Araf Suresi(2)

Hiç yorum yok

Edebi Sanatlar

1. ile başlayan âyette iyilik, kelimesi ile kötülük, kelimesi arasında tıbak sanatı vardır. uğursuzlukları, lafzı ile uğursuz sayarlar, lafzı arasında da cinas-ı iştikak vardır. Bunların her ikisi de edebî sanatlardandır.
2. Firavun'un yapmakta olduğu şeyi yok ettik." Bu cümlede mânâyı muhatabın zihninde tasvir etmek için geçmiş zaman yerine şimdiki zaman kipi kullanılmıştır. Yetiştirmekte ol­dukları bahçeleri ifadesi de onun gibidir. Bunların aslı yap­tıklarını ve yetiştirdiklerini" şeklindedir.
3. Gerçekten siz câhil bir toplumsunuz." Burada cehaletin onlarda bir huy ve geçmişte de gelecekte de onlardan ayrılmaz bir tabiat olduğunu bildirmek için cahillik ettiniz" yerine cahillik ediyorsunuz" şeklinde ifade edilmiştir.[248]
4. Yakında size yoldan çıkmışların yurdunu göstere­ceğim." Burada iyi kulların yoluna teşvik hususunda mübalağa etmek için üçüncü şahıs kipinden ikinci şahıs kipine dönüş vardır. Aslı Onlara göstereceğim" dir.
5. Pişman olduklarında. Bu da kinaye babındandır. Aşırı derecedeki pişmanlıktan kinayedir. Çünkü pişman olan kimse üzüntü­sünden elini ısınr.
6. doğular ve batılar kelimeleri arasında tıbak sanatı vardır. [249]

Bir Uyarı

Ehl-i sünnet mezhebi mensuplarının tümüne göre, mü'minler âhirette Rablerini göreceklerdir. Mutezile ise Beni asla görmeyeceksin" âyetini delil getirerek bunu reddetmişlerdir. Halbuki bu âyette Mutezile'nin tutunacağı bir şey yoktur. Bilakis bu âyet Ehl-i sünnet ve'1-cemaat'in, Al­lah'ın görülebileceğine dâir, delilidir. Çünkü Allah'ın görülmesi imkân- sız olsaydı Hz. Mûsâ onu istemezdi. Zira peygamberler, Allah hakkında câ- iz olan ile muhal olanı bilirler. Eğer Allah'ın görülmesi imkânsız olsaydı ce­vapta yasaklama ve sertlik olurdu. Nitekim Hz.Nuh, oğlunu isteyince Yüce Allah ona O halde hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olma­manı tavsiye ederim.[250] buyurdu. Allah'ın görülmesi isteğini yasaklamak sadece dünyadadır. Çünkü beşer bünyesi zayıftır buna tahammül edemez. Mücâhid der ki: Yüce Allah Hz. Musa'ya şöyle buyurdu "ji\jî ^ sen beni asla görmeyeceksin." Çünkü sen buna tahammül edemezsin. Fakat senden daha kuvvetli ve dayanıklı olan dağa tecelli edeceğim. Eğer benim heybe­time dağ dayanabilir, sabreder ve yerinde kalırsa senin de beni görmen mümkün olur. Eğer dağ dayanamazsa sen hiç dayanamazsın. İşte bu suretle Yüce Allah, Hz. Musa'ya dağı Örnek verdi, yoksa mutlak olarak görmeyi imkânsız kılmadı. Âhirette görme olayının meydana geleceğini Allah'ın kitabı açıklamış ve şöyle buyurmuştur: O gün bir takım yüzler parlayacaak, Rablerine bakacaklardır.[251] İşte bunu bid'atçıdan başkası reddetmez. [252]

Faydalı Bilgiler

Hz.Mûsâ, Allah'ın kelamını işitince O'nu görmeyi arzu etti. Çünkü sevgilinin sözünü işitme zevkine eren kimse ona karşı daha fazla arzu ve iştiyak duyar. Aşağıdaki beyti söyleyen ne güzel söylemiş: Şevkin en tatlı olduğu an, yurtların yurtlara yaklaştığı gündür, [253]

Bir Latife

Mutluluk ta bedbahtlık ta Allah'ın elindedir. İmrân oğlu Musa'yı Firavun büyüttü. Mûsâ mü'min idi. Sâmirî Musa'yı ise Cebrail terbiye etti. Hal­buki o kâfir oldu. Sâmirî Musa'ya Cibrîl-i Emin'in terbiyesi fayda vermedi. Lânetli Firavun'un terbiyesi de Mûsâ Kelimullah'a zarar vermedi. Bu mânâyı vurgulamak için bir şâir şu beyitleri inşâd etmiştir.
Kişi ezelde bahtiyar olarak yaratılmamışsa onu terbiye eden de zi­yandadır. Bunu ümid eden de. Çünkü Cebrail'in terbiye ettiği Mûsâ kâfir idi. Firavun'un terbiye ettiği Mûsâ ise peygamberdi. [254]
150. Mûsâ, kızgın ve üzgün bir halde kavmine dönünce; "benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız!" Rabbinizin emrini beklemeyip acele mi ettiniz?" dedi. Tevrat levhalarını yere attı ve kardeşinin başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. Kardeşi: "Anam oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve nerede ise beni öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zâlim kavimle beraber tutma!" dedi.
151. Mûsâ da, "Ey Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kabul et. Zira sen merhametlile-rin en merhametlisisin!" dedi.
152. Buzağıyı ilâh edinenler var ya, işte onlara mutlaka Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir alçaklık erişecektir. Biz iftiracıları böyle cezalandı­rırız.
153. Kötülükler yaptıktan sonra ardından tevbe edip de îman edenlere gelince, şüphesiz ki o tevbe ve îmandan sonra, Rabbin elbette bağışlayan ve merhamet edendir.
154. Musa'nın öfkesi dinince, levhaları aldı. Levhalardaki yazıda Rablerinden korkanlar için hidâyet ve rahmet vardı.
155. Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte kavminden yet- miş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca, Mûsâ dedi ki: "Ey Rabbim, dileseydin onları da beni de daha önce helak ederdin. İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği yüzünden hepimizi helak edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onun- la dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletir­sin. Sen bizim sahihimi/sin, bizi bağışla ve bize acı, sen bağışlayanların en iyisisin!
156. Bize, bu dünyada da iyilik yaz âhirette de. Şüphesiz biz sana döndük." Allah buyurdu ki: "Kimi dilersem onu azabıma uğratırım; rahmetim ise her şeyi kaplamıştır. Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım."
157. Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı bul- dukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar var ya, işte o Peygamber onlara iyilği emreder, onları kötü- lükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla beraber gönderilen nûr'a uyan- lar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.
158. De ki: "Ey insanlar! Gerçekten ben sizin he­pinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın elçisiyim. Ondan başka ilâh yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah'a ve Allah'a ve onun sözlerine inanan ümmî Pey­gamber olan Rasûlüne îman edin ve O'na uyun ki, doğru yolu bulaşınız."
159. Musa'nın kavminden hak ile doğru yolu gösteren ve onun sayesinde âdil davranan bir topluluk vardır.
160. Biz İsrailoğullarım, oymaklar halinde oniki kabileye ayırdık. Kavmi kendisinden su isteyince, Musa'ya, "âsânı taşa vur!" diye vahyettik. Derhal ondan oniki pınar fışkırdı. her kabile içeceği yeri belledi. Sonra üzerlerine bulutla gölge yaptık, onlara kudret helvası ve bıldırcın eti indirdik. "Size verdiğimiz rızıklarm temizlerinden yeyin." dedik. Onlar bize zul­metmediler, fakat kendilerine zulmediyorlardı.
161. Onlara, "Şu şehirde yerleşin, ondan dilediğiniz gibi yeyin, "bağışlanmak istiyoruz" deyin ve kapıdan eğilerek girin ki, hatalarınızı bağışlayalımiyilik yapanlara ileride ihsanımızı daha da artıracağız.
162. Fakat onlardan zâlim olanlar sözü kendile­rine söylenenden başkasıyla değiştirdiler. Bizde zulmetmelerinden ötürü üzerlerine gökten bir azap indir­dik.
163. Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir halkının durumunu sor. Hani onlar Cumartesi günü hakkında haddi aşıyorlardı. Çünkü Cumartesi günlerinde balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi. Cumartesi dışındaki günlerinde ise gelmezler­di. İşte böylece biz, yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihan ediyorduk.
164. İçlerinden bir topluluk, "Allah'ın helak edeceği, yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kav­me ne diye öğüt veriyorsunuz?" dedi. Dediler ki: "Rabbinize mazeret beyân edelim diye bir de sakınırlar ümidiyle...
165. Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutun­ca, biz de kötülükten men edenleri kurtardık, zulme­denleri de yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık.
166. Kibirlerinden dolayı kendilerine yasak edi­len şeylerden vazgeçmeyince onlara "Aşağılık maymun­lar olun!" dedik.
167. Rabbin, elbette Kıyamet gününe kadar onlara en kötü eziyeti edecek kimseler gönderceğini ilân etti. Şüphesiz Rabbin cezayı çabuk verendir. Ve O, çok bağışlayan, merhamet edendir.
168. Onları gurup gurup yeryüzüne dağıttık. On­lardan iyi kimseler vardır, yine onlardan bundan aşağıda olanları da vardır. Belki döner diye, onları iyi­lik ve kötülüklerle imtihan ettik.
169. Onların ardından da şu değersiz dünya malını alıp, "Nasıl olsa bağışlanacağız" diyerek Kitâb'a vâris olan bir takım kötü kimseler geldi. Onlara, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki, ki­tapta Allah hakkında gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair söz almamışlar mıydı? Ahiret yurdu, sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınız ermiyor mu?
170. Kitâb'a sımsıkı sarılıp namazı dosdoğru kılanlar var ya, işte biz böyle sâlih kişilerin ecrini zayi etmeyiz.

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti

Bu âyet-i kerimeler Hz. Musa'nın İsrailoğulları ile olan kıssasını, Al­lah'ın onlara verdiği bol nimetleri ve onların bu nimetlere karşılık gösterdikleri inkâr ve isyanları anlatmaya devam ediyor. Bu âyetler Karye halkının kıssasını, Cumartesi günü av avlamak suretiyle o günün kudsiyeti-ni ihlâl etmelerini ve Allah'ın onları nasıl maymunlara çevirdiğini anlatır. İşte bunda ibret alanlar için büyük bir ders vardır. [255]

Kelimelerin İzahı

Esif, derin Üzüntü veya gazap. Üzüntülü kimseye Esîf denir:
İbn Ummi, anamın oğlu demektir. Aslı şeklinde olup so­nundan is harfi düşürülmüştür. Şefkat ve yumuşaklık ifade eder.
Sevindiriyorsun. İnsanın başına gelen kötü şeylere sevinmek. Hadiste, "Düşmanın sevinmesinden sana sığınırım.[256] şeklinde dua edilmiştir.
Recfe: Şiddetli deprem.
Hudnâ, tevbe ettik, demektir. Bir kimse işlediği günahdan tevbe edip döndüğünde hâde" denir. Bunun geniş zaman kipi Yehûdu" şeklindedir. İsm-i faili gelir. Şâir şöyle der: Ben işlediğim günahtan tevbe eden bir kişiyim.
Ağırlıkları. Isr, zor mükellefiyet demektir. Isr, asıl itibariyle sahibini hareketten alıkoyan ağırlık demektir.
Eğlâl, boyuna veya ele vurulan zincir mânâsına gelir. kelimesinin çoğuludur.
Ona saygı gösterdiler ve ona yardım ettiler, demektir.
Esbat, oğlun veya kızın çocuğu, mânâsına gelen sıbt kelimesinin çoğuludur, daha sonra İsrail oğullarının herbir kabilesine "sıbt" denilmiştir.
Bildirdi. İzan" masdarmdan türemiş olan âzene" fiili ile eş anlamlı olup îlâm manasınadır.
Onlara tattırıyorlardı, demektir.
Half, şer ve kötülükte başkasının yerine geçen demektir. halef ise hayırda başkasının yerine geçen manasınadır. Arapların Allah seni hayırlı selefe hayırlı halef kılsın.! şeklindeki sözleri , bu kelimedendir. [257]

Âyetlerin Tefsiri

150. Mûsâ, kavminin buzağıya tapma­larından dolayı, kızgın ve üzgün bir halde onlara dönünce Ben yokken buzağıya ibadet etmekle ne kötü iş yaptınız! Rabbinizin emrini beklemeyip acele mi ettiniz? dedi. Bu emir Hz. Musa'nın Tûr'dan dönmesini beklemekti. Bu soru inkâr içindir. Mûsâ kavminin buzağıya tapmasına Allah için aşır: derecede kızarak ve üzülerek levhaları attı ve kardeşi Harun'un saçındai tuttu; onu kendisine doğru çekmeye başladı. Çünkü o, Harun'un, kavmin buzağıya tapmaktan engelleme hususunda kusur ettiğini sanıyordu. Mûse (a.s.) kötülüklere karşı Allah rızası için aşarı derecede kızardı. İbn Abbas şöyle der: Mûsâ kavmini buzağıya taparken görünce Allah rızası için kıza rak levhaları atıp kırdı ve kardeşinin başından tutup kendisine doğru çek meye başladı.[258] Bu, şefkat ve mer hamet isteyen bir seslenme şeklidir.[259] Yani Hârûn dedi ki: "Ey ananın oğlu! Bu kavim beni zayıf gördü ve bana galip geldiler. Onlara buzağıyı tapmayı yasaklayınca nerede ise beni öldüreceklerdi. Ben onlara nasihatta kusur etmedim. Düşmanları sevin­direcek şekilde bana kötülük etme. Beni küçümseyip de düşmanlai güldürme. Beni cezalandırarak veya kusur ettiğimi kabul ederek ben zâlimlerden sayma. Mücâhid burayı: "Beni buzağıya tapan zâlimlerdeı sayma." şeklinde tefsir eder. [260]
151. Ey Mûsâ, Rabbim Beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kabul et. Sen merha metlilerin en merhametlisisin.." dedi. Hz. Mûsâ, Hârûn (a.s.) 'in görevd kusur etmediğini ve suçsuz olduğunu anlayınca hem kendisi hem de kardeş için mağfiret dileyerek "Rabbim- beni ve kardeşimi bağışla..." dedi. Ze mahşerî şöyle der: Hz. Mûsâ kardeşini incitecek sözler söylediğinden ken dişi için, yerine halifesi olarak görev yapan kardeşinin görev esnasınd meydana gelen muhtemel kusurlarından dolayı da kardeşi için bağış istedi, Her ikisinin de Allah'ın rahmetinden uzak kalmamasını, dünya ve âhirette devamlı olarak rahmet edilmesini diledi.[261]
152. Erkek sığır olan buzağıyı kendilerine ilah edinip ona ibadet edenler var ya, işte onlar Allah'ın şiddetli gazabına uğrayacaklar. Dünyada da onlara zillet ve horluk gelecektir. Tbn Kesir şöyle der: İsrail oğullarının uğradığı gazap şudur: On­lar birbirlerini öldürmedikçe Yüce Allah onların tevbesini kabul etme­miştir. Zillete gelince, Yüce Allah bunun ardından dünya hayatında zillet ve horluk vermiştir.[262] İşte bunların gazap ve zilletle ce­zalandırdığımız gibi Allah'a iftira eden herkesi böyle cezalandırırız. Sufyan b, Uyeyne şöyle der: "Bütün bid'at sahipleri zelildir.[263]
153. Kötülük ve masiyetleri işleyip te sonra tevbe ederek Allah'a dönen, imanı üzere devam eden ve imanında ihlas sahibi olanlara gelince Ey Muhammed! İşte bu tevbeden sonra Rabbin elbette onların günahlarını bağışlar ve onlara merhamet eder. Alûsî şöyle der: Bu ayet-i kerime bildiriyor ki: Günahları ne kadar çok ve ne kadar büyük olursa Yüce Allah afvı ve keremi daha çok ve daha büyüktür. Ebu Nuvas ne kadar güzel söylemiş! Allah onu bağışlasın:
Ey Rabbim! Eğer günahlarım büyüyüp çoğaldıysa, şüphesiz biliyo­rum ki senin afvın daha büyüktür. Eğer senin affını iyilerden başkası ümid etmiyorsa günahkârlar kime sığınıp eman dileyecekler?[264]
154. Musa'nın, kardeşine ve kavmine karşı olan kızgınlığı sükûnet bulunca atmış olduğu tevrat levhalarını aldı. İnsanları dünya ve âhiret mutluluğuna vesile olan şeylere ilettiği için, onda yazılı olan âyetlerde hakka hidayet vemahlûkata rahmet vardır. Bu rahmet, günahları sebebiyle Allah'tan korkan ve onun azabından çekinenler içindir. [265]
155. Musa, kavminin buzağıya tap­mamış olanlarından yetmiş kişi seçti. Buzağıya tapmış olanlardan dolayı özür dilemek üzere, Rabbinin, gelmesine izin verdiği zaman (Tur Daği'na) geldi. Dağ onları sarsıp, he­lak oldukları zaman, Hz. Musa, Allah'ın emrine teslim olmuş bir şekilde yalvarıp yakararak dedi ki: "Ey Rabbim! Bundan önce helak etmek istesey­din elbette ederdin. Şüphesiz biz senin kullarınız. Senin emir ve hakimiyetinin altındayız. Sen ise dilediğin yaparsın. Bizi ve diğer İsrailoğullarmı, "Allah'ı bize açıkça göster.[266] diyen bu yetmiş be­yinsizin yaptıklarından dolayı helak edecek misin?
Bu soru, merhamet isteme ve boyun eğmeyi ifade eden bir sorudur, Sanki Hz. Musa şöyle diyor: "Ey Allahım! Başkalarının günahlarından dolayı bizi cezalandırma."
Taberî, Suddî'den yaptığı nakilde şöyle der: Yüce Allah, Mus; (a.s.)'ya, İsrailoğullarmdan bir toplulukla kendisine gelip, buzağıya tapma larından dolayı özür dilemelerini emretti. Onlara gelecekleri zamanı d, bildirdi. Musa bizzat kendisi, kavminden 70 kişi seçti. Sonra, özür dilemel için onları götürdü. Belirlenen o yere geldiklerinde dediler ki: "Ey Musa Allah'ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayız. Çünkü sen onunl konuştun. Onu bize de göster." Bunun üzerine onlara yıldırım çarptı v öldüler. Musa (a.s.) ağlamaya ve Allah'a dua etmeye başladı. Şöyle diyoi du: "Ey Rabbim! İsrail oğullarına gittiğim zaman onlara ne dieyim? Sen or ların ileri gelenlerini helak ettin. Dileseydin onları ve beni daha önce hela ederdin.[267] Ben derim ki: "İsrailoğullarmın seçkinleri böyle konuşursa, or ların kötülerinin hali nasıl olur?! Yahudilerin pisliklerinden Allah sığınırız Onların başına gelen bu fitne, senin kendisiyle ku lanın imtihan ettiğin bela ve musibetinden başka birşey değildir, Bu musibetle, saptırmak istediğini saptırır, hidayetini i tediğini de hidayete erdirirsin. Ey Rabbim! Sen işlerimizin sahibi, yardımcımız ve koruyucumuzsun. İşlediğim günahlarımızı bağışla. Geniş ve engin rahmetinle bize merhamet et. Sen afveden ve ayıplan örtenlerin en iyisisin. Günahları bağışl ve onları sevaba çevirirsin. [268]
156. Bu ayet, Hz. Musa'm duasının devamıdır. Yani: "Bize bu dünyada da iyilik ver, âhirette de iyil ver. Biz bütün günahlarımızdan tevbe edip sana döndük. Allah buyurdu ki: Azabıma gelince, ki larımdan kimi dilersem ona azap ederim. Rahmeti ise, bütün mahlukati: kapsamıştır. Ebussuûd şöyle der: "Âyette azaba uğratırım" şeklin muzâri sigası kullanılarak isabet fiilinin azaba nisbet edilmesi, rahmetimi kapsamıştır" şeklinde mazi siygası kullanılan fiilinin ra mete nisbet edilmesi gösteriyor ki rahmet, Allah'ın zatının gereğidir. ise, kulların günahlarının gereğidir.[269] ranmeti âhirette, inkâr ve masiyetlerden sakına mallarının zekatlarını veren ve bütün kitapları ve peygamberleri tasdik edenlere tahsis edeceğim. [270]
157. Rahmetin kapsadığı bu kimseler, oku-ma-yazma bilmeyen, ümmî, Arap ve peygamber olan Muhammed (s.a.v.)'e tâbi olanlardır. Beyzâvî şöyle der: "Allah'a izafetle ona Rasul; kullara iza­fetle de Nebî ismini verdi,[271] O, Öyle bir peygamberdir ki, onun vasıflarını ve sıfatlarını yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de bulurlar. İbn Kesîr şöyle der: İşte bu, Muhammed (s.a.v.)'in, pey­gamberlerin kitaplarında bulunan sıfatıdır. Peygamberler onun gönderi­leceğini ümmetlerine müjdelediler ve ona tâbi olmalarını emrettiler. Onun sıfatları, peygamberlerin kitaplarında hâlâ bulunmaktadır. Onların âlimleri ve bilginleri bu sıfatları bilirler.[272] Muhammed (s.a.v.) onlara sadece her türlü iyiyi emreder ve sadece her türlü kötü şeyi yasaklar. Onlara uğursuz zulümleri yüzünden, kendilerine haram edilmiş olan temiz ve güzel şeyleri helal kılar. Kan, lâşe ve domuz eti gibi pis olan şeyleri de haram kılar. Tevbe hususunda kendini öldürme, elbiseden necaset yerini kesme, kasten olsun hataen olsun öldürme olayında katilden kısas alma ve benzeri, boyna vurulan zincirlere benzeyen, yükümlü bulun­dukları güç mükellefiyetleri hafifletir, Muhammed'i tasdik eden, ona hürmet ve saygı gösteren ve onun dinine yardım edenler, ona indirilen nurlu Kur'an'a ve yüce şeriatına tabi olanlar var ya işte ebedî mutluluğu kazananlar onlardır. [273]
158. Ey Muhammed! İnsanlara de ki: Ben bütün dünya halkına Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberim. Bu ayet Rasulullah (s.a.v.)'in Peygamberliğinin bütün halk için umumî olduğunu açıklar, O, bütün kâinatın sahibi olan Allah'tır. Ondan başka ne bir Rab vardır ne de Mabud. O, diriltmeye ve yok etmeye kadir olan ilâhtır. Şu halde, Allah'ın ayetlerine iman edin. Bütün mahlûkat için gönderilmiş olan Pey­gamberi tasdik edin. Okuma ve yazma bilme­yen, kendisine ve diğer peygamberlere indirilen kitapları tasdik eden, mu­cizeler sahibi ümmî Peygambere iman edin. İstenilen şeye ulaşmanız ümidiyle ö'nun yoluna girin ve onun izini takip edin. [274]
159. İsrailoğuIIanndan, Allah'ın şeriatında dosdoğru giden bir cemaat vardır. Onlar, haksöz ile insanlara doğru yolu gösterirler. Onun sayesinde âdil davranıp zulmetmezler. Zemahşerî şöyle der: Yüce Allah İsrailoğuIIanndan din hususunda sarsıntı geçiren ve şüpheye düşen, hattâ buzağıya ibadet etmek ve Allah'ı açjkça görmek istemek gibi iki büyük günaha cür'et edenleri anlattıktan sonra, on­lardan kesin iman eden, imanında sebat eden, hak söz ile insanları hidayete erdiren, onlara doğru yolu gösteren ve doğru yola irşat edenlerin de bulun­duğunu anlattı.[275]
160. İsrâiloğullannı parçalayıp çeşitli ka­bilelere ayırdık. Yakub'un oniki çocuğundan oniki kabile meydana getirdik. Ebu Hayyân şöyle der: Onları kabilelere ayırdık ki, her kabilenin reisi o ka­bilenin işini görsün de Musa'nın işi hafiflesin. Birbirlerini kıskanmasınlar da aralarında kargaşa çıkmasın. Kavga edip su için birbirlerini öldürmesin­ler diye, Yüce Allah onlar için oniki göze fışkırttı. Her. kabileye bir yöne­tici verdik ki, işlerinde ona baş vursunlar.[276] İsrailoğulları Tîh ÇÖlü'nde susuz kalıp da Hz. Musa'dan su isteyince, Musa'ya asasını taşa vurmasını vahyettik. O da vurdu, Taştan, kabilelerin sayısı kadar, 12 gözeden su fışkırdi. Onlardan her kabile ve topluluk kendilerine ait olan gözeyi belledi. Taberî şöyle der: Hiçbir kabile su içmek için diğer kabileye git­mezdi.[277] Onları güneşin sıcağından ve onun eziyetinden koruyacak bulutları üzerlerine gölge yaptık. Âlûsî şöyle der: Gölge onlarla birlikte yürür, onlar durduğunda o da dururdu. Onlara lezzetli bir yemek ikram ettik. O, "Menn" ve "Selvâ"dır. "Menn" ağaç üzerine inen tatlı bir şeydir. Onu toplar ve yerler. "Selva" ise, Sümmânî (bıldırcın) denilen eti lezzetli bir kuştur. Bütün bunlar, onların en ufak bir gayreti olmadan, kendilerine Allah'ın lütuf ve ihsanıdır. Onlara, "Size rızık olarak verdiğimiz bu temiz lezzetli şeylerden yeyiniz." dedik. Ama onlar, bize değil ken­dilerine zulmediyorlardı. Bu sözde hazif vardır. Takdiri şöyledir: Onlar, bu güzel nimetlere nankörlük ettiler. Böyle yapmakla bize zulmetmediler, fa­kat kendilerine zulmettiler. Çünkü, nankörlükle kendilerini Allah'ın azabına sürüklediler. [278]
161. Atalarına: "Beyt-i Makdis'e yerleşin. Oranın yiyecek ve meyvelerinden hangi taraftan ve nere­den dilerseniz yeyin."girdiğiniz zaman da Ey Allah günahlarımızı bağışla" deyin, Böyle yaparsanız sizin geçmiş günahlarımızın hepsini sileriz, Allah'ın emrine sarılıp ona itaat etmek suretiyle güzel amel edenlere, bağıştan da öte, cennete girme hakkını vereceğiz" dediğimiz zamanı hatırlat. [279]
162. Onlardan zâlim olanlar, Al­lah'ın emrini, ona yakışmayan bir sözle değiştirdiler. Zira onlar bağışla" yerine Arpa içinde buğday" dediler. Beyt-i Makdis'e Allah'a boyun eğerek secde halinde girecekleri yerde, Allah'ın emirlerini alay ve eğlenceye alarak, kıçları üzerine sürünür halde girdiler. geçmişte ve hem de şimdi, zulüm ve taşkınlıkları yüzünden üzerlerine gökten azap gönderdik. Ebussuûd şöyle der: Azap'tan maksat taun hastalığıdır. Rivayete göre, bir saatte onlardan yirmidörtbin kişi ölmüştür.[280]
163. Ey Muhammed! Yahudilere atalarının haberlerini, denizin yakınında, kıyısında bulunan beldenin durumunu, ora halkının Allah'ın emrine isyan edip Cumartesi günü avlanınca başlarına geleni sor. Allah onları maymunlara ve domuzlara çevirmedi mi? İbn Kesir şöyle der: Bu belde Kızıldeniz kenarında bulunan Eyle'dir.[281] Hani onlar, cumartesi günü avlanmak suretiyle Allah'ın o gün için koyduğu yasağı çiğniyorlardı. Hani, Cumartesi günü balıklar su yüzünde çokça geliyorlardı. O gün ise, avlanmak onlara haram kılınmıştı. Cumartesi gününün dışında gelmiyorlar, kaybolup gizleniyorlardı, işte bu hay­ret verici imtihan gibi, yani avlanmaları haram kılınmış bir günde balıkları su yüzüne çıkarmak, helal kılınan günde ise onları gizlemek suretiyle on­ları imtihan ettiğimiz gibi imtihan ederiz. Bu imtihanı, onların yoldan çıkmaları ve Allah'ın haram kıldığı şeyleri çiğnemeleri sebebiyle yaparız. Kurtubî şöyle der: Rivayete göre bu olay Davud (a,s.) zamanında oldu. Şeytan onlara vesvese vererek dedi ki: Size sadece Cumartesi günü balık tutmak yasaklandı. Havuzlar yapıp balıkları oraya doldurun. Havuzlar yaptılar. Cuma günü[282] balıklan havuzlara sevkediyorlardı.Havuzda su az olduğu için, balıklar orada kalıyor, ordan çıkmaları mümkün olmuyordu. Dolayısıyla pazar günü onları yakalayıp alıyorlardı. Böylece balıklan avla­mada hile yapıyorlardı.[283]
164. İçlerinden bir topluluk, "Allah'ın helak edeceği, yahut şiddetli bir şekilde azabedeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?" dedi. İbn Kesir şöyle der: Yüce Al­lah bu belde halkının Üç gruba ayrıldığını bildirmektedir. Bir grup yasakları çiğnemiş ve cumartesi günü balık avlamak için hile yapmıştır. Bir başka grup bunlara bu işi yapmamalarını öğütlemiş ve onlardan ayrılmıştır.
Üçüncü bir grup da sessiz kalmış, hiçbir şey yapmamış, nasihatte bulun­mamış, fakat nasihat edenlere: "Allah'ın helak edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?" Yani, "Onlara ne diye nasihat ediyorsunuz? Halbuki biliyorsunuz ki onlar helake ve Allah'ın azabına müstehak olmuşlardır. Onla­ra, bu işi yapmamalarını öğütlemenizin hiçbir faydası yoktur.[284] demiştir. Öğüt verenler dediler ki: Biz sadece, nasihat ve hatırlatma görevini yerine getirdiğimize dair, Allah katında mazeret beyan etmek için onlara öğüt veriyoruz. Belki de onlar, işledikleri bu günahtan vazgeçerler. Taberî şöyle der: Belki de Allah'tan korkarlar da ona itaate dönerler ve ona karşı işledikleri günahtan, cumartesi gününün hürmetini ihlâl etmelerinden tevbe ederler.[285]
165. Sâlihlerinin hatırlattığını, bir şeyi unutanın bırakması gibi bırakıp nasihati kabulden tamamen yüzçevirdiklerinde yeryüzünde fesat çıkarmaktan menedenleri kurtardık. İsyankar zalimleri ise, ki bunlar ha­ram işleyenlerdir, yoldan çıkmaları ve Allah'ın emrine isyan etmeleri sebe­biyle şiddetli bir azap ile cezalandırdık. [286]
166. İsyan edip kibirlerinden dolayı kendilerine ya­sak edilen şeylerden vazgeçmeyince onları maymun ve domuzlara çevirdik. Yani, onlara önce şiddetli bir şekilde azap edildi. Vazgeçmeyip de taşkınlıklarına devam edince maymunlara ve domuzlara çevrildiler. Kısacası, belde halkı üç gruba ayrıldı: Bir grup isyan etti ve azaba uğradı. Bir grup onlara öğüt ve nasihatta bulundu. Allah da onları azaptan kurtardı. Üçüncü bir grup da, onlardan ayrıldı, onlara Öğüt vermedi, masiyet de işlemedi. Kur'an onlar hakkında birşey söylememiş, susmuştur. İbn Abbas şöyle der: Bilmiyorum, bu sükut eden gruba ne oldu? Kurtuldular mı? Yoksa helak mı oldular? İkrime şöyle der: Ben, onların kurtuluşa er­diğine dair İbn Abbas'ı ikna edinceye kadar onun yanından ayrılmadım. Çünkü onlar diğerlerinin yaptığını hoş karşılamıyorlardı. Bunun üzerine İbn Abbas bana bir elbise giydirdi.[287]
167. Ey Muhammed! Allah'a isyanları, emrine muhalefetleri ve yasaklan çiğnemede hile yapmaları sebebiyle, Rabbin'in kıyamete kadar en kötü işkenceyi tattıracak kimseleri başlarına musallat kılacağını yahudilere bildirdiği za­manı hatırla. Allah yahudilere Buhtunassır'ı musallat kıldı. Buhtunassır on­ları öldürdü ve esir aldı. Sonra hristiyanları musallat kıldı. Hristiyanlar on­ları ezdiler ve onlardan cizye aldılar. Daha sonra Muhammed (s.a.v.)'i musallat etti. Rasuluilah (s.a.v.) ülkeyi onlardan temizledi ve onları Arap-yarımadasının dışına sürdü. Son olarak da Hitler'i onlara musallat etti. Hitler onların, korunması gereken mal, can ve ırz emniyetlerini çiğnedi, öldürmek ve yeryüzünde sürgün etmek suretiyle nerdeyse onları helak edi­yordu. Allah'ın İsrailoğullarına azap musallat etme vadi, inşaallah, işi kökünden halledecek bir savaşta müslümanlann onları öldürmesine kadar devam edecektir. İşte o gün, Allahın yardımıyla mü'minler sevinecekler, Şüphesiz Rabbin. kendisine isyan edenleri çabuk cezalandırır. İtaat edenler için bağışlayıcı ve merhametlidir. [288]
168. Onları yeryüzünde çeşitli fırkalara ayırdık. Her ülkede onlardan bir grup vardır. Onların sahip olacakları, kendilerine ait bir bölge yoktur. Onun için onların kudretleri olmaz.
Bugünlerde mukaddes arzda toplanmaları, inşaallah mü'minlerin elleriyle kesilmeleri içindir.Nitekim Rasuluilah (s.a.v.) Bunu vaad ederek şöyle buyurmuştur: "Müslümanlar yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kop­maz...[289] Yüce Allah bundan sonra onların hepsinin kafir olmadığını, içlerinde iyilerin de kötülerin de bulunduğunu açıklayarak şöyle buyurdu: Onlardan bir kısmı mü'min ve salih kimselerdi. Bunlar çok azdır.Onlarm bir kısmı da, inkarları ve yoldan çıkmaları sebe­biyle, salih olma derecesinden düşmüşlerdir. Bunlar büyük çoğunluktur. İnkar ve masiyetlerden dönsünler diye onları nimetlerle, belalarla, sıkıntı ve bolluklarla imtihan ettik. [290]
169. Onların ardından da,Kitab'a vâris olan bir takım kötü kimseler geldi. İbn Kesir şöyle der: İçlerinde iyilerin de, kötülerin de bulunduğu nesilden sonra, hayırsız başka bir nesil geldi. Bunlar atalarından Kitab'a yani Tevrat'a vâris oldular.[291] Onlar, bu değersiz dünya malını helâl-haram demeden alıyor ve öğünerek:"Allah yaptıklarımızı bağışlayacak" diyorlardı. Bu on­ların aldanmaları ve Allah'a karşı iftiralarıdır. Onlar ısrarla günah işledikleri halde bağış bekliyorlar. Dünya malından herhangi bîr şey gördüklerinde helâl veya haram oluşuna bakmadan onu alırlar. Bu som kınama ve azarlama ifade eder. Tevrat'ta, doğru söyleyeceklerine ve Allah'a iftira etmeyecekle­rine dair onlardan sağlam yemin alınmamış mıydı? Masiyetlerde ve haram yemede ısrar etmelerine rağmen bağışlanacaklarını nasıl iddia ediyorlar? Bu cümle, onları en şiddetli bir şekilde kınar. Yani, halbuki onlar Kitap'ta olanı okumuşlar ve batıl sözlerle Allah'a iftiraya verilecek ce­zayı tam olarak öğrenmişlerdi. Âhiret, haramı terkederek Allah'tan sakınanlar için daha hayırlıdır. Bu soru inkar ifade eder. Yani onlar hâlâ akıl erdirip sakınmıyorlar mı? Bundan maksat şudur: Onlar akıllı olsalardı, fânî olanı bakî olana tercih etmezlerdi. [292]
170. Din işlerinde Allah'ın indirdiğine sarılanlar ve namazları vakitlerinde eda etmeye devam edenler var ya, Şüphesiz biz onların mükafatlarını zayi etmeyeceğiz, bila­kis Allah'ın emrine sarılmaları ve sâlih olmalarına karşılık onlara en üstün ve en değerli mükafaatı vereceğiz. [293]

Edebi Sanatlar

1. Musa'nın öfkesi sakinleşince.." Burada öfke; kükreyen, köpüren, intikam emreden sesiyle haykıran bir adama ben­zetildi ki bu ses daha sonra sakinleşir ve kesilir. Bu sözde istiare-i mekniyye vardır. Bu ne güzel bir tasvirdir ki, güzelliğini temiz bir fıtrat ve zevk-i selîm sahibi olan herkes anlar.
2. saptırırsın ile hidayete erdirirsin. lafızları arasında tıbak vardır. Aynı sanat diriltir ve öldürür kelimeleri arasında da vardır.
3. Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder bölümü ile Onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar" bölümü arasında edebî sanatlardan mukabele sanatı vardır. Mukabele: önce iki veya daha fazla mananın getirilmesi, sonra tertib ile bunlara tekabül edecek başka mânâların zikredilmesidir.
4. Onların yüklerini ve üzerlerindeki zincirleri indirir." Burada yük ve zincirler zor mükellefiyetler ve hükümler için müsteâr olarak kullanılmıştır.
5. Düşünmüyor musunuz? Burada daha fazla kınama ve azarlama ifade etmesi için, üçüncü şahıstan ikinci şahsa dönülmüştür. [294]

Faydalı Bilgiler

Halef, fetha okuyarak başkasının yerine geçen hayırlı kişi de­mektir. sükûnla okunmasıyla başkasının yerine geçen kötü kişidir. Şu ayetlerde bu manada kullanılmıştır Nihayet onların peşinden öyle bir yaramaz nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar. Nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden az­gınlıklarının cezasını görecekler[295] Onlar­dan sonra, kitaba vâris olan bir takım kötü kimseler geldi.[296] Allah daha iyi bilir. [297]
171. Bir zamanlar dağı İsrâiloğullarının üzerine gölge gibi kaldırdık da üstlerine düşecek sandılar. Size verdiğimi kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırlayın ki konmasınız.
172. Kıyamet gününde, "Biz bundan habersizdik" demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: "Ben sizin Rabbiniz değil mi­yim?" Onlar da, "Evet şahit olduk" dediler.
173. Yahut, "Daha önce babalarımız Allah'a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların izinden gittik). Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helak edecek misin?" dememeniz için böyle yaptık.
174. Belki inkârdan dönerler diye işte âyetleri böyle açıklıyoruz.
175. Onlara, kendisine âyetlerimizi verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın taki­bine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku.
176. Dikseydik elbette onu âyetlerle yükseltirdik. Fakat o, dünyaya meyletti ve hevesinin peşine düştü.
Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da, dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sar­kıtıp solur, tşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat, belki düşünürler.
177. Ayetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zul­metmiş olan kavmin durumu ne kötüdür!
178. Allah kimi hidâyete erdirirse, doğru yolu bu­lan odur. Kimi de şaşırtırsa, işte asıl ziyana uğrayanlar |>nlardır.
179. Andolsun, biz cin ve insandan birçoğunu ce­hennem için yaratmışizdır. Onların kalbleri vardır, on­larla kavramazlar; gözlen vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir; hattâ daha da şaşkındırlar, işte asıl gafiller on­lardır.
180. En güzel isimler Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle duâ edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.
181. Yarattıklarımızdan, dâima hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren bir millet vardır.
182. Ayetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecek­leri yerden helake götüreceğiz.
183. Onlara mühlet veririm kuşkusuz benim ce­zam çetindir.
184. Düşünmediler mi ki, arkadaşlarında hiç bir delilik yoktur? O, ancak apaçık bir uyarıcıdır.
185. Göklerin ve yerin hükümranlığına Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur'an'dan sonra artık hangi söze inanacaklar?
186. Allah kimi şaşırtırsa, artık onun için yol gösteren yoktur. Ve onları azgınlıkları içinde şaşkın o-larak bırakır.

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde İsrailoğullannın Allah'ın emirlerine is­yanlarını ve inatlarını anlattıktan sonra, burada da, Tevrat'ın hükümleri ile amel etmedikleri takdirde Tûr Dağını üzerlerine kaldırıp onları onunla helak ederek cezalandıracağını anlattı. Bundan sonra kötü âlimlere de bir kıssayı örnek getirdi. Bu kıssa, dünya malına tamah ederek Allah'ın âyet­lerinden uzaklaşan kimsenin kıssasıdır. Onun için, yorgunluk ve rahat hal­lerinde soluyan bir köpeği darb-ı mesel getirdi. Yahudilerin dünya malına karşı köpekleşmeleri ve mala tapmaları hususunda bu olay, onların ruh­larını tasvir etmek için yeter. [298]

Kelimelerin İzahı

Kaldırdık, jp, kuvvetle çekmek demektir. Ebu Ubeyde şöyle der: aslı, bir şeyi yerinden söküp atmaktır.[299]
Zulle; tavan, veya bulut, veya bir duvar kanadı gibi kişiyi gölgeleyen her şey. Çoğulu ve şeklinde gelir.
B ildiler veya kesin inandılar.
Çıktı. Insilâh, çıkmak manasınadır. Bir şeyden tamamen ayrılan kimse için denilir. Yılan derisinden çıktığında denir.
Bir şeye doğru meyledip eğildi. Aslında bu kelime, bir şeyden ayrılmamak manasınadır. Bir kimse bir yerden ayrılmayıp orada ikametini sürdürdüğünde denilir. Cennette ebedî kalmayı ifade eden da bu köktendir.
Solur. Cevheri şöyle der: Köpek, yorgunluk veya susuzluktan di­lini çıkardığında denilir. Muzârîsi dir.[300]
Yarattık.
Haktan ayrılıyorlar. İlhâd, doğru ve orta yoldan sapmak de­mektir. Dînin emirlerinden sapan kimse için ve denilir. İsm-i failidir. [301]

Âyetlerin Tefsiri

171. Tûr Dağı'nı söküp, İsrailoğullannın başı üzerine kaldırdığımız zamanı hatırla, ilk <ük O dağ sanki bir tavan veya bulut göl­gesi idi. Emre uymadıkları takdirde, onun başlarına düşeceğini kesin olarak anladılar. Tefsirciler şöyle der: Rivayete göre, Israiloğulları, katılığı ve ağırlığı dolayısıyle Tevrat'ın hükümlerini kabul et­mekten kaçındılar. Allah (c.c.) da Tur Dağı'nı başlarına kaldırdı. Onlara de­nildi ki: Tevrat'ı içindekilerle beraber tamamen kabul ederseniz edersiniz. Kabul etmezseniz, dağ üzerinize mutlaka düşecektir. Onlar dağı görünce, üzerlerine düşmesinden korktukları için hepsi secdeye kapandılar. Onlara, "Tevrat'ı ciddiyet ve azimetle alın" dedik. Onda olanları, amel etmek suretiyle hatırlayın. Onunla amel edinki, müttekîler zümresinden olasınız. [302]
172. Ey Muhammedi Hatırla ki, Rabbin Âdemoğullarmı babalarının sulbünden çıkarttı. Kendisinin bir oldu­ğunu onlara İkrar ettirdi. Bu hususta onları birbirlerine şahit tuttu.[303] İbn Abbas şöyle der: Allah Âdem'in sırtını meshetti de oradan kıyamete kadar yaratacağı her nefsi çıkarttı. Allah ilahlığını ve birliğini onlara ikrar ettirdi. Onlar da bunu ikrar ve kabul etti­ler. Hesap gününde, "biz bu mîsâktan ve senin ilahlığını ikrardan gafildik. Bu hususta uyarılmadık" demeyeseniz diye sizi birbirinize şahid tuttuk. [304]
173. Veya kıyamet günün­de, "biz ortak koşmadık, biz sadece babalarımızı taklit ettik ve onların yo­lundan gittik. Bu hususta biz mazeretliyiz" demeyesiniz diye sizi birbiri­nize şahit tuttuk. Hakkı bilmeden kendilerini takip ettiğimiz müşrik babalarımızın şirkleri yüzünden bizi helak edecek misin? dememeniz için böyle yaptık. [305]
174. İşte bu misâkı açıkladığımız gibi, âyetleri de açıklıyoruz ki, insanlar onları düşünsün, bâtılda ve babalarını taklitte ısrardan vazgeçsinler. [306]
175. Ey Muhammed! O yahudi-lere, kendisine Allah'ın kitaplarından bazısının ilmini öğrettiğimiz şu âlimin haberini ve kıssasını anlat. Bu âlim âyetleri inkar etmek ve onlar­dan yüzçevirmek suretiyle, yılanın, derisinden sıyrıldığı gibi âyetlerimiz­den sıyrılıp gitti. Şeytan onu takip etti ve onu emri altına aldı. Nihayet, daha önce hidayete ermiş kişilerden iken, iyice dalâlete düşen sapıklar zümresinden oldu. İbn Abbas şöyle der: "Bu âlim, Bel'am b. Bâura'dır. Allah'ın ism-i a'zamını bilirdi." İbn Mes'ud şöyle der: Bu, İsrailoğullarından bir adamdır. Hz. Musa (a.s.) onu, Medyen kralını Al­lah'a davet etmek üzere Medyen'e gönderdi. Kral, Musa'nın dinini terkedip kendi dinine uyması için Bel'am'a rüşvet olarak bir mülk verdi. O da bunu kabul etti ve bu hareketiyle insanları saptırdı.[307]
176. İşteşiydik onu iyi âlimler derecesine yükseltirdik. Fakat o dünyaya meyletti ve ona bağlandı, onun lezzet ve zevklerini ahirete tercih etti ve nefsinin isteklerine boyun eğdi. Böylece aşağıların aşağı derecesine indi. Onu kovsan da koşar ve solur; kendi hâline bıraksan da so­lur. Bu çok parlak ve edebî sanat meyanında bir temsildir. Bu kötü sıfat, Allah'ın ayetlerini yalanlayan herkesin sıfatıdır. Burada yahudilere taviz vardır. Zira onlara Tevrat verildi. Rasulullah (s.a.v.)'ın sıfatını tanıdılar. Tanıdıkları peygamber kendilerine gelince onu inkar ettiler ve Tevrat'ın hükmünden çıktılar. Sana vahyettiklerimizi ümmetine anlat. Belki düşünür ve ibret alırlar. [308]
177. Allah'ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür, Ayetlerimizi yalanlamakla kendile­rinden başkasına zulmetmediler. Çünkü yalanlamanın vebali kendilerini aşmaz. [309]
178. Şüphesiz Allah ki­mi doğru yola iletirse o mutlu ve kazançlıdır. Kimi de saptırırsa o da' şüp-hesiz bedbaht ve ziyana uğramıştır. Ayetten maksat, hidayete iletmenin de, dalâlete düşürmenin de Allah'ın elinde olduğunu açıklamaktır. [310]
179. Cehenneme odun olsunlar diye, ki cinlerden ve insanlardan birçok halkı cehennem için yarattık. Bu kimselerden maksat, ezelde bedbaht olmaları takdir edilenlerdir, Onların kalpleri vardır. Fakat onlarla hakkı anlamazlar. Onların gözleri vardır. Fakat onlarla, Allah'ın kudretini gösteren delilleri ibret gözüyle görmezler. Kulakları vardır. Fakat onlar­la, âyetleri ve nasihatları düşünüp de ibret alacak şekilde dinlemezler. Bu­rada maksat, onların görme ve işitme duyularının tamamen yok olduğunu ifade etmek değildir. Maksat, din hususunda kendilerine fayda sağlıyacak şekilde işitip görmediklerini ifade etmektir. Onlar an­lamama, görmeme ve işitmeme hususunda hayvanlar gibidir. Hattâ hayvan­lardan daha kötü durumdadırlar. Çünkü hayvanlar yararlarını ve zararlarını idrak ederler. Bunlar ise yarar ile zararı birbirinden ayıramazlar. Dolayısıyle kendilerini cehenneme atarlar, İşte onlar gaflet içersinde boğulanlardır. [311]
180. En güzel ve en şerefli isimler Allah­'ındır. Çünkü onlar en güzel ve en şerefli manaları bildirirler. O halde onu bu isimlerle anınız. Onun isimleri hususunda müş­riklerin yaptığı gibi haktan ayrılanları bırakın. Çünkü müşrikler Allah'ın isimlerinden isim türeterek ilahlarına vermişlerdir. Meselâ: Allah'tan Lât, Aziz'den Uzzâ ve Mennân'dan Menât isimlerini türeterek ilâhlarına vermislerdir. Yaptıklarının cezasını ahirette çekecekler­dir. [312]
181. Yarattığımız milletlerden, Allah'ın şeriatine söz ve amel ile sarılan bir millet vardır. Onlar insanları hakka çağırır ve hak ile amel ve hükmederler. İbn Kesir şöyle der: Âyetteki ümmetten maksat, bu Muhammed (s.a.v.) ümmetidir. Çünkü hadiste şöyle buyrulmuştur: "Ümmetimden bir grup daima hak üzerinde olacaktır. Onları yardımsız bırakan ve muhalefet eden onlara zarar veremez. Nihayet onlar bu durumda iken Allah'ın emri gelir.[313] Bu grup herhangi bir zamana mah­sus değildir. Bilakis her zaman ve her yerde bulunur. İslam dâima üstündür. Hiçbir şey ondan üstün olamaz. Her ne kadar fâsıklar ve şer ehli çoğalsa da, onların bir değeri yoktur, güçleri de yoktur. Hadiste, kıyamete kadar İslamın ve müslümanlarm yüce bir şeref içinde bulunacaklarına dair bu Ümmet-i Muhammed'e büyük bir müjde vardır. [314]
182. Mekke halkı ve diğer in­sanlardın Kur'an'ı yalanlayanlar var ya, onları yavaş yavaş yakalayıp bilme­dikleri bir yerden helake yaklaştıracağız. Beyzâvî şöyle der: Bu istidrâc şöyle olur: Onlara bolca nimet verilir. Onlar bunu, Allah'ın kendilerine bir lutfu zannederler. Böylece iyice şımarır ve taşkınlığa dalarlar. Nihayet azaba müstehak olurlar.[315]
183. Onlara mühlet verir. Sonra çok kuvvetli ve kudretli bir şekilde yakalarım. Nitekim hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur."Şüphesiz Allah zâlime mühlet verir. Sonunda onu ansızın yakalar.[316] Be­nim yakalamam ve ceza vermem kuvvetli ve şiddetlidir. Allah'ın bu şekilde mühlet vermesi zahiren bir lütuf, bâtınen bir ceza olduğu için Allah ona "tuzağım" ismini verdi. [317]
184. O Allah'ın âyetlerini inkâr edenler dü­şünüp de kavray amıyorlar mı ki, Muhammed'de herhangi bir delilik yoktur. Bilakis o, Allah'ın hak peygamberidir. Allah onu insanların hidayeti için göndermiştir. Bu âyet, müşriklerin Peygambere (s.a.v.) nisbct ettikleri deli­liği reddeder. Onlar şöyle diyordu: Ey! kendisine Kur'an indirilen. Sen mutlaka bir delisin[318] Mu­hammed, uyarıcı bir peygamberden başka bir şey değildir. Anlayan ve bel­leyen bir kalbi veya aklı olan kimse için onun durumu açık ve seçiktir. [319]
185. Allah'ın geniş mülküne, delil ge­tirme gözüyle bakmıyorlar mı? Onda sahibinin büyüklüğünü ve gücünün üstünlüğünü gösteren deliller vardır. Bu soru; inkâr, hayret ve kınama ifade eder. Alla'ın büyük küçük bütün mahlûkatına bakıp da bun­lardan yaratıcısının kudretinin üstünlüğüne, sahibinin şanının yüceliğine, yaratanın ve icat edenin birliğine delil getirmiyorlar mı? Yakında ölebileceklerini düşünmüyorlar mı? Onların, ecelleri gelmeden önce kendilerini Allah katında kurtaracak şeyleri düşünmeye ve tefekkür etmeye koşmaları gerekir. Son derece açık ve seçik olan Kur'an'a inanmadıktan sonra, artık hangi söze inanacaklar?! [320]
186. Gerçek şu ki, Allah kimin hakkında dalâlet takdir etmişse, onu kimse doğru yola iletemez. Allah onları inkar ve inatları içinde bırakır da, şaşkın şaşkın dolaşırlar. [321]

Edebî Sanatlar

1. Hatırla ki, Rabbin aldı." Burada birinci şahıstan ikinci şahsa dönüş vardır. Aslı, "biz aldık " dır. Bundaki nükte, hitabı Rasulullah (s.a.v.)'a yöneltmek suretiyle onun şanını yüceltmektir. Aynı zamanda, terkibinde, kelimesinin peygambere ait zamire izafetinde, peygam­bere değer verme ve onu şereflendirme olduğu açıktır. Ayet-i kerimede ka­palılıktan sonra bir açıklama, özetten sonra bîr tafsilat vardır.
2. Ayetlerden tamamen sıyrıldı." Derinin koyundan soyul­duğu gibi, o da âyetlerden tamamen çıktı. Ebussuûd şöyle der: Ayetlerden çıktığının "soyulma" kelimesi ile ifade edilmesi, daha önce âyetlerle kendi arasında tam bir birlik varken, daha sonra tamamen birbirlerinden ayrıl­dıklarını gösterir.[322]
3. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer. Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur." Burada teşbih-i temsili vardır. Yani kötülük örneği olan o adamın durumu, en âdî ve alçak bir hayvanın durumuna benzer. Bu, yorgunluk halinde de, istirahat halinde de devamlı soluyan köpeğin durumu­dur. Tasvirde, birbirine benzetilen birkaç unsur vardır. Bunun için teşbih-i temsilî denilir.
4. Onlar hayvanlar gibidir." Burada mürsel mücmel teşbih vardır. [323]

Faydalı Bilgiler

Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Evet, Rabbimizsin. dediler. âyetinin tefsirinde İbn Abbas'm şöyle dediği rivayet olunur. Eğer cevap olarak, yerine, deselerdi, kâfir olurlardı. Bunun izahı şu­dur: kelimesi, müsbet veya menfî söyleyeni tasdik etmektir. Eğer deselerdi, Allah'ın, kendilerinin Rabbi olmadığını ikrar etmiş gibi olurlardı,
Halbuki böyle değildir. O, sadece menfî sorulara cevap olarak kullanılan bir harftir. Olumsuz sorunun cevabının olumlu olduğunu gösterir. Buna göre mânâ şudur: "Evet sen Rabbimizsin." Eğer deselerdi, o zaman mânâ: "Evet, sen Rabbimiz değilsin" olurdu. İbn Abbas'm sözünün izahı budur. Buna dikkat edilmelidir. Çünkü bu çok ince bir konudur. [324]

Bir Uyarı

Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: "Allah'ın 99 ismi vardır. Kim on­ları sayarsa cennete gider.[325] Âlimler şöyle der: Bunun mânâsı: "Kim o isimleri ezberler ve onların mânâsını düşünürse cennete girer." Bu hadis, Allah'ın (c.c.) isimlerinin sadece 99 olduğunu ifade etmez. Çünkü başka bir hadiste şöyle buyrulmuştur: "Allah'ım! Senin kendine verdiğin veya katın­daki gayb ilminde kendine seçtiğin bütün isimlerinin hürmetine senden isterim[326] İbn Arabî, bazı kişilerden, Allah'ın bin ismi olduğunu rivayet etmiştir. [327]
187. Sana Kıyameti, ne zaman gelip çatacağını so­ruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O'ndan başkası açıklayanıaz. O göklere de yere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir. San­ki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: Onun bilgisi ancak Allah'ın katındadır, ama insanların çoğu bilmezler.
188. De ki: "Ben, Allah'ın dilediğinden başka ken­dime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokun­mazdı ben sâdece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeley içiyim."
189. Sizi bir tek candan yaratan, O'ndan da gönlü ısınsın diye eşini yaratan O'dur. Eşini sarıp örtünce, eşi hafif bir yük yüklendi. Onu bir müddet taşıdı. Hamile­liği ağırlaşınca, Rableri Allah'a: Andolsun bize kusur­suz bir çocuk verirsen muhakkak şükredenlerden ola­cağız, diye duâ ettiler.
190. Fakat Allah onlara kusursuz bir çocuk verin­ce, kendilerine verdiği bu çocuk hakkında Allah'a or­tak koştular. Allah ise onların ortak koştuğu şeyden yücedir.
191. Kendileri yaratıldığı halde hiç bir şeyi yara­tamayan varlıkları Allah'a ortak mı koşuyorlar?
192. Halbuki putlar ne onlara bir yardım edebi­lirler ne de kendilerine bir yardımları olur.
193. Onları doğru yola çağırırsanız size uymazlar, onları çağırsanız da, sükût etseniz de sizin için birdir.
194. Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizler gibi kullardır. Doğru iseniz, onları çağırın da size cevap versinler.
195. Onların yürüyecekleri ayakları mı var, yoksa tutacakları elleri mi var, veya görecekleri gözleri mi var, yahut işitecekleri kulakları mı var? De ki: "Ortak­larınızı çağırın, sonra bana tuzağı kurun ve bana göz bile açtırmayın!"
196. Şüphesiz ki, benim velîm Kitab'ı indiren Allah'tır, Ve O, bütün sâlihlere de velilik eder.
197. Allah'ın dışında taptıklarınızın ne size yardı­ma güçleri yeter ne de kendilerine yardım edebilirler.
198. Onları doğru yola çağırmış olsanız işitmezler. Ve onları sana bakar görürsün, oysa onlar görmezler.
199. Sen afv yolunu tut, iyiliği emret ve câhiller­den yüzçevir.
200. Eğer şeytanın fitlemesi seni dürterse hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.
201. Takvaya erenler var ya onlara şeytan tarafın­dan bir vesvese dokunduğunda hatırlayıp hemen gerçe­ği görürler.
202. Şeytanların dostlarına gelince, şeytanlar on­ları, azgınlığa sürüklerler. Sonra da yakalarını bırak­mazlar.
203. Onlara bir mucize getirmediğin zaman, "onu da düzüp koşsaydın ya!" derler. De ki: Ben ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım. Bunlar, Rabbinizden gelen basiretlerdir inanan bir kavim için hidâyet ve rahmettir.
204. Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin ve su­sun ki size merhamet edilsin.
205. Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini an. Gafillerden olma.
206. Şüphesiz Rabbin katındakiler O'na kulluk et­mekten kibirlenmezler, O'nu teşbih eder ve yalnız O'na secde ederler.

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde peygamberin daveti ile alay edenlerin durumunu anlattıktan sonra, burada da onların inatlarından ve peygamber (s.a.v.)'e kıyametin kopma zamanını sorarak alay etmelerinden bir miktar söz etti. Daha sonra, müşriklerin putlara iman etme hususundaki inançlarının batıl olduğuna dair deliller ve hüccetler getirdi. Bundan sonra da, bu mübarek sûreyi, Kur'an'ın Sânının büyüklüğünü okunduğunda susup dinlemenin farz olduğunu açıklayarak sona erdirdi. [328]

Kelimelerin İzahı

Mürsâhâ, onun meydana gelmesi, karar kılması. Birkirnse bir şeyi bir yerde sâbitleştirdiği ve yerleştirdiği zaman, denilir.
Kelimesi bu fiildendir. Gemi demir atıp durduğunda, denilir. Onu açığa çıkarır. açmak, meydana çıkarmak demektir. Hafi, bir şeyi iyice inceleyen, onunla ilgilenen demektir. Şair A'şâ şöyle der;
Ey kadın, beni soruyorsan, bil ki, yüceliğinden dolayı A'şa'yı sorup araştıran nice kişiler vardır.[329] İhfa, bir şeyi iyice araştırmak demektir. Bıyıkları sonuna kadar kesmek manasına kullanılan ihfa kelimesi de bun­dandır. Bir kimse bir şeyin halini öğrenmek için araştırdığı zaman denilir.
Uıf, iyilik demektir. Akılların hoşuna giden, gönüllerin ısındığı her güzel haslete ürf denir.
kelimesinin çoğuludur. Cevheri şöyle der: Asıl, ikin­di ile akşam arasındaki zaman demektir.[330]

Nüzul Sebebi

Rivayete göre, müşrikler Rasulullah (s.a.v.)'a şöyle dediler: "Eğer sen peygambersen bize, kıyametin ne zaman kopacağını haber ver" Bunun üzerine Yüce Allah, âyetini indirdi.[331] [332]

Âyetlerin Tefsiri

187. Ey Muhammed! Sana kıyameti soruyorlar O ne zaman kopacak? diye. Kıyamet gününde hesap, çok süratli ola­cağı için, kıyamete ismi verildi. Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: Kıyametin durumu, göz açıp kapama gibi veya daha az zamandan başkası değildir.[333] Ey Muhammed! Onlara de ki, "Kıyametin kopacağı zamanı Al­lah'tan başkası bilmez" Yüce Allah bu manayı pekiştirmek üzere şöyle bu­yurdu: Kıyametin durumunu bizzat Allah'tan başka kimse insanlara afiklayamaz. O'nun vaktini bilen sadece Odur. Yer ve gök enn' kıyametten ve onun şiddet ve musibetle­rinden korktukları için kıyamet onlara ağır geldi.[334] O size ansızın gelecek­tir. Ey.Muhammed! Sanki sen kıyamet zamanını öğ­renmek için onu çokça soruyor ve hırsla araştırıyormuşsun gibi onu sana so­ruyorlar. De ki, onun vaktini Allah'tan başkası bilmez.
Çünkü O, gaybları bilen Allah'ın, kendi' bilgisine tahsis ettiği gayb işlerdendir. Fakat insanların çoğu, bunun niçin gizli tutulduğunu bilemez. Fahr-ı Râzi şöyle der: Kıyametin kullardan gizli tu­tulmasının hikmeti şudur: Kullar, onun ne zaman kopacağını bilmeyince, ondan sakınırlar. Bu durum, itaate daha çok sevkedici, masiyetten daha çok caydırıcı olur.[335]
188. De ki: Allah'ın dilemesi hâriç, ben iyiyi kendime çekmek, kötüyü de kendimden savmak gücüne sa­hip değilim..O halde, kıyametin ne zaman kopacağını nasıl bilirim? Eğer gayp işlerini bilseydim, elbette dünya men­faatleri ve mallarından birçok şeyi elde ederdim. Dünyanın âfetlerini ve zararlarını kendimden savardım. Eğer gaybı bilseydim kötü şeylerden de korunurdum. Fakat onu bilmiyorum. Dolayısıyle benim için takdir edilen hayır da şer de beni bulur, Ben uyarmak ve müjdelemek için gönderilmiş bir kuldan başka bir şey değilim. Ben, Allah katından kendilerine getirdiğim şeye iman eden bir kavim için gönderildim. [336]
189. O, yardimcısız, tek başına hepinizi bir kişiden yani Adem'den yaratan sânı Yüce Allah'tır. Ondan da eşi Havva'yı yarattı ki, onunla yatışsın ve ona arkadaş olsun. Eşi ile cinsî münasebette bulununca, eşi, hiç zahmet­siz hafif bir şekilde cenine hamile kaldı. Çünkü cenin, işin başlangıcında sadece bir nutfe idi. Ebussuûd şöyle der: Cenin, nutfe ve alaka hallerinde, daha sonraki hallerine göre annesine daha hafiftir. Ceninin hafif olduğunu bildirmekten maksat, Allah'ın insanları yaratması esnasında onlara lütfet­tiği nimetlere işarettir. Allah onları yaratılış safhalarında yokluktan varlık âlemine zayıflıktan kuvvetlüiğe derece derece geçirmiştir.[337] Doğuncaya kadar onu taşjdı. Çocuk karnında büyüyüp yükünün art­ması sebebiyle Havva ağırlaşınca her ikisi de Mürebbileri ve işlerinin sahibi olan Allah'a dua ettiler. De­diler ki: Eğer bize, yaratılışı düzgün sâlih bir çocuk verirsen, senin nime­tine mutlaka şükredeceğiz. [338]
190. Allah onlara, yaratılışı düzgün sâlih çocuk ve­rince, çocukları ve zürriyetleri Allah'a ortaklar koşup putlara ve heykellere taptılar.[339] Müşriklerin Allah'a nisbet ettikleri şeyden O yüce ve münezzehtir. [340]
191. Herhangi bir şeyi asla yaratmaya gücü yet­meyen bir şeyi Allah'a ortak mı koşuyorlar?! Bu soru, kınama ifade eder. Halbuki o putlar ve ilahlar yaratılmışlardır. O halde, Allah'la beraber onlara nasıl ibadet ediyorlar? Kurtubî şöyle der: Müşrikler pulların zarar ve menfaat vereceklerine inandıkları için, âyette putlar insan yerine konulmuş ve onlarla ilgili olan fiil insanlara ait bir fiil gibi, ve ile çoğul yapılmıştır.[341]
192. Bu putlar, kendilerine ibâdet edenlere yardım edemezler, Kendilerine kötülük yapmak isteyenlere karşı da, kendilerini koruyamazlar. Onlar son derece acz ve zillet içindedirler. Nasıl ilâh olurlar? [342]
193. O putlar hayra ve doğruluğa çağnlsa-lar gelemezler. Çünkü onlar cansız varlıklardır. Sizin onları çağırmanız da çağırmamanız da aynıdır. İkisi de bir şey ifade etmez. İbn Kesir şöyle der: Yani bu putlar, kendilerine dua edenlerin duasını işitmez. Onların katında, kendilerine dua eden ile onlarla oyun oy­nayan birdir. Nitekim bir âyette, İbrahim (a.s)'in şöyle dediği buyurulmuştur: Babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın?[343]
194. Allah'ı bırakıp da kendilerine ibadet ettiğiniz ve ilâh diye isimlendirdiğiniz putlar da sizin gibi ya­ratılmışlardır. Hatta insanlar onlardan daha mükemmel yaratılmıştır. Çünkü insanlar işitir, görür ve yakalar. Onlar ise, bunlardan hiçbirini yapa­maz. İşte bunun içindir ki, Yüce Allah On­ların ilâh oldukları hususundaki iddianızda doğru iseniz, menfaat sağlama veya zarar defetmek için onlara dua ediniz.[344] Bu emir, âciz bırakmak ve susturmak mânâsında kullanılmıştır. [345]
195. Bu putların yürüyebilecekleri ayaklan mı var? Bu, kınama üstüne kınamadır. Bundan sonraki sorular da aynı şekilde kınama ve azarlama ifade eder. Yoksa onların, kötülük yapmak istedikleri kimseleri yakalayıp öldürebilecek elleri mi var? veya, eşyayı görebilecek gözleri mi var? ya da sesleri işitebilecek kulakları mı var? Bu âyetten maksat; işitmeyen, görmeyen ve kendisine ibadet edenlere hiçbir fayda sağlamayan cansız varlıklara ibadet edenlerin cehaletlerini ve beyinsizliklerini açıklamaktır. Zira putların duyulan yoktur. Bir şeyden mahrum olan onu kimseye vere­mez. İnsanoğlu birçok sebepten dolayı bu putlardan daha üstündür. Çünkü insanın akıl ve duyuları vardır. Daha şerefli ve daha mükemmel olan bir varlığını daha âdi ve basit bir varlığa ibadetle meşgul olması nasıl uygun olur? İnsan o âdi varlıktan, ne menfaat sağlamakta, ne de zarar defetmekte bir fayda görebilir. Ey Muhammedi Onlara de ki: "Putları­nızı çeğiTin ve bana karşı onlardan yardım ve zafer dileyin. Bana tuzak kurma ve eziyet edip zarar verme hususunda siz ve put­larınız bütün gücünüzü harcayın. Bana, göz açıp kapayacak kadar mühlet vermeyin. Ben Allah'a güvendiğim için size aldırış etmem. Hasan-ı Basrî der ki: Rasulullah (s.a.v.)'ı ilâhları ile korkuttular. Bunun üzerine Allah Teâlâ, onlara bu şekilde cevap verilmesini emretti. [346]
196. Bana yardımı ve beni korumayı üzerine alan, Kur'an'ı bana indiren Allah'tır, O, sâlih kullarım koru­ma ve desteklemeyi üstlenmiştir. O, salih kulların dünya ve ahirette velisidir. [347]
197. Allah bırakıp da taptıklarınız, ne size yardım edebilirler, ne de kendilerine Yüce Allah, Onların taptıkları putların ne menfaat ne de zarar verebileceklerini açıklamak için âyeti tekrarladı. [348]
198. O putları hidâyete ve doğru yola çağırsanız çağrınızı işitmezler. Nerde kaldı yardım ve imdada koşmaları. Onları, yapma gözlerle seni karşılar görürsün. Onlar, görmeyen cansızlar oldukları halde bakar gibi görünürler. Çünkü onların yapay gözleri vardır. Onlarla birşey göremezler. [349]
199. Sen, afv yolunu tut. Bu, Rasulullah (s.a.v.)'a güzel ahlâkı emreden bir âyettir. Yani, insanlarla muamelelerinde kolaylık yolunu tut. İbn Kesîr şöyle der: Bu imana, bu konuda söylenen sözlerin en meşhurudur. Cebrail (a.s.)'in Rasulallah '(s.a.v ) O'a söylediği şu söz bunu destekler: "Allah, sana zulmedeni affetmeni, sana vermeyene vermeni ve sana gelmeyene gitmeni emreder.[350] sözlerde ve fiillerde iyiyi, güzeli ve beğe­nileni emret. Câhillerden yüz çevir. Beyinsizlere beyinsiz­ce karşılık verme. Bilakis onlara yumuşak davran. Kurtubî şöyle der: Bu, her ne kadar Peygamber (s.a.v.)'e hitap ise de, Allah'ın bütün mahlukata edep öğretmesidir.[351]
200. Ey Muhammedi Eğer sana Şeytandan bir vesvese gelir de seni hak hususunda şüpheye düşürürse, Onu defetme hususunda hemen Allah'a sığın ve ondan aman dile. Şüp­hesiz o senin söylediğini işitir, yaptığını bilir. [352]
201. Allah'tan korkma vasfını taşıyanlar var ya, onlara şeytan vesvese verip etraflarında dolaşarak kötü şeyleri hatırlattığında Allah'ın azabını ve sevabım düşünürler, Hemen basiret nuru ile hakkı görür ve şeytanın vesveselerinden kur­tulurlar. [353]
202. Şeytanların Allah'tan korkmayan kâfir kardeşlerine gelince, şeytanlar onları aldatır ve dalâlet yolcularını onlara güzel gösterir, Sonra onları aldatmaktan geri durmazlar. [354]
203. Onlara istedikleri mucizeyi getirmediğin zaman Derler ki "Ey Muhammed! Kendinden mucize uydursaydın ya?! Bu, onların alayıdır. Allah onlara lanet etsin. Ey Muhammed! Onlara de ki: İş benim elimde değil ki, kendimden bir şey getireyim. Ben sadece bir kulum. Allah'ın bana vahyettiklerine uyarım. Bu Yüce.Kur'an, parlak deliller ve açık hüccetlerdir. Bu varken diğer mucizelere ihtiyaç yoktur. Kur'an, kalblerin basiretleri menzilesindedir. Hak, onunla görülür ve idrak edilir, Kur'an, mü'minler için bir hidâyet ve rahmettir. Çünkü onun nurları ile aydınlanan ve hükümlerinden yararlananlar onlardır. [355]
204. Kur'an'ın ayetleri okunduğunda, on­ları düşünerek dinleyin. Ona hürmet ve saygı için, o okunurken susun. ki, rahmeti kazanasınız. [356]
205. Rabbini, onun azamet ve celalini görüyor-muşsun gibi gizlice an. Yalvarıp yakararak ve ondan korkarakan. Gizli ile açık arasında orta bir sesle onu, sa­bah akşam an. Allah'ı anmaktan gafil olma. [357]
206. Kuşkusuz Rabbinin katında bulunan tertemiz me­lekler, Rabblerine ibadet etmekten kibirlenmezler. Allah'ı ona layık olmayan şeylerden tenzih ederler, ve sadece Allah'a secde ederler. [358]

Edebi Sanatlar

1. Sanki sen onu iyice araştırıp soruyörmüşsün gibi. Bu, mürsel mücmel bir teşbihtir. Zira teşbih edatı zikredilmiş, vech-i şebeh hazfedilmiştir.
2. Onu sarıp örtünce..." Burada teğaşşî, cinsî münâsebet­ten kinayedir. Bu güzel kinayelerdendir.
3. Onların yürüyecek ayaklan mı var?... Edebiyat­ta bu üslûba itnâb denir. Bu, daha fazla kınama ve azarlama ifade eder.
4. Şeytandan sana bir fitleme gelirse... Burada şeytanın vesvesesi ve insanları masiyetlere teşvik etmesi, cilde iğne ve benzeri şeyleri sokmak manasına gelen benzetildi. Bunda güzel bir istiare vardır.
5. Bu Kur'an, Rabbinizden basiretlerdir". Burada teşbih-i belîğ vardır. Aslı, Bu Kur'an basiretler gibidir" şeklindedir. Teşbih edatı ve vech-i şebeh hazfedildi. Dolayısıyle teşbih-i beliğ olmuştur. Bazı âlimler, bunu mecâz-ı mürsel kabilinden olduğu görüşün­dedirler. Zira, sebebe müsebbebin ismi verilmiştir. Çünkü Kur'an akılların aydınlanmasına sebep olduğundan, ona "basiret" ismi verilmiştir, [359]

Bir Nükte

Seleften birinin Öğrencisine şöyle dediği rivayet olunur.
- Şeytan sana hataları güzel gösterirse ona ne yaparsın?
- Ona karşı cihad ederim.
- Tekrar vesvese verirse?
- Yine cihad ederim.
- Bir daha vesvese verirse?
- Yine onunla cihat ederim.
- Bu uzayıp gider, sonu gelmez. Bir koyun sürüsüne uğrasan, o sürünün îği sana saldırsa. geçmene mani olsa ne yaparsın?
- Ona karşı direnir ve gücümle onu kovarım.
- Bu da uzayıp gider. Fakat sürünün sahibinden yardım istersen köpeği senden uzaklaştırır. İşte istiazenin, Allah'a sığınmanın faydası budur.
Yüce Allah'ın yardımıyle A'raf Suresi'nin Tefsiri bitti. [360]


[1] A'râf sûresi, 7/176
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/278-279.
[3] Taberî!Vm/137
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/279.
[4] Râğıb, Müfredat, maddesi
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/284-285.
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/285.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/285.
[8] Tefsir-i Hâzin, 2/173
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/285.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/386.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/386.
[11] el-Bahnı'1-Muhît, 4/270.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/386.
[12] Muhiasar-ı İbn Kesir, 2/6
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/286.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/286.
[14] Tirmizî, İman, 17; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 11/213
[15] Buhârî, Tefsir, XVIII/b; Müslim, Münâfıkîn, 18; Tirmizî, Zuhd,12; İbn "Mâce Zühd,3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/154.
[16] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/7
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/286-287.
[18] Beyzâvî, s. 160
[19] Sebe' sûresi, 34/13
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/287.
[21] İblis hakkında yazdığımız araştırma ve onun cinlerden olup meleklerden olnıadığırfa dair getirdiğimiz deliller için bakınız, en-Nübüvvet ve'1-enbiyâ adlı kitabımız, s.48
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/287.
[22] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/8
[23] Ebu Hayyân, el-Bahr, 4/273
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/287-288.
[24] Keşşaf, 2/90
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/288.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/288.
[26] Kurtubî, 7/147
[27] Sâd sûresi, 38/80-81
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/288.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/288.
[29] Taberî, 12/341
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/288-289.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/289.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/289.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/289.
[34] Ruhu'l-meânî, 8/100
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/289.
[35] Kurtubî, 7/180
[36] Kurtubî, 7/181
[37] Taberî, 12/355
[38] el-Bahr, 4/281
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/289-290.
[39] Bu rivâyeü Taberî, Dahhâk'tan nakletmiştir. Burada Bakara sûresinin 37. âyetine işaret vardır.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/290.
[40] Fâtır sûresi, 35/6
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/290.
[42] Tâhâ sûresi, 20/55
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/290-291.
[44] Keşşaf, 2/97
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/291.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/291.
[47] Beyzâvî, s. 189
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/291-292.
[49] Muhtasar-i İbn Kesir, ,2/13
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/292.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/292.
[52] Yusuf sûresi, 12/86
[53] Ebussuûd, 2/155
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/292-293.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/293.
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/298.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/299.
[58] Müslim, Kitabu't-Tefsir, 25
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/299.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/299.
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/299-300.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/300.
[62] el-Bahr, 4/292
[63] Kehf sûresi, 18/59. Ayetin tefsirinde tercih edilen görüş şudur: Bundan maksat, peygam­berleri yalanlayan ümmetlerin ecelidir. Bu mânâ Taberî, İbn Kesir ve Ebussuûd'un tercihidir. Bir görüşe göre de maksat şudur: Her insanın yaşayacağı bir ömrü vardır. Bu ömür ne artar ne de eksilir. Birinci görüş, daha tercihe şayandır. Çünkü lafız " Her ümmet için.." şeklin­de gelmiştir. Allah daha iyi bilir.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/300.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/300.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/300.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/300-301.
[68] Ruhu'l-meâni, 8/116
[69] Ankebûî sûresi, 29/25
[70] Ahzab sûresi, 33/67-68
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/301.
[72] Bazı tefsirciler, azabı tadınız." cümlesinin Allah'ın kelâmı olduğu ve kınama yoluyla her iki gruba söylendiği görüşündedirler. Taberî'nin tercihi budur. Fakat zahir olan, bu cümlenin, liderlerin tâbilere söylediği söz olmasıdır. Nitekim el-Bahru'I-muhî'te böyledir. Allah daha iyi bilir.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/301.
[73] Fatir sûresi, 35/10 .
[74] Ahmed b. Hanbel, 11/364. Hadisin tamamı için, bk. Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/18
[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/302.
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/302.
[77] el-Bahra'1-muhîı, 4/298
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/302.
[78] Bu hadisi ibn Ebî Hatim rivayet etmiştir.
[79] Müslim, Münâfikîn, 77; Kurtubî, 7/209
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/302-303.
[80] Keşşaf, 2/106
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/303.
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/303.
[83] Hadîd sûresi. 57/13
[84] Taberî, 12/463
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/303-304.
[86] el-Bahru'1-muhît, 4/303
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/304.
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/304.
[88] Rûhu'l-meânî, 8/126
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/304.
[89] Taberî, 12/473
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/304-305.
[91] Rûhu'l-meânî, 8/127
[92] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/24
[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/305.
[94] Zümer sûresi, 39/16. el-Bahru'1-muhît, 4/298
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/305.
[96] A'râf sûresi, 7/31
[97] Ahmed b. Hanbel, Müsned, lV/132; Tırmızı, Sünen, Tühd, 47.
[98] Mehasinu’t-tevil 7/2664
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/306.
[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/311.
[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/311-312.
[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/312.
[102] Taberî, 12/480
[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/312.
[104] Kurtubî, 7/219
[105] Mehâsinu't-te'vîl, 7/2708
[106] Kurtubî, 7/219
[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/312-313.
[108] Buharı, Mcğâzi, 38, Cihad, 131; Müslim, zikr, 44,45
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/313.
[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/313.
[110] Bahru'1-muhît, 4/317
[111] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/27
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/313-314.
[112] Taberî, 12/497
[113] Rûhu'l-Meânî, 8/148
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/314.
[114] Hz. Nuh'un hayatı Hakkında geniş bilgi için, "en-Nubüvvctü ve'1-enbiyâ" adlı kitabımıza bakınız.
[115] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/314.
[116] el-Bahr, 4/320
[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/314.
[118] Âyet-i kerime, Ben açık bir sapıklık içinde değilim şeklinde gelmeyip gayet güzel bir ifade ile, Bende herhangi bir sapıklık yoktur." şeklinde gelmiştir. Bu ifade, Hz. Nuh'ta herhangi bir dalâletin bulunması ihtimalini ortadan kaldırır. Bu ifade bi­rinci ifadeden daha beliğ olup dalâlet ihtimalini daha iyi ortadan kaldırır. Çünkü birinci ifade, herhangi bir dalâlet ihtimalini ortadan kaldırmaz.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/314-315.
[119] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/28
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/315.
[120] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/315.
[121] el-Bahr, 4/323
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/315.
[122] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/315.
[123] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/315.
[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/315.
[125] Keşşaf, 2/116
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/315-316.
[126] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/316.
[127] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/316.
[128] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/316.
[129] Ebussuûd, 2/174
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/316.
[130] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/316-317.
[131] Âlûsî, Rûhu'l-meânî, 8/139.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/317.
[132] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/322.
[133] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/322-323.
[134] Kurtubî, 7/238
[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/323.
[136] Kurtubî, 7/239
[137] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/323.
[138] el-Bahr, 4/330
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/323-324.
[139] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/324.
[140] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/324.
[141] el-Bahr, 4/331
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/324.
[142] Keşşaf, 2/124
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/324.
[143] İsrâ sûresi, 17/32
[144] el-Bahr, 4/333
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/324-325.
[145] Ebussuûd, 2/178
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/325.
[146] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/325.
[147] Taberî, 12/551
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/325.
[148] Hûd sûresi, 11/82
[149] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/325-326.
[150] Muhtasar-t İbn Kesir, 2/53
[151] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/326.
[152] El-Bahr, 4/338
[153] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/326.
[154] el-Bahr, 4/340
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/326.
[155] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/326-327.
[156] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/327.
[157] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/327.
[158] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/327.
[159] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/327.
[160] Taberî, 12/571
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/327.
[161] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/327-328.
[162] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/328.
[163] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/334.
[164] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/334.
[165] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/334.
[166] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/334.
[167] el^Bahr, 4/348
[168] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/335.
[169] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/335.
[170] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/335.
[171] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/38
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/335.
[172] el-Bahr, 4/350
[173] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/335.
[174] Keşşaf, 2/135
[175] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/335-336.
[176] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/39
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/336.
[177] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/336.
[178] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/336.
[179] Tefsirciler şöyle der: Ataları mukaddes topraklarda olmasına rağmen İsrail oğullarının Mısır'da yerleşmiş olmalarının sebebi şudur: Hz. Yakub'un oğulları Mısır'a kardeşleri Yu­suf un yansna gelip orada kaldılar ve orada
bunların nesilleri çoğaldı. Firavun ortaya çıkınca onları köle yaptı ve zor işlerde çalıştırdı. Hz. Mûsâ, İsrailoğullarını bu esaretten kurtarmak ve onları babalarının vatanı olan mukaddes topraklara götürmek istedi.
[180] el-Bahr, 4/355
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/336-337.
[181] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/337.
[182] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/337.
[183] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/337.
[184] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/337.
[185] Kurtubî, 7/257
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/337.
[186] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/337.
[187] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/337-338.
[188] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/338.
[189] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/338.
[190] Keşşaf, 2/140
[191] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/338.
[192] Tâhâ Suresi, 20/66
[193] Taberî, 13/28
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/338.
[194] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/338.
[195] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/338.
[196] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/339.
[197] el-Bahru'l-Muhît, 4/364
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/339.
[198] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/339.
[199] Taberî, 13/34
[200] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/339.
[201] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/339.
[202] Bürûc suresi, 85/8
[203] Keşşaf, 2/142
[204] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/339.
[205] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/340.
[206] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/340.
[207] el-Bahr, 4/369
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/340.
[208] Ebussuud, 2/184
[209] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/340-341.
[210] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/341.
[211] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/346-347.
[212] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/347.
[213] Taberî, 13/46
[214] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/347.
[215] Rûhu'l-Meânî, 9/32
[216] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/347-348.
[217] Keşşaf, 2/146
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/348.
[218] Muh. İbn Kesir, 2/45
[219] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/348.
[220] Keşşaf, 2/148
[221] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/348.
[222] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/348-349.
[223] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/349.
[224] Kasas sûresi, 28/5
[225] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/349.
[226] Ebu Hayyan, el-Bahr, 4/378
[227] Keşşaf, 2
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/349-350.
[228] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/350.
[229] Taberî, 13/84
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/350.
[230] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/350.
[231] el-Keşşaf, 2/151
[232] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/350.
[233] Kurtubî, 7/278
[234] Taberî, 13/97
[235] Tirmizî, Tefsir 7
[236] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/350-351.
[237] Ebussuûd, 2/195
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/351.
[238] Şûra sûresi, 42/43
[239] Taberî, 13/110
[240] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/351-352.
[241] el-Keşşâf, 2/159
[242] Fussılet sûresi, 41/17
[243] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/352.
[244] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/352.
[245] Muhtosar-ı İbn Kesir, 2/51
[246] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/352-353.
[247] Muhtasar-ı İbn Kesir 2/51
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/353.
[248] Bunu Ebu Hayyan demiştir. Bkz. el-Bahr, 4/378
[249] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/353-354.
[250] Hud sûresi, 11/46
[251] Müddesir sûresi, 75/22,23
[252] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/354.
[253] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/354.
[254] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/354-355.
[255] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/3662.
[256] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 11/173 Varyantları için bkz. Buharî,yy Kader, 13; Müslim, Zikr, 53, Nesâî, İstiaze, 24;
[257] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/362-363.
[258] Taberî 13/123
[259] İbn Kesir der ki: Harun, Musa ile ana-baba bir kardeş olduğu halde "ey anamın oğlu demesi onun kendisine karşı daha şefkatli ve merhametli olması içindir.
[260] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/363.
[261] el-Keşşâf, 2/162
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/363-364.
[262] Muhtasaru İbn Kesir, 2/52
[263] Taberî 13/136
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/364.
[264] Rûhu'l-mcânî 9/70
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/364.
[265] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/364.
[266] Nisa Suresi, 4/153
[267] Taberî, 13/140
[268] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/364-365.
[269] Ebussuûd, 2/201
[270] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/365-366.
[271] Beyzâvî, s.2
[272] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/55
[273] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/366.
[274] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/366.
[275] Keşşaf, 2/167
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/366-367.
[276] el-Bahr, 4/406
[277] Taberî, 13/177
[278] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/367.
[279] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/367.
[280] Ebussuûd, 2/205
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/368.
[281] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/58
[282] Hataen yazılmış plsa gerek. Doğrusu "Cumartesi günü, olmalıdır. Nitekim diğer tefsir­lerde böyledir. (Mütercimler)
[283] Kurtubî, 7/306
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/368.
[284] Muhtasar-ı tbn Kesir, 2/59
[285] Taberî, 13/185
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/368-369.
[286] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/369.
[287] Muhtasar-I İbn Kesir, 2/59
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/369.
[288] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/369-370.
[289] Buharı, Cihad, 94; Müslim, Fitan, 18.
[290] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/370.
[291] Muhtasar-1 İbn Kesir, 2/61
[292] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/370-371.
[293] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/371.
[294] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/371.
[295] Meryem suresi, 19/59
[296] A'raf Suresi, 7/169
[297] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/71.
[298] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/374-375.
[299] er-Râzî, 4/457
[300] Cevheri, cs-Sihah, maddesi.
[301] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/375.
[302] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/375-376.
[303] Bu âyetin tefsirinde müfcssirlerin iki görüşü vardır. 1. Allah Âdem'i yaratınca onun zürriyetini sulbünden çıkardı. Onlar zerreler gibiydi. Onlardan, kendisinin Rableri olduğuna dair söz aldı. Onlar da bunu ikrar ederek şahitlikte bulundular. Bu mana, Peygamber (s.a.v.)'den bir çok yol ile rivayet edilmiştir. Sahabeden bir cemaatin görüşü de budur. 2. Bu bir temsil ve hayal ettirme kabilindendir. Yani, Yüce Allah, ilahlığını ve birliğini gösteren delilleri onların gözü önüne serdi. Allah'ın, onlara lütfettiği ve sapıklıkla hidayeti birbirinden ayırıcı güç kıldığı akılları ve basiretleri buna şahitlik etti. Allah sanki onları kendi aleyhle­rine şahit tutmuş oldu ve onlara: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" dedi. Onlar da: "Evet, Rabbİmizsin" diye cevap verdiler. Bu görüşü Zemahşerî, Ebu Hayyân ve Ebussuûd tercih etmiştir. Birincisi daha sahihtir.
[304] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/376.
[305] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/376.
[306] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/376.
[307] Teshil, 2/54
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/376.
[308] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/377.
[309] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/377.
[310] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/377.
[311] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/377.
[312] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/377-378.
[313] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/80. Buhârî, Menâkib, 28; Müslim, îmare, 17.
[314] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/378.
[315] Beyzâvî, s. 205
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/378.
[316] Buharî, Tefsir, XI/5; Müslim, Birr, 62
[317] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/378.
[318] Hıcr Suresi, 15/6
[319] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/378.
[320] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/378-379.
[321] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/379.
[322] Ebussuûd, 2/210
[323] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/379.
[324] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/379-380.
[325] Buharî, Tevhid, 12; Müslim, Zikr, 6.
[326] Ahmf.Hh Hnnhel Miisned. 1/391. 456.
[327] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/380.
[328] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/384.
[329] Kurtubî, 7/336
[330] es-Sıhah maddesi.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/384-385.
[331] Kurtubî, 7/335
[332] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/385
[333] Nahl Suresi, 16/77
[334] Bu mana, Katâde'nin görüşüdür. Birbaska görüşe göre manâ şudur: Kıyametin ne zaman kopacağını bilmek, yer ve gök ehline gizli kaldı.
[335] Tefsir-i Kebir, 4/484
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/385-386.
[336] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/386.
[337] Ebussuûtd, 2/211
[338] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/386.
[339] Bu görüş açık ve net olduğu için bunu tercih ettik. Araştırıcı ilim adamlarının tercih et­tikleri görüş budur. Bazı tefsirciler, bu âyetin Âdem ile Havva hakkında indiği ve " -ıs^; *j iÜ* ikisi ona ortaklar koştular" cümlesindeki zamirin Âdem ile Havva'ya ait olduğu görüşündedirler. Bu hususta bazı hadisler ve eserler rivayet ettiler. Onlardan birisi de, Semure'den merfu olarak rivayet edilen şu hadistir: "Havva doğum yapınca İblis onun etrafında döndü. Havva'nın çocukları yaşamıyordu. Şeytan dedi ki: Buna: "Abdulhâris ismini ver, o zaman yaşar." Havva da ona Abdülhâris ismini verdi ve çocuk yaşadı. İşte bu, şeytanın vahyindendir. (Ahmed b. Hanbel, TirmizL.) Hafız İbn Kesir bu hadi­sin üç yönden illetli olduğunu söylemiştir. Merhum bunları açıklamış ve hadisin mevkuf olduğunu tercih etmiştir. Bu hususta gelen rivayetlerin zayıf olduğunu söylemiştir. Sonra senediyle rivayet ederek Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğini söyledi: "Bu şirk koşma olayı bazı din mensuplarında olmuştur. Âdem'de olmamıştır." İbn Kesir daha sonra şöyle der: Bu husus­la biz Hasan-ı Basri'nin görüşünü kabul ederiz. Bize göre âyetin akışından maksat Âdem İle Havva değildir. Maksat, onun soyundan olan müşriklerdir. Nitekim bunu takiben gelen Allah, onların ortak koştuğu şeyden uzaktır" bölümü bunu gösterir. Bana göre: Kesinlikle doğru olan budur.
[340] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/386-387.
[341] Kurtubî, 7/341
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/387.
[342] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/387.
[343] Muhlasar-ı İbn Kesir, 2/75 Meryem Suresi, 19/42
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/387.
[344] Hafız İbn Kesir şöyle der: Muaz b. Cebel ile Muaz b. Amr b. Cemuh müslüman oldu­lar. İkisi de genç idiler. Gecelen müşriklerin putlarına saldırır, onları kırar ve odun edinirlerdi. Kavminin reisi olan Amr b. Cemuh'un kendisine ibadet ettiği ve temizleyip güzel kokular sürdüğü bir putu vardı. Bu iki Muaz geceleyin gelir, bu putun baş aşağı çevirir ve pislik sürerlerdi. Amr b. Cemuh gelir, puta yapılanları görür, onu yıkar, temizler, koku sürer ve yanına bir kılıç kor: "Bununla onu yen" derdi. Bundan sonra Muaz'lar aynı şeyi yapar, Amr da aynı şeyi yapardı. Nihayet bir gece onu tutup ölmüş bir
köpekle bir ipe bağladılar. Oradaki bir kuyuya astılar. Amr gelip bu durumu görünce, mensup olduğu di­nin batıl olduğunu anladı ve Şu şiiri okumaya başladı:
Allah'a andolsun ki, eğer sen ibadete lâyık bir ilâh olsaydın, köpekle beraber bir ipte bağlı ol mazdın. Amr daha sonra çok iyi bir müslüman oldu. Uhud savaşında şehit oldu.
[345] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/387.
[346] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/388.
[347] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/388.
[348] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/388.
[349] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/388-389.
[350] tbn Kesir, 3/535, Taberi, 9/105, 1987 Baskısı.
[351] Kurtubî, 7/347
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/389.
[352] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/389.
[353] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/389.
[354] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/389.
[355] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/389.
[356] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/389.
[357] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/389-390.
[358] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/390.
[359] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/390.
[360] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/390.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder