LUKMÂN SURESİ
. 11
LUKMÂN SURESİ
Mekke'de inmiştir. 34
âyettir.
Sûreyi Takdim
Bu mübarek sûre Mekke'de inen
sûrelerdendir. Bu sûreler, inanç konusunu ele alır ve iman akidesinin üç esası
olan "Allah'ın birliği, peygamberlik ve öldükten sonra dirilme" konularına
ağırlık verir. Nitekim Mekke'de inen sûrelerin Özelliği
budur.
Bu mübarek sûre, Hz. Muhammed (s.a.v.)'iri ebedî mucizesi ve sonsuza kadar
devam edecek olan Hikmetli Kitabı anarak başlar. Âlemlerin Rabbinin bir olduğuna
dair deliller getirir. Bu geniş âlemdeki.eşsiz kudretin ve harikulade yaratmanın
delillerini gösterir. Göğü ve yeriyle, ayı ve güneşiyle, gündüzü ve gecesiyle,
dağları ve denizleriyle, dalgalan ve yağmurlarıyla, bitkileri ve ağaçlarıyla ve
Allah'ın birliğini ve kudretini gösteren kişinin girebileceği diğer
delilleriyle, uyumlu, sağlam ve muntazam yaratılmış olan bu geniş kâinattaki
delilleri gösterir. Bunlar, kişinin kalbini büyüleyen ve aklını hayrete düşüren
ve insanın karşısında. O Yüce Yaratıcının gücüne teslim olmaktan başka hiçbir
şey yapamayacak şekilde apaçık duran delillerdendir.
Aynı zamanda bu sûre müşriklerin
dikkatini bu eşsiz kâinata serpiştirilmiş olan, Allah'ın birliğini ve gücünü
gösteren delillere çeker ve onları iyice bir sarsar. İşte bunlar Allah'ın
yarattıklarıdır. Şimdi siz, ondan başkasının ne yarattığını bana gösterin.
Doğrusu, o zalimler apaçık bir sapıklık içindedir.
Bu mübarek sûre. mal ve çocukların
fayda vermeyeceği o korkunç günden sakındırarak sona erer. "Ey insanlar!
Rabbinize karşı gelmekten kaçının. Ne babanın evladı, ne evladın babası namına
bir şey ödemeyeceği günden sakının..."[1]
Sûrenin İsmi
Lukmân Hekim
kıssasını kapsadığı için bu sûreye "Lukmân Sûresi" adı
verilmiştir. Lukmân kıssası, hikmetin faziletini, Yüce
Allah'ı ve sıfatlarını tanımanın sırrını, şirki yermeyi, güzel ahlâkı emretmeyi,
çirkin ve güzel olmayan şeyleri yasaklamayı ve Allah'ın ona söylettiği kıymetli
vasiyetleri kapsamaktadır. Bu vasiyetlerin, hikmet ve irşâd fonksiyonu bakımından değeri yüksektir. [2]
Bismülâhirrahmânirrahîm
1. Elif, Lâm.
Mîm.
2. İşte bunlar
hikmet dolu Kitâb1ın âyetleridir.
3. Güzel
davrananlar için bir hidâyet rehberi ve rahmet olmak üzere
indirilmiştir.
4. Onlar namazı
kılarlar, zekâtı verirler ve âhire-te de kesin olarak
îman ederler.
5. İşte onlar,
Rableri tarafından gösterilmiş doğru yol üzeredirler ve onlar kurtuluşa
erenlerin kendileridir.
6. İnsanlardan
öyleleri var ki, bilgisizce, Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay
etmek için boş lâfı satın alır. İşte onlara alçaltıcı bîr azap
vardır.
7. Ona
âyetlerimiz okunduğu zaman, sanki bunları işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık
varmış gibi büyüklük taslayarak yüzçevirir. Sen de ona
elem verici bir azabın müjdesini ver!
8, 9. Şüphesiz,
îman edip de amel-i sâlibde bulunanlar için, içinde
devamlı kalacakları ve nimetleri bol cennetler vardır. Bu, Allah'ın verdiği
gerçek sözdür. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.
10. O, gökleri
görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, sizi sarsmasın diye yere de ulu
dağlar koydu ve orada her çeşit canlıyı yaydı. Biz gökyüzünden su indirip,
orada her faydalı nebattan çift çift
bitirdik.
11. İşte bunlar
Allah'ın yarattıklarıdır. Şimdi, O'ndan başkasının ne yarattığını bana gösterin!
Hayır! Zâlimler açık bir sapıklık içindedirler.
Kelimelerin İzahı
Hakim, kendisinde bozukluk ve
çelişki olmayan sağlam şey. Kesinkes
inanırlar. Kesin olarak inanmak demektir. Lehve'l-hadîs, hayırdan ve ibadetten alıkoyan bâtıl şey
manasınadır:
Vakr,
işitmeye engel olan sağırlık've ağırlıktır. Amed, direk mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. İmâd, bir şeyin dayandığı sütün
demektir.
Ravâsî,
sabit dağlardır. Gemi durup demir attığında denir.
Hareket eder, sallanır. Yaydı,
dağıttı. [3]
Nüzul Sebebi
Rivayete göre Nadr b. Haris şarkıcı cariyeler satın alırdı. İslama girmek isteyen herhangi birini yakalarsa, hemen onu,
şarkıcı cariyesine götürür ve cariyesine "Ona yedir, şarap içir ve şarkı söyle"
derdi. Sonra da adama dönerek: "İşte bu, Muhammed'in seni çağırdığı namaz, oruç
ve onun önünde savaşmandan daha iyidir" derdi. Bunun üzerine Yüce Allah
insanlardan öyleleri var ki, Allah yolundan saptırmak için boş lafı satın
alır...[4]' âyetini indirdi. [5]
Âyetlerin Tefsiri
1. Elif, Lâm,
Mîm. Bu hurûf-u mukattaa
Kur'an'ın mucizeliğine dikkat çekmekte, âlimleri ve
edebiyatçıları susturan hu mucize kitabın, elif, lâm, mîm gibi hecâ harflerinden meydana geldiğine işaret etmektedir. Bu
harfler, Arapça konuşan kimseler tarafından kullanıldığı halde, Kur'an meydan okumasına rağmen, onlar, bu harflerden, bu
kitabın benzerini meydana getirmekten âciz kalmışlardır. İşte bu durum, Kur'an'ın, herşeyi bilen hikmet
sahibi tarafından indirilmiş bir kitap olduğunu gösteren en parlak ve açık
delillerdendir. [6]
2. Bunlar,
açıklama, kanun ve hükümler koyma hususunda bütün kitaplardan üstün olan o eşsiz
kitabın âyetleridir. O kitap üstün bir hikmet ve parlak harikalar sahibi,
hikmetle ve apaçık konuşan bir kitaptır. Burada, yakın olan bir şeyin, uzak için
kullanılan işaret ismiyle gösterilmesi, bu kitabın şeref ve fazilette çok üstün
bir mevkii olduğunu gösterir. [7]
3. Bu kitap,
dünyada güzel iş yapan kimseler için bir hidâyet ve rahmettir. İçindekilerden,
sadece güzel iş yapanlar yararlanacağı için, Özellikle onlar zikredildi. Bundan
sonra Yüce Allah, onların niteliklerini anlatarak şöyle buyurdu: [8]
4. Onlar
namazı, rükünleri ve âdabı ile huşu içersinde en mükemmel bir şekilde kılarlar,
Zekâtı, Allah'ın rızasını kazanmak maksadıyla gönül hoşluğuyla, verilmesi
gereken yerlere verirler. Ahiret yurduna, seksiz
şüphesiz inanır ve itikat ederler, Yüce Allah, âhirete
inananların sadece onlar olduğunu ifade etmek ve bunu pekiştirmek için "onlar"
zamirini tekrarladı. [9]
5. İşte bu yüce
sıfatları taşıyan o kimseler güçlü ve övgüye layık Yüce Allah tarafından
kendilerine lütfedilen bir nur ve kalb gözü açıklığı
içinde ve dosdoğru, açık bir yol üzerindedirler. İşte, dünyada da âhirette de mutluluğu elde edenler ve kurtuluşa erenler
onlardır. Ebu Hayyân şöyle
der: Yüce Allah, onların derece ve erdemlerinin üstünlüğüne dikkat çekmek için,
"işte onlar" işaret ismini tekrarladı.[10]
Yüce Allah, Kur'an'la hidâyet bulan ve onu dinlemekten yararlanan mutlu
kişilerin durumunu anlattıktan sonra, ardından, Allah'ın kelâmını dinleyip
yararlanmaktan yüzçeviren, şarkı ve çalgıları
dinlemeye yönelen mutsuzların durumunu anlattı. [11]
6. Öyle
kimseler vardır ki, insanlan Allah'a itaatten
alıkoyacak ve O'nun yolundan çevirecek faydasız ve yararsız şeyler satın alır.
Zemahşerî şöyle der: Lehv,
iyi şeyden alıkoyan her bâtıl şeydir. Mesela, hurafeler söyleyerek gece
sohbetleri yapmak, güldürücü hurafeler anlatmak, fuzûli ve gereksiz söz
söylemek.[12]
Taberî'nin
rivayetine göre, bu âyet Abdullah b. Mes'ûd'a (r.a.)
sorulmuş, ö da üç kere, "Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim
ki, o, şarkıdır" demiştir.[13]
Hasan Basrî de
şöyle der: Bu âyet, şarkı ve çalgılar hakkında indi.[14]
İnsanları delilsiz ve hüccetsiz hidâyet
yolundan saptırmak, Allah'ın dosdoğru dininden uzaklaştırmak 've bu yüce kitabın
âyetleriyle alay etmek için böyle yaparlar. Bu hareket en çirkin ve en sapık bir
davranıştır. Onlar için, zillet ve horluk dolu şiddetli azap vardır. [15]
7. Ona Kur'an'ın âyetleri okunduğunda, Kibirlenerek, onu hiç
işitmemiş gibi, ondan yüzçevirip geri gider. Onun bu
durumu, söze kulak vermeyen ve onu hiç işitmemiş gibi gaflet gösteren kibirli
kimsenin durumu gibidir. Sanki iki kulağında, Allah'ın âyetlerini işitmeye
engel olan sağırlık ve ağırlık vardır. Ey Muhammedi Onu son derece elem verici
ve şiddetli bir azapla müjdele, Burada "uyarma" yerin de "müjde" kullanılması,
alay ve eğlence ifade eder. Ebu Hayyân şöyle der: Bu âyet, "boş laf" satın alanı birkaç
yönden kınamayı kapsar: Hikmetten yüzçevirmek, hakka
karşı kibirli davranmak, âyetleri dinlememek, aşırı bir şekilde yüzçevirmek. Ayet, bu kimsenin durumunu işitmeyen kimsenin durumuna benzetmektedir. Zira o şahıs âyetlere ne kulak vermekte ne de
iltifat etmektedir. Ayrıca bu âyet, en şiddetli azabı müjdelemek suretiyle
onunla alay etmeyi de kapsamaktadır.[16]
Yüce Allah, kâfirleri tehdit
ettiği elem verici azabı anlattıktan sonra, mü'minlere
va'dettiği naîm cennetlerini
anlatarak şöyle buyurdu: [17]
8. İmanla güzel
ameli ve iyi niyetle ihlaslı ameli birleştirenler var
ya, işte, imanlarında ve Allah'ın dininde dosdoğru
gitmelerinden dolayı onlar için ebedîlik cennetleri vardır. Orada yiyecek,
içecek, giyecek, kadın, hûrî ve Allah'ın lütuf ve ihsanından vereceği, hiçbir
gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın aklından geçmeyen diğer şeyler gibi çeşitli lezzet veren şeylerden
yararlanacaklardır. [18]
9. O
cennetlerde ebedî kalacaklar, oradan asla çıkmayacaklar ve ayrılmak
istemeyecekler. Bu, Allah'ın kesin bir vaadidir. Mutlaka yerine getirilecek.
Bundan dönülmez. Çünkü Allah verdiği sözden dönmez. Yüce Allah güçlüdür; sözünü
yerine getirmesine engel olmak için hiçbir şey O'na galip gelemez. Hikmet
sahibidir; hikmet ve menfaatin gerektirdiğinden başkasını
yapmaz.
Bundan sonra Yüce Allah, birliğini
gösteren delilleri getirmek için, kudretinin delillerine ve büyüklüğünün
eserlerine dikkat çekerek şöyle buyurdu: [19]
10. Geniş,
büyük ve sağlam gökleri, dayandığı direkler olmadan yarattı. Siz onların hiçbir
şeye dayanmadan durduğunu görüyorsunuz. Onları, Yüce ve Ulu Allah'ın gücünden
başkası tutmuyor. Allah yeryüzünde sabit dağlar yarattı ki, hareket edip de
sizi sallamasın sizi alt üst edip yok etmesin veya sallanarak evlerinizi
yıkmasın. Fahreddin er~Râzî
şöyle der: Bilesin ki, yer yüzünün sabit durması, ağırlığından dolayıdır. Böyle
olmasa, sular ve rüzgârlar sebebiyle
yerinden kayardı. Eğer Allah yeryüzünü kum gibi yarat-saydı, ziraata elverişli,
sabit bir halde kalamazdı. Nitekim kumlu arazide kumların, bir yerden başka bir
yere gittiğini görmekteyiz. İşte yeryüzünün dağlarla sabit kılınmasının "hikmeti
budur.[20]
Yüce Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Allah yeryüzünün her tarafına,
her türlü eti yenilen ve binilen hayvan ve canlıları yaydı, dağıttı. Bunlar,
renklerinin ve şekillerinin sayısını onları yaratandan başkasının bilemeyeceği
varlıklardır. Sizi ve hayvanlarınızı korumak için bulutlardan -yağmur
indirdik. Böylece yeryüzünde her türlü bitki ve her çeşit gıda ve ihtiyaç
maddeleri bitirdik. Âyetteki sfi çok faydalı ve
yaratılış ve oluşumu güzel manasınadır.[21]
11. Ey
Müşrikler! Sizin gördüğünüz bu şeyler, Allah'ın ya-rattıklarındandır. Göklere,
yere, insanlara, bitkilere, hayvanlara ve Allah'ın diğer yarattıklarına bakın
da, O'nun kudretinin alâmetlerini, eşsiz sanatını düşünün ve bana söyleyin,
Allah'ı bırakarak tapmış olduğunuz ilâhlar, putlar ne yarattı? Hadi bana
gösterin! Bu, onlarla ve iddia ettikleri ilanlarıyla alay yollu bir sorudur.
Sonra Yüce Allah, onları susturmayı
bırakıp, apaçık sapıklık
içinde olduklarını tescil
etmeye yönelerek şöyle buyurdu:
Bilakis müşrikler, apaçık bir zarar ve en derin bir sapıklık
içindedirler. Çünkü onlar, tapılmayacak
şeylere taptılar ve işitmeyen, görmeyen, fayda veya zarar veremeyen şeylere
ibadet ettiler. Onlar yabanî hayvandan daha sapıktır. Çünkü cansız puta tapan ve
kâinatı yöneten Yüce Yaratıcıyı bırakan kimse, hayvandan daha aşağı olur. [22]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek
âyetler birçok edebî sanatı
kapsamaktadır. Bunları aşağıda
özetliyoruz:
1. Güzel
davrananlar için bir hidâyet ve bir rahmet...
âyetinde mastar, mübalağa için kullanılmıştır.
2. "Onlar
âyetlerdir" cümlesinde, uzak için kullanılan işaret ismi, yakın için olan
yerinde kullanılmıştır. Bu, âyetlerin mertebesinin yüceliğini, kadir ve sânının
yüksekliğini ifade eder.
3. "Onlar,
âhiretc de kesin olarak iman edenlerin ta
kendileridir. İşte onlar, Rableri tarafından gösterilmiş doğru yol üzerinediıier. Onlar, kurtuluşa erenlerdir" âyetlerinde,
zamirin ve işaret isminin tekrarlanmasıyle itnâb yapılmıştır. Bu, onlara çok değer verildiğini ve
onların çokça övüldüğünü ifade eder. Bu cümle, aynı zamanda hasr ifade eder. Yani, kurtuluşa erenler, başkaları değil,
onlardır.
4. "İnsanlardan
öylesi var ki, boş lafı satın alır" cümlesinde, istiâre-i tasrîhiyye vardır. Bunu yapanların durumu, mal satın alıp
zarar eden kimsenin durumuna benzetilmiş ve "satın alır" lafzı istiâre-i tasrîhiyye yoluyla,
"değiştirir" mânâsında müsteâr olarak
kullanılmıştır.
5. "Sanki
kulaklarında ağırlık vardır" cümlesinde mür-sel mücmel
teşbih vardır. Teşbih edatı söylenmiş,
vech-i şebeh
söylenmemiştir. Böylece mürsel mücmel bir teşbih
olmuştur.
6. "Onu, elem
verici bir azapla müjdele" cümlesinde alay üslûbu vardır. Çünkü müjde, sadece
hayırda olur. Müjdenin serde kullanılması alay ve istihza ifade
eder.
7. "yarattı,
attı ve yaydı" şeklinde III. şahıs kipi fiillerden sonra, Gökten indirdik,
şeklinde I. çoğul kipinin kullanılarak III. şahıstan I. şahsa dönüş (iltifat)
yapılmıştır. Bu, Allah'ın şanını yüceltmeyi ve nimet elde etme makamının
hakkını tam vermeyi ifade eder. Bu da edebî sanatlardandır.[23]
8. "Bu,
Allah'ın yarattığıdır" cümlesinde, mübalağa ifade etmek için, ism-i mef ûl yerine mastar kullanılmıştır.
9. "Allah'ın
dışındakiler ne yarattı?" sorusu, kınama ve susturma ifade
eder.
10. Bilakis o
zalimler, apaçık bir sapıklık içindedir" cümlesinde, daha fazla kınamak ve
onların son derece zâlim ve câhil kişiler olduğunu tescil etmek için, zamir yerine
açık isim kullanılmıştır. Bu
mânâlar kastedilmeseydi: Bilâkis onlar, apaçık sapıklık içindedir"
denilirdi.
11. gibi âyet
sonlarında, fasılalara riâyet edilmiştir. Edebiyatta bu sanat türüne seci'
denilir, Seci'-nin en üstünü, tarafların birbirine
eşit, tekellüf ve tekrardan uzak olmasıdır. Bu, Kur'an-ı Kerim âyetlerinin sonlarında çok bulunur. [24]
Faydalı Bilgiler
Bu sûrede, Kitab'm, Hikmetli kitâb denilerek,
hikmet vasfıyla nitelenmesi, bu mübarek sûrenin atmosferine uygundur. Çünkü
hikmet konusu, sûrede tekrarlanmıştır: "Biz Lukmân'a
hikmet verdik" buyurulmuş, dolayısıyle, Kur'an'm, lafızlarla
konular arasında uygunluk sağlama üslûbuna göre, bu yüce kitabın sıfatları
arasından "hikmet" vasfının seçilmesi uygun düşmüştür. [25]
12. Andolsun biz Lukmân'a, "Allah'a
şükret!" diyerek hikmet verdik. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur.
Nankörlük eden de bilsin ki, Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, her türlü
övgüye lâyıktır.
13. Lukmân, oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah'a ortak
koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti.
14. Biz insana,
ana-babasına iyi davranmasını emrettik. Çünkü anası onu nice sıkıntılara
katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. Önce bana, sonra
da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunduk. Dönüş ancak
banadır.
15. Eğer onlar
seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa,
onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana gelenlerin yoluna uy.
Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber
veririm.
16.
"Yavrucuğum! Yaptığın iş, bir hardal tanesi ağırlığında olsa da bu, bir kayanın
içinde veya göklerde yahut yer de bulunsa, yine de Allah onu getirir. Doğrusu
Allah çok lütufkâr, her şeyden haberdardır."
17.
"Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeğe çalış,
başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeğe değer
işlerdir."
18.
"Küçümseyerek insanlardan yüzçevirme ve yeryüzünde
böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünen kimseleri asla
sevmez."
19.
"Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini eşeklerin
sesidir.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde,
hiçbir şey yaratamayan pulları, her şeyi yaratana ortak koşmaları ve inatları
sebebiyle müşriklerin itikatlarının bozukluğunu anlattıktan sonra burada da
Lukmân Hekim'in vasiyetlerini anlatmaktadır. Bunlar,
son derece hikmetli ve doğru yola davet eden kıymetli vasiyetlerdir. Bu
vasiyetler, günahların en çirkini ve Allah katında suçların en büyüğü olan
şirkten sakındırarak başlar. [26]
Kelimelerin İzahı
Hikmet, isabetli söz söylemek ve
iş yapmaktır. Bunun aslı, bir şeyi yerli yerine koymaktır. İbn Manzur şöyle der: Bir kimse
bir şeyi sağlam yaptığında denir. Bir adam hikmetli davrandığında, "tecrübeler
onu sağlamlaştırdı" mânâsına, İşleri sağlam yapan kimsedir.[27]
Ona öğüt ve nasihat veriyor, ike ve kelimeleri, nasihat ve irşâd manasınadır.
Vehn,
zayıflık demektir. "Kemiklerim zayıfladı" mânâsına olan âyetinde[28] de bu mânâda
kullanılmıştır.
Fisâl,
sütten kesmek manasınadır. Bu kelime sadece, sütten kesme mânâsına kullanılır,
jlıi (ayırmak) daha
geneldir. Kadın çocuğunu memeden kesip emzirmeyi bıraktığında denir.
Döndü. Tevbe ve istiğfar ederek Rabbine dönen kimseye denir.
Yüzünü çevirme. Aslında, deveye
isabet eden bir hastalıktır ki, bu hastalık sebebiyle deve boynunu büker. Sonra
bu kelime, kibir ve gururdan dolayı boynunu yana eğmede kullanıldı. Amr et-Tağlibî şöyle
der:
Zorba kibrinden yüzünü
çevirdiğinde, onun eğriliğini biz düzeltiriz de o düzelir.[29]
Merah;
şımarık, aşırı sevinç ve gurur. Muhtâl, salınarak
yürüyen demektir.
Orta halli ol. Hızlı yürümekle
yavaş yürümek arasında orta haldir.
Alçalt. Bir kimse sesini
alçalttığında denir. Cerîr şöyle
der:
Gözünü kapa. Çünkü sen Nemîr kabilesindensin. Ne Kâb'a,
ne de Kilâb'a yetişebildin. [30]
Âyetlerin Tefsiri
12. Andolsun, Lukmân'a hikmeti verdik.
Hikmet, isabetli söz söylemek, doğru görüşlü olmak, hakka uygun olanı konuşmak
demektir. Mücâhid şöyle der: Akıl ve derin bilgi,
isabetli söz söylemektir. O, peygamber değil, sadece hakîm idi.[31]
Ona dedik ki: "Sana ihsanı ve lütfundan dolayı Allah'a şükret".Zira O. adecc sana hikmet verdi ve seni hikmetli konuşturdu." Kurtubî şöyle der: Cumhurun görüşü olan doğru görüş şudur:
Lukmân (a.s.), peygamber değil, hakîm idi. Hadiste
şöyle buyrulmuştur: Lukmân
peygamber değildi. Fakat, çok düşünen, inancı güzel bir kuldu. O Allah'ı sevdi,
Allah da onu sevdi ve ona hikmet verdi.[32]
Kim Rabbine şükrederse, şükrünün
karşılığı kendisinedir. Onun faydasının, kendisine dönmesi şundan dolayıdır:
Yüce Allah'a, ne şükredenin şükrü fayda verir; ne de nankörlük edenin
nankörlüğünün zararı dokunur. Bunun İçindir ki, Yüce Allah şöyle buyurdu:
Kim, Allah'ın nimetini inkâr
ederse, o sadece kendine kötülük etmiş olur. Çünkü Allah'ın, kullara ihtiyacı
yoktur. Bütün hallerde övgüye lâyıktır. Zâtı ve sıfatlarından dolayı övülmeye
müstahaktır. Râzî şöyle der: Allah, şükre muhtaç
değildir kî, nankörlük edenin inkârından zarar görsün. O, kendi zatında
övülmüştür. İnsanların O'na şükretmesi veya etmemesi O'nun için birdir.[33]
Bundan sonra Yüce Allah, Lukmân (a.s.)'m, oğluna verdiği bazı Öğütleri anlattı ve
söze, son derece çirkin ve âdi olan şirkten onu sakındırarak başladı. [34]
13. Ey
Muhammedi Kavmine, Lukmân Hekim'in oğluna verdiği
öğüdü anlat. Hani Lukmân, oğluna bir öğütçü, nasihatçı ve mürşid olarak şöyle
demişti: Oğlum! Aklını kullan. İnsan olsun, put olsun, çocuk olsun, hiçbir şeyi
Allah'a ortak koşma, Şüphesiz şirk çirkin bir şeydir ve büyük bir zulümdür. Zira
o, bir şeyi, konulması gereken yerden başka bir yere koymaktır. Kim, yaratanla
yaratılanı, ilâh ile putu bir tutarsa, kuşkusuz o, insanların en ahmağı, akıl ve
hikmet mantığından en uzak olanıdır. Ona zalimlik sıfatının verilmesi ve
hayvanlar arasında sayılması uygun düşer. [35]
14. İnsana,
anne ve babasına, Özellikle annesine güzel davranmasını emrettik, Annesi onu,
kamında bir cenin olarak taşıdı. Gebe kaldığı andan itibaren doğum yapana kadar,
annenin zayıflığı günden güne artar. Çünkü çocuk büyüdükçe, annenin yükü ve
zayıflığı artar. Çocuğun sütten kesilmesi, iki yılın bitiminde olur. Biz insana, "iman ve lütuf nimetine karşılık
Rabbine; büyütüp besleme nimetine karşılık da anne ve babana şükret" dedik.
Dönüş ve varış sadece banadır. İyi davranana iyiliğinin karşılığını, kötü
davranana da kötülüğünün karşılığını veririm. Ibn
Cüzeyy şöyle der: şükret" diye başlayan cümle
vasiyetin açıklamasıdır. Vasiyetle onu açıklayan cümle arasına, "anası onu nice
sıkıntılara katlanarak taşrmışur. Sütten ayrılması da
iki yıl içinde olur" cümlesi getirilmiştir ki, annenin, çocuğu için katlandığı
zorluğu ve hakkının büyüklüğünü gerektiren şeyi açıklasın. Bu zorluklar
sebebiyledir ki, annenin hakkı, babanın hakkından daha büyüktür.[36]
15. Anne ve
baban, Allah'ı inkâr etmen ve O'na ortak koşman için bütün güçlerini harcayarak
seni zorlasalar da onlara itaat etme. Çünkü, yaratana isyan hususunda
yaratılana itaat yoktur. Onlar müşrik de olsalar, dünya hayatında onlara karşı
iyi davran ve güzel muamele et. Çünkü onların Allah'ı inkâr etmeleri, çocuğu
büyütüp beslerken katlandıkları sıkıntıların ortadan kalkmasını ve iyiliği inkâr
etmeyi gerektirmez. "Allah'ı birleyerek, itaat ederek ve iyi amel işleyerek O'na
dönen kimselerin yoluna gir. Bütün yaratıkların dönüşü Allah'adır. Allah,
onların amellerinin karşılığını verecektir. Lukmân'm
vasiyetleri arasına ana-babaya iyiliğin alınmasının hikmeti, önce geçen,
"şüphesiz şirk, büyük bir zulümdür" âyetinin ifade ettiği şirkin çirkinliğini
vurgulamaktadır. Yüce Allah sanki şöyle buyuruyor: Biz, insana, anne ve babası
hakkında vasiyet etmemize, onlara güzellik ve şefkatle muamele etmesini
emretmemize, çocuk üzerindeki büyük hakları sebebiyle onlara itaati şart
kılmamıza, bütün bunlara rağmen, Allah'a isyan ve O'na ortak koşma durumunda
onlara itaat etmeyi yasaklamişızdır. Çünkü Allah'a
ortak koşmak, en büyük günahlardan olup son derece çirkin ve âdi bir şeydir.
Bundan sonra söz, tekrar Lukmân'm vasiyetlerine
geldi. [37]
16. Ey oğlum!
Hatâ ve günah ne kadar küçük olursa olsun, hattâ hardal tanesi ağırlığı kadar
küçük dahi olsa, Son derece küçük olmasına rağmen o günah, sağır kayanın içi
gibi en gizli ve saklı bir yerde veya en yüksek gökte veya yerde olsa dahi,
Allah onu getirir ve ondan dolayı hesaba çeker. Bundan maksat, kulların
amellerinden hiçbir şeyin Allah'a gizli kalmayacağını temsilî olarak
açıklamaktır. Yüce Allah, kullarına lütufkâr ve gizli durumlarından
haberdardır. [38]
17. Ey oğlum!
Namaza vakitlerinde, âdabına uyarak ve huşu içinde devam et. İnsanlara her türlü
iyiliği ve fazileti emret. Her türlü kötü ve rezil şeyleri yapmamalarını da
söyle. Sıkıntı ve belâlara sabret. Çünkü hak davetçisi, eziyetlerle karşı
karşıya kalmış demektir. Ebu Hayyân der ki: Lukmân önce oğluna,
Allah'a ortak koşmamasını söyledi. Sonra da Allah'ın ilmini ve kudretinin
sonsuzluğunu bildirdi. Daha sonra da, kişinin Allah'a ulaşmasına vesile olan
itaatleri emretti. İşe, ibadetlerin en şereflisi olan namazla başladı. Sonra,
iyiliği emretmesini ve kötülükten nehyetmesini emretti.
Daha sonra ise, iyiliği emretmesi sebebiyle karşılaşabileceği sıkıntılara sabretmesini söyledi. Çünkü çok
zaman, bunu yapan kimse eziyet görür.[39]
Kuşkusuz bu anlatılanlar, Allah'ın,
kesin olarak yapılmasını emrettiği şeylerdendir. İbn
Abbas der ki. Sıkıntılara sabretmek, imanın
haki-kalındandır. Râzi de şöyle der: Yani, bu
anlatılanlar, kesin olarak yapılması gereken işlerdendir. Burada mastarı, ism-i mefûl mânâsında kullanılmıştır.[40]
18. İnsanlara
karşı kibirlenip kasılma. Kurtubî şöyle der: İnsanları
küçümseyip onlara karşı böbürlenme, kibirlenip kasılma. Bu, İbn Abbas'm görüşüdür.[41]
Yeryüzünde kibirlenip salınarak yürüme, Çünkü Allah, kendini büyük gören,
kullarına karşı böbürlenen, salınarak yürüyen kibirli kimseleri ve başkalarına
karşı üstünlük taslayanları sevmez. Bu bölüm, önceki yasaklamanın sebebidir.
Lukmân (a.s.) oğluna, kötü huylardan sakınmasını
söyledikten sonra, ona güzel huyları emretti:
[42]
19. Yürürken,
orta yürüyüşle yürü. Hızlı gitmekle yavaş gitmek arasında orta bir yol tut.
Sesini alçalt. Yüksek sesle konuşma. Çünkü yüksek sesle konuşmak çirkindir.
Akıllı kişinin yapacağı bir iş değildir. Unutma ki, seslerin en çirkini
eşeklerin sesidir. Yüksek sesle konuşan, eşeğe benzemiş ve çirkin bir iş yapmış
olur. Hasan Basrî şöyle der: Müşrikler, seslerinin
yüksekliği ile övünüıierdi. Yüce Allah onlara, "Eğer
sesin yüksekliği hayırlı bir şey olsaydı bununla eşeği onlardan üstün kılardım"
diye cevap verdi. Katâde şöyle der: Seslerin en
çirkini eşek sesidir. İlk çıkardığı sese zefir, son sesinede şehîk denir. [43]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları
aşağıda Özetliyoruz:
1. "şükretti"
ile nankörlük etti arasında tıbâk
vardır.
2. "vezinleri,
mübalağa sıygalarıdır. Çünkü ve vezinleri, mübalağa sıygalarıdır. Yani çok
zengin, çok övgüye layık, çok bilen, çok haberdar, çok böbürlenen
demektir.
3. "İnsana,
anne ve babasına iyi davranmasını em-rettik"ten
sonra,, "O annesi onu taşıdı" cümlesinin gelmesi, umûmdan sonra hususun zikri
kabilindendir. Bu, husûsî olarak zikredilene daha fazla önem verildiğini ifade
eder.
4. "Dönüş ancak
banadır", dönüşünüz sadece banadır cümlelerinde, sonra gelmesi gerekenin Öne
alınması hasr ifade etmek içindir. "Başkasına değil,
sadece banadır" demektir.
5. "Yaptığın
iş, bir hardal tanesi ağırlığında da, olsa bir kayanın içinde bulunsa" ifadesi
'bir temsildir. Lukmân (a.s.) bunu, Allah'ın ilminin
herşeyi, küçük, büyük, iyi, kötü, kapsayacak şekilde
geniş olduğuna misal getirdi. Çünkü Yüce Allah, en gizli yerlerdeki en küçük
şeyi bilir.
6. "Bir kayanın
içinde bulunsa" Lukmân (a.s.), günahın kendisinde
bulunan gizliliğini, yerinin gizlüiğiyle tamamladı.
Buna tet-mîm denir ki, bu da bir edebî
sanattır.
7. "emret" ile
"kötülükten nehyet" arasında mukabele sanatı vardır.
Lukmân (a.s.) iki lafzı, karşıt olarak
söyledi.
8. "Seslerin en
çirkini, kuşkusuz eşeklerin sesidir" cümlesinde istiâre-i temsîliyye
vardır. Seslerini yükseltenler eşeğe, sesleri ise eşek sesine
benzetildi. Teşbih edatı söylenmedi. Aksine daha çok yerme ve sesini
yükseltenleri nefretleme için istiare yoluyla ifade
etti. [44]
Bir Uyarı
Yüce Allah, anne ve babaya şükrü
emredince, onlardan önce kendisine şükredilmesini isteyerek '"bana şükret"
dedi. Ardından da "Anne ve babana da" buyurdu. Bu, Allah hakkının anne-baba
hakkından daha büyük olduğunu bize bildirmek içindir. Çünkü insanın
yaratılışında gerçek sebep Allah'tır. Ana-baba ise, görünüşte ve şekilde
sebeptir. Bunun içindir ki Allah, anne ve babası kendisini Allah'ı inkâr etmeye
zorladığında, kişinin onlara itaat etmesini haram kılmıştır. [45]
20. Allah'ın,
göklerde ve yerdekileri sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli
olarak size bolca ihsan ettiğini
görmediniz mi? Yine de, insanlar içinde,
bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken Allah hakkında tartışan
kimseler vardır.
21. Onlara
"Allah'ın indirdiğine uyun"
dendiğinde: Hayır, biz, babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız,
derler. Ya Şeytan, onları alevli ateşin azabına
çağırıyor idiyse!
22. İyi
davranışlar içinde kendini bütünüyle Allah'a veren kimse, gerçekten en sağlam
kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah'a varır.
23. İnkâr
edenin inkârı seni üzmesin. Onların dönüşü ancak bizedir. İşte o zaman,
yaptıklarını kendilerine haber veririz. Allah kalblerde olanı şüphesiz çok iyi
bilir.
24. Onları
biraz faydalandırır, sonra kendilerini ağır bir azaba
sürükleriz.
25. Andolsun ki, onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye
sorsan, mutlaka "Allah..." derler. De ki: Öyleyse övgü yalnız Allah'a mahsustur,
ama onların çoğu bilmezler.
26. Göklerde ve
yerde ne varsa, hepsi Allah'ındır. Bilinmeli
ki Allah, hiçbir
şeye ihtiyacı olmayan
ve övülmeye lâyık olandır.
27. Şayet
yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de arkasından yedi deniz daha katılarak
(mürekkep) olsa yine Allah'ın sözleri yazmakla tükenmez. Şüphe yok ki Allah
mutlak gâlib ve hikmet
sahibidir.
28. Sizin
yaratılmanız ve diriltilmeniz, ancak tek bir kişinin yaratılması ve diriltilmesi
gibidir. Unutulmasın ki, Allah bilen ve görendir.
29. Bilmez misin ki
Allah, geceyi gündüze ve gündüzü geceye katmaktadır. Güneşi ve ayı
da buyruğu altına almıştır. Bunların her biri belli bir vâdeye kadar hareketine
devam eder. Ve Allah, yaptıklarınızdan tamamen
haberdardır.
30. Çünkü
Allah, hakkın tâ kendisidir; O'ndan başka taptıkları ise hiç şüphesiz bâtıldır.
Gerçekten Allah, yüce ve uludur.
31. Gemilerin
denizde, Allah'ın lutfuyla yürüdüğünü görmez misin?
Allah bununla size, varlığının delillerini gösterir. Bunlarda
pek sabırlı ve
şükreden kimselerin hepsi için ibretler vardır.
32. Dağlar gibi
dalgalar onları kuşattığı zaman, dini tamamen
Allah'a hâs kılarak O'na yalvarırlar. Allah onları karaya çıkararak
kurtardığı vakit içlerinden bir kısmı orta yolu tutar. Bizim âyetlerimizi,
ancak nankör hâinler bilerek inkâr eder.
33. Ey
İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evlâdı, ne evlâdın
babası nâmına bir şey ödemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah'ın verdiği
söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah'ın affına
güvendirerek sizi kandırmasın.
34. Kıyamet
vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah'ın kalındadır. Yağmuru o yağdırır, O,
rahimlerde olanı da bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç
kimse nerede öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden
haberdardır.
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde
şirkten sakındırdı ve bunu, Lokman Hekim'in iman ve güzel ahlâk hususundaki
vasiyetleri İle pekiştirdi. Burada da kendisinin birliğini gösteren açık
delilleri anlattı. Sanattan, sanatkârın varlığına ve Onun. sayılamıyacak kadar çok olan nimetlerine dikkât çekti.
Bunlar, içindeki güneş, ay, yıldızlar ve bulutlarla birlikte gökleri içinde
bulunan hayvanlar, bitkiler, madenler, denizlerle birlikte yeri insanlara
hizmete hazır hale getirmesidir. Bunun dışında, Allah'ın birliğini gösteren
diğer delilleri anlattı. Yüce Allah bu mübarek sûreyi, "beş gaybı" anlatarak sona erdirdi. [46]
Kelimelerin İzahı
Tamamladı, ikmâl etti. Nimet tam
olunca, Mastarı denir.
Tutundu, asıldı, sarıldı. Bitti,
boşaldı.
Sokar. "sokmak manasınadır." deve
iğne deligine girinceye kadar,[47] âyetinde de bu mânâda kullanılmıştır. Fülk, gemiler demektir.
Zulel,
gölgelik mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Zulle,
kişiye gölge yapan dağ veya bulut gibi herşeydir.
Hattâr, hâin
demektir. En kötü hainliktir. Şâir şöyle der:
Şüphesiz sen Ebu Umeyr'i görsen, ellerini
hainlikle doldururdun.[48]
Garûr, şeytan ve benzeri, aldatan şeydir. Emel, bir
kimseyi aldattığında denir. [49]
Âyetlerin Tefsiri
20. Ey
insanlar! Görmediniz mi ki, Yüce Allah, göklerde bulunan güneşi, ayı ve
yıldızları; yerdeki dağları, ağaçlan, nehirleri, meyveleri ve daha sayılamayacak
kadar çok diğer şeyleri, faydalanasınız diye emrinize verdi. Ey insanlar! Allah,
size birçok nimetini tam olarak verdi. Bunlar, göz, kulak, sağlık ve İslam gibi
görünen; kalb, akıl, anlayış, bilgi ve benzeri gözle
görünmeyen nimetlerdir. Beyzâvî şöyle der: Allah
size, duyularla bilinen ve akıl yoluyla anlaşılan, bildiğiniz ve bilmediğiniz
birçok nimeti bol bol verdi.[50] İnsanlar içinde bir grup da vardır ki,
Allah'ı inkâr eder, Onun birliği ve sıfatları hususunda bilgisizce, anlamadan,
delilsiz ve hüccetsiz olarak ve Allah katından indirilmiş bir kitap olmaksızın
mücâdele edip tartışır. Kurtubî şöyle der: Bu âyet,
bir yahudi hakkında inmiştir. Bu yahudi Peygamber (s.a.v.)'e gelerek dedi ki: "Ey Muhammed!
Rabbini bana tanıt. O, hangi şeyden olmuştur.?" Bunun üzerine bir azap gelip onu
yakaladı.[51]
Münîr "apaçık cehalet ve sapıklık karanlığından kurtaran" demektir. [52]
21. O, bâtıl
yollara girerek mücâdele edenlere, "Allah'ın peygamberine indirdiğine uyun ve
onu tasdik edin. Çünkü o, hakkı bâtıldan, hidâyeti dalâletten ayırır" denildiğinde Onlar: "Biz, babalarımızın yolundan
gideriz. Putlara ibadet etme hususunda onlara uyarız" derler. Bu soru, kınama ve
inkâr ifade eder. Yani, babalan sapık olsa, hattâ şeytan onları, şiddetli alevi
olan cehennem azabına çağırıyor idiyse, yine de onlara uyarlar mı? [53]
22. Kim,
Allah'ı birleyen bir mü'min olarak, O'na itaata yönelir, emirlerine boyun eğer de samimi bir niyetle
O'na ibadet ederse, sağlam bir ipe yapışmış olur. Kurtubî şöyle der: Allah'ı görür gibi olmayan ve kalben O'nu
tanıyarak yapılmayan ibadet fayda vermez.[54]
Bu âyetin bir benzeri de şu
âyettir: "Her kim mü'min olarak, iyi olan islerden yaparsa"[55]
Şu halde iman ve ihlasla amel gerekmektedir. İşte bunu yapan kimse, kopmayan
bir ipe sarılmış ve tutunulabilecek en sağlam sebebe
tutunmuş olur. Zemahşerî der ki: Bu, temsil
kabilindendir. Allah'a tevekkül eden kimsenin durumu, yüksek bir yerden sarkan
ve kopmayacağmdan emin olunan sağlam bir ipten
yapılmış en güvenilir kulpa yapışan kimsenin durumuna benzetildi.[56] Râzî de şöyle der:
En sağlam kulp Allah'ın katmdadır. Çünkü onun
dışındakilerin hepsi kopup yok olacaktır. Allah ise, ebedîdir, sonu yoktur.[57]
İşlerin hepsinin dönüşü, başkasına değil, sadece Allah'adır. Allah, yapana,
onların karşılığını en güzel bir şekilde ödeyecektir. [58]
23. Bu âyet
Rasulullah (s.a.v.)'ı teselli etmektedir. Yani, ey
Muhammed! Ne inkâr edenin inkârı, ne de sapanın sapması seni üzmesin. Onlar hakkında bir
takım üzüntülere dalarak canın
sıkılmasın. Er veya geç, biz onlardan intikam alacağız, Onların dönüşü sadece
bizedir. O zaman, dünyada yaptıkları işleri onlara bildireceğiz. Kuşkusuz
Allah, onların kalplerindeki tuzağı, İnkârı ve yalanlamayı bilir ve onlara
bunların karşılığını verir. [59]
24. Onları
dünyada az bir müddet bırakırız da, ondan faydalanırlar. Sonra âhirette onları şiddetli azaba, cehennem azabına
çarptırırız. O, nefse zor gelen pek kötü bir azaptır. Yüce Allah, inkarcıların
azaba müstehak olduklarını anlattıktan sonra,
dünyadaki çelişkili davranışlarını açıkladı. Bu çelişkili durum, onların,
göklerin ve yerin yaratıcısının Allah olduğunu itiraf etmeleri, buna rağmen,
Allah'a başkalarını ortak koşarak onlara ibadet etmeleridir. Halbuki onların,
Allah'ın mülkü ve mahluku olduğunu itiraf etmektedirler. [60]
25. Ey
Muhammed! Mekke kâfirlerinden o müşriklere, "gökleri ve yeri kim yarattı?" diye
sorsan, durum son derece açık olduğu için, "Allah yarattı" diyeceklerdir. Bunu
itirafa mecburdurlar. Onlara de ki: Delil aleyhinize gerçekleştiği ve i-man delilleri açıkça ortaya çıktığı için Allah'a hamd olsun, Ama o müşriklerin çoğu düşünüp tefekkür
etmezler, dolayısıyle bilemezler. Yüce Allah bundan
sonra şöyle buyurdu: [61]
26. Kâinatta ne
varsa, hepsi Yüce Allah'ın mülkü, mahluku ve idare ettiği şeylerdir. Kuşkusuz
Allah, yarattıklarına ve onların ibadetine muhtaç değildir. Yaptıklarında ve
nimetlerinde övgüye layıktır. [62]
27. Eğer
yeryüzünde bulunan bütün ağaçlar kalem yapılsa, Deniz, bütün genişliğiyle
mürekkep olsa, yedi deniz de ona katılsa ve bunlarla, Allah'ın büyüklüğü,
yüceliği ve sıfatlarını gösteren kelimeler yazılsa, o kalemler ve denizler yok
olup biter, fakat Allah'ın kelimeleri bitmez. Çünkü ağaçlar ve denizler tükenir,
Allah'ın kelimeleri ise sonsuzdur. Kurtubî şöyle der:
Yüce Allah, göklerde ve yerde olanları insanların emrine verdiğini ve
nimetlerini tamamladığını anlattıktan sonra, şuna dikkat çekti: Eğer ağaçlar
kalem, denizler mürekkep olsa, bunlarla, Allah'ın birliğini ve gücünü gösteren
harika sanatları yazılsa, o harika şeyler bitmez.[63] İbnu'I-Cevzî der ki: Bu sözde hazif
yapılmıştır. Takdiri şöyledir: Bu kalemler ve denizlerle Allah'ın kelimeleri
yazılsa, kesinlikle kalemler kırılır denizler tükenir, fakat Allah'ın kelimeleri
bitmez.[64]
Kuşkusuz Allah galiptir, hiçbir şey onu
âciz bırakamaz. Hikmet sahibidir; hiçbir şey onun ilminden ve hikmetinden dışan çıkamaz. [65]
28. Ey
İnsanlar! Sizin yoktan yaratılışınız ve öldükten sonra da diriltilmeniz, sadece
bir tek kişinin yaratılması ve diriltilmesi gibidir.[66]
Çünkü Allah, bir şeyin olmasını istediği
zaman, ona "Ol" der. O da oluverir. Sâvî der ki: Yani
hiçbir şey Allah'a zor gelmez aksine alemin yaratılışı ve tümüyle tekrar
diriltilmesi bir lek nefsin yaratılması ve
diriltilmesi gibidir. Kuşkusuz Allah kulların sözlerini işitici, yaptıklarını
görücüdür. Bundan sonra Yüce Allah, kudretini gösteren, dış âlemdeki delillere
işaret ederek şöyle buyurdu: [67]
29. Ey muhatab! Görmüş derecesinde kesin bir bilgiyle bilmedin mi
ki, Yüce Allah, gecenin karanlığım gündüzün ?ydmlığına; gündüzün aydınlığını da gecenin karanlığına
sokar. Ezelî hikmeti gereği, birini artırır, diğerini eksiltir. Süreleri takdir
etmek ve menfaatleri tamamlamak için, ay ile güneşi, doğacak ve batacak şekilde
yaratmıştır. Ay ile güneşten her biri, kendi yörüngesinde kıyamete kadar yürür,
Yüce Allah sizin durumlarınızı ve yaptığınız işleri bilir. Hiçbir şey O'na
gizli kalmaz. Şüphesiz bunun gibi parlak sanatı ve üstün yönetimi gören kimse,
bu sanatın, yaratıcının, kendi yaptıklarım da kuşatan birisi olduğundan gâfıl kalmaz. [68]
30. İşte bu
gördüğünüz sanat harikaları ve sonsuz kudret, Allah'ın, sadece kendisine ibadet
edilmesi gereken gerçek ilah olduğunu iyice anlamanız ve Allah'ı bırakıp da
taptıkları putların tümünün bâtıl olduğunu, asli olmadığını bilmeniz içindir.
Nitekim Lebîd şöyle der: Biliniz ki, Allah'tan başka
her şey bâtıldır. Her şey O'nun mahluku ve kuludur. O'nun yarattıklarından
hiçbiri, izni olmadan bir zerreyi bile hareket ettiremiz. Bu. Allah'ın sıfatlarımn yüce, zâtının ulu olduğunu bilmeniz
içindir. [69]
31. Bu bölüm,
başka bir nimeti hatırlatmaktadır. Yani, ey akıllı! görmedin mi ki, büyük
gemiler, geçim sebeplerini hazırlamak içiri, Allah'ın
kudreti ile ve o gemileri insanların emrine vererek onlara lütuf ve ihsanda
bulunması sebebiyle denizlerde gider. îbn Kesîr şöyle
der: Yüce Allah, lütfü ve iradesiyle gemilerin denizde akıp gitmesi için,
kendisinin denizi hazır hale getirdiğini haber veriyor. Çünkü, eğer Allah suya,
gemileri taşıma kuvveti vermeseydi, gemiler yüzemezdi.[70]
Bunun içindir ki, Yüce Allah şöy le buyurdu: Sanatının
hârikalarım, birliğini ve kudretini gösteren delilleri size göstermek için bunu
yaptı, Bu gemilerin emre hazır kılınmasında ve taşıdıkları gıda maddeleri,
erzak ve ticaret mallarında. Allah'a yönelen, sıkıntı anında çok sabırlı, bolluk
anında çok şükreden her kul için apaçık ibret ve alametler vardır. Sabbâr ve Şekûr kelimeleri, çok
sabreden ve çok şükreden manasınadır. [71]
32. Müşrikler,
denizde bulundukları sırada, üzerlerine
dağlar gibi yoğun dalgalar gelip de onları örttüğünde, Allah'tan başka
kendilerini kurtaracak hiç kimse olmadığım anlayınca, kurtulmak için, başkasına
değil, sadece Allah'a dua ederler. Allah onları, denizdeki zorluklardan kurtarıp
da karada kurtuluş sahiline çıkarınca içlerinden bir kısmı orta yolu tutar.! Bu
âyette hazif vardır. Takdiri şöyledir: Onlardan bir
kısmı orta yolu tutar, bir kısın: da inkâr eder. Âyetin daha
sonra gelen "âyetlerimizi inkâr etmez...' cümlesi bunu göstermektedir.
Muktasıd, işte orta yolu tutan demektir. İbr Kesîr der ki: Bu, o korkunç halleri ve o büyük olayları
gören, denizdek apaçık mucizeleri gören kimseyi
yadırgama babmdandır. Çünkü, bu sıkıntı lan görüp de Allah, kendisini kurtardıktan sonra, bu nimeti
tam ame' hayırlara koşma ve sürekli ibadetlerle
karşılaması gerekirdi. Böyle yap mayıp da orta yolu
tutan eksik yapmıştır.[72]
Âyetlerimizi ancak her hain ve Allah'ın
nimetlerini çok inkâr eden yalanlar. [73]
33. Ey
insanlar! Emirlerine sarılarak ve yasak larmdan
kaçınarak, Rabbinizin azabından sakının, O zor ve korkunç günden korkun. O gün,
hiçbir baba, çocuğuna yara sağlayamaz. Ona gelecek herhangi bir zararı da
savamaz. Onun yükünde herhangi bir şeyi de çekemez. Hiçbir çocuk da b basından
herhangi bir şeyi savamaz. Veya onun suçundan veya yaptı haksızlıklardan
herhangi bir şeyi gideremez. Taberi şöyle der: Allah
katı da şefaatin ve diğer vesilelerin bir faydası olmaz. Ancak, dünyada yapıp
bıraktığı salih amel şefaata
vesile olur.[74]
Kuşkusuz Allah'ı sevap, ceza, öldükten sonra dirilme ve hesapla ilgili vaadi
haktır. B dönülmeyecek bir vaattir. Sakın dünya hayatı, süsü lezzetleriyle sizi
aldatmasın. Sonra ona meyledersiniz. Sakın, düzenbaz şeytan sizi aldatmasın. O,
mahlukatı bâtıl şeylerle aldai ümitlendirir ve âhireti düşünmekten alıkor. [75]
34. Kıyamet
vakti hakkındaki ilim ancak Allah karındadır. Bu âyetteki esaslar, sadece
Allah'ın bildiği gayb bilgileric Bunlar beş tanedir. Nitekim sahih hadiste şöyle
buyrulmuştur:
Gayl anahtarları beştir. Onları Allah'tan
başkası bilmez. Rasulullah daha sor bu âyeti okudu.[76]
Yani, kıyametin kopacağı zamanla
ilgili ilim katINdadır. Yağmurun nereye ve ne zaman ineceğini de o
bilir. Rahimlerdekinin erkek mi dişi mi, mutlu mu mutsuz mu olacağım da o bilir.
Hiç kimse yann başına ne geleceğini, hayır veya serden
ne yapacağını bilemez. Hiç kimse, nerede öleceğini bilemeyeceği gibi, nereye
gömüleceğini de bilemez. Şüphesiz Allah pek iyi bilendir, her şeyi bilir.
Eşyanın dışından da içinden de haberdardır. [77]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda
özetliyoruz:
1. "dışı" ile
"içi", "hak" ile "bâtıl" arasında tıbâk
vardır.
2. "Şeytan
onları çağırıyor idiyse de mi?" cümlesinde, hazif
yapılarak kınama ve inkâr ifade edilmiştir. Yani, "Şeytan onları, cehennem
azabına çağırıyor idiyse de onlara uyacaklar mı?"
demektir.
3. "Kim yüzünü
Allah'a çevirirse" cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır.
Cüz' söylenmiş, küll
kastedilmiştir.
4. "Sağlam bir
kulpa tutunmuş olur" cümlesi teşbîh-i temsilidir. İslama sarılmış olan kimse, dağın zirvesine çıkmak isteyip
de sağlam bir ipe tutunan kimseye benzetilmiştir. Mübalağa ifade etmesi için,
teşbih edatı hazf edilmiştir.
5. "Kim, mü'min olarak yüzünü Allah'a çevirirse" ile "Kim inkâr
ederse, onun inkârı seni üzmesin" arasında mukabele
vardır.
6. "bir azab" ifadesinde istiare vardır. Katı mânâsına gelen
kelimesi, mânâsına kullanılmıştır. Gılz, sadece maddî
şeyler için kullanılır. Burada müsteâr olarak, manevî şey için
kullanılmıştır.
7. "İşlerin
dönüşü, sadece Allah'adır" cümlesinde, sonra gelmesi gerekenin öne alınmış
olması hasr ifade eder. Yani, işlerin dönüşü,
başkasına değil, sadece Allah'adır.
8. "Çok
sabreden, çok şükreden, Çok hain, çok nankör, çok bilen, çok haberdar olan ve
çok işiten, çok gören" kelimeleri mübalağa sıyğalanndandır. Aynı zamanda bunlarda, âyet sonu uygunluğu
da vardır. Buna seci' denilir. Bu da edebî sanatlardandır.
Allah'a hamd olsun, Lukmân Sûresinin
tefsiri bitti. [78]
[1] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/11.
[2] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/11.
[3] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/13.
[4] Vahidî, Esbâbu'n-nüzûl. Kurtubî, 14/52, el-Bahr,
7/183-184
[5] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/13.
[6] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/14.
[7] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/14.
[8] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/14.
[9] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/14.
[10] el-Bahr,
7/183
[11] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/14.
[12] Keşşaf, 3/390
[13] Taberî,21/39
[14] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/163.
Sûre başındaki nüzul sebebine bak.
[15] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/14-15.
[16] eI-Bahr, 7/184
[17] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/15.
[18] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/15.
[19] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/15-16.
[20] Tefsir-i kebîr, 25/143
[21] Merhum Seyyid Kutub, Fi Zılâli'l-Kur'ân adlı tefsirinde şöyle der: Kur'an metni Yüce Allah'ın, bitkileri çift bitirdiğini
açıklamaktadır: "Her faydalı bitkiden çift bitirdik." Bu, ilmin çok yakında
bulduğu büyük bir gerçektir. Her bitkinin erkeklik ve dişilik özelliklen vardır.
Bunlar, ya tek bir çiçekte bir arada bulunmaktadır.
Veya bir gövdede bulunan iki çiçekte bulunmaktadır. Ya da İki gövde veya İki bitkide ayrı ayrı bulunmaktadır. Meyve ancak, bitki çiftleri arasmda döllenmeden sonra meydana gelir. Nitekim, insan ve
diğer canlıların durumu da böyledir.
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
5/16.
[22] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/16-17.
[23] Fahrcdin er-Râzî der ki: Bu iltifat sanatında fesâhal ve hikmet vardır. Fesahat şöyledir: Muhatap bir sözü
aynı
üslupla uzun süre dinler de: sonra
başka bir üslupla söylenirse hoşuna gider. Baksana, sen, "Zcyd şöyle dedi, Halit şöyle dedi, Amr şöyle dedi" şeklinde konuşup di sonra, "Bekir güzel bir
söz söyledi" dersen, bu, hoşa gider. Çünkü önceki söz defalarca
tekrarlanmıştır. Bu sanattaki hikmet ise şöyledir: Suyun İndirilişi, Her zaman
ve heryerde, tekrai tekrar
verilen açık bir nimettir. Yüce Allah, açıkça, "Suyu indirdik" dedi ki, İnsan
nimetir ş'ikrünün edâ
edilmesi gerektiğini anlasın da, böylece Allah, ona olan rahmetini artırsın
(Tefsir-i kebîr, 25/144)
[24] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/17-18.
[25] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/18.
[26] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/20.
[27] Lisânu'i-Arab, maddesi
[28] Meryem sûresi, 19/4
[29] Kurtubî,
14/69
[30] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/20-21.
[31] Taberî,
21/43
[32] Kurtubî,
14/59
[33] Tefsir-i kebîr, 25/145
[34] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/21-22.
[35] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/22.
[36] Teshil, 3/126
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
5/22.
[37] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/22-23.
[38] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/23.
[39] el-Bahr,
7/188
[40] Tefsir-i kebîr, 25/149
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
5/23.
[41] Kurtubî,
14/70
[42] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/24.
[43] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/24.
[44] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/24-25.
[45] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/25.
[46] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/29.
[47] A'râf sûresi
7/40
[48] Kurtubî,
14/80
[49] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/29.
[50] Beyzâvî,
2/109
[51] Kurtubî, 14/74. Bir görüşe
göre bu âyet, Nadr b. Haris, Übeyy b. Halef ve benzerleri hakkında inmiştir. Bunlar, aklî
bir bilgi ve şer'î bir delilleri olmadan, Allah'ın birliği ve sıfatları hakkında
Peygamberimiz (s.a.v.) mücâdele ediyorlardı.
[52] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/29-30.
[53] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/30.
[54] Kurtubî,
14/74
[55] Tâhâ sûresi,
20/112
[56] Keşşaf, 3/395
[57] Tefsîr-i kebîr, 25/154
[58] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/30.
[59] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/30-31.
[60] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/31.
[61] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/31.
[62] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/31.
[63] Kurtubî,
14/76
[64] Zâdu'l-mesîr 6/326
[65] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/31.
[66] Sâvî Haşiyesi, 3/259
[67] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/32.
[68] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/32.
[69] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/32.
[70] Muhtasar-i İbn Kesîr,
3/69
[71] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/32-33.
[72] Muhtasar-ı İbn Kesir,
3/70
[73] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/33.
[74] Taberî,
21/55
[75] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/33.
[76] Euhârî, Tefsir 13/1, Tcvhîd 4; Ahmed b."Hanbel, Müsned,
2/24.52.58.
[77] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/33-34.
[78] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/34.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder