Araf Suresi(2)
Edebi Sanatlar
1. ile başlayan
âyette iyilik, kelimesi ile kötülük, kelimesi arasında tıbak sanatı vardır.
uğursuzlukları, lafzı ile uğursuz sayarlar, lafzı arasında da cinas-ı iştikak
vardır. Bunların her ikisi de edebî sanatlardandır.
2. Firavun'un
yapmakta olduğu şeyi yok ettik." Bu cümlede mânâyı muhatabın zihninde tasvir
etmek için geçmiş zaman yerine şimdiki zaman kipi kullanılmıştır. Yetiştirmekte
oldukları bahçeleri ifadesi de onun gibidir. Bunların aslı yaptıklarını ve
yetiştirdiklerini" şeklindedir.
3. Gerçekten
siz câhil bir toplumsunuz." Burada cehaletin onlarda bir huy ve geçmişte de
gelecekte de onlardan ayrılmaz bir tabiat olduğunu bildirmek için cahillik
ettiniz" yerine cahillik ediyorsunuz" şeklinde ifade edilmiştir.[248]
4. Yakında size
yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim." Burada iyi kulların yoluna teşvik
hususunda mübalağa etmek için üçüncü şahıs kipinden ikinci şahıs kipine dönüş
vardır. Aslı Onlara göstereceğim" dir.
5. Pişman
olduklarında. Bu da kinaye babındandır. Aşırı derecedeki pişmanlıktan kinayedir.
Çünkü pişman olan kimse üzüntüsünden elini ısınr.
6. doğular ve
batılar kelimeleri arasında tıbak sanatı vardır. [249]
Bir Uyarı
Ehl-i sünnet mezhebi mensuplarının
tümüne göre, mü'minler âhirette Rablerini göreceklerdir. Mutezile ise Beni asla
görmeyeceksin" âyetini delil getirerek bunu reddetmişlerdir. Halbuki bu âyette
Mutezile'nin tutunacağı bir şey yoktur. Bilakis bu âyet Ehl-i sünnet
ve'1-cemaat'in, Allah'ın görülebileceğine dâir, delilidir. Çünkü Allah'ın
görülmesi imkân- sız olsaydı Hz. Mûsâ onu istemezdi. Zira peygamberler, Allah
hakkında câ- iz olan ile muhal olanı bilirler. Eğer Allah'ın görülmesi imkânsız
olsaydı cevapta yasaklama ve sertlik olurdu. Nitekim Hz.Nuh, oğlunu isteyince
Yüce Allah ona O halde hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme! Ben sana
cahillerden olmamanı tavsiye ederim.[250]
buyurdu. Allah'ın görülmesi isteğini yasaklamak sadece dünyadadır. Çünkü beşer
bünyesi zayıftır buna tahammül edemez. Mücâhid der ki: Yüce Allah Hz. Musa'ya
şöyle buyurdu "ji\jî ^ sen beni asla görmeyeceksin." Çünkü sen buna tahammül
edemezsin. Fakat senden daha kuvvetli ve dayanıklı olan dağa tecelli edeceğim.
Eğer benim heybetime dağ dayanabilir, sabreder ve yerinde kalırsa senin de beni
görmen mümkün olur. Eğer dağ dayanamazsa sen hiç dayanamazsın. İşte bu suretle
Yüce Allah, Hz. Musa'ya dağı Örnek verdi, yoksa mutlak olarak görmeyi imkânsız
kılmadı. Âhirette görme olayının meydana geleceğini Allah'ın kitabı açıklamış ve
şöyle buyurmuştur: O gün bir takım yüzler parlayacaak, Rablerine
bakacaklardır.[251]
İşte bunu bid'atçıdan başkası reddetmez. [252]
Faydalı Bilgiler
Hz.Mûsâ, Allah'ın kelamını
işitince O'nu görmeyi arzu etti. Çünkü sevgilinin sözünü işitme zevkine eren
kimse ona karşı daha fazla arzu ve iştiyak duyar. Aşağıdaki beyti söyleyen ne
güzel söylemiş: Şevkin en tatlı olduğu an, yurtların yurtlara yaklaştığı
gündür, [253]
Bir Latife
Mutluluk ta bedbahtlık ta Allah'ın
elindedir. İmrân oğlu Musa'yı Firavun büyüttü. Mûsâ mü'min idi. Sâmirî Musa'yı
ise Cebrail terbiye etti. Halbuki o kâfir oldu. Sâmirî Musa'ya Cibrîl-i Emin'in
terbiyesi fayda vermedi. Lânetli Firavun'un terbiyesi de Mûsâ Kelimullah'a zarar
vermedi. Bu mânâyı vurgulamak için bir şâir şu beyitleri inşâd
etmiştir.
Kişi ezelde bahtiyar olarak
yaratılmamışsa onu terbiye eden de ziyandadır. Bunu ümid eden de. Çünkü
Cebrail'in terbiye ettiği Mûsâ kâfir idi. Firavun'un terbiye ettiği Mûsâ ise
peygamberdi. [254]
150. Mûsâ, kızgın
ve üzgün bir halde kavmine dönünce;
"benden sonra arkamdan ne kötü
işler yapmışsınız!" Rabbinizin
emrini beklemeyip acele mi ettiniz?" dedi.
Tevrat levhalarını yere
attı ve kardeşinin başını tutup
kendine doğru çekmeye başladı.
Kardeşi: "Anam oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve nerede ise beni
öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zâlim kavimle beraber
tutma!" dedi.
151. Mûsâ da,
"Ey Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kabul et. Zira sen
merhametlile-rin en merhametlisisin!" dedi.
152. Buzağıyı
ilâh edinenler var ya, işte onlara mutlaka Rablerinden bir gazap ve dünya
hayatında bir alçaklık erişecektir. Biz
iftiracıları böyle
cezalandırırız.
153. Kötülükler
yaptıktan sonra ardından tevbe edip de îman edenlere gelince, şüphesiz ki o
tevbe ve îmandan sonra, Rabbin elbette bağışlayan ve merhamet
edendir.
154. Musa'nın
öfkesi dinince, levhaları aldı. Levhalardaki yazıda Rablerinden korkanlar için
hidâyet ve rahmet vardı.
155. Mûsâ tayin
ettiğimiz vakitte kavminden yet- miş adam seçti. Onları o müthiş deprem
yakalayınca, Mûsâ dedi ki: "Ey Rabbim,
dileseydin onları da beni de daha önce
helak ederdin. İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği yüzünden hepimizi helak
edecek misin? Bu iş, senin imtihanından
başka bir şey değildir. Onun- la
dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim
sahihimi/sin, bizi bağışla ve bize acı, sen
bağışlayanların en iyisisin!
156. Bize, bu
dünyada da iyilik yaz âhirette de. Şüphesiz biz sana döndük." Allah buyurdu ki:
"Kimi dilersem onu azabıma uğratırım;
rahmetim ise her şeyi kaplamıştır.
Onu, sakınanlara, zekâtı
verenlere ve âyetlerimize
inananlara yazacağım."
157.
Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı bul- dukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e
uyanlar var ya, işte o Peygamber onlara
iyilği emreder, onları kötü- lükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis
şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve
üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı
gösteren, ona yardım eden ve onunla beraber gönderilen nûr'a uyan- lar var ya,
işte kurtuluşa erenler onlardır.
158. De ki: "Ey
insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın
elçisiyim. Ondan başka ilâh yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah'a
ve Allah'a ve onun sözlerine inanan
ümmî Peygamber olan Rasûlüne îman edin ve O'na uyun ki, doğru yolu
bulaşınız."
159.
Musa'nın kavminden hak
ile doğru yolu gösteren ve onun sayesinde âdil davranan
bir topluluk vardır.
160. Biz
İsrailoğullarım, oymaklar halinde oniki kabileye ayırdık. Kavmi kendisinden su
isteyince, Musa'ya, "âsânı taşa vur!" diye vahyettik. Derhal ondan oniki pınar fışkırdı. her kabile içeceği yeri
belledi. Sonra üzerlerine bulutla gölge
yaptık, onlara kudret helvası ve bıldırcın
eti indirdik. "Size
verdiğimiz rızıklarm temizlerinden yeyin." dedik. Onlar bize
zulmetmediler, fakat kendilerine zulmediyorlardı.
161.
Onlara, "Şu şehirde
yerleşin, ondan dilediğiniz gibi yeyin, "bağışlanmak
istiyoruz" deyin ve kapıdan eğilerek girin ki, hatalarınızı bağışlayalımiyilik
yapanlara ileride ihsanımızı daha da artıracağız.
162. Fakat
onlardan zâlim olanlar sözü kendilerine söylenenden başkasıyla değiştirdiler.
Bizde zulmetmelerinden ötürü üzerlerine gökten bir azap
indirdik.
163.
Onlara, deniz kıyısında
bulunan şehir halkının durumunu
sor. Hani onlar Cumartesi günü hakkında
haddi aşıyorlardı. Çünkü Cumartesi günlerinde balıklar meydana
çıkarak akın akın onlara gelirdi. Cumartesi dışındaki günlerinde ise
gelmezlerdi. İşte böylece biz, yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihan
ediyorduk.
164.
İçlerinden bir topluluk, "Allah'ın
helak edeceği, yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye
öğüt veriyorsunuz?" dedi. Dediler ki: "Rabbinize mazeret beyân edelim diye bir de sakınırlar
ümidiyle...
165. Onlar
kendilerine yapılan uyarıları unutunca, biz de kötülükten men edenleri
kurtardık, zulmedenleri de yapmakta
oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azap ile
yakaladık.
166. Kibirlerinden dolayı kendilerine yasak
edilen şeylerden vazgeçmeyince onlara "Aşağılık maymunlar olun!"
dedik.
167. Rabbin,
elbette Kıyamet gününe kadar onlara en kötü eziyeti edecek kimseler gönderceğini
ilân etti. Şüphesiz Rabbin cezayı çabuk verendir. Ve O, çok bağışlayan, merhamet
edendir.
168. Onları
gurup gurup yeryüzüne dağıttık. Onlardan
iyi kimseler vardır,
yine onlardan bundan aşağıda olanları da vardır. Belki
döner diye, onları iyilik ve kötülüklerle imtihan ettik.
169.
Onların ardından da
şu değersiz dünya malını alıp, "Nasıl olsa
bağışlanacağız" diyerek Kitâb'a vâris olan bir takım kötü kimseler geldi.
Onlara, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki, kitapta Allah
hakkında gerçekten başka
bir şey söylemeyeceklerine dair söz almamışlar mıydı? Ahiret yurdu,
sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınız ermiyor mu?
170.
Kitâb'a sımsıkı sarılıp
namazı dosdoğru kılanlar var ya,
işte biz böyle sâlih kişilerin ecrini zayi etmeyiz.
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Bu âyet-i kerimeler Hz. Musa'nın
İsrailoğulları ile olan kıssasını, Allah'ın onlara verdiği bol nimetleri ve
onların bu nimetlere karşılık gösterdikleri inkâr ve isyanları anlatmaya devam
ediyor. Bu âyetler Karye halkının kıssasını, Cumartesi günü av avlamak suretiyle
o günün kudsiyeti-ni ihlâl etmelerini ve Allah'ın onları nasıl maymunlara
çevirdiğini anlatır. İşte bunda ibret alanlar için büyük bir ders vardır. [255]
Kelimelerin İzahı
Esif, derin Üzüntü veya gazap.
Üzüntülü kimseye Esîf
denir:
İbn Ummi, anamın oğlu demektir.
Aslı şeklinde olup sonundan is harfi düşürülmüştür. Şefkat ve yumuşaklık ifade
eder.
Sevindiriyorsun. İnsanın başına
gelen kötü şeylere sevinmek. Hadiste, "Düşmanın sevinmesinden sana sığınırım.[256] şeklinde dua edilmiştir.
Recfe: Şiddetli
deprem.
Hudnâ, tevbe ettik, demektir. Bir
kimse işlediği günahdan tevbe edip döndüğünde hâde" denir. Bunun geniş zaman
kipi Yehûdu" şeklindedir. İsm-i faili gelir. Şâir şöyle der: Ben işlediğim
günahtan tevbe eden bir kişiyim.
Ağırlıkları. Isr, zor mükellefiyet
demektir. Isr, asıl itibariyle sahibini hareketten alıkoyan ağırlık
demektir.
Eğlâl, boyuna veya ele vurulan
zincir mânâsına gelir. kelimesinin çoğuludur.
Ona saygı gösterdiler ve ona
yardım ettiler, demektir.
Esbat, oğlun veya kızın çocuğu,
mânâsına gelen sıbt kelimesinin çoğuludur, daha sonra İsrail oğullarının herbir
kabilesine "sıbt" denilmiştir.
Bildirdi. İzan" masdarmdan türemiş
olan âzene" fiili ile eş anlamlı olup îlâm manasınadır.
Onlara tattırıyorlardı,
demektir.
Half, şer ve kötülükte başkasının
yerine geçen demektir. halef ise hayırda
başkasının yerine geçen manasınadır. Arapların Allah seni hayırlı selefe
hayırlı halef kılsın.! şeklindeki sözleri , bu kelimedendir. [257]
Âyetlerin Tefsiri
150. Mûsâ,
kavminin buzağıya tapmalarından dolayı, kızgın ve üzgün bir halde onlara
dönünce Ben yokken buzağıya ibadet etmekle ne kötü iş yaptınız! Rabbinizin
emrini beklemeyip acele mi ettiniz? dedi. Bu emir Hz. Musa'nın Tûr'dan dönmesini
beklemekti. Bu soru inkâr içindir. Mûsâ kavminin buzağıya tapmasına Allah için
aşır: derecede kızarak ve üzülerek levhaları attı ve kardeşi Harun'un saçındai
tuttu; onu kendisine doğru çekmeye başladı. Çünkü o, Harun'un, kavmin buzağıya
tapmaktan engelleme hususunda kusur ettiğini sanıyordu. Mûse (a.s.) kötülüklere
karşı Allah rızası için aşarı derecede kızardı. İbn Abbas şöyle der: Mûsâ
kavmini buzağıya taparken görünce Allah rızası için kıza rak levhaları atıp
kırdı ve kardeşinin başından tutup kendisine doğru çek meye başladı.[258]
Bu, şefkat ve mer hamet isteyen bir seslenme şeklidir.[259]
Yani Hârûn dedi ki: "Ey ananın oğlu! Bu
kavim beni zayıf gördü ve bana galip geldiler. Onlara buzağıyı tapmayı
yasaklayınca nerede ise beni öldüreceklerdi. Ben onlara nasihatta kusur etmedim.
Düşmanları sevindirecek şekilde bana kötülük etme. Beni küçümseyip de düşmanlai
güldürme. Beni cezalandırarak veya kusur ettiğimi kabul ederek ben zâlimlerden
sayma. Mücâhid burayı: "Beni buzağıya tapan zâlimlerdeı sayma." şeklinde tefsir
eder. [260]
151. Ey Mûsâ,
Rabbim Beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kabul et. Sen merha metlilerin
en merhametlisisin.." dedi. Hz. Mûsâ, Hârûn (a.s.) 'in görevd kusur etmediğini
ve suçsuz olduğunu anlayınca hem kendisi hem de kardeş için mağfiret dileyerek
"Rabbim- beni ve kardeşimi bağışla..." dedi. Ze mahşerî şöyle der: Hz. Mûsâ
kardeşini incitecek sözler söylediğinden ken dişi için, yerine halifesi olarak
görev yapan kardeşinin görev esnasınd meydana gelen muhtemel kusurlarından
dolayı da kardeşi için bağış istedi, Her ikisinin de Allah'ın rahmetinden uzak
kalmamasını, dünya ve âhirette devamlı olarak rahmet edilmesini diledi.[261]
152. Erkek
sığır olan buzağıyı kendilerine ilah edinip ona ibadet edenler var ya, işte
onlar Allah'ın şiddetli gazabına uğrayacaklar. Dünyada da onlara zillet ve
horluk gelecektir. Tbn Kesir şöyle der: İsrail oğullarının uğradığı gazap şudur:
Onlar birbirlerini öldürmedikçe Yüce Allah onların tevbesini kabul etmemiştir.
Zillete gelince, Yüce Allah bunun ardından dünya hayatında zillet ve horluk
vermiştir.[262] İşte bunların gazap ve zilletle
cezalandırdığımız gibi Allah'a iftira eden herkesi böyle cezalandırırız. Sufyan
b, Uyeyne şöyle der: "Bütün bid'at sahipleri zelildir.[263]
153. Kötülük ve masiyetleri işleyip te sonra tevbe
ederek Allah'a dönen, imanı üzere devam eden ve imanında ihlas sahibi olanlara
gelince Ey Muhammed! İşte bu tevbeden sonra Rabbin elbette onların günahlarını
bağışlar ve onlara merhamet eder. Alûsî şöyle der: Bu ayet-i kerime bildiriyor
ki: Günahları ne kadar çok ve ne kadar büyük olursa Yüce Allah afvı ve keremi
daha çok ve daha büyüktür. Ebu Nuvas ne kadar güzel söylemiş! Allah onu
bağışlasın:
Ey Rabbim! Eğer günahlarım büyüyüp
çoğaldıysa, şüphesiz biliyorum ki senin afvın daha büyüktür. Eğer senin affını
iyilerden başkası ümid etmiyorsa günahkârlar kime sığınıp eman dileyecekler?[264]
154. Musa'nın,
kardeşine ve kavmine karşı olan kızgınlığı sükûnet bulunca atmış olduğu tevrat
levhalarını aldı. İnsanları dünya ve âhiret mutluluğuna vesile olan şeylere
ilettiği için, onda yazılı olan âyetlerde hakka hidayet vemahlûkata rahmet
vardır. Bu rahmet, günahları sebebiyle Allah'tan korkan ve onun azabından
çekinenler içindir. [265]
155. Musa,
kavminin buzağıya tapmamış olanlarından yetmiş kişi seçti. Buzağıya tapmış
olanlardan dolayı özür dilemek üzere, Rabbinin, gelmesine izin verdiği zaman
(Tur Daği'na) geldi. Dağ onları sarsıp, helak oldukları zaman, Hz. Musa,
Allah'ın emrine teslim olmuş bir şekilde yalvarıp yakararak dedi ki: "Ey Rabbim!
Bundan önce helak etmek isteseydin elbette ederdin. Şüphesiz biz senin
kullarınız. Senin emir ve hakimiyetinin altındayız. Sen ise dilediğin yaparsın.
Bizi ve diğer İsrailoğullarmı, "Allah'ı bize açıkça göster.[266]
diyen bu yetmiş beyinsizin yaptıklarından dolayı helak edecek
misin?
Bu soru, merhamet isteme ve boyun
eğmeyi ifade eden bir sorudur, Sanki Hz. Musa şöyle diyor: "Ey Allahım!
Başkalarının günahlarından dolayı bizi cezalandırma."
Taberî, Suddî'den
yaptığı nakilde şöyle
der: Yüce Allah,
Mus; (a.s.)'ya, İsrailoğullarmdan bir toplulukla kendisine gelip,
buzağıya tapma larından dolayı özür dilemelerini emretti. Onlara gelecekleri
zamanı d, bildirdi. Musa bizzat kendisi, kavminden 70 kişi seçti. Sonra, özür
dilemel için onları götürdü. Belirlenen o yere geldiklerinde dediler ki: "Ey
Musa Allah'ı açıkça görmedikçe
sana asla inanmayız.
Çünkü sen onunl konuştun. Onu bize de göster." Bunun
üzerine onlara yıldırım çarptı v öldüler. Musa (a.s.) ağlamaya ve Allah'a dua
etmeye başladı. Şöyle diyoi du: "Ey Rabbim! İsrail oğullarına gittiğim zaman
onlara ne dieyim? Sen or ların ileri gelenlerini helak ettin. Dileseydin onları
ve beni daha önce hela ederdin.[267]
Ben derim ki: "İsrailoğullarmın seçkinleri böyle konuşursa, or ların kötülerinin
hali nasıl olur?! Yahudilerin
pisliklerinden Allah sığınırız
Onların başına gelen bu fitne, senin kendisiyle ku lanın imtihan ettiğin bela ve
musibetinden başka birşey değildir, Bu musibetle, saptırmak istediğini saptırır,
hidayetini i tediğini de hidayete erdirirsin. Ey Rabbim! Sen işlerimizin sahibi,
yardımcımız ve koruyucumuzsun. İşlediğim günahlarımızı bağışla. Geniş ve
engin rahmetinle bize merhamet et. Sen afveden ve ayıplan örtenlerin en
iyisisin. Günahları bağışl ve onları sevaba çevirirsin. [268]
156. Bu ayet,
Hz. Musa'm duasının devamıdır. Yani: "Bize bu dünyada da iyilik ver, âhirette de
iyil ver. Biz bütün günahlarımızdan tevbe edip sana döndük. Allah buyurdu ki:
Azabıma gelince, ki larımdan kimi dilersem ona azap ederim. Rahmeti ise, bütün
mahlukati: kapsamıştır. Ebussuûd şöyle der: "Âyette azaba uğratırım" şeklin
muzâri sigası kullanılarak isabet fiilinin azaba nisbet edilmesi, rahmetimi
kapsamıştır" şeklinde mazi siygası kullanılan
fiilinin ra mete nisbet edilmesi gösteriyor ki rahmet, Allah'ın zatının
gereğidir. ise, kulların günahlarının gereğidir.[269] ranmeti âhirette, inkâr ve masiyetlerden
sakına mallarının zekatlarını veren ve bütün kitapları ve peygamberleri tasdik
edenlere tahsis edeceğim. [270]
157. Rahmetin
kapsadığı bu kimseler, oku-ma-yazma bilmeyen, ümmî, Arap ve peygamber olan
Muhammed (s.a.v.)'e tâbi olanlardır. Beyzâvî şöyle der: "Allah'a izafetle ona
Rasul; kullara izafetle de Nebî ismini verdi,[271]
O, Öyle bir peygamberdir ki, onun
vasıflarını ve sıfatlarını yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de bulurlar. İbn
Kesîr şöyle der: İşte bu, Muhammed (s.a.v.)'in, peygamberlerin kitaplarında
bulunan sıfatıdır. Peygamberler onun gönderileceğini ümmetlerine müjdelediler
ve ona tâbi olmalarını emrettiler. Onun sıfatları, peygamberlerin kitaplarında
hâlâ bulunmaktadır. Onların âlimleri ve bilginleri bu sıfatları bilirler.[272]
Muhammed (s.a.v.) onlara sadece her
türlü iyiyi emreder ve sadece her türlü kötü şeyi yasaklar. Onlara uğursuz
zulümleri yüzünden, kendilerine haram edilmiş olan temiz ve güzel şeyleri helal
kılar. Kan, lâşe ve domuz eti gibi pis olan şeyleri de haram kılar. Tevbe
hususunda kendini öldürme, elbiseden necaset yerini kesme, kasten olsun hataen
olsun öldürme olayında katilden kısas alma ve benzeri, boyna vurulan zincirlere
benzeyen, yükümlü bulundukları güç mükellefiyetleri hafifletir, Muhammed'i tasdik eden, ona hürmet ve saygı
gösteren ve onun dinine yardım edenler, ona indirilen nurlu Kur'an'a ve yüce
şeriatına tabi olanlar var ya işte ebedî mutluluğu kazananlar onlardır. [273]
158. Ey
Muhammed! İnsanlara de ki: Ben bütün dünya halkına Allah tarafından gönderilmiş
bir peygamberim. Bu ayet Rasulullah (s.a.v.)'in Peygamberliğinin bütün halk için
umumî olduğunu açıklar, O, bütün kâinatın sahibi olan Allah'tır. Ondan başka ne
bir Rab vardır ne de Mabud. O, diriltmeye ve yok etmeye kadir olan ilâhtır. Şu
halde, Allah'ın ayetlerine iman edin. Bütün mahlûkat için gönderilmiş olan
Peygamberi tasdik edin. Okuma ve yazma bilmeyen, kendisine ve diğer
peygamberlere indirilen kitapları tasdik eden, mucizeler sahibi ümmî Peygambere
iman edin. İstenilen şeye ulaşmanız ümidiyle ö'nun yoluna girin ve onun izini
takip edin. [274]
159.
İsrailoğuIIanndan, Allah'ın şeriatında dosdoğru giden bir cemaat vardır. Onlar,
haksöz ile insanlara doğru yolu gösterirler. Onun sayesinde âdil davranıp
zulmetmezler. Zemahşerî şöyle der: Yüce Allah İsrailoğuIIanndan din hususunda
sarsıntı geçiren ve şüpheye düşen, hattâ buzağıya ibadet etmek ve Allah'ı açjkça
görmek istemek gibi iki büyük günaha cür'et edenleri anlattıktan sonra,
onlardan kesin iman eden, imanında sebat eden, hak söz ile insanları hidayete
erdiren, onlara doğru yolu gösteren ve doğru yola irşat edenlerin de
bulunduğunu anlattı.[275]
160.
İsrâiloğullannı parçalayıp çeşitli kabilelere ayırdık. Yakub'un oniki
çocuğundan oniki kabile meydana getirdik. Ebu Hayyân şöyle der: Onları
kabilelere ayırdık ki, her kabilenin reisi o kabilenin işini görsün de Musa'nın
işi hafiflesin. Birbirlerini kıskanmasınlar da aralarında kargaşa çıkmasın.
Kavga edip su için birbirlerini öldürmesinler diye, Yüce Allah onlar için oniki
göze fışkırttı. Her. kabileye bir yönetici verdik ki, işlerinde ona baş
vursunlar.[276]
İsrailoğulları Tîh ÇÖlü'nde susuz kalıp da Hz. Musa'dan su isteyince, Musa'ya
asasını taşa vurmasını vahyettik. O da vurdu, Taştan, kabilelerin sayısı kadar,
12 gözeden su fışkırdi. Onlardan her kabile ve topluluk kendilerine ait olan
gözeyi belledi. Taberî şöyle der: Hiçbir kabile su içmek için diğer kabileye
gitmezdi.[277]
Onları güneşin sıcağından ve onun eziyetinden koruyacak bulutları üzerlerine
gölge yaptık. Âlûsî şöyle der: Gölge onlarla birlikte yürür, onlar durduğunda o
da dururdu. Onlara lezzetli bir yemek ikram ettik. O, "Menn" ve "Selvâ"dır. "Menn" ağaç üzerine inen tatlı bir şeydir.
Onu toplar ve yerler. "Selva" ise, Sümmânî (bıldırcın) denilen eti lezzetli bir
kuştur. Bütün bunlar, onların en ufak bir gayreti olmadan, kendilerine Allah'ın
lütuf ve ihsanıdır. Onlara, "Size rızık olarak verdiğimiz bu temiz lezzetli
şeylerden yeyiniz." dedik. Ama onlar,
bize değil kendilerine zulmediyorlardı. Bu sözde hazif vardır. Takdiri
şöyledir: Onlar, bu güzel nimetlere nankörlük ettiler. Böyle yapmakla bize
zulmetmediler, fakat kendilerine zulmettiler. Çünkü,
nankörlükle kendilerini Allah'ın azabına sürüklediler. [278]
161. Atalarına:
"Beyt-i Makdis'e yerleşin. Oranın yiyecek ve meyvelerinden hangi taraftan ve
nereden dilerseniz yeyin."girdiğiniz zaman da Ey Allah günahlarımızı bağışla"
deyin, Böyle yaparsanız sizin geçmiş günahlarımızın hepsini sileriz, Allah'ın
emrine sarılıp ona itaat etmek suretiyle güzel amel edenlere, bağıştan da öte,
cennete girme hakkını vereceğiz" dediğimiz zamanı hatırlat. [279]
162. Onlardan
zâlim olanlar, Allah'ın emrini, ona yakışmayan
bir sözle değiştirdiler. Zira onlar bağışla" yerine Arpa içinde buğday"
dediler. Beyt-i Makdis'e Allah'a boyun eğerek secde halinde girecekleri yerde,
Allah'ın emirlerini alay ve eğlenceye alarak, kıçları üzerine sürünür halde
girdiler. geçmişte ve hem de şimdi, zulüm ve taşkınlıkları yüzünden üzerlerine
gökten azap gönderdik. Ebussuûd şöyle der: Azap'tan maksat taun hastalığıdır.
Rivayete göre, bir saatte onlardan yirmidörtbin kişi ölmüştür.[280]
163. Ey
Muhammed! Yahudilere atalarının haberlerini, denizin yakınında, kıyısında
bulunan beldenin durumunu, ora halkının Allah'ın emrine isyan edip Cumartesi
günü avlanınca başlarına geleni sor. Allah onları maymunlara ve domuzlara
çevirmedi mi? İbn Kesir şöyle der: Bu belde Kızıldeniz kenarında bulunan
Eyle'dir.[281] Hani onlar, cumartesi günü avlanmak
suretiyle Allah'ın o gün için koyduğu yasağı çiğniyorlardı. Hani, Cumartesi günü
balıklar su yüzünde çokça geliyorlardı. O gün ise, avlanmak onlara haram
kılınmıştı. Cumartesi gününün dışında gelmiyorlar, kaybolup gizleniyorlardı,
işte bu hayret verici imtihan gibi, yani avlanmaları haram kılınmış bir günde
balıkları su yüzüne çıkarmak, helal kılınan günde ise onları gizlemek suretiyle
onları imtihan ettiğimiz gibi imtihan ederiz. Bu imtihanı, onların yoldan çıkmaları ve
Allah'ın haram kıldığı şeyleri çiğnemeleri sebebiyle yaparız. Kurtubî şöyle der:
Rivayete göre bu olay Davud (a,s.) zamanında oldu. Şeytan onlara vesvese vererek
dedi ki: Size sadece Cumartesi günü balık tutmak yasaklandı. Havuzlar yapıp balıkları oraya doldurun. Havuzlar yaptılar. Cuma günü[282]
balıklan havuzlara
sevkediyorlardı.Havuzda su az olduğu için, balıklar orada kalıyor, ordan
çıkmaları mümkün olmuyordu. Dolayısıyla pazar günü onları yakalayıp alıyorlardı.
Böylece balıklan avlamada hile yapıyorlardı.[283]
164. İçlerinden
bir topluluk, "Allah'ın helak edeceği, yahut şiddetli bir şekilde azabedeceği
bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?" dedi. İbn Kesir şöyle der: Yüce Allah bu
belde halkının Üç gruba ayrıldığını bildirmektedir. Bir grup yasakları çiğnemiş
ve cumartesi günü balık avlamak için hile yapmıştır. Bir başka grup bunlara
bu işi yapmamalarını öğütlemiş ve
onlardan ayrılmıştır.
Üçüncü bir grup da sessiz kalmış,
hiçbir şey yapmamış, nasihatte bulunmamış, fakat nasihat edenlere: "Allah'ın
helak edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?" Yani, "Onlara ne diye
nasihat ediyorsunuz? Halbuki biliyorsunuz ki onlar helake ve Allah'ın azabına
müstehak olmuşlardır. Onlara, bu işi yapmamalarını öğütlemenizin hiçbir faydası
yoktur.[284]
demiştir. Öğüt verenler dediler ki: Biz sadece, nasihat ve hatırlatma görevini
yerine getirdiğimize dair, Allah katında mazeret beyan etmek için onlara öğüt
veriyoruz. Belki de onlar, işledikleri bu günahtan vazgeçerler. Taberî şöyle
der: Belki de Allah'tan korkarlar da ona itaate dönerler ve ona karşı
işledikleri günahtan, cumartesi gününün hürmetini ihlâl etmelerinden tevbe
ederler.[285]
165.
Sâlihlerinin hatırlattığını, bir şeyi unutanın bırakması gibi bırakıp nasihati
kabulden tamamen yüzçevirdiklerinde yeryüzünde fesat çıkarmaktan menedenleri
kurtardık. İsyankar zalimleri ise, ki bunlar haram işleyenlerdir, yoldan
çıkmaları ve Allah'ın emrine isyan etmeleri sebebiyle şiddetli bir azap ile
cezalandırdık. [286]
166. İsyan edip
kibirlerinden dolayı kendilerine yasak edilen şeylerden vazgeçmeyince onları
maymun ve domuzlara çevirdik. Yani, onlara önce şiddetli bir şekilde azap
edildi. Vazgeçmeyip de taşkınlıklarına devam edince maymunlara ve domuzlara
çevrildiler. Kısacası, belde halkı üç gruba ayrıldı: Bir grup isyan etti ve
azaba uğradı. Bir grup onlara öğüt ve nasihatta bulundu. Allah da onları azaptan
kurtardı. Üçüncü bir grup da, onlardan ayrıldı, onlara Öğüt vermedi, masiyet de
işlemedi. Kur'an onlar hakkında birşey söylememiş, susmuştur. İbn Abbas şöyle
der: Bilmiyorum, bu sükut eden gruba ne oldu? Kurtuldular mı? Yoksa helak mı
oldular? İkrime şöyle der: Ben, onların kurtuluşa erdiğine dair İbn Abbas'ı
ikna edinceye kadar onun yanından ayrılmadım. Çünkü onlar diğerlerinin yaptığını
hoş karşılamıyorlardı. Bunun üzerine İbn Abbas bana bir elbise giydirdi.[287]
167. Ey
Muhammed! Allah'a isyanları, emrine muhalefetleri ve yasaklan çiğnemede hile
yapmaları sebebiyle, Rabbin'in kıyamete kadar en kötü işkenceyi tattıracak
kimseleri başlarına musallat kılacağını yahudilere bildirdiği zamanı hatırla.
Allah yahudilere Buhtunassır'ı musallat kıldı. Buhtunassır onları öldürdü ve
esir aldı. Sonra hristiyanları musallat kıldı. Hristiyanlar onları ezdiler ve
onlardan cizye aldılar. Daha sonra Muhammed (s.a.v.)'i musallat etti. Rasuluilah
(s.a.v.) ülkeyi onlardan temizledi ve onları Arap-yarımadasının dışına sürdü.
Son olarak da Hitler'i onlara musallat etti. Hitler onların, korunması gereken
mal, can ve ırz emniyetlerini çiğnedi, öldürmek ve yeryüzünde sürgün etmek
suretiyle nerdeyse onları helak ediyordu. Allah'ın İsrailoğullarına azap
musallat etme vadi, inşaallah, işi kökünden halledecek bir savaşta müslümanlann
onları öldürmesine kadar devam edecektir. İşte o gün, Allahın yardımıyla
mü'minler sevinecekler, Şüphesiz Rabbin. kendisine isyan edenleri çabuk
cezalandırır. İtaat edenler için
bağışlayıcı ve merhametlidir. [288]
168. Onları
yeryüzünde çeşitli fırkalara ayırdık. Her ülkede onlardan bir grup vardır.
Onların sahip olacakları, kendilerine ait bir bölge yoktur. Onun için onların
kudretleri olmaz.
Bugünlerde mukaddes arzda
toplanmaları, inşaallah mü'minlerin elleriyle kesilmeleri içindir.Nitekim
Rasuluilah (s.a.v.) Bunu vaad ederek şöyle buyurmuştur: "Müslümanlar yahudilerle
savaşmadıkça kıyamet kopmaz...[289]
Yüce Allah bundan sonra onların hepsinin
kafir olmadığını, içlerinde iyilerin de kötülerin de bulunduğunu açıklayarak
şöyle buyurdu: Onlardan bir kısmı mü'min ve salih kimselerdi. Bunlar çok
azdır.Onlarm bir kısmı da, inkarları ve yoldan çıkmaları sebebiyle, salih olma
derecesinden düşmüşlerdir. Bunlar büyük çoğunluktur. İnkar ve masiyetlerden
dönsünler diye onları nimetlerle, belalarla, sıkıntı ve bolluklarla imtihan
ettik. [290]
169. Onların
ardından da,Kitab'a vâris olan bir takım kötü kimseler geldi. İbn Kesir şöyle
der: İçlerinde iyilerin de, kötülerin de bulunduğu nesilden sonra, hayırsız
başka bir nesil geldi. Bunlar atalarından Kitab'a yani Tevrat'a vâris oldular.[291]
Onlar, bu değersiz dünya malını helâl-haram demeden alıyor ve öğünerek:"Allah
yaptıklarımızı bağışlayacak" diyorlardı. Bu onların aldanmaları ve Allah'a
karşı iftiralarıdır. Onlar ısrarla günah işledikleri halde bağış bekliyorlar.
Dünya malından herhangi bîr şey gördüklerinde helâl veya haram oluşuna bakmadan
onu alırlar. Bu som kınama ve azarlama ifade eder. Tevrat'ta, doğru
söyleyeceklerine ve Allah'a iftira etmeyeceklerine dair onlardan sağlam yemin
alınmamış mıydı? Masiyetlerde ve haram yemede ısrar etmelerine rağmen
bağışlanacaklarını nasıl iddia ediyorlar? Bu cümle, onları en şiddetli bir
şekilde kınar. Yani, halbuki onlar Kitap'ta olanı okumuşlar ve batıl sözlerle
Allah'a iftiraya verilecek cezayı tam olarak öğrenmişlerdi. Âhiret, haramı
terkederek Allah'tan sakınanlar için daha hayırlıdır. Bu soru inkar ifade eder.
Yani onlar hâlâ akıl erdirip sakınmıyorlar mı? Bundan maksat şudur: Onlar akıllı
olsalardı, fânî olanı bakî olana tercih etmezlerdi. [292]
170. Din
işlerinde Allah'ın indirdiğine sarılanlar ve namazları vakitlerinde eda etmeye
devam edenler var ya, Şüphesiz biz onların mükafatlarını zayi etmeyeceğiz,
bilakis Allah'ın emrine sarılmaları ve sâlih olmalarına karşılık onlara en
üstün ve en değerli mükafaatı vereceğiz. [293]
Edebi Sanatlar
1. Musa'nın
öfkesi sakinleşince.." Burada öfke; kükreyen, köpüren, intikam emreden sesiyle
haykıran bir adama benzetildi ki bu ses daha sonra sakinleşir ve kesilir. Bu
sözde istiare-i mekniyye vardır. Bu ne güzel bir tasvirdir ki, güzelliğini temiz
bir fıtrat ve zevk-i selîm sahibi olan herkes anlar.
2. saptırırsın
ile hidayete erdirirsin. lafızları arasında tıbak vardır. Aynı sanat diriltir ve
öldürür kelimeleri arasında da vardır.
3. Peygamber
onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder bölümü ile Onlara temiz
şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar" bölümü arasında edebî sanatlardan
mukabele sanatı vardır. Mukabele: önce iki veya daha fazla mananın getirilmesi, sonra
tertib ile bunlara
tekabül edecek başka mânâların
zikredilmesidir.
4. Onların
yüklerini ve üzerlerindeki zincirleri indirir."
Burada yük ve zincirler zor mükellefiyetler ve hükümler için müsteâr
olarak kullanılmıştır.
5. Düşünmüyor
musunuz? Burada daha fazla kınama ve azarlama ifade etmesi için, üçüncü şahıstan
ikinci şahsa dönülmüştür. [294]
Faydalı Bilgiler
Halef, fetha okuyarak başkasının
yerine geçen hayırlı kişi demektir. sükûnla okunmasıyla başkasının yerine geçen
kötü kişidir. Şu ayetlerde bu manada kullanılmıştır Nihayet onların peşinden
öyle bir yaramaz nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar. Nefislerinin
arzularına uydular. Bu yüzden azgınlıklarının cezasını görecekler[295]
Onlardan sonra, kitaba vâris olan bir takım kötü kimseler geldi.[296] Allah
daha iyi bilir. [297]
171. Bir
zamanlar dağı İsrâiloğullarının üzerine gölge gibi kaldırdık da üstlerine
düşecek sandılar. Size verdiğimi kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırlayın ki
konmasınız.
172. Kıyamet
gününde, "Biz bundan habersizdik" demeyesiniz
diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı,
onları kendilerine şahit tuttu ve
dedi ki: "Ben sizin Rabbiniz değil
miyim?" Onlar da, "Evet şahit olduk" dediler.
173. Yahut,
"Daha önce babalarımız Allah'a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir
nesildik (onların izinden gittik). Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helak edecek
misin?" dememeniz için böyle yaptık.
174. Belki inkârdan
dönerler diye işte âyetleri böyle
açıklıyoruz.
175. Onlara,
kendisine âyetlerimizi verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de
şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini
oku.
176. Dikseydik
elbette onu âyetlerle yükseltirdik. Fakat o, dünyaya meyletti ve hevesinin
peşine düştü.
Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna
benzer: Üstüne varsan da, dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp
solur, tşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat, belki
düşünürler.
177.
Ayetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmetmiş olan kavmin durumu ne
kötüdür!
178. Allah kimi
hidâyete erdirirse, doğru yolu bulan odur. Kimi de şaşırtırsa, işte asıl ziyana
uğrayanlar |>nlardır.
179. Andolsun,
biz cin ve insandan birçoğunu cehennem için yaratmışizdır. Onların kalbleri
vardır, onlarla kavramazlar; gözlen vardır, onlarla görmezler; kulakları
vardır, onlarla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir; hattâ daha da şaşkındırlar,
işte asıl gafiller onlardır.
180. En güzel
isimler Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle duâ edin. Onun isimleri
hakkında eğri yola gidenleri bırakın.
Onlar yapmakta olduklarının cezasına
çarptırılacaklardır.
181.
Yarattıklarımızdan, dâima hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren bir
millet vardır.
182.
Ayetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden helake
götüreceğiz.
183. Onlara
mühlet veririm kuşkusuz benim cezam çetindir.
184.
Düşünmediler mi ki, arkadaşlarında hiç bir delilik yoktur? O, ancak apaçık bir
uyarıcıdır.
185. Göklerin
ve yerin hükümranlığına Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış
olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur'an'dan sonra artık hangi söze
inanacaklar?
186. Allah kimi
şaşırtırsa, artık onun
için yol gösteren yoktur. Ve onları azgınlıkları içinde şaşkın o-larak
bırakır.
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde
İsrailoğullannın Allah'ın emirlerine isyanlarını ve inatlarını anlattıktan
sonra, burada da, Tevrat'ın hükümleri ile amel etmedikleri takdirde Tûr Dağını
üzerlerine kaldırıp onları onunla helak ederek cezalandıracağını anlattı. Bundan
sonra kötü âlimlere de bir kıssayı örnek getirdi. Bu kıssa, dünya malına tamah
ederek Allah'ın âyetlerinden uzaklaşan kimsenin kıssasıdır. Onun için,
yorgunluk ve rahat hallerinde soluyan bir köpeği darb-ı mesel getirdi.
Yahudilerin dünya malına karşı köpekleşmeleri ve mala tapmaları hususunda bu
olay, onların ruhlarını tasvir etmek için yeter. [298]
Kelimelerin İzahı
Kaldırdık, jp, kuvvetle çekmek
demektir. Ebu Ubeyde şöyle der: aslı, bir şeyi yerinden söküp atmaktır.[299]
Zulle; tavan, veya bulut, veya bir
duvar kanadı gibi kişiyi gölgeleyen her şey. Çoğulu ve şeklinde
gelir.
B ildiler veya kesin
inandılar.
Çıktı. Insilâh, çıkmak
manasınadır. Bir şeyden tamamen ayrılan kimse için denilir. Yılan derisinden
çıktığında denir.
Bir şeye doğru meyledip eğildi.
Aslında bu kelime, bir şeyden ayrılmamak manasınadır. Bir kimse bir yerden
ayrılmayıp orada ikametini sürdürdüğünde denilir. Cennette ebedî kalmayı ifade
eden da bu köktendir.
Solur. Cevheri şöyle der: Köpek,
yorgunluk veya susuzluktan dilini çıkardığında denilir. Muzârîsi dir.[300]
Yarattık.
Haktan ayrılıyorlar. İlhâd, doğru
ve orta yoldan sapmak demektir. Dînin emirlerinden sapan kimse için ve denilir.
İsm-i failidir. [301]
Âyetlerin Tefsiri
171. Tûr
Dağı'nı söküp, İsrailoğullannın başı üzerine kaldırdığımız zamanı hatırla, ilk
<ük O dağ sanki bir tavan veya bulut gölgesi idi. Emre uymadıkları takdirde,
onun başlarına düşeceğini kesin olarak anladılar. Tefsirciler şöyle der:
Rivayete göre, Israiloğulları, katılığı ve ağırlığı dolayısıyle Tevrat'ın
hükümlerini kabul etmekten kaçındılar. Allah (c.c.) da Tur Dağı'nı başlarına
kaldırdı. Onlara denildi ki: Tevrat'ı içindekilerle beraber tamamen kabul
ederseniz edersiniz. Kabul etmezseniz, dağ üzerinize mutlaka düşecektir. Onlar
dağı görünce, üzerlerine düşmesinden korktukları için hepsi secdeye kapandılar.
Onlara, "Tevrat'ı ciddiyet ve azimetle alın" dedik. Onda olanları, amel etmek
suretiyle hatırlayın. Onunla amel edinki, müttekîler zümresinden olasınız. [302]
172. Ey
Muhammedi Hatırla ki, Rabbin Âdemoğullarmı babalarının sulbünden çıkarttı.
Kendisinin bir olduğunu onlara İkrar ettirdi. Bu hususta onları birbirlerine
şahit tuttu.[303] İbn Abbas şöyle der: Allah Âdem'in sırtını
meshetti de oradan kıyamete kadar yaratacağı her nefsi çıkarttı. Allah
ilahlığını ve birliğini onlara ikrar ettirdi. Onlar da bunu ikrar ve kabul
ettiler. Hesap gününde, "biz bu mîsâktan ve senin ilahlığını ikrardan gafildik.
Bu hususta uyarılmadık" demeyeseniz diye sizi birbirinize şahid tuttuk. [304]
173. Veya
kıyamet gününde, "biz ortak koşmadık, biz sadece babalarımızı taklit ettik ve
onların yolundan gittik. Bu hususta biz mazeretliyiz" demeyesiniz diye sizi
birbirinize şahit tuttuk. Hakkı bilmeden kendilerini takip ettiğimiz müşrik
babalarımızın şirkleri yüzünden bizi helak edecek misin? dememeniz için böyle
yaptık. [305]
174. İşte bu
misâkı açıkladığımız gibi, âyetleri de açıklıyoruz ki, insanlar onları düşünsün,
bâtılda ve babalarını taklitte ısrardan vazgeçsinler. [306]
175. Ey
Muhammed! O yahudi-lere, kendisine Allah'ın kitaplarından bazısının ilmini
öğrettiğimiz şu âlimin haberini
ve kıssasını anlat. Bu âlim âyetleri inkar etmek ve onlardan yüzçevirmek
suretiyle, yılanın, derisinden sıyrıldığı gibi âyetlerimizden sıyrılıp gitti.
Şeytan onu takip etti ve onu emri altına aldı. Nihayet, daha önce hidayete ermiş
kişilerden iken, iyice dalâlete düşen sapıklar zümresinden oldu. İbn Abbas şöyle
der: "Bu âlim, Bel'am b. Bâura'dır. Allah'ın ism-i a'zamını bilirdi." İbn Mes'ud
şöyle der: Bu, İsrailoğullarından bir adamdır. Hz. Musa (a.s.) onu, Medyen
kralını Allah'a davet etmek üzere Medyen'e gönderdi. Kral, Musa'nın dinini
terkedip kendi dinine uyması için Bel'am'a rüşvet olarak bir mülk verdi. O da
bunu kabul etti ve bu hareketiyle insanları saptırdı.[307]
176. İşteşiydik
onu iyi âlimler derecesine yükseltirdik. Fakat o dünyaya meyletti ve ona
bağlandı, onun lezzet ve zevklerini ahirete tercih etti ve nefsinin isteklerine
boyun eğdi. Böylece aşağıların aşağı derecesine indi. Onu kovsan da koşar ve
solur; kendi hâline bıraksan da solur. Bu çok parlak ve edebî sanat meyanında
bir temsildir. Bu kötü sıfat, Allah'ın ayetlerini yalanlayan herkesin sıfatıdır.
Burada yahudilere taviz vardır. Zira
onlara Tevrat verildi. Rasulullah
(s.a.v.)'ın sıfatını tanıdılar. Tanıdıkları peygamber kendilerine gelince onu
inkar ettiler ve Tevrat'ın hükmünden çıktılar. Sana vahyettiklerimizi ümmetine
anlat. Belki düşünür ve ibret alırlar. [308]
177. Allah'ın
ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür, Ayetlerimizi yalanlamakla
kendilerinden başkasına zulmetmediler. Çünkü yalanlamanın vebali kendilerini
aşmaz. [309]
178. Şüphesiz
Allah kimi doğru yola iletirse o mutlu ve kazançlıdır. Kimi de saptırırsa o da'
şüp-hesiz bedbaht ve ziyana uğramıştır. Ayetten maksat, hidayete iletmenin de,
dalâlete düşürmenin de Allah'ın elinde olduğunu açıklamaktır. [310]
179. Cehenneme
odun olsunlar diye, ki cinlerden ve
insanlardan birçok halkı cehennem için yarattık. Bu kimselerden maksat, ezelde
bedbaht olmaları takdir edilenlerdir, Onların kalpleri vardır. Fakat onlarla
hakkı anlamazlar. Onların gözleri vardır. Fakat onlarla, Allah'ın kudretini
gösteren delilleri ibret gözüyle görmezler. Kulakları vardır. Fakat onlarla,
âyetleri ve nasihatları düşünüp de ibret alacak şekilde dinlemezler. Burada
maksat, onların görme ve işitme duyularının tamamen yok olduğunu ifade etmek
değildir. Maksat, din hususunda kendilerine fayda sağlıyacak şekilde işitip
görmediklerini ifade etmektir. Onlar anlamama, görmeme ve işitmeme hususunda
hayvanlar gibidir. Hattâ hayvanlardan daha kötü durumdadırlar. Çünkü hayvanlar
yararlarını ve zararlarını idrak ederler. Bunlar ise yarar ile zararı
birbirinden ayıramazlar. Dolayısıyle kendilerini cehenneme atarlar, İşte onlar gaflet içersinde
boğulanlardır. [311]
180. En güzel
ve en şerefli isimler Allah'ındır. Çünkü onlar en güzel ve en şerefli manaları
bildirirler. O halde onu bu isimlerle anınız. Onun isimleri hususunda
müşriklerin yaptığı gibi haktan ayrılanları bırakın. Çünkü müşrikler Allah'ın
isimlerinden isim türeterek ilahlarına vermişlerdir. Meselâ: Allah'tan Lât,
Aziz'den Uzzâ ve Mennân'dan Menât isimlerini türeterek ilâhlarına vermislerdir.
Yaptıklarının cezasını ahirette çekeceklerdir.
[312]
181.
Yarattığımız milletlerden, Allah'ın şeriatine söz ve amel ile sarılan bir millet
vardır. Onlar insanları hakka çağırır ve hak ile amel ve hükmederler. İbn Kesir
şöyle der: Âyetteki ümmetten maksat, bu Muhammed (s.a.v.) ümmetidir. Çünkü
hadiste şöyle buyrulmuştur: "Ümmetimden bir grup daima hak üzerinde olacaktır.
Onları yardımsız bırakan ve muhalefet eden onlara zarar veremez. Nihayet onlar
bu durumda iken Allah'ın emri gelir.[313]
Bu grup herhangi bir zamana mahsus değildir. Bilakis her zaman ve her yerde
bulunur. İslam dâima üstündür. Hiçbir şey ondan üstün olamaz. Her ne kadar
fâsıklar ve şer ehli çoğalsa da, onların bir değeri yoktur, güçleri de yoktur.
Hadiste, kıyamete kadar İslamın ve müslümanlarm yüce bir şeref içinde
bulunacaklarına dair bu Ümmet-i Muhammed'e büyük bir müjde vardır. [314]
182. Mekke
halkı ve diğer insanlardın Kur'an'ı yalanlayanlar var ya, onları yavaş yavaş
yakalayıp bilmedikleri bir yerden helake yaklaştıracağız. Beyzâvî şöyle der: Bu
istidrâc şöyle olur: Onlara bolca nimet verilir. Onlar bunu, Allah'ın
kendilerine bir lutfu zannederler. Böylece iyice şımarır ve taşkınlığa dalarlar.
Nihayet azaba müstehak olurlar.[315]
183. Onlara
mühlet verir. Sonra çok kuvvetli ve kudretli bir şekilde yakalarım. Nitekim
hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur."Şüphesiz Allah zâlime mühlet verir. Sonunda
onu ansızın yakalar.[316]
Benim
yakalamam ve ceza vermem
kuvvetli ve şiddetlidir. Allah'ın
bu şekilde mühlet vermesi zahiren bir lütuf, bâtınen bir ceza olduğu için
Allah ona "tuzağım" ismini verdi. [317]
184. O Allah'ın
âyetlerini inkâr edenler düşünüp de kavray amıyorlar mı ki, Muhammed'de
herhangi bir delilik yoktur. Bilakis o, Allah'ın hak peygamberidir. Allah onu
insanların hidayeti için göndermiştir. Bu âyet, müşriklerin Peygambere (s.a.v.)
nisbct ettikleri deliliği reddeder. Onlar şöyle diyordu: Ey! kendisine Kur'an
indirilen. Sen mutlaka bir delisin[318] Muhammed, uyarıcı bir peygamberden başka bir
şey değildir. Anlayan ve belleyen bir kalbi veya aklı olan kimse için onun
durumu açık ve seçiktir. [319]
185. Allah'ın
geniş mülküne, delil getirme gözüyle bakmıyorlar mı? Onda sahibinin büyüklüğünü
ve gücünün üstünlüğünü gösteren deliller vardır. Bu soru; inkâr, hayret ve
kınama ifade eder. Alla'ın büyük küçük bütün mahlûkatına bakıp da bunlardan
yaratıcısının kudretinin üstünlüğüne, sahibinin şanının yüceliğine, yaratanın ve
icat edenin birliğine delil getirmiyorlar mı? Yakında ölebileceklerini
düşünmüyorlar mı? Onların, ecelleri gelmeden önce kendilerini Allah katında
kurtaracak şeyleri düşünmeye ve tefekkür etmeye koşmaları gerekir. Son derece
açık ve seçik olan Kur'an'a inanmadıktan sonra, artık hangi söze
inanacaklar?! [320]
186. Gerçek şu
ki, Allah kimin hakkında dalâlet takdir etmişse, onu kimse doğru yola iletemez.
Allah onları inkar ve inatları içinde bırakır da, şaşkın şaşkın dolaşırlar. [321]
Edebî Sanatlar
1. Hatırla ki,
Rabbin aldı." Burada birinci şahıstan ikinci şahsa dönüş vardır. Aslı, "biz
aldık " dır. Bundaki nükte, hitabı Rasulullah (s.a.v.)'a yöneltmek suretiyle
onun şanını yüceltmektir. Aynı zamanda, terkibinde, kelimesinin peygambere ait
zamire izafetinde, peygambere değer verme ve onu şereflendirme olduğu açıktır.
Ayet-i kerimede kapalılıktan sonra bir açıklama, özetten sonra bîr tafsilat
vardır.
2. Ayetlerden
tamamen sıyrıldı." Derinin koyundan soyulduğu gibi, o da âyetlerden tamamen
çıktı. Ebussuûd şöyle der: Ayetlerden çıktığının "soyulma" kelimesi ile ifade
edilmesi, daha önce âyetlerle kendi arasında tam bir birlik varken, daha sonra
tamamen birbirlerinden ayrıldıklarını gösterir.[322]
3. Onun durumu
tıpkı köpeğin durumuna benzer. Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan
da dilini sarkıtıp solur." Burada teşbih-i temsili vardır. Yani kötülük örneği
olan o adamın durumu, en âdî ve alçak bir hayvanın durumuna benzer. Bu,
yorgunluk halinde de, istirahat halinde de devamlı soluyan köpeğin durumudur.
Tasvirde, birbirine benzetilen birkaç unsur vardır. Bunun için teşbih-i temsilî
denilir.
4. Onlar hayvanlar gibidir." Burada mürsel
mücmel teşbih vardır. [323]
Faydalı Bilgiler
Ben sizin Rabbiniz değil miyim?
Evet, Rabbimizsin. dediler. âyetinin tefsirinde İbn Abbas'm şöyle dediği rivayet
olunur. Eğer cevap olarak, yerine, deselerdi, kâfir olurlardı. Bunun izahı
şudur: kelimesi, müsbet veya menfî söyleyeni tasdik etmektir. Eğer deselerdi,
Allah'ın, kendilerinin Rabbi olmadığını ikrar etmiş gibi
olurlardı,
Halbuki böyle değildir. O, sadece
menfî sorulara cevap olarak kullanılan bir harftir. Olumsuz sorunun cevabının
olumlu olduğunu gösterir. Buna göre mânâ şudur: "Evet sen Rabbimizsin." Eğer
deselerdi, o zaman mânâ: "Evet, sen Rabbimiz değilsin" olurdu. İbn Abbas'm
sözünün izahı budur. Buna dikkat edilmelidir. Çünkü bu çok ince bir
konudur. [324]
Bir Uyarı
Hadis-i şerifte şöyle
buyrulmuştur: "Allah'ın 99 ismi vardır. Kim onları sayarsa cennete gider.[325] Âlimler şöyle der: Bunun mânâsı: "Kim o
isimleri ezberler ve onların mânâsını düşünürse cennete girer." Bu hadis,
Allah'ın (c.c.) isimlerinin sadece 99 olduğunu ifade etmez. Çünkü başka bir
hadiste şöyle buyrulmuştur: "Allah'ım! Senin kendine verdiğin veya katındaki
gayb ilminde kendine seçtiğin bütün isimlerinin hürmetine senden isterim[326]
İbn Arabî, bazı kişilerden, Allah'ın bin
ismi olduğunu rivayet etmiştir. [327]
187. Sana
Kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin
katındadır. Onun vaktini O'ndan başkası açıklayanıaz. O göklere de yere de ağır
gelmiştir. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana
soruyorlar. De ki: Onun bilgisi ancak Allah'ın katındadır, ama insanların çoğu
bilmezler.
188. De ki:
"Ben, Allah'ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek
güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak
isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı ben sâdece inanan bir kavim için bir
uyarıcı ve müjdeley içiyim."
189. Sizi bir
tek candan yaratan, O'ndan da gönlü ısınsın diye eşini yaratan O'dur. Eşini
sarıp örtünce, eşi hafif bir yük yüklendi. Onu bir müddet taşıdı. Hamileliği
ağırlaşınca, Rableri Allah'a: Andolsun bize kusursuz bir çocuk verirsen
muhakkak şükredenlerden olacağız, diye duâ ettiler.
190. Fakat
Allah onlara kusursuz bir çocuk verince, kendilerine verdiği bu çocuk hakkında
Allah'a ortak koştular. Allah ise onların ortak koştuğu şeyden
yücedir.
191. Kendileri
yaratıldığı halde hiç bir şeyi yaratamayan varlıkları Allah'a ortak mı
koşuyorlar?
192. Halbuki
putlar ne onlara bir yardım edebilirler ne de kendilerine bir yardımları
olur.
193. Onları
doğru yola çağırırsanız size uymazlar, onları çağırsanız da, sükût etseniz de
sizin için birdir.
194. Allah'ı
bırakıp da taptıklarınız, sizler gibi kullardır. Doğru iseniz, onları çağırın da
size cevap versinler.
195. Onların
yürüyecekleri ayakları mı var, yoksa tutacakları elleri mi var, veya görecekleri
gözleri mi var, yahut işitecekleri kulakları mı var? De ki: "Ortaklarınızı
çağırın, sonra bana tuzağı kurun ve bana göz bile
açtırmayın!"
196. Şüphesiz
ki, benim velîm
Kitab'ı indiren Allah'tır, Ve O,
bütün sâlihlere de velilik eder.
197. Allah'ın
dışında taptıklarınızın ne size yardıma güçleri yeter ne de kendilerine yardım
edebilirler.
198. Onları
doğru yola çağırmış olsanız işitmezler. Ve onları sana bakar görürsün, oysa
onlar görmezler.
199. Sen afv
yolunu tut, iyiliği emret ve câhillerden yüzçevir.
200. Eğer
şeytanın fitlemesi seni dürterse hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir,
bilendir.
201. Takvaya
erenler var ya onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda hatırlayıp
hemen gerçeği görürler.
202.
Şeytanların dostlarına gelince, şeytanlar onları, azgınlığa sürüklerler. Sonra
da yakalarını bırakmazlar.
203. Onlara bir
mucize getirmediğin zaman, "onu da düzüp koşsaydın ya!" derler. De ki: Ben ancak
Rabbimden bana vahyolunana uyarım. Bunlar, Rabbinizden gelen basiretlerdir
inanan bir kavim için hidâyet ve rahmettir.
204. Kur'an
okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet
edilsin.
205. Kendi
kendine, yalvararak ve
ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini an. Gafillerden
olma.
206. Şüphesiz
Rabbin katındakiler O'na kulluk etmekten
kibirlenmezler, O'nu teşbih eder
ve yalnız O'na secde ederler.
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde
peygamberin daveti ile alay edenlerin durumunu anlattıktan sonra, burada da
onların inatlarından ve peygamber (s.a.v.)'e kıyametin kopma zamanını sorarak
alay etmelerinden bir miktar söz etti. Daha sonra, müşriklerin putlara iman etme
hususundaki inançlarının batıl olduğuna dair deliller ve hüccetler getirdi.
Bundan sonra da, bu mübarek sûreyi, Kur'an'ın Sânının büyüklüğünü okunduğunda
susup dinlemenin farz olduğunu açıklayarak sona erdirdi. [328]
Kelimelerin İzahı
Mürsâhâ, onun meydana gelmesi,
karar kılması. Birkirnse bir şeyi bir yerde sâbitleştirdiği ve yerleştirdiği
zaman, denilir.
Kelimesi bu fiildendir. Gemi demir
atıp durduğunda, denilir. Onu açığa çıkarır. açmak, meydana çıkarmak demektir.
Hafi, bir şeyi iyice inceleyen, onunla ilgilenen demektir. Şair A'şâ şöyle
der;
Ey kadın, beni soruyorsan, bil ki,
yüceliğinden dolayı A'şa'yı sorup araştıran nice kişiler vardır.[329]
İhfa, bir şeyi iyice araştırmak
demektir. Bıyıkları sonuna kadar kesmek manasına kullanılan ihfa kelimesi de
bundandır. Bir kimse bir şeyin halini öğrenmek için araştırdığı zaman
denilir.
Uıf, iyilik demektir. Akılların
hoşuna giden, gönüllerin ısındığı her güzel haslete ürf
denir.
kelimesinin çoğuludur. Cevheri
şöyle der: Asıl, ikindi ile akşam arasındaki zaman demektir.[330]
Nüzul Sebebi
Rivayete göre, müşrikler
Rasulullah (s.a.v.)'a şöyle dediler: "Eğer sen peygambersen bize, kıyametin ne
zaman kopacağını haber ver" Bunun üzerine Yüce Allah, âyetini indirdi.[331]
[332]
Âyetlerin Tefsiri
187. Ey
Muhammed! Sana kıyameti soruyorlar O ne zaman kopacak? diye. Kıyamet gününde
hesap, çok süratli olacağı için, kıyamete ismi verildi. Nitekim bir âyet-i
kerimede şöyle buyrulmuştur: Kıyametin durumu, göz açıp kapama gibi veya daha az
zamandan başkası değildir.[333]
Ey Muhammed! Onlara de ki, "Kıyametin kopacağı zamanı Allah'tan başkası bilmez"
Yüce Allah bu manayı pekiştirmek üzere şöyle buyurdu: Kıyametin durumunu bizzat
Allah'tan başka kimse insanlara afiklayamaz. O'nun vaktini bilen sadece Odur.
Yer ve gök enn' kıyametten ve onun şiddet ve musibetlerinden korktukları için
kıyamet onlara ağır geldi.[334]
O size ansızın gelecektir. Ey.Muhammed! Sanki sen kıyamet zamanını öğrenmek
için onu çokça soruyor ve hırsla araştırıyormuşsun gibi onu sana soruyorlar. De
ki, onun vaktini Allah'tan başkası bilmez.
Çünkü O, gaybları bilen Allah'ın,
kendi' bilgisine tahsis ettiği gayb işlerdendir. Fakat insanların çoğu, bunun
niçin gizli tutulduğunu bilemez. Fahr-ı Râzi şöyle der: Kıyametin kullardan
gizli tutulmasının hikmeti şudur: Kullar, onun ne zaman kopacağını bilmeyince,
ondan sakınırlar. Bu durum, itaate daha çok sevkedici, masiyetten daha çok
caydırıcı olur.[335]
188. De ki:
Allah'ın dilemesi hâriç, ben iyiyi kendime çekmek, kötüyü de kendimden savmak
gücüne sahip değilim..O halde, kıyametin ne zaman kopacağını nasıl bilirim?
Eğer gayp işlerini bilseydim, elbette dünya menfaatleri ve mallarından birçok
şeyi elde ederdim. Dünyanın âfetlerini ve zararlarını kendimden savardım. Eğer gaybı bilseydim kötü şeylerden de
korunurdum. Fakat onu bilmiyorum. Dolayısıyle benim için takdir edilen hayır da
şer de beni bulur, Ben uyarmak ve müjdelemek için gönderilmiş bir kuldan başka
bir şey değilim. Ben, Allah katından kendilerine getirdiğim şeye iman eden bir
kavim için gönderildim. [336]
189. O,
yardimcısız, tek başına hepinizi bir kişiden yani Adem'den yaratan sânı Yüce
Allah'tır. Ondan da eşi Havva'yı yarattı ki, onunla yatışsın ve ona arkadaş
olsun. Eşi ile cinsî münasebette bulununca, eşi, hiç zahmetsiz hafif bir
şekilde cenine hamile kaldı. Çünkü cenin, işin başlangıcında sadece bir nutfe
idi. Ebussuûd şöyle der: Cenin, nutfe ve alaka hallerinde, daha sonraki
hallerine göre annesine daha hafiftir. Ceninin hafif olduğunu bildirmekten
maksat, Allah'ın insanları yaratması esnasında onlara lütfettiği nimetlere
işarettir. Allah onları yaratılış safhalarında yokluktan varlık âlemine zayıflıktan kuvvetlüiğe derece derece geçirmiştir.[337] Doğuncaya kadar onu taşjdı. Çocuk karnında
büyüyüp yükünün artması sebebiyle Havva ağırlaşınca her ikisi de Mürebbileri ve
işlerinin sahibi olan Allah'a dua ettiler. Dediler ki: Eğer bize, yaratılışı
düzgün sâlih bir çocuk verirsen, senin nimetine mutlaka şükredeceğiz. [338]
190. Allah onlara, yaratılışı düzgün sâlih çocuk
verince, çocukları ve zürriyetleri Allah'a ortaklar koşup putlara ve heykellere
taptılar.[339]
Müşriklerin Allah'a nisbet ettikleri şeyden
O yüce ve münezzehtir. [340]
191. Herhangi
bir şeyi asla yaratmaya gücü yetmeyen bir şeyi Allah'a ortak mı koşuyorlar?! Bu
soru, kınama ifade eder. Halbuki o putlar ve ilahlar yaratılmışlardır. O halde,
Allah'la beraber onlara nasıl ibadet ediyorlar? Kurtubî şöyle der: Müşrikler
pulların zarar ve menfaat vereceklerine inandıkları için, âyette putlar insan
yerine konulmuş ve onlarla ilgili olan fiil insanlara ait bir fiil gibi, ve ile
çoğul yapılmıştır.[341]
192. Bu putlar,
kendilerine ibâdet edenlere yardım edemezler, Kendilerine kötülük yapmak
isteyenlere karşı da, kendilerini koruyamazlar. Onlar son derece acz ve zillet
içindedirler. Nasıl ilâh olurlar? [342]
193. O putlar
hayra ve doğruluğa çağnlsa-lar gelemezler. Çünkü onlar cansız varlıklardır.
Sizin onları çağırmanız da çağırmamanız da aynıdır. İkisi de bir şey ifade
etmez. İbn Kesir şöyle der: Yani bu putlar, kendilerine dua edenlerin duasını
işitmez. Onların katında, kendilerine dua eden ile onlarla oyun oynayan birdir.
Nitekim bir âyette, İbrahim (a.s)'in şöyle dediği buyurulmuştur: Babacığım!
Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın?[343]
194. Allah'ı
bırakıp da kendilerine ibadet ettiğiniz ve ilâh diye isimlendirdiğiniz putlar da
sizin gibi yaratılmışlardır. Hatta
insanlar onlardan daha
mükemmel yaratılmıştır. Çünkü
insanlar işitir, görür ve yakalar. Onlar ise, bunlardan hiçbirini yapamaz. İşte
bunun içindir ki, Yüce Allah Onların ilâh oldukları hususundaki iddianızda
doğru iseniz, menfaat sağlama veya zarar defetmek için onlara dua ediniz.[344]
Bu emir, âciz bırakmak ve susturmak mânâsında kullanılmıştır. [345]
195. Bu
putların yürüyebilecekleri ayaklan mı var? Bu, kınama üstüne kınamadır. Bundan
sonraki sorular da aynı şekilde kınama
ve azarlama ifade eder. Yoksa onların, kötülük yapmak istedikleri kimseleri
yakalayıp öldürebilecek elleri mi var? veya, eşyayı görebilecek gözleri mi var?
ya da sesleri işitebilecek kulakları mı var? Bu âyetten maksat; işitmeyen,
görmeyen ve kendisine ibadet edenlere hiçbir fayda sağlamayan cansız varlıklara
ibadet edenlerin cehaletlerini ve beyinsizliklerini açıklamaktır. Zira putların
duyulan yoktur. Bir şeyden mahrum olan onu kimseye veremez. İnsanoğlu birçok
sebepten dolayı bu putlardan daha üstündür. Çünkü insanın akıl ve duyuları
vardır. Daha şerefli ve daha mükemmel olan bir varlığını daha âdi ve basit bir
varlığa ibadetle meşgul olması nasıl uygun olur? İnsan o âdi varlıktan, ne
menfaat sağlamakta, ne de zarar defetmekte bir fayda görebilir. Ey Muhammedi
Onlara de ki: "Putlarınızı çeğiTin ve bana karşı onlardan yardım ve zafer
dileyin. Bana tuzak kurma ve eziyet edip zarar verme hususunda siz ve
putlarınız bütün gücünüzü harcayın. Bana, göz açıp kapayacak kadar mühlet
vermeyin. Ben Allah'a güvendiğim için size aldırış etmem. Hasan-ı Basrî der ki:
Rasulullah (s.a.v.)'ı ilâhları ile korkuttular. Bunun üzerine Allah Teâlâ,
onlara bu şekilde cevap verilmesini emretti. [346]
196. Bana
yardımı ve beni korumayı üzerine alan, Kur'an'ı bana indiren Allah'tır, O, sâlih
kullarım koruma ve desteklemeyi
üstlenmiştir. O, salih kulların dünya ve ahirette velisidir. [347]
197. Allah
bırakıp da taptıklarınız, ne size yardım edebilirler, ne de kendilerine Yüce
Allah, Onların taptıkları putların ne menfaat ne de zarar verebileceklerini
açıklamak için âyeti tekrarladı. [348]
198. O putları
hidâyete ve doğru yola çağırsanız çağrınızı işitmezler. Nerde kaldı yardım ve
imdada koşmaları. Onları, yapma gözlerle seni karşılar görürsün. Onlar, görmeyen
cansızlar oldukları halde bakar gibi görünürler. Çünkü onların yapay gözleri
vardır. Onlarla birşey göremezler. [349]
199. Sen, afv
yolunu tut. Bu, Rasulullah (s.a.v.)'a güzel ahlâkı emreden bir âyettir. Yani,
insanlarla muamelelerinde kolaylık yolunu tut. İbn Kesîr şöyle der: Bu imana, bu
konuda söylenen sözlerin en meşhurudur. Cebrail (a.s.)'in Rasulallah '(s.a.v
) O'a söylediği şu söz bunu destekler:
"Allah, sana zulmedeni affetmeni, sana vermeyene vermeni ve sana gelmeyene
gitmeni emreder.[350]
sözlerde ve fiillerde iyiyi, güzeli ve beğenileni emret. Câhillerden yüz çevir.
Beyinsizlere beyinsizce karşılık verme. Bilakis onlara yumuşak davran. Kurtubî
şöyle der: Bu, her ne kadar Peygamber (s.a.v.)'e hitap ise de, Allah'ın bütün
mahlukata edep öğretmesidir.[351]
200. Ey
Muhammedi Eğer sana Şeytandan bir vesvese gelir de seni hak hususunda şüpheye
düşürürse, Onu defetme hususunda hemen Allah'a sığın ve ondan aman dile.
Şüphesiz o senin söylediğini işitir, yaptığını bilir. [352]
201. Allah'tan
korkma vasfını taşıyanlar var ya, onlara şeytan vesvese verip etraflarında
dolaşarak kötü şeyleri hatırlattığında Allah'ın azabını ve sevabım düşünürler,
Hemen basiret nuru ile hakkı görür ve şeytanın vesveselerinden
kurtulurlar. [353]
202.
Şeytanların Allah'tan korkmayan kâfir kardeşlerine gelince, şeytanlar onları
aldatır ve dalâlet yolcularını onlara güzel gösterir, Sonra onları aldatmaktan
geri durmazlar. [354]
203. Onlara
istedikleri mucizeyi getirmediğin zaman Derler ki "Ey Muhammed! Kendinden mucize
uydursaydın ya?! Bu, onların alayıdır. Allah onlara lanet etsin. Ey Muhammed!
Onlara de ki: İş benim elimde değil ki, kendimden bir şey getireyim. Ben sadece
bir kulum. Allah'ın bana vahyettiklerine uyarım. Bu Yüce.Kur'an, parlak deliller
ve açık hüccetlerdir. Bu varken diğer mucizelere ihtiyaç yoktur. Kur'an,
kalblerin basiretleri menzilesindedir. Hak, onunla görülür ve idrak edilir,
Kur'an, mü'minler için bir hidâyet ve rahmettir. Çünkü onun nurları ile
aydınlanan ve hükümlerinden
yararlananlar onlardır. [355]
204. Kur'an'ın
ayetleri okunduğunda, onları düşünerek dinleyin. Ona hürmet ve saygı için, o
okunurken susun. ki, rahmeti kazanasınız. [356]
205. Rabbini,
onun azamet ve celalini görüyor-muşsun gibi gizlice an. Yalvarıp yakararak ve
ondan korkarakan. Gizli ile açık arasında orta bir sesle onu, sabah akşam an.
Allah'ı anmaktan gafil olma. [357]
206. Kuşkusuz
Rabbinin katında bulunan tertemiz melekler, Rabblerine ibadet etmekten
kibirlenmezler. Allah'ı ona layık olmayan şeylerden tenzih ederler, ve sadece
Allah'a secde ederler. [358]
Edebi Sanatlar
1. Sanki sen
onu iyice araştırıp soruyörmüşsün gibi. Bu, mürsel mücmel bir teşbihtir. Zira
teşbih edatı zikredilmiş, vech-i şebeh hazfedilmiştir.
2. Onu sarıp
örtünce..." Burada teğaşşî, cinsî münâsebetten kinayedir. Bu güzel
kinayelerdendir.
3. Onların
yürüyecek ayaklan mı var?... Edebiyatta bu üslûba itnâb denir. Bu, daha fazla
kınama ve azarlama ifade eder.
4. Şeytandan
sana bir fitleme gelirse... Burada şeytanın vesvesesi ve insanları masiyetlere
teşvik etmesi, cilde iğne ve benzeri şeyleri sokmak manasına gelen benzetildi.
Bunda güzel bir istiare vardır.
5. Bu Kur'an,
Rabbinizden basiretlerdir". Burada teşbih-i belîğ vardır. Aslı, Bu Kur'an
basiretler gibidir" şeklindedir. Teşbih edatı ve vech-i şebeh hazfedildi.
Dolayısıyle teşbih-i beliğ olmuştur. Bazı âlimler, bunu mecâz-ı mürsel
kabilinden olduğu görüşündedirler. Zira, sebebe müsebbebin ismi verilmiştir.
Çünkü Kur'an akılların aydınlanmasına sebep olduğundan, ona "basiret" ismi
verilmiştir, [359]
Bir Nükte
Seleften birinin Öğrencisine şöyle
dediği rivayet olunur.
-
Şeytan sana hataları güzel gösterirse ona ne
yaparsın?
-
Ona karşı cihad ederim.
-
Tekrar vesvese verirse?
-
Yine cihad ederim.
-
Bir daha vesvese verirse?
-
Yine onunla cihat ederim.
-
Bu uzayıp gider, sonu gelmez. Bir koyun sürüsüne uğrasan, o sürünün îği
sana saldırsa. geçmene mani olsa ne yaparsın?
-
Ona karşı direnir ve gücümle onu kovarım.
-
Bu da uzayıp gider. Fakat sürünün sahibinden yardım istersen köpeği
senden uzaklaştırır. İşte istiazenin, Allah'a sığınmanın faydası
budur.
Yüce Allah'ın yardımıyle A'raf
Suresi'nin Tefsiri bitti. [360]
[1] A'râf sûresi, 7/176
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/278-279.
[3] Taberî!Vm/137
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/279.
[4] Râğıb, Müfredat, maddesi
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/284-285.
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/285.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/285.
[8] Tefsir-i Hâzin, 2/173
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/285.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/386.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/386.
[11] el-Bahnı'1-Muhît, 4/270.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/386.
[12] Muhiasar-ı İbn Kesir, 2/6
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/286.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/286.
[14] Tirmizî, İman, 17; Ahmed b. Hanbel, Müsned,
11/213
[15] Buhârî, Tefsir, XVIII/b; Müslim, Münâfıkîn, 18; Tirmizî,
Zuhd,12; İbn "Mâce Zühd,3; Ahmed b. Hanbel, Müsned,
V/154.
[16] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/7
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/286-287.
[18] Beyzâvî, s. 160
[19] Sebe' sûresi, 34/13
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/287.
[21] İblis hakkında yazdığımız araştırma ve onun cinlerden
olup meleklerden olnıadığırfa dair getirdiğimiz deliller için bakınız,
en-Nübüvvet ve'1-enbiyâ adlı kitabımız, s.48
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/287.
[22] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/8
[23] Ebu Hayyân, el-Bahr, 4/273
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/287-288.
[24] Keşşaf, 2/90
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/288.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/288.
[26] Kurtubî, 7/147
[27] Sâd sûresi, 38/80-81
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/288.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/288.
[29] Taberî, 12/341
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/288-289.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/289.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/289.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/289.
[34] Ruhu'l-meânî, 8/100
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/289.
[35] Kurtubî, 7/180
[36] Kurtubî, 7/181
[37] Taberî, 12/355
[38] el-Bahr, 4/281
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/289-290.
[39] Bu rivâyeü Taberî, Dahhâk'tan nakletmiştir. Burada
Bakara sûresinin 37. âyetine işaret vardır.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/290.
[40] Fâtır sûresi, 35/6
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/290.
[42] Tâhâ sûresi, 20/55
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/290-291.
[44] Keşşaf, 2/97
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/291.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/291.
[47] Beyzâvî, s. 189
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/291-292.
[49] Muhtasar-i İbn Kesir, ,2/13
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/292.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/292.
[52] Yusuf sûresi, 12/86
[53] Ebussuûd, 2/155
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/292-293.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/293.
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/298.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/299.
[58] Müslim, Kitabu't-Tefsir, 25
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/299.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/299.
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/299-300.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/300.
[62] el-Bahr, 4/292
[63] Kehf sûresi, 18/59. Ayetin tefsirinde tercih edilen
görüş şudur: Bundan maksat, peygamberleri yalanlayan ümmetlerin ecelidir. Bu
mânâ Taberî, İbn Kesir ve Ebussuûd'un tercihidir. Bir görüşe göre de maksat
şudur: Her insanın yaşayacağı bir ömrü vardır. Bu ömür ne artar ne de eksilir.
Birinci görüş, daha tercihe şayandır. Çünkü lafız " Her ümmet için.." şeklinde
gelmiştir. Allah daha iyi bilir.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/300.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/300.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/300.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/300-301.
[68] Ruhu'l-meâni, 8/116
[69] Ankebûî sûresi, 29/25
[70] Ahzab sûresi, 33/67-68
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/301.
[72] Bazı tefsirciler, azabı tadınız." cümlesinin Allah'ın
kelâmı olduğu ve kınama yoluyla her iki gruba söylendiği görüşündedirler.
Taberî'nin tercihi budur. Fakat zahir olan, bu cümlenin, liderlerin tâbilere
söylediği söz olmasıdır. Nitekim el-Bahru'I-muhî'te böyledir. Allah daha iyi
bilir.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/301.
[73] Fatir sûresi, 35/10
.
[74] Ahmed b. Hanbel, 11/364. Hadisin tamamı için, bk.
Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/18
[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/302.
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/302.
[77] el-Bahra'1-muhîı, 4/298
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/302.
[78] Bu hadisi ibn Ebî Hatim rivayet
etmiştir.
[79] Müslim, Münâfikîn, 77; Kurtubî,
7/209
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/302-303.
[80] Keşşaf, 2/106
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/303.
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/303.
[83] Hadîd sûresi. 57/13
[84] Taberî, 12/463
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/303-304.
[86] el-Bahru'1-muhît, 4/303
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/304.
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/304.
[88] Rûhu'l-meânî, 8/126
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/304.
[89] Taberî, 12/473
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/304-305.
[91] Rûhu'l-meânî, 8/127
[92] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/24
[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/305.
[94] Zümer sûresi, 39/16. el-Bahru'1-muhît,
4/298
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/305.
[96] A'râf sûresi, 7/31
[97] Ahmed b. Hanbel, Müsned, lV/132; Tırmızı, Sünen, Tühd,
47.
[98] Mehasinu’t-tevil 7/2664
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/306.
[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/311.
[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/311-312.
[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/312.
[102] Taberî, 12/480
[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/312.
[104] Kurtubî, 7/219
[105] Mehâsinu't-te'vîl, 7/2708
[106] Kurtubî, 7/219
[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/312-313.
[108] Buharı, Mcğâzi, 38, Cihad, 131; Müslim, zikr,
44,45
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/313.
[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/313.
[110] Bahru'1-muhît, 4/317
[111] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/27
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/313-314.
[112] Taberî, 12/497
[113] Rûhu'l-Meânî, 8/148
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/314.
[114] Hz. Nuh'un hayatı Hakkında geniş bilgi için,
"en-Nubüvvctü ve'1-enbiyâ" adlı
kitabımıza bakınız.
[115] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/314.
[116] el-Bahr, 4/320
[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/314.
[118] Âyet-i kerime, Ben açık bir sapıklık içinde değilim
şeklinde gelmeyip gayet güzel bir ifade ile, Bende herhangi bir sapıklık
yoktur." şeklinde gelmiştir. Bu ifade, Hz. Nuh'ta herhangi bir dalâletin
bulunması ihtimalini ortadan kaldırır. Bu ifade birinci ifadeden daha beliğ
olup dalâlet ihtimalini daha iyi ortadan kaldırır. Çünkü birinci ifade, herhangi
bir dalâlet ihtimalini ortadan kaldırmaz.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/314-315.
[119] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/28
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/315.
[120] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/315.
[121] el-Bahr, 4/323
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/315.
[122] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/315.
[123] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/315.
[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/315.
[125] Keşşaf, 2/116
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/315-316.
[126] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/316.
[127] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/316.
[128] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/316.
[129] Ebussuûd, 2/174
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/316.
[130] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/316-317.
[131] Âlûsî, Rûhu'l-meânî,
8/139.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/317.
[132] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/322.
[133] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/322-323.
[134] Kurtubî, 7/238
[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/323.
[136] Kurtubî, 7/239
[137] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/323.
[138] el-Bahr, 4/330
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/323-324.
[139] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/324.
[140] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/324.
[141] el-Bahr, 4/331
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/324.
[142] Keşşaf, 2/124
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/324.
[143] İsrâ sûresi, 17/32
[144] el-Bahr, 4/333
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/324-325.
[145] Ebussuûd, 2/178
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/325.
[146] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/325.
[147] Taberî, 12/551
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/325.
[148] Hûd sûresi, 11/82
[149] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/325-326.
[150] Muhtasar-t İbn Kesir, 2/53
[151] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/326.
[152] El-Bahr, 4/338
[153] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/326.
[154] el-Bahr, 4/340
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/326.
[155] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/326-327.
[156] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/327.
[157] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/327.
[158] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/327.
[159] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/327.
[160] Taberî, 12/571
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/327.
[161] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/327-328.
[162] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/328.
[163] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/334.
[164] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/334.
[165] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/334.
[166] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/334.
[167] el^Bahr, 4/348
[168] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/335.
[169] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/335.
[170] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/335.
[171] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/38
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/335.
[172] el-Bahr, 4/350
[173] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/335.
[174] Keşşaf, 2/135
[175] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/335-336.
[176] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/39
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/336.
[177] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/336.
[178] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/336.
[179] Tefsirciler şöyle der: Ataları mukaddes topraklarda
olmasına rağmen İsrail oğullarının Mısır'da yerleşmiş olmalarının sebebi şudur:
Hz. Yakub'un oğulları Mısır'a kardeşleri Yusuf un yansna gelip orada kaldılar
ve orada
bunların nesilleri çoğaldı. Firavun
ortaya çıkınca onları köle yaptı ve zor işlerde çalıştırdı. Hz. Mûsâ,
İsrailoğullarını bu esaretten kurtarmak ve onları babalarının vatanı olan
mukaddes topraklara götürmek istedi.
[180] el-Bahr, 4/355
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/336-337.
[181] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/337.
[182] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/337.
[183] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/337.
[184] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/337.
[185] Kurtubî, 7/257
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/337.
[186] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/337.
[187] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/337-338.
[188] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/338.
[189] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/338.
[190] Keşşaf, 2/140
[191] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/338.
[192] Tâhâ Suresi, 20/66
[193] Taberî, 13/28
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/338.
[194] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/338.
[195] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/338.
[196] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/339.
[197] el-Bahru'l-Muhît, 4/364
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/339.
[198] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/339.
[199] Taberî, 13/34
[200] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/339.
[201] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/339.
[202] Bürûc suresi, 85/8
[203] Keşşaf, 2/142
[204] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/339.
[205] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/340.
[206] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/340.
[207] el-Bahr, 4/369
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/340.
[208] Ebussuud, 2/184
[209] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/340-341.
[210] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/341.
[211] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/346-347.
[212] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/347.
[213] Taberî, 13/46
[214] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/347.
[215] Rûhu'l-Meânî, 9/32
[216] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/347-348.
[217] Keşşaf, 2/146
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/348.
[218] Muh. İbn Kesir, 2/45
[219] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/348.
[220] Keşşaf, 2/148
[221] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/348.
[222] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/348-349.
[223] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/349.
[224] Kasas sûresi, 28/5
[225] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/349.
[226] Ebu Hayyan, el-Bahr, 4/378
[227] Keşşaf, 2
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/349-350.
[228] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/350.
[229] Taberî, 13/84
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/350.
[230] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/350.
[231] el-Keşşaf, 2/151
[232] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/350.
[233] Kurtubî, 7/278
[234] Taberî, 13/97
[235] Tirmizî, Tefsir 7
[236] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/350-351.
[237] Ebussuûd, 2/195
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/351.
[238] Şûra sûresi, 42/43
[239] Taberî, 13/110
[240] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/351-352.
[241] el-Keşşâf, 2/159
[242] Fussılet sûresi, 41/17
[243] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/352.
[244] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/352.
[245] Muhtosar-ı İbn Kesir, 2/51
[246] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/352-353.
[247] Muhtasar-ı İbn Kesir 2/51
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/353.
[248] Bunu Ebu Hayyan demiştir. Bkz. el-Bahr,
4/378
[249] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/353-354.
[250] Hud sûresi, 11/46
[251] Müddesir sûresi, 75/22,23
[252] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/354.
[253] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/354.
[254] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/354-355.
[255] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/3662.
[256] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 11/173 Varyantları için bkz.
Buharî,yy Kader, 13; Müslim, Zikr, 53, Nesâî, İstiaze,
24;
[257] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/362-363.
[258] Taberî 13/123
[259] İbn Kesir der ki: Harun, Musa ile ana-baba bir kardeş
olduğu halde "ey anamın oğlu demesi onun kendisine karşı daha şefkatli ve
merhametli olması içindir.
[260] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/363.
[261] el-Keşşâf, 2/162
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/363-364.
[262] Muhtasaru İbn Kesir, 2/52
[263] Taberî 13/136
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/364.
[264] Rûhu'l-mcânî 9/70
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/364.
[265] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/364.
[266] Nisa Suresi, 4/153
[267] Taberî, 13/140
[268] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/364-365.
[269] Ebussuûd, 2/201
[270] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/365-366.
[271] Beyzâvî, s.2
[272] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/55
[273] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/366.
[274] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/366.
[275] Keşşaf, 2/167
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/366-367.
[276] el-Bahr, 4/406
[277] Taberî, 13/177
[278] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/367.
[279] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/367.
[280] Ebussuûd, 2/205
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/368.
[281] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/58
[282] Hataen yazılmış plsa gerek. Doğrusu "Cumartesi günü,
olmalıdır. Nitekim diğer tefsirlerde böyledir.
(Mütercimler)
[283] Kurtubî, 7/306
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/368.
[284] Muhtasar-ı tbn Kesir, 2/59
[285] Taberî, 13/185
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/368-369.
[286] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/369.
[287] Muhtasar-I İbn Kesir, 2/59
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/369.
[288] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/369-370.
[289] Buharı, Cihad, 94; Müslim, Fitan,
18.
[290] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/370.
[291] Muhtasar-1 İbn Kesir, 2/61
[292] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/370-371.
[293] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/371.
[294] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/371.
[295] Meryem suresi, 19/59
[296] A'raf Suresi, 7/169
[297] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/71.
[298] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/374-375.
[299] er-Râzî, 4/457
[300] Cevheri, cs-Sihah,
maddesi.
[301] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/375.
[302] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/375-376.
[303] Bu âyetin tefsirinde müfcssirlerin iki görüşü vardır. 1.
Allah Âdem'i yaratınca onun zürriyetini sulbünden çıkardı. Onlar zerreler
gibiydi. Onlardan, kendisinin Rableri olduğuna dair söz aldı. Onlar da bunu
ikrar ederek şahitlikte bulundular. Bu mana, Peygamber (s.a.v.)'den bir çok yol
ile rivayet edilmiştir. Sahabeden bir cemaatin görüşü de budur. 2. Bu bir temsil
ve hayal ettirme kabilindendir. Yani, Yüce Allah, ilahlığını ve birliğini
gösteren delilleri onların gözü önüne serdi. Allah'ın, onlara lütfettiği ve
sapıklıkla hidayeti birbirinden ayırıcı güç kıldığı akılları ve basiretleri buna
şahitlik etti. Allah sanki onları kendi aleyhlerine şahit tutmuş oldu ve
onlara: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" dedi. Onlar da: "Evet, Rabbİmizsin"
diye cevap verdiler. Bu görüşü Zemahşerî, Ebu Hayyân ve Ebussuûd tercih
etmiştir. Birincisi daha sahihtir.
[304] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/376.
[305] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/376.
[306] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/376.
[307] Teshil, 2/54
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/376.
[308] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/377.
[309] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/377.
[310] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/377.
[311] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/377.
[312] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/377-378.
[313] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/80. Buhârî, Menâkib, 28; Müslim,
îmare, 17.
[314] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/378.
[315] Beyzâvî, s. 205
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/378.
[316] Buharî, Tefsir, XI/5;
Müslim, Birr, 62
[317] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/378.
[318] Hıcr Suresi, 15/6
[319] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/378.
[320] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/378-379.
[321] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/379.
[322] Ebussuûd, 2/210
[323] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/379.
[324] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/379-380.
[325] Buharî, Tevhid, 12; Müslim, Zikr,
6.
[326] Ahmf.Hh
Hnnhel Miisned. 1/391.
456.
[327] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/380.
[328] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/384.
[329] Kurtubî, 7/336
[330] es-Sıhah maddesi.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/384-385.
[331] Kurtubî, 7/335
[332] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/385
[333] Nahl Suresi, 16/77
[334] Bu mana, Katâde'nin görüşüdür. Birbaska görüşe göre manâ
şudur: Kıyametin ne zaman kopacağını bilmek, yer ve gök ehline gizli
kaldı.
[335] Tefsir-i Kebir, 4/484
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/385-386.
[336] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/386.
[337] Ebussuûtd, 2/211
[338] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/386.
[339] Bu görüş açık ve net olduğu için bunu tercih ettik.
Araştırıcı ilim adamlarının tercih ettikleri görüş budur. Bazı tefsirciler, bu
âyetin Âdem ile Havva hakkında indiği ve " -ıs^; *j iÜ* ikisi ona
ortaklar koştular" cümlesindeki zamirin
Âdem ile Havva'ya
ait olduğu görüşündedirler. Bu
hususta bazı hadisler ve eserler rivayet ettiler. Onlardan birisi de, Semure'den
merfu olarak rivayet edilen şu hadistir: "Havva doğum yapınca İblis onun
etrafında döndü. Havva'nın çocukları yaşamıyordu. Şeytan dedi ki: Buna:
"Abdulhâris ismini ver, o zaman yaşar." Havva da ona Abdülhâris ismini verdi ve
çocuk yaşadı. İşte bu, şeytanın vahyindendir. (Ahmed b. Hanbel, TirmizL.) Hafız
İbn Kesir bu hadisin üç yönden illetli olduğunu söylemiştir. Merhum bunları
açıklamış ve hadisin mevkuf olduğunu tercih etmiştir. Bu hususta gelen
rivayetlerin zayıf olduğunu söylemiştir. Sonra senediyle rivayet ederek Hasan-ı
Basrî'nin şöyle dediğini söyledi: "Bu şirk koşma olayı bazı din mensuplarında
olmuştur. Âdem'de olmamıştır." İbn Kesir daha sonra şöyle der: Bu hususla biz
Hasan-ı Basri'nin görüşünü kabul ederiz. Bize göre âyetin akışından maksat Âdem
İle Havva değildir. Maksat, onun soyundan olan müşriklerdir. Nitekim bunu
takiben gelen Allah, onların ortak koştuğu şeyden uzaktır" bölümü bunu gösterir.
Bana göre: Kesinlikle doğru olan budur.
[340] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/386-387.
[341] Kurtubî, 7/341
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/387.
[342] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/387.
[343] Muhlasar-ı İbn Kesir, 2/75 Meryem Suresi,
19/42
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/387.
[344] Hafız İbn Kesir şöyle der: Muaz b. Cebel ile Muaz b. Amr
b. Cemuh müslüman oldular. İkisi de genç idiler. Gecelen müşriklerin putlarına
saldırır, onları kırar ve odun edinirlerdi. Kavminin reisi olan Amr b. Cemuh'un
kendisine ibadet ettiği ve temizleyip güzel kokular sürdüğü bir putu vardı. Bu
iki Muaz geceleyin gelir, bu putun baş aşağı çevirir ve pislik sürerlerdi. Amr
b. Cemuh gelir, puta yapılanları görür, onu yıkar, temizler, koku sürer ve
yanına bir kılıç kor: "Bununla onu yen" derdi. Bundan sonra Muaz'lar aynı şeyi
yapar, Amr da aynı şeyi yapardı. Nihayet bir gece onu tutup ölmüş bir
köpekle bir ipe bağladılar. Oradaki
bir kuyuya astılar. Amr gelip bu durumu görünce, mensup olduğu dinin batıl
olduğunu anladı ve Şu şiiri okumaya başladı:
Allah'a andolsun ki, eğer sen
ibadete lâyık bir ilâh olsaydın, köpekle beraber bir ipte bağlı ol mazdın. Amr daha sonra çok iyi bir müslüman oldu.
Uhud savaşında şehit oldu.
[345] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/387.
[346] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/388.
[347] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/388.
[348] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/388.
[349] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/388-389.
[350] tbn Kesir, 3/535, Taberi, 9/105, 1987
Baskısı.
[351] Kurtubî, 7/347
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:2/389.
[352] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/389.
[353] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/389.
[354] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/389.
[355] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/389.
[356] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/389.
[357] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/389-390.
[358] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/390.
[359] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/390.
[360] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:2/390.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder