BURUC SÛRESİ
. 4
BURUC SÛRESİ
Mekke'de inmiştir, 22
âyettir.
Takdim
Bu mübarek sûre de Mekke'de inen
sûrelerdendir. İslam inancının gerçeklerini anlatır. Sûrenin ana konusu, "Asbâb-ı Uhdûd" olayıdır. Bu, iman
ve inanç uğrunda canı feda etme kıssasıdır.
Bu mübarek sûre, içinde büyük
yıldızlar ve bunların döndüğü büyük yörüngeler bulunan göğe, görülecek olan o
büyük güne, yani kıyamet gününe, peygamberlere ve mahlûkâta yemin ile başlar.
Yüce Allah, mü'minleri dininden döndürmek için ateşe
atan kâfirlerin helak ve yok olacaklarına dâir bunlar üzerine yemin eder:
"Burçlarla donatılmış göğe, geleceği bildirilmiş olan kıyamet gününe, şahitlik
eden ve edilene yemin ederim ki, içi yanan ateşle dolu hendek yapanlara lanet
edildi. Çünkü onlar yaptıkları hendeklerin başlarına oturmuşlar ve mü'minlere yapmakta oldukları işkenceyi
seyrediyorlardı."
Bundan sonra, yaptıkları o çirkin
ve âdi işten dolayı, kâfirlere yapılan tehdit ve uyarı gelir: "Kuşkusuz inanmış
erkek ve kadınlara fitne yoluyla işkence edip sonra tevbe etmeyenlere cehennem ve orada yanma azabı
vardır.
Bundan sonra sûre, kullarını ve
dostlarını işkence yolu ile fitneye düşüren düşmanlarından Yüce Allah'ın intikam
almaya gücünün yettiğinden bahseder: "Şüphesiz, Rabbinin yakalaması
şiddetlidir. İlk önce yaratan ve öldükten sonra da tekrar diriltecek olan
mutlaka O'dur. O, bağışlayan ve sevendir. Yüce Arş'ın sahibidir."
Bu mübarek sûre, azgın ve zorba
Firavun'un azgınlık ve taşkınlıkları sebebiyle onun ve kavminin başına gelen
helak ve yok olma kıssası ile sona erer: "Orduların haberi sana geldi mi? Onlar
Firavun ve Semûd orduları idi. Doğrusu inkarcılar hep
yalanlayagelmişlerdir. Allah onları arkalarından
kuşatmıştır. Doğrusu bu kitap şanlı bir Kur'ân'dır.
Levh-i Mahfûz'da bulunmaktadır"
Bu şekilde sona erme, bu
mübarek sûrenin konusuna uygun güzel bir sona eriştir. [1]
Bismillâhirrahmânirrahînı
1, 2, 3, 4, 5, 6, 7. Burçlara sahip gökyüzüne, geleceği bildirilmiş olan
kıyamet gününe, tanıklık edene ve edilene yemin ederim ki, içi yanan ateşle dolu
hendeğe atanlara lanet edildi. Hani onlar, oturmuşlar mü'minlere yapmakta oldukları (işkenceyi)
seyrediyorlardı.
8, 9. Onlardan
ancak göklerin ve yerin mülkü kendisine ait olan, güçlü ve övgüye layık Allah'a
îman ettikleri için intikam aldılar. Oysa ki Allah herşeyi görücüdür.
10. Şüphesiz
inanmış erkeklere ve inanmış kadınlara, dinlerinden döndürmek için işkence edip
sonra tevbe de etmeyenlere cehennem azabı ve yakıcı
bir azab vardır.
11. İman edip
sâlih ameller işleyenlere ise zemininden ırmaklar
akan cennetler vardır. İşte en büyük kazanç odur.
12, 13, 14, 15, 16. Şüphesiz Rabbinin yakalaması serttir. Bilin ki O,
(kâinat yokken) ilk olarak yaratan ölümden sonra tekrar hayat verendir. O, çok
bağışlayan ve çok sevendir, değerli Arş'ın sahibidir. Dilediğini mutlaka
yapandır.
17, 18, 19, 20, 21, 22. Orduların Firavun ve Semûd'un
haberi sana geldi mi? Doğrusu İnkarcılar bir yalanlamanın içindedirler. Allah
onları arkalarından kuşatmıştır. Hakikatte o Levh-i
Mahfuz'da bulunan Yüce Kur'ân'dır.
Kelimelerin İzahı
Uhdûd,
hendek gibi, yeryüzünde bulunan uzun ve büyük yank
demektir. Çoğulu gelir.
Şiddetli bir şekilde lanet olsun.
Ayıpladılar ve hoş görmediler.
Batş, kuvvetle ve
sert bir şekilde yakalamak demektir.
Kudretiyle ilk önce, yoktan
yaratır.
Mecîd, yüce ve ulu
manasınadır. [2]
Âyetlerin Tefsiri
1. Hareket
halinde iken yıldızların mesken edindiği yüksek menzilleri bulunan eşsiz göğe
yemin ederim. Tefsirciler şöyle der: Bu menziller, görünür oldukları için
bunlara "Burçlar" denilmiştir. Yükseklik ve yüceliklerinden dolayı da saraylara
benzetildiler. Çünkü bunlar, gezegen yıldızların menzil ve meskenleridir. [3]
2. Va'dedilen güne, yani Allah'ın mahlûkâtı korkuttuğu kıyamet
gününe yemin ederim. Yüce Allah meâlen, "Allah ki,
Ondan başka hiçbir ilâh yoktur, elbette sizi kıyamet günü bir araya
getirecektir. Bunda asla şüphe yoktur"[4] buyurarak mahlûkâtı korkutmuştur. [5]
3. Kıyamet günü
ümmetlerine şahitlik edecek Muhammed ve diğer peygamberlere ve hesap için mahşer
yerinde toplanacak olan bütün ümmetlere ve mahlûkâta yemin ederim. Nitekim Yüce
Allah meâlen, "Her türlü ümmetten bir şahit
getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman durumları nasıl
olacak?"[6]
buyurmuştur. Bazılarına göre, "şahit" bu ümmet, haklarında şahitlik edilen ise
diğer ümmetlerdir. "Sizin, insanlar üzerine şahitler olmanız; Rasûlün de size bir şahit olması için..."[7]
mealindeki âyet bunun delilidir.[8]
4. Bu, yeminin
cevabıdır. Cümle, beddua cümlesidir. Yani, Allah Ashâb-ı Uhdûdu katledip lanet
etsin. Bunlar, inananları yakmak için, yerde uzun yarıklar açıp hendekler
haline getirdiler ve içlerinde ateşler yaktılar. Kurtubî şöyle der: Uhdûd, yerde
hendeğe benzer uzun ve büyük yarık demektir. Çoğulu gelir. "Lanet olsun"
demektir. İbn Abbâs der ki:
Kur'ân'da geçen her kelimesi,
"Lanet olsun" mânâsını fade eder.[9]
Bundan sonra Yüce Allah, Uhdûd'tan maksadın ne olduğunu açıklamak üzere şöyle
buyurdu: [10]
5. Odunlu ve
alevli büyük ateşi yakanlara lanet olsun. O bteşi,
mü'minleri hendeklerde yakmak için, o kâfirler
yakmışlardır. Ebussuud der ki: Bu, o ateşin son derece
büyük olduğunu, alevinin yüksek ve cinde çok odun bulunduğunu anlatır.[11] Bundan maksat ateşin şiddetli ve
Miyük olduğunu ifade etmektir.
Bundan sonra Yüce Allah, o
suçluları daha çok anlatmak için şöyle fıuyurdu: [12]
6, 7. Hani
onlar, ateşin btrafuıda oturmuş ve içinde mü'minleri yakarak intikam ateşlerini söndürü-Çorlar ve yaptıkları bu kötü fiili
seyrediyorlardı.[13]
Bundan maksat, Kureyş
kâfirlerini korkutmaktır. Çünkü onlar,
kendi kavimlerinden müslüman olanları dinlerinden
çevirmek için onlara işkence ediyorlardı. Dolayısıyle
Yüce Allah, kâfirleri tehdit etmek ve işkenceye uğrayan mü'minleri teselli etmek için "Ashâb-ı Uhdûd" kıssasını anlattı.
Yüce Allah daha sonra şöyle buyurdu: [14]
8. Onların
hiçbir suçu yoktu. Onlardan, sadece güçlü ve övgüye layık olan, kendisine
sığmana asla zulüm yapılmayan
Allah'a inandıkları için intikam
alınmıştır. Maksat şudur; mü'minleri yakalayıp ta ateşe atmalarının sebebi, sadece tek
olan Allah'a iman etmeleriydi. Bu ise, onların azap edilmelerine sebep olacak
bir günah değildi. Ama onların yaptığı taşkınlık ve zulüm idi. [15]
9. O Yüce İlah,
bütün kâinatın sahibi, Övülmeye ve senaya layık olandır. İşte böyle bir ilâha
inandıkları için işkence gördüler. Ebû Hayyân şöyle der: Yüce Allah, kendisine inanılmayı sağlıyan nitelikleri anlattı. Bunlar onun "âzîz" yani,
azabından korkulan, her şeye kadir ve galip olması, "Hamîd" yani, nimetlerine karşı kendisine hamd edilmesi gereken bir ihsan edici olmasıdır. Ayrıca,
göklerin ve yerin mülkünün O'na ait olması, yani bunlarda bulunan herşeyin O'nun olması ki bunlar O'na ibadeti ve boyun
eğmeyi gerektiren şeylerdir. Yüce Allah, bunu, onların intikam aldıkları şeyin
hak olduğunu açıklamak için zikretti. O Öyle bir haktır ki, ondan ancak bâtıl
yolda giden azgınlığa dalan kimse intikam alır.[16]
Allah, kullarının yaptıklarından haberdardır. Onların işlerinden hiçbir şey O'na
gizli kalmaz. Bu âyette mü'minlere bir vaad, kâfirlere ise bir tehdit vardır.
Bundan sonra Yüce Allah, mü'minlere işkence eden kâfirleri daha şiddetle kınamak
üzere şöyle buyurdu: [17]
10. Mü'min erkek ve kadınları dinlerinden döndürmek için onlara
işkence ederek ateşte yakanlar, sonra bu inkâr ve azgınlıklarından dönmeyenler
var ya, İşte böyle kimseler için, inkârları sebebiyle,
zillete düşürücü cehennem azabı ve mü'minleri
yaktıkları için de yakıcı azap vardır.
Yüce Allah, kâfirlerin
akıbetlerini anlattıktan sonra, ardından mü' minleri
bekleyen iyi neticeyi anlatmak üzere şöyle buyurdu: [18]
11. Samimi iman
ile iman edip aynı zamanda iyi amel işleyenler var ya, Onlar için, köşklerinin altından cennet nehirleri akan
bağlar ve çiçekli bahçeler vardır. Taberî şöyle der:
Bunlar şarap, süt ve baldan nehirlerdir.[19] İşte
bu, istenilebilecek en son ve
büyük kazançtır. Artık ondan öte, ne bir mutluluk ne de bir kazanç
vardır...
Bundan sonra Yüce Allah,
peygamberlerinin ve dostlarının düşmanlarını şiddetle cezalandıracağını
bildirmek üzere şöyle buyurdu: [20]
12. Allah'ın,
zalim ve zorbaları yakalayıp cezalandırması son derece şiddetlidir. Ebussuûd şöyle der: Batş, şiddetli
bir şekilde yakalamaktır. Bu kelime ayrıca "şiddetli" sıfatıyle nitelendiği için, bu şiddet kat kat olmuştur. Bu da, zâlim ve zorbaları çok şiddetli bir
şekilde yakalayıp cezalandırması ve azap etmesi demektir.[21]
13. "O güçlü
yaratıcı, varlıkları yoktan yaratan, sonra öldükten sonra onları tekrar
diriltendir. [22]
14. O, mü'min
kullarının günahlarını örten,
dostlarına iyilik ve lütufta bulunan ve onları sevendir. İbn Abbâs şöyle der: Yüce Allah
dostlarını, sizden birinizin, kardeşini sevdiği gibi, güler yüzle ve mahabbetle sever.[23]
15. O, Yüce
Arş'ın sahibidir. Arş, bütün mahrukatın en büyüğü ve yedi kat gökten daha geniş
olduğu için, Yüce Allah onu kendisine nisbet ederek
Özellikle zikretti. Onun bu nitelikte yaratılması, yaratıcısının büyüklüğünü
gösterir. Allah, bütün mahlûkâttan üstün ve yücedir. Bütün yücelik ve
mükemmellik sıfatlarına sahiptir. [24]
16. O,
dilediğini yapar, istediği hükmü verir. O'nun hükmünden sonra hüküm verecek ve
O'nun hükmünü reddedecek hiç kimse yoktur. Kurtubî
der ki: O'nun istediği hiçbir şey, O'nun hükmüne itiraz edemez.[25]
Rivayet edildiğine göre Ebûbekir (r.a.) ölüm
hastalığında iken, "Sana doktor baktı mı?" denildi. Ebûbekir: "Evet" dedi. "Peki sana ne dedi?" diye sordular.
«O bana, "Ben istediğimi yapan kimseyim" diye cevap verdi.» dedi.[26]
17. Bu soru
teşvik için sorulmuştur. Yani, Ey Peygamber! Peygamberlere karşı savaşmak için
toplanmış olan o kâfir topluluğun haberi sana geldi mi? Allah'ın, onların
başına getirdiği ve üzerlerine indirdiği azap ve musibetin haberi sana geldi mi?
Kurtubî şöyle der: Yüce Allah böyle buyurmakla,
Peygamberimizi (s.a.v.) teselli etmekte ve yalnız olmadığını
bildirmektedir.
Bundan sonra Allah teâlâ bunların kimler olduklarını açıklamak üzere şöyle
buyurdu: [27]
18. Onlar güç
ve kuvvet sahibi olan Firavun ve Semûd ordulandır. Onlar senin kavminden daha kuvvetli ve daha
cengâver idi. Buna rağmen Allah onları
günahları yüzünden yakalayıp cezalandırdı. [28]
19. Fakat Kureyş kâfirleri, o yalanlayıcı kâfirlerin başına
gelenlerden ibret almadılar, aksine yalanlamaya devam ettiler. Bu sebeple, inkâr
ve azgınlıkta bunlar onlardan daha aşırı olmuşlardır. [29]
20. Yüce Allah
onları çepeçevre kuşatmıştır. Yani onlara gücü yeter. Onlar Allah'tan kurtulamaz
ve O'nu acze düşüremezler. Çünkü her an ve her zaman, onlar Allah'ın
avucundadırlar. [30]
21. Onların
yalanladıkları bu Kur'ân, yüce ve şerefli bir
kitaptır. Son derece şerefli ve yücedir. Mucizeliği, nazmı ve mânâlarının
doğruluğu hususunda diğer semavî kitaplardan üstündür. [31]
22. O, gökteki
Levh-i Mahfûz'dadır. O Levh-i mahfuz, fazlalık ve eksiklikten, değiştirme ve
bozmadan korunmuştur. [32]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. Yoktan
yaratır ile yeniden yaratır kelimeleri arasında tı-bâk
vardır.
2. arasında
cinâs-ı iştikak vardır.
3. "Onları
ancak, Azîz ve Hamîd olan Allah'a iman ettikleri için
cezalandırdılar" âyetinde, yermeye benzeyen bir üslûpla övme vurgulanmıştır.
Sanki Yüce Allah şöyle diyor: Onların, Allah'a inanmaktan başka bir suçlan
yoktu. Bu, en büyük övünç vesi-lelerindendir.
4. "Şüphesiz
inanmış erkek ve kadınlara işkence ederek onları dinlerinden çevirmeye
çalışanlar..." âyeti ile " İman edip iyi amel işleyenler var ya..." âyeti arasında mukabele vardır. Yüce Allah burada,
mü'minlerin âkibeti ile
kâfirlerin akibe-tini karşılaştırmıştır.
5. "Sana
orduların haberi geldi mi?" âyetinde kıssayı dinlemeye teşvik üslubu
vardır.
5. ve benzeri
kelimeler, mübalağa ifade eden kalıplardır.
6. gibi âyet
sonlarına riayet için, fasıla harfleri birbirine uygun gelmiştir. Bu,
güzelleştirici edebî sanatlardandır. Buna seci' denir. En iyisini Allah
bilir.
Yüce Allah'ın yardımı ile "Burûc Sûresi"nin tefsiri bitti. [33]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/265.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/267.
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/267.
[4] Nisa suresi, 4/87
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/267.
[6] Nisa suresi, 4/41
[7] Bakara suresi, 2/143
[8] Tefsirciler kelimelerin tefsirinde birbirinden çok
farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Hatta bazıları bu konuda onaltı görüş anlatmıştır. Bir görüşe göre şahit Cuma günü
meşhud ise arefe günüdür.
Diğer bir görüşe göre Şahit Muhammed Meşhud kıyamet
günüdür. Bir başka görüşe göre ise şahit insanın uzuvları meşhud ise Adem oğludur. Savi der
ki: En güzeli bunlardan en genel mananın kastedilmesidir. Bunun içindir ki Yüce
Allah bütün şahid ve meşhud’u kapsaması ,için bu iki kelimeyi
zikretti.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/267-268.
[9] Kurtubi,
19/284
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/268.
[11] Ebussuud,
5/252
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/268.
[13] Kıssanın özeti şudur: Zalim ve kafir bir kralın
ülkesinin halkı müslüman oldu. Bunun üzerine kral
hendek kazılmasını emretti. Yer saban demirleri ile süpürülüp içinde ateş
yakıldı. Sonra adam ve askerlerine bütün mümin erkek ve kadınları getirip ateşin
karşısında tutmalarını emretti. Dininden dönmeyenleri oraya atmalarını istedi,
onlar da böyle yaptılar. Nihayet kucağında çocuğu ile bir kadın geldi. Kadın
ateşe düşmemeye çalıştı. Çocuk ona anneciğim sabırlı ol. Sen haklısın dedi.
Kıssa hakkında geniş bilgi için bkn. Müslim Zühd, 73
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/268-269.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/269.
[16] Bahr, 8/451
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/269.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/269.
[19] Taberî, 30/88
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/269-270.
[21] Ebussuûd,
5/253
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/270.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/270.
[23] Kurtubî,
19/294
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/270.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/270.
[25] Kurtubî, 19/295
[26] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/625
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/270.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/270.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/270-271.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/271.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/271.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/271.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/271.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/271.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder