanılmıştır. [161]
Bir Nükte
Kâdî İyaz, "Şifa" adlı kitabında şöyle anlatır: Bir bedevî, bir
adamın "Lf Ij.rtU. 4ju 1^-LıJ UU Ondan
ümitlerini kesince bir kenara çekilip aralarında gizli gizli konuşmaya başladılar." âyetini okuduğunu işitince
şöyle dedi: Ben şehâdet ederim ki, hiçbir mahlûk böyle
söz söyleyemez.[162]
Çünkü bu âyet onların bütün insanlardan
nasıl ayrılıp tek başlarına kaldıklarını, görüş alışverişinde bulunduklarını,
babalarına döndüklerinde ona nasıl yalan söyleyeceklerini ve olayı ona nasıl
anlatacaklarını açıklamaktadır. İşte böylece bu kısa âyet, uzun bir kıssanın
manalarını kapsamaktadır. [163]
94. Kafile
ayrılınca, babaları, "Eğer bana bunak demezseniz inanın ben Yusuf'un kokusunu
alıyorum!" dedi.
95. (Onlar da)
"Vallahi sen hâlâ eski şaşkınlığındasın" dediler.
96. Müjdeci
gelince, gömleği Yakub'un yüzüne koydu ve gözleri
görecek duruma geldi, o zaman şöyle dedi: "Ben size, Allah tarafından sizin
bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim, demedim mi!"
97. Oğulları
dediler ki: "Ey babamız! Allah'tan bizim günahlarımızın affını dile! Çünkü biz
gerçekten günahkârlar idik."
98. Yakub "Sizin için Rabbimden af dileyeceğim. Çünkü o
bağışlayan, pek merhamet edendir." dedi.
99. Yusuf'un
yanma girdikleri zaman, ana-babasi-nı kucakladı, "Emin olarak Allah'ın iradesiyle Mısır'a
girin!" dedi.
100. Ana
ve babasını tahtının üstüne çıkartıp
oturttu ve hepsi onun için secdeye kapandılar. Yusuf dedi ki: "Ey babacığım!
İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın tabiridir. Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan
benimle kardeşimin arasını bozduktan sonra beni zindandan çıkarmak ve sizi
çölden getirmek suretiyle Rabbim bana ihsanda bulundu. Şüphesiz ki Rabbim
dilediğine lütfedicidir. Çünkü O çok iyi
bilendir, hikmet sahibidir."
101. "Ey
Rabbim! Mülkten bana verdin ve bana olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri
ve yeri yaratan! Sen dünyada da âhirette de benim
sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat!"
102. İşte bu
gayb haberlerindendir. Onu sana biz vahyediyoruz. Çünkü onlar hile yaparak işlerine karar
verdikleri zaman, sen onların yanında değildin.
103. Sen çok
arzulu olsan da, insanların çoğu iman edecek değillerdir.
104. Halbuki sen buna karşı onlardan bir ücret
istemiyorsun. Kur'an âlemler için ancak bir
öğüttür.
105. Göklerde
ve yerde nice deliller vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip
geçerler.
106. Onların
çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler.
107. Allah
tarafından herkesi kapsayacak bir musibetin gelmeyeceğinden veya farkında
olmadan kıyametin ansızın kopmayacağından emin mi
oldular?
108. De ki:
"İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık
bir yol üzerindeyiz. Allah'ı tenzih ederim! Ve ben de ortak koşanlardan
değilim."
109. Senden
önce de şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz
erkeklerden başkasını peygamber göndermedik. Yeryüzünde hiç gezmediler mi ki
kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler! Sakınanlar için ahiret yurdu elbette daha iyidir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor
musunuz?
110. Nihayet
tam peygamberler (kavimlerinin inanmalarından) ümitlerini yitirip de
kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir
ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. Suçlular topluluğundan azabımız asla
geri çevrilmez.
111. Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için büyük bir
ibret vardır. Bu Kur'an uydurulmuş bir söz değildir.
Ancak kendinden öncekilerin tasdiki, her şeyin açıklanması, iman eden bir toplum
için rahmet ve bir hidayettir.
Ayetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Bu âyetler Ya'kub (a.s)'un bütün ailesinin Mısır'a gelişinden, Hz. Yusuf saltanat ve hükümranlığın izzet ve azameti içinde
iken huzuruna girmelerinden, babası ve annesi ile onbir kardeşinin onun huzurunda eğilmesi ile rüyasının
gerçekleşmesinden, ayrılıktan sonra bir araya gelmelerinden, daha Önceki
soğukluğun giderek sevgiye dönüşmesinden bahseder. Sonra bu mübarek sûre,
gözleri, kainatta Allah'ın birlik ve kudretini gösteren enteresan olaylara ve
Kur'an'daki kıssalarda bulunan İbret ve öğütlere
yönelterek son bulur. Andolsun onların kıssalarında,
akıl sahipleri için ibret vardır. [164]
Kelimelerin İzahı
Bana bunak diyorsunuz. Asmaî şöyle der: Kişi, bunaklığından dolayı çok konuştuğunda
ona denir. Zemahşerî şöyle der: bir kimseye bunak
demektir. Fened, ihtiyarlıktan dolayı kişinin bunaması
ve aklının gitmesi demektir. Bunamış erkeğe, denilir, fakat bunamış kadına
denilmez. Çünkü kadın, gençliğinde görüş sahibi değildi ki, ihtiyarlayınca
bunamış olsun.[165]
Dalâlike,
doğru olan şeyden uzaklaşman.
Bedvü, çöl
demektir.
Bozdu. Sürücü, hayvanı hızlı
yürütmek için dürttüğünde denir. Bu kelime burdan
alınmıştır.
Fâtır,
yoktan icad eden. Yarmak manasına gelen fiilinden
türemiş olup daha sonra yaratmak ve icat etmek manasında
kullanılmıştır.
Gâşiye,
onları örtecek bir azap. Bağteten, "ansızın" demektir.
Be'sünâ, azabımız. İbret, öğüt ve nasihat demektir.[166]
Ayetlerin Tefsiri
94. Kafile,
Mısır'dan Şam bölgesine doğru yola çıkınca, Ya'kub
(a.s) yanında bulunan yakınlarına dedi ki: "Ben Yusuf un kokusunu alıyorum."
İbn Abbas şöyle der: Bir
rüzgâr esip Yu-sufun
gömleğinin kokusunu Yakub (a.s)'a götürdü. Halbuki
aralarında sekiz günlük mesafe vardı.[167]
Eğer bana beyinsiz ve bunak demezseniz,
size Yusuf'un hayatta olduğunu söyleyebilirim. Cevabı mahzuftur. Takdiri, şeklindedir. [168]
95. Torunları
ve yanında bulunanlar dediler ki:
Vallahi sen Yusuf'u
aşırı derecede sevdiğin,
ona çok düşkünlük gösterdiğin ve onu göreceğini
umduğun için eski hatanda ve doğru yoldan uzaklığında devam ediyorsun.
Tefsirciler şöyle der:
Onlar Yusuf'un öldüğüne
inandıkları için böyle söylediler. [169]
96. Müjdeci,
sevinçli haberi getirince.. Mücâhid der ki: Müjdeci,
daha önce Yusufun kanlı gömleğini getiren kardeşi
Yahuza idi."Babamı daha önce üzdüğüm gibi, şimdi de
sevindireyim" dedi.[170]
Müjdeci gömleği Ya'kub (a.s)'un yüzüne koydu. Ya'kub, meydana gelen sevinç ve mutluluktan dolayı tekrar
görmeye başladı. Ya'kub oğullarına dedi ki: "Ben,
Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyi, yani Yusuf'un hayatta olduğunu ve
rüyanın gerçekleşmesi için Allah'ın onu bana tekrar vereceğini size söylememiş
miydim? Tefsirciler şöyle der: Ya'kub (a.s) oğullarına
şu sözünü hatırlattı: Ben sadece gam ve kederemi
Allah'a arzediyorum. Ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri
Allah tarafından biliyorum."[171]
Rivayete göre, Yakub (a.s) müjdeciye "Yusuf nasıl?"
diye sordu. O da: "Yusuf Mısır'ın hükümdarıdır" dedi. Ya'kub (a.s): Ben hükümdarlığı ne yapayım? Sen gelirken o
hangi din üzerinde idi?" dedi. Müjdeci: "İslam dini üzerinde idi" dedi. Ya'kub (a.s): "İşte şimdi nimet tamamlandı" dedi.[172]
97. Dediler ki:
Ey babamız! Bizim günahlarımızın affını dile. Oğullan, işledikleri kusurdan
dolayı, babalarının kendileri için af dilemesini istediler. Hatalarını itiraf
ederek şöyle dediler: Biz, Yusuf a yaptıklarımızda hatalıyız.[173]
98. Yakub (a.s) dedi ki: Sizin için Rabbimdan af dileyeceğim." Ya'kub
(a.s) böyle diyerek onlara af dileyeceğine dair söz verdi. Tefsirciler şöyle
der: Kabule daha şayan olsun diye, af dilemeyi seher vaktine erteledi. Bir
görüşe göre de: Duaların kabul olduğu saati arayıp bulmak için, af dilemeyi Cuma
gününe erteledi.[174]
Şüphesiz Allah günahları bağışlayan ve
kullara merhamet edendir. [175]
99. Yakub, oğulları ve bunların aile efradı Yusuf un huzuruna
girince, Yusuf anne ve babasını kucaklayarak boyunlarına sarıldı. Her türlü
kötülükten emin olarak Mısır ülkesine girin" dedi. Hayır ve bereket dilemek
maksadıyla "inşallah" dedi. [176]
100. Anne ve
babasını, hükümdar tahtında yanına oturttu. Annesi, babası ve kardeşleri,
huzuruna girdiklerinde ona secde ettiler. Tefsirciler şöyle der: Onlara göre bu
secde, ibadet değil, sadece selamlama ve hürmetten ibarettir. Yusuf (a.s) dedi
ki: Ey babacığım! İşte bu, küçüklüğümde gördüğüm rüyanın yorumudur. Rabbim onu
doğru kıldı. Çünkü rüyada gördüğüm gibi çıktı. Rabbim beni zindandan çıkarmakla
bana lütfetti. Tefsirciler şöyle der: Hz.Yusuf,
kendisinden bir lütuf olarak, kardeşlerini utandırmamak ve onları affettikten
sonra yaptıklarını tekrar onlara hatırlatmamak için kuyudan çıkarılma olayından
bahsetmedi. Sizi çölden getirdi. Çünkü onlar Filistin çölünde devecilik ve
koyunculuk ediyorlardı. Allah'ın Ya'kub (a.s)'un
ailesine verdiği nimeti onlara hatırlattı. Zira Allah onları çölden şehire götürdü ve aileyi Mısır'da bir araya getirdi. Taberî şöyle der: Anlatıldığına göre Hz. Yakub, beraberinde oğullan ve
onların da çocukları olduğu halde Mısır'a girdikleri zaman yüz kişiden az
idiler. İsrailoğulları olarak Mısırdan çıktıkları gün
ise 600.000 den fazla idiler.[177]
Daha önce şeytan, aldatmak suretiyle, kardeşlerimle benim aramı açmışken, Rabbim
lütfuyla bunu düzeltti. Ebu
Hayyan şöyle der: Kardeşlerinin durumundan bu kadarcık bahsetti. Çünkü nimet, belâ ve sıkıntının
arkasından geldiğinde değeri fazla olur.[178]
Şüphesiz Rabbimin tedbiri güzeldir. O dilediğini, insanların hissedemeyeceği ve
anlayamayacağı gizli bir incelik içinde gerçekleştirir. Rabbim yarattıklarını
iyi bilir, yaptıklarında hikmet sahibidir. Tefsirciler şöyle der: Ya'kub (a.s) Mısır'da, Hz. Yusufla birlikte 24 sene kaldıktan sonra öldü. Şam
bölgesinde, babası İshak'ın yanına gömülmesini vasiyet
etmişti. Hz.Yusuf bizzat kendisi götürüp onu oraya
gömdü. Babasını gömüp Mısır'a döndükten sonra yirmi üç sene daha yaşadı. Görevi
tamamlatıp daha fazla yaşayamayacağını anlayınca, nefsi ebedî olan Melik'i arzu
etti. Allah'a, salih olan babaları İbrahim ve İshak'a kavuşmayı isteyerek şöyle dedi: [179]
101. Ey Rabbim!
Bana izzet, makam ve saltanat verdin. Bunlar dünya nimetlerindendir. Bana rüya
tabirini öğrettin. Bu da ilim nimetindendir. Ey gökleri ve yeri icat eden ve
önceden benzerleri olmadan onları yaratan Allah! Sen, benim dünya ve âhiret işlerimin sahibisin. Beni müslüman olarak öldür ve salih
kullarına kat. Hz.Yusuf, müslüman olarak ölünceye kadar, İslamiyetini koruması için Rabbine dua etti. Burada Yusuf
(a.s)'un kıssası sona erer. Sonra, bunun ardından Hz.
Mu-hammed (s.a.v)'in peygamberliğinin doğruluğuna dâir
delil getirme işi takip eder. [180]
102. Ey
Muhammedi Yusuf ve onun kıssası hakkında haber verdiğimiz bu şeyler, sana vahy gelmeden önce bilmediğin gayb
haberlerindendir. Biz, en açık bir şekil ve gayet güzel bir tasvirle onları
sana öğretiyoruz ki, peygamberlik davanda doğru olduğun ortaya çıksın.
Kardeşleri, Yusufa ve onu kendileriyle beraber
göndermesi için babalarına hile yaparak, Yusufa tuzak
hazırlayıp onu kuyuya atmaya hep beraber karar verdikleri zaman sen onların
yanında değildin ki, kıssanın hakikatim bilesin. Bu kıssa sana, herşeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah'tan vahy yoluyla geldi. [181]
103. Bu âyet,
Rasulullah (s.a.v)'ı tesellî etmektedir. Yani, sen ne
kadar onların iman etmelerini arzulasan ve doğru yola gelmeleri için iıe kadar gayret sarfetsen de
insanların çoğu, inkarda ısrarlarından dolayı sana inanmazlar. [182]
104. Sen onlara
verdiğin öğüt ve hayra davet karşılığı bir karşılık istemiyorsun ki, bu onlara
ağır gelsin. Bu Kur'an, âlemlere bir öğüt ve nasihattan başka bir şey değildir. Sen bunu okumana karşılık
onlardan bir mal istemiyorsun. Eğer akılları olsaydı kabul eder, inat
etmezlerdi. [183]
105. Göklerde
ve yerde, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, denizler, bitkiler ve diğer enteresan
şeyler gibi, Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren nice deliller vardır.
İnsanlar gece gündüz bunları görür; sabah akşam üzerlerinden geçerler de,
bunları düşünüp ibret almazlar. Binaaleyh, onların
senden yüz çevirmelerine şaşma. Zira onların, Allah'ın birliğini ve kudretini
gösteren bu delillerden yüzçevirmeleri daha garip ve
daha şaşılacak bir iştir. [184]
106. Senin
kavminde bulunan o yalan-layıcıların çoğu,
ancak başkasını Allah'a ortak
koştukları zaman iman ederler. Yani
onlar, hem Allah ile beraber putlara ibadet ederler, hem de Allah'ın yaratıcı ve
rızık verici olduğunu söylerler. Ibn Abbas şöyle der: Onların,
telbiye yaparken şöyle demeleri bundandır; "Lebbeyk, senin hiç ortağın yoktur. Ancak bir ortağın vardır
ki, o senindir. Sen, hem onun, hem de onun sahip olduğu şeylerin de sahibisin.[185]
107. O
yalancılar, Allah'ın azabından bir musibetin kendilerini sarıp kuşativermesinden emin mi oldular? Yahut hiç farkına
varmadıkları ve beklemedikleri bir yerden, bütün dehşetiyle ansızın kıyametin
kendilerine gelivermesinden emin mi oldular? Bu soru inkar ifade eder. Bunda bir
azarlama manası vardır. [186]
108. Ey
Muhammedi De ki, "İşte benim yolum budur, o, apaçık ve dosdoğru bir yoldur. Onda
hiçbir eğrilik, hiçbir şek ve şüphe yoktur. Ben, tam bir açıklıkla ve kesin
delille, Allah'a ibadete ve itaate çağırıyorum. Ben ve bana inananlar böyle
yapıyoruz. Yüce Allah'ı her türlü ortak ve eşten tenzih ederim. Ben inanan
ve Allah'ı birleyen
bir kulum. Asla
O'na ortak koşanlardan
olmadım. [187]
109. Ey
Muhammedi Biz, senden önde de, peygamber olarak, sadece insanlardan bazı
erkekleri gönderdik. Gökten melekleri peygamber göndermedik. Taberî şöyle der: Ne kadın, ne melek, sadece erkekleri
peygamber gönderdik. Bize itaate davet etmeleri için onlara ayetlerimizi vahyediyorduk.[188] Âyet peygamberlerin insanlardan olduğunu
kabul etmeyenleri veya kadınlardan da peygamber olduğunu iddia edenleri
reddetmektedir. Bu Peygamberleri, çöllerde yaşayan insanlar arasında değil,
şehirlerde yaşayanlar arasından gönderdik. Hasan-ı Basrî şöyle der: Allah kesinlikle, ne çölde yaşayanlar, ne
kadınlar ve ne de cinlerden peygamber gönderdi.[189]
Tefsirciler şöyle der: Peygamberler sadece şehir halkı arasından
gönderilmiştir. Çünkü onlar daha bilgili ve daha yumuşak huylu idiler. Halbuki
çölde yaşayanlar arasında bilgisizlik, kabalık ve sertlik vardı. O
yalanlayanlar yeryüzünde hiç gezmediler mi ki geçmiş ümmetlerin başlarına
gelenleri ve yalanlayanların yıkılıp yok oldukları yerleri görüp iyice
düşünsünler ve ibret alsınlar!? Bu soru kınama ifade eder. Takva sahibi mü'minler için âhiret yurdu bu
geçici yurttan daha iyidir. Halâ aklınızı kullanıp ta iman etmeyecek
misiniz!? [190]
110. Nihayet
peygamberler kavimlerinin iman etmelerinden ümit kesipte kavimlerinin kendilerini yalanladıklarını
anladıkları zaman sıkıntıları şiddetlendiği an onlara yardımımız geldi.
Sıkıntının hakim olduğu, ızdırapların gırtlaklara
sarıldığı ve Allah'tan başka hiçbir yerde ümit kalmadığı bir ana tam manasıyla
ve kesin olarak hakkı batıldan ayırarak yardım gelir.
Peygamberleri ve onlara inananları kurtardık, kafirleri kurtarmadık.
Suçluları şiddetle yakalayıp
cezalandırdığımızda azabımız geri çevrilmez. [191]
111. Yusuf ve
kardeşlerinin kıssasında nurlu akıl sahipleri için bir öğüt ve bir nasihat
vardır. Bu Kur'an rivayet olunan haberler veya
uydurulmuş sözler değildir. Fakat bu Kur'an
kendisinden önce indirilmiş semavî kitapları tasdik edicidir. şeriat ve
hükümlerden, helal ve haramdan ihtiyaç duyulan her şeyi açıklar. Ona inanan ve
emir ve yasaklarına göre amel eden bir kavim için o sapıklıktan kurtaran bir
hidayet ve azaptan kurtaran bir rahmettir. [192]
Edebî Sanatlar
1. Vallahi sen
halâ şaşkmlığmdasın!" Onlar sözlerini yemin edatlarıyla pekiştirdiler. Pekiştirici edat
türleri arka arkaya geldiği için bu tür bir ifadeye edebiyatta "haber-i inkâri" denir.
2. Emin olarak
Allah'ın iradesiyle Mısır'a girin." ayetindeki Allah dilerse" ifadesi dua
cümlesi olup bereket isteğiyle getirilmiştir. Âyette takdim ve tehir vardır.
Takdiri şeklindedir.
3. Ana ve
babasını tahtın üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için secdeye kapandılar."
Burada kelimesinden maksat ana ve baba olup tağlib
sanatı vardır. Tahta çıkarmayı ifade eden kelimesi, ana babaya gösterilecek
saygının önemine binaen, her ne kadar lafız bakımından secdeye kapanma manasına
gelen kelimesinden önce gelmişse de mana itibariyle ondan sonradır. Ona secde
ettiler, sonra ana ve babasını kral tahtına oturttu,
demektir.
4. Sen aşın bir
şekilde istesen de, insanların çoğu iman etmez" ayetinde sen aşın bir şekilde
istesen de" ara cümlesi, Hicaz lügatindeki nın ismi
ile haberi arasına girmiştir. Bu ara cümlesi hidayetin sadece Allah'ın elinde
olduğunu ifade eder.
5. Kur'an'a karşılık onlardan ücret istemiyorsun." Burada muzaf hazf edilmiştir. Kur'an'ın
tebliğine karşılık onlardan bir ücret istemiyorsun,
demektir.
6. Onlar ondan
yüzçeviriyorlar." cümlesi ile Onlar ortak koşarlar."
cümlesinde edebî sanatlardan "seci" vardır. Seci âyet sonlarındaki son harflerin
birbirine uygunluğudur. [193]
Bir Uyarı
Onların kıssalarında akıl
sahipleri için büyük bir ibret vardır." ayeti gösteriyor ki bu kıssaları ve
haberleri anlatmaktan maksat, öğüt vermek ve ibret göstermektir. Bu kıssadan
alınacak ibret şudur: Yusuf (a.s) kuyuya atıldıktan sonra onu oradan, daha sonra
da zindandan çıkaran, köle iken Mısır Meliki yapan ve uzun süre ayrı kalıp bir
daha araya gelme ümidi kesildikten sonra ana babası ve kardeşleri ile
birleştirmeye kadir olan Allah (c.c.), Muhammed (s.a.v)'i üstün kılmaya, şanını
yüceltmeye ve dinini galip kılmaya da kadirdir. Aynı zamanda bu güzel kıssa ile
geçmiş olaylardan haber vermek, gayıptan haber vermek
demektir. Bu da Rasulullah (s.a.v)'ın bir mucizesidir.
Allah'ın yardımı ve tevfikıyle Yûsuf sûresinin tefsiri bitti. [194]
[1] Sâvî Haşiyesi,
2/233
[2] Ahkâf sûresi,
46/35
[3] Nahl sûresi, J
6/127
[4] Kâf sûresi, 50/37
[5] Yûsuf suresi, 12/1J1
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/137-1368.
[7] K;ısas sûresi.
28/11
[8] Rûhu'l-meânî, 12/179
[9] Hansa burada, yavrusunu yitirmiş bir sığırı tasvir etmektedir. Sığır, yavrusunu unuttukça ollar,
hatırına geldikçe de ona acır ve ileri geri gider gelir. Bu, Hansâ'nın, kardeşi Sahr'i
yitirmesinden dolayı söylenen bir meseldir.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/142-143.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/143.
[12] Huıuf-u mukatla ve bu konu hakkında Bakara sûresinin başında
yazdıklarımıza ve yaptığımız araştırmaya bakın.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/143.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/143.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/144.
[16] Taberî, 12/151
[17] Sâvî Haşiyesi,
2/234
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/144.
[18] el-Bahr,
5/280
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/144.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/144.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/144.
[21] Kurtubî,
9/131
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/144-145.
[22] Râzî, IS/94
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/145.
[24] Bu, İbn Abbas'ın görüşüdür. Kalâde'ye göre
de bu Rubîl'dir.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/145.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/145.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/145.
[28] el-Keggâf,
2/448
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/145-146.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/146.
[30] Fahr-ı Râzî, 18/100
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/146.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/146.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/146.
[33] Taberî, 12/164
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/146-147.
[35] Razî,
18/105
[36] Ebussuud,
2/59
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/147.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/147.
[39] Taberî, 12/175
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/147.
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/147.
[42] Telhîsu'l-beyân,169
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/148.
[44] Fahr-ıRâzî,18/101
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/148.
[45] Al-i İmrân sûresi,
3/84
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/148.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/153.
[48] Mü'min sûresi,
40/5
[49] Kurlubî, 9/166
[50] İbn Kuleybe, Garibu'l-Kur'an, 215
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/153.
[52] Kurtubî. 9/163
[53] El-Bahr. 5/293
[54] Ebussuûd, 2/62
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/154.
[56] Bu. müşâkelev bâbındandır.
Müşakelet, iki kelimenin lafızlarının bir olup
manalarının fa-rklı olmasıdır. Aziz'in karısının
niyeti, azme ve kasta dayanan bir niyet idi. Hz. Yusuf
un niyeti ise, sadece bir akıldan geçirme idi.
[57] Fahr-i Râzi, 18/119
[58] el-Bahr, 5/295
[59] Ebussuûd; 2/63
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/154-155.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/155-156.
[62] Taberî, 12/193
[63] el-Bahr. 5/297
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/156.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/156.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/156.
[67] Fî Zilâli'l -Kur'ân, 12/216
[68] Muhlasar-ı İbn Kesir, 2/247
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/156-157.
[69] el-Bahr, 5/301
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/157.
[71] Merhum şehit Seyyid Kutup
(r.a) şöyle der: Aziz'in karısı, sarayda hanımlar için bir ziyafet hazırladı.
Buradan anlıyoruz ki, onlar yüksek tabakaya mensup kimselerin kanlan idi. Zira
onlar, saraylarda ziyafetlere çağrılanlar ve nazikçe hataları kendilerine
bildirilen kimselerdir. Anlaşılıyor ki onlar, yastık ve kolluklara dayanarak
yemek yiyorlardı. Bu koltuklan onlara Aziz'in karısı hazırlamış ve herbirine yemekte kullanacakları birer bıçak vermişti.
Buradan saray halkının maddi refah ve medeniyet seviyesi anlaşılabilir. Onlar
el kesmek veya meyva soymakla meşgul iken, Aziz'in
karısı ansızın Yusufu onlara gösterdi. Kadınlar onu
görünce, onun güzelliği karşısında apışıp kaldılar, dehşete kapıldılar ve
bıçaklarla ellerini keşliler. (Fî Zılâli'l-Kuı'an, 12/232)
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/157-158.
[73] Keşşaf, 2/467
[74] Kurtubî,
9/178
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/158.
[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/158.
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/158-159.
[77] e1-Bahm']-muhil,
5/307
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/159.
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/159.
[79] Beyzâvî, 264
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/159-1160.
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/160.
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/160.
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/160-161.
[84] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/161.
[85] Kurtubi,
9/196
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/161.
[86] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/161.
[87] Kurtubî, 9/196
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/162.
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/162.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/162-164.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/170.
[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/170.
[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/170.
[94] Bir görüşe göre mâna şöyledir: Biz mutlak olarak, rüya
tabirini bilmeyiz.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/107-171.
[95] Taberî, 12/229
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/171.
[96] er-Râzî,
18/149
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/171.
[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/171.
[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/171.
[99] Keşşaf, 2/477
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/171-172.
[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/172.
[101] Merhum Şehit Seyyid Kutub şöyle der: Yusuf a giden adam, geri dönüp durumu Krala
bildirdi, kral, kadınlardan bu sorunun cevabını istemek üzere onları topladı.
Hatb, önemli iş demektir. Sanki kral, araştırma yaptı
ve kadınların drurumunu öğrendi. Bu suçlamayı İkrar
ettirmek ve kadınların bu önemli İşine işaret etmek üzere onları karşısına
alarak şöyle dedi : Yusuf'u zinaya davet ettiğinizde derdiniz ne idi? Buradan,
Aziz'in evinde verilen ziyafette nelerin döndüğüne, kadınların Yusufa neler söylediğine ve Yusufa
tavsiye ettikleri, zina derecesine varacak teşviklerine dair bir şeyler
anlıyoruz. Yine buradan, bu ortamların ve kadınlarının, hattâ tarihin
derinliklerine gömülmüş olan o dönemin görünümünü hayalimizde canlandırabiliriz.
Câhiliyyel, her zaman câhiliyettİr. Nerede refah, saraylar ve hizmetçiler varsa,
orada çözülme ve erime vardır. Yine orada aristokratların elbisesine bürünmüş,
hoş karşılanan bir ahlaksızlık vardır. (Zİlâl,
12/248).
[102] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/172.
[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/172-173.
[104] Keşşaf, 2/480
[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/173.
[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/173.
[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/173.
[108] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/173.
[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/173.
[110] Sâvî Haşiyesi,
2/249
[111] Sâvî Haşiyesi,
2/249
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/173-174.
[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/174.
[113] el-Bahru'1-Muhit, 5/322
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/174.
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/174.
[115] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/174-175.
[116] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/175.
[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/175.
[118] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/175.
[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/176.
[120] Buhari, Tıb 36, Libas 86; Müslim, Selâm 41, 42.
[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/176.
[122] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/176.
[123] Yani takva sahibi gündüzün oruç tutar, gece namaz kılar"
demektir. (Mütercimler)
[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/176-177.
[125] Buharı, Taberî 9; U, 19; Tefsirül-Kur'an, XII, 5; Müslim,
İmam, 238
[126] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/177.
[127] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/177.
[128] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/182.
[129] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/183.
[130] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/183.
[131] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/183-184.
[132] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/184.
[133] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/184.
[134] Beyzavi,
267
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/184.
[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/184.
[136] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/184.
[137] Taberî.
13/27
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/184-185.
[138] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/185.
[139] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/185-186.
[140] Rûhu'l-Meânî, 13/34
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/186.
[141] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/186.
[142] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/186.
[143] Beyzâvî,
268186.
[144] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/186.
[145] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/186.
[146] Şiddeili ağlamadan dolayı gözü
o kadar zayıfladı ki neredeyse göremez oldu. Sanki gözüne perde geldi. Şair
şöyle der: Uzun süre ağlamaktan gözlerim görmez oldu." Tefsirciler şöyle der:
Yakub (a.s.), Hz. Yusufa aşırı derecede üzüldüğü için görme özelliğini
kaybetti. Altı sene göremedi. Nihayet Allah Hz. Yusufun gömleği ile onun gözlerini açtı. Gömleği onun yüzüne
koydu. Tekrar görmeye başladı" (Yusuf Suresi, 12/96) âyetini buna delil
getirdiler.
[147] Ebussuûd,
3/88
[148] Fahr-i Râzî, 18/193
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/186-187.
[149] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/187.
[150] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/187.
[151] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/187.
[152] Râzi,
18/201
[153] Bu İbn Cüreyc'in görüşüdür. Taberî şunu
tercih etmiştir: "Maksat, para değersiz olduğu için müsamaha ile muamele et."
demektir.
[154] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/187-188.
[155] Ebussuûd,
3/90
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/188.
[156] Beyzâvî,
269
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/188.
[157] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/188.
[158] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/188.
[159] Taberî,
13/57
[160] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/189.
[161] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/189.
[162] eş-Şifâ, İ'câzu'l-Kur'ân bahsi.
[163] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/189.
[164] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/193.
[165] Keşşaf, 2/504
[166] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/193-194.
[167] Kurtubî, 9/259
[168] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/194.
[169] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/194.
[170] Taberî,
13/63
[171] Yûsuf sûresi, 12/86
[172] Râzî,
18/209
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/194.
[173] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/194-195.
[174] Merhum Seyyid Kutub şöyle der: Hz.Ya'kub'un, sözünün a«ji
kelimesiyle nakl edilmesi, yaralı bir insan kalbine
işaret etmektedir. Çünkü Ya'kub (a.s), dinlenip
sükûnete erdikten ve kalbi berraklaştıktan sonra onlar için af dileyeceğini
va'dediyor.
[175] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/195.
[176] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/195.
[177] Taberî,
13/73
[178] el-Bahr,
5/349
[179] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/195-196.
[180] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/196.
[181] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/196.
[182] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/196.
[183] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/196.
[184] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/196-197.
[185] Kurtubî,
9/272
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/197.
[186] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/197.
[187] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/197.
[188] Taberî,
13/80
[189] Kurtubî,
9/274
[190] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/197-198.
[191] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/198.
[192] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/198.
[193] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/198-199.
[194] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/199.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder