ZUHRUF SÛRESİ
. 16
ZUHRUF SÛRESİ
Mekke'de inmiştir. 89
âyettir.
Takdim
Zuhruf Sûresi Mekke'de inmiştir.
Burada inen diğer sûreler gibi, İslamî inanç ve iman esaslarını, yani Allah'ın
birliğine, peygamberliğe. Öldükten sonra dirilme ve hesaba inanmayı ele
alır.
Bu sûre, vahyin kaynağını ve bu
Kur'an'ın doğruluğunu isbat için deliller arzeder. O Kur'an'ı Yüce Allah, Ümmî
Peygambere (s.a.v.), en açık bir dil ve en parlak bir ifade ile indirdi ki, O
Arap Peygamber (s.a.v.) için apaçık bir mucize olsun.
Sonra bu sûre, Yüce Allah'ın, bu
geniş kâinata dağılmış, kudretinin ve birliğinin delillerini anlatır. Bu
deliller gökte, yerde, dağlarda, çukurlarda, denizlerde, nehirlerde, gökten inen
yağmurda, su üzerinde yürüyen gemilerde ve etlerini yemeleri ve sırtlarına
binmeleri için, Allah'ın insanların emrine verdiği hayvanlarda
mevcuttur.
Bu mübarek sûre, Cahiliyye
toplumunun yaşadığı hurafe ve putperestlikleri anlatır. Cahiliyye toplumu kız
çocuklarından hoşlanmazlar, buna rağmen cehaletleri ve beyinsizliklerinden
dolayı Allah için kızları tercih ederler ve meleklerin, Allah'ın kızları
olduklarını iddia ederlerdi. Do-Iayısıyle bu âyetler, o sapmaları düzeltmek,
ruhları ilk yaratılışlarına ve önceki kesin hakikatlere döndürmek için
gelmiştir.
Bu sûre, özet olarak İbrahim'in
(a.s.) davetini anlatır. Müşrikler kendilerinin onun soyundan geldiğini ve onun
dini üzere olduklarım iddia ediyorlardı. Sûre, bu iddialarında onların yalancı
olduğunu gösterdi. Âyeti kerimeler, ibrahim'in (a.s.). putlardan uzak duran ilk
kişi olduğunu açıkladı.
Daha sonra sûre, müşriklerin, Hz.
Muhammed (s.a.v.)'iıı peygamberliği etrafında yaydıkları bozuk şüphenin yanlış
olduğunu açıklamaya başladı. Müşriklere, peygamberliğin, Hz. Muhammed (s.a.v.)
gibi fakir bir yetime değil de makam ve servet sahibi bir adama inmesini
istediler. Bunun üzerine âyet-i kerîmelere, makam ve servetin, insanın değeri
ve yüksek makam ve mevkilere hak kazanması için bir ölçü olmadığını, dünyanın
hakir ve değersiz olduğunu açıklamak için geldi. Öyle ki, Allah dileseydi,
dünyayı kâfirlere bol bol verir, mü'min kullarına
vermezdi.
Bu sûre, az önce anlatılan o
hakikati pekiştirmek için Mûsâ (a.s.) ile Firavun kıssasını anlatır. İşte, Kureyş reislerinin câhilleri Peygamber (s.a.v.)'e karşı üstünlük
tasladıkları gibi, Zorba Firavun da, mülkü ve saltanatıyla Hz. Musa'ya (a.s.)
karşı üstünlük taslayıp övünüyor, akıbeti boğulmak ve helak
oluyor.
Bu mübarek sûre, âhiretin bazı
hallerini, sıkıntı ve şiddetlerini, cehennem sıkıntıları içinde halden hale
geçen suçlu bedbahtların durumlarım açıklayarak sona erer. [1]
İsmi
Bu sûrede, dünyanın geçici malı ve
aldatıcı parlaklığı, çok güzel bir şekli olan, insanların çoğunun aldandığı
parlak yaldıza benzetildiği için, buna yaldız mânâsına gelen "Zuhruf" sûresi adı
verilmiştir. Halbuki dünya malının, Allah katında, bir sinek kanadı kadar değeri
yoktur. Onun içindir ki, Yüce Allah dünya malını iyilere de verir, kötülere de
verir. Onu iyiler de elde eder, kötüler de. Âhirete gelince, Yüce Allah onu
sadece takva sahîbi kullarına verir. Dünya, geçici kalma yurdudur. Âhirel ise,
ebedî yaşama yurdudur. [2]
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Hâ,
mîm.
2. Apaçık
Kitâb'a andolsun ki,
3. Biz, düşünüp
anlamanız için onu Arapça bir Kur'an yaptık.
4. O, katımızda
bulunan ana kitap'ta mevcûd ve hikmetle dolu yüce bir
Kîtab'dır.
5. Siz, haddi
aşan kimseler oldunuz diye, sizi u-yarmaktan vaz mı
geçelim?!
6. Daha önce
gelen milletlere, nice peygamberler göndermiştik.
7. Onlar,
kendilerine gelen her peygamberi mutlaka alaya alırlardı.
8. Biz de
bunlardan kuvvetçe daha güçlü olanları helak ettik. Öncekilerin örneği de
geçmiştir.
9. Andolsun ki
onlara "Gökleri ve yeri kim yarattı?"
diye sorsan; "Onları şüphesiz
güçlü olan her şeyi bilen Allah yarattı" derler.
10. O, size
yeri beşik kılmış ve doğru gidesiniz diye yeryüzünde size yollar
vâretmiştir.
11. Gökten bir
ölçü ile suyu indiren O'dur. Biz onunla kupkuru, ölü memlekete hayat veririz.
İşte siz de böylece çıkarılacaksınız.
12. 13. Bütün
çiftleri yaratan da O'dur. Ve size bineceğiniz gemiler ve hayvanlar vâretmiştir
ki, böylece onların sırtına binip üzerlerine yerleşince, Rabbinizin nİ'metini
anarak: "Bunu bizim hizmetimize vereni tes-bîh ve takdis ederiz, yoksa biz
bunlara güç yetiremezdik" diyesiniz.
14. "Biz
şüphesiz Rabbimize döneceğiz"
15. Ama onlar,
kullarından bir kısmını, O'nun bir parçası saydılar. Gerçekten insan apaçık bir
nankördür.
16. Yoksa
Allah, yarattıklarından kızları kendisine aldı da oğulları size mi
ayırdı?!
17. Onlardan
biri, Rahmân'a isnat ettiği kız çocuğuyla müjdelenince, hiddetlenerek yüzü
simsiyah kesilir.
18. Süs İçinde
yetiştirilip, mücadele de delilini gösteremeyeni mi
istemiyorlar?
19. Onlar,
Rahmân'ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Acaba meleklerin
yaratılışlarını mı görmüşler? Onların bu şahitlikleri yazılacak ve sorguya
çekileceklerdir.
20. Ve dediler
ki: "Rahman dileseydi biz onlara tapmazdık."
Onların bu hususta bir bilgileri yoktur. Onlar sâdece yalan
söylüyorlar.
21. Yoksa
bundan önce onlara bir kitap verdik de ona mı tu
tünüyorlar?
22. Hayır!
Sâdece, "Biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izinde
gidiyoruz" dediler.
23. Senden Önce
de hangi memlekete uyarıcı gön-dermişsek, mutlaka oranın varlıklıları "Biz
babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlenme uyarız"
derlerdi.
24. Ben size,
babalarınızı üzerinde bulduğunuz (din)den daha doğrusunu getirmişsem" deyince,
dediler kî: "Doğrusu biz sizin gönderildiğiniz şeyi inkâr
ediyoruz."
25. Biz de
onlardan intikam aldık. Bak, yalanlayanların sonu nasıl
oldu?
Kelimelerin İzahı
Safh, yüzçevirmek demektir. Bir
kimse bir şeyden yüzçevirip onu bıraktığında, der.
Batış; kuvvet ve intikam demektir.
Bir kimse birini şiddet ve zor kullanarak yakaladığında denir.
Mehd; yatak, yaygı demektir.
Dirilttik. Öldükten sonra
diriltmek demektir.
Yerleşirsiniz, binersiniz.
Mukrinîn, güç yetirebilenler.
Kezîm; gam ve öfke dolu.
Yalan söylüyorlar.
Ümmet, din ve mezheb
demektir.
Mütrefûhâ, varlıklı olanları
demektir. Şehevî arzularına dşlan, nimet içinde yaşayan demektir. [3]
Âyetlerin Tefsiri
1. Hâ, Mîm. Bu
harfler (hurûfu mukattaa), Kur'an1 m mucize olduğuna dikkat çekmek içindir.[4]
2. Bu, Allah'ın
yaptığı bir yemindir. Yani, apaçık, doğru yolu sapık yoldan ayıran ve insanlığa,
muhtaç olduğu şer'î hüküm ve delilleri açıklayan bu Kur'an'a yemin ederim. [5]
3. Bu, üzerine
yemin edilen şeydir. Yani, onu Arap diliyle, son derece belagat ve fesâhata
sahip, olarak sağlam bir üslûp ve muciz bir ifade ile indirdik. Ki, onun
hükümlerini anlayışını/.. mânâlarını
düşünesiniz ve sağlam
üslûbunun beşer gücünün üstünde olduğunu idrak edesiniz.
Beyzâvî şöyle der: Yüce Allah Kur'an ile. onu Arapça bir Kur'an kıldığına yemin
etti. Yemin ile, üzerine yemin edilen şeyin uygunluğundan dolayı, bu çok güzel
edebî sanatlardandır. Kendisiyle yemin edilecek Kur'an'dan daha üstün bir şey
olmadığına dikkat çekmek için onunla yemin etmiştir. Bu, Kur'an'm, en belîğ ve
en ince bir şekilde şeref ve üstünlüğünü gösterir.[6]
4. Kur'an,
katımızda Levh-i Mahfûz'da bulunmaktadır. Kadri yüce, şanı büyüktür. Son derece
hikmetli ve üstün bir mevkiye sahiptir. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah, yer
yüzündekiler Kur'an'a saygı göstersinler diye, onun, yüce toplum içindeki
şerefini'açıkladı. Yani, kuşkusuz Kur'an, Levh-i Mahfûz'da katımızda, büyük bir
makam, şeref ve üstünlüğe sahiptir.[7]
5. Bu, bir
istifhâm-ı inkârîdir. Yani, sizden yüz çevirip te uyarmaktan vaz mı geçelim?
Sizi hayvan yerine koyup, Kur'an'la size öğüt vermeyelim mi? Siz yalanlama ve
isyanda ileri gidiyorsunuz diye böyle mi yapalım. Hayır, aksine biz, hak yola
dönünceye kadar Kur'an'la size öğüt verip hatırlatma yapacağız. Katâde şöyle
der: İlk muhataplar Kur'an'ı reddettiklerinde, bu Kur'an kaldırılsaydı mutlaka
helak olurlardı. Fakat Allah, rahmetiyle Kur'an'ı onlara tekrar tekrar indirdi
ve yirmi sene onları hak yola çağırdı.[8]
İbn Kesîr de şöyle der: Katâde'nin sözü, cidden çok ince manalıdır. Onun
sözünden anlaşılan şudur: Yüce Allah, mahlûkâtına acıdığı ve onlara lütfettiği
için, her ne kadar haddi aşanlar ve Kur'an'dan yüzçevirenler olsalar da, onları
iyiliğe ve hikmet dolu Kur'an'a çağırmayı bırakmaz. Bilakis bunu emreder ki,
hidayetini takdir ettiği kimse onunla hidayet bulsun, bedbahtlığına hükmettiği
kimseye karşı da delil getirilmiş olsun.[9]
6. Geçmiş
milletlere ne kadar çok peygamber gönderdik. Bu âyet, peygamber (s.a.v.)'i
teselli etmek için inmiştir.[10]
7. Onlara bir
peygamber geldiğinde, onunla alay ettiler ve dalga geçtiler. Sâvî şöyle der: Bu,
Peygamber (a.s.)'i teselli etmek içindir. Yani, ey Peygamber! Teselli ol,
üzülme. Çünkü, senin başına gelenler, senden önceki peygamberlerin başına da
gelmiştir.[11]
8. Biz bir
kavmi helak ettik ki, onlar Mekke kâfirlerinden daha kuvvetli, daha azgın ve
daha taşkın idiler, Kur'-an'da onların yok ediliş haberleri daha önce anlatıldı
ki, onlardan sonra gelen yalanlayıcılar için bir ibret ve bir öğüt olsunlar.
Fahreddin Râzî şöyle der: Mekke kâfirleri, yalanlama ve inkâr etme hususunda,
kendilerinden öncekilerin tuttuğu yolu tuttular. Bu yüzden, onların başına
gelenlerin bir benzerinin kendi başlarına da gelmesinden sakınsınlar. Bunlar
için onları misal olarak getirdik.[12]
9. Ey
Peygamber! O müşriklere, ökleri ve yeri bu eşsiz şekilde kim yarattı? diye
sorsan, " Mutlaka onları tek ve mülkünde azîz olan, yarattıklarım bilen Allah
yarattı" derler. Kurtubî şöyle der; Allah'ın yaratmasını ve vücuda getirmesini
ikrar ettiler. Sonra da cehalet ve beyinsizlikleri yüzünden, onunla birlikte
başkasına ibadet ettiler.[13]
Bundan sonra Yüce Allah onlara
kudret ve hikmetinin sonsuzluğunu gösteren yüce sıfatlarını anlatmak üzere şöyle
buyurdu: [14]
10. O yeryüzünü
sizin için yayan ve yatak haline getirendir. Onun üzerinde yerleşir, çalışır ve
uyursunuz. Sizin için yeryüzünde, yolculuğunuz sırasında gideceğiniz yollar
yarattı. hikmet sahibi yaratıcı ve bu harikulade nizamı yerleştirenin gücünü
anlayasımz. [15]
11. Gökten
yağmuru, belirli bir ölçüde, ihtiyaca göre ve yetecek kadar indiren O'dur.
Beyzavî şöyle der: Fayda verecek ve zarar vermeyecek kadar indiren O'dur.[16] Biz o suyla, ölmüş ve bitkisiz kalmış toprağı
diriltiriz. " Ölmüş yerden bitkileri çıkardığımız gibi aynı şekilde sizi de
kabirlerinizden çıkaracağız. [17]
12. Hayvan,
bitki ve diğer bütün türleri yaratan O'dur. İbn Abbas şöyle der: tan maksat;
tatlı, ekşi, beyaz, siyah, erkek ve dişi gibi bütün sınıf ve türlerdir.[18]
Sizin için, yolculuklarınız sırasında
bineceğiniz denizlerde gemileri, karalarda da develeri yaratan O'dur. İbn Kesîr
şöyle der: Yani, etlerini yemeniz ve sırtlarına binmeniz için onları zelil
kılan, emrinize veren ve istifadenizi kolaylaştıran O'dur.[19]
13. İster gemi
olsun, ister deve olsun bu bineklerin üzerine yerleşmeniz için, Sonra da,
üzerlerine yerleştiğinizde, Rabbinizin size verdiği yüce nimeti hatırlayıp
kalplerinizle O'na şükredesiniz diye yarattı. Bir de, bindiğinizde dillerinizle:
"Bu binekleri zelil kılıp onlara binmeyi bizim için kolaylaştıran Yüce Allah'ı
noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Eğer bunları bizim emrimize vermemiş olsaydı,
biz ne onlara güç yetirebilir, ne de binebilirdik" demeniz için onları sizin
emrinize verdi. [20]
14. Biz
Öldükten sonra sadece Rabbimize dönecek ve ona varacağız. Şeyhzâde şöyle der:
Burada nimeti hatırlamaktan maksat, onu zihinde tasavvur etmek ve hatıra
getirmek değildir. Bilakis maksat, o nimetin, her şeye gücü yeten, her şeyi
bilen hikmet sahibi Yüce Allah'ın tedbiriyle meydana gelmiş bir nimet olduğunu
ve kendisine itaati ve şükrü gerektirdiğini hatırlamaktır. Çünkü, kim, insanın
bindiği gemi veya hayvanların, insandan daha cüsseli ve daha kuvvetli olduğunu,
bununla birlikte onun, üzerine binen insanın istediği tarafa çevirebileceği
şekilde, emrine verilmiş olduğunu düşünürse; yine denizin ve rüzgarın
yaratılışını ve onlardaki heybet ve korkulu hallere rağmen, her ikisinin de
insanın emrine verilmiş bulunduğunu düşünürse, o zaman, Allah'ın büyüklük ve
yüceliğinin, engin hikmet ve kudretinin idraki içinde vecde gelir. Bu vecd onu,
Allah'ın büyüklüğü karşısında hayretle
şöyle demeye sevkeder: " Onu, bizim hizmetimize vereni teşbih ve takdis ederiz.
Yoksa biz bunlara güç yetiremezdik...[21]
Yüce Allah, müşriklerin, göklerin ve
yerin yaratıcısının Allah olduğunu itiraf ettiklerini anlattıktan sonra,
ardından Allah'tan başkasına ibadet etmeleri hususundaki cehalet ve
beyinsizliklerini gösteren delilleri anlattı:
[22]
15. Müşrikler,
"Melekler Allah'ın kızlarıdır" diyerek ona çocuk isnat ettiler. Kuşkusuz bu
inançta olan insan, aşırı kâfir olmuş, büyük bir inkâr ve taşkınlıkta
bulunmuştur. Beyzâvî şöyle der: Böyle diyen insan apaçık kâfirdir. Çünkü Allah'a
çocuk nisbet et-mek, onu hiç tanımamak ve şanım küçük görmekten ileri
gelmektedir.[23]
16. Bu, inkâr
ve onların hallerine şaşmayı ifade eden bir sorudur. Yani, Yüce Allah kendine
kızlar edindi de, sizin için oğulları mı tercih ve tahsis etti? İbn Kesir şöyle
der: Bu, onları, aşırı derecede kınamak demektir.[24]
Bundan sonra Yüce Allah, bu
kınamanın devamını anlatmak üzere şöyle buyurdu: [25]
17.
Müşriklerden birine, "Allah kızlar edindi" diyerek Allah'a nisbet ettiği kız
müjdesi verildiğinde, üzüntü ve kederden
yüzü sanki simsiyah olur. Müjdelendiği şeyin kötülüğünden dolayı, öfke ve
kederle doJu olur. Fahreddin Râzî şöyle der: Bu âyetten maksat, akıllarının
azlığına ve fikirlerinin zayıflığına dikkat çekmektir. Çünkü durumu bu derece
düşük olan bir varlığı, aklı olanın Allah'a isnat etmesi nasıl caiz olur? Bir
Araptan rivayet olunmuştur ki, karısı bir kız doğurduğunda o, kadının bulunduğu
evi terketmiştir.[26]
18. Allah'a,
zinet içersinde beslenip büyütülenleri, yani kızları, mı isnat ediyorlar?
Halbuki o, zayıf görüşlü olduğu için, mücadele ederken delilini ortaya
çıkaramaz. İşte böyle olan varlık, Yüce Allah'a isnat edilir mi? İbn Cüzeyy
şöyle der: Bundan maksat, "Melekler Allah'ın kızlarıdır" diyenleri reddetmektir.
Yüce Allah sanki söyle buyurmuştur: Süs içersinde büyütüleni yani zineti
kullanarak büyüyüp gelişeni, Allah'a mı isnat ediyorsunuz? Bu, noksanlık
sıfatıdır. Yüce Allah, bunun ardından başka bir noksanlık sıfatını anlattı:
"Kız, aklı eksik olduğu için, tartıştığı ve konuştuğu zaman delilini
açıklayamaz. Konuşurken sözü bozmayan, mânâyı karıştırmayan çok az kadın
bulursun. Bu noksanlıkları taşıyan bir varlık, Allah'a nasıl nisbet edilir?"[27]
İbn Kesîr şöyle der: Kadın, şekil ve
mânâda eksiktir. Dış görünüşü ve şekilde bulunan eksiklik, süslenmek suretiyle
tamamlanır ki, ondaki eksiklik giderilsin. Nitekim bir şâir şöyle
der:
Süslenmek, eksikliği gideren bir
zinnettir. Güzellik eksik olduğunda, süslenmek onu
tamamlar.
Kadının mânâdaki eksikliğine
gelince, o, zayıftır ve intikam almaktan âcizdir. Nitekim, kendisine, "Kızın
oldu" diye müjde verilen bir Arap şöyle demiştir: "O, iyi bir çocuk değildir.
Yardımı ağlamak, iyiliği hırsızlıktır".[28]
19. Bu,
kâfirlerin çirkin sözlerinin kapsadığı başka bir küfürdür. Yani, kâfir Araplar,
Allah'ın en mükemmel ve değerli kulları olan meleklerin dişi olduklarına
inandılar ve onlar hakkında bu hükmü verdiler. Allah melekleri yaratırken hazır
mı oldular da, onların dişi olduklarını bildiler.? Bu, onların câhil
olduklarını göstermek ve onlarla alay etmektir. Meleklere, onların yalancı
şahitliklerini amel defterlerine yazmalarını emredeceğiz. Kıyamet gününde o
şehadetlerinden sorguya çekileceklerdir. Bu, korkutucu, şiddetli bir tehdittir.
Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah, kâfir Arapların üç çirkin sözünü nakletti.
Birincisi, Allah'a çocuk isnat etmeleri. İkincisi, Allah'a oğullan değil de
kızları isnat etmeleri. Üçüncüsü ise, delilsiz ve hüccetsiz, değerli meleklerin
dişi olduklarına hükmetmeleridir. Kur'an-ı Kerîm, onların bu sözlerinde yalancı
olduklarım belirtmiştir. Bundan sonra sapıklık ve iftiraları daha da arttı ve
bunun, Allah'ın rızasıyla olduğunu iddia ettiler: [29]
20. Alay ve
eğlence yoluyla, "Allah dileseydi, biz ne o meleklere ne de o putlara tapardık.
Bizim onlara tapmamız Allah'ın dilemesiyle olunca, o buna razı demektir"
dediler. Kurtubî şöyle der: Bu onların, kendisiyle bâtıl murat edilen hak
sözleridir. Çünkü her şey Allah'ın iradesiyle
olur. Dilemek başka, razı olmak başka bir şeydir. "Dilemek"le delil getirmek doğru
olmaz. Onlar, putların yerine Allah'a tapsalardi, bilirdik ki, Allah onların
bunu yapmalarını murat etmiştir.[30]
Yüce Allah onları şu sözüyle
yalanlamıştır: Bu hususta onların hiçbir hüccet ve delili yoktur, Onlar sadece
yalan söylüyor ve Allah'a karşı yalan uydurup iftira ediyorlar. [31]
21. Bu âyet,
onlara verilmiş başka bir cevaptır. Yani, yoksa o müşriklere Kur'an'dan önce bir
kitap indirdik te, onlar o kitaba sarılıp onun yönlendirmeleriyle mi amel
ediyorlar? Fahred-din Râzî şöyle der: Yani, onlar bu bâtılı, Kur'an'dan önce
indirilmiş bir kitapta buldular da, ona mı dayanıyor ve sarılıyorlar?"[32]
22. Bu âyetteki
edatı, bir sözden başka bir söze geçmek mânâsına gelen "idrab" içindir. Yani,
onlar iddialarına aklî veya naklî bir delil getiremediler. Aksine, câhil
babalarını taklit etmekten başka dayanaklarının olmadığını itiraf ettiler.
Ebussuûd şöyle der: Âyette geçen "ümmet", din ve mezhep demektir. Ona uyulduğu
ve yönelindiği için bu isim verilmiştir.[33]
Biz, atalarımızın yolundan yürür ve
onların izlerinden giderek doğru yolu buluruz.
[34]
23. O kâfirler,
babalarına hüccetsiz ve delilsiz uydukları gibi, onların önceki yalanlayanları
da böyle yapmıştır, senden Önce, ne zaman herhangi bir ümmete bir peygamber
gönderdiysek, O toplumlarda, milletin kendilerini şımarttığı, zevk ve
eğlencelerinin, hakkı talep hususunda meşakkate katlanmalarına engel olduğu
varlıklı kimseler, "Biz atalarımızı bir din üzere bulduk. Biz onların yolundan
giderek onlara uyacağız" dediler. Beyzâvî şöyle der: Bu âyet, peygamberi teselli
etmekte ve bu gibi konuda taklidin, eski bir sapıklık olduğunu göstermektedir.
Aynı, zamanda atalarının, onlar için, nazar-ı itibâra alınacak bir senet
olmadıklarını açıklar. Refah ve kahramanlık sevgisinin, onları tefekkürden kör
taklide çevirdiğini bildirmek için, Yüce Allah (varlıklı kişiler)! özellikle
zikretti.[35]
Sanat yapmak için burada yukarıda ise
denildi. Çünkü her ikisi de aynı mânâdadır. [36]
24. Her
peygamber, kavmini Allah'ın azabına karşı uyardığında onlara şöyle dedi: Ben
size, atalarınızın mensup olduğu dinden daha doğru bir din getirsem, yine de
onlara mı uyacaksınız? Kâfirler şöyle cevap verdiler: Biz sizin gönderildiğiniz
Allah'ın birliği inancını, imanı, Öldükten sonra dirilme ve haşir gibi her şeyi
inkâr ediyoruz.[37]
25. Bunun
üzerine biz, yalanlayıcı milletlerden, çeşitli azaplarla intikam aldık.
Hallerinin ve âkibetlerinin nasıl olduğuna bir bak!! [38]
26. Bir zaman
İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: "Ben sizin taptıklarınızdan
uzağım.
27. Ben yalnız
beni Yaratan'a taparım. Ve O, beni doğru yola
iletecektir."
28. Bu sözü,
ardından geleceklere devamlı kalacak bir mîras olarak bıraktı ki insanlar
dönsünler.
29. Doğrusu
onları da, babalarını da kendilerine, hak ve onu açıklayan bir peygamber
gelinceye kadar geçindirdim.
30. Fakat
kendilerine hak gelince: "Bu bir büyüdür, biz onu tanımıyoruz"
dediler.
31. Ve dediler
ki: "Bu Kur'an iki şehirden bir büyük adama indirilse olmaz
mıydı?"
32. Rabbinin
rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayâtında onların maişetlerini
aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için bazısını bazısına
derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden
daha hayırlıdır.
33. Şayet
insanların bir tek inkarcı ümmet olması mahzuru bulunmasaydı, Rahmân'ı inkâr
edenlerin evlerinin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri gümüşten
yapardık.
34. Evlerinin
kapılarını ve üzerine yaslanacakları koltukları da (hep gümüşten
yapardık).
35. Ve onları
altın zinetlere boğardık. Bütün bunlar sâdece dünya hayâtının geçici
faydalanılan şeyidir. Âhiret ise, Rabbinin katında takva sahiplerine
mahsustur.
36. Kim
Rahmân'ın zikrini görmezlikten gelirse, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona
arkadaş yaparız.
37. Şüphesiz bu
şeytanlar onları doğru yoldan alı-koyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda
olduklarını sanırlar.
38. O şeytan
dostu kim ise en sonunda bize gelince arkadaşına: "Keşke benimle senin aranda
doğu ile batı arası kadar uzaklık
olsaydı, ne kötü
arkadaşmışsın (sen!)" der.
39.
Zulmettiğiniz için, bugün, azapta ortak olmanız size asla yarar
sağlamaz,
40. Sen mi
sağırlara işittireceksin; yahut körleri ve apaçık sapıklıkta olanları doğru yola
sen mi ileteceksin?
41. Biz seni
onlardan alıp götürsek de yine onlardan intikam alırız.
42. Yahut
onlara va'dettiğimiz azabı, sana gösteririz. Kuşkusuz bizim onlara gücümüz
yeter.
43. Sen, sana
vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen, dosdoğru
yoldasın.
44. Doğrusu
Kur'ân, sana ve kavmine bir öğüttür. İlerde ondan sorumlu
tutulacaksınız.
45. Senden önce
gönderdiğimiz elçilerimize sor! Rahman’ dan başka tapılacak tanrılar yapmış
mıyız?
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Yüce Allah, önceki âyetlerde
müşriklerin, babalarını körükörüne tak lit ettiklerini anlattıktan sonra burada
da, tevhid dinine inanan hanifleri; önderi, Arapların mensup oldukları ve
kendisiyle iftihar ettikleri Hz İbrahim'i (a.s.) ve onun, kavminden ve putlara
tapmaktan uzak oluşunu anlatti. Bunu, hidayet ile sapıklığı ve sağlam akıl
mantığı ile heva, heves v taklit mantığını mukayese etmek için yaptı. [39]
Kelimelerin İzahı
Berâ, uzak mânâsına gelen bir
mastardır. Bir kimse bir şeyi ta mamen bırakıp uzaklaştığında
der.
Akıbehû; soyu, nesli demektir. İbn
Şihâb şöyle der: Akib, çocu ve çocuğun çocuğu manasınadır.
Suhriyyen, işte çalıştırılan ve
istihdam edilen.
Meâric; asansörler, merdivenler.
Bu, kelimesinin çoğuludur. Mirâc, üzerinde insanın yukarı çıktığı basamak ve
benzeri şey demektir.
Yükselirler, yukarı
çıkarlar.
Zuhruf, altın, gümüş ve benzerlerinden yapılan
süs.
Yüz çevirir. Bu kelime aslında,
"göz zayıfladı" mânâsına söylenen sözünden alınmıştır. İmam Halil1 şöyle der:
"Zayıf bir gözle bakmak" demektir. [40]
Âyetlerin Tefsiri
26. Ey
Peygamber! Hatırla ki bir zamanlar İbrahim, müşrik kavmi ve babasına, "Ben,
sîzin Allah'ı bırakıp ta tapmış olduğunuz bu putlardan uzağım" demişti. [41]
27. Fakat, beni
yoktan yaratıp büyüten Rabbim, şüphesiz bana hak yolu gösterecek ve beni
mutluluk yoluna iletecektir. [42]
28. İbrâhîm, bu
kilemeyi, yani kelime-i tevhidi, neslinde baki kalıcı kıldı. Dolayısıyle onların
içinde Allah'ı birleyenler dâima bulunur. Onlardan şirk koşanların, imana
dönmeleri ümidiyle böyle yaptı. Mücâhid şöyle der: İbrahim, kelime-i tevhidi,
kıyamete kadar soyunda onu söyleyenlerin bulunacağı bir kelime haline getirdi.[43]
29. İbrahim'in
soyundan gelen Mekke halkını ve babalarını, Ömürlerini uzatmak ve bolca nimetler
vermek suretiyle faydalandırdım. Fakat onlar verilen mühlete aldandılar ve
kelime-i tevhîdİ bırakıp nimetlerden faydalanma ve şehevî arzularının peşinden
gitmekle meşgul oldular. Nihayet kendilerine Kur'an ve peygamberliği açık,
Allah katından parlak mucizelerle desteklenmiş bir elçi geldi. Fahreddin Râzî
şöyle der: Âyetin nazmından anlaşılan şudur: Onlar, babalarını taklide güvenip
te delili düşünmeyince kendilerine verilen mühletin uzunluğuna ve Allah'ın
onları dünya nimetleri içersinde yaşatmasına aldandılar ve haktan
yüzçevirdiler. [44]
30. Onları,
düştükleri gafletten uyarmak ve Allah'ın birliğini onlara göstermek için Kur'an
gelince, kibir ve sapıklıkları arttı da, Kur'an hakkında, "O bir sihirdir "Ve
biz onu inkâr edicileriz, onun Allah kelâmı olduğuna inanmıyoruz" dediler.
Ebussuûd şöyle der: Kur'an'a sihir dediler ve onu inkâr edip peygamberleri
küçümsediler. Önceki kâfirliklerine, hakka karşı direnmeyi ve onu küçümsemeyi de
eklediler.[45]
31. Müşrikler
dediler ki: "Bu Kur'an Mekke veya Tâifte büyük bir adama indirilseydi ya!"
Tefsirci-ler şöyle der: Müşriklerin, "Büyük adam"dan maksatları, Mekke'de Velîd
b. Muğîra veya Tâifte Urve b. Mes'ûd es-Sekafî'dir. Kureyş, Kur'an'm, fakir bir
yetim olan Muhammed (s.a.v.)'e inmesini uzak gördü ve büyük kişi, mal ve mevkii
olan kişi olduğunu zannettikleri için, Kur'an'm büyük ve reislerden birine
inmesini istediler. Büyük olan kişinin, Allah katında büyük olan kişi olduğunu
anlamadılar. Onlar, büyüklük Ölçüsü olarak makam ve malı dikkate aldılar. Her
zaman ve her yerde câhillerin görüşü budur. Allah ve akıllılar katında, gerçek
büyüklük ölçüsü, sadece ruh büyüklüğü ve yüceliğidir. Kim, Abdullah oğlu
Muhammed (s.a.v.)'den, ruhça daha büyük ve daha yücedir? Bunun içindir ki Yüce
Allah onlara şu sözüyle cevap verdi: [46]
32.
Peygamberliği onlar mı veriyorlar ve onu kullardan dilediklerine onlar mı
tahsis ediyorlar ki onun, insanlardan, filan zengine veya filan büyüğe
verilmesini istiyorlar? Biz hikmetimizle bunu zengin, şunu da fakir kıldık. Mal
ve rızık hususunda aralarında farklar yarattık. Basit bir şey olan geçim işini
onlara bırakmayıp bilakis onun
taksimini bizzat üzerimize
aldığımız halde, önemli ve büyük
bir şey olan peygamberlik işini, onların istek ve arzularına nasıl bırakırız?
İbn Cüzeyy şöyle der: Dünyada geçim taksim ettiğimiz gibi, aynı şekilde dini
lütuf lan da biz taksim ettik. Geçici basit nasipleri ihmal etmediğimize göre,
kalıcı ve şerefli nasipleri ihmal
etmememiz daha uygundur. Mahlukatı rızık ve yaşayış bakımından birbirinden
farklı kıldık ve onlar için, bu zengin, şu fakir, öbürü orta halli şeklinde
mertebeler takdir ettik. onlardan her biri diğeri için çalışır olsun ve
birbirlerine hizmet etsinler de, hayat işi düzgün yürüsün. Sâvî şöyle der:
İnsanların rızık konusunda birbirinden farklı kılınması, birbirlerinden
yararlanmaları içindir. Bütün durumları eşit olsaydı, kimse kimseye hizmet
etmezdi. Bu da dünyanın harap olmasına ve düzeninin bozulmasına sebep olurdu.[47]
Ebu Hayyan da şöyle der: Yüce Allah'ın,
suhriyyen" sözü, bir hizmette kullanmak mânâsına gelen, kökündendir. "Alay
etmek" mânâsına gelen, subriyye" kökünden değildir. Bundaki hikmet, insanların
birbirlerinden faydalanmaları ve menfaatlerine kavuşmalarıdır. Her biri, bütün
işleriyle bizzat kendisi meşgul olsa, buna gücü yetmez ve helak olur. "Biz
taksim ettik" cümlesi, bütün hırsıyla dünya malı peşinden koşmaktan
uzaklaştırıcı ve Allah'a tevekküle yardımcıdır.[48]
Katâde ise şöyle der: Sen kuvveti zayıf, çaresi az ve iyi ko-nuşamıyan bir
kimseye, bol rızık verilmiş olduğunu görürsün. Kuvvetli ve herşeye çare
bulabilen ve iyi konuşabilen bir kimseyi de dar rızık içinde bırakılmış
görürsün. İmam Şafiî şöyle der:
Kaza ve onun varlığının
delillerinden biri de, akıllının sıkıntı içinde olması, ahmağın yaşayışının ise
güzel olmasıdır.[49]
Rabbinin sana peygamberlik lütfetmesi, insanların topladığı geçici dünya
malından daha iyidir. Bundan sonra Yüce Allah, dünyanın basitliğini ve Allah
katında değerinin düşüklüğünü açıklamak Üzere şöyle buyurdu: [50]
33. İnsanlar,
kâfiri rızık bolluğu içinde gördüklerinde kâfirliğe rağbet edecek ve küfürde tek
bir millet haline gelecek olmasalardı, mutlaka bu dünyayı kâfirlere tahsis eder
ve onlara tavanları saf gümüşten, türlü türlü süs ve nakışlarla süslenmiş yüksek
köşkler verirdik, Onlar için, üzerlerinde yukarı çıkacakları ve yükselecekleri
gümüş merdivenler ve asansörler yaratırdık. [51]
34. Refahlarını
ve nimetlerini artırmak için evlerinin kapılarını ve divanlarını gümüş yapardık.
O gümüş divanlara oturup yaşlanırlardı. [52]
35. Onlar için
perdeler, yastıklar ve nakışlardan zinetler yaratırdık. İbn Abbas şöyle der:
Zuhruf, altın demektir. Yani, onlara altın ve 'gümüşten tavan, kapı ve divanlar
verirdik.[53]
Kâfirlere verdiğimiz bütün bu dünya nimetleri, sadece değersiz ve geçici :dünya
hayatında kendisinden faydalanılan şeylerdir. Cennet ve ondaki çeşitli zevkler
ve anlatılamayacak kadar bol nimetler, sadece takva sahibi mü'minlerindir. Bu
hususta hiç kimse onlara ortak olmaz. Tefsirciler şöyle der: Âyetler, dünyanın
basitliğini ve değerinin azlığını ve önemsiz olduğunu açıklamak için
getirilmiştir. Şöyle ki, eğer fitne olmasaydı, Yüce Allah bütün bu nimetleri
kâfirlere tahsis eder; evlerini, merdivenlerini ve tavanlarını altın ve gümüşten
yapardı. Âhiretten bir nasibi olmadığı için, bu dünyada kâfire bütün bu
nimetleri verirdi. Fakat Yüce Allah, kullarına çok merhamet edicidir.
Dolayısıyle bazı kâfirleri zengin, bazılarını fakir kılmıştır. Mü'minlerin de
bazılarını zengin bazılarını fakir kılmıştır. Hadiste şöyle buyrulmuştur: "Eğer
dünyanın, Allah katında bir sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, Allah
ondan kâfire, bir yudum su içirmezdi.[54]
Zemahşerî de şöyle der: Eğer sen
"Kâfirlere bolluk vermek, fitneye sebep olacağı için Allah onlara bolluk
vermedi. Yani, insanlar dünyayı sevdikleri ve ona aşırı derecede düşkün
oldukları için küfre düşerler diye bolluk vermedi. Öyleyse, insanların İslama
gelmeleri için, müslümanlara bolluk verseydi ya!" dersen, derim ki: Müslümanlara
bolluk vermesi de, fesada sebeb olur. Çünkü bu da insanların dünya için İslama
girmelerine sebep olur ki, bu da münafıkların tuttuğu yollardandır. Şu halde
hikmet, Allah'ın takdir ettiğindedir. Öyle ki, O, zenginler ve fakirler olarak
insanları iki gruba ayırdı. Fakirliği zenginlikten üstün kıldı.[55]
36. Kim,
Kur'an'dan ve Allah'a ibadetten yüz çevirir, gafil davranır ve görmemezlikten
gelirse, Onun için bir şeytan hazırlarız. Bu Şeytan ona devamlı vesvese verir ve
onu azdırır. Nitekim Yüce Allah meâlen şöyle buyurmuştur: "Görmedin mi, biz
kâfirlerin üzerine, kendilerini iyice(isyana) sevkeden şeytanları gönderdik."[56]
Bu şeytan onun ayrılmaz bir
arkadaşıdır. [57]
37. Şüphesiz o
şeytanlar, bu sapık kâfirleri doğru yoldan akkorlar. Kâfirler kendilerinin
yaptıkları işlerde doğruluk, basiret ve aydınlık üzere olduklarını
zannederler. [58]
38. Nihayet
kâfir, arkadaşı ile birlikte bir zincire bağlanmış olarak geldiğinde,
arkadaşına der ki, "Keşke benimle senin aranda, doğu ile batı arasındaki mesafe
kadar uzaklık olsaydı." Taberî şöyle der: Bu, yani el-Meşrikayn (iki doğu)
kelimesi, tağlîb yoluyla söylenmiştir. Nitekim güneş ile aya, "iki ay" mânâsına
Ebu-bekir (r.a.) ile Ömer'e (r.a.) İki Ömer" mânâsına anne ve babaya "iki baba"
mânâsına denilir. Burada da galip kılındı vedenildi.[59]
Sen ne kötü arkadaşsın. Çünkü sen bâtıiı
bana süslü göstermekle, bedbahtlığıma sebep oldun. Ebu Saîd el-Hudri (r.a.)
şöyle der: Kâfir diriltilip kabrinden çıkarıldığında, şeytanlardan olan arkadaşıyle eşleştirilir. Bu şeytan onu
cehenneme götürünceye kadar ondan ayrılmaz. [60]
39. Azabı ortak
çekmeniz size bir fayda ve yarar sağlamaz. Bu sizden hiçbir şeyi hafifletmez.
Çünkü siz zulmettiniz. Herbiri azaptan nasibini bol bol alacaktır. İbn Cüzeyy
şöyle der: Bundan maksat şudur: Onların, azabı beraber çekmeleri kendilerine
fayda vermez. Dünyada sıkıntı çeken bir kimsenin kendi başına gelen musibetin
bir benzerinin başkasının da başına geldiğini gördüğünde, duyduğu teselli
rahatını bulamazlar.[61]
Çünkü dünya musibeti yaygınlaştığında
azalır. Yüce Allah, onların hep beraber azap çekmelerinin, belâlarını
hafifletmeyeceğini bildirmek suretiyle bu vehmi ortadan kaldırdı. [62]
40. Peygamber!
Kör ve sağır gibi olan o kâfirlere ve o apaçık sapıklık içinde bulunanlara sen
mi işittireceksin? Bunu yapamazsın. O halde, inkâr ederlerse canın
sıkılmasın.
"Tefsircüer şöyle der: Bu âyet,
peygamber (s.a.v)'i teselli etmektedir. Zira o, müşrikleri imana çağırma
hususunda elinden geleni yapıyor, oysa onların hakka karşı sadece körlükleri,
azgınlıkları ve sapıklıkları artıyordu. [63]
41. Onlardan
İntikam almadan önce seni hemen öldürürsek, bilesin ki, biz senin ölümünden
sonra onlardan intikam alırız. [64]
42. Ey
Peygamber! Yahut da onlara va'dettiğimiz azabı hayatında sana mutlaka
gösteririz. Bizim onlara gücümüz yeter. Onlar elimizdedirler, bizden
kurtulamazlar. İbn Abbâs şöyle der: Allah (c.c.) bunu Bedir gününde Peygambere
(s.a.v.) gösterdi. İbn Kesîr de şöyle der: Yani, sen hayattayken veya ölümünden
sonra onları cezalandırıp mutlaka intikam alırız. Yüce Allah, düşmanları
hakkında peygamberinin gözünü aydın etmeden ve onların ileri gelenleri arasında
onu hakem kılmadan ruhunu almadı.[65]
43. Ey
Peygamber! Sana vahyettiğimiz Kur'an'a sarıl. dul Şüphesiz sen, Naîm
cennetlerine götüren dosdoğru yol ve apaçık hak üzeresin. [66]
44. Şüphesiz bu
Kur'an, senin için de kavmin Kureyş için de büyük bir şereftir. Çünkü Kur'an
Kureyş diliyle ve onlardan birine indirildi. İlerde bu nimetin şükründen sorumlu
tutulacaklardır. İbn Cüzeyy şöyle der: Burada zikir, şeref manasınadır.
Peygamberin kavminden maksat da Kureyş ve diğer Araplardır. Kuşkusuz onlar,
İslam sayesinde dünya ve âhiret şerefini elde etmişlerdir. Dünyanın doğularını
ve batılarım fethetmiş olmaları, hilafet ve saltanatın, ellerine geçmiş olması
sana yeter.[67]
Bu Kur'an, kendisine uyan herkes için bir şereftir. Bu âyet, Yüce Allah'ın,
"Andolsun size öyle bir kitap indirdik ki onda şan ve şerefiniz vardır. Halâ
akletmeyecek misiniz?"[68]
mealindeki âyete benzemektedir. [69]
45. Bu varsayim
yoluyla yapılmış bir hitaptır. Sözde hazif vardır. Yani, ey Peygamber! Tevhîd
konusunda şüpheli isen, senden Önce gelen peygamberlere sor: Allah'tan başkasına
ibadete çağıran hiçbir peygamber var mıdır? Bu âyet, Yüce Allah'ın, "Eğer sana
indirdiğimizden şüphede isen, senden önce o kitabı okuyanlara sor"[70]
mealindeki âyetine benzemektedir. Ebussuûd şöyle der: Âyetten maksat,
peygamberlerin tevhîd inancı üzerinde icmâ ettiklerine şahit getirmektir.
Ayrıca şuna dikkat çekmektedir ki, Kur'an onun icat ettiği bir bid'at değildir
ki, yalanlansın ve kendisine düşmanlık edilsin.[71]
Ebû Hayyân da şöyle der: Anlaşılıyor ki,
hitap, âyeti dinleyenedir. Buradaki sual, peygamberlerin dinlerine bakmak
yerinde mecaz olarak kullanılmıştır. "Bak ki, peygamberlerin dinlerinden hiçbir
dinde putlara ibadet var mıdır?" demektir. Bu, şâirlerin, yurtlara ve
kalıntılara sormasına benzer. Arapların, "Yere sor, nehirlerini kim açtı,
ağaçlarını kim dikti, meyvelerini kim topladı?" O, konuşarak sana cevap
veremese de, itibarî olarak cevap verir. Bütün bunlar mecaz türündendır.[72]
46. Andolsun
biz Musa'yı âyetlerimizle Firavun'a ve onun ileri gelen adamlarına göndermiştik.
Musa: "Ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim" demişti.
47. Onlara
âyetlerimizi getirince, bunlara gülü-vermişlerdi.
48. Bizim
onlara gösterdiğimiz her âyet diğerinden daha büyüktü. Doğru yola dönerler diye
onları azaba uğrattık.
49. Bunun
üzerine dediler ki: Ey büyücü! Sana verdiği ahde göre bizim için Rabbine duâ et;
(Azabı kaldırınca) biz artık doğru yola gireceğiz.
50. Fakat biz
onlardan azabı kaldırınca hemen sözlerinden dönüverdiler.
51. Firavun
kavmine seslendi ve dedi: "Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu
ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz?
52. Yoksa ben,
kendisi zayıf ve nerdeyse söz anlatamayacak durumda bulunan şu adamdan daha
hayırlı değil miyim?
53. Ona altın
bilezikler verilmeli veya yanında ona yardımcı melekler gelmeli değil
miydi?"
54. Firavun bu
şekilde kavmini küçümsedi; onlar da kendisine boyun eğdiler. Çünkü onlar yoldan
çıkmış bir kavim idiler.
55. Böylece bizi öfkelendirince onlardan intikam
aldık, hepsini suda boğduk.
56. Onları,
sonradan gelenlere bir selef ve bir ibret örneği kıldık.
57. Meryem oğlu
İsâ, bir misâl olarak anlatılınca senin kavmin hemen bağnşmaya
başladılar.
58. "Bizim
tanrılarımız mı hayırlı, yoksa o mu?" dediler.
Bunu sana ancak tartışmak
için söylediler. Doğrusu onlar kavgacı
bir toplumdur.
59. O sâdece
kendisine nimet verdiğimiz ve İsrâîl oğullarına örnek kıldığımız bir
kuldur.
60. Eğer
dileseydik, içinizden, yeryüzünde yerinize geçecek melekler
yaratırdık.
61. Şüphesiz ki
O (İsâ), kıyamet için bir bilgidir. O vakitten hiç şüpheye düşmeyin ve bana
uyun, çünkü bu, dosdoğru yoldur.
62. Sakın
şeytan sizi yoldan çevirmesin. Çünkü o, sizin için apaçık bir
düşmandır.
63. İsâ, açık
delillerle geldiği zaman demişdi ki: Ben size hikmet getirdim ve ayrılığa
düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Öyleyse Allah'tan
korkun ve bana itaat edin.
64. Şüphesiz
Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O'na ibadet edin. İşte bu, doğru
yoldur.
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Rasulullah (s.a.v)'in malsız ve
makamsız bir fakir olmasrndan dolayı, Kureyş, peygamberlik konusunda ona itiraz
edip, Kurân'm, malı çok makamı yüce bir adama inmesini isteyince, Yüce Allah
burada, o inat mantığı ile taşkınlık mantığının bir olduğuna işaret etmek için
Mûsâ (a.s.) ile Firavun'un kıssasını anlattı. Kuşkusuz Firavun, onlardan Önce
malı ve saltanatı sebebiyle zorbalığa başvurmuş ve kendisinin mal ve makam
bakımından Mûsâ (a.s.)'dan daha üstün olduğunu delil getirerek hak daveti kabul
etmemişti. İşte bu âyet-i kerîmeler, bu sakat şüpheyi kesin delille
reddetmektedir. [73]
Kelimelerin İzahı
Bozuyorlar. Ahdi bozdu,
mânâsına denir. Mehîn, önemsiz, değersiz
demektir.
Bizi kızdırdılar,
öfkelendirdiler.
Yüz çeviriyorlar,
insan.
Selef, önder
demektir,
Feryat ediyorlar, bağırıyorlar.
ları imandan engelliyorlar, manasınadır. Cevheri şöyle der: Bağırdı, demektir.
Geniş zamanı mastarı gelir. Bir görüşe
göre, şekli, yüz çevirmek" mânâsına
kökündendir. Şekli bağırmak mânâsına gelen kökündendir.[74]
Ferrâ, "Bunların ikisi de aynı
mânâyadır" der.
Asla şüphe etmeyin. Şüphe etmek
demektir. Bir kimse bir konuda şüpheye düşünce denir. Şüphe demektir. [75]
Nüzul Sebebi
Mücâhid'den rivayet edildiğine
göre, o şöyle demiştir: Kureyş dedi ki: "Muhammed, hıristiyanların Meryem oğlu
îsâ'ya taptıkları gibi bizinde kendisine tapmamızı istiyor". Bunun üzerine Yüce
Allah, "Meryem oğh îsâ bir misal olarak anlatılınca senin kavmin hemen bağnşmaya
başladı lar" mealindeki âyeti indirdi. [76]
Ayetlerin Tefsiri
46. Allah’a
andolsun ki, Musa’yı, doğruluğunu gösteren apaçık mucizelerle Firavun'a ve onun
kavmi olaı Kıptîlere gönderdikMûsâ ona dedi ki: Ben, Allah'ıı sana gönderdiği
bir elçiyim. Seni ve kavmini, tek olan Allah'a çağırmar İçin beni gönderdi. [77]
47.
Peygamberliğini gösteren o açı mucizeleri onlara getirdiğinde alay ve eğlence
ile güldüler. Kurtubî şöyl der: Onlar, kendilerine tâbi olanlara, bu mucizelerin
sihir olduğu ve kend terinin de bunları yapabilecekleri vehmini vermek için
güldüler.[78]
48. Onlara
gösterdiğimiz tufan, çeki: ge ve bit gibi azap mucizelerinden herbiri diğerinden
çok daha büyük çok daha açıktı. Öyleki, sonra gelen mucize, öncekinden daha
açıktı. Sâ' şöyle der: Her mucize, nıucizelikte son derece ileriydi. Öyle ki,
ona. baka onun diğerlerinden daha büyük olduğunu zannederdi.[79]
İçinde bulunduktan inkâr ve yalanlamadan dönsünler diye onları ht türlü çetin
azaplarla cezalandırdık. [80]
49. Azabı
görünce dediler ki: Bizim iç Rabbine dua et de bu belâ ve azabı bizden
kaldırsın. Duanı bul edeceğine dair sana
verdiği söz hürmetine dua et. Duan sayesinde bizden azabı kaldırırsa, sana
kesinlikle inanacağız. Tefsiriler şöyle der: Kâfirlerin, "ey büyücü!" şeklindeki
sözü, kusur bulma yoluyla söylenmemiştir. İnançlarına göre, bu bir saygı ifade
eder. Çünkü büyü, onların zamanının ilmi idi. Dolayısıyla kınanmış olmaz.
Bununla Musa'ya (a.s.)' saygı yollu seslendiler. İbn Abbas şöyle der: Bunun
mânâsı, "Ey bilgin !"dir. Büyücü onlar içinde büyüktü, ona saygı
gösterirlerdi. [81]
50. Musa'nın
duası hürmetine onlardan azabı kaldırdığımız zaman, ne görelim, onlar hemen ahdi
bozuyor ve inkâr ve isyanda ısrar ediyorlar. [82]
51. Firavun
Musa'nın apaçık mucizelerini görüp te halkının imana gelmesinden korkunca, Kıbt
kavminin reisleri ve ileri gelenlerine övünerek ve kibirlenerek şöyle seslendi:
Bu geniş, uçsuz bucaksız Mısır ülkesi benim değil mi? Nil nehrinden ayrılıp
köşklerimin altından akan su, haliçler ve ırmaklar benim değil mi? Kurtubî
şöyle der: Nil'in en büyük kolları tür. Bunlar; Melik Irmağı, Tolon Irmağı,
Dimyat Irmağı ve Tinnîs ırmağıdır.[83]
Katâde de şöyle der: Mısır'ın bahçe ve
nehirleri, onun köşkü altında uzanırdı.[84]
Büyüklüğümü ve mülkümün genişliğini, Musa'nın küçüklüğünü ve ze-lilliğini
görmüyor musunuz? [85]
52. Aksine ben
bu zayıf ve hakîr, gücü, makamı ve saltanatı olmayan kişiden daha üstünüm. O,
yani Mûsâ, zayıflığı ve hakirliğinden dolayı ihtiyaçlarını karşılama için
nefsini küçültüp zorlar. O neredeyse sözünü anlatamayacak ve maksadını
açıklayamayacak durumdadır. Peygamberliğe nasıl elverişli olur? Ebussuûd şöyle
der: Firavun bunu, Hz. Musa'ya (a.s.) iftira edip onu insanların gözünden
düşürmek için söyledi. Bunu, daha önce dilinde bulunan tutukluğu dikkate alarak
söyledi. Fakat Allah, Musa'nın (a.s.) duası sayesinde tutukluğu ondan giderdi:
"Dilimdeki bağı çöz ki, sözümü anlasınlar"[86]
53. Bir ikram
ve peygamberliğine bir delil o-larak, Allah ona altın bilezikler verse ya!
Mücâhid şöyle der: Kiptiler bir adamı kendilerine reis yapmak istediklerinde
reislik alâmeti olarak ona iki altın bilezik ve bir kolye takarlardı.[87]
Veya ona hizmet etmek ve doğruluğuna
şahitlikte bulunmak için, onunla birlikte, etrafını kuşatmış olarak melekler
gelseydi ya! Ebu Havyan şöyle der:
Firavun kendisini
güçlü ve mülk
sahibi olarak tanıtıp
kendisiyle Mûsâ (a.s.)'yı mukayese etti ve onu zayıf ve yardımcısı az
olarak niteledikten sonra peygamberliğine itiraz ederek şöyle dedi: Eğer doğru
söylüyorsa Rabbi onu melik yapıp bilezikler taksaydı ve melekleri ona yardımcı
kılsaydı ya.[88]
54. Kısa
görüşlülüklerinden dolayı, kavminin akıllarını küçünısedi ve onları cehaletle
itham etti. Bunun üzerine kavmi, kendilerini çağırdığı sapıklıkta Firavun'a
itaat ettiler, Allah'a itaattan çıkıp fâsık oldukları için onun çağrısına
uydular. [89]
55. Bizi
kızdırıp öfkelendirince, en şiddetli azar. çeşitleriyle onlardan intikam aldık.
Firavun ve kavminin tamamını denizde boğduk. Hiçbirini bırakmadık. Tefsirciler
şöyle der: Fira vun, büyüklük, saltanat ve altından akan nehirlere aldandı.
Allah da, kibir lendiği şeyin cinsiyle hem onu hem de kavmini helak etti. Bu
helak deni; suyunda boğulmak suretiyle
gerçekleştirilmiştir. Burada, kim bir şey saye sinde kendisinin güçlü olduğunu
iddia ederse, Allah'ın onu bu şeyle helâl edeceğine işaret vardır. [90]
56. Firavun
kavmini, azap ve helake müsteha olma hususunda, kendilerinden sonra geleceklere
örnek ve ibret alacaklaı bir misal kıldık ki, onların başına da böyle bir şey
gelmesin. Mücâhid şöyl der: Onları, Kureyş kâfirlerinden önce cehenneme gidecek
öncüler ve or lardan sonra gelenler için bir ibret ve öğüt kıldık.[91]
57. Kur'an'da
Meryem oğlu İs anlatıldığında ve Allah bırakılıp ta tapılan ilâhlar misal
getirildiğinde, ht men Kureyş müşrikleri bağırıp feryadı basarlar. Tefsirciler
şöyle der: Resi lullah (s.a.v.), "Siz ve Allah'ı bırakıp taptığınız şeyler
cehennem odunusı nuz"[92]
mealindeki âyeti okuyunca, İbn Zibe'râ: "Bu söz, sadece bizim ilâhlarımız için
mi, yoksa bütün ümmetler için mi? diye sordu. ResululU (s.a.v.) da: "Sizin,
ilahlarınız ve bütün ümmetler için" dedi. ibn Zibe'r Kâ'be'nin Rabbine yemin
olsun ki, seni mağlup ettim. Hristiyanlar İsa'y yahudiler Uzeyr'e tapmıyorlar
mı? Falan oğulları da meleklere ibadet e miyorlar mı? Eğer onlar cehennemde ise,
biz ve ilâhlarımız onlarla berab olmaya razıyız, dedi. Bunun üzerine Resulullah
(s.a.v.), gelecek vahyi be lemek üzere sustu. Müşrikler onun mağlup olduğunu
zannettiler ve yüks< sesle bağrıştılar.[93]
Bunun üzerine Allah, "Tarafımızdan kendilerine güze lik takdir ve tayin edilmiş
olanlara gelince, işte onlar cehennemden uza tutulurlar"[94]
mealindeki ayeti indirdi. Kurtubî şöyle der: İbn Zibe'ra âyeti iyi düşünseydi
itiraz etmezdi. Çünkü Yüce Allah, " İbadet ettiğiniz kimseler" demedi, " kî
İbadet ettiğiniz şeyler"dedi. Bununla sadece aklı olmayana putları ve
benzerlerini kastetti. Yoksa, her ne kadar kendilerine tapılsa da, ne İsa'yı
(a.s.) ne de melekleri kastetmedi.[95]
58. Dediler ki,
"Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlı yoksa İsa mı? Eğer İsa ateşte ise,
ilâhlarımız da onunla beraber olsun. Bu sözü sana, hakkı aramak için değil,
cedelîeşme ve büyüklük taslamak için söylediler, Aksine onlar bâtıl yolu
kullanarak şiddetle mücadele eden bir kavimdir. İbn Cüzeyy şöyle der: Onlar bu
misali sana, sadece cedelîeşme için getirdilir. Cedel, insanın, münazara ettiği
rakibini yenmek istemesidir. Onu ister bak yolu, isterse bâtıl yolu kullanarak
yensin, birdir. Çünkü İbn Zibe'ra ve benzerleri, Hz. İsa'nın (a.s.) "Cehennem
odunu" sözü içine girmediğini biliyorlardı. Fakat onlar demogoji yapmak
istediler. Dolayısıyla Yüce Allah onları cedelci bir topluluk olarak
niteledi.[96]
59. İsa,
sadece, diğer kullar gibi bir kuldu. Biz ona peygamberlik nimeti verdik ve onu
peygamberlikle şereflendirdik. O hristiyanların iddia ettiği gibi ne bir
ilâhtır, ne de bir ilâh oğludur. İsa'yı, İsrailoğullarına bir mucize ve ibret
kıldık. Bu mucizeyle Allah'ın kudretine delil getirirler,. Zira o, bir anneden babasız olarak yaratıldı.
Fahreddin Râzî şöyle der: Onu darb-ı mesel olarak, harikulade bir ibret kıldık.
Zira onu, Âdem'i yarattığımız gibi, babasız yarattık.[97]
60. İsteseydik,
sizin yerinize, yeryüzünde yaşayan ve size halef olacak melekler yaratırdık.
Mücâhid şöyle der: Sizin yerinize, yeryüzünü imar edecek melekler yaratırdık.[98]
61. Kuşkusuz
İsa, kıyametin yaklaştığına bir alâmettir. İbn Abbas ve Katâde şöyle derler:
İsa'nın çıkışı, kıyamet alânıetlerindendir. Çünkü Yüce Allah, kıyamet kopmadan
az önce onu gökten indirecektir. Kıyamet konusunda sakın şüpheye düşmeyin, Ö,
şüphesiz kopacaktır. Hadiste şöyle buyrulmuştur: "Meryem oğlu İsa'nın âdil bir
hakem olarak aranıza inmesi yakındır..."[99]
Ey Peygamber! Onlara de ki: Benim yoluma ve şeriatıma uyun. Kuşkusuz sizi
kendisine çağırdığım bu din dosdoğru bir din ve dosdoğru bir yoldur. [100]
62. Şeytanın
vesveselerine aldanmayın. Hakka uymanızı engellemesinden sakının. O sizin
apaçık bir düş-manınızdır. Zira atanızı cennetten çıkardı ve nur libasını
üzerinden çekip aldı. [101]
63. İsa, apaçık
kanun ve muci-zeler getirdiğinde, şöyle dedi: "Size ilâhî hikmetin gereği olan
kanunları getirdim, size, din konusunda ihtilafa düştüğünüz şeyleri açıklamak
için geldim. İbn Cüzey şöyle der: Yüce Allah, "İhtilaf edilen konuların hepsini
değil de, bazısını açıklamak için..." buyurdu, çünkü peygamberler, dünya
işlerini değil, sadece din işlerini açıklarlar.[102]
Taberî de şöyle der: Yüce Allah bundan, dünya ile ilgili işleri değil, din ile
ilgili işleri kastediyor.[103]
Emirlerine sarılıp yasaklarından sakınarak Allah'tan korkunuz. Size tebliğ
ettiğim yükümlülüklerde emrime uyunuz. [104]
64. Kuşkusuz
Yüce Allah, kendisine ibadet edilen Rab'tır. Ondan başka Rab yoktur. Öyleyse
sadece O'na ibadet ve taat ediniz. İbn Kesîr şöyle der: Ben de siz de O'nun
kullarıyız. O'na muhtacız. Hepimiz bir olan Allah'a ibadet ediyoruz.[105]
Bu, Allah'ı birlemek ve kanunlarıyla
kulluk etmek, Naîm cennetlerine ulaştıran dosdoğru bir yoldur. [106]
65. Aralarından
çıkan gruplar, birbirleriyle ihtilafa düştüler. Elem verici bir günün azabından
dolayı vay o zulmedenlerin hâline!
66. Onlar
farkında değillerken kıyamet gününün kendilerine ansızın gelmesinden başka bir
şey mi bekliyorlar?
67. O gün,
Allah'a karşı gelmekten sakınanlar dışında, dost olanlar birbirlerine düşman
kesilirler.
68. 69. "Ey
âyetlerimize inanan ve müslüman olan kullarım!
Bu^ün size korku yoktur. Sizler üzülmeyeceksiniz
de.
70. Siz ve
eşieriniz, ağırlanmış olarak cennete giriniz!"
71, 72, 73.
Onlara altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Orada canlarının istediği,
gözlerinin hoşlandığı her şey vardır. Ve kendilerine: "Siz, orada ebedî
kalacaksınız, işte yaptıklarınıza karşlık size mîras verilen cennet budur.
Orada sizin için bol bol meyveler vardır, onlardan yersiniz."
denilir.
74, 75.
Şüphesiz suçlular cehenem azabında ebedî kalacaklar, azapları
hafifletilmeyecektir. Onlar azap içinde kurtuluştan ümit
kesmişlerdir.
76. Biz onlara
zulmetmedik, fakat onlar kendileri zâlim kimselerdir.
77. "Ey
Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin!"
diye seslenirler. Mâlik de: "Siz böyle
kalacaksınız!" der.
78. Andolsun
biz size hakkı getirik, fakat çoğunuz haktan
hoşlanmıyorsunuz.
79. Yoksa bir
işe kesin karar mı verdiler» Doğrusu biz de kararlıyız.
80. Yoksa
onlar, bizim kendilerinin sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmediğimizi mi
sanıyorlar? Hayır, öyle değil; yanlarındaki elçilerimiz
yazmaktadırlar.
81. De ki: Eğer
Rahmân'ın bîr çocuğu olsaydı, elbette ben ona kulluk edenlerin ilki
olurdum!?
82. Göklerin ve
yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların niteledikleri şeylerden yücedir,
münezzehtir.
83. Sen bırak
onları, kendilerine sös verilen günlerine kavuşuncaya kadar bâtıla dalsınlar,
oynaya dursunlar.
84. Gökte de
ilâh O'dur, yerde de ilâh O'dur. O, hakimdir, her şeyi
bilendir.
85. Göklerin,
yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin
mülkü kendisine âit
olan Alish ne
yücedir! Kıyamet saatini bilmek
de O'na mahsustur. Sîz sadece O'na döndürüleceksiniz.
86. Allah'ı
bırakıp da taptıkları putlar, şefaat edemezler. Ancak bilerek lıakk'a şahitlik
edeıüer bunun dışındadır.
87. Andolsun
onlara "kendilerini kimin yarattığa-ı" sorsan, elbette "Allah" derler. Ö halde
naşı! döndürülüyorlar?
88. 89.
Resûlullah'ın "Yâ Rabbil Bunlar, îman etmeyen bir kavimdir." demesine karşı
sen onlardan yüz çevir ve sîze selâm
bilecekler!" buyurdu.
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde, Hz.
İsa (a.s,) ve onun hak dine çağrısını anlattı. iArdından burada da Ehl-i kitabın
sapıklığından bahsetti. Şöyle ki, Ehl-i kitab, İsa (a.s.) hakkında fırka ve
gruplara ayrıldılar. Bir kısmı, onun ilâh olduğunu; bir kısmı, ilâhın oğlu
olduğunu; bir diğer kısmı da "üçün üçüncüsü" olduğunu söylediler. Daha sonra
Yüce Allah, kıyamet hallerini ve onun şiddetlerini anlattı ve bu mübarek sûreyi,
bir ve hak olan ma'bûdun sıfatlarını anlatarak sona erdirdi. [107]
Kelimelerin İzahı
Ehıllâ, samîmi arkadaş mânâsına
gelen kelimesinin çoğuludur.
Sevinirsniz, neşelenirsiniz.
Hubûr, ferah ve sevinç demektir.
Ekvâh, kulpsuz kadeh mânâsına
gelen kelimesinin
çoğuludur.
Müblisûn; rahmetten ümit kesenler,
aşın ümitsizlikten dolayı üzüntü içinde olanlar.
Sağlam yaptılar. Bir kavim,
işlerini sağlam yaptığında denir. Sağlam yapmak demektir.
Çevrilirler, döndürülürler. Bir
kimse, birini bir şeyden döndürdüğünde denir. Moctn" 'uı:âtil'in şöyle dediği
rivayet olunur: Müşrikler, Dâru'n-Nedve'de Peygamber (s.a.v)'e tuzak kurdular.
Ebû Cehü'in teklifi üzerinde fikir birliğine varınca, onu öldürmek üzere komplo
bazıriadılar. Ebû Cehil'in teklifi şuydu: Her kabileden bir adam gelip Hz.
Peygamber (a.s.)'in öldürülmesine katılacak ve böylece kan davası gütme imkanı
zayıflayacak. Bunun üzerine, "Yoksa bir İşe kesin karar mı verdiler? Biz de
kararlıyız" mealindeki âyetindi.[108]
Ayetlerin Tefsiri
65. Hristiyan
gruplar İsa'nın durumu hakkında ihtiiafa düşüp çeşitli hizip ve fırkalara
ayrıldılar. îbn Kesîr şöyle der: Hristiyanlar, İsa (a.s.) baklanda gruplara
ayrıldılar. Bir kısmı, onun, Allah'ın kulu ve elçisi olduğunu itiraf eder.
Gerçek olan da budur. Bir kısmı da, onun, Allah'ın oğlu olduğunu iddia eder.
Başka bir kısım da onun, Allah olduğunu söyler. Allah, onların söylediklerinden
yüce ve uzaktır.[109]
O günün, kıyamet gününün elem verici azabından dolayı vay o zâlim kâfirlerin
haline. [110]
66. O
yalanlayıcı müşrikler, kıyametin ansızın gelivermesinden başka birşey
beklemiyorlar. Onlar, kıyametin geleceğinden gafil ve dünya işleriyle meşgul
oldukları halde kıyamet onlara gelecek. İşte o zaman, pişmanlığın fayda
vermediği zaman, pişman olacaklar. Bundan sonra Yüce Allah kıyamet hallerini
anlattı: [111]
67. Dost ve
ahbaplar, kıyamet gününde birbirlerine düşman olacaklar. Ancak dostluk ve
ahbaplığı Allah rızası için olanlar hariç. İbn Kesir şöyle der: Allah'tan
başkası için olan her türlü dostluk ve arkadaşlık, o gün, düşmanlığa dönüşecek.
Ancak, Allah için olan hâriç. Bu dostluk, o devam ettikçe devam edecektir.[112]
İbn Abbâs da şöyle der: Kıyamet günü,
bütün dostluklar düşmanlığa dönüşecek. Ancak takva sahiplerinin dostlukları
kalplerini hoş etmek ve onları şereflendirmek için, düşmanlığa
dönüşrneyecektir. [113]
68. Yüce Allah
şöyle buyurur: Ey, Âlemlerin Rabbine gerçek kulluk eden mü'min kullarım! Bu zor
günde sizin için bir korku yoktur. Dünyadan kaybettiklerinizden dolayı da
üzülmeyeceksiniz. Sonra Yüce Allah, takva sahiplerinin kimler olduğunu şöyle
açıkladı: [114]
69. Onlar,
Kur'an'a inanan, Allah'ın hüküm ve emrine teslim olup, itaat için boyun
eğenlerdir. [115]
70. Onlara
denilir ki: Siz ve mü'min kanlarınız cennete girin. Orada size nimetler
verilecek ve öyle sevineceksiniz ki, sevincinizin eseri yüzlerinizde
görülecektir. [116]
71. İçinde
yemek bulunan altın kaplar ve içinde şarap dolu olan altın kadehlerle, cennet
ehline servis yapılır. Tef-sirciler şöyle der: Cennet ehlinin, içinde yemek
yedikleri kapların ve şarap içtikleri kadehlerin hepsi altın ve gümüştendir. Nitekim Yüce
Allah, meâlen şöyle buyurmuştur: "Yanlarında gümüş kaplar ve billur kadehlerle
onlara servis yapılır"[117]
Hadiste şöyle buyrulmuştur: "İpek ve canfes elbiseler giymeyin. Altın ve gümüş
kaplardan içmeyin ve böyle kaplardan yemeyin. Çünkü bunlar, dünyada onların,
âhirette ise sizindir."[118]
Cennette, canların istediği her çeşit lezzetli ve iştah çekici şeyler vardır.
Ayrıca orada bakmaktan gözlerin sevineceği çeşitli güzel manzaralar ve güzel
görüntüler vardır. Siz o cennette daimî kalacak, oradan asla çıkarıİmayacaksnız.
Ebussuûd şöyle der: Bu, nimetin ikmal edilmesi ve sevincin tamamlanmasıdır.
Çünkü geçici olan her nimet, yok olma korkusunu gerektirir.[119]...
Yüce Allah, cenneti ve onun sevinç yeri olduğunu belirttikten
sonra, içindeki nimetleri
anlattı. Önce yiyilecek şeyleri,
sonra içilecek şeyleri anlattı. Bu tafsilattan sonra, "Orada canların istediği
ve gözlerin hoşlandığı herşey vardır" sözüyle genel bir açıklama yaptı. Daha
sonra, Naîm cennetinde ebedî kalınacağını bildirerek nimetin tamamlanacağını
belirtti. Bu ifâde, nimet türlerini tahsis etmektedir. Çünkü nimetler, ya
canların istediği ya da gözlerin hoşuna giden şeylerdir.[120]
72. Bıı yüce
nitelikleri taşıyan o cennet dünyada yapıp sunduğunuz iyi amellerinizden dolayı
size verilmiştir. İbn Kesîr şöyle der: İyi amelleriniz, Allah'ın rahmetinin sizi
kuşatmasına vesile oldu. Çünkü hiç
kimse, kendi ameliyle cennete giremez. Fakat Allah'ın rahmeti ve lütfuyla girer.
Farklı dereceler, ancak sâlih amellere göre elde edilir.[121]
Hadiste şöyle buyrulmuştur: "Herkesin cennette bir makamı, cehennemde de bir
makamı vardır. Kâfir, mü'minin cehennemdeki makamına; mü'min de kâfirin
cennetteki makamına vâris olur. İşte Yüce Allah'ın, "Yaptıklarınıza karşılık
size miras verilen cennet budur" mealindeki âyeti bunu ifade eder...[122]
73. Cennette,
yiyecek ve içecekten başka, size her türlü meyvelerden de bolca verilecektir. O
meyvelerden, zevk ve lezzet almak için yiyeceksiniz. Tefsirciler şöyle der:
Cennet ehli, bir kısım meyveyi yer. Diğerleri dâima ağaç üzerinde kalır. Bir an
olsun meyvesiz kalmış bir ağaç görülmez. Ağaçlar dâima meyvelerle süslüdür.
Çünkü yenilen her meyvenin yerine, bir başkası getirilir. Hadiste şöyle
buyrulmuştur: Bir kimse cennet meyvelerinden herhangi birini kopardığında, onun
yerine, onun gibi iki tane biter.[123]
Yüce Allah, bahtiyarların durumunu anlattıktan sonra, ardından suçlu
bedbahtların durumunu anlattı: [124]
74. Suç
işlemeye iyice dalan kâfirler, cehennemde şiddetli azap içinde ebedî olarak
kalacaklardır. Sâvî şöyle der: Burada mücrimlerden yani suçlulardan maksat
kâfirlerdir. Çünkü burada onlar, mü'minlere kaşılık anlatıldılar.[125]
75. Azap
onlardan bir an olsun hafifletilmez. Onlar o azap içersinde, her türlü iyilikten
ümit keserler. [126]
76. Onları
cezalandırmakla, biz zulmetmiş olmadık. Fakat onlar kendilerini ebedî azaba
atarak, zâlimler oldular.[127]
77. Kâfirler,
cehennemin bekçisi Mâlik'e, şöyle diyerek seslenirler: Allah bizi öldürsün de,
şu azaptan kurtulalım. İbn Kesîr şöyle der: Ruhlarımızı alsın da bizi içinde
bulunduğumuz sıkıntıdan kurtarsın. îbn Abbâs şöyle der: '"Mâlik onlara bin sene
sonra cevap verecek"[128]
ve: "Siz bu azapta ebedî kalacaksınız.
Ne ölmek suretiyle, ne de başka bir şekilde, sizin için bundan kurtuluş yoktur"
diyecektir. [129]
78. Bu, kınama
ve azarlama hitabıdır. Yani, ey kâfirler! Şüphesiz size, apaçık hakkı getirdik.
Fakat o, hevâ ve hevesinize, şehevî arzularınıza aykırı olduğu için Allah'ın
dininden hoşlanmamakta ve ondan tiksinmektesiniz. Fahreddin Râzî şöyle der: Bu,
Önce anlatılanların sebebi mahiyetindedir. Maksat, onların Hz. Muhammed (a.s.)
ve Kur'an'dan nefret ettiklerini ve hak dini kabulden şiddetle kaçındıklarını
ifade etmektir.[130]
79. Bu söz.
Kurevş kâfirleri hakkındadır. Yani, yoksa o müşrikler, Muhammed (a.s,)'e sağlam
bir tuzak mı kurdular? Şüphesiz biz de, ona yardım etme, koruma ve düşmanlarını
helak ve yok etme hususunda işimizi sağlam tutanlarız" Mukâül şöyle der; Bu
âyet, müşriklerin, Dâru'n-Nedve'de Peygamber(s.a.v)'e tuzak kurmayı
planlamaları hakkında inmiştir.[131]
80. Yoksa o
müşrikler, Bizim, kendi kendilerine söylenmelerini veya fısıldama yoluyla
aralarında yaptıkları konuşmaları işitmediğimizi mi sanıyorlar? îbn Cüzeyy
şöyle der: Sır, insanın kendisine veya başkasına gizlice anlattığı şeydir.
Necvâ ise, aralarında konuştukları şeydir.[132]
Hayır öyle değil, Biz onların sırlarını da, açıkça konuşmalarını da işitiriz.
Ayrıca koruyucu meleklerimiz de onların yaptıklarım yazarlar. Rivayete göre bu
âyet, Ahnes b. Şureyk ile el-Esved b Abdi Yeğûs hakkında inmiştir. Bu ikisi bir
araya geldiklerinde Ahnes: Allah bizim gizli konuştukları mı zi işitir mi? Ne
dersin? diye sormuş, Öbürü; Aramızda gizlice konuştuklarımızı işitir ama
sessizce konuştuklarımızı işitemez, demişti.[133]
81. Ey
Peygamber! O müşriklere de ki: Faraza Allah'ın çocuğu olsaydı, ben mutlaka o
çocuğa ilk ibadet eden olurdum. Fakat Yüce Allah eşi ve çocuğu olmaktan uzaktır.
Kurtubi şöyle der: Bu, münazara ettiğin kimseye söylediğin şu söze benzer:
"Senin söylediğin delille sabit olsa, ona ilk inanan ben olurdum". Bu, olayın
vukuram son derece uzak görmek ve bunu nazik bir şekilde ifade etmektir.[134]
Taberî şöyle der: Bu, hitapta kibarlıktır. Beyzâvî de şöyle der: Bu sözden,
Allah'ın çocuğu olmasının ve peygamberin (s.a.v,) ona ibadet etmesinin doğruluğu
anlaşılmaz. Aksine bundan maksat, her ikisinin de olmadığını en vurgulu bir
şekilde ifade etmektir. Peygamber (s.a.v)'in, Allah'ın çocuğu olduğu iddiasını
reddetmesi, inat ve şüpheden dolayı değildir. Bilakis, Öyle bir şey olsaydı, onu
itirafa insanların en lâyığının, Peygamber (s.a.v.) olduğunu a-çıklamakür. Çünkü
Peygamber (a.s.), Allah'ı ve ona layık olan ile olmayanı en iyi bilendir.[135]
82. Göklerin ve
yerin Rabbi, büyük Arş'm sahibi Yüce Allah, kâfirlerin ona nisbet ettikleri
çocuk edinme sıfatından uzaktır. [136]
83. Mekke
kâfirlerini, cehaletleri ve sapıklıkları içinde bırak ta., boş şeylere dalsınlar
ve dünyaları ile oynasmlar, Kendilerine va'dedilen o korkunç güne, yani kıyamet
gününe kadar oyalansınlar. Ö zaman, halleri ve akıbetlerinin nasıl olacağını
anlayacaklar. [137]
84. O Yüce
Allah, gökte de ma'bûddur, yerde de. Çünkü, gökte ve yerde ibadete müstehak
gerçek ilâh odur.[138]
İbn şöyle der: O, yerdekilerin de
göktekilerin de ilâhıdır. Her ikisinde bulunanlar O'na ibadet eder. Hepsi O'na
boyun eğer ve önünde eğilirler.[139]
O, yai'attıklannı yönetiminde hikmet
sahibi ve onların yararına olan şeyleri bilendir. Bu, Allah'ın birliğine delil
mahiyetindedir. [140]
85. Göklerin,
yerin ve bu ikisi arasında bulunan insan, cin ve melekler gibi mahlûkâtm sahibi
olan Allah yüce ve uludur. O, yaratıcı ve herşeyin sahibidir. Hiçbir engel ve
karşı koyma olmaksızın kâinatta tanmıf yetkisine sahiptir. Kıyametin kopma
zamanına ail bilgi sadece O'nun katmdadır. Hesap için mahlûkâtm dönüşü de,
başkasına değil, yalnız O'na olacaktır. O, herkese amelinin karşılığını
verecektir. [141]
86. Allah'tan
başka taptıklarından hiçbiri, Allah katında herhangi birine şefaat etme
yetkisine sahip değildir. Çünkü o izin vermeden şefaat etme yoktur. Ancak hakka
şahitlik eden ve ona bilerek ve basiretle iman eden hâriç. Onun, Allah katında
şefaati fayda verir. Onlar şefaatin, ancak Allah'ın izniyle olacağını bilirler.
Tefsirciler şöyle der: "Hakka şahitlik edenler"den maksat, İsa, Üzeyr ve
meleklerdir (aleyhimu's-selâm) Çünkü onlar, hakka ve Allah'ın birliğine şahitlik
ederler. Her ne kadar, Allah'tan başka onlara da ibadet edilmişse de, onların
şefaati mü'minlere fayda verir. [142]
87. Ey
Peygamber! Mekke kâfirlerine, kendilerini kimin yaratıp vücûda getirdiğini
sorsan, elbette, "Bizi Allah yarattı" derler. Onlar, Allah'ın yaratıcı olduğunu
itiraf eder, sonra da O'ndan başka hiç bir şey yapamayanlara taparlar, Nasıl
Allah'a ibadeti bırakıp putlara ibadete dönüyorlar?! Onlar son derece cehalet,
beyinsizlik ve akılsızlık içersindedirler. [143]
88. Allah,
Muhammed (a.s.)'in, Rabbine şikayet ederken söylediği şu sözünü de bilir: Ey
Rabbim! Bunlar inatçı ve zorba bir kavimdir. Ne peygamberliğime, ne de Kur'an'a
inanıyorlar. Katâ-de şöyle der: Bu, peygamberinizin, kavmini Rabbine şikayet
ederken söylediği sözdür.[144]
89. Ey
Peygamber! Onlardan yüzçevir, onlara karşı hoş görlü ol. Onlara, sana
yaptıklarıyla karşılık verme. Sâvî şöyle der: Bu onlardan uzaklaşmadır. Yoksa,
âyet, kafirlere selâm vermenin meşru, olduğunu göstermez.[145]
Katâde de şöyle der: Rasulullah'a Önce onları affetmesi emredildi. Daha sonra
onlarla savaşması emredildi. Böylece "af" emri, "savaş" emriyle kaldırılmış
oldu.[146]
Suç işlemelerinin ve yalanlamalarının âkibetini göreceklerdir. Bu, müşrikleri
tehdit, Peygamber (s.a.v.)' i teselli etmektedir.[147]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz.
1. "Allah,
yeryüzünü sizin için bir beşik kıldı" âyetinde teşbîh-i belîğ vardır, "beşik ve
yatak gibi kıldı" demektir. Burada benzetme edatı ile benzetme yönü
(vech-i-şebeh) zikredilmemiş, böylece teşbîh-i belîğ
olmuştur.
2. "Ölü bir
beldeyi onunla dirilttik" cümlesinde istiâ-re-i tebeiyye vardır. Allah, yağmur
yağmadan önceki yeryüzünü ölü insana benzetti, sonra yağmurla ona hayat verdi.
Bunda istiâre-i tebeiyye vardır.
3. "Şüphesiz
insan, apaçık bir nankördür" cümlesi; "inne", "lâm" ve "mübalağa kalıbı" ile
tekit edilmiştir. Çünkü kalıpları, mübalağa
kalıplarındandır.
4. "Yoksa,
yarattıklarından kendisi için kızlar edindi de oğullan size mi verdi?" âyetinde,
kınama ve azarlama ifade etmesi için alay üslubu kullanılmıştır. Ayrıca
kızlar ile oğullar kelimeleri
arasında tibâk vardır.
5. "O sözü,
ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras bıraktı" sözünde mecâz-ı mürsel
vardır. Kelime'den maksat, Ben, sizin taptıklarınızdan uzağım" şeklinde
söylediği cümledir. Bu kelimede mecaz vardır.
6. "Sen mi
sağırlara işittireceksin? Yahut körleri doğru yola sen mi ileteceksin?" âyetinde
istiare vardır. Burada, istiâre-i temsîliyye yoluyla, kâfirler sağır ve körlere
benzetilmiştir.
7. "Gönderdik"
ile " elçilerimiz" arasında cinâs-ı iştikak vardır. Zira, bu ikisi arasında
şekil ve bazı harfler değişiktir.
8. "Altın
tepsiler ve kadehlerle.." terkibinde îcâz yoluyla hazif vardır. "Altın tepsiler
ve altın kadehlerle.." demektir. Kelâmın akışı bunu gösterdiği için
hazfedilmiştir.
9. "Onlara
tepsilerle servis yapılır" sözünden sonra, " Orada canlann istediği şeyler
vardır" denilmesi, husûsîden sonra umûmînin zikredilmesi
kabîlindendir.
10. "Onların
sırrı" ile " onların fısıldamaları" arasında tibâk vardır. Çünkü maksat, onların
sırları ve açıkça konuşmalarıdır.
11. Ve benzeri âyet sonlarında, akıcı sağlam bir
seci' vardır. Bu, güzelleştirici edebî sanatlardandır.
Yüce Allah'ın yardımıyle Zuhruf
Sûresi'nin tefsiri bitti. [148]
[1] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/473-474.
[2] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/474.
[3] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/478.
[4] Konu hakkında geniş bilgi için, Bakara sûresinin baş
tarafına bakınız.
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/478.
[5] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/478.
[6] Beyzavi Hâsivesi, 3/288
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/478.
[7] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/284
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/479.
[8] Tefsîr-i kebîr, 7/195
[9] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/285
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/479.
[10] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/479.
[11] Sâvî Haşiyesi, 4/44
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/479.
[12] Tefsîr-i kebîr, 27/195
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/479.
[13] Kurtubî, 16/64
[14] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/480.
[15] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/480.
[16] Beyzâvî, 2/177
[17] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/480.
[18] Cemel Haşiyesi, 4/77
[19] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/285
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/480.
[20] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/480.
[21] Beyzâvî Haşiyesi, 3/291
[22] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/480-481.
[23] Beyzâvî, 2/177
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/481.
[24] Muhtasar-ı tbn Kesîr, 3/286
[25] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/481.
[26] Tefsır-i kebîr, 27/201
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/481.
[27] Teshil, 4/26
[28] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/287
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/482.
[29] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/482.
[30] Kurtubî, 16/73
[31] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/483.
[32] Tefsir-i Kebir, 27/206
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/483.
[33] Ebussuûd, 5/42
[34] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/483.
[35] Beyzavî, 2/178
[36] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/483.
[37] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/484.
[38] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/484.
[39] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/487.
[40] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/487-488.
[41] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/488.
[42] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/488.
[43] Muhtasar-ı Tbn Kcsîr, 3/288
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/488.
[44] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/488.
[45] Ebussuûd, 5/43
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/488-489.
[46] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/489.
[47] Sâvi Haşiyesi, 4/48
[48] Bahr,8/13
[49] Bahr, 8/13
[50] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/489-490.
[51] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/490.
[52] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/490.
[53] Kurtubî, 16/87
[54] TirmizL Zühd,13 (az farklı). Tirmizî, "Bu, hasen ve
sahîh hadistir" der.
[55] Keşşaf, 4/197
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/490-491.
[56] Meryem sûresi, 19/83
[57] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/491.
[58] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/491.
[59] Taberî, 25/44
[60] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/491.
[61] Teshîl, 4/29
[62] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/491-492.
[63] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/492.
[64] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/492.
[65] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/290
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/492.
[66] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/492.
[67] Teshîl, 4/29
[68] Enbiyâ sûresi, 21/10
[69] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/492.
[70] Yûnus sûresi, 10/94
[71] Ebussuûd, 5/45
[72] Bahr, 8/19
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/493.
[73] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/496.
[74] Bkz. Cevheri, es-Sihâh; İbn Manzûr,
Lisânu'1-Arab;
[75] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/496-497.
[76] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/497.
[77] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/497.
[78] Kurtubî, 16/97
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/497.
[79] Sâvî Haşiyesi, 4/51
[80] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/497.
[81] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/497-498.
[82] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/498.
[83] Kurtubî, 16/98
[84] Bahr, 8/22
[85] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/498.
[86] Tâhâ sûresi, 20/27-28. Ebussuûd,
5/46
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/498.
[87] Kurtubî, 16/100
[88] Bahr 8/22
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/498-499.
[89] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/499.
[90] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/499.
[91] Kurtubî, 16/102
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/499.
[92] Enbiyâ sûresi, 21/98
[93] Sâvî Haşiyesi, 4/52; Ebussuûd,
5/47
[94] Enbiyâ sûresi, 21/101
[95] Kurtubî, 16/103
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/499-500.
[96] Teshil, 4/32
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/500.
[97] Tefsîr-i kebîr, 27/222
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/500.
[98] Kurtubî, 16/105
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/500.
[99] Buharî, Buyu, 102; Mezâlim, 31 (değişik
lafızlarla)
[100] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/500.
[101] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/501.
[102] Teshil, 4/32
[103] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/295. İbn Kesir der ki:
Taberfm
[104] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/501.
[105] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/295
[106] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/501.
[107] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/504-505.
[108] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3^95
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/505.
[109] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/295
[110] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/505.
[111] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/505-506.
[112] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/295
[113] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/506.
[114] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/506.
[115] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/506.
[116] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/506.
[117] İnsan sûresi, 76/15
[118] Buhârî, Et'ime, 29; Müslim, Libâs,
4,5.
[119] Ebussuûd, 5/49
[120] Beyzâvî Haşiyesi, 3/304
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/506-507.
[121] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/296
[122] Hadisi, İbn Ebî Hatim tahrî
etmiştir.
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/507.
[123] Ebussuûd, 5/49
[124] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/507.
[125] Sâvî Haşiyesi, 4/54
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/507.
[126] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/507.
[127] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/507.
[128] Muhtasar-ı îbn Kesîr, 3/296
[129] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/507-508.
[130] Tefsîr-i Kebîr, 27/227
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/508.
[131] Kurtubî, 16/118
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/508.
[132] Teshil, 4/33
[133] Teshil, 4/33
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/508.
[134] Kurtubî, 16/119
[135] Bu iyi bir görüştür. Âyetin manasına uygun olan da
budur. Bir görüşe göre de buradaki. manasınadır. Buna göre mana şöyle olur:
"Allah'ın herhangi bir çocuğu yoktur". Söz, burada tamamlanmıştır. Sonra
yeniden söze başlanarak şöyle denilmiştir: İbadet edenlerin ilki benim". Bu,
zayıf bir görüştür.
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/508-509.
[136] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/509.
[137] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/509.
[138] Teshîl, 4/33
[139] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/298
[140] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/509.
[141] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/509.
[142] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/509-510.
[143] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/510.
[144] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/298
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/510.
[145] Sâvî Haşiyesi, 4/56
[146] Kurtubî, 16/124
[147] Ebussuûd, 5/51
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/510.
[148] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/510-511.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder