ZÂRİYÂT SÛRESİ
. 10
ZÂRİYÂT SÛRESİ
Mekke'de inmiştir. 60
âyettir.
Takdim
Bu mübarek sûre, iman esaslarım
yükselten, gözleri, bir ve herşeye gücü yeten Allah'ın
kudretine çeviren ve takva ve iman esasları üzerine yerleşmiş bir akîde kuran
Mekkî sûrelerdendir.
Bu mübarek sûre, toz kaldıran,
denizlerde gemileri yürüten rüzgarlardan, yağmur sularını taşıyan bulutlardan,
bir olan Allah'ın kudretiyle su üzerinde giden gemilerden, ve mahlukatın
işlerini yürütmekle görevli temiz meleklerden söz ederek başlar. Öldükten sonra
dirilme ve hesabın ve haşrin mutlaka meydana
geleceğine dair bu dört şeye yemin edilmiştir.
Sonra sûre burdan, Kur'an'ı ve âhireti yalanlayan Mekke kâfirlerinden söz eder. Onların
dünyadaki hallerini ve âhiretteki akıbetlerini
açıklar. Şöyle ki, onlar cehennem ateşine arzedilirler
ve onun azabına ve cezasına atılırlar.
Bundan sonra sûre, takva sahibi
mü'minlerden ve Allah'ın, âhirette onlara hazırladığı nimet ve ikramlardan bahseder.
Bu nimetler onlar için, dünyada güzel amel işlediklerinden dolayı
hazırlanmıştır. Sure bunlardan, Kur'an'm teşvik ve
sakındırma, mazur görme ve korkutma üslubuyla söz eder.
Daha sonra sûre, bu geniş kâinatta
yani göklerde, yerlerde, dağlarda, vadilerde ve insanın eşsiz surette ve en
güzel bir yaratılışla yaratılmasında, Allah'ın birliğini ve gücünü gösteren
delillerden bahseder. Bütün bunlar, âlemlerin rabbinİn
gücünü gösteren delillerdir.
Bundan sonra sûre, değerli
peygamberlerin kıssalarından, azgın milletlerin peygamberlere karşı
tutumlarından ve başlarına gelen azap ve helakten söz eder. İbrahim, Lut ve Musa (a.s)'nin kıssalarım
ve azgın ve zorba olan Ad, Semud ve Nuh kavminin
kıssalarını anlatır. Kur'an-ı Kerim'de bu kıssaların
anlatılması ve tekrar edilmesinde, değerli peygamberler için bir teselli ve
basiret sahipleri için de bir ibret vardır. Aklı olan veya hazır bulunup kulak
veren kimseler bundan ibret alır.
Bu mübarek Sûre, insan ve
cinlerin yaratılmasındaki maksadı açıklayarak sona erer. O da Yüce Allah'ı
tanımak. Ona ibadet etmek ve birlemektir. Çeşitli yaklaşma vesileleri ve
ibadetlerle sadece ve samimiyetle Ona yönelmektir. [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1, 2, 3, 4, 5, 6. Esip savuranlara, yük yüklenenlere, kolayca
süzülenlere, işi taksim edenlere andolsun ki, size
va'dedilen
kesinlikle doğrudur ve ceza mutlaka
gerçekleşecektir.
7, 8, 9.
Yollara sahip göğe andolsun ki, siz şüphesiz farklı
bir söz ve görüş içindesiniz. Bundan çevrilen çevrilir.
10. Kahrolsun o
koyu yalancılar!
11. Onlar
eğlenceye dalmış gafillerdir.
12. Ceza
gününün ne zaman olduğunu sorarlar.
13. O gün
onların ateşe sokulacakları gündür.
14. "Azabınızı
tadın! Acele gelmesini beklediğiniz şey budur işte!"
denir.
15, 16.
Şüphesiz ki sakınanlar Rablerinin kendilerine verdiğini alarak cennetlerde ve
pınar başlarında bulunacaklar. Kuşkusuz onlar, bundan önce dünyada güzel iş
yaparlardı.
17. Geceleri
pek az uyurlardı.
18. Seher
vakitlerinde de istiğfar ederlerdi.
19. Mallarında,
muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı.
20. Kesin
olarak inananlar için yeryüzünde âyetler vardır.
21. Kendi
nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz?
22. Rızkınız
da, size va'dedilen şeyler de
semâdadır.
23. Göğün ve
yerin Rabbine andolsun ki bu vaad, sizin konuşmanız gibi kesin ve
gerçektir.
24. İbrahim'in
ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi?
25. Onlar
İbrahim'in yanına girmişler, selâm vermişlerdi. O da selâmı almış, "Bunlar
tanınmamış bir topluluk" demişti.
26. Hemen
ailesinin yanma giderek, semiz bir dana getirmiş,
27. Onların
önüne koyup "Yemez misiniz?"
demişti.
28. Derken
onlardan endişeye düştü. "Korkma" dediler ve ona âlim bir oğlan çocuğu
müjdelediler.
29. Karısı çığlık atarak geldi. Yüzüne vurarak "Ben kısır bir kocakarıyım"
dedi.
30. Onlar "Bu
böyledir. Rabbin söylemiştir. O, hikmet sahibidir, biiendir." dediler.
31. İbrahim "O
halde işiniz nedir ey elçiler?" dedi.
32. Biz
dediler, suçlu bir kavme gönderildik.
33. Üzerlerine
çamurdan taş yağdırmamız için
(geldik).
34. (Bu
taşlar), aşırı gidenler için Rabbinin katında işaretlenmiş
(taşlardır).
35. Bunun
üzerine orada bulunan mü'minleri
çıkardık.
36. Zâten orada
bir ev halkından başka müslüman da
bulmadık.
37. Elem verici
azaptan korkanlar için orada bir alâmet bıraktık.
Kelimelerin İzahı
Hubük,
kümesinin çoğulu olup, "yollar" demektir. Vezin ve mânâ bakımından tarika (yol) kelimesine benzer. Zeccâc şöyle der: Hubük, "güzel
yollar" demektir. lûgatta, "işi güzel yapılan"
demektir.[2]
İbn A'rabî de şöyle der; Her şey ki, sağlam yaptın ve onun işini
güzel ettin, o zaman, sana, "onu güzel yaptın" mânâsında denilir.[3]
Harrâsûn,
"yalancı" mânâsına gelen kelimesinin
çoğuludur.
Ğanıra, bir
şeyi örten ve kapatan manasınadır. "Derin nehir" için denmesi de
bundandır.
Uyurlar. "gece uyumak"
demektir.
Hissetti.
Sarra,
feryat ve çığlık manasınadır.
Müsevveme;
âlâm etlenmiş, damgalanmış demektir. [4]
Âyetlerin Tefsiri
1. Bu, Yüce
Allah'ın yaptığı bir yemindir. Yani, toprağı savurup dağıtan ve kumları bir
yerden başka bir yere taşıyan rüzgârlara yemin ederim. [5]
2. Yağmur
taşıyan bulutlara yani, İnsana hayat veren su yüklü bulutlara yemin ederim. [6]
3. Âdemoğlunun
soyunu taşıyarak su yüzünde kolaylıkla ve rahatça akıp giden gemilere yemin
ederim. [7]
4. Kullar
arasında nzıkları ve yağmurları bölüştüren meleklere
yemin ederim ki size va'dedilen doğrudur. Her melek
bir işle görevlendirilmiştir. Cebrail (a.s.) peygamberlere vahiy getirmekle;
Mikail, (a.s.) rızık ve
rahmet dağıtımıyle; İsrafil (a.s.) sûr'a üfürmekle;
Azrail (a.s.) de, ruhları almakla görevlidir.[8]
Tefsirciler şöyle der: Kendileriyle yemin edilen bu şeyler değerli oldukları ve
bunlarda Allah'ın güzel sanat ve gücüne delâlet bulunduğu için, Yüce Allah
bunlarla yemin etti. Yüce Allah bundan sonra, yeminin cevabını söylemek üzere
şöyle buyurdu: [9]
5. Size va'dedilen sevap, ceza, haşir ve neşir kesinlikle haktır,
muhakkak olacaktır, onda yalan yoktur. [10]
6. Hesap,
mutlaka gerçekleşecektir.
Bundan sonra Yüce Allah, başka bir
yemin zikrederek şöyle buyurdu: [11]
7. Sağlam
yolları olan ve sağlam yapılı olan göğe yemin ederim ki, [12]
8. Bu, yeminin
cevabıdır. Yani, Ey kâfirler! Kuşkusuz siz, Muhammed'in işi hususunda tutarsız
bir görüştesiniz. Kiminiz "O bir sihirbaz" diyor, kiminiz, "O, bir şairdir"
diyor. Bazılarınız da, "O, bir delidir" diyor. Daha başka görüştü olanlar da
vardır. İbn Abbas der ki:
Zâtu'l-hubuk'ten maksat,
"Düz güzel yaratılışlı" demektir. [13]
9. Dul ne Allah'ın ilminde hidayetten döndürülen ve
saadetten mahrum edilen kimse, Kur'an'a ve Muhammed
(a.s.)'e imanden döndürülür. [14]
10. Peygamber
bir sihirbazdır, bir yalancıdır ve bir şâirdir, diyen yal ani ayıcılar
lanetlenmiştir. İbnu'l-Enbârî şöyle der: Kati Allah'tan bildirilmişse, lanet
mânâsına gelir. Çünkü Allah'ın lanet ettiği kimse, öldürülmüş ve yok olmuş
sayılır.[15]
11. Onlar âhiret işinden gafil olup eğlenceye dalanlardır. [16]
12.Yalanlamak
ve alay etmek maksadıyle, "hesap ve ceza günü ne
zamandır?" diye sorarlar. Yüce Allah onlara cevap olarak şöyle buyurur: [17]
13. Bu hesap ve
ceza, cehenneme girecekleri ve orada yakılacakları gün gerçekleşecektir. [18]
14. Cehennem
bekçileri onlara, "Azabınızı ve cezanızı tadın" derler, Bu ceza, alay etmek
maksadıyle, "çabuk olsun" dediğiniz cezadır. Yüce
Allah, kâfirlerin durumlarını anlattıktan sonra itaatkâr mü'minleri anlattı: [19]
15. Takva
sahipleri, içinde akan pınarlar bulunan bahçelerdedir. Bu pınarlar o bahçelerde,
gezilebilecek yerlerin sonuna kadar akar. [20]
16. Onlar,
Rablerinin onlara ihsan ettiği ikram ve nimetlerle hoşnut olmuşlardır, Onlar
dünya yurdunda güzel amel işlerlerdi. Bundan sonra Yüce Allah onların yaptığı
güzel amellerden birazım anlattı: [21]
17. Onlar,
gecenin az bir bölümünde uyurlar, çoğunda namaz kılarlardı. Hasan Basrî şöyle der: Gece namaz kılma meşakkatine katlandılar.
Onlar, gecenin sadece az bir bölümünde uyurlardı.[22]
18. Gecenin
sonlarında da, Allah'ın, kusurlarım bağışlamasını dilerlerdi. Onlar güzel amel
işlemelerine rağmen kendilerini günahkâr sayarlardı. Bundan dolayı gecenin
sonlarında çokça bağışlanmalarını dilerlerdi. Ebussuud şöyle der: Onlar az uyumalarına ve çok teheccüd namazı kılmalarına rağmen, gecenin sonlarında
istiğfara devam ederlerdi. Onlar sanki gecelerinin ilk bölümlerini suç işleyerek
geçirmişler de, seher vakitlerinde bağış diliyorlar.[23] Bu âyet, güzel amel işleyenler için ikinci
bir övgüdür. [24]
19. Bu da
üçüncü bir övgüdür. Yani, onların mallarında, cömertlik gereği, muhtaç dilenciye
ve haysiyetini korumak maksadıyle iffetinden dolayı
istemeyenlere, ödemeyi kendilerine farz kıldıkları belirli bir pay vardır.[25][26]
20. Allah'ı
yarattıkları sayesinde taruyan ve O'na ve yüceliğine
kesin bir imanla inanan kimseler için, yeryüzünde Allah'ın birliğini ve gücünü
gösteren apaçık deliller vardır. İbn Kesîr şöyle der:
Yeryüzünde, onu yaratanın büyüklüğünü ve gücünün enginliğini gösteren deliller
vardır. Bunlar çeşitli bitki ve hayvan türleri, dağlar, çöller, denizler,
nehirler, insanların dil ve renklerinin farklı olması; akıl, anlayış, mutluluk
ve bedbahtlıkta farklı olmaları ve onların terkiplerinde bulunan eşsiz
yaratılıştır.[27]
Bunun içindir ki Yüce Allah, daha sonra şöyle buyurdu: [28]
21.
Yaratılışının başından sonuna kadar, kendi varlığınızda da deliller ve ibretler
vardır. Allah'ın sizi yaratmadaki kudretine bakıp ta, öldükten sonra
diriltebileceğini anlayamıyor musunuz? İbn Abbas şöyle der: Burada Yüce Allah şekil, dil, renk, huy,
göz, kulak, akıl ve Âdemoğluna verilmiş olan diğer harikulade özellikleri
kastediyor.[29]
Katâde de şöyle der: Kim, kendi yaratılışı hususunda
düşünürse, ancak ibadet için yaratıldığını ve mafsallarının bunun için yumuşak
kılındığını anlar. [30]
22. Gökte rızık ve geçim sebepleriniz vardır. Bundan maksat ülkelere
ve kullara hayat veren yağmurdur. Size va'dolunan
sevap ve ceza da, aynı şekilde gökte yazılıdır. Sâvî
şöyle der: Ayetten maksat nimetleri saymak, vaad ve
tehditte bulunmaktır.[31]
23. Size va'dedilen rızık, öldükten sonra
dirilme ve haşrin gerçek olduğuna, konuşmanız gibi
mutlaka meydana geleceğine dâir, göklerin ve yerin Rabbine yemin ederim.
Konuştuğunuz zaman, bu konuşmanız hakkında nasıl şüphe etmiyorsanız, aynı
şekilde rızık ve öldükten sonra dirilme hakkında da
şüphe etmemeniz gerekir. Tefsirciler şöyle der: Bu, benzetme ve temsil yollu
bir ifadedir. Yani, konuşmanızın gerçekliği gibi, rızıklarımzm gökte taksim edildiği de bir gerçektir. Bunda
bir şüpheniz olmasın. Bu, Arapların şu sözüne benzer: Bu, senin burada olman
gibi gerçektir. Bu, görmen ve işitmen gibi bir gerçektir.[32]
Rızık, konuşma gibidir. Hiçbir zaman şahıstan
ayrılmaz. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Sizden biri
eğer, rızkından kaçsa, rızkı onu mutlaka, Ölümün takip etmesi gibi takip
eder.[33]
Bundan sonra Yüce Allah, Şerefli
Peygamberinin (s.a.v.) kalbine teselli vermek için, İbrahim'e (a.s.) gelen
misafirlerin kıssasını anlattı: [34]
24. Bu soru, o
kıssanın şanının yüce olduğunu ifade ve teşvik içindir. Nitekim kişi, muhatabım
haberi dinlemeye teşvik etmek isteyerek, "Falanla ilgili haber sana geldi mi?"
der. Buna göre mânâ şöyledir: Ey Muhammedi ibrahim'in
o yüce misafirlerinin haberi senin kulağına geldi mi? İbn Abbas şöyle der: Yüce Allah
bununla Cebrail, Mikâil ve İsrafil (a.s.)'i
kastediyor.[35]
Bu melekler Allah katında değerli oldukları için, onlara "mükremîn" denildi. [36]
25. Hani
İbrahim'in yanına girmişler ve "Sana selâm veriyoruz" demişlerdi de, İbrahim
(a.s.) o zaman, "Selâm size, siz yabancı bir topluluksuzun. Sİzi tanımıyoruz. Siz kimsiniz? demişti. İbn Kesîr şöyle der: Melekler onun yanma heybetli ve
azametli güzel gençler şeklinde geldikleri için onları yabancı saydı.[37]
Ebû Hayyân da şöyle der:
İbrahim (a.s.)'in haline uygun olan, onlara bu şekilde hitap etmemesidir. Bunda
açıkça bir soğuk davranış vardır. İbrahim (a.s.) bunu sadece kendi kendine
söylemiştir. Veya, o misafirlerin duymayacağı bir şekilde, yanında bulunan
tâbilerine ve hizmetçilerine söylemiştir.[38]
26. İbrahim
(a.s.), misafirlerinden gizlice hemen ailesinin yanma gitti. Çünkü misafir
farkına varmadan ziyafeti çabucak hazırlamak ev sahibinin uyması gereken
kurallardandır. Bunu, misafirin kendisini engellemesinden sakındığı veya geç
kaldığı takdirde misafire sıkıntı vermekten çekindiği, için böyle yapar. İbn Kuteybe şöyle der: İbrahim
(a.s.) gizlice ailesine döndü. Ayette geçen pij
fiilinin mastarı olan ancak gizlice gidip gelmeye denir.[39] Onlara, kızartılmış besili bir buzağı
getirdi. sığır yavrusuna denir. Onun malının çoğu sığırdı. Onlar için, daha
fazla ikram etmek maksadıyla besili birini seçti. [40]
27. Buzağıyı
onlara yaklaştırıp Önlerine koydu, fakat yemediler. Bunun üzerine güler yüzle ve
yumuşak bir şekilde: "Yemeğe buyurmaz mısınız?" dedi. İbn Kesîr şöyle der: Âyette nazik bir ifade ve güzel bir
arzediş vardır. Bu âyet, misafirlik âdabını tanzim
etmektedir. Şöyle ki, İbrahim (a.s.) yemeği, onlar farkına varmadan çabucak
getirdi. Önceden, size yemek getireceğim deyip bunu başlarına kakarak onları
incitmedi. Bilakis gizlice ve çabucak getirdi. Mevcut malının en iyisi olan
genç, besili ve kızarmış buzağıyı getirdi. Onu sofraya koyup da"buyrun" demedi. Bilakis buzağıyı onlara yaklaştırıp
önlerine koydu. Muhataba ağır gelecek bir şekilde onlara kesin bir ifadeyle
emretmedi.
Aksine, nezaketle sunmak
suretiyle, "Yemez misiniz?" dedi. Bu, kişinin şöyle demesine benzer:"Lütuf,
ihsan ve sadaka vermeyi uygun görürsen, öyle yap"[41]
28. Yemeği
yemediklerini görünce içine bir korku düştü. Ona dediler ki: "Korkma, biz,
Rabbinin elçileriyiz" ve ona, eşi
Sâra'dan doğacak olan ve bulûğ çağma erdiğinde âlim olacak bir çocuğu
müjdelediler. Ebû Hayyân
şöyle der: Bu âyette, çocuğun âlim oluncaya kadar yaşayacağına müjde vardır.[42]
Cumhur, müjdelenen bu çocuğun İshâk (a.s) olduğu
görüşündedir. Çünkü Yüce Allah meâlen şöyle
buyurmuştur: "Ona İshâk'ı, İshak'ın ardından da Ya'kûb'u
müjdeledik"[43]
29. Sara,
müjdeyi işitince bağırarak ve çığlık atarak onlara doğru geldi. Tefsirciler
şöyle der: Sara, evin bir köşesinde idi. Müjdeyi duyunca, bunun açıklanması
isteğiyle büyük bir çığlık atarak onlara doğru geldi, Kadınların hayret anındaki âdetleri üzerine
elini yüzüne vurdu. İbn Abbas şöyle der: Kadınlar, enteresan bir işe şaştıkları
zaman yaptıkları gibi Sara da hayretinden yüzüne tokat vurdu.[44]
Dedi ki: Ben ihtiyar kısır bir kadınım. Nasıl doğururum? Akîm, gebe kalmadığı
için asla doğurmayan kadındır. Celâleyn yazarı şöyle
der: Sara 99 yaşında, İbrahim (a.s.) ise 120 yaşında idi.[45]
30. "Durum sana
bildirdiğimiz gibidir. Ezelde Rabbin böyle hükmetti. Onun için şaşma, bu hususta
kuşkulanma" dediler. Kuşkusuz o,
yaptığında hikmet sahibi olan ve kulların yaptıklarım bilendir. [46]
31. İbrahim
(a.s.) dedi ki: Ey itaatkâr melekler! Gönderilmenize sebep olan bu Önemli iş
nedir! Beyzâvî şöyle der: Onların melek olduğunu ve
önemli bir iş olmadan toplu halde inmeyeceklerini bildiği için bunu sordu.[47]
32. Dediler ki:
Allah bizi, suçların en kötüsünü işleyen yani homoseksüellik yapan Lût (a.s.) kavmini yok etmek için gönderdi. Lût (a.s.) kavmi, birçok günah sahibi idiler. Bunlar, küfür
ve isyan gibi büyük günahlardı. [48]
33. Onları
ateşle pişmiş, taşlaşmış çamurdan meydana gelen ve siccîl adı verilen taşlarla öldürmek için Allah bizi
gönderdi. Ebû Hayyân şöyle
der: Siccîl, kiremitin
pişirildiği gibi, taş sertliğini alıncaya kadar pişirilen çamurdur.[49]
34. Sının aşıp
günah işleyenler için, Rableri katında üzerine, bir alâmetle konmuş taşlardır.
Herbiri üzerinde, onunla helak edilecek olan kişinin
adı yazılıdır. Sâvî şöyle der: Lût (a.s.) şehirlerinde 600.000 kişi vardı. Cebrâîl (a.s.)
kanadını o yerin altına sokup beldelerini yerinden söktü ve o kadar yükseltti
ki, göktekiler onların sesini işittiler. Sonra oranın altını üstüne getirdi.
Sonra oradan dışarda kalanların üzerine taş
yağdırdı.[50]
35. Lût (a.s.) kavmi beldelerinde bulunan mü'minleri çıkardık ki, helak olmasınlar. [51]
36. Araştırma
ve incelemeden sonra, orada müslümanlardan olan bir tek evin dışında hiçkimse bulunmadı.
Mücâhid şöyle der: Onlar, Lût (a.s.) ve iki kızıdır. Âyetten maksat, azaptan kurtulan
mü'minlerin azlığını yok olmaya müstehak olan kâfirlerin çokluğunu açıklamaktır. Celâleyn yazarı şöyle der: Kurtulanlar iman ve İslam sıfatlanyle nitelendiler. Yani, onlar kalpleri ile tasdik
edici, uzuvlarıyla da itaat edici kimselerdir.[52]
37. Zalimleri
yok ettikten sonra, ülkenin altını üstüne çevirmek suretiyle helak edildiklerine
bir alâmet olarak, Allah'ın azabından korkanlar için, o helak olan beldelerde
bir alâmet bıraktık. Çünkü Allah'ın azabından ibret alacak olanlar onlardır.
İbn Kesir şöyle der: âyetinden maksat şudur: O
beldeyi, onlara indirdiğimiz azab ve ceza ile bir
ibret kıldık. Onların yurtlarını kokuşmuş pis bir göl haline getirdik. İşte
bunda, elem verici azaptan korkan mü'minler için bir
ibret vardır.[53]
Bir Uyarı
Fahreddin
Râzî şöyle der: İbrâhîm (a.s)'in misafirleri
kıssasında, Peygamber (a.s.), kendi dışındaki peygamberlerin de onun gibi
oldukları açıklanmak suretiyle, teselli edilmektedir. İbrahim (a.s.)
peygamberlerin şeyhi ve Hz. Peygamber (a.s) de bazı
konularda onun sünneti üzerinde olduğu için, Yüce Allah onun kıssanını seçti. Bu kıssada misafirler olayı ve sapık
günahkârların başına taş indirme olayı anlatılarak Peygamber (a.s.)'in kavmi
uyarılmıştır.[54]
38. Musa'da
(ibretler vardır.) Hani onu apaçık bir delil ile Firavun'a
göndermiştik.
39. Firavun
ordusuyla birlikte yüz çevirmiş, "O bir büyücü veya bir delidir"
demişti.
40. Nihayet
kınanmasını gerektiren işler yapar iken onu da ordularını da yakalayıp denize
attık.
41. Âd kavminde
de (ibretler vardır.) Onlara kasıp kavuran rüzgârı
göndermiştik.
42. Üzerinden
geçtiği şeyi canlı bırakmıyor, onu kül edip
savuruyordu.
43. Semûd kavminde de (ibretler vardır.) Hani onlara "Bir
süreye kadar faydalanın" denmişti.
44. Rablerinin
emrine karşı geldiler. Bu yüzden kendilerini göre göre
yıldırım çarpmıştı.
45. Ayağa
kalkacak güçleri kalmamış,
yardım edenleri de olmamıştı.
46. Bunlardan
önce de Nuh kavmini helak etmiştik. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir toplum
idiler.
47. Göğü kendi
gücümüzle biz kurduk ve biz (onu) elbette genişleticiyiz.
48. Yeri de
döşedik. Ne güzel döşeyiciyiz!
49. Her şeyden
de çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt
alasınız.
50. "O halde
Allah'a koşun. Çünkü ben, sizi O'n-dan açık bir şekilde
korkutuyorum."
51. Allah ile
beraber başka bir tanrı edinmeyin. Ben sizi O'ndan açık bir şekilde
korkutuyorum.
52. İşte
böylece, onlardan öncekilere herhangi bir peygamber geldiğinde hemen "O, bir
büyücüdür veya delidir"
dediler.
53. Bunu
birbirlerine vasiyet mi ettiler? Hayır, onlar azgın bir
topluluktur.
54. Onlardan
yüz çevir. Artık sen kınanacak değilsin.
55. Sen (yine
de) öğüt ver. Çünkü öğüt mü'minlere fayda
verir.
56. Ben cinleri
ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
57. Ben
onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da
istemiyorum.
58. Şüphesiz
Allah, rızık verendir, güç ve kuvvet
sahibidir.
59. Muhakkak ki
bu zulmedenlerin de, arkadaşlarının payı gibi bir azap payı vardır! O halde
acele etmesinler!
60. Kendilerine
vadedilen günden dolayı vay o kâfirlerin
hâline!
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde,
İbrahim (a.s.)'in, Lût kavmini helak etmek için
gönderilen misafirlerinin kıssasını anlattı. Ardından burada azgın milletlerin
kıssalarını anlattı. Bunlardan Firavun ve ordusunu, Âd, Semûd ve Nûh kavimlerini zikretti. Bütün bunları Peygamber
(a.s.)'i teselli etmek ve insanlara, Allah'ın, kendisinin ve peygamberlerinin
düşmanlarından intikam alacağını hatırlatmak için anlattı. Daha sonra,
birliğini ve gücünü gösteren delilleri zikretti ve bu mübarek sûreyi, sapık
yalancıları uyararak sona erdirdi. [55]
Kelimelerin İzahı
Onları attık. el~yemm, deniz demektir. Mülîm,
Kınanacak şeyleri yapan manasınadır. er-Ramîm, yok olup çürüyen şey. Zeccâc şöyle der: Ramîm, kırıntı gibi, parçalanmış kuru
yapraktır.[56]
Kemik çürüdüğünde denilir. Çürümüş kemiğe denir. Cerîr, oğluna mersiye söyleyerek şöyle
der:
Zaman, gözümün nurunu aldığında ve
ben çürümüş kemik gibi kaldığımda beni bıraktın.[57]
el-Mâhidûn, yayanlar ve çiğneyenler. Sen, yatağı yayıp
düzelttiğinde dersin. Mastarı gelir. Bir şeyi düzeltmek ve ıslah etmek
demektir.
Zenûb,
azaptan bir pay demektir. [58]
Âyetlerin Tefsiri
38. Musa'yı
açık bir hüccet ve engin bir delille Firavun'a gönderdiğimiz zaman, onun,
kıssasında bir ibret ve alamet kıldık. [59]
39. Firavun
adamları, orduları, kuvveti ve saltanatı sebebiyle Musa'ya iman etmekten yüz
çevirdi. Mücâhid şöyle der: Allah'ın düşmanı,
arkadaşları sayesinde kendisini güçlü gösterdi.[60]
Maksat şudur: Firavun ordularından aldığı güç sebebiyle imandan yüz çevirdi.
Çünkü orduları onun için, binanın dayandığı sütun gibi idi. Mel'un Firavun, Musa hakkında, "O bir büyücüdür. Bundan
dolayı harikulade şeyleri yaptı. Ya da o bir delidir.
Onun için peygamberlik iddia etti" dedi.
O bunu, Musa'nın doğruluğundan şüphelendiği için değil, kavmini aldatmak
için söyledi.[61]
40. Firavun'u,
arkadaşları ve ordusuyla birlikte yakaladık. Peygamberlerimizi yalanlayıp da
bizi kızdırdıklarında onları denize attık. O, kınanmasını gerektiren küfür ve
azgınlığı işlerken böyle yaptık.
Yüce Allah,
Firavun'un kıssasını
bitirdikten sonra, ardından Ad kıssasını anlattı: [62]
41. Ad
kıssasında da yine düşünen kimseler için bir ibret kıldık. Hani onlara,
hayırsız ve bereketsiz, o öldürücü rüzgârı göndermiştik. Çünkü o rüzgâr ne
yağmur taşıyordu, ne de bitkileri aşılıyordu. O sadece öldürmek için idi. O;
debur (batı rüzgârı) denilen rüzgârdır. Sahih hadiste
şöyle buyrulmuştur: Bana Sabâ rüzgârı ile yardım
edildi. Ad da Debûr ile yok edildi'[63]
Tefsirciler şöyle der: Gebe kalmayan ve doğurmayan kadının kısırlığına
benzetildiği için denildi. Bu rüzgâr buluta yağmur sağlamadığı ve bitkiyi
aşılamadığı, yağmur taşımadığından dolayı içinde hayır ve bereket bulunmadığı
için kısır kadına benzetildi. [64]
42. Yolu
üzerinde, Allah'ın, Yok ve helak edilmesini istediği hangi şeye uğrarsa, onu
çürüyüp dağılmış kırıntılar gibi yapmadan bırakmaz. İbn Abbas şöyle der: Ramım, yok
olup çürüyen şey demektir. Süddî de şöyle der: O,
ufalanmış toprak ve kül demektir.[65]
Nitekim Yüce Allah mealen şöyle buyurmuştur; "O,
Rabbinin emriyle her şeyi yıkar mahveder"[66]
Tefsirciler şöyle der: Allah'ın Âd kavmine gönderdiği bu rüzgar, uğultulu bir
fırtına idi. Peşpeşe sekiz gün esti. Binaları yıkıyor,
insanları alıp göklere doğru o kadar kaldırıyordu ki, her biri kuş gibi
görünüyordu. Sonra onu yeryüzüne cansız bir et yığını halinde atıyordu: "Sanki
onlar, içleri boş hurma kütükleridir.[67]
Bundan sonra Yüce Allah, Semûd kavminin helak
edilişini anlatarak şöyle buyurdu: [68]
43. Semûd kavminde de ibret ve alâmet kıldık. Hani onlar devenin
bacaklarını kestikten sonra onlara, yok olma zamanına kadar dünyadan
yararlanarak yaşayın denildi. Bu süre, Hûd sûresinde
de belirtildiği gibi üç gündür: "Salih dedi ki, yurdunuzda üç gün daha
yaşayın"[69]
44. Kibirlenip
Allah'ın emrine sarılmadılar, Rasulüne isyan edip
devenin bacaklarını kestiler. Dolayısıyle, bakıp
dururlarken öldürücü şiddetli bir ses yani azap sesi yakaladı. Çünkü bu azap
onlara gündüz aydınlığında gelmişti, tbn Kesir şöyle
der: Onlar şöyle oldu. Onlar üç gün o azabı beklediler. Dördüncü gün sabahleyin
erkenden azap onlara geldi.[70]
Âlûsî de şöyle der: Salih (a.s.), üç gün sonra helak
olacaklarına dair onları tehdit etti. Dedi ki: Yarın yüzleriniz sapsarı, Öbür
gün kıpkırmızı, üçüncü gün ise simsiyah olacak. Sonra sabahleyin azap size
gelecek. Kâfirler, Salih (a.s.)'in açıkladığı alâmetleri görünce onu Öldürmek
istediler. Allah da onu kurtardı. Dördüncü gün saika yani gökten gelen ateş
onları yakaladı. Bir görüşe göre, şiddetli bir ses onları yakaladı ve
Öldüler.[71]
45. Gürültünün
şiddetinden dolayı onlar kalkıp kaçamadılar. Bilakis yurtlarında hareketsiz
dona kaldılar. Kendilerine yardım eden ve üzerlerinden azabı savanlardan
olamadılar. Bundan sonra Yüce Allah, Nûh kavminin nasıl yok olduğunu haber
verdi: [72]
46. Bu
anlatılanların yok edilmesinden Önce, Nûh kavmini Tufan'la helak etmiştik.
Çünkü onlar, inkâr ve isyanları sebebiyle, Allah'a itaati bırakan fâsık kimseler idi. Âyetin bu bölümü, yok olmalarının
sebebini bildirir.
Yüce Allah, yalanlayıcı azgın
milletlerin yok olma haberlerini verdikten sonra, birliğini ve kudretini
gösteren delilleri açıklamaya başladı. Buyurdu ki: [73]
47. Güç ve
kuvvetle göğü yücelttik ve yaratılışını sağlam yaptık. İbn Abbas, "âyetteki den maksat,
kuvvet ile" dir der.[74]
Şüphesiz biz, göğün yaratılışım genişleticiyiz. Yer küresi ve onu kuşatan hava,
su, göğe nisbetle, çöldeki küçük bir halka gibidir.
Nitekim bazı hadislerde böyle bildirilmiştir. İbn
Abbas şöyle der: dan maksat, "bizim gücümüz yeter"
demektir. Bu kelime, takat mânâsına gelen vus1 kökündendir. [75]
48. Üzerinde
yerleşesiniz diye, yeryüzünü döşek gibi serdik, sizin için onu yaydık ve orada
faydalanasınız diye yollar ve çeşitli tarlalar döşedik. Bu, yerin
yuvarlaklığına ters düşmez. Bu, kesin bir şeydir. Yeryüzü yuvarlak olmakla
birlikte geniş ve yayılmıştır. Orada dağlar ve tepelerle birlikte geniş ovalar
ve vadiler vardır. Bunun içindir ki Yüce Allah, Biz yer yüzünü ne güzel yayıp
döşeyenleriz. Buyurdu. Çoğul kipi, tazim içindir. [76]
49. Allah'ın
büyüklüğünü düşünüp O'nainanasmız ve bu çiftleri
yaratanın bir tek olduğunu bilesiniz diye, her şeyden, farklı iki tür ve sınıf,
erkek-dişi, tath-ekşi ve benzerlerini yarattık.[77]
50. Allah'a
sığının ve O'nu birlemeye veO'naitaata koşun. Ebû Hayyan şöyle der: "Allah'a
kaçın" emri, imana ve itaata girmeye emirdir. Yüce
Allah, insanların önünde bir azap ve cezanın olduğuna dikkat çekmek için firar
(kaçma) lafzı ile anlattı. Bu, aynı zamanda, kendisinden kaçınılması gereken
bir şeyden kaçmayı
da emreder. Bu
lafız, hem sakındırma hem teşvik
ifade eder. Hz. Peygamber'in (a.s) şu sözü bunun
benzeridir: Senden kaçış ve kurtuluş yoktur. Kaçış ve kurtuluş ancak sanadır.[78] Ibnu'l-Cevzî şöyle der: Yani, azaba sebep olan inkâr ve isyandan,
sevabı gerektiren iman ve itaata kaçın.[79]
Kuşkusuz ben sizi, Allah'ın azabından korkutuyor ve O'nun intikamına karşı
uyarıyorum. Benim işim açıktır. Zira Allah beni engin mucizelerle
desteklemiştir. [80]
51. Allah'a
herhangi bir insan veya taşı ortak koşmayın. Kuşkusuz ben sizin için, Allah'ın
azabından apaçık bir uyarıcıyım. Pekiştirmek ve Allah'a ortak koşmanın tehlikeli
olduğuna dikkat çekmek için, Yüce Allah bunu tekrarladı. Hâzin şöyle der: Yüce
Allah, itaati emretme ve ortak koşmayı yasaklamadan sonra, "ben sizin için,
Allah'ın azabına karşı apaçık bir uyarıcıyım" mealindeki lafızları tekrarladı
ki, imansız amelin yarar sağlamayacağı gibi, amelsiz imanın da yarar
sağlamayacağı ve ancak bu ikisini bir arada bulunduran kimsenin Allah katında
kurtuluşa erip kazanç elde edeceği bilinsin.[81]
52. "Bu âyet,
Rasu-lullah (s.a.v)'ı
teselli etmektedir. Yani, Ey .Muhammedi Kavmin seni yalanlayıp hakkında, "Sen
bir sihirbaz, veya bir delisin" dedikleri gibi, daha önceki yalanlayanlar da
peygamberlerine aynı şeyi söylemişlerdi. O halde sen, suçluların söylediklerine
üzülme. [82]
53. Yoksa
öncekiler sonrakilere, yalanlamayı vasiyet mi etti? Bu soru, onların bu âdi söz
"yalanlama" üzerine ittifak etmelerine hayret edildiğini gösterir. Bundan sonra
Yüce Allah, böyle bir vasiyetin olmadığım ve kınama olayını bir tarafa
bırakarak buyurdu ki: Hayır, bunu birbirlerine vasiyet etmediler. Aksine onları,
yalanlama ve isyana azgınlık
şevketti. Bu sebeple, o söylediklerini söylediler. [83]
54. Ey
Muhammedi Onlardan yüz çevir. Böyle yaptın diye kınanıp azarlanmazsm. Çünkü sen, Allah'ın emirlerini tebliğ ettin,
emaneti yerine getirdin ve nasihat ve irşat etmek için bütün gayretini sarfettin. [84]
55. Hatırlatma
ve Öğüt vermeyi bırakma. Çünkü inanmış kalpler güzel öğütten etkilenir ve
faydalanır.
Bundan sonra
Yüce Allah, mahlukatm yaratılmasındaki gayeyi açıklamak üzere şöyle buyurdu: [85]
56. İnsanları ve cinleri dünyalık peşine düşüp
onu ısrarla istemeleri için değil Beni birlemeleri ve ibadet etmeleri için
yarattım. İbn Abbas şöyle
der: İsteyerek veya istemeyerek, İbadet etmek
suretiyle Beni tasdik etsinler
diye yarattım". Mücahid de, "Beni
tanısınlar diye yarattım" demektir der.[86]
Fahreddin Râzî de şöyle der:
Yüce Allah, yalanlayanların durumlarım anlattıktan sonra bu âyeti zikretti ki,
yaptıkları kötü işi açıklasın. Çünkü onlar, sadece ibadet için yaratılmış
olmalarına rağmen Allah'a ibadeti terkettiler.[87]
57. Onlardan
Bana veya kendilerine, ya da başkalarına rızık vermelerini istemiyorum. Aksine rızık ve nimet veren Benim Ben. Onlardan ne mahlukatı ne de
beni doyurmalarını istiyorum. Ben zengin ve övgüye layığım. Beyzâvî şöyle der: Bundan maksat, Yüce Allah'ın, kulları
karşısındaki durumunun, efendilerin köleleri karşısındaki durumları gibi
olmadığını açıklamaktır. Çünkü efendiler, geçimlerinin temininde kendilerine
yardım etsinler diye köle edinirler.[88]
Sanki Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Ben, efendilerin kölelerinden yararlanmak
istedikleri gibi kullarımdan yardım istemiyorum. O halde onlar, ne için yar atı
İm ıslarsa onunla, yani Bana ibadetle meşgul olsunlar. [89]
58. Rızık veren, kulların rızıklarını
ve ihtiyaçlarını gidermeyi üstlenen, Yüce Allah'ın kendisidir. Şanının
yüceliğini ve büyüklüğünü ifade etmek için "Allah" lafzını açık isim olarak
getirdi. İnsanların, rızık işlerindeki vehimlerini
gidermek ve Allah'a olan güvenlerini kuvvetlendirmek için, cümleyi "inne" ve ayrı zamir ile pekiştirdi. O, engin kudret ve çok
güç sahibidir. Ona acizlik ve zayıflık arız olmaz. İbn
Kesîr şöyle der: Yüce Allah, kendisinin mahlukata muhtaç olmadığını, aksine
kulların, bütün hallerinde Alah'a muhtaç olduğunu,
onları yaratan ve rızıklarını verenin, Allah olduğunu
bildirdi. Kudsi hadiste şöyle buyrul-muştur: "Ey Âdem oğlu! Bana ibadet etmek için bütün
gayretini harca ki, kalbine zenginlik doldurayım. Böyle yapmazsan kalbini
meşguliyetlerle doldurur, ihtiyaç kapını kapatmam"[90]
59. Peygamber
(s.a.v)'i yalanlayan o kâfirler için azaptan bir pay vardır. Bu azap, Nûh, Ad ve
Semûd kavimleri gibi helak edilmiş, onlardan önceki
kavimlerin azabına benzer, Mâ Azabımı hemen
istemesinler. Çünkü o azap, er veya geç kuşkusuz gelecektir. [91]
60. Helak, yok
olma ve şiddetli azap, Allah'ın vadettiği kıyamet
gününde o kâfirlere olsun. [92]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre, birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. Onların
mallarında dilenci ve yoksulun hakkı vardır" âyetinde tıbak vardır. Çünkü "sâil"
isteyen, "mahrum" ise iffetinden dolayı istemeyendir.
2. "Göğün ve
yerin Rabbine yemin olsun ki, o elbette bir gerçektir" âyetinde haber, yemin,
"inne" ve "lam" edatları ile pekiştirilmiştir. Bu tür
habere, haber-i inkârî denir. Çünkü muhatap o haberi
inkâr etmektedir.
3. "İbrahim'in
değerli misafirlerinin haberi sana geldi mi?" cümlesinde, teşvik ve saygı
üslubu vardır.
4. "Orduları
sebebiyle yüz çevirdi" cümlesinde istiare vardır. Yüce Allah "rükün" kelimesini
"ordular" için müstear olarak kullandı. Çünkü kuvvet ve güven onların sayesinde
meydana gelmektedir. Nitekim binada da temele dayanılır. Veya "rükün" kelimesi
kuvvet ve şiddet için müstear olarak kullanılmıştır.
5. "O,
kınanmıştır" cümlesi mecaz-ı aklîdir. Çünkü burada etken ortaç, (kınayan)
edilgen ortaç (kınanan) yerinde kullanılmıştır. Yani o, azgınlığından dolayı
kınanmıştır.
6. "Kasıp
kavuran rüzgâr" sözünde istiare-i tebeiyye vardır.
Kâfirlerin yok edilip köklerinin kesilmesi, kadınların kısırlığına ve hamile
kalmayışlarına benzetilmiştir. Müşebbehun bih müşebbeh yerinde
kullanıldı ve ondan "akım" kelimesi türetilip istiare yoluyla teşbih
yapıldı.
7. "Tanınmamış
bir topluluk" cümlesinde icaz yoluyla haz-if vardır.
Yani, " siz tanınmamış bir kavimsiniz" demektir. " kısır bir ihtiyar" terkibi de
bunun gibidir. "Ben, kısır bir ihtiyarım" demektir.
8.
"Arkadaşlarının payı gibi bir azap payı vardır" cümlesinde mürsel-mücmel teşbih vardır. Yani şiddet ve sertlikte,
onlardan Önceki yalanlayanların payına benzer bir azap payı vardır. Vech-i şebeh hazfedildİği için mücmel olmuştur.
9. "Onlardan
rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum" âyetinde, daha
fazla vurgu ve pekiştirme olması için, fiil tekrar
edilerek ıtnap yapılmıştır.
10. ve benzeri
âyetlerde akıcı ve sağlam bir seci vardır. Bu, üslubun güzelliğini ve
parlaklığını artırır. Bu da, güzelleştirici edebi sanatlardandır. [93]
Bir Nükte
Rivayete göre bir bedevi "
Rızkınız da, size vadedilen şeyler de göktedir. Göğün
ve yerin rabbine yemin olsun ki, bu vaad, sizin
konuşmanız gibi kesin ve gerçektir" âyeti okuyan bir kimseyi işitti: ve şöyle
dedi: Allah, Allah! Yüce Allah'ı kim kızdırdı da Allah yemin etti. Onun sözünü
tasdik etmediler mi de,O'mı yemin etmek zorunda
bıraktılar. Vah insanlar, vah!?
Allah'ın yardımıyle "Zâriyât Sûresi"nin
tefsiri bitti. [94]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/175.
[2] Zâdu'l-mesîr, 8/29
[3] eI-Bahr, 8/132
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/178-179.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/179.
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/179.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/179.
[8] Cemel Haşiyesi,
4/201
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/179.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/179.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/179.
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/179.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/179.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/179.
[15] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-mesîr, 8/30
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/179-180.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/180.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/180.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/180.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/180.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/180.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/180.
[22] Bahr,8/135
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/180.
[23] Ebussuud,
5/240
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/180.
[25] Meşhur görüş budur. İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, bu pay, zekât dışında bir
haktır. Bununla misafir ağırlar. Akrabaya yardım eder, zayıfın ihtiyacını
karşılar. Bir görüşe göre, bundan maksat zekâttır. Bu, Kalâde ve İbn Sîrîn'in görüşüdür.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/180.
[27] Muhtasar-ı İbn Kesir,
3/384
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/181.
[29] Hâzin, 4/203
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/181.
[31] Savi Haşiyesi,
4/125
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/181.
[32] el-Bahr,
8/137
[33] Kurtubî, 17/43. Kurtubi, bunu Sa'lebî'ye isnat
etmiştir.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/181.
[35] Kurtubî,
17/44
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/181-182.
[37] Muhtasar-ı İbn Kesir,
3/385
[38] Bahr,
8/139
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/182.
[39] Zadu'!-Mesîr, 8/36
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/182.
[41] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/385
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/182-183.
[42] Bahr,
8/139
[43] Hûd sûresi,
11/71
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/183.
[44] Muhtasar-ı tbn Kesîr,
3/385
[45] Celâleyn Haşiyesi,
4/126
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/183.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/183.
[47] Beyzâvî,
4/167
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/183.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/183.
[49] Bahr,
8/140
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/183.
[50] Sâvî Haşiyesi,
4/126
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/184.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/184.
[52] Celâleyn,
4/205
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/184.
[53] Muhtasar-i İbn Kesîr,
3/385
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/184.
[54] Tefsîr-i kebîr, 28/219
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/184.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/187.
[56] Zâdu'l-mesîr, 8/39
[57] Kurtubî,
17/51
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/187.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/188.
[60] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/386.
İbn Abbas'lan rivayet
edildiğine göre, den maksat, Firavun'un gücü ve kuvvetiyle demektir. Biz bu iki
görüşü tefsirde birleştirdik.
[61] " veya"
edalı şüphe ifade
eder. Bazı tefsirciler
onun "ve" mânâsında
olduğu görüşündedirler. Yani, "O bir sihirbaz ve bir delidir" dedi. Çünkü
Mel'un Firavun bu ikisini beraber söyledi: "Bu bilgili
bir sihirbazdır" (Şuarâ, 26/34), "Size gönderilen bu
elçiniz mutlaka delidir" (Şuarâ, 26/27). Kurtubînin tercihi budur. ÂIûsî
şöyle der: Bu tevile ihtiyaç yoktur. Çünkü mel'un
Firavun bukalemun gibi her renge girerdi.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/188.
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/188.
[63] Buharı, istiskâ, 26, Megâzî, 29; Müslim, İstiskâ,
17.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/188.
[65] Hâzin, 4/205
[66] Akkâf Sûresi,
46/256
[67] Hakka Sûresi, 69/7
[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/188-189.
[69] HÛd Sûresi,
ü/65
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/189.
[70] Muhtasar-ı İbn Kesir,
3/386
[71] Rûhu'l-meânî, 27/16
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/189.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/189.
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/189-190.
[74] Yüce yaratıcının büyüklüğünü görmen için, akıl ve
basiret gözüyle kainatın büyüklüğüne bir bak. Üzerinde yaşadığımız bu yeryüzü,
bu geniş kainatta yüzen bir zerre veya noktadır. Bu kainatın genişlik ve
büyüklüğünü, âlemlerin Rabbi, varlıkları ve insanı yaratan Allah'tan başkası bilemez. Sen " ve biz onu
genişleticiyiz" âyetini okurken kainatın büyüklüğünü iyice düşün ki, sen de
mutlaka Allah'ı teşbih edenlerle birlikte kalbin ve dilinle onu teşbih etmiş
olasın.
[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/190.
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/190.
[77] Bu, İbn Zeyd'in görüşüdür. Mücahid şöyle
der: Yüce Allah bununla, erkek dişi, yer gök, güneş ay, gece gündüz, aydınlık
karanlık, hayır şer ve.benzeri birbirine zıt şeyleri kastetmekledir. Kurtubî'de böyle yazılıdır (17/53). Taberî'nin tercihi de budur. Çünkü bu büyüklük ve kudreti
daha iyi göstermektedir.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/190
[78] el-Bahr,
8/142
[79] İbnu'l-Cevzi, 8/41
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/190-191.
[81] Hâzin, 4/206
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/191.
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/191.
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/191.
[84] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/191.
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/191.
[86] Kurtubî,
17/55
[87] Tefsir-i Kebir, 238/231-232
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/191-192.
[88] Bcyzavi,
4/168
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/192.
[90] Tirmizi, ...; İbn Haiibel, ...; Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/387
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/192.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/192.
[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/192.
[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/193.
[94] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/194
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder