Nisa Suresi(2)
Edebî Sanatlar
Bu âyetler, aşağıda özetlediğimiz edebî sanatları
ihtiva etmektedir:
1. Münafıklar hakkında, niçin iki gruba
bölündünüz? , ve "hidâyete erdirmek mi istiyorsunuz" cürnlelerindeki soru
edatları inkâr ve kınama ifade eder.
2. "Hidâyete erdirmeniz" ile "Allah'ın
saptırdığı" ve "oturanlar" ile
"savaşanlar" arasında tıbâk vardır.
3. "Kâfir olursunuz" ile "kâfir oldular" ve syi*
"bir bağış" ile "bağışlayan kelimeleri arasında cinâs-ı mugayir
vardır.
4. "Allah malları ve canlarıyla cihad edenleri
üstün kıldı..." cümlesi "Allah mücahidleri oturanlara üstün kıldı"
şeklinde tekrarlandığı için itnâb vardır Aynı şekilde, "yanlışlık hali müstesna
bir mü'mini öldür-mesi"cümlesi de "kim bir mü'mini hatâen öldürürse" diye
tekrarlandığı için itnâb vardır.
5. "Allah yolunda yürüdüğünüz zaman" cümlesindı
istiare sanatı vardır. Yüce Allah kelimesini, düşmanla savaşmak üzen "yürümek"
yerinde, kelimesini de "din" yerinde müstear olarak kul landı.
6. Bir köle azat etmek, terkibinde macâz-ı mürsel
vardı 1 Cüz zikredilmiş, küll kastedilmiştir. Yani kölenin boynu zikredilmiş,
ker dişi kastedilmiştir.
[204]
Faydalı Bilgiler
Kasten adam öldürmek İslam nazarında en büyük
suçlardandır. Bundan dolayıdır ki, adam öldürmenin cezası son derece sert ve
şiddetlidir. Ra-sulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Yarım kelime ile de olsa, kim
mü'min ve müslümaıı birinin öldürülmesine yardımcı olursa, kıyamet günü iki gözü
arısına "Allah'ın rahmetinden ümidini kesen"diye yazılı olarak gelir.[205] Bir başka hadiste de şöyle buyurdu: "Allah katında dünyanın yok olması,
mü'min bir adamın öldürülmesinden daha hafiftir.[206] Bunun içindir ki, tbn
Ab-bas, katilin tevbesinin kabul edilmeyeceğine dair fetva vermiştir. Allah bizi
bundan korusun. [207]
Bir Uyarı
Yüce Allah, yanlışlıkla adam öldürene ceza olarak,
mü'min bir köleyi azat etmesini emretti. Allah daha iyisini bilir ama, bundaki
hikmet şudur: Katil, dinler içinden mü'min bir nefsi öldürüp yok edince,
öldürdüğünün benzeri bir nefsi hürler içerisine katması gerekir. Çünkü köleyi,
kölelik zincirinden kurtarmak diriltmek demektir. İslam hukukunda köle, başka
milletlerde hürlerin sahip olamadığı haklara sahiptir. Bunun en güzel
delili
Yüce Allah'ın şu âyetidir:
Kendilerine bol rızık verilenler, rızıklarmı
ellerinin altındakilere vermiyorlar ki, rızıkta hepsi eşit olsunlar.[208] Rasulullah (s.a.v.)'m ölüm hastalığında buyurduğu şu hadis de bunun
delilidir: "Namaza sarılın, namaza. Bir de, sahip olduğunuz kölelere, güçlerinin
yetmediği yükü yüklemeyin.[209] Amerika'da zencilere
yapılan muameleyi gören bir kimse söylediğimizin doğruluğunu açık bir şekilde
anlar. Batı toplumları bir taraftan köle edinmeyi yasaklarken, öte yandan
hürleri köleleştiriyorlar. Fertleri köle edinmeyi yasaklarken, kalkındırma ve
yardım adı altında toplumları, halkları ve milletleri köle yapıyorlar. Bu şahta
ve aldatıcı medeniyet nerde, toplumları halkları ve fertleri hürriyete
kavuşturan, İslam'ın hakiki medeniyeti nerede?!! [210]
97. Kendilerine yazık eden kimselere melekler,
canlarını alırkan: "Ne îşde idiniz"
dediler. Bunlar: "Biz yeryüzünde çaresizdik" diye cevap verdiler.
Melekler de: "Allah'ın yeri geniş değil miydi? Hicret et-seydiniz ya!" dediler.
İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş
yeridir.
98. Erkekler, kadınlar ve çocuklardan aciz olup
hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol bulamayanlar
müstesnadır.
99. İşte bunları, umulur ki Allah affeder; Allah
çok affedicidir, bağışlayıcıdır.
100. Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde
gidecek bir çok güzel yer ve bolluk bulur. Kim
Allah ve Rasulü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine
ölüm yetişirse artık onun mükafaatı Allah'a düşer. Allah da çok bağışlayıcı ve
merhametlidir..
101. Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman
kâfirlerin size kötülük etmelerinden endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda
size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler, sizin apaçık
düşmanımzdır.
102. Sen
de içlerinde bulunup
onlara namaz kıldırdığın zaman,
onlardan bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar" silahlarını yanlarına
alsınlar, secde ettiklerinde onlar
geriye gitsinler. Sonra henüz namazını kılmamış olan diğer gurup gelip seninle
beraber namazlarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını
alsınlar. O kâfirler arzu ederler ki
siz silahlarınızdan ve
eşyanızdan gafil olsanız da üstünüze birden baskın yapsalar. Eğer size
yağmurdan bir eziyet olur, yahut hasta bulunursanız silahlarınızı bırakmanızda
size günah yoktur. Yine de tedbirinizi alın. Şüphesiz Allah, kâfirler için
alçaltıcı bir azab hazırlamıştır.
103. Namazı bitirince de ayakta, otururken ve
yanınız üzerinde yatarken Allah'ı anın. Emniyete kavuşunca da namazı dosdoğru
kılın, çünkü namaz mü'min-ler üzerine vakitleri belli bir
farzdır.
104. O topluluğu takip etmekte gevşeklik
göstermeyin Eğer siz acı çekiyorsanız biliniz ki onlar da, sizin çektiğiniz
gibi acı çekmektedirler. Üstelik siz Allah'tan, onların ümit etmedikleri şeyleri
umuyorsunuz. Allah
ilitn ve hikmet sahibidir.
105. Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar
arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik; hainlerden taraf
olma!
106. Ve Allah'tan mağfiret iste, çünkü Allah, çok
bağışlayıcı, ziyadesiyle merhametlidir.
107. Kendilerine hıyanet edenleri savunma; çünkü
Allah hain günahkârları sevmez.
108. İnsanlardan gizlenir de Allah'tan
utanmazlar. Halbuki geceleyin, O'nun razı olmadığı sözü düzüp kurarken O,
onlarla beraber idi. Allah yaptıklarını kuşatıcıdır.
109. Haydi siz dünya hayatında onlara taraf çıkıp
savundunuz, ya kıyamet günü onları kim müdafaa edecek yahut onlara kim vekil
olacak?
110. Kim bir kötülük yapar, yahut nefsine
zulmeder de, sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve
merhametli bulacaktır.
111. Kim bir günah kazanırsa onu ancak kendi
aleyhine kazanmış olur. Allah her şeyi bilicidir, büyük hikmet
sahibidir.
112. Kim kasıtlı veya kasıtsız bir günah kazanır
da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, muhakkak ki büyük bir iftira ve apaçık
bir günah yüklenmiş olur.
113. Allah'ın sana lütfü ve merhameti olmasaydı,
onlardan bir güruh seni saptırmaya yeltenmişti. Halbuki onlar yalnızca
kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah sana Kitab'ı ve
hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın lütfü sana gerçekten
büyük olmuştur.
Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah Önceki âyetlerde samimi mücahitlere
verilecek sevabı mlattıktan sonra, bu âyetlerde de, küfür diyarında oturup da
cihada katılmayanların cezalarını açıkladı. Sonra müslümanları küfür diyarından
İslam diyarına hicrete teşvik etti. Hicret için yeryüzünün genişliğini, hicret
edene verilecek sevap ve mükafatı anlattı. Bundan sonra da, cihat ve hicret
korkuya sebep olduğu için, Yüce Allah yolcu ve korku namazının usûlünü anlattı.
Daha sonra, adaletin üstünlüğü prensibine dair, tarihin kaydettjği en parlak
misali verdi! Olay şudur: Zulmen, hırsızlıkla itham edilen
bir Yahudiye adaletle muamele edilmiş ve ona komplo
hazırlayanlar Me-dine'li Ensar'dan bir aile olduğu halde onların suçlu
olduğuna hükmedilmistir. [211]
Kelimelerin İzahı
Mürâğam, toprak mânâsına gelen kelimesinden
türemiştir. "Gidilen ve dolaşılan yar" demektir. îbni Kuteybe şöyle der: Mürâğim
ile muhacir aynı mânâyadır. Aslı şudur: Bir kimse müslüman olduğunda kavmine
kızgın olarak onlardan ayrılırdı. Bu şahsa murâğim, yürüyüp gittiği yola
murâğam, Peygamber (s.a.v.)'e ulaşmasına da hicret denilirdi. Sea, rızıkta
genişlik demektir.[212]
Sea rızıkta genişlik demektir.
Noksanlaştırinanız. Kasr, eksiltmek demektir. Bir
kimse, dört rekatlı namazı iki rekat kıldığında denir. Ebû Ubeyd şöyle der: Bu,
üçtürlü ifade edilir. Bunların üçü de
"namazı kısalttım" demektir.[213]
Gafil olursunuz. Gaflet, dikkatsizlik ve hafıza
zayıflığı sebebiyle insana arız olan dalgınlık" demektir.
Mevkut, vakitleri belli, vaktinin dışında yapılması
caiz olmayan şey demektir.
Gevşersiniz.
Hasîm, mühâsım yani çekişen, müdafaa eden
demektir.
Havvân, "çok hain, hıyanette aşırı giden,
manasınadır. [214]
Nüzul Sebebi
a. İbn Abbas'm şöyle dediği rivayet olunur:
Müslümanlardan, İslamı hafife alan bir grup Mekke'de oturuyordu. Müşrikler,
Bedir savaşma onları da beraberlerinde getirdiler. Onlardan bazıları savaşta
Öldü. Müslümanlar: "Bu arkadaşlarımız müslümandı. Savaşa zorla getirildiler,
dediler. Bunun Üzerine Melekler kendilerine zulmeden kimselerin canlarını
alırken... âyeti indi.[215]
b. Damure b. Kays Mekke'deki
zayıflardan olup hasta biri idi. Allah'ın hicret hakkında indirdiği
âyeti işitince" çocuklarına: Ben zayıflardan değilim, ben yolu mutlaka bulurum.
Beni götürünüz. Vallahi, bu gece bile Mekke'de kalmıyacağı dedi. Onu bir sedyeye
koyup yola çıktılar. Damura, yolda Ten'im demlen yerde öldü. Bunun üzerine Yüce
Allah ım Allah ve Rasulü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da, sonra kendisine
ölüm gelirse artık onun mükafatı Allah'a düşer" âyetini indirdi.[216]
c. Rivayet olunduğuna göre Ensar'dan
Zufroğullarından Tu'me b. Übeyrik isimli bir adam, komşusu Katâde b. Nu'man'm
zırhını çalarak un torbası içine koyup götürdü. Torbadaki bir yırtıktan un
akmaya başladı. Zırhı götürüp Zeyb b. Semîn adındaki Yahudinin yanında sakladı.
Zırh, Tu'me-nin yanında araştırıldı, fakat bulunamadı. Tu'me, zırhı almadığına
ve zırh hakkında her hangi bir bilgisi olmadığına yemin etti. Bunun üzerine onu
bırakıp dökülen unun izini takip ederek Yahudinin evine geldiler. Zırhı burada
bulup aldılar. Yahudi: "Bunu bana Tu'me emanet olarak verdi" dedi. Yahudilerden
bir grup da onun lehine şahitlik ettiler. Zufroğulları: Haydin, Rasulullah
(s.a.v.)'a gidelim dediler. Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek, ondan arkadaşlarını
müdafa etmesini istediler. Arkadaşlarının suçsuzluğu ve Yahudinin hırsızlığı
hakkında şahitlik ettiler. Rasulullah (s.a.v.) da onların dediği gibi yapmak
istedi. Bunun üzerine: Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında
hükmedesin diye sana kitabı hak ile indirdik, âyeti nazil oldu. Tu'me, Mekke'ye
kaçarak mür-ted oldu. frUekke'de hırsızlık yapmak için bir evin duvarını deldiği
sırada duvar üzeime yıkılarak onu öldürdü.[217]
Âyetlerin Tefsiri
97. Küfür diyarında kâfirlerle birlikte ikâmet
etmek ve İslam diyarına hicret etmemek suretiyle nefislerine zulmettikleri
halde meleklerin kendilerini öldürdüğü kimseler var ya, İşte Melekler onlara: Dininizin emirlerini
uygulama hususunda durumunuz nedir?" diye sorarlar. Bu soru kınama ve a-zarlama
ifade eder. Onlar özür beyan ederek: "Biz Mekke'de zayıftık ve o-rada dinin
emirlerini uygulamaktan acizdik" derler. Melekler onları kınayarak derler ki:
Allah'ın arzı geniş değil miydi ki Habeşistan ve Medine'ye hicret edip da dinin
emirlerini yerine gibi siz de küfür diyarından Allah'ın dinini
uygulayabileceğiniz hicret etseydiniz.
Yüce Allah onların cezasını açıklayarak şöyle
İşte onların barınacağı yer cehennem getirenler bir
diyarabuyurdu:
dir.. Orası barınacak ne kötü bir yerdir! Yüce
Allah bundan sonra zayıfları ve hicret etmekten âciz olanları istisna ederek
şöyle buyurdu: [218]
98. Ancak onlardan, müşriklerin ezdiği, fakirlik
ve zayıflıklarından dolayı da hicretten aciz olan, kurtuluş çaresi ve hicret
yurduna götürecek yolu bulamayan zayıf erkek, kadın ve çocuklar
müstesna. [219]
99. İşte bunları umulur ki Allah affeder. Çünkü
bunlar hicreti kendi istekleriyle bırakmadılar. Allah çok af edicidir,
bağışlayıcıdır. Dolayısıyla mazereti olanları affeder ve bağışlar. fiili Allah
kelamında kullanıldığında tahkik ifade eder. [220]
100.
Bu âyet hicreti teşvik etmektedir. Yani kim. dini
için vatanını terk eder ve düşmanların tuzağından kaçarsa yer yüzünde hicret
edecek ve dolaşacak geniş bir yer bulur. Bu sayede düşmanının zulmünden
korunur. Geniş rızık elde eder. Çünkü Allah'ın arzı geniş ve kulları için
rızkları boldur. O, şöyle buyuruyor. "Ey iman eden kullarım! Şüphesiz, benim
arzım geniştir. O halde yalnız bana kulluk edin[221]
Kim Allah ve Rasulu uğrunda hicret ederek evinden
çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükafatı Allah'a düşer. Yüce
Allah bu âyette haber veriyor ki: Kim dini uğrunda ülkesinden çıkarak, yani
küfür diyarından hicret ederek Allah ve Rasulüne giderde hicret yurduna
ulaşmadan önce Ölürse onun hicretinin sevabı Allah'a düşer. Allah kullarını
bağışlayıcı ve merhamet edicidir. [222]
101. Savaş ticaret veya diğer sebeplerle yolculuk
ettiğiniz zaman namazları kısaltarak dört rekatlı namazları iki rekat kılmanızda
size herhangi bir günah yoktur, Kâfir düşmanlarınızdan size herhangi bir kötülük
gelmesinden korkarsanız bu şekilde namazı kısaltabilirsiniz. Âyette geçen "bir
kötülük gelmesinden korkarsanız" ifadesi seferde namazın kısaltılmasının şartı
değildir. Bu ancak o günkü durumu açıklar. Zira müşriklerin çokluğundan dolayı
İslam'ın ilk dönemlerinde müslümanlar, yolculuklarında düşmandan korkuyorlardı..
Ya'la b. Ümeyye hadisi de bu görüşü pekiştirir. O şöyle der: Ömer b. Hattab'a:
Allah, "Eğer korkarsanız" buyuruyor. Halbuki bugün artık insanlar emniyet
içindeler" dedim. Ömer şöyle cevap verdi: Senin dikkatini çeken benim de
dikkatimi çekti. Bunu Rasulullah (s.a.v.)'a sordum. "Bu, Allah'ın size verdiği
bir sadakadır. Onun sadakasını kabul edin"
buyurdu. Şüphesiz kâfirler,
sizin düşmanlarınızda. Size karşı açıkça düşmanlık yürütmektedirler.
Allah'a i-badetle meşgul olmanız, onların sizi öldürmesine engel
olmaz. [223]
102. Ey Muhammed, savaşta korku namazı kılmak
istediklerinde ve sen de onlarla beraber bulunduğunda onlardan bir grup ihtiyaten silahlarını
kuşanmış olarak senin arkanda namaz kılsınlar. Diğer bir grup ise düşman
karşısında beklesin. Birinci grup namazı bitirdiğinde, arkanızda düşman
karşısında beklesinler. Sonra
olan diğer grup gelsin, Onlar da ihtiyat tedb
silahlarını alsınlar. Yani
silahlarını kuşanmak suretiyle
tedbirli ve düşmanla savaşa hazır
olsunlar., silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olmanızı isterler ki, ani bir baskın yapıp sizi yakalasınlar ve
namazda iken öldürsünler. Yani, hep birlikte namazla meşgul olmayın ki, düşman
size bir şey yapamasın. Ancak, size emredildiği şekilde namazınızı kılınız.
Yağmur veya hastalık hallerinde, gücünüz yetmediği takdirde, silah
kuşanmamanızda sizin için bir günah yoktur, Fakat mümkün mertebe, düşmana karşı
ihtiyatlı ve uyanık olun. Şüphesiz Allah kâfirler için rezil edici ve horlatıcı
bir azap hazırlamıştır. İbn Kesir bu âyetin tefsirinde, Ebu Ayyaş Züraki'nin
şöyle dediğini rivayet eder: Biz Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte Usfan'da idik.
Başlarında Halid b. Velid'in bulunduğu müşrikler karşımıza çıktı. Onlar bizimle
kıble arasında bulunuyorlardı. Rasulullah (s.a.v.) bize öğle namazını kıldırdı.
Müşrikler kendi aralarında : müsliimanlaT,
ani bir baskınla yok
edebileceğimiz bir durumda idiler. Fırsatı kaçırdık, dediler. Sonra da: Az sonra
Öyle bir namaz vakti girecek kı,"o namaz onlar için canlarından da,
çocuklarından da daha Önemlidir, dediler. Râvi der ki: Bunun üzerine Cebrail
(a.s.), öğle ile ikindi arasında âyetini indirdi.[224]
Bundan sonra Yüce Allah korku namazının arkasından
kendisinin çokça zikredilmesini emrederek şöyle buyurdu: [225]
103. Namazı bitirdiğinizde ayakta, oturarak
Allah'ı çokça zikredin. Bütün hallerinizde Allah'ı zikrediniz ki, düşmana karşı
size yardım etsin. Korku gidip de düşmandan emin olduğunuz zaman namazı tam küm.
Size emredildiği gibi rükuu ile, secdeleri ile ve bütün şartlanyle huşu içinde
kılınız. şüphesiz namaz mü'minler üzerine belli vakitlerle sınırlanmış bir
farzdır. Onu vaktinden sonraya bırakmak caiz değildir. Bundan sonra Yüce Allah,
cihada ve musibet zamanında sabırlı olmaya teşvik ederek şöyle
buyurdu: [226]
104. Düşmanı takip hususunda gevşeklik
göstermeyin. Bilakis onları takibe gayret gösterin. Bütün gözetleme yerlerinde
onları tjpkleyin ve öldürün. Eğer siz yara ve savaştan acı duyuyorsanız, onlar
da sizin gibi bunlardan! acı duyuyorlar. Fakat siz Allah'tan onların ummadığı
şehadet, sevap bekliyorsunuz. Allah,
yaratıklarının menfaatleri ve zafıni pek iyi bilir. Koyduğu kanun ve getirdiği
tedbirlerde hikmet sahibidir. Kurtubî şöyle der: Uhud savaşı sona erince,
Rasulullah (s.a.v.) müşriklerin takip edilmesini emretti. Müslümanlar ise,
yaralı idiler. Rasulullah (s.a.v.), sadece bu savaşa katılmış olanların, düşmanı
takip etmesini emretmiştir. Bir başka görüşe göre, gevşeklik göstermeyin, emri,
her cihada şâmildir.[227]
105. Ey Muhammed, sana Kur'an'ı hak ile indirdik
ki, insanlar arasında, Allah'ın sana öğrettiği ve vah-yettiği ile hükmedesin.
Hainleri müdafaa edip savunma. Hainlerden maksat Tu'me b. Ubeyrik ve onun
lehinde yalancı şahitlik eden topluluktur. [228]
106.
Kavminin, onun salih bir kişi olduğuna dair şahitlik
etmesine inanarak, Tu'me'yi savunmak istediğin için, Allah'tan affını dile.
Allah, kendisinden mağfiret
isteyen kimseyi çok bağışlayıcı, ziyadesiyle merhamet
edendir. [229]
107. Masiyet işleyerek kendilerine hainlik
edenleri savunma. Allah hainlik edenleri, masiyet ve günaha dalanları
sevmez. [230]
108. Korktukları ve utandıkları için
hırsızlıklarını insanlardan
gizliyorlar da Allah'tan utanmıyorlar.
Oysa, kendisinden utanılmaya ve azabından korkulmaya o daha layıktır.
Halbuki geceleyin O'nun razı olmadığı sözü uydururlarken, o, onlarla beraberdi.
Yani Yüce Allah onlarla beraberdir, Onları ve bütün hallerini bilir. Suçsuz
birine iftira atmak, yalan şehadette bulunmak ve yalan yere yemin etmek gizlice
düşündükleri ve sır olarak sakladıkları
şeylerden haberdardır.
Allah, onların yaptıklarını
kuşatıcıdır. Yaptıkları hiçbir şey Allah'tan uzak kalmaz ve bilgisi dışında
olmaz. Bundan sonra Yüce Allah Tu'me'nin kavmini kınayarak şöyle
buyurdu. [231]
109. Ey Tu'me'nin kavmi! Haydi siz dünyada
hırsızı ve hainleri savundunuz. Ya, âhirette Allah onlara azap ettiğinde Allah'a
karşı onları kim savunacak? Yahut, Allah'ın intikamı ve azabına karşı, kim
onlara yardım etme ve onları savunma görevini üzerine alacak? Bundan sonra Yüce
Allah onları günahlarından dönüp tevbe etmeye çağırarak şöyle
buyurdu: [232]
110. Kim suçsuz bir kimseyi itham etme gibi,
başkalarını üzecek çirkin bir iş yapar veya hırsızlık gibi, nefsine zulmedeceği
bir suç işler de, sonra günahından dolayı Allah'ın affını dilerse, Allah'ın
affının büyük, rahmetinin geniş olduğumu görür. İbn Âbbas şöyle der: Allah bu
âyette Übeyrik oğullarına tevbe yolunu gösterdi. [233]
111. Kim kasıtlı olarak bir günah işlerse, onun
vebali ancak kendine aittir. Allah onun günahını bilir. Ve verdiği cezada hikmet
sahibidir. [234]
112. Kim. küçük veya büyük bir günah işler de,
sonra onu suçsuz birinin üzerine atar ve onu suçlarsa, büyük bir iftira suçu ye
açık bir günah yüklenmiş olur. Bundan sonra, Yüce Allah, Rasulüne olan lütfunu
bildirerek şöyle buyurdu:
[235]
113. Allah sana peygamberlik lütfetmemiş ve
rahrnetiyle seni korumamış olsaydı onlardan bir grup mutlaka seni haktan
saptıracaklardı. Yani Arkadaşları Tu'me'yi beraat ettirmesini ve suçu Yahudiye
yüklemesini istediklerinde Allah, rasulüne lütfederek ona hakikati bildirdi.
Onlar, kendilerinden başkasını
saptırmazlar. Yani yaptıklarının
vebali kendilerine aittir. Ya Muhammed,
onlar sana hiçbir zarar veremezler. Çünkü Allah seni ondan koruyacaktır. Allah
sana Kitab'ı ve sünneti indirdi. O sana kitab'ı İndirir ve hükümleri vahyederken
onlar seni nasıl saptırırlar? Yani o sana şeriatın hükümlerinden ve gayb
işlerinden bilmediklerini öğrettiği halde seni nasıl saptırırlar? Allah vahiy,
risalet ve diğer bol nimetleri vererek sana büyük bir lütufta
bulunmuştur. [236]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler, birçok edebî sanatı ihtiva
eder. Bunları aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:
1. " Dininizi uygulama hususunda ne durumda
idiniz?" ve " Allah'ın arzı geniş değil miydi?" âyetlerindeki soru e-datları
kınama ve azarlama ifade eder.
2. "Namazı kıldığınızda..." Burada kelimesinden
korku namazı kasdedilmektedir. Umum zikredilmiş, husus
kasdedilmiştir.
3. kelimeleri arasında cinâs-ı mugayir
vardır.
4. " Melekler onları öldürdü." Burada,
meleklerden maksad ölüm meleğidir. Çoğul sıygası, müfred mânâda kullanılmıştır.
Meleğin sânının yüceliğini ve büyüklüğünü ifade etmek için çoğul sıygası
getirilmiştir.
5.
" İnsanlardan haya ediyorlar, Allah'tan haya
etmiyorlar" cümlesinde tıbâk-ı selb vardır.
6.
" Namazı dosdoğru kılın, çünkü namaz mü'minler üzerine,
vakitleri belli bir farzdır." âyetinde, namazın faziletine dikkat çekmek için "salât" lafzı
tekrar edilerek itnâb yapılmıştır. [237]
114. Onların fısıl d aşmalar inin bir çoğunda
hayır yoktur. Ancak bir sadaka, yahut bir iyilik, yahut da insanlarını arasını
düzeltmeyi istemek müstesna. Kim Allah'ın rızâsını elde etmek için bunu
yaparsa, biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.
115. Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra,
kim peygambere karşı çıkar ve mü'minlerin yolundan başka bir yola girerse, onu o
yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o, ne kötü bir
yerdir.
116. Allah,
kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları
dilediği kimse için bağışlar: Kim Allah'a ortak koşarsa büsbütün
sapıtmıştır.
117. Onlar
O'nu bırakıp yalnızca
bir takım dişilere ibadet
ediyorlar, ancak inatçı şeytana ibadet ediyorlar.
118. Allah onu la'netlemiş; o da: "Yemin ederim
ki kullarından belli bir pay edineceğim"1 demiştir.
119. "Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak
onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de
hayvanların kulaklarını yaracaklar, şüphesiz onlara emredeceğim de
Allah'ın yaratıklarını değiştirecekler."
dedi. Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir
ziyana düşmüştür.
120
. Şeytan onlara söz verir ve onları ümitlendirir;
halbuki şeytanın onlara söz vermesi aldatmacadan başka bir şey
değildir.
121.
İşte onların yeri cehennemdir; ondan kaçıp kurtulacak
bîr yer de bulamaycaklardır.
122. İman eden ve iyi işler yapanları, içinde
ebedî kalmak üzere, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacağız, Allah, hak bir söz
olarak vadetti. Söz verme ve onu tutma bakımından kim Allah'tan daha doğru
olabilir?
123. Ne sizin kuruntularınız ne de ehl-i kitabın
kuruntuları gerçektir; kim bir kötülük yaparsa onun cezasını görür ve kendisi
için Allah'tan başka dost da, yardımcı da bulamaz.
124. Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mü'min
olarak iyi işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa
uğratılmazlar.
125. İşlerinde doğru olarak kendini Allah'a veren
ve İbrahim'in, Allah'ı bir tanıyan dinine tabi olan kimseden dince daha güzel
kim vardır? Allah İbrahim'i dost edinmişti.
126. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır
ve Allah her şeyi
kuşatmıştır.
127. Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar.
De ki: Allah onlar hakkında ve Kur'an'da
size okunan âyetler hakkında açıklamada bulunacak: Kitab'da, kendileri için
yazılmış olanı vermeyip
nikahlamak istediğiniz yetim
kadınlar hakkında, çaresiz çocuklar ve yetimlerin işleriyle adaletle meşgul
olmanız hakkında a-çıklamada bulunacak. Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah
onu bilmektedir.
128. Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden,
yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh
yapmalarında, onlara günah yoktur. Sulh hayırlıdır. Zaten nefisler kıskançlığa
hazırdır. Eğer iyi geçinir ve Allah'tan korkarsanız şüphesiz Allah
yaptıklarınızdan haberdardır,
129. Üzerine
düşüp uğraşsanız da
kadınlar arasında adil davranmaya güç yetiremezsiniz; bari birisine
tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir,
günahtan sakınırsanız Allah şüphesiz çok bağışlayıcı ve
merhametlidir.
130. Eğer (eşler) birbirinden ayrıhrsa Allah, bol
nimetinden her birini
zenginleştirir; Allah'ın lütfü geniş, hikmeti
büyüktür.
131. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi
Allah'ındır. Sizden önce kendilerine Kitab verilenlere ve size "Allah'tan
korkun" diye emrettik. Eğer inkar ederseniz biliniz ki göklerde ve yerde ne
varsa hepsi Allah'ındır. Allah hudutsuz zengindir, ziyadesiyle övgüye
layıktır.
132. Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Vekil
olarak Allah yeter.
133. Ey
insanlar! Allah dilerse
sizi yokluğa gönderip
başkalarını getirir; Allah ona kadirdir.
134. Kim
dünya mükafatını isterse
bilsin ki dünyanın da âhiretin
de mükafatı Allah katındadır. Allah her şeyi
işiten ve her şeyi
görendir.
Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde Tu'me kıssasını suçsuz
Yahudinin itham edildiği hırsızlık olayını, Kavminin, Tu'me'yi savunmalarını ve
suçsuz Ya-hudiye suç isnat etmek için gizlice komplo hazırlamalarını anlattı.
Burada da, gizilice yapılan işlerin Allah'a kapalı kalmayacağını, alınan her
tedbiri bildiğini, hayır ve İslah maksadının dışında, gizli yapılan hiçbir
şeyden hayır gelmeyeceğini açıkladı. Daha sonra Yüce Allah, peygamberin emrine
muhalefet etmenin büyük bir suç olduğunu bildirdi ve Şeytan'dan ve onun aldatma
yollarından sakındırdı. Bundan sonra das söz, mirasları ve mehirle-ri hususunda
kadınlara zulmetmekten sakmdırmaya geldi. Yüce Allah onlara iyi muamele etmenin
gerektiğini vurguladı. Bunun ardından da geçimsizliği veya barıştırmak
suretiyle eşler arasını İslah etme veya ayırma yolunu anlattı. [238]
Kelimelerin İzahı
Necvâ, iki kişi arasındaki sır demektir. Vahidî:
"Necvâ, sadece iki kişi arasında olur" der.
"Muhalefet ediyor" demektir. Şikâk, düşmanlıkla
birlikte muhalefet demektir. Muhaliflerden her biri, diğerinin bulunduğu şık
(taraf) tan başka bir şıkta bulunduğu için, muhalefete şikâk
denilmiştir.
Merîd, inatçı zorba demektir. Bir kimse, inat ve
zorbacılık ettiğinde ^ denilir. Ezherî şöyle der: Bir kimse haddi aşıp Allah'a
itaattan çıktığında denir. Bunun sıfatları şeklinde gelir ki, inatçı
demektir.
Mutlaka kesecekler demektir. Betk, kesmek
manasınadır. Bu kökten, keskin kılıca denir.
Mahîs, "kaçtı" mânâsına gelen. den türemiş olup
"kaçılacak yer" manasınadır. Kurtulmak mümkün olmayan şeylerde? Darb-ı mesel
olarak "Bir çıkmaza girdiler" denilir.
Halîl, samimi sevgi mânâsına gelen hulle'den
türemiş olup dost manasınadır. Sa'leb şöyle der: Dost sevgisi, kalbe girip boş
yer birakmıyacak şekilde onu doldurduğu için dosta "halil" denilmiştir. Şâir
Beşşar şöyle der:
Sen benim kalbimin her tarafını doldurdun. Böyle
yaptığı için dosta halil denildi.[239]
Şuhh, aşırı cimrilik demektir.
Mualleka, askıda kalmış yani, boşanmafnış ama
kocası da yok , demektir.
[240]
Nüzul Sebebi
a) Tu'me b. Übeyrik hırsızlık edip de Rasulullah
(s.a.v.), elinin kesilmesine hükmedince Mekke'ye kaçarak İslamdan döndü. Bunun
üzerine Yüce Allah: Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim
peygambere karşı çıkarsa., âyetini indirdi.[241]
b) Katade şöyle der: Mü'minlerle Ehl-i kitap,
karşılıklı olarak kendilerini Övdüler. Ehl-i kitap: "Bizim peygamberimiz sizin
peygamberinizden önce geldi, kitabımız da sizin kitabınızdan önce indi.
Dolayısıyle biz Allah'a sizden daha yakınız" dediler. Mü'minler de: "Bizim
peygamberimiz, peygamberlerin sonuncusudur, kitabımız da diğer kitapların
hükümlerini kaldırmıştır" dediler. Bunun üzerine: "Ne sizin kuruntularınız, ne
de Ehl-i kitabın kuruntuları..." âyeti indi.[242]
Âyetlerin Tefsiri
114. Kavmin gizlediklerinin ve gizlice
konuştuklarının bir çoğunda hayır yoktur. Ancak birisine sadakayı gizli
vermesi veya Allah'a itaat etmesi veya insanlar arasını İslah etmesi için
emreden kişinin fısıldaması müstesna. Bu hayırlıdır. Taberî şöyle der: Ma'ruf,
Allah'ın emrettiği veya teşvik ettiği hayırlı ve iyi amellerin hepsidir. İslah,
iki hasmın arasını bulmak demektir.[243] Dünya
menfaatlerinden hiçbir şey için değil de, sırf Allah
rızası için, kim kendisine emredilen sadakayı verir, iyilik e-der ve insanlar
arasını düzeltirse Ona bolca sevap yani cenneti vereceğiz. Sâvî şöyle der: Bu
âyetle, gelecek zamanı İfade etmek İçin kullanılan kelimesi, salih amellerin
mükafatının dünyada değil, âhirette verileceğine bir işarettir. Çünkü dünya,
amellerin karşılığının verileceği yer değildir. [244]
115. Kim, kendisine mucizeler vasıtasıyle doğru
yol belli olduktan sonra, Allah'tan getirdikleri hususunda peygamberin emrine
karşı çıkar ve mü'minlerin yolundan başka bir yola girerse Onu kötü tercihi ile
başbaşa bırakır ve ceza olarak onu cehenneme sokarız. Cehennem onlar için,
varılacak ne kötü bir yerdir. [245]
116. Şüphesiz Allah şirk günahını bağışlamaz.
Bunun dışında, istediği kimsenin günahlarını bağışlar. Kim Allah'a ortak
koşarsa, hak ve mutluluk yolundan son
derece uzaklaşmış olur.
[246]
117. Onlar Allah'ı bırakıp yalnızca bir takım
dişilere dua ediyorlar. Yani o müşrikler Allah'ı bıkakıp; Lal, Uzza ve Menat
gibi dişilere ait isimleri verdikleri
bir takım putlara tapıyor ve onlara dua ediyorlar. Teshil adlı
kitabında İbn Cezzî şöyle der: Araplar,
putlara dişi isimler koyarlardı.[247] Onlar, ancak, kibir ve günahta aşın gitmiş olan inatçı şeytana
tapıyorlardı. Bu şeytan, Rabbinin
emrinden çıkmış olan Iblis'tir. [248]
118. Allah onu la'netlemişti. yani rahmetinden
uzaklaştirmıştı. Bunun üzerine şeytan: "Kendilerinin yüzünden beni
uzaklaştırdığın kullarından mutlaka belli bir pay alacağım. Yani kâfir ve âsî
olan kullarını bana itaate çağıracağım." diye yemin etti. Müslim'in Sahihinde şöyle bir hadis vardır: "Allah kıyamet gününde Âdem'e der ki:
Cehennem'in payını gönder. Âdem (a.s.): "Cehennemin payı nedir? diye sorar.
Allah: Her binden 999 udur" buyurur.[249]
119. Onları hidâyet yolundan mutlaka çevireceğim.
Onlara yalancı kuruntular vadedeceğim,
onların kalplerine tûl-i emeli atacağım, onlara haşir-neşir ve nisabın
olmadığı kuruntusunu vereceğim.Onlara, hayvanların kulaklarını kesmeyi
emredeceğim ve kesecekler. Katâde burayı şöyle izah eder: Hayvanların
kulaklarını yarmayı ve bunu, Câhiliyye
döneminde yaptıkları gibi Bahire ve Sâibe için ajâmet kılmalını"
emrederim.[250] Mutlaka, onlara Köleleri Ve hayvanları iğdiş etmek, dövme yaptırmak ve
benzeri şeylerle, İah'ın verdiği şekli
değiştirmelerini emredeceğim ve onlar bunu kesinli- yapacaklar. Bir görüşe göre
bundan maksat, Allah'ın dinini küfür ve is- çevirmek,[251] haram kıldığım helal
ve helal kıldığını da haram
k nakt'r- Kim Allah'ın em- bırakır da şeytan'ı dost edinir ve ona itaat ederse, o dünyada
da [reıtede apaçık ziyana uğramıştır. Çünkü o, ebedî cehenneme girecektir.
gurnian daha büyük ziyan olur mu? Bundan sonra Yüce Allah, İblis hacında şöyle
buyurdu: [252]
120. Şeytan onlara kurtuluş ve mutluluğu vadeder;
onlara yalan ve bâtıl kuruntular verir. İbn Kesir şöyle der: Bu bir gerçeği
haber vermektir. Çünkü şeytan dostlarına birçok şey vadeder ve dünya âhirette
kurtuluşa erenlerin, onlar olacağı kuruntusunu verir. Kuşkusuz o, bu hususta
yalan söylemiş ve iftira etmiştir.[253] Şeytan onlara bâtıl ve sapıklıktan başka bir şey vadetmez. İbn Arefe
şöyle der: Âyette geçen gurur kelimesi, dışı sevimli içi sevimsiz, görünüşü
süslü içi bozuk olan şey demektir. [254]
121. Kıyamet gününde onların gidecekleri ve
varacakları yer cehennemdir. Onların oradan, kaçıp kurtulacakları yerleri
yoktur. Yüce Allah bundan sonra bahtiyar kişilerin durumlarını ve cennette
kendilerine yapılacak ikramları anlatarak şöyle buyurur: [255]
122. İman eden ve iyi işler yapanları içinde
ebedî kalmak üzere zemininden ırmaklar akan naîm cennetine koyacağız. Onlar
buradan hiç ayrılmayacak ve zaval bulmayacaklardır. Bu, Allah'ın öyle bir
va'didir ki, onda şek ve şüphe yoktur. Kim, Allah'tan daha doğru söyler? Bu
soru, olumsuzluk ifade eder. Yani: "Allah'tan daha doğru söz söyleyecek hiç
kimse yoktur. Ebussuûd şöyle der: Bundan maksat şeytanın dostlarına yaptığı
yalancı vaatlere, Allah'ın dostlarına yaptığı doğru vaatle karşılık
vermektir.[256]
123. Ey müslümanlar, Allah'ın vadettiği sevap, ne
sizin kuruntularınızla ne de Ehl-i kitabın kuruntuları ile gerçekleşir. Ancak
o, iman ve salih amelle elde edilir. Hasan-ı Basrî şöyle der: İ-man kuruntu ile
olmaz. Fakat iman kalbe yerleşen ve amel ile tastık edilen şeydir. Şüphesiz bir
kavmi, kuruntuları oyaladı da, nihayet iyi amel yapmadan dünyadan çıktılar.
Allah hakkında iyi zanda bulunup "Allah kerimdir" diyorlardı. Halbuki bunlar
yalan söylüyorlardı. Eğer iyi zanda bulunsalardı, iyi amel işlerlerdi, Kim bir
kötülük ve şer işlerse, onun cezasını dünyada veya âhirette çeker. Allah'ın
azabına karşı kendisini koruyacak veya yardım edecek bir kimse bulamaz.[257]
124. İman etmiş olmak şartıyle, erkek olsun kadın
olsun, kim iyi işler yaparsa, İşte onları Allah cennete sokar ve amellerinin
sevabından en küçük bir şey eksik verilmez. Mükafatı veren, merhametlilerin en
merhametlisi Allah olduktan sonra nasıl cennete girmezler! Nasıl hakları tam
ö-denmez! İman etmiş olma kaydı, imansız amelin fayda vermeyeceğini
açıklar. [258]
125. Güzel amel etmiş olarak, yüzünü Allah'a
teslim etmiş olandan, dince daha güzel kim vardır? Yani Allah'ın emrine ve
şeriatına uyup yasaklarından sakınarak Ona boyun eğen ve Onun için ihlasla amel
edenden, dince daha güzel kimse yoktur. Bu kimse Allah'ın dostu İbrahim
(a.s.)'nin dinine uyar ki bu da islam dinidir. Dosdoğru olarak onun izinde ve
yolunda gider.
Çünkü Allah, sevgisi ve halis dostluğu için İbrahim
(a.s.)'i seçmiştir. İbn Kesir şöyle der: Şüphesiz İbrahim (a.s.) sevgi
makamlarının en yükseği olan dostluk makamına ermiştir. Bunun sebebi Rabbine
karşı çokça itaat etmesinden başka bir şey değildir.[259]
126. Bütün kâinattakiler O'nun mülkü, kulları ve
yaratığıdır. Bunların tümü üzerinde tasarruf sahibi O dur. O'nun hükmünü bozacak
ve geri çevirecek kimse yoktur. O-nun ilmi herşeyi kuşatmıştır. Yani onun ilmi
bütün bunlarda etkilidir. Hiç -bir şey ona gizli kalmaz. [260]
127. Ya.Muhammed, Senden kadınlar hakkında
ü-zerlerine farz olan şeyleri yani yapmaları gerekeni soruyorlar. Onlara de ki:
Kadınlar hakkında sorduklarınızı Allah size açıklayacak. Kur'an'da okunan
âyetlerde onların mirasları hakkında açıklamada bulunacak, Allah, mehirlerini
tam olarak vermeden güzellikleri veya
mallarının çokluğundan dolayı kendileriyle evlenmek istediğiniz yetim
kızlar hakkında size bilgi verecek. Yüce Allah bu şekilde bir evlenmeyi
yasaklamıştır. İbn Abbas şöyle der: Câhiliyye döneminde kişinin yanında yetim
kız bulunduğunda, kendi elbisesini yetimin üzerine atarak ona sahip olduğunu ilan ederdi. Bunu yapınca da, hiç
kimse o kızla ebedîyyen evlenmezdı.
Kız güzel ise ve adam onu seviyorsa onunla evlenir
ve malını yerdi. Çirkinse, ölünceye kadar başka erkeklerin onunla evlenmesini
yasaklardı. Ölünce malına varis olurdu. Yüce Allah bunu haram kıldı ve böyle bir
muameleyi yasakladı. Yine Allah küçük zayıflara haklarını vermenizi, yetimlerin
mirasları ve mehirleri hususunda adaletli olmanızı emreder. Câhiliyye halkı
küçükleri ve kadınları mirasçı kabul etmiyor ve şöyle diyorlardı: Ata binemiyen,
silah kuşanamıyan ve düşmana karşı savaşamıyan kimseye nasıl mal verelim! Yüce
Allah bunuda yasakladı ve onlar, küçüklerin ve kadınların mirastan paylarını
vermelerini emretti. Kadınlar ve yetimler hakkında yapacağınız iyilik ve
uygulayacağınız adaleti Allah bilir ve onun karşılığını size verir. İbn Kesir
şöyle der: Bu âyet hayır yapmaya ve Allah'ın emirlerine sarılmaya teşvik eder
ve bunlara karşılık Allah'ın bolca mükafat vereceğini ifade eder.[261]
Bundan sonra Yüce Allah, erkeğin kadına karşı
geçimsizce davranmasının hükmünü açıkhyarak şöyle buyurur:[262]
128. Bir kadın kocasının kendisini küçük
gördüğünü veya çirkinliğinden yahut yaşlılığından ya da kendisinden daha genç ve
güzel birisine göz koyması sebebiyle kendisinden hoşlanmadığı için yüz
çevirdiğini görür veya sezerse, aralarında bir sulh yapmalarında onlara bir
günah yoktur. Yani kadının, kocasının şefkatini celbetmek, sevgi ve mahabbetini
devam ettirmek maksadıyle nafaka, kıyafet ve gece yanında kalmak gibi haklarının
bir miktarından vazgeçmesi suretiyle aralarında bir anlaşma ve uyum
sağlamalarında eşler üzerine bir günah yoktur. İbn Cerîr Hz. Aişe (r.a)'nin
şöyle dediğini rivayet eder: Bir erkeğin iki karısı olur, bunlardan birisi
çeşitli sebeblerden dolayı aciz veya çirkin olur da adam onu sevmezse kadın
şöyle diyebilir: Beni boşama, bunun dışında benim hakkımda yapacağın işlerde
serbestsin[263] Anlaşma ayrılmaktan daha hayırlıdır, Nefisler, aşırı derecede cimri
olarak yaratılmıştır. Dolayısıyle kadın, nafaka ve kocasından faydalanmak gibi
haklarından vazgeçmeyebilir. Erkeğin nefsi de, kadını istemeyip başkasını
sevdiğinde, erkek onun yatağına gitmeyebilir ve onu evinde tutmayabilir. Yapması
gereken iyi muameleyi ondan esirger, Kadınlara zulmetme-yip Allah'tan korkar ve
onlara güzel muamele ederseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir ve ona göre
size bolca mükafat verir. Bundan sonra Yüce Allah, kadınlar arasında mutlak
adaleti uygulamının, dayanılamıyacak kadar güç olduğunu ve tahammül edilemiyecek
bir şeye benzediğini açıklayarak şöyle buyurdu: [264]
129. Ey erkekler, elinizden gelen her şeyi
yapsanız da kadınlar arasında tam olarak adaleti gerçekleştiremez ve onların
arasında sevgi, yakınlık ve onlardan faydalanma hususunda eşit muamele
edemezsiniz. Çünkü eşit olarak sevmeye ve kalben bağlanmaya insanın gücü yetmez.
Bari, ondan tamamen uzaklaşıp da onu askıya alınmış gibi bırakmayın. Yani
sevmediğiniz kadından bütün bütün uzak durup, onu ne boşanmış ne de kocasız bir
şekilde askıda bırakmayın. Burada kadın, gökle yer arasında asılı olan bir şeye
benzetilmiştir ki o şey ne göktedir, nede yere yerleşmiştir. Bu, son derece
edebî bir teşbihtir. Daha önce yapılan zulmün yarasını İslah eder ve adalete
sarılmak suretiyle Allah'tan korkarsanız, bilesiniz ki Allah, kusurlarınızı
bağışlar ve size merhamet eder. [265]
130. Eğer eşler birbirinden ayrılırlarsa, Allah
herbirini lütfü ve insaniyle zengin
kılar. Ona, önceki eşinden daha hayırlı bir eş nasip eder ve önceki hayatından
daha rahat bir hayat verir. Allah'ın kullarına olan fazlı boldur ve onlar için
aldığı tedbirlerde hikmet sahibidir. [266]
131. Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah'ın
mülkü, yarattıkları ve kullarıdır. Sizden önce kendilerine kitap verilenlere ve
size Allah'tan korkun diye emrettik. Yani öncekilere de. sonrakilere de tavsiye
de bulunduk onlara emrettiğimiz emirlere bağlılık ve itaati size de emrettik.
Hepinize, Allah'tan korkmayı ve ona itaat etmeyi tavsiye ettik. Eğer
küfrederseniz, biliniz ki, sizin küfrünüz Allah'a zarar vermez. Çünkü O'nun
kullara ihtiyacı yoktur. O göklerde ve
yerlerde bulunanların sahibidir. Allah zengindir, mahlukatına ihtiyacı
yoktur; zatı itibariyle övülmeye layıktır. İtaat edenlerin itaati Ona bir fayda
sağlamadığı gibi, isyan edenlerin isyanı de Ona zarar vermez. [267]
132.
Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Kullarının
amellerini koruyucu olarak Allah yeter. [268]
133. o1Ey insanlar Allah dilerse sizi helak ve
yok eder de başkalarını getirir. Allah buna kadirdir. [269]
134. Kim, ameline karşılık dünya mükafatı
isterse, bilsin ki, Allah katında ondan daha yükseği ve yücesi vardır. O da hem
dünya hem de âhiret mükafatıdır. O halde insan, niçin daha yücesini istemiyor
da, adisini istiyor?! Öyleyse kul, Rabbinden, dünya ve âhiret hayrını
istemelidir. Yüce Allah kullarının sözlerini işitici, amellerini
görücüdür. [270]
Edebî Sanatlar
Bu âyetlerde birçok edebî sanatı ihtiva etmektedir.
Bunları aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:
1. Yüzünü Allah'a teslim etti." cümlesinde
istiare vardır. Burada "vech" kelimesi, niyet ve yön mânâsında müstear olarak
kullanılmıştır. Aynı zamanda " nefisler
cimri olarak yaratılmıştır." cümlesinde de istiare vardır. Cimrilik,
nefislerden ayrılmayan ve onlardan uzaklaşmayan bir özellik olduğu için, sanki
Allah onu nefislerde hazırlamış ve nefislerden ayrılmamak üzere onlara
yerleştirmiştir. Burada "ihdar" (hazır kılmak) kelimesi (ayrılmamak) yerinde müstear olarak
kullanılmıştır.[271]
2. ve ile kelimeleri arasında cinâs-ı mugayir
vardır.
3. Onu askıda bırakırsınız." cümlesinde, mürsel
ve mücmel teşbih vardır.
Bir Uyarı
129. Âyetteki adaletten maksat, sadece kalbî
sevgideki adalettir. Aksi takdirde âyet, daha önce geçen, "Beğendiğiniz
kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın.[273] âyetiyle çelişirdi. Rasulullah (s.a.v.) hanımları arasında nöbet usulünü
uygularak adaletli muamele eder ve şöyle derdi: Ey Allah'ım! Bu, benim
yapabildiğim taksimatımdır. Senin elinde olan fakat benim gücümün yetmediği
şeyden beni sorumlu tutma. Rasulullah (s.a.v.) bununla, kalbi sevgiyi
kastetmiştir. "Onu, askıya alınmış gibi bırakmayın, âyeti de bu mânâya delalet
eder. Kendilerine "müceddid" denilen bazı kimseler, bu âyeti delil göstererek
sadece bir kadınla evlenmenin şart olduğunu iddia etmişlerdir. Bunların
iddialarının, bir değeri yoktur. Çünkü böyle bir iddia nassları anlamamak
demektir ki bu da sırf bâtıldır. Şerîat-ı ğarrâ ve sünnet-i seniyye bunu
reddeder. Allah bizi, bu kötü âlimlerin şerrinden korusun. [274]
135. Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta
tutan, kendiniz, veya ana babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için
şahidlik eden kimseler olun. Zengin de olsalar, fakir de olsalar Allah onlara
daha yakındır! Hevesinize uyup adaletten sapmayın, eğer büker, yahut şahidlik
etmekten kaçınırsanız bilin ki Allah yaptıklarınızdan
haberdardır.
136. Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine,
peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz. Kim
Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr
ederse tam manâsıyla sapıtmıştır.
137. İman edip sonra inkâr edenleri, sonra yine
iman edip tekrar inkâr edenleri, sonra da inkârlarını arttıranları Allah ne
bağışlayacak, ne de onları doğru yola iletecektir.
138. Münafıklara, kendileri için elem verici bir
azap olduğunu müjdele!
139.
Mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler,
onların yanında izzet mi arıyorlar? Bilsinler ki, bütün izzet yalnızca Allah'a
aitftr.
140.
O
Kitap'ta size indirmiştir ki:
Allah'ın âyetlerinin inkâr
edildiğini, yahut onlarla alay edildiğini
işittiğiniz zaman, bundan
başka bir söze dalıncaya kadar kâfirlerle beraber oturmayın; yoksa
siz de onlar gibi olursunuz. Şüphesiz Allah, münafıkları ve kâfirleri cehennemde
bir araya getirecektir.
141. Sizin başınıza musibetlerin gelmesini
bekleyenler; eğer size
Allah'tan bir zafer
nasib olursa, "Sizinle beraber
değil miydik?" derler. Kâfirlere bir
zafer nasib olursa, onlara hitaben: "Biz size üstün gelmedik mi?
Sizi mü'minlerden korumakdık
mı?" derler. Artık Allah
kıyamet gününde aranızda hükmedecektir ve kâfirler için
mü'minler aleyhine asla bir yol vermeyecektir.
142. Şüphesiz münafıklar Allah'a oyun etmeye
kalkışıyorlar; halbuki Allah
oyunlarını başlarına
çevirmektedir. Onlar namaza
kalktıkları zaman üşenerek
kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah'ı da pek az hatıra
getirirler.
143. Bunların arasında bocalayıp durmaktalar; ne
onlara bağlanıyorlar ne bunlara. Allah'ın şaşırttığı kimseye asla bir yol
bulamazsın.
144.
Ey iman edenler!
Mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin; Allah'a,
aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?
145. Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt
katındadırlar. Artık onlara sala
bir yardımcı
bulamazsın.
146.
Ancak
tevbe edip hallerini
düzeltenler, Allah'a sımsıkı sarılıp ibadetlerini yalnız onun için
yapanlar başkadır. İşte bunlar mü'minlerle beraberdirler ve Allah mü'minlere
yakında büyük mükafat verecektir.
147. Eğer siz iman eder ve şükrederseniz Allah
size neden azap etsin! Allah şükre karşılık veren ve her şeyi
bilendir.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde, kadınlara iyilik ve
adaletle muamele etmeyi emrettikten sonra, burada da bütün hükümlerde umûmî
adaleti emretti, hakkında şahitlik edilen şahıs.zengin olsun fakir olsun,
şahitliği en mükemmel bir şekilde yerine getirmeye çağırdı ve hevâ ve hevese
uymaktan sakındırdı. Bundan sonra bütün meleklere, kitaplara ve peygamberlere
iman etmeye çağırdı. Daha sonra da münafıkların rezil vasıflarını ve cehennemin
en alt tabakalarında kendilerini bekleyen azap ve cezayı anlattı. [275]
Kelimelerin İzahı
Büker eğersiniz. Leyy, defetmek demektir. Bir kimse
birisinin hakkını erteleyip "Sonra ödeyeceğim" diyerek oyaladığında der. Hadiste de: İmkanı olanın, vereceğini
erteleyip oyalaması zulümdür[276] buyrulmuştur.
Dalıyorlar. Havd, bir şeyin içine dalmak demektir.
"Suya dalmak" mânâsına gelen
kabildendir.
Galip geliriz. İstihvaz; istila etmek, galip gelmek
demektir. Bir kimse bir şeye üstün geldiğinde denilir. şeytan onları istila
etti,[277] âyetinde de bu mânâda
kullanılmıştır.
Müzebzebin,
bocalayanlar demektir. Zebzebe,
hareket geçirmek ve hareket etmek demektir, Onu harekete geçirdim, o
hareket etti, şeklinde kullanılır. Müzebzeb, iki şey arasında bocalayan
demektir.
Derk ve derek, her ikisi de tabaka mânâsına olup
aşağı doğru giden tabakalar için kullanılır. İbn Abbas şöyle der: Cehennem ehli
için derk, cjennet ehlinin derecesi gibidir. Ancak dereceler yukarı doğru yükselir, deriekeler
ise aşağıya doğru iner.[278]
Ayetlerin Tefsiri
135. Ey Allah'a inanıp O'nun kitabını tasdik
jedenler! Adaleti ve doğruluğu ayakta tutmaya çalışın. Bu cümlede kelimesinin
mübalağa sıygası olarak gelmesi, mü'minlerden asla zulüm Isadır olmaması gerektiğini vurgular. Kendiniz veya
babalarınız veya akrabalarınızın aleyhinde de olsa taraf tütmaksızın, Allah
rızası için şahitlik ediniz. Ne akrabalık, ne de menfaat, şahitliği
mükemmel bir şekilde yerine
getirmenize engel ol» masın. Çünkü hak, her insana hakimdir, Aleyhinde
şahitlik edilen kimse zengin ise, zenginliği nazar-ı itibara alınmaz. Yahut
fakir ise, acınarak ve merhamet edilerek, aleyhinde şahitlik etmekten
sakınılmaz.
Allah zengine de fakire de daha yakındır. Onların
menfaatinin nerede olduğunu daha İyi bilir. Öyleyse, size emrettiği hususlarda
Allah'ın emrine uyun. O, kulların menfaatlerini sizden daha iyi bilir, İnsanlar
arasında adalet yapamama korkusuyla nefsin arzusuna uymayın. İbn Kesir şöyle
der: Nefsin arzusu, kavmiyetçilik ve insanların size buğzetmesi, işlerinizde
adaleti terketmeye sizi asla sevketmesin. Aksine her hâlu karda adaletten
ayrılmayın.[279] Eğer doğru şahitlik yapmaktan dillerinizi büker veya bizzat şahitlik
etmekten yüz çevirirseniz, Bilin ki, Allah, yapmakta olduklarınızdan
haberdardır ve size ona göre karşılık verecektir. [280]
136. Ey mü'minler! Allah'a ve Rasûlüne iman
hususunda sebat ve devam ediniz. Peygamberi Muhammed'e indirdiği Kur'an'a da
iman ediniz.
Kur'an'dan önce indirdiği semavî kitaplara da
inanınız. Ebussuûd şöyle der: âyet'te geçen kitaptan maksat cins ismi olup bütün
semavî kitapları kapsamaktadır.[281] Kim, Allah'ı
melekleri, kitapları, peygamberleri ve âhiret gününü inkâr ederse, hidâyet
yolundan çıkmış ve orta yoldan tamamen
uzaklaşmış olur. [282]
137. İman edip de sonra mürted olan, sonra tekrar
iman edip tekrar mürted olan, sonra da küfür üzerine ölen kimseler varya, işte,
Allah onları bağışlayacak değildir. Bu âyet münafıklar hakkındadır.[283] İbn Abbas şöyle der: Rasulullah (s.a.v.) zamanında karada ve denizde
bulunan her münafık bu âyetin hükmüne girer. îbn Kesir şöyle der: Yüce Allah
burada iman edip sonra ondan dönen, sonra tekrar imâna dönen, sonra da sapıklığa dönüp onda devam eden ve
ölünceye kadar da sapıklığı artan kimsenin, öldükten sonra tevbe edemeyeceğini,
Allah'ın kendisini bağışlamıyacağını, ona, bulunduğu durumdan hidâyete giden bir
yol, ve bir çıkış nasip etmeyeceğini haber verdi.[284] Dolayısıyle şöyle
buyurdu: Allah bu hususta onlara müsamaha edecek ve onları cennete giden yola iletecek değildir. Zemahşerî şöyle der: Bundan maksat, "Onlar
tekrar mürted olduktan sonra samimiyetle iman
ettikleri takdirde, tevbeleri kabul edilmez ve onlara mağfiret edilmez" demek
değildir. Fakat olmaycak bir şeymiş gibi onu uzak görmektir. İşte fasık da
böyledir. Görürsün ki o tevbe eder, sonra döner, sonra yine tevbe eder, sonra
yine döner. Sanki hiç sebat etmiyecek gibidir. Çoğunlukla fasık kötü hal üzerine
Ölür.[285] Bundan sonra Yüce Allah, münafıkların gidip varacakları yeri bildirerek
şöyle buyurdu: [286]
138. Ey Muhammed! O münafıklara, elem verici
cehennem azabını haber ver. Yüce Allah, münafıklarla alay etmek için, maksadını
"müjdele" lafzı ile ifade etti. [287]
139. O münafıklar öyle kimselerdir ki, kâfirleri
kuvvetli sanarak onları kendilerine dost ve yardımcı edinirler de, mü'minlerle
dost olmazlar. Kâfirleri dost edinmekle kuvvet ve üstünlük mü istiyorlar? Bu
soru inkâr ifade eder. Yani kâfirlerde kuvvet yoktur, onlardan nasıl kuvvet
istenir! Çünkü bütün güç Allah'ın ve O'nun dostlarmındır. İbn Kesir şöyle der:
Bundan maksat, gücü Allah'tan istemeye teşviktir. [288]
140.
Allah Kur'an'da indirdi ki, siz kâfirlerin Kur'an'ı
inkâr ettiğini ve alay edenlerin onunla alay ettiğini işittiğinizde, Kur'-an
hakkında dedikoduya dalmayı bırakıp da başka bir söz konuşuncaya kadar,
Allah'ın âyetleri ile alay eden bu kâfirlerle birlikte oturmayın. Bu hitap,
mü'min olsun münafık olsun, imanını izhar eden kimseleredir.
Eğer onlarla beraber oturursanız, siz de
küfürde onlar gibi olursunuz, Şüphesiz Allah bu iki grubu yani kâfirleri ve
münafıkları, ahirette cehennem ateşinde toplayacaktır. Çünkü kişi sevdiği ile
beraberdir. Yüce Allah, kâfir ve münafıklarla oturup kalkmak ve onların içine
girmekten sakındırmak için böyle bir tehditte bulundu. Sonra da, onların,
mü'minlerin başına kötülük gelmesini beklediklerini bildirerek şöyle
buyurdu: [289]
141. Sizin başınıza musibetlerin gelmesini
bekleyenler, eğer, size Allah'tan düşmana karşı bir zafer ve ga-' nimet nasip
olursa Biz de sizinle beraber değil
miydik? kâfirlerden aldığınız ganimetlerden bize de verin" derler.
Eğer size karşı kâfirlere bir zafer nasip
olursa, O zaman da müşriklere:" Biz size üstün gelmedik mi, sizi öldürecek ve
esir alacak güce sahip değil miydik? Ama size acıyarak mü'minlerin azimlerini
kırdık da siz onlara galip geldiniz. O halde, aldıklarınızdan bizim payımızı
veriniz. Çünkü biz sizin dostlarınızız. Kimsenin size eziyet etmesine izin
vermeyiz." derler. Yüce Allah bu iki
grubun da akibetlerini şöyle açıklar: Kıyamet gününde Allah, mü'minlerle
kâfirler arasında hükmedecek ve aralarını hak ile ayıracaktır. Ve kâfirlere,
mü'minleri esir alıp onları yok etme ve köklerini kesme fırsatını asla
vermiyecektir.[290] İbn Kesir şöyle der: Her ne kadar zaman zaman zafer kazansalar da,
mü'minleri istila edip tamamen köklerini kesecek bir şekilde, onları, mü'minlere
musallat olma imkanı vermiyecek. Zira sonuç, dünyada da ahirette de takva
sahiplerinindir.[291]
142. Münafıklar iman etmiş görünüp küfürlerini
gizleyerek hilekar kimsenin yaptığı gibi yaparlar. Allah, onların kanlarını
dökmeyi mü'minlere emretmek suretiyle, hilelerine karşılık verecek ve onları
derece derece küfre batıracaktır. Ahirette onlar için cehennemin en alt
tabakalarını hazırlamıştır. Yüce Allah, müşâkelet yoluyla, onlara vereceği
cezaya "hile" ismini verdi. Çünkü, hilelerinin vebali kendilerine dönecektir'.
Onlar namazı ağırdan alıp tembel tembel kılarlar. Ne sevap umarlar, ne de
azaptan korkarlar. Onlar Allah rızası için değil, görsünler ve duysunlar, diye
namaz kılarlar. Allah'ı çok az zikrederler. [292]
143. Küfür ile iman arasında bocalayıp dururlar.
Yüce Allah, onların dinleri konusunda şaşkın olduğunu bildirmektedir. Ne
mü'minlere katılıyorlar, ne de kâfirlere. Kimi Allah saptırırsa, sen onun için
katiyyen bir mutluluk ve hidâyet yolu bulamazsın.
Bundan sonra Yüce Allah, mü'minleri din düşmanları
ile dost olmatan sakındırarak şöyle buyurur: [293]
144. Ey mü'minler! mü'minlerin dostluğunu bırakıp
da günahkar kâfirleri arkadaş ve dost edinmeyin. Münafık olduğunuza dair,
Allah'a aleyhinize apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz? İbn Abbas: "Kur'an
da geçen bütün kelimeleri, delil
mânâsınadır."der. Bundan sonra Yüce Allah münafıkların sonunu haber vererek
şöyle buyurdu.[294]
145. Şüphesiz münafıklar yedi'kat cehennemin en
alt tabakasmdadırlar. İbn Abbas: Onlar cehennemin dibindedirler, der. Çünkü
onlar hem kâfir oldular, hem de İslam ve müslümanlarla alay ettiler. Cennet
derece derece olduğu gibi, cehennem de dereke derekedir. Sen o münafıklar için,
onları Allah'ın azabından koruyacak bir yardımcı katiyyen
bulamazsın. [295]
146. Ancak nifaktan tevbe edenler, amellerini ve
niyetlerini düzeltenler, Allah'ın dinine ve kitabına sarılanlar ve amellerinde
Allah'ın rızasından başka bir şey gözetmeyenler müstesna İşte bunlar kıyamet
gününde mü'minlerle beraberdirler. Allah âhirette mü'minlere büyük bir mükafat
yani cenneti verecektir.
[296]
147. Eğer siz şükür ve iman ederseniz, Allah size
neden azap etsin. Yani size azap etmede O'nun ne menfati var? Size azap etmekle
öfkesini mi söndürecek, yoksa intikam mı alacak? Veya zararı defedip fayda mı
sağlayacak? Halbuki O'nun size ihtiyacı yoktur. Allah şükre karşılık veren ve
herşeyi bilendir. Yani, ihtiyacı
olmadığı halde kulların gösterdiği itaate şükrederek, az amele çok sevap
verir. [297]
Edebî Sanatlar
Buj âyetler birçok edebî sanatı ihtiva etmektedir.
Bunları aşağıdaki şekilde o'zetliyebiliriz:
1.
âdil olanlar," terkibinde mübalağa sıygası
kullanılmıştır.
2. arasında tıbâk sanatı vardır.
3. arasında, şekil değişikliğinden dolayı cinâs-ı
nakıs vardır.
4. kelimeleri arasında iştikak cinası
vardır.
5. Münafıkları müjdele," cümlesinde alay üslubu
vardır. Çünkü alay maksadıyle, "korkutma" yerinde "müjde" lafzı
kullanılmıştır.
6. " Allah onlara hile eder," cümlesinde istiare
vardır. "Hile" "amellere karşılık verme" yerinde kullanılmıştır. Allah, hileden
münezzehtir.
7. "Kâfirlerin yanında güç mü arıyorlar?"
cümlesinde istifham-ı inkârı vardır. Kınama ve azarlama ifade eder. [298]
Faydalı Bilgiler
1. Yüce Allah'ın " Ey iman edenler! İman ediniz,"
sözünde tekrar yoktur. Bunun mânâsı, "İman da sebat ve devam edin" demektir.
Nitekim mü'min bizi doğru yola ilet" der ki, "bu, bizi doğru yolda sabit kıl,"
demektir.
2. Yüce Allah mü'minlerin zaferine "büyük bir
fetih" ismini verdi ve Allah'tan bir fetih" diyerek onu kendisine nisbet etti.
Kafirlerin zaferine de "pay" ismini verdi, kâfirlerin bir payı olursa", diyerek
onu kendisine nisbet etmedi. Bu, müslümanlarm şanının yüceliğini ve kâfirlerin
payının değersizliğini ifade eder.
3. Müfessirler şöyle der: Ateş yukardan aşağıya
yedi tabakadır. Bunlar sırasıyle Cehennem, Laza, Hutame, Saîr, Sakar, Cahîm ve
Hâviye'dir. Nâr lafzı bunların hepsinin mânâsını ihtiva ettiği için, bazan
birbirinin isimlerini alırlar. Bahr-ı Muhît'te böyle ifade
edilmiştir. [299]
Bir Uyarı
Münafık, kâfirden daha tehlikelidir. Dolayısıyla
onun azabı daha şiddetlidir. Nitekim Yüce Allah, "Şüphesiz münafıklar cehennemin
en alt katındadırlar. Artık onlar için kesinlikle bir yardımcı bulamazsın,"
buyurmuştur. Yüce Allah, kâfirin tevbesinin kabulü için sadece inkâra son
vermesini şart koştu: "İnkar edenlere, inkârdan vazgeçerlerse, geçmiş
günahlarının bağışlanacağını söyle[300] buyurdu. Münafığa gelince onun için "Tevbe etmek, niyet ve amellerini
düzeltmek, Allah'ın dinine sımsıkı sarılmak ve sadece Allah için ibadet etmek"
gibi dört şart koşarak şöyle buyurdu: "Ancak tevbe edip hallerini düzeltenler,
Allah'a sımsıkı sarılıp ibadetlerini yalnız onun için yapanlar başka." Bunlar
cehenneme girmezler. Bu da gösteriyor ki, münafıklar, Allah'ı inkâr edenlerin en
kötüleri, dolayısıyle Onun azabına en layık olanlar ve tevbe ederek Allah'a
dönmekten en uzak olanlardır. Sonra Yüce Allah, "Onlar mü'minlerdir" demedi de,
"Onlar mü'minlerle beraberdir" buyurdu. Bundan sonra da: "Allah mü'minlere
büyük bir mükafat verecektir[301] buyurdu. Burada
kızgınlığını, onlardan yüz çevirdiğini ve içinde bulundukları münafıklık halinin
çirkinliğini vurgulamak için "onlara mükafat verecek" demedi de, "Mü'minlere
mükafat verecek" dedi. Allah, kitabının sırlarını daha iyi anlamamıza yardımcı
olsun. [302]
148. Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez;
ancak haksızlığa uğrayan başka. Allah her şeyi işitici ve
bilicidir.
149. Bir iyiliği açıklar, yahut gizlerseniz veya
bir kötülüğü affederseniz şüphesiz Allah da ziyadesiyle affedici ve
kadirdir.
150. Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve
Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırıp:
"Bir kısmına iman ederiz, ama bir kısmına inanmayız" diyenler ve iman
ile küfür arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu;
151.
İşte
gerçekten kâfirler bunlardır.
Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir
azap hazırlamışızdır.
152. Allah'a ve peygamberlerine iman eden ve
onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara gelince işte Allah onlara
mükafatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve
merhametlidir.
153. Ehl-i kitab senden, kendilerine gökten bir
ki -tab indirmeni istiyor. Onlar Musa'dan, bunun daha büyüğünü istemişler de:
"Bize Allah'ı apaçık göster" demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları
yıldırım çarptı. Bilahare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı
tanrı edindiler. Daha sonra onları affettik. Ve Musa'ya apaçık delil
verdik.
154. Söz vermeleri için Tur'u başlarına diktik de
onlara: "Baş eğerek kapıdan girin." dedik. "Cumartesi günü yasağını çiğnemeyin"
dedik. Kendilerinden sağlam söz aldık.
155. Sözlerinden dönmeleri, Allah'ın âyetlerini
inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ve "kalplerimiz kapalıdır"
demeleri sebebiyle onları lanetledik. Doğrusu inkârları sebebiyle Allah, o kalbi
er üzerine mühür vurmuştur; pek azı müstesna artık iman
etmezler.
156. Bir de inkâr etmelerinden ve Meryem'in
üzerine büyük bir iftira atmalarından;
157. Ve: "Allah elçisi, Meryem oğlu îsâ'yı
öldürdük" demeleri yüzünden onları lanetledik. Halbuki onu ne öldürdüler, ne de
astılar; fakat öldürdükleri onlara îsâ gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilafa
düşenler bundan dolayı tam bir karasızhk içindedirler; bu hususta zanna uymak
dışında hiçbir bilgileri yoktur ve kesin olarak onu
öldürmediler.
158. Bilakis Allah onu kendisine kaldırmıştır.
Allah izzet ve hikmet sahibidir.
159. Ehl-i Kitab'tan her biri, ölümünden önce ona
muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o, onlara şahid
olacaktır.
160,161. Yahudilerin zulmü sebebiyle, bir de çok
kimseyi Allah yolundan çevirmeleri, menedildikleri halde faizi almaları ve
haksız yollar ile insanların mallarını yemeleri yüzünden kendilerine daha önce
helal kılınmış bulunan temiz ve iyi şeyleri onlara haram kıldık; ve içlerinden
inkâra sapanlara elem verici bir azap hazırladık.
162. Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar
ve mü'minler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler, namazı
kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve âhiret gününe inananlar var ya, işte
onlara büyük mükafaat vereceğiz.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah geçen âyetlerde münafıkları ve onların
rezilliklerini anlattıktan sonra, burada da rezilliklerin ve çirkinliklerin
açığa çıkarılmasından hoşlanmadığını; ancak zararı fazla ve tehlikesi büyük
olan kimsenin kötülüklerinin açıklanmasında bir sakınca olmadığını açıkladı.
Dolayısıy-le Allah'ın, münafıkların sırları açığa çıkarmasında şaşılacak bir şey
yoktur. Bundan sonra da Yüce Allah Yahudilerden bahsederek onların Allah'ı
görmek istemeleri, buzağıya tapmaları, Hz. îsâ (a.s.)'nın çarmıha gerildiğini
iddia etmeleri, Meryem el-Betül'ü iffetli olan Hz. Meryem'i fahişelikle
suçlamaları ve daha bir çok kötülüklerini ve çirkin suçlarını sayıp
döktü. [303]
Kelimelenin İzahı
Cehre, açıkça demektir.
Bühtan, büyüklüğü ve korkunçluğu dolayısıyle hayret
edilen yalan.
Benzetildi. Yani îsâ (a.s.) ile çarmıha gererek
öldürdükleri kişi arasında benzerlik meydana geldi. : Hazırladık, demektir. Rasihûn, ilimde
derinleşenler, manasınadır.
[304]
Nüzul Sebebi
Rivayet edildiğine göre Ka'b b. Eşref ile birlikte
bir grup Yahudi: "Ey Muhammedi " dediler... Eğer peygamber isen, Hz. Musa'nın
Tevrat'ı toptan getirdiği gibi, sen de bize gökten öyle toptan bir kitap getir.
Bunun üzerine Yüce Allah:" Ehl-i kitap, senden kendilerine gökten bir kitap
indirmeni istiyor." âyetini indirdi.[305]
Âyetlerin Tefsiri
148. Haksızlığa uğrayan hariç, Allah, hiç
kimsenin kötü söz söylemesinden ve diliyle eziyette bulunmasından hoşlanmaz.
Ancak haksızlığa uğrayanın, kendisine haksızlık edene açıktan beddua etmesi ve
onun yaptığı kötülükleri anlatması mubahtır. İbn Abbas şöyle der: "Yani Allah,
haksızlığa uğrayan hariç, hiç kimsenin bir başkasına beddua etmesinden
hoşlanmaz[306] Allah
mazlumun duasını işitir, zâlimi de bilir. [307]
149. Ey insanlar! Eğer yaptığınız hayrı açıklar
veya gizlerseniz yahut size yapılan kötülüğü affederseniz,
Bilin ki, Allah cezalandırmaya tam mânâsıyle gücü
yettiği halde, ziyadesiyle affedicidir. Hasan-ı Basrî şöyle der: İntikam almaya
gücü yettiği halde suçluları bağışlar. Öyleyse sizin de Allah'ın sünnetine
uymanız gerekir.[308] Yüce Allah burada affa teşvik ederek intikama gücü yettiği halde
kendisinin, ziyadesiyle affedici olduğuna işaret etti. O halde, zayıflığınıza ve
acizliğinize rağmen siz nasıl affetmezsiniz?!.. [309]
150. Allah ve Rasulünü inkâr edenler, kâfirlerin
kendileridir. Bu âyet Yahudi ve Hıristiyanlar hakkındadır. Çünkü onlar kendi
peygamberlerine iman ettiler, fakat Hz. Muhammed (s.a.v.) ve diğer peygamberleri
inkâr ettiler. Dolayısıyle, onların bazı peygamberleri inkâr etmeleri, bütün
peygamberleri inkâr sayıldı. Peygamberleri inkâr etmeleri ise Allah'ı inkâr
sayıldı. Onlar, Allah ile peygamberleri arasında ayrım yapmak isterler. Allah
ile peygamberlerinin arasını ayırmak, Allah'a iman edip peygamberleri inkâr
etmek demektir. Aynı şekilde peygamberler arasında ayrım yapmak, onların bir
kısmına inanıp bir kısmını inkâr etmek demektir. Yüce Allah bu cümleyi bir
sonraki cümle ile açıklayarak şöyle buyurdu: Peygamberlerin bir kısmına inanır,
bir kısmını inkâr ederiz, diyorlar. Katâde der ki: Bunlar, Allah'ın düşmanı
Yahudi ve Hıristiyanlardır. Yahudiler Tevrat ve Musa'ya inanıp İncili ve îsâ'yı
inkâr ettiler. Hıristiyanlar ise İncil'e ve îsâ'ya iman edip Kur'an'ı ve
Muhammed' (s.a.v.)'i inkâr ettiler ve Allah'ın peygamberleri ile gönderdiği
islam dinini kabul etmediler.[310] Ve bunlar küfür ile iman arasında bir yol tutmak isterler. Halbuki bu
ikisi arasında bir yol yoktur. [311]
151. İşte bu çirkin sıfatları taşıyanlar iman
ettiklerini iddia etseler de gerçekten kâfirlerdir. "Biz, kâfirler için,
ebediyen cehennem ateşinde kalmak üzere, şiddetli ve aşağılayıcı bir azap
hazırladık. [312]
152. Allah'a inanan ve aralarında ayrım
gözetmeden bütün peygamberleri tasdik edip hepsine inananlara gelince, ki
bunlar Hz. Peygamber (s.a.v.)'e tabi olan mü'minlerdir, Allah'a ve peygamberlere
iman ettikleri için, onlara sevaplarını tam olarak vereceğiz. Allah onların
geçmişteki isyan ve günahlarını bağışlayıcı ve onlara çeşitli nimetleri
lütfedicidir. [313]
153. "Ehl-i kitap senden, kendilerine gökten bir
kitap indirmeni istiyor." Bu âyet Yahudi bilginleri hakkında indi. Onlar
Peygamber'e (s.a.v.) şöyle demişler: "Eğer peygamber i-sen, Musa'nın Tevrat'ı
toptan getirdiği gibi, bize gökten toptan bir kitap getir." İşi zora sokmak ve
inat etmek maksadıyle böyle bir istekte bulundular.
Yüce Allah, Peygamber (s.a.v.)'i teselli etmek ve
dolayısıyle diğer peygamberlere uymasını sağlamak için, onların daha çirkin ve
daha âdi isteklerini anlatarak şöyle buyurdu: Onlar Musa'dan, bundan daha
büyüğünü istemişler ve "Bize, Allah'ı apaçık göster" demişlerdi. Zulümleri
sebebiyle onları hemen bir yıldırım çarptı. Yani gökten bir ateş gelerek onları
helak etti. Sonra kendilerine âsâ, beyaz el, denizin yarılması ve benzeri
mucizeler ve engin deliller geldikten sonra buzağıyı ilâh edinip ona taptılar.
Ebussuûd şöyle der: Mesele, yani Allah'ı görme isteği her ne kadar geçmiş
atalarından gelmişse de, bunlar, atalarının yaptıkları ve yapmadıkları her
hususta onlara uydukları için, istek bunlara isnat edilmistir.[314] Suçlarının
ve hainliklerinin büyüklüklerine rağmen yaptıklarını affettik. Ve Musa'ya
kendisinin ve peygamberliğinin doğruluğunu gösteren apaçık delil verdik. Taberî
şöyle der: "Bu delil, Allah'ın Hz. Musa'ya verdiği açık mucizelerdir".[315]
154.
Onlar Tevrat'ın hükümlerini kabul etmek istemedikleri
için, onu kabul edeceklerine dair kendilerinden söz almak maksadıyla Tur Dağını
üzerlerine kaldırdık, Ve Allah'a boyun eğmek için, başınızı eğip secde ederek
Bey ti Makdis'in kapısından girin" dedik. Fakat onlar, kendilerine emredileni
yapmadılar ve kıçları üzerine sürünerek girdiler. Girerken de alay etmek için
"Arpa içinde buğday" diyorlardı. Onlara "cumartesi günü balık avlamak suretiyle
bu günün hürmetine tecavüz etmeyin" dedik. Fakat buna aykırı davrandılar ve
avladılar. Ve onlardan sağlam bir söz aldık. [316]
155.
Sözlerinde durmadıkları, Kur'an'ı Kerim'i inkâr
ettikleri, Zekeriya (a.s.) ve Yahya (a.s.) gibi peygamberleri haksız yere
öldürdükleri ve "Ey Muhammed!
Bizim kalplerimiz örtülerle
kapanmıştır. Binaenaleyh senin söylediklerin kalplerimize girmez."
dedikleri için lanet ettik ve onları zelil kıldık. Yüce Allah onların bu
sözlerini reddederek şöyle buyurdu: Tam
aksine, inkârları ve sapıklıkları -sebebiyle Yüce Allah o kalpleri mühürledi.
Onlardan, Abdullah b. Selâm ve arkadaşları gibi, az bir grup hariç kimse iman
etmez. [317]
156.
Ve yine îsâ (a.s.)'yı inkâr etmeleri, Allah âlemlerdeki
bütün kadınlara üstün kıldığı halde Hz. Meryem'i fahişelikle suçlamaları
sebebiyle kalpleri mühürlendi. [318]
kiştirmek için fazladan gelmiştir. takdirindedir.
4.
terkibinde istiare vardır. "İlimde sebat etme ve
yerleşme" yerine müstear kelimesi kullanılmıştır. Aynı şekildei'cümlesinde de
istiare vardır. Örtü mânâsına gelen ğılaf kelimesi, müstear olarak
"anlayışsızlık ve idraksizlik" yerinde kullanılmıştır. Yani o kalplere, Öğüt ve
nasihatten hiçbir şey ulaşmaz demektir.
5. " Bilakis, inkârları yüzünden Allah onların
kalplerini mühürledi," cümlesinde itiraz vardır. Bu, onların bozuk iddialarını
reddeder.
6. " İşte onlara büyük bir mükafat vereceğiz,"
cümlesinde üçüncü şahıstan birinci şahsa dönüş vardır. Aslı Allah onlara
verecek" şeklindedir. Ecir kelimesinin'nekre olarak getirilmesi, verilecek
mükafatın büyüklüğünü ifade eder.
7.
Peygamberleri öldürmeleri sebebiyle" cümlesinde mecâz-i mürsel vardır. Bu zikr-i
küll, irade-i cüz kabilindendir. Aynı şekilde cümlesinde de mecâz-ı mürsel
vardır. Çünkü onlar Kur'a-n'ı ve İncil'i inkâr ettiler ama diğerlerini inkâr
etmediler. Bu da zikr-i küll irâde-i cüz kabilindedir. [319]
Faydalı Bilgiler
Teshil müellifi şöyle der: "Yahudiler Hz. isa'yı
inkâr ettikleri ve Ona sövdükleri halde, ona nasıl "Allah'ın elçisi" dediler
diye sorulursa, buna üç türlü cevap verilir:
1. Bunu, alay ve istihza yoluyla
söylediler.
2. Müslümanların onun hakkındaki inançlarına göre
söylediler. Sanki onlar: "Size göre" veya "iddianıza göre Allah'ın Rasulü"
dediler.
3. Bu
cümle, Yahudilerin değil, Allah'ın sözüdür. Buna göre, kelimesinden önce
durulur. Bu, onların günahlarının büyüklüğünü ve "onu öldürdük" şeklindeki
sözlerinin çirkinliğini ifade eder. onu ne öldürdüler, ne de çarmıha gerdiler
bölümü, Yahudileri reddeder ve onları yalanlar. Hıristiyanların da, Hz. îsâ
çarmıha gerildiği için haça taptıkları şeklindeki görüşlerini reddeder. Onların,
Hz. îsâ'nın ilah veya ilâhın oğlu olduğunu iddia edip sonra da çarmıha
gerildiğini söyleyerek çelişkiye düşmeleri, gerçekten şaşılacak bir
şeydir.[320]
Bir Uyarı
"Onlar onu ne öldürdüler ne de astılar. Fakat
onlara îsâ gibi gösterildi." âyeti gösteriyor ki Yüce Allah, elçisi îsâ'yı pis
Yahudilerin şerrinden korumuş, dolayısıyle o, ne Öldürülmüş, nede çarmıha
gerilmiştir. Yahudiler, ancak îsâ zannettikleri başka bir şahsı çarmıha
germişlerdir. Bu şahıs, Allah'ın îsâ'ya benzettiği, dolayısıyle Yahudilerin îsâ
zannederek öldürdükleri kişidir. İşte bu inanç akla ve nakle uygun olan doğru
inançtır. Hıristiyanlara gelince onlar, Hz. îsâ'nın çarmıha gerildiğine,
Yahudilerin onu horladıklarına, başına dikenler koyduklana ve onun yalvarıp
ağladığına inanırlar. Öte yandan Hz. îsâ'nın Allah veya Allah'ın oğlu olduğunu
ve insanlığı günahlarından temizlemeye geldiğini iddia ederler. Bunun gibi,
daha nice acaip ve garip çelişkileri vardır. Şâir ne güzel söylemiş:
Hz. îsâ'nın
Hıristiyanlar arasındaki durumu şaşılacak bir şeydir. Onu, herhangi bir babaya
nisbet etmeleri de gariptir. Onu Yahudilere havale ettiler ve dediler ki:
Yahudiler ona eziyet edip çarmıha gerdiler. Eğer söyledikleri hak ve doğru ise,
oğlu rehin olarak düşmanlara teslim edildiğinde baba neredeydi. Ne dersin, onlar
böyle yapmakla onu razı mı ettiler, yoksa kızdırdılar mı? Eğer onların
eziyetlerine razı olduysa, Yahudileri övün. Çünkü onlar oğula işkence ettiler.
Eğer kızdıysa, onu bırakıp Yahudilere tapın. Çünkü onlar ona üstün
geldiler. [321]
163. Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere
vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve İbrahim'e, İsmail'e, İshâk'a, Ya'kûb'a,
Esbât'â, îsâ'ya, Eyyûb'a, Yunus'a Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davud'a da
Zebur'u verdik.
164. Bir kısım peygamberleri sana daha önce
anlat tık, bir kısmını ise sana anlatmadık. Ve Allah Musa ile de gerçekten
konuştu.
165.
Müjdeleyici ve sakındıncı olarak peygamberler
gönderdik ki, insanların peygamberlerden sonra (Allah'a karşı bir bahaneleri
olmasın! Allah izzet ve İhikmet
sahibidir.
166. Fakat Allah sana indirdiğine şahidlik eder;
nu kendi ilmi ile indirdi. Melekler de şahidlik ederler. Ve şahid olarak Allah
kafidir.
167. İnkâr eden ve Allah yolundan alıkoyanlar
işüphesiz doğru yoldan çok uzaklaşmışlardır.
168. İnkâr edip zulmedenleri Allah asla bağışlayacak değildir. Onları bir
yola iletecek de değildir.
169. Ancak içinde ebedî kalmak üzere cehennem
(yoluna onları iletecektir. Bu da Allah'a çok kolaydır.
170. Ey insanlar! Resul size Rabbinizden gerçeği
getirdi, şu halde kendi iyiliğinize olarak iman edin. Eğer inkâr ederseniz,
biliniz ki göklerde ve yerde ne [varsa şüphesiz hepsi Allah'ındır. Allah geniş
ilim ve hikmet sahibidir.
171. Ey Ehl-i kitab! Dininizde aşırı gitmeyin ve
Allah hakkında, gerçekten başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih, ancak
Allah'ın rasûlüdür, Meryem'e ulaştırdığı "Kün: Ol" kelimesi (nin eseri) dir,
Kendisinden bir ruhtur. Şu halde Allah'a ve peygamberlerine iman edin. "(İlah)
üçtür" demeyin, bundan vazgeçin bu sizin için daha hayırlıdır. Allah ancak bir
tek Allah'dır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde jve yerde ne varsa hepsi
O'nundur. Vekil olarak Allah yeter.
172. Ne Mesih ve ne de Allah'a yakın melekler,
Allah'ın kulu olmaktan çekinirler. O'na kulluktan çekinip büyüklenen kimselerin
hepsini Allah yakında huzuruna toplayacaktır.
173.
İman edip iyi işler yapanlara Allah ecirlerini anı
olarak verecek ve onlara lutfunu artıracaktır. Kulluğundan yüz çeviren ve
kibirlenenlere gelince onlara acı
bir şekilde azap
edecektir. Onla'r, kendilerini Allah'ın azabından koruyacak ne
bir dost ve ne de bir yardımcı bulurlar.
174.
Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir
delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik.
175. Allah'a iman edip O'na sımsıkı sarılanlara
gelince, Allah onları kendinden bir rahmet ve lütuf içine daldıracak ve onları
kendine doğru giden bir yola götürecektir.
176. Senden fetva isterler. De ki: "Allaja,
babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor: Eğer
çocuğu olmayan bir kimse ölür de onun bir kızkardeşi bulunursa, bıraktığının
yarısı bunundur. Kızkardeş ölüp çocuğu olmazsa erkek kardeş de ona vâris olur.
Kizkardeşler iki tane olursa erkek kardeşlerinin bıraktığının üçte ikisi
onlarındır. Eğer erkekli kadınlı daha fazla kardeş mevcut ise erkeğin hakkı, iki
kadın payı kadardır. Şaşırmamanız için Allah size açıklama yapıyor. Allah her
şeyi bilmektekdir.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki
âyetlerde Yahudilerin birçok kötülüğünü, bu arada Îsâ (a.s.) ile Muhammed
(s.a.v.)'in peygamberliğini İnkâr ettiklerini ve îsâ (a.s.)'yı çarmıha
gerdiklerini zannettiklerini anlattıktan sonra burada da, i-manm doğruluğu için
bütün peygamberlere iman etmenin şart olduğunu ve diğer paygambeıierin da
müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderildiğini a-çıkladı. Sonra Hıristiyanları,
"îsâ (a.s.) Allah'ın oğludur" veya "O. üçün üçüncüsüdür" gibi bâtıl itikatlara
kapılmak suretiyle îsâ (a.s.) hakkında taşkınlık yapmamaya çağırarak, onun,
Hıristiyanların iddia ettiği gibi,-Allah'ın oğlu; Yahudilerin iddia ettiği gibi
gayr-i meşruû bir çocuk olmadığını ve bu iki grubtan birinin ifrata" diğerinin
tefrite düştüğünü açıkladı. Daha sonra bu mübarek sûre, başlangıçtaki gibi,
akraba vârislerin hukukuna riâyeti emrederek sona erdi. [322]
Kelimelerin İzahı
Aşırı
gidersiniz, demektir. haddi
aşmak, aşırı gitmek manasınadır. Bir malın fiatı normalden
fazla arttığı zaman denilmesi bu
kabildendir.
Çekinir, demektir. İstinkaf; böbürlenmek, kendini
üstün görmek manasınadır. Zeccâc der ki: "Bu kelime, bir kimsenin yanakları üzerine doğru akan göz yaşını,
parmağjyle silip attığı zaman söylediği sözünden alınmıştır.
Burhan, delil demektir. Burada maksat
mucizelerdir.
Sığındılar
demektir, çekinmek, uzak durmak manasınadır.
Nüzul Sebebi
Bir Hıristiyan
heyeti, Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek : "Ya Muhammedi Bizim ilâhımızı niçin
ayıplıyorsun? dediler. Rasulullah (s.a.v.): "Sizin ilahınız kim? diye sordu.
Onlar: "îsâ" diye cevap verdiler. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ben onun hakkında ne
diyorum? dedi. Onlar: "O, Allah'ın kulu ve rasulüdür" diyorsun dediler,
Rasulullah (s.a.v.): Onun, Allah'ın kulu olması utamlacak bir şey değildir"
buyurdular. Onlar ise "Evet, bu, onun için utanılacak bir şeydir" dediler.
Bunun üzerine, "Mesih, Allah'a kul olmaktan çekinmez..." âyeti indi.[324]
Ayetlerin Tefsiri
163. Ya Muhammedi Biz, Nuh'a ve ondan sonraki
peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyet-tik. Hz. Peygamber (s.a.v.),
her ne kadar diğerlerineden sonra peygamber olmuşsa da, onlardan daha üstün
olduğu için önce zikredildi.Nitekim biz ibrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kûb'a,
Ya'kûb'un evladına, îsâ'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a Harun'a ve Süleyman'a vahyettik.
Yüce Allah'ın bunları özellikle zikretmesi onların şerefini yüceltmek ve
yükseltmek içindir. Peygamberlerin pîri ve insanlığın ikinci babası olduğu
için, Muhammed (s.a.v.)'den sonra Nûh (a.s.) zikredildi. Daha sonra İbrâhîm
(a.s.) zikredildi. Çünkü o, insanlığın üçüncü babasıdır, nübüvvet ağacı ondan
dal budak salarak gelişmiştir. Nitekim bir âyet-i kerimede: "Peygamberliği ve
kitapları, onun soyundan gelenlere verdik[325] buyrulmuştur. îsâ (a.s.) ise, ona aşın derecede önem verildiği için
kendinden önce gelen peygamberlerden önce zikredildi. Zira Yahudiler onu aşırı
derecede yeriyor, Hıristiyanlar ise ilâhlaştıryorlardı. Davud'a da Zebur'u
verdik. Kurtubî der ki: Zebur'da 150 sûre vardır. Bu sûrelerde, hiç ahkâm âyeti
yoktu. Bunlar, hikmet ve öğütlerden ibaretti.[326]
164. Ya Muhammed! Biz, haberlerini sana diğer
sûrelerde anlattığımız, bazı peygamberler de gönderdi. Ayrıca, durumları hakkında sana hiçbir
bilgi vermediğimiz başka peygamberler de gönderdik. Allah, vasıtasız olarak,
özellikle Musa (a.s.) ile konuştu. Bundan dolayı Musa (a.s.)'ya "kelîm" ismi
verilmiştir. Mecaz ihtimalini gidermek için, âyette gecen "konuştu" fiili,
kelimesi ile vurgulanarak söylenmiştir. Sa'leb şöyle der: Eğer bu vurgulama
yapılmasaydı başka bir mânâ anlaşılabilirdi. Mesela, senin için filan ile
konuştum" sözü, "Senin için ona bir pusula yazdım" veya "Senin için ona bir adam
gönderdim" mânâlarına gelebilir. Burada söz, " kaydı ile vurgulandığı için,
"Allah'tan işitilen söz" den başka bir mânâ anlaşılmamaktadır.[327]
165. Biz, itaat edenlere cenneti müjdeleyen,
isyan edenleri cehennem ateşi ile korkutan peygamberler gönderdik ki,
insanların, peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın. Yani
Yüce Allah peygamberleri, "Bana bir peygamber gönderilmiş olsaydı, ben iman ve
itaat ederdim" diyen kimselerin iddialarını kesmek için gönderdi. Allah,
peygamber göndermek ve kitap indirmekle, insan oğlunun yapabileceği bu gibi
itirazların önünü almıştır Allah, mülkünde güçlü, yaptıklarında ise hikmet
sahibidir. Sonra Yüce Allah, Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğini inkâr eden
Yahudilere cevap vererek şöyle buyurdu: [328]
166. Onlar senin peygamber olduğuna şahitlik
etmeseler de, Allah bu mucize Kur'an'ı sana indirmekle, senin peygamber olduğuna
şahitlik ediyor. Allah bu Kur'an'ı kimsenin bilemeyeceği, sadece kendine ait
olan ilmiyle ve bütün belâğatçılann benzerini getirmekten aciz olduğu bir
üslupla indirdi. Allah'ın sana indirdiğine ve senin bir peygamber olduğuna
melekler de şahitlik ediyorlar. Şahit olarak Allah yeter. Başkası şahitlik
etmese de, O'nun şahitliği senin için yeterlidir, başka şahide ihtiyacın
olmaz. [329]
167. İnkâr edenler ve insanların, Allah'ın dinine
girmesine engel olanlar, hiç şüphesiz doğru yoldan tam mânâsıyle
uzaklaşmışlardır. Çünkü kendileri dalâlete düştükleri gibi, başkalarını da
dalâlete düşürmüşlerdir. Bu sebeple onlar derin bir sapıklık
içindedirler. [330]
168. nkâr edip zulmedenler var ya, işte Allah
bunları asla bağışlamıyacak ve kâfir olarak öldükleri için onları asla cennet
yoluna sokmayacak.
[331]
169. Ancak, inkâr ve zulümlerine karşılık olarak
onları, cehenneme götüren yola sokacaktır. Onlar orada ebediyen
kalacaklardır. Zemahşerî'ye göre, "İnkâr edip zulmedenlerden maksat, inkâr ile
isyanı birleştirenlerdir.[332] Onları ebedîyyen cehennemde tutmak, Allah için zor ve büyük bir iş
değildir. [333]
170. Ey insanlar! Muhammed '.a.v.) size
Rabbinizden hak dini ve yüce şeriatı getirdi. Sîz abbinizden size gelene iman
edin, onu tasdik edin. Bu iman sizin için daha hayırlı olur. Eğer inkâr üzere
kalmak-devam ederseniz, bilin ki Allah'ın size ihtiyacı yoktur, sizin inkârınız
na hiç zarar veremez. Çünkü mülk yaratık ve kul olarak kainatta ne varsa epsi
O'nundur. Allah alîmdir, kullarının halini bilir; akimdir, kulları için yaptığı
işlerde hekmeti vardır.
Yüce Allah geçen âyetlerde Yahudilerin şüphelerini
reddettikten son-, Hıristiyanların, Allah'ı bırakıp da îsâ (a.s.)'ya tapacak
kadar onun hak-mda aşın tazimde bulunmak suretiyle düştükleri sapıklıkları
anlatarak löyle buyurur:
[334]
171. Ey Hıristiyanlar! îsâ'nın durumu akkında
İfrata düşmek ve onun îlâh olduğunu iddia etmek suretiyle din inde haddi
aşmayın. Allah'ı Hulul, üç unsurun birleşmesinden meydana gelme, eş ve çocuk
edinme gibi, O'na lâyık olmayan eylerle nitelemeyin.Meryem oğlu îsâ, sa-ece Allah'ın peygamberlerinden
bir peygamberdir. O, sizin iddia
ettiğiniz ibi, Allah'ın oğlu değildir, O, Allah'ın Meryem'e ulaştır-ığı
kelimesidir. Yani Yüce Allah'ın "ol" kelimesi ile yaratılmıştır. Ne ir baba
vasıtasıyle, ne de bir meniden yaratılmıştır, Allah'tan elen bir ruh sahibidir.
Cebrail (a.s.)'in, Meryem'in göğsüne üfürmesinin seridir. İşte Meryem, bu üfürme
ile îsâ (a.s.)'ya hamile kaldı. îsâ (a.s.)'nm anını yüceltmek için, "Allah'tan
bir ruhtur" denilerek, ruh Allah'a izafe 'edilmiştir. Öyleyse Allah'ın birliğine
iman edin ve O'nun ütün peygamberlerini tasdik edin."Allah, îsâ ve Meryem olmak
üzere, ilahlar üçtür" demeyin. Veya "Baba oğul ve Rûhu'l Kudüs olmak üzere Allah
üçtür" demeyin. Böylece Allah onları teslisten nehyedip, tevhidi emretti. Çünkü
ilah terkipten ve mürekkep olan bir şeyin kendisine isnat edilmesinden
münezzehtir. Teslisten vazgeçerseniz, bu sizin için daha hayırlı olur. Allah,
ancak bir tek ilahtır. Sizin iddia ettinizi gibi, üçün üçüncüsü değildir, O,
çocuk sahibi olmaktan münezzehtir.Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi onun
yarattıkları, mülkü ve kullarıdır. Ona denk ve benzer hiçbir şey olmaz ki, onu
çocuk edinsin. Vekil olarak Allah yeter. Bu âyet, Allah'ın bir çocuğa ihtiyacı
olmadığına dikkat çekmektedir. Yani, yarattıklarının işlerini düzenleyip onları
korumak için Allah yeter. O'nun bir çocuğa ve yardımcıya ihtiyacı yoktur. Çünkü,
her şeyin mâliki odur. Sonra Yüce Allah, Hıristiyanların bâtıl inançlarını
reddederek şöyle buyurdu:
[335]
172. Sizin ilâh olduğunu iddia ettiğiniz Hz. îsâ
(a.s.), kibirlenip de Allah'a kul olmaktan asla çekinmez.
Allah'a yakın olan melekler de O'na kul olmaktan
çekinmezler. Kim Allah a ibadet etmekten çekinir ve böbürlenirse, bilsin ki
Allah Onların hepsini hesap ve ceza için kıyamet gününde
toplayacaktır. [336]
173. iman edip iyi işler yapanlara Allah
amellerinin sevabını tam olarak verecek ve onlara lütfundan, hiçbir gözün
görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın aklına gelmeyen nimetler
ihsan edecektir. Böbürlenip de Allah'a
ibadet etmekten çekmenlere gelince, Allah onları da elem verici şiddetli bir
azapla cezalandıracaktır, Allah'ın azabına karşı onlara yardımcı olacak
herhangi bir dost bulamayacaklardır. Yani onlara dost olacak herhangi bir
kimse yoktur. [337]
174.
Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir
delil geldi. O da, engin mucizelerle desteklenmiş Allah'ın elçisi Muhammed
(s.a.v.)'dir. Size, parlak nur olan bu Kur'an'ı indirdik. [338]
175. Allah'ın birliğine inanıp O'nun nurlu
kitabına sarılanlara gelince, Allah onları, ebedîlik yurdu olan cennetine
koyacak ve onları dünyada İslam dinine, âhirette de cennet yoluna
iletecektir. [339]
176.
Ya Muhammed! Senden, kendisine vâris olacak babası ve çocuğu olmayan Ölü
hakkında fetva soruyorlar. De ki, Allah onun hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor:
Bir kişi ölür de, kendisine vâris olacak ne babası, ne de çocuğu bulunmazsa, ki
buna kelâle denir. orıun öz veya baba
bir, tek kız kardeşi bulunursa, bıraktığı malın yansı kızkardeşin hakkıdır. Öz
veya baba bir erkek kardeş de, çocuksuz olarak ölen kızkardeşin malının
tümüne vâris olur. dji Kelâle'nin iki veye daha çok kız kardeşi
varsa, bıraktığı malın üçte ikisi onların hakkıdır. Eğer vârisler erkek ve kız
kardeşler iseler, erkeğin hakkı, iki kızkardeşin payı kadardır Allah şaşırmanızı
istemediği için, hükümlerini ve koyduğu konunları size açıklıyor. Allah herşeyi
bilir. Yani sizin için yararlı olanı bilir. Diri iken de, ölü iken de kullarına
yararlı olan şeyi bilen Allah'tır. [340]
Edebî Sanatlar
1. Âyetinde özellikle bazı peygamberlerin
adlarının anılması, onları şereflendirmek ve üstünlüklerini göstermek içindir.
Burada "mürsel mufassal" adı verilen teşbih vardır.
Ey Ehl-i kitap!" Burada umum zikredilmiş, husus
kas-[edilmiştir. Yani burada Ehl-i
kitaptan maksat sadece Hıristiyanlardır. litekim daha sonra gelen, ilâh üçtür,
demeyin," sözü de bunu rösterir. Zira bu söz, Huristiyanların
sözüdür.
3. " Meryem oğlu îsâ Mesih, sadece dlab'ın bir
peygamberidir." Bu cümlede kasır sanatı vardır. Mevsufun sıfat üzerine kasrı
türündendir.
Faydalı Bilgiler
Edatı, "bazı" mânâsına gelir. Bazen de "başlangıç"
için kullanılır. âyet-i kerimesinde bu mânâda kullanılmıştır. Anlatıldığıma
göre Harun Reşid'in bir Hıristiyan doktoru bir gün İmam Vâkidî ile tartıştı ve
ona: "Sizin kitabınızda, İsa'nın Allah'ın bir parçası olduğunu göste-Iren bir
âyet var" dedi ve O'ndan bir ruh" âyetini okudu. Vâkidî şöyle cevap verdi:"
Yüce Allah bir âyet-i kerimede şöyle buyurur O, göklerde ve yerde ne varsa size
boyun eğdirmiştir. Hepsi Allah'tandır" Eğer îsâ Allah'ın bir parçası ise, buna
göre, göklerde ve yerde olanların da, Allah'ın bir parçası olması gerekir."
Bunun üzerine Hıristiyan sustu ve müslüman oldu. Harun Reşid buna çok sevindi ve
Vâkidî'ye büyük bir hediye verdi.
[1] Yani onun çarmıha
gerildiğini iddia eltiler. Şâir ne güzel söylemiş; İlâh, Yahudi bir kulun
fiiliyle çarmıha gerildiyse, o ne biçim bir ilâhtır.
[2] Nisa sûresi,
4/171
[3] Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/483-484.
[4] Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/484.
[5] Gaşiye sûresi,
88/16
[6] Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/487.
[7] Nisa sûresi.
4/127
[8] Buhârî. K. Tefsir, 4/1:
Müslim. K. Tefsir, 6/3018
[9] Kurtubî, 5/53 Vahidî,
Esbâbu'n-nuzûL s.83
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/487-488.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/488.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/488-489.
[12] Taberî şu mânâyı tercih
eder: "Yetimler hususunda adil davranmamaktan korkuyorsanız, kadınlarla
evlendiğinizde onların arasında adil davranmamaktan da korkunuz". Bizim
verdiğimiz mânâ, nuzûl sebebine uygundur. Bu mânâ, İbn Kesir1 in
tercihidir.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/489.
[14] Nisa sûresi,
4/4
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/489.
[15] Taberî,
7/565
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/489-490.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/490.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/490.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/490.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/490.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/490.
[22] Yûsuf sûresi,
12/36
[23] Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/490-491.
[24] Bakara sûresi,
2/21
[25] Fatır sûresi,
35/5
[26] el-Bahru'1-muhît,
3/153
[27] Ahzab sûresi,
33/4
[28] Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/491-492.
[29] Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/492-493.
[30] Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/495-496.
[31] Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/496.
[32] Ebû Davûd, K.
el-Feraid, 2891; Tirmizî, K. cI-Feraid, 111/2092
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/496.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/496-497.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/497-498.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/498.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/498.
[37] Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/498.
[38] Buharı, K. el-Edeb, 18;
Müslim. Tcvbc, 33
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/498.
[39] Mirasın taksimindeki
hikmet için, "el-Mevaris fi'ş-şeriati'l Tslamiyye isimli 1 bakınız,
s.18
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/499.
[40] Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/501.
[41] Ahkaf sûresi. 46/15
[42] Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/502.
[43] Zâdu'l-Mcsîr,
2/39
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/502.
[44] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/366
[45] Tağlib: Bilinen iki
şeyden birinin diğerine tercih edilip her ikisi için
kullanılması.
[46] Râzî, Tersir-i Kebir
9/235 ( NOT: Fabr-i Râzî, önceki âyelin kadınlara, bu âyetin ise erkeklere
mahsus olduğu düşüncesinden hareketle bu yorumu yapmıştır.
-Mütercimler.)
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/502-503.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/503.
[48] Şehit Seyyid Kutub,*Fi
Zilali'l-Kur'an adındaki tefsirinde şöyle der: "Bu, azgınlıklara dalmış ve
günahları kendisini kuşatmış olup zor durumda kalan kimsenin tevbesidir. Bu
icv-bc. tekrar günah işlemeye mecali kalmamış, bir daha hata işleme imkanı
olmayan bir kimsenin tevbesidir. Allah, böyle bir tevbeyi kabul etmez. Zira bu
tevbenin ne kalbe, ne de hayaia bir faydası vardır. Kişinin huyunda ve
davranışında bir değişiklik ifade etmez"
[49] Tirmizî, Deavât,*98;
İbn Mâce. Zuhd, 30
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/503.
[51] Kurtubî,
s/94
[52] Müslim, Reda 63; Ahmed
b. Hanbel, Müsned, U/329
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/503-504.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/504.
[55] Ebu Davud, Menâsik, 56;
İbn Mace, Menâsik, 84
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/504.
[56] Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/504-505.
[57] Kurtubî,
5/102
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/505.
[58] el-Keşşâf,
1/379
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/505.
[59] Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/508.
[60] Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/508-509.
[61] Kurtubî,
5/104
[62] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl,
s.85
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/509.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/509-510.
[64] Buhârî, Şehâdct 7,
Nikâh 20; Müslim, Ridâ 1.2,9,13
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/510-511.
[66] Münıtehine sûresi,
60/10
[67] Nisa sûresi,
4/4
[68] Nisa sûresi,
4/4
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/511.
[70] Ebu Hayyan,
el-Bahrul-muhît, 3/222
[71] ibn Mace, Nikâh
8
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/511-512.
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/512.
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/512.
[75] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/378
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/512.
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/513.
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/513.
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/513.
[79] Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/513.
[80] Geniş bilgi ve Mut'a
nikahını haram kılan deliller için bakınız, Revaiu'l-beyan adlı kitabımız,
1/457
[81] Kurtubî,
5/159
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/513-514.
[82] Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/518.
[83] Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/518.
[84] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl,
s.85
[85] el-Keşşâf,
1/290
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/518-519.
[86] Taberî,
8/267
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/519.
[88] Enfal Sûresi,
8/75
[89] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/384
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/519-520.
[91] Ebussuûd Tefsiri,
1/339
[92] Bazı farklarla Ahmed b.
Hanbel, Müsned,
3/69
[93] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/386
[94] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/520-521.
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/521.
[96] Keşşaf, 1/393. Taberî
de bu görüşü tercih etmiştir.
[97] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/521-522.
[98] Âyetin bu şekilde
tefsiri, Taberî ve Ebussuûd'un tercih ettiği
tefsirdir.
[99] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/522.
[100] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/522.
[101] Keşşaf
1/395
[102] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/522.
[103] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/522.
[104] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/522.
[105] Nebe sûresi,
78/40
[106] Bu tefsir, cümlenin
müstenese (müşteki!) oluşuna göredir. Zahir olan da budur. Bir başka görüşe göre
bu cümle önceki cümle Üzerine mavuftur. Buna göre mânâ şöyle olur: Onlar yer
altına gömülmelerini, Allah'tan hiçbir haberi gizlememiş ve " Ey Rabbimiz!
Vallahi biz müşriklerden değildik" (En'am, 6/23) şeklindeki sözlerinde yalan
söylememiş olmalarını isterler. Çünkü onlar gizledikleri İçin rezil
olmuşlardır. Durumun şiddetinden dolayı üzerlerinin dümdüz edilmesini isterler.
(Bak. Keşşaf, 1/396)
[107] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/523.
[108] Tirmizî, "Bu hadis,
hasen ve sahih bir hadistir" dedi. Tirmizî, Tefsir-i Kur'an,
V/3026.
[109] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/523-524.
[110] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/524.
[111] Buhârî,
Tefsiru'l-Kur'an, 10.
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/524-525.
[112] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/525.
[113] Nisa sûresi,
4Z-78
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/525-526.
[114] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/528.
[115] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/529-530.
[116] Vahidî,
Esbâbu'n-nuzûl, s. 89; Taberî, 8/468
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/ 30.
[117] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/530.
[118] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/530.
[119] Ebu Hayyan.
cl-Bahrul-muhît, 3/264
[120] Keşşaf,
1/401
[121] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/530-531.
[122] Taberî'nin tercihi de
budur. Çünkü şöyle der: Âyeiin mânâsı şöyledir: Biz, o yüzlerden gözlen silip
izlerini yok ederek ense gibi dümdüz bir hale getirmeden ve gözleri arkaya
çevirip de onlar gerisin geri yürür duruma gelmeden önce iman
edin.
[123] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/531-532.
[124] Taberî,
8/450
[125] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/532.
[126] Taberî,
8/452
[127] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/532.
[128] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/532.
[129] Muhtarsar-ı İbn Kesir.
1/403
[130] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/532-533.
[131] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/533.
[132] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/533.
[133] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/533.
[134] Hadîd sûresi,
57/26
[135] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/533.
[136] Bu hadisi Ahmcd b.
Hanbcl Müsned'inde rivayet etmiştir. Bkz. IT/26
[137] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/533-534.
[138] Buhârî, Bed'ü'1-halk,
8, Tefsir, 56; Müslim, Cennet, 6-8
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/534.
[139] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/534-535.
[140] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/538.
[141] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/538-539.
[142] Fahr-i Râzî, 10/138;
Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s. 90
[143] Keşşaf, 1/406,
Kurtubî, 5/264
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/539-540.
[144] Keşşaf,
1/405
[145] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/405
[146] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/540.
[147] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/540.
[148] Bakara sûresi,
2/256
[149] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/540-541.
[150] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/541.
[151] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/541.
[152] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/541.
[153] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/541-542.
[154] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/542.
[155] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/542.
[156] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/542.
[157] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/542.
[158] Muhtasar-ı ibn Kesir
1/411
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/542-543.
[159] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/543.
[160] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/543.
[161] Bu hadisi ibn
Merdeveyh rivayet etmiştir. Bkz. İbn Kesir Tefsiri, U/310-311; varyantları için
bkz. Taberî,
V/103/104
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/543-544.
[162] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/548.
[163] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/548-549.
[164] Vahidî,
Esbâbu'n-nuzûl, 96; Kurtubî, 5/281
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/549.
[165] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/549.
[166] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/549-550.
[167] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/550.
[168] Müslim,
İmâre.103
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/550.
[169] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/550-551.
[170] Keşşaf,
1/414
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/551.
[171] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/413
[172] Teshil, 1/148, Kurtubî
bu görüştedir. Ebu Hayyan'm görüşü ise daha tercihe şayandır. O, el-Bahr adlı
tefsirin de şöyle der; Ayetin zahirine bakılırsa, bu sözü söyleyenler
münafıklardır. Çünkü Allah bir şeyi emrettiğinde, samimi mü'min onun sebebini
sormaz. Bundan dolayı âyetin akışı şöyle gelmiştir: Onlara bir kötülük isabet
ettiğinde, bu senin yüzündendir" derler. Münafıktan başkası bu sözü söylemez.
El-Bahr, 3/928
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/551-552.
[173] A'raf sûresi,
7/131
[174] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/552-553.
[175] Şûra sûresi,
42/30
[176] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/553.
[177] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/553.
[178] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/553.
[179] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/553.
[180] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/553-554.
[181] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/554.
[182] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/554.
[183] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/554.
[184] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/
554.
[185] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/555.
[186] Şûra sûresi,
42/30
[187] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/555.
[188] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/559.
[189] Bu beyit Ümeyye b. Ebi
Salt'a aittir.
[190] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/559.
[191] Buhârî, Tefsir, İV/15;
Tirmizî, Tefsir İV/14
[192] Vahidi Esbâbu'n-nuzûl,
s. 97
[193] Buhârî, Tefsir,
İV/17.
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/559-560.
[194] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/560.
[195] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/560.
[196] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/560-561.
[197] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/561.
[198] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/561-562.
[199] Kasten adam öldüren
kimsenin hükmü hakkında geniş bilgi için bakınız Ebu Hayyan el- Muhtasar-ı İbn
Kesir 1/422.
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/562.
[200] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/562.
[201] Buhârî, Cihâd, 35;
Meğâzi, 81
[202] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/562-563.
[203] Nesâî, Cihâd,
18
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/563.
[204] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/563.
[205] İbn Mace, Diyet,
1
[206] Beyhâkî, Sünen
Vill/23
[207] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/564.
[208] Nahl sûresi,
16/71
[209] İbn Mace, Vesayâ, 1,
Cenâiz,64; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/78
[210] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/564.
[211] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/14-15.
[212] Tefsîru
GarTbil-Kur'ân, s.134 .
[213] Kurtubî, 5/360
[214] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/15.
[215] Muhtasarı tbn Kesir,
1/427
[216] Kurtııtö, 5/349
[217] Ehııssuûd.
1/380
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/15-16.
[218] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/16.
[219] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/16.
[220] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/17.
[221] Ankebut suresi
29/56
[222] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/17.
[223] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/17.
[224] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/431
[225] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/17-18.
[226] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/18.
[227] Kurtubî,
5/374
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/18-19.
[228] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/19.
[229] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/19.
[230] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/19.
[231] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/19.
[232] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/19.
[233] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/19-20.
[234] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/20.
[235] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/20.
[236] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/20.
[237] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/20.
[238] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/25.
[239] Kurtubî,
5/400
[240] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/25-26.
[241] Kurtubî,
5/385
[242] Vahidî,
Esbâbu'n-nuzûl, s.104
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/26.
[243] Taberî,
9/201
[244] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/26-27.
[245] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/27.
[246] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/27.
[247] Taberî'nin tercihi de
budur. Bir başka görüşe göre, âyette geçen "libj" kelimesinden maksat
meleklerdir. Nitekim, bir âyet-i kerimede "Meleklere dişilerin ismini
veriyorlar"(Necm Suresi. 53/27) buyrulmuştur. Müşrikler, meleklerin, Allah'ın
kızları olduğunu iddia ediyorlardı.
[248] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/27.
[249] Müslim, iman,
379
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/27.
[250] Bahire ve^saibe için
bakınız, maide 7/103 âyetinin tefsiri.
[251] Bu mânâ îbn Abbas,
Mücahid ve Dahhak'tan rivayet edilmiştir. Taberî'nin tercihi de
budur.
[252] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/27-28.
[253] Muhtasar-i İbn Kesir,
1/439
[254] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/28.
[255] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/28.
[256] Ebussuûd Tefsiri,
1/384
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/28.
[257] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/28-29.
[258] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/29.
[259] Muhtasar-ı tbn Kesir,
1/442
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/29.
[260] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/29.
[261] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/443
[262] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/29-30.
[263] Taberî,
9/271
[264] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/30-31.
[265] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/31.
[266] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/31.
[267] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/31.
[268] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/31.
[269] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/31.
[270] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/31.
[271] Telhisu'l-beyan,
s.26
[272] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/32.
[273] Nisa Suresi,
4/3
[274] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/32.
[275] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/36.
[276] Bu mânâda Buharide
hadis, şeklindedir. Bkz-Buhari, İstikrad,13. Hadisin varyasyonları için bkz.
Ebu Davud, Akdiye, 29; Nesai, Büyü, 100; İbn Mace, Sadakat,
18.
[277] Mücadele Suresi,
58/19
[278] El-Bahr,
3/380
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/36.
[279] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/447
[280] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/36-37.
[281] Ebussuûd,
1/389
[282] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/37.
[283] Bir görüşe göre âyet,
Yahudiler hakkındadır. Onlar Hz. Musa'ya iman ettiler. Sonra buzağıya tapmak
suretiyle kâfir oldular. Sonra Hz. Musa
dönünce tekrar iman ettiler. Daha sonra Hz. îsâ'yi inkâr ettiler. Sonra
da Hz. Muhammed (s.a.v.)'İ inkârları sebebiyle küfürleri arttı. Bu görüş,
Katâde'nin görüşüdür. Taberî de bunu tercih
etmiştir.
[284] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/448
[285] Keşşaf,
1/447
[286] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/37-38.
[287] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/38.
[288] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/38.
[289] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/38.
[290] Kurtubî, bu âyetin
tefsirinde müfessirlerin beş görüşünü
açıklar. Bunlardan biri, bizim de tercih ettiğimiz yukardaki görüştür. Bir
görüşe göre de, âyetle geçen kelimesinden maksat "delil" dir. Bunun kıyamet
gününde olacağını söylemişlerdir. Taberî bu görüşü tercih eder. O: "Sebilden
maksat kıyamet günündeki hüccettir" der ve şu rivayeti de buna delil getirir:
Rivayete göre, bir adam Hz. Ali'ye bu âyeti sordu. Hz. Ali: "Bana yaklaş" dedi. Sonra ona; "Kıyamet
gününde Allah, aralarında hükmedecek, Allah, kıyamet günü mü'minlerin aleyhine
asla kâfirlere hüccet vermiyecek" mealindeki âyeti okudu, tbn Arabî bu görüşün
zayıf olduğunu kabul eder (Bak. Kurtubî, 5/419)
[291] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/449
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/38-39.
[292] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/39.
[293] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/39.
[294] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/39.
[295] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/39-40.
[296] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/40.
[297] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 36-40.
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir,
Ensar Neşriyat: 1/40.
[298] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/40.
[299] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/40-41.
[300] Enfâl sûresi,
8/38
[301] Nisa süresi,
4/146
[302] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/41.
[303] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/45.
[304] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/45.
[305] Mecmau'l-beyan,
3/133
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/45.
[306] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/452
[307] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/45.
[308] Ebussuûd,
1/396
[309] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/45-46.
[310] Taberî,
9/354
[311] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/46.
[312] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/46.
[313] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/46.
[314] Ebussuûd Tefsiri,
1/394
[315] Taberî,
9/360
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/46-47.
[316] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/47.
[317] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/47.
[318] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/47-48.
[319] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/49-50.
[320] Teshil,
1/163
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/50.
[321] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/51.
[322] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/55.
[323] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/55-56.
[324] Vahidî,
Esbâbu'n-nuzûl, s. 107
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/56.
[325] Ankebût Sûresi,
29/27
[326] Kurtubî,
6/17
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/56.
[327] el-Bahr,
3/398
Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/56-57.
[328] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/57.
[329] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/57.
[330] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/57.
[331] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/57.
[332] Taberî şöyle der:
"Bunlar, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğini ve Allah'ı İnkâr edenler ve bu
hal üzere devam etmek suretiyle zulmedenlerdir.
[333] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/57.
[334] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/58.
[335] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/58.
[336] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/58-59.
[337] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/59.
[338] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/59.
[339] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/59.
[340] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/59.
[341] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/59-60.
[342] Muhammed Ali
Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/60.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder