KALEM SURESİ
. 8
KALEM SURESİ
Mekke'de inmiştir. 52
âyettir.
Takdim
Kalem sûresi Mekke'de inen, iman
ve inanç esasları üzerinde duran sûrelerdendir. Bu sûre, şu üç ana konuyu ele
alır:
a- Peygamberlik
ve Mekke kâfirlerinin, Hz. Muhammed (a.s.)'in daveti
konusunda yaymaya çalıştıkları şüpheler.
b- Allah'ın
nimetlerine karşı nankörlüğün neticesini açıklamak gayesiyle anlatılan "Bahçe
sahipleri"nin kıssası
c- Ahiretin sıkıntılı ve dehşetli halleri Allah'ın, müslüman ve kâfirler için hazırladığı şeyler.
Fakat bu mübarek sûrenin üzerinde
durduğu ana konu, Hz. Muhammed (a.s.)'in
peygamberliğini isbat konusudur.
Bu sûre-i celîle, Rasulullah (s.a.v)'m
kadrinin yüceliğine, şerefine ve müşriklerin ona yapıştırmak istedikleri -haşa-
delilik ithamından uzak olduğuna dair yeminle başlar. Onun yüce ahlâk ve
menkıbelerini anlatır: "Nûn, kaleme ve onların
yazdıklarına and olsun ki, sen, Rabbinin nimeti
sayesinde de deli değilsin. Hiç şüphesiz senin için, bitmeyen bir mükâfaat vardır. Sen, elbette yüce bir ahlâk
üzeresin."
Sonra sûre, kâfirlerin, Rasulullah (s.a.v)'m daveti karşısındaki durumlarını ve
Allah'ın onlar için hazırlamış olduğu hesap ve cezayı ele alır: "O halde,
yalanlayanlara boyun eğme. Onlar isterler ki, sen yumuşak davra-nasm da, onlar da sana
yumuşak davransınlar. Çok yemin eden, aşağılık, hiçbir kimseye itaat
etme..."
Bundan sonra sûre, Mekke
kâfirlerinin Yüce Allah'ın kendilerine peygamberlerinin sonuncusunu göndermek
suretiyle ihsan ettiği en büyük nimete nankörlük etmeleri ve onu yalanlamaları
hususunda, ağaçlı, ekinli ve meyveli bahçe sahiplerinin kıssasını misal getirir.
Şöyle ki, bahçe sahipleri Allah'ın nimetine nankörlük etmişler, fakir ve
düşkünlerin haklarını vermemişlerdi. Allah da bahçelerini yaktı ve onların
kıssasını ibret alacaklar için bir ibret yaptı: "Biz, vaktiyle bahçe sahiplerine
bela verdiğimiz gibi bunlara da bela verdik. Hani o bahçe sahipleri, sabah
olurken, onun mahsullerini devşireceklerine, hiç istisna etmeden yemin
etmişlerdi. Fakat onlar daha uykuda iken, Rablerinin katından bir âfet bahçeyi
sarıverdi de biçilmiş gibi oldu,"
Bundan sonra sûre, Kur'ân'ın kullandığı korkutma ve teşvik etmeyi birlikte
yapma üslubuna göre, mü'minlerle kâfirleri beraber
anlatarak mukayese etti: "Öyle ya, teslimiyet
gösterenleri günahkârlar gibi tutar mıyız hiç?!.."
Bu mübarek sûre, kıyameti onun
sıkıntılı ve dehşetli hallerini ve kâfirlerin bu zor günde durumlarını ele alır.
Bu öyle bir gündür ki, kâfirler o gün, Âlemlerin Rabbine secde etmeleri
kâfirlerden istenir, fakat bunu yapamazlar:
"O şiddetine dayanılamayan ve
secdeye davet edilip da bunu yapamadıkları günde"
Bu mübarek sûre, Rasulullah (s.a.v)'a, müşriklerin yaptıkları eziyetlere
sabretmesini, Yunus (a.s)'un yaptığı gibi sabırsızlık göstermemesini emrederek
sona erer. Yunus (a.s.) kavmini bırakmış ve denizden öteye geçmeye koşmuştu: "Rabbinin hükmüne sabret. Balık sahibi
gibi olma. Hani o, dertli dertli Rabbine niyaz
etmişti..."[1]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1, 2. Nûn, Kaleme ve (kalem tutanların) yazdıklarına andolsun ki (Resûl'üm), sen Rabbinin nimeti sayesinde-
mecnun değilsin.
3. Hiç şüphesiz
senin için bitip tükenmeyen bir mükâfaat
vardır.
4.Ve sen
elbette yüce bir ahlâk üzeresin.
5, 6.
Hanginizde delilik olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da.
7. Doğrusu
Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi en iyi bilendir, hidâyete erenleri de en iyi
bilen O'dur.
8. O halde,
yalanlayanlara boyun eğme!
9. Onlar
isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak
davransınlar.
10, 11, 12, 13, 14. (Resulüm!) Alabildiğine yemin eden, aşağılık, dâima
kusur arayıp çekiştiren, durmadan lâf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen,
mütecaviz, günaha dalmış, kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra bir de
soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiçbirine mal ve oğulları vardır diye sakın
uyma.
15. Ona
âyetlerimiz okunduğu zaman, o "Öncekilerin masalları!" demiştir.
16. Biz vakında onun burnuna damga vuracağız.
17. Biz,
vaktiyle "bahçe sahipleri"ne belâ verdiğimiz gibi, bunlara da belâ verdik. Hani
onlar (bahçe sahipleri), sabah olurken (kimse görmeden) onu (n mahsullerini)
devşireceklerine yemin etmişlerdi.
18. Onlar
istisna da etmiyorlardı.
19, 20. Fakat
onlar daha uykudayken Rablerinin katından (gönderilen) kuşatıcı bir âfet (ateş)
bahçeyi sarıverdi de, bahçe kapkara kesildi
21, 22. (Beri
tarafta ise) onlar, sabah olurken, "Madem devşireceksiniz, hadi erkenden
mahsûlünüzün başına gidin!" diye birbirlerine seslendiler.
23, 24. Derken,
"Aman, bugün orada hiçbir fakir yanınıza sokulmasın!" diye birbirlerine
seslendiler.
25. Güçleri
yettiği halde, onları yardımdan mahrum etmek gayesiyle erkenden yola
düştüler.
26. Fakat
bahçeyi gördüklerinde, "Mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız!"
dediler.
27. "Yok yok, doğrusu biz mahrum bırakılmışız!"
28.
Ortancaları, "Ben size, Rabbinizi teşbih etmeniz gerekmez mi, diye söylemedim
mi?" dedi.
29. "Rabbimizi
teşbih ederiz; doğrusu biz (kendi kendimize) yazık etmişiz."
dediler.
30. Ardından,
birbirlerini kınamaya başladılar.
31. (Nihayet)
şöyle dediler: "Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın
kişilermişiz.
32. Belki
Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz (artık) Rabbimizi
arzuluyoruz."
33. İşte azap
böyledir. Âhiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke
bilselerdi!
34. Şu da
muhakkak ki, takva sahipleri için Rabb-leri katında nimetleri bol cennetler vardır.
35. Öyle ya, (Allah'a) itaat edenleri, (o) âsîler gibi tutar mıyız
hiç?
36. Size ne
oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?
37. Yoksa size
ait bir kitap var da, onda mı okuyorsunuz?
38. Onda,
beğendiğiniz her şey sizin için mutlaka vardır (diye mi
okuyorsunuz)?!
39. Yoksa, "Ne
hükmederseniz mutlaka sizindir" diye sizin lehinize olarak tarafımızdan verilmiş
kıyamet gününe kadar geçerli kesin sözler mi var?
40. Sor onlara:
Bu iddiayı onların hangisi savunacak?
41. Yoksa
ortakları mı var onların? Sözlerinde doğru iseler, hadi, getirsinler
ortaklarını!
42. O günün
şiddetine dayamlamaz ve secdeye davet edilirler; fakat
güç getiremezler.
43. Gözleri
düşük bir halde kendilerini zillet bürür. Halbuki onlar, sapasağlam iken de
secdeye davet ediliyorlardı.
44. Sen bu sözü
yalan sayanı bana bırak. Yakında biz onları, bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş azaba yaklaştırırız.
45. Onlara
mühlet veriyorum. Doğrusu benim intikamım çok çetindir!
46. Yoksa sen
onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı
kalıyorlar?
47. Yahut gaybin bilgisi onların nezdinde
de, onlar bunu ordan mı yazıyorlar?
48. Sen
Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi gibi olma. Hani o, dertli dertli Rabbine niyaz etmişti.
49. Şayet
Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı o, mutlaka, kınanacak bir halde
ıssız bir diyara atılacaktı.
50. Fakat
ardından, Rabbi onu seçti ve onu sâlih-lerden kıldı.
51. O inkâr
edenler Kur'an'ı işittikleri zaman, neredeyse seni
gözleriyle devirivereceklerdi. Hâlâ da "Hiç şüphe yok o bir delidir"
derler.
52. Oysa o
Kur'an âlemler için ancak bir öğüttür.
Kelimelerin İzahı:
Yazıyorlar. "İlmi kalemle yazdı"
mânâsına denir.
Memnun, kesilen demektir. Bir
kimse ipi kestiğinde der.
katı, kaba, çabucak kötülük yapan
demektir. Şiddetle çekmek mânâsına gelen kökünden alınmıştır: " Tutun onu,
cehennemin ortasına sürükleyin"[2]
Cevherî şöyle der: Bir kimse bir adamı tutup şiddetle çektiğinde der.[3]
Zenîm, bir
toplumdan olmadığı halde onlara yamanmış olan. Babası tanınmayan evlatlık
manasınadır. Şâir şöyle der:
Sârimin, kesenler demektir. "Bir
şeyi kesti. Hurma ağacının meyvesini
devşirdi" demektir.
Hard; kasıt ve azim demektir.
Zeîm, kefil
manasınadır.
Mekzûm, öfke
ve keder dolu manasınadır. [5]
Âyetlerin Tefsiri
1. Nûn, hurûf-u mukattaadan bir harftir.
Kur'ân'm îcâzına dikkat çekmek için söylenmiştir.[6]
Yüce Allah, insanların ilim ve bilgileri yazdıkları kaleme yemin etti. Kalem,
dilin kardeşidir. Bu, Allah'tan kullarına verilmiş bir nimettir. Yani,
Muhammed'in doğruluğuna ve kâfirlerin ona nisbet
ettiği beyinsizlik ve delilikten uzak olduğuna dâir, kaleme ve yazanların
yazdıklarına yemin ederim. Kaleme ve yazıya yemin edilmesinde, okuma ve yazmanın
faziletinin yüceliği ifade edilmiştir. Allah, diğer mahlûkât arasından sadece
insana yazma bilgisini verdi ki, içinden geçenleri güzelce açıklayabilsin
"İnsana, kalemle öğreten. İnsana, bil-nediklerini
öğreten"[7]
Kalemin şerefine delil olarak, Allah'ın bu sûrede, yabanların şanını yüceltmek
ve âlimlerin kadrini âlî kılmak için kaleme yenin etmesi yeter. Dil ile olduğu
gibi, kalemle de açıklama yapılır. İlimlerin ve bilgilerin ayakta durması kalem
sayesinde olur. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah'ın
âyetinden anlaşılan şudur ki, kalemden makat,
kendisiyle yazı yazılan kalem cinsidir. Bu, Yüce Allah'ın insanlığa lutettiği, ilimlerin elde edilmesine vesile olan yazıyı
öğretme nimetine insanlığın dikkatini çekmek için yaptığı bir yemindir.[8]
2. Ey Muhammedi
Allah'ın lütfü ve sana peygamberlik ihsan etmesi sayesinde sen deli değilsin.
Câhil kâfirlerin dediği gibi deli
değilsin. Allah'a hamd olsun sen
akıllısın. Kâfirlerin dediği gibi değilsin. Onlar, "Ey, kendisine Kur'ân indirilen! Sen, kesinlikle bir delisin"[9]
demişlerdi. İbn Atıyye şöyle
der: bu, yeminin cevabıdır, âyeti ise, ara cümlesidir. Nitekim sen, birine:
"Sen, Allah'a hamd olsun, faziletli bir kişisin"
dersin.[10]
3. Şüphesiz,
Allah'ın davetini tebliğ uğrunda katlanmış olduğun eziyetlerden dolayı, senin
için eksilmeyen ve kesilmeyen Dir mükâfaat vardır. [11]
4. Ey Muhammedi
Hiç kuşkusuz sen, çok yüksek bir erbiye ve çok üstün
bir ahlâka sahipsin. Allah sende bütün faziletleri ve olgunlukları
toplamıştır... Allah'ım! Bu, ne büyük bir şeref. Hiçbir insan onun
eviyesine
ulaşamamıştır. İzzet sahibi Yüce Allah, Muhammed'i (s.a.v.) bu güzel vasıfla
yani "Sen, yüce bir ahlâk üzerinesin" diyerek vasiflamıştır. İlim, hilim, aşırı
haya, çok ibadet ve çok cömertlik, sabır, şükür, alçak gönüllük, zühd, merhamet, şefkat, iyi geçinme, edepli olma ve benzeri
güzel huy ve hoşa giden davranışlar onun güzel ahlâkmdandır.[12] Şâir ne güzel
söylemiştir:
5. Ey Muhammed!
Kavmin ve muhaliflerin olan Mekke kâfirlerine azap indiğinde, sen de
göreceksin, onlar da görecek. [14]
6. Hanginiz
deliliğe yakalanmış? Onların iftira ettiği gibi sen mi yoksa, inkâr etmeleri ve
hidayetten yüz çevirmeleri sebebiyle onlar mı? Kurtubî
şöyle der: Meftun, "Şeytan çarpmış deli" demektir. Bu sûrenin büyük bir kısmı
Velîd b. Muğîre ile Ebû Cehil hakkında inmiştir. Müşrikler, "Muhammed'in içinde
bir şeytan var" diyorlardı." Mecnûn" sözüyle bunu kastediyorlardı. Yüce Allah,
"Yarın hangisinin deli olduğunu bilecekler" buyurdu; Yani hangisinin içinde, cin
çarpması yüzünden delilik ve akıl karışıklığından meydana gelen şeytan olduğunu
bilecekler.[15]
7. Kuşkusuz
!Rabbin Allah, dininden ve hidayet yolundan çıkan bedbahtı bilir. O, hak dine
giden yolu bulan, takva sahibini de iyi bilir. Bu, bölüm önceki kısmın sebebini
bildirmekte ve vaad ve tehdidi te'kîd etmektedir. Sanki, Yüce Allah şöyle diyor: Gerçekte
deli, sen değil, onlardır. Onlar delilerin ta kendileridir. Çünkü akılları var,
fakat ondan faydalanmıyorlar, Akıllarını, kendilerini kurtaracak ve mutlu
edecek bir yerde kullanmıyorlar. [16]
8. Peygamberliğini ve Kur'ânpı
yalanlayan o sapık ve kâfirlerin reislerine, seni çağırdıkları şeylerde itaat
etme. Râzî şöyle der: Mekkelilerin reisleri, Hz. Peygamber (a.s.)'i babalarının dinine çağırdılar. Dolayısıyle Yüce Allah, O'nu onlara itaat etmekten men etti.
Bu, Hz. Peygamber (a.s)'in kâfilere şiddetle
muhalefet etmesi için, Allah tarafından bir teşvik ve galeyana getirmedir.[17]
9. Ey Muhammed!
Onlar, kendilerine yumuşak davranmanı
ve onları memnun
etmek için, hoşlanmadıkları bazı şeyleri bırakmanı isterler. Böyle
yaparsan sana yumuşak davranacaklarını ve aynı şeyi yapacaklarını söylüyorlar.
İbn Cüzeyy şöyle der: Müdâhene lüzumsuz yere yumuşak davranmak ve yağcılık
etmektir. Rivayete göre, kâfirler Hz. Peygamber
(a.s.)'e, "Sen bizim ilahlarımıza ibadet edersen, elbette biz de senin ilahına
ibadet ederiz" dediler ve bunun üzerine bu âyet indi.[18]
10. Allah'ın
yüceliğim hafife alarak, hak ve bâtıl adına çokça yemin eden âdi kâfire asla
uyma. [19]
11. O,
ayıplayıp kusur bularak, insanların etini yiyen
o, insanların aracını bozmak için
aralarında söz taşıyan koğucua uyma. O, bir
fitnecidir. Sahih hadiste şöyle buyrulmuştur: "Hiçbir
koğu cennete giremez"[20]
12. Cimri olup
Aİlah yolunda harcamayana, zulüm ve aşkmlık yaparak haddi aşana, çok günahkâr ve suçlu hiç
kimseye uyma. âyetlerde sıfatlar, çokluk ifade etmesi için şeklinde nubâlağa kipleri ile gelmiştir. [21]
13. Kaba, katı
kalpli ve anlayışsıza uyma. Yukarda kötü
özelliklerden sonra, ayrıca o veled-i zinadır, işte bu
onun, en kötü ve çirkin ayıbıdır. O, sahih bir nesebi olmayan soysuz bir veled-i zinâ-lır. Tefsirciler
şöyle der: Bu âyetler, Velîd b. Muğîre hakkında inmiştir. Velîd,
Kureyş'ten olmayıp onlar arasında bir veled-i zina idi. Daha önce babası bilinmezken, 18 sene
sonra babası onu evlatlık edinmiş ve onun nesebini kendine bağlamıştı. Tbn Abbâs der ki: Allah'ın bu
adamdan başka, bu ayıplarla tanıttığı birini bilmiyoruz. Allah ona, ebediyyen kendisinden ayrılmayacak bir aybı vermiştir. Habîs meniden habîs çocuk olacağı için Velîd bununla yerilmiştir. Rivayete göre bu âyet inince,
Velîd gelip annesine dedi ki: "Muhammed benden dokuz
sıfatla bahsetti. Bunların hepsi bende var, biliyorum. Ancak, dokuzuncusunu yani
veled-i zina olduğumu bilmiyorum. Bana doğruyu
söylemezsen, boynunu kılıçla vururum. Annesi dedi ki: Baban iktidarsız,
kadınlarla cinsî münâsebette bulunamayan biriydi. Mal için endişelendim ve
kendimi bir çobana teslim ettim. İşte sen, o obanın oğlusun. Bu âyet ininceye
kadar onun veled-i zina olduğu bilinmiyordu.[22]
14. O, mal ve
çoluk-çocuk sahibi olduğu için, Kur'ân hakkında
söylediklerini söyledi ve Kur'ân'm, öncekilerin
efsaneleri olduğunu iddia etti.[23]
Nimete karşılık inkâr etmesi ve yalanlaması değil, şükretmesi gerekirdi. [24]
15. O kâfire
Kur'ân âyetleri okunduğunda alaycı bir ifadeyle şöyle
der: "Bunlar, öncekilerin hurafeleri ve bâtıl sözleridir. Bunları Muhammed
uydurup Allah'a nisbet etmiştir." Yüce Allah onu
azapla tehdit ederek şöyle cevap verdi: [25]
16. Burnunu
dağlamak suretiyle, burnu üzerinde, Ölünceye kadar tanınacağı bir alâmet
kılacağız. Yüce Allah, onunla alay
yollu, burnu yerine kinaye olarak hortumu
zikretti. Çünkü hortum, fil ve domuzda bulunur. İnsanın burnu buna
benzetilince, bu onu son derece zelil kılıcı ve alçaltıcı olur. Bu insan
dudaklarının deve dudaklarıyle, insanın el ve
ayaklarının da, deve ve sığır tırnaklarıyla ifade edilmesine benzer. İbn Abbâs şöyle der: Onun burnuna
kılıçla vurup yaşadığı sürece, burnu üzerinde kalacak bir alamet yapacağız.
Nitekim Bedir savaşında, kılıçla burnuna vurulmuştur.[26]
Fahreddin Râzî şöyle der:
Yüz, bedenin en değerli yeri, burunda ondan yüksek olduğu için yüzün en değerli
yeri olunca, burnu izzet ve gurur yeri yaparak izzet-i nefis mânâsına gelen
"enfe" kelimesini ondan türetmişler ve zelil kimse
için de " Burnu yerde sürtsün" demişlerdir. Aynı şekilde, son derece zelil ve
hor kılma da, hortum üzerine damga vurmakla ifade edilmiştir. Çünkü yüz
Üzerinde damga çirkinliktir. Yüzün en değerli yeri üzerinde olursa nasıl
olur?![27]
Bundan sonra Yüce Allah, bahçe
sahiplerinin kıssasını ve onların başlarına getirdiği ekin ve meyveleri telef
etme belasını anlattı ve bunu Mekke kâfirleri için misal getirmek Üzere şöyle
buyurdu: [28]
17. içinde her
türlü meyve bulunan bahçenin sahiplerini imtihan ettiğimiz gibi, Hz. Peygamber'in, davetini yalanlayan Mekke'lileri de açlık ve kıtlıkla imtihan ettik. Bahçe
sahiplerini şükretmek ve fakirlere haklarım vermekle yükümlü kıldığımız gibi,
Mek-kelileri de nimetlere
karşılık Rabblerine şükretmekle yükümlü kıldık.
Tefsirciler der ki:
Müslüman bir adamın, San'â şehri
yakınlarında bir bahçesi vardı. Bu bahçede her türlü meyve ekin ve hurma ağaçlan
bulunuyordu. Hasat zamanı gelince fakirleri çağırır bahçeden onlara bolca pay
verir ve onlara ikram ederdi. Baba Ölünce, üç oğlu onun mirasına kondu. Dediler
ki: Aile fertlerimiz çok, mal azdır. Babamızın yaptığı gibi yoksullara vermemiz
mümkün değil. Aralarında istişare edip hiçbir fakire herhangi bir şey vermemeye
ve gizlice, sabahleyin meyveleri toplamak üzere anlaşıp buna yemin ettiler.
Allah da, geceleyin o bahçeye bir ateş gönderdi. Bu ateş ağaçlan yakıp meyveleri
telef etti. Sabahleyin bahçelerine gittiler, fakat orada ne bir ağaç, ne de bir
meyve görebildiler. Yolu şaşırdıklarını sandılar. Daha sonra anladılar ki, orası
kendilerinin bahçesidir. Kötü niyetleri yüzünden, Allah'ın kendilerini
cezalandırdığının farkına vardılar. İş işten geçtikten
sonra pişman olup tevbe ettiler.[29]
Sabahleyin, fakirler onlarm yanlarına gelmeden önce,
bahçenin meyvelerini toplamaya yemin ettikleri zaman onları imtihan
etmiştik. [30]
18. Bu işten
son derece emin imişler gibi, yemin ettiklende "inşâallâh" demeden yemin ettiler. [31]
19. Uykuda
oldukları için, olup bitenle-n farkına varmadan, Allah'ın azabından bir azap o
bahçeye geliverdi.
20. Böylece
bahçe, kuruduğunda biçilmiş olan ekin hane geldi. İbn
Abbâs şöyle der: Siyah kül gibi oluverdi. Günahları
yüzünden ahçelerinin faydasından mahrum oldular. [33]
21. Sabaha
vardıklarında, anlaştıkları vakit bahçelerine itmek için birbirlerine
seslendiler. [34]
22. Eğer
meyveleri toplayıp devşirmek itiyorsanız, meyvelerinize, ekinlerinize ve
üzümlerinize erkenden gidin.[35]
23. Fakirlerin,
farkına varmasından korktukları için izlice konuşarak bahçeye doğru gittiler.
Şöyle diyorlardı: [36]
24. Fakirlerden
herhangi birini sakın bugün lahçeye sokmayın ve
girmesine imkan vermeyin. [37]
25.
İstediklerini yerine getirebileceklerini sanarak ararlılık ve kudretle gittiler.
İbn Abbâs şöyle der: Kudret
ve kesin ıir niyetle demektir, Süddî de şöyle der: "Kin ve öfkeyle gittiler." Hasan lasrî ise, "Yoksulluk ve ihtiyaç içinde gittiler" der.[38]
İbn Abbâs'ın görüşü I aha açıktır. [39]
26. Bahçelerini
yanmış, güzellik ve parlaklıktan iyahlık ve karalığa
dönmüş görünce, "Biz bahçenin yolunu şaşırmışız, bu izim bahçemiz değil"
dediler. Ebû Hayyân şöyle
der: Bu, bahçeye ilk 'ardıklarmda söyledikleri söz
oldu. Oranın kendi bahçeleri olduğuna inana-nadılar ve
yolu şaşırdıklarını sandılar. Sonra oranın kendi bahçeleri olduğunu ve Allah
tarafından, bahçenin, ürününü yok eden bir azaba uğradıkları-ıı anlayınca dediler ki:[40]
27. Yolu
şaşırmış değiliz. Aksine mahrum edilmişiz. endimize
karşı işlediğimiz suçtan dolayı, bahçenin meyve ve gelirinden
nahrum
edildik. [41]
28. En akıllı
ve en iyi görüşe sahip lanları dedi ki: "Allah'a
teşbih edip te 'sübhânallah'
veya 'inşâallâh' de
şeydiniz ya!
Ebû Hayyân şöyle der: Akıllı
olan, teşvik ettiği teşbihi yapmadıkları için onları uyarıp kınadı. Allah'ı ve
onlara verdiği nimeti hatirla-salardı. elbette.
Allah'ın emrettiği düşkünlere yardım emrine sarılırlar ve bu hususta babalarının
yoluna uyarlardı. Allah'ın zikrinden gafil olup fakirlere vermemeye azmedince,
Allah da onlara bela verdi.[42]
Râzî şöyle der: Bu topluluk zekâtı vermemeye azmedip
mal ve güçlerine aldanınca ortancaları dedi ki: Azap inmeden önce bu günahtan
tevbe edin. Bahçenin halini gördüklerinde ilk sözünü
onlara hatırlattı. Tevbeye koyuldular. Fakat Basra
harap olduktan sonra![43]
(Yani iş işten geçtikten sonra) [44]
29. O zaman
dediler ki: Rabbimiz Allah, yaptığı şeylerde zulmetmekten uzaktır. Aksine biz,
fakirlerin hakkını vermemekle kendimize zulmedenler olduk. [45]
30.
Birbirlerini kınamaya başladılar. Biri, "Bu görüşü bana sen işaret ettin", öteki
de, "Hayır sen bana işaret ettin", bir diğeri ise, "Bizi fakirlikle korkutup mal
biriktirmeye teşvik eden sensin" dedi. İşte birbirini kınamanın manası budur.[46]
31. "Rabbimiz
bizi bağışlamazsa mahvolduk, vay halimize. Fakirlere haklarını vermemek ve
Allah'a tevvekkül etmemekle âsî ve azgınlar olduk"
dediler. Râzî şöyle der: Bu, onların, suçlarını büyük
gördüklerini gösterir.[47]
32. Umulur ki
Allah tevbelerimizi ve hatalarımızı itiraf etmemiz
sebebiyle bize ondan daha iyisini verir. Biz, Rabbimizin affını umuyor ve onun
lütuf ve ihsanını istiyoruz. Yüce Allah bu kıssayı getirdi ki, cimrinin ve zekât
vermeyenin varacağı yerin helak olduğunu bize öğretsin. O, malının bir kısmını
Allah yolunda vermekten sakınır da dolayısıyla, Allah'ın gazabına uğramakla
birlikte malının tümü helak olur. Bunun içindir ki Yüce Allah, bu kıssanın
ardından şöyle buyurdu: [48]
33. Bahçe
sahiplerinin başına gelen bu azabın
benzeri Kureyş'in de başına gelir. Âhiret azabı ise dünya azabından daha büyük ve şiddetlidir.
Keşke bilip anlasalardı. İbn Abbâs şöyle der: Bu, Mekke'lilere
getirilmiş bir misaldir. Onlar Bedir savaşına çıktıkları zaman Muhammed (a.s.)'i
ve arkadaşlarını öldürmeden, orada içkiler içmeden ve ölülerinin başında
şarkıcılar tef çalmadan Mekke'ye dönmeyeceklerine yemin ettiler. Allah,
düşündüklerinin aksini meydana getirdi. Kendileri öldürüldü, esir edildi ve
bahçenin meyvelerini toplamaya azmederek çıkıp hüsrana uğrayan bahçe sahipleri
gibi hezimete uğradılar.[49]
Yüce Allah, Mekke kâfirlerinin
durumunu anlattıktan sonra takva sahibi mü'minlerin
durumunu anlatarak şöyle buyurdu: [50]
34. Takva
sahipleri için âhirette bağlar ve bahçeler vardır.
Orada halis ve saf nimetten başka bir şey yoktur. Dünyada olduğu gibi o nimetin
tadını kaçırıp bulandıracak herhangi bir şey yoktur. [51]
35. Bu, inkâr
ve kınama ifade eden bir sorudur. Yani, itaat eden ile isyan edeni, güzel iş
yapan ile suçluyu bir mi tutacağız?! [52]
36. Size ne
oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz? Bu, onların durumuna hayret edildiğini
gösterir. Şöyle ki, onlar itaat eden ile isyan edeni, mü'min ile kâfiri bir tutuyorlar. Bu tür bir şeyi akıllı bir
kimse yapmaz. [53]
37. Yanınızda
gökten inmiş bir kitap var da onu mu okuyup inceliyorsunuz? [54]
38. Bu cümle,
fiilinin mefûlüdür. Yani, o kitapta, istediğiniz ve arzu ettiğiniz şeylerin
sizin için var olduğunu mu okuyorsunuz? Bu, müşriklerin iddia ettiği bâtıl
şeyler hususunda onlar için başka bir kınamadır. Zira onlar şöyle demişlerdi:
Eğer öldükten sonra dirilme ve ceza varsa, bize dünyada verildiği gibi, orada
da, mü'minlere verilenlerden daha iyi şeyler
verilecektir. Taberî şöyle der: Bu, söyledikleri
bâtıl sözlerde ve temenni ettikleri boş kuruntu da o kavim için bir kınama ve
azarlamadır.[55]
39. Yoksa sizin
için, tarafımızdan verilmiş kuvvetli ve kıyamet gününe kadar geçerli sözler ve
ahitler mi var? Bu, sorunun cevabıdır.
Yani, isteyeceğiniz ve hükmedeceğiniz şeylerin sizin için var olduğuna dâir
verilmiş bir söz mü var? İbn Kesîr şöyle der: Yani,
istediğiniz ve arzu ettiğiniz şeylerin sizin için meydana geleceğine dâir size
verilmiş sağlam söz ve ahitler mi var?[56]
40. Ey
Muhammedi O ki birlenen tere sor iddia ettikleri bu şeye hangisi kefildir,
hangisi garanti verebilir? Burada kâfirlerle bir tür alay vardır. Çünkü onlar,
mantığın reddettiği ve adaletin kabul etmediği, akıl dışı şeylerle
hükmediyorlar. [57]
41. Yoksa
onların, bu hususta kendilerine kefil olan ortakları ve sahipleri mi var?
İddialarında doğru iseler onları getirsinler. İbn
Cüzeyy şöyle der: Bu, kâfirlerin âciz olduklarını
ifade eder. Yani, bir şey yapabilecek ortaklarınız varsa, onları getirin de
hallerini bir görelim.[58]
Yüce Allah, kâfirlerin iddialarını
boşa çıkardıktan ve beyinsiz olduklarını bildirdikten sonra, şöyle buyurarak
âhiret sıkıntı ve belalarım açıkladı: [59]
42. Ey
Muhammedi Kavmine o çetin günü hatırlat. O gün, son derece şiddetli ve sıkıntılı
şeyler ortaya çıkar. İbn Abbâs şöyle der: O, sıkıntı ve şiddet günü olan kıyamet
günüdür.[60]
Kurtubî şöyle der: Bu ifadenin aslı şudur: Ciddî olmak
ihtiyacında olduğu bir durumla karşılaşan kimse, paçaları sıvar. Burada, paça ve
paçaların sıvanması "sıkıntı" ye-rinde müstear olarak kullanılmıştır.[61] Nitekim şâir şöyle der:
Savaş şiddetlendi, işi sağlam
tutun. Savaşınız ciddileşti, siz de ciddî
olunuz.
Kâfirler, Alemlerin Rabbine secde etmeye
çağrılırlar, fakat bunu yapamazlar. Çünkü
sırtları tek bir saç haline gelir. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Her inanan erkek ve kadın Allah'a secde eder.
Dünyada riya yaparak ve işitsinler diye secde edenler, kalır. Onlar da secde
etmeye çalışırlar, fakat sırtları tek bir saç haline gelir.[62]
43. Gözleri
zelil ve alçalmış haldedir, onları kaldıramazlar. Kendilerini de zillet ve
horluk kuşatıp bürür. Oysa onlar, dünyada bedenleri sıhhat ve afiyet içinde iken
secdeye davet ediliyorlardı da, secde etmiyorlardı. Fahreddin Râzî şöyle der: Onlar
kulluk için ve mükellefiyetten dolayı secdeye çağrılmazlar. Fakat dünyada secde
etmedikleri için, kınamak ve azarlamak maksa-dıyle secdeye çağrılırlar. Sonra Allah onların secde etme
güçlerini ellerinden alır, secde etmelerine imkân vermez. Neticede, elleri ve
ayakları tutarken secdeye çağrıldıklarında yapmadıklarından dolayı hasret ve
pişmanlıkları artar.[63]
44. Ey
Muhammedi Beni ve bu Kur'ân'ı yalanlayanları bırak
da, onların kötülüğüne karşı sana yeteyim ve onlardan senin intikamını alayım.
İşte bu, en büyük tehdittir. Nimet verip derece derece
helak ve yok olmaya götürme usulüyle, onları
hiç farkına varmadan yakalayacağız. Hasan
Basrî şöyle der: Nice kimseler vardır ki, kendisine
yapılan övgülere aldanmıştır. Nice kimseler de vardır ki, suçunun örtülmesine
aldanmıştır.[64]
Râzî de şöyle der: İstidrâc,
birini, derece derece, kurtuluşu olmayan bir yere
düşünceye kadar indirmektir. Suçlular günah işledikçe Allah onlara yeni bir
nimet verir ve onlara, af istemelerini unutturur. İstidrâc, onlara nimet verme yoluyla meydana gelir. Çünkü
onlar bunu, Allanın kendilerini mü'minlere üstün
kılması şeklinde bir zanna kapılırlar. Oysa gerçekte bu, helaklerinin
sebebidir.[65]
45. Günahları
artsın diye, onlara mühlet verip ömürlerini uzatırım. Şüphesiz, Benini kâfirlerden intikamım şiddetli ve çetin
olacaktır. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Allah zalime mühlet verir. Neticede onu
yakaladı mı bir daha bırakmaz. Sonra Rasulullah
(s.a.v) şu mealdeki âyeti okudu: "Rabbin, haksızlık eden memleketleri
yakaladığında. O'nun yakalayışı işte böyledir. Çünkü O'nıın yakalaması pek elem verici, pek çetindir"[66]
Yüce Allah, ihsanda bulunmasına, tuzak şeklinde olduğu için istidrâc adını verdiği gibi, ona "tuzak" adını da verdi.
Onlara verilen rızık bolluğu, uzun ömür, beden
sağlığı, görünüşte bir ihsan, gerçekte bir bela ve musibettir. Çünkü maksat,
bununla onları cezalandırmak ve azap etmektir.
[67]
46. Ey
Muhammedi Peygamberlik görevini tebliğe karşılık onlardan mali bir yükümlülük
altına girmelerini istiyorsun da, onlar, mallarını harcamak suretiyle
girdikleri bu ağır borçlanmadan dolayı mı imandan yüzçeviriyorlar? Bundan maksat, iman etmedikleri için
onları kınamaktır. Çünkü Peygamber, onlardan herhangi bir ücret istemez. Hâzin
şöyle der: Sen onlardan herhangi bir ücret istiyorsun da, bu mâlî yükümlülükler
onlara ağır gelip onları imandan alı mı koyuyor?[68]
47. İçinde
gayba ait bilgiler bulunan Levh-i Mahfuz, onların yanında mı da, onlar kendilerinin
mü'mini erden daha iyi olduğunu buradan naklediyorlar?
Bunun için mi inkâr ve taşkınlıkta ısrar ediyorlar? Bu inkâr ve kınama yollu bir
sorudur. [69]
48. Ey
Muhammed! Eziyetlerine sabret ve sana emrolunan,
Rabbinin emirlerini tebliğ görevine devam et. Sızlanma ve acele etme hususunda
Yûnus b. Mettâ (a.s) gibi olma. Yûnus (a.s.), kavmi
iman etmediği için kızıp onları bırakmış ve denize açılmıştı. Sonra balık onu
yutmuş ve basma gelenler gelmişti. Hani o,
balığın karnında keder ve öfke dolu bir
halde Rabbine şöyle dua etmişti: "Senden başka hiçbir İlah yoktur. Seni tenzih
ederim. Gerçekten ben zâlimlerden oldum'[70]
49. Allah'ın
rahmeti ona yetişmemiş olsaydı, o,
yaptığından dolayı kınanmış olarak, dağsız ve ağaçsız geniş bir boşluğa
atılacaktı. Fakat Allah tevbe etmeye muvaffak kılarak
ona lütuf ta bulundu da kınanmış olarak kalmadı.[71]
50. Rabbi onu
seçip kendine tercih etti ve yakınlarından kıldı. İbn
Abbâs der ki: Allah tekrar ona vahyetti ve kavmi hakkında onu şefaatçi kıldı.[72]
51. Ey
Muhammed! Kâfirler sana olan şiddetli düşmanlıklarından dolayı, neredeyse
gözleriyle seni devirip helak edecekler. Bu, Arapların, Bana övle bn batktı ki, neredeyse beni yıkacaktı" sözündendir. İbn Kesîr şöyle der: Bu âyette nazarın, ve tesirinin,
Allah'ın izniyle hak olduğuna delil vardır. "Kaderin önüne geçecek bir şey olsaydı, onu göz geçerdi"[73]
hadisi de bunu destekler, Onlar, Kur'ân okuduğunu
işittiklerinde böyle yapar, kin ve kıskançlıklarının şiddetinden, "Muhammed bir
delidir" derler. Yüce Allah onlara cevap olarak şöyle buyurur: [74]
52. Bu mucize
Kur'ân, insanlar ve cinler için bir öğüt ve nasihattan başka bir şey değildir. O halde, kendisine Kur'ân inen kimseye nasıl "deli" denilir.
Yüce Allah sûreye Peygamberimizin
(s.a.v.) yüceliğini anlatarak başladığı gibi, Kur'ân'm yüceliğini anlatarak, bitirdi ki, bidayet ile
nihayet, en parlak bir açıklama ve en güzel bir sona ermede birbirlerine uygun
düşsün. [75]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz;
1. İkinci
harfin farklılığından dolayı, ve kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs
vardır.
2. "Hanginizde
delilik olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da görecek." Âyetinde tehdit
vardır. Korkutma için, mefûl zikredilmemiştir.
3. Kelimeleri
mübalağa sıygalarıdır. ve kelimeleri de böyledir.
4. "Hortum
üzerine damga vuracağız" âyetinde parlak bir istiare vardır. Yüce Allah,
"burun" için, müsteâr olarak "hortum" kelimesini kullandı. Hortum aslında filde
olur. insanın burnu için müsteâr olarak kullanılması, onu eşsiz bir sanat
yapar. Çünkü maksat o insanı küçümsemek ve hafife almaktır.
5. arasında
tıbâk sanatı vardır. Bu, güzelleştirici edebî
sanatlardandır.
6. arasında
cinâs-i iştikak vardır.
7. "Size ne
oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz?! Yoksa bir kitabınız var da, onu mu
okuyorsunuz?" âyet-leriyle bunlardan sonra gelen
cümlelerde kınama ve azarlama vardır.
8.
"Müslümanları kâfirler gibi mi tutacağız?" âyetinde teşbîh-i maklûb vardır. Müşebbehün bih müşebbeh, müşebbeh de müşebbehün bih yapılmıştır. Çünkü aslı şöyledir: " Sevap ve mükâfatta,
kâfirleri müslümanlar gibi mi yapacağız?" Daha beliğ
ve parlak olması için, teşbih ters çevrilmiştir.
9. "O gün bacak
açılır" cümlesinde parlak ve üstün bir kinaye vardır. Kıyamet gününde büyük
olayların meydana gelmesinden ve şiddetin artmasından kinayedir.
10.
âyetlerinde, dizilmiş inci gibi sağlam bir sec'i
murassa vardır. Kur'ân'ın bu âyetlerim bir oku. Bu
âyetlerin parlaklığını düşün.
Yüce Allah'ın yardımiyle "Kalem Sûresi"nin tefsiri bitti. [76]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/11-12.
[2] Duhân sûresi,
44/47
[3] Sıhah, maddesi
[4] Kurtubî, 18/234
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/17.
[6] Hurûf-u mukattaa hakkında, Bakara sûresinin başı bkz.
[7] Alak suresi,
96/4-5
[8] Muhtasar-ı İbn Kesir,
3/532
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/17-18.
[9] Hıcr suresi, 15/6
[10] Bahr 8/307. Ebu Hayyan şöyle der: Bu ayet,
peygamberlik iddiasının doğruluğuna kat’i delil
gibidir. Çünkü ona verilen üstün fesehat, akıl, iyiy davranış ve bu ithamı yalanlayan hr türlü iyi sıfatları taşıması gibi özellikler onda açıkça
görünmektedir.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/18.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/18.
[12] Buhari ve Müslim, Enes (r. a.)
‘ten şu rivayeti yapmışlardır:Rasullah (a. s.)’a10
sene hizmet ettim. Bana asla of demedi. Yaptığım herhangi bir şey için, onu
niçin yaptın demedi. Yapmadığım bir şey için de, onu yapsaydın ya demedi. İnsanların ahlak bakımından en güzeli idi. Rasullah (s. a.)’ in avucundan daha yumuşak ne bir yün, ne
bir ipek ne de başka bir şeye dokunmadım. Rasullah (s.
a.)’in terinden daha hoş bir misk ve ya koku
koklamadım. (Buhari, Menakıb
23; Müslim. Fedail, 43/52.) Buhari’de Aişeden şöyle bir
rivayet vardır: Aişe’ye (r. anha) Rasullah (s.a v.)’in ahlakı
sorulduğunda Onun ahlakı Kur’an’dır yani, onun edebi
ile edeplenmektir diye cevap verdi. (Buhari)
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/18-19.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/19.
[15] Kurtubî, 18/229
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/19.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/19.
[17] Tefsîr-i kebîr, 30/83
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/19.
[18] Tcshîl,
4/138
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/19.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/19.
[20] Müslim…
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/19-20.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/20.
[22] Bkn, Svi Haşiyesi, 4/233
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/20.
[23] Taberi ve İbn Kesir ayetin daha sonraki ayetle ilgili olduğunu
gösteren bu manayı tercih etmişlerdir. Yani Velid mal
ve evlat sahibi olduğu için bunlarla kibirleniyor ve Kur’an’ın hurafe ve batıl olduğunu söylüyordu.Diğerleri ise
ayein daha önceki kısımla alakalı olduğunu tercih
etmişlerdir. Yan malı ve evladı çok diye ona itaat etme
demektir.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/20.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/20.
[26] Taberî, 29/18
[27] Tefsir-i kebîr, 30/86
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/20-21.
[29] Tefsîr-i kebîr, 30/87; Bahr,
8/311
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/21-22.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/22.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/22.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/22.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/22.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/22.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/22.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/22.
[38] Taberi der ki: BU görüşlerin
en ıugun ve doğrusu şu manayı veren kimsenin
görüşüdür: Azmettikler hazırladıkları ve aralarında gizlice karar verdikleri bir
şekilde o işe kadir olarak gittiler. İbn Abbas’ın görüşünden dolayı tercih edilen budur. Bizim tercih
ettiğimiz mana da budur.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/22.
[40] Bahr,
8/31
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/22.
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/22.
[42] Tefsîr-i kebîr, 30/90
[43] Tefsîr-i kebîr, 30/90
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/22-23.
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/23.
[46] Tefsîr-i kebîr, 30/91
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/23.
[47] Tefsîr-i kebîr, 30/91
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/23.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/23.
[49] Kurtubî, 18/246
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/23-24.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/24.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/24.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/24.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/24.
[55] Taberî,
29/23
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/24.
[56] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/537
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/24.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/24.
[58] Teshîl, 4/140
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/24-25.
[60] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/538
[61] Kurtubî, 18/249
[62] Buhârî, Tefsîr-i sûre 68;
Tevhîd, 34; İbn Hanbel; m, 17
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/25.
[63] Tefsîr-i kebîr, 30/96
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/25.
[64] Kurtubî, 18/251
[65] Tefsîr-i Kebîr, 30/9(5
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/25-26.
[66] Hûd sûresi, 11/102; Buhârî, Tefsîr 11/5, Müslim, birr,
62.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/26.
[68] Hâzin, 4/140
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/26.
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/26.
[70] Enbiya sûresi, 21/87
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/26-27.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/27.
[72] Tefsîr-i Kebîr, 30/99
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/27.
[73] Ahmed b. Hanbel, Müsned 6/438; Müslim,
Selâm 42, Tîrmizî, Tibb,
17,19.
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/27.
[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/27.
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/27-28.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder