RA'D SÛRESİ

Hiç yorum yok
. 13

RA'D SÛRESİ

Medine'de inmiştir. 43 âyettir.

Sûreyi Takdim

Ra'd sûresi Medine'de inen sûrelerdendir. Allah'ın birliğini, peygam­berliği, öldükten sonra dirilmeyi, hesabı ve müşriklerin ortaya attıkları şüpheleri gidermeyi anlatmak gibi, Medine'de inen sûrelerin ana maksat­larını kapsar.
Bu mübarek sûre önemli bir konu ile yani Allah'ın varlığına ve bir­liğine iman konusu ile başlar. Hakkın açıklığına ve parlaklığına rağmen müşrikler Kur'an'ı yalanladı ve Allah'ın birliğini inkar ettiler. Dolayısıyla bu âyetler, göklerde ve yerlerde, ay ve güneşte, gece ve gündüzde, ekinlerde meyvelerde ve bu güzel ve geniş kainatta Allah'ın yarattığı diğer mahluk-lardaki üstün kudretini ve eşsiz yaratma sanatını ifade etmek üzere geldiler.
Bundan sonra, dirilme ve hesap gününün isbatı konusundaki âyetler geldi. Bunun ardından da yaratma, icat etme, diriltme, öldürme, fayda ve zarar verme konularında Allah'ın tek olduğuna dâir açık ve kesin deliller zikredildi. Daha sonra da Kur'an-ı Kerim hak ve batıl için iki darb-ı mesel getirdi. Bunlardan birisi gökten inen su hakkındadır ki, su, vadi ve derelerde akar. Sonra bu su cüruf sürükler, üzerinde faydasız köpükler yüzer. İkinci darb-ı mesel, kap ve süs eşyası yapılmak için eritilen altın ve gümüş gibi madenler ve eritildiklerinde bunların üzerinde meydana gelen köpük ve cüruflardan bahseder ki, bu köpük ve cüruflar çok geçmeden dağılır, parçalanır ve yok olur, geriye saf ve temiz maden kalır. Allah gökten su indirdi de, vadiler ken­di miktarlarınca sel olup aktı. Bu sel, üste çıkan bir köpüğü yüklenip götürdü..[1] İşte bu hak ve batıl hakkında bir darb-ı meseldir.
Bu mübarek sûre mutlu ve bedbaht kimselerin niteliklerini açıklar. Bunlar hakkında da kör ile gören kimseyi darb-ı mesel getirir. Bu iki grup­tan her birinin varacağı yeri açıklar. Son olarak da Rasûlullah'ın (s.a.v.) Al­lah tarafından gönderildiğine dair rasullüğü ve nebiliğine şahitliğinden bah­seder. [2]

Sûrenin Adı

Bu sûreye, kainatta meydana gelen dikkat çekici gök gürültüsü olayından dolayı Ra'd sûresi adıverilmiştir. Bu olayda Allah'ın kudreti ve azameti görünür. Zira Allah, suyu hayat için bir sebep kıldı ve onu kudre­tiyle bulutlardan yağdırdı. Yüce Allah bulutlarda, rahmeti ile azabını bir araya getirdi. Bulut hem yağmuru, hem de yıldırımları taşımaktadır. Suda hayat verme, yıldırımlarda ise yok etme özelliği vardır. Bu iki zıt özelliği bir arada bulundurmak harika şeylerdendir. Nitekim şöyle denilmiştir. İki zıddı bir arada bulundurmak kudretin sırlarındandır. İşte bulut, onda hem su var, hem de ateş. Allah'ın kudreti ne büyük ve ne yücedir. [3]
BismiHahirrahmanirrahim
1. Elif, Lâm, Mîm, Râ. Bunlar, Kitab'ın âyetleri­dir. Sana Rabbinden indirilen haktır, fakat insanların çoğu inanmazlar.
2. Allah, görmekte olduğunuz gökleri direksiz ola­rak yükselten, sonra Arş üzerine istiva eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdirendir. Her biri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağı­nıza kesin olarak inanmanız için her işi düzenleyip âyetleri açıklayandır.
3. O, yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmak­lar yaratan ve orada bütün meyvelerden çifter çifter ya­ratandır. Geceyi de gündüzün üzerine o örtüyor. Şüp­hesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır.
4. Yeryüzünde birbirine komşu bölgeler, üzüm bağlan, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. Yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır.
5. (Ey Muhammedi Kâfirlerin seni yalanlamaları­na) şaşıyorsan, asıl onların "Biz toprak olduğumuz za­man yeniden mi yaratılacağız?" demeleri şaşılacak şey­dir. İşte onlar, Rablerini inkâr edenlerdir; boyunların­da tasmalar bulunanlardır. Ve işte onlar ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacaklardır!
6. Senden iyilikten önce kötülüğü çabucak istiyor­lar. Halbuki onlardan önce ibret alınacak nice azap örnekleri gelip geçmiştir. Doğrusu insanlar kötülük et­tikleri halde Rabbin onlar için mağfiret sahibidir. Rab-binin azabı da çok şiddetlidir.
7. Kâfirler diyorlar ki: "Ona Rabbinden bir mu­cize indirilseydi ya!" Halbuki sen ancak bir uyarıcısın ve her toplumun bir uyarıcısı vardır.
8. Her dişinin neye gebe kalacağını, rahimlerin neyi eksik, neyi ziyade edeceğini Allah bilir. Onun ka­tında her şey ölçü iledir.
9. O, gaybı da görüneni de bilir, çok büyüktür ve yücedir.
10. Sizden, sözü gizleyenle onu açıgğa vuran; gece­leyin gizlenenle gündüzün yürüyen onun ilminde eşit­tir.
11. Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler vardır. Bir toplum kendilerin­deki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bu­lunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur.
12. O korku ve ümid içinde iken size şimşeği gös­teren ve ağır bulutları meydana getirendir.
13. Gökgürültüsü Allah'a hamd eder. Melekler de O'nun korkusundan teşbih ederler. O kafirler Allah hakkında mücâdele edip dururken O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar. Ve o, azabı pek şiddetli olandır.
14. Hak dua ancak Allah'a yapılır. Ondan başka dua ettikleri şeyler, onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki su onun ağızına girecek değildir. Kâfirlerin duası sadece boşa gitmiştir,
15. Göklerde ve yerde bulunanlar da onların göl­geleri de sabah akşam ister istemez sadece Allah'a sec­de ederler.
16. De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah'dır". "O halde, de ki "onu bırakıp da bizzat kendilerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip ol­mayan dostlar mı edindiniz?" De ki: "Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu?" Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar bul­dular da, bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: "Allah her şeyi yaratandır. Ve O, bir­dir, her şeye galibtir ve kahredicidir."

Kelimelerin İzahı

Amed, çoğul ismi olup "direkler" manasınadır. Bir görüşe göre yine direk manasına gelen kelimesinin çoğuludur.
Sınvân, ağacın gövdesinden çıkan "dalı" manasına gelen kelimesinin çoğuludur. Asıl itibariyle, "benzer" manasınadır. Babaya ben­zediği için amcaya da "sınv" denilmesi bundandır. Ağacın birkaç dalı bulu­nursa, buna "sınvan" denilir.
Ağlâl, kendisiyle ellerin boyuna bağlandığı "bağ" manasına gelen kelimesinin çoğuludur.
Mesülât, ceza manasına gelen kelimesinin çoğuludur. "Benzemek" kökünden gelmektedir. Ceza ile, kendisine ceza verilen kimse arasındaki benzerlikten dolayı cezaya mesület denilmiştir.
Su azaidı veya çekildi manasına gelen fiilinin geniş za­manıdır, "çekilir" demektir.
Sârib, gündüz ışığında gözlerden gizlelenemiyecek bir şekilde yolunda giden manasınadır.
Muakkıbat, birbirini takip eden, yani birbiri ardındın gelen melekler.
Mihal, kuvvet, yok etme ve intikam alma gücü. [4]

Nüzul Sebebi

Enes (r.a)'ten rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.v) Arap firavun­larından bir zorbaya bir adam gönderdi. Dedi ki: "Git, o zorbayı bana çağır." Adam: "Ya Rasulullah! O, kibirli bir zorbadır, dedi. Rasulullah (s.a.v) tekrar: "Git onu bana çağır" buyurdu. Adam zorbaya gitti ve:"Rasulullah seni çağırıyor." dedi. Zorba: "Muhammed'in ilâhını bana an­lat. O, altından mı, gümüşten mi, yoksa bakırdan mıdır? dedi. Elçi, Rasu­lullah (s.a.v)' döndü ve zorbanın söylediklerini anlattı, dedi ki: "Onun, kibi-rinden dolayı buraya gelmiyeceğini sana söylemedim mi? Rasulullah (s.a.v): "Ona bir daha git ve onu bana çağır" diye emretti. Elçi gitti ve zor­ba aynı cevabı verdi. Elçi onunla tartışırken, Allah, başının üstüne bir bulut gönderdi. Gök gürledi, yıldırım düştü, kafatasını uçurdu. Bunun üzerine Yüce Allah Onlar Allah hakkında mücadele ederken, Allah yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar. Onun azabı pek şiddetlidir,[5] âyetini indirdi. [6]

Âyetlerin Tefsiri

l. Elif, Lâm, Mim, Râ. Bu harfler Kur'an'ın i'câzma bir işarettir.[7] İbn Abbas şöyle der: Bunun manası şudur: "Ben Allah'ım, bilir ve görürüm.[8] Bunlar bütün kitaplardan üstün olan, icazlı Kur'an'ın âyetleridir. Ey Muhammed! Bu Kur'an'da sana vahyolunan şey batılla karışmamış, şüphe ve kuşku ihtimali olmayan gerçeğin kendisidir, Bu gerçeğin açıklık ve par­laklığına rağmen insanların çoğu onu yalanladı. [9]
2. Allah gökleri yüksek olarak ya­rattı. O gökler hiçbir şeye dayanmadan, Allah'ın kudretiyle durmaktadır. Siz o göklere bakıyor ve onları direksiz olarak görüyorsunuz. İşte bu yara­tan, icat eden, hikmet sahibi olan Allah'ın varlığına bir delildir. Sonra Allah şanına yakışır bir şekilde cisimsiz, keyfiyetsiz ve sıfatsız olarak Arş üzerine çıktı.[10] Güneşi ve ayı kulların menfaatma âmâde kıldı. Bunların her ikisi de, dünyanın yok olacağı belirli bir zamana kadar Allah'ın kudretiyle yürür. Var et­mek, yok etmek, diriltmek, Öldürmek ve benzeri, mahlûkâtın ve kâinatın iş­lerini hikmetiyle yürütür. Ayetleri açıklar ki, Allah'a kavuşacağınıza ve O'na döneceğinize kesin olarak iman edesiniz. Çünkü bunların tümüne güç yetiren kimse, insanları öldükten sonra da diril­tebilir. [11]
3. O, kudretiyle yeryüzünü yaydı ve onu engin ve geniş kıldı. Bu ifade, yerin yuvarlaklığına aykırı değildir. Yerin yuvarlak olduğu kesindir. Bundan maksat şudur: Yüce Allah yeri geniş, ufukları en­gin bir şekilde yarattı ki, insanlar ve hayvanlar onun üzerinde yerleşsin. Hepsi dağ ve dere olsaydı, onun üzerinde yaşamak imkânsız olurdu. İbnu'l Cüzeyy şöyle der: Bast (yaymak) ve medd (uzatmak) yerin yuvarlak ol­masına aykırı değildir. Çünkü yer küresinin her bir parçası, tek başına, geniş ve uzun bir alandır. Yuvarlaklık yeryüzünün tümü için söz konusu­dur.[12] Yeryüzünde sabit ve oturaklı dağlar yarattı ki üzerindekileri sarsmasın. Nitekim bir âyet-i kerimede, Sizi sarmasın diye...[13] buyrulmuştur. Ve orada akan nehirler yarattı. Orada her çeşit meyveden hikmetli sünnetine uy­gun olarak, çoğalma ve üreme sebeplerinin tamamlanması için erkek ve dişiden birer çift yarattı.[14] Ebussuûd şöyle der. Allah, dünyada var olan her türlü meyveden iki çeşit ve iki sınıf yarattı. Bu çeşitlilik, ya beyaz veya siyah gibi renkte, veya tatlı ve ekşi gibi tatta, yahut küçük veya büyük gibi miktarda, ya da sıcak ve soğuk gibi nasillık ve benzeri şeylerde olur.[15] Geceyi gündüze giydirir, böylece hava daha önce aydınlık iken kararır, Allah'ın yaptığı bu harika şeylerde, düşünen ve tefekkür eden kimseler için, onun birliğini ve kudretini gösteren açık de­liller ve alâmetler vardır. Burada sadece "düşünenler için" denilmesinin se­bebi şudur: Çünkü bu delillerin kapsadığı harika işler, ancak düşünmekle anlaşılır. [16]
4. Yeryüzünde birbirine yakın, birbirine bitişik muhtelif bölgeler vardır. İbn Abbas şöyle der: Yeryüzünde iyi ve çorak ara­ziler vardır. Birisinde bitkiler yetişir, onun yanında öbüründe birşey bit­mez.[17] Çokça üzüm bağları vardır, Bu birbirine komşu bölgelerde çeşitli ekin, hububat, hurma ve yeşil bitkiler vardır. Bunların bazılarında, bir kökten iki veya daha fazla bitki çıkar. Bazılarında ise tek bir bitki çıkar. Bunların hepsi birtek su ile sulanır. Toprak da birdir. Fakat meyvelerin tat­ları ayrı ayrıdır. Taberi şöyle der: Aynı toprakta şeftali, armut, beyaz ve siyah üzüm yetişir. Bjunlarm bazıları tatlı, bazıları ekşidir. Aynı su ile su­landıkları halde birbirlerinden üstündürler.[18] Düşünen ve aklını kullananlar için bunda apaçık alametler vardır. Bu âyet tabiatçıların görüşlerini reddeder. [19]
5. Ey Muhammed! Eğer herhangi bir şeye hayret ediyorsan, bil ki, o, kafirlerin "Biz öldükten ve toz toprak olduktan sonra mı yeniden diriltileceğiz" demelerinden daha hayret verici değildir. Çünkü onların, öldükten sonra dirilmeyi inkar etmeleri, gerçekten hayret edilecek bir şeydir. Zira bu anlattığımız gökleri, yeri, ağaçlan, meyveleri, denizleri ve nehirleri yaratmaya kadir olan Allah, on­ları öldükten sonra tekrar diriltebilir. Öldükten sonra dirilmeyi inkar eden o kimseler, Allah'ın kudretini inkar edenlerdir. Kıyamet günü onların boyunlarına zincirler vurulacaktır. Onlar cehennemliktir. Orada ebedi kalacaklar, ne orada ölecekler, ne de oradan çıkarılacaklar. [20]
6. Ey Muhammed! O müşrikler senden, re­fah ve afiyetten önce acele olarak belâ ve ceza istiyorlar. Alay olsun diye, tehdit edildikleri dünya azabım acele olarak istiyorlar. Halbuki daha önce onlar gibi yalanlayanların cezaları verilmiştir. Niçin, ibret ve öğüt almıyorlar? Şüphesiz Rabbin, insanlara karşı büyük bir müsamaha sahibidir. Her ne kadar zâlim de olsalar, onları cezalandırmakta acele etmez. Cezalarım tehir etmek suretiyle onlara mühlet verir. Kuşkusuz, İsrarla günah işleyip de tevbe etmeyen kimseler için Rabbinın azabı şiddetlidir. Kulun korku ve ümit içinde bulunması için Yüce Allah, hilminin geniş, azabının şiddetli olduğunu bir arada anlattı. [21]
7. Kureyş kafirlerinden olan müşrikler der ki: "Mûsâ ve isa'nın mucizeleri gibi, Muhammed'in doğrulu­ğunu gösteren bir mucize indirilse ya! Ebu Hayyan şöyle der: Müşrikler ayın yarılması, ağaçların emrine boyun eğmesi, parmakların arasından su­yun akması ve bunlara benzer, peygambere inen mucizeleri mucize sayma­yıp inat ederek başka mucizeler teklif ettiler.[22] Bu âyet, teklif ettikleri şeye cevaptır. Yani Ey Muhammedi Sen sadece bir sakındırıcı ve açıklayıcısın. Senin durumun, senden Önceki bütün peygam­berlerin durumu gibidir. Her kavmin onlara Allah'ı çağıran bir peygamberi vardır. Harikulade mucizeler gönderme işi ise, kainatı ve kulları yöneten Allah'ın elindedir. [23]
8. Her dişinin karnında ne taşıyacağını bilen sa­dece Allah'tır. Onun erkek mi, dişi mi, tam mı yoksa eksik mi, güzel mi, çirkin mi olacağını sadece O bilir. Cenin tekamül etmeden önce dışarı atmak suretiyle rahimlerin eksilttiği süreyi, ve dokuz aya ilave ettiği süreyi bilir. İbn Abbas şöyle der: Dokuz aydan daha az bir zamanda doğum yapmak suretiyle rahimlerin azalttığı süreyi ve dokuz ay­dan daha fazla zamanda doğum yapmak suretiyle rahimlerin artırdığı süreyi bilir. Yine İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre oât£ dan maksat, azaları eksik düşük çocuktur. İzdiyad'den maksat da tam çocuktur.[24] Allah katında her şey menfaat ve faydaya göre sınırlı bir ölçü iledir, o sınırı geçemez. [25]
9. Allah, duyu organları ile idrak edilen ve idrak edi­lemeyen her şeyi bilir. O'nun bilgisi, gizli ve görünür olanı kapsar, hiçbir şey O'na gizli kalmaz. O'nun şanı yüce olup her şey ondan aşağıdadır. Kudretiyle herşeye üstündür, başka şeye benzemekten uzaktır. [26]
10. O'nun ilminde kalplerin gizledikle­ri ile dillerin konuştukları aynıdır. Yine O'nun ilminde, gece karanlığında son derece gizlilik içinde amel edenle, gündüz aydınlığında son derece açık bir şekilde amel edip amelini gizlemeyerek yoluna devam eden aynıdır. [27]
11. Bu insanın korunmasıyla görevlendirilmiş melekleri var­dır. Sırayla onu korurlar. Hükümet dairelerindeki bekçiler gibi, nöbetleşe-rek onu korurlar. İnsanın önünden ve arkasından gelerek Allah'ın emriyle onu tehlikelerden ve zararlardan korurlar. Mücahid şöyle der: Her kulun başında onu korumakla görevlendirilmiş bir melek vardır. O melek onu uykusunda ve uyanıkken cinlerden, insanlardan ve haşerelerden korur.[28] Şüphesiz Allah, herhangi bir kavme verdiği nimeti, onlar durumlarını çirkin durumlarla değiştirmedikçe, onlardan çekip almaz ve yok etmez. Bu, Allah'ın sosyal kan unlamadandır. O, herhangi bir kavme verdiği afiyet ve nimeti, emniyet ve izzeti, onlar bu nimetlere karşı nankörlük edip günahlara dalmadıkça değiştirmez. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Yüce Allah İsrail oğullarından bîr peygambere şöyle vahyetti: "Kavmine de ki: Herhangi bir şehir ve herhangi bir ev halkı Allah'a itaat eder, sonra bu hallerinden Allah'a isyan haline dönerlerse, Allah onların sevdikleri şeyi ellerinden alır, onun yerine sevme­dikleri şeyi verir.[29] Yüce Allah herhangi bir kavmin yok olmasını veya azaba uğramasını istediğinde hiçkimse bunu geri çeviremez. Allah'ın azabından ve belâsından onları koru­yacak herhangi bir dostları yoktur. [30]
12. Bu âyet Allah'ın kudretinin kainata serpiştirilmiş eserlerini açıklamaktadır. Yani ey insanlar! Allah size, bulutların arasında çakan şimşeği gösteriyor. Korku ve ümit içersinde onu size gösteriyor. İbn Abbas şöyle der: Yıldırım korkusu ve yağmur ümidi içinde bunu size gösteriyor.[31] Çünkü çok defa, şimşeğin arkasından helak edici yıl­dırımlar gelir. Bazan da onun arkasından ülkelere ve insanlara hayat veren bol yağmur gelir. Aynı şekilde kudretiyle, bol su yüklü yoğun bulutlan yaratır. [32]
13. Gökgürültüsü Allah'a hamd ve övgü ile birlikte onu teşbih eder. Melekler de azabından korkarak onu teş­bih ederler. Gökgürültüsünün teşbihi bir gerçektir. Kur'an bunu göstermek­tedir. Biz o sesleri anlamasak da ona inanırız. Çünkü Yüce Allah, gerçek­ten başka bir şeyi söylemez. Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: Onu övgü ile teşbih etmeyen hiçbir şey yok­tur.[33] Allah, azap olarak helak edici yıldı­rımları gönderir. O yıldırımlarla dilediğini helak eder. Mekke kâfirleri Allah'ın varlığı, birliği ve öldükten sonra diriltmeye kudre­ti hususunda tartışırken Allah yıldırımı gönderir. Allah'ın kuvveti, yakalaması ve azabı şiddetlidir. Kendisine isyan edenlerden inti­kam alacak güce sahiptir. [34]
14. Hak dua O'na yapılır. Dua etmek ve sığınmak suretiyle kendisine ibadet edilmeye lâyık olan sadece odur. Kâfirlerin, Allah'ı bırakıp da dua ettikleri ilâhlar ise, on­ların dualarına cevap vermezler ve seslenmelerini de işitmezler. Onların durumu ancak, uzaktan suya avuçlarını uzatıp, suyun ağzına ulaşması için seslenen ve onu çağıran kimsenin duru­muna benzer. Halbuki su cansız olup ne hisseder ne de işitir. Ebussuud şöyle der: Müşriklerin bir şey için ilahlarına dua ettikleri zaman o şeyi ke­sinlikle elde edememeleri hali, ne yapacağını bilemeyen şaşkın bir kimse­nin haline benzetildi. Bu kimse, avuçlarını uzaktan suya uzatarak, suyun ağzına gelmesini istemekte, fakat su asla onun ağzına gelmemektedir. Çünkü su cansızdır. Onun susuzluğunu bilemez.[35] Onların, ilahlarına duaları ve onlara sığınmaları boşa çıkmış ve ziyana uğramıştır. Çünkü bu duanın faydası yoktur. [36]
15. Göklerde ve yerlerde bulunanlar, tek olan Allah'a boyun eğer ve secde eder. İsteyerek ve istemiyerek boyun eğerler. Hasan-ı Basrî şöyle der: Mü'min isteyerek secde eder, kafir istemeyerek secde eder.[37] Yani kâfir korkunca ve sıkışınca secde eder. Onların gölgeleri de sabah ve akşam Allah'a secde eder. Bundan maksat, Allah'ın büyüklüğünü, her şeye galip gelen-gücünü ve her şeyin O'na boyun eğdiğini bildirmektir. Şöyle ki, onun azametine bütün kâi­nat, hatta insanların gölgesi bile boyun eğer. Hepsi, Allah'ın emrine son derecede teslim olur ve boyun eğer. [38]
16. Ey Muhammedi O müşriklere de ki: Gök­leri ve yeri yaratan ve onların işlerini idare eden kimdir? Bu soru, Allah'ı bırakıp da ibadet ettikleri şeylerle alay için sorulmuş bir sorudur. Onları kınamak ve azarlamak için onlara de ki: "Onları yaratan Allah'tır. Aleyhlerine delil getirerek susturmak için onlara de ki: Allah'a ortaklar koşup onu bırakarak onlara mı taptınız? Halbuki ortak koştuğunuz şeyler, ne kendilerine fayda sağlıyabüirler, ne de kendilerinden zararı savabilecekler? O halde bu işle­ri, başkaları için nasıl yapabilecekler? Bu âyet, müşriklerin Allah'tan başkasına ibadet ederek düştük­leri sapıklıklarını açıklayan bir temsildir. De ki; körle gören veya ka­ranlıklarla aydınlık eşit olur mu? Burada körden maksat kâfir, görenden maksat mümindir. Karanlıklardan maksat sapıklık, aydınlıktan maksat hidâyettir. Yani körle gören ve karanlıklarla aydınlık eşit olmadığı gibi, hakkın nurunu gören mümin ile, bu aydınlığı göremeyen müşrik eşit olmaz. Hak ile batılı birbirinden ayıran özellik, kör ile göreni birbirinden ayıran özelliğin açıklığı gibi açıktır. İman ile sapıklığı birbirinden ayıran özellik de, aydınlık ile karanlığı birbirinden ayıran özelliğin açıklığı gibi açıktır. Bu bölüm, aleyhlerine getirilen delilleri tamamlar ve onlarla alay eder; yani, yoksa o müşrikler, Allah'ın yarattığı gibi mahlûklar yaratan ilâhlar mı edindiler de durum onlara karı­şık geldi. Allah'ın yarattıklarını kendi ilâhlarının yarattıklarından ayıramı­yorlar. Bu, iğneleyici bir alaydır. Çünkü onlar her şeyi Allah'ın yarattığını,
iddia ettikleri bu ilâhların ise hiçbir şey yaratmadıklarını görüyorlar. Bütün bunlardan sonra Allah'ı bırakıp onlara tapıyorlar. Bu da, müşriklerin akılla­rının ne kadar zayıf ve çürük olduğunu gösterir. Allah (c.c.) onların aleyhine delil getirdikten sonra şunu açık bir şekilde ifade etti: De ki, her şeyi yaratan Allah'tır. O'ndan başka yaratıcı yoktur. O, ilâhlık ve rablıkta tektir. Her şeyden üstündür. Her şey O'nun gücü ve kudre­ti altındadır. [39]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek âyetlerde, aşağıdaki edebî sanatlar vardır.
1. Onlar, kitabın âyetleridir" cümlesinde, uzaklık ifade eden işaret ismi ile, yakın olan bir şey gösterilmiştir. Ayetlerin şanının yüceliği ve makamının yüksekliğini göstermesi için, âyetler uzak makamında tutulmuştur. Kelimesinin başındaki takısı da onun büyüklüğünü ifade etmek için gelmiştir. Yani "icazında ve açıklamasında mükemmel fevkalade kitab" demektir.
2. Gündüzü gece ile kapatır. Burada Yüce Allah ge­cenin karanlığı vasıtasıyla gündüzün aydınlığının giderilmesini, kalın bir örtüye benzetmiş, zahirî eşyanın maddî örtülerle örtülmesini ifade eden lafzını, manevî işler için müsteâr olarak kullanmıştır.
3. eksiltir" ile "atajj artırır", görünmeyen" görünen" gizledi" ile açık söyledi, gizlenen" ile gündüzün yürüyen" korku" ile ümit" ve isteyerek" ile istemiyerek" kelimeleri arasında tıbak sanatı vardır. Bunların hepsi, lafzı edebiî sa­natlardandır.
4. de ki: Allah'tır." Burada hazif yoluyla icaz vardır. Yani, "gökleri ve yeri yaratan Allah'tır" demektir.
5. Avuçlarını uzatan gibi." Burada teşbih-i temsili vardır. Putların kendilerine dua edenlere cevap verememeleri, uzaktan avuçlarını açan kimseye, suyun cevap verememesine benzetilmiştir. Vech-i şebeh çok yönlüdür.
6. Körle gören eşit olur mu? Veya karanlıklarla aydınlık eşit olur mu?" Burada Yüce Allah zulumât ve nur kelimelerini inkar etmek ve inanma için müsteâr olarak kullandı. Aynı şekilde "kör" lafzını câhil mü'min için, "gören" lafzını da akıllı mü'min için müsteâr olarak kullandı. [40]

Bir Uyarı

Meleklere muakkıbat (takipçiler) denilmesinin sebebi şudur: Onlar gece-gündüz kulların ne yaptıklarım takip ederler. Nitekim hadiste şöyle buyurulmuştur: Sizi geceleyin bir grup melek, gündüzün de bir grup melek takip eder. Sabah ve ikindi namazlarında bir araya gelirler.[41]

Faydalı Bilgiler

Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v) gök gürültüsünü işittiğinde şöyle derdi: "Gök gürültüsünün övgü ile ve melekle­rin korku ile teşbih ettikleri Yüce Allah, noksan sıfatlardan uzaktır. Onun her şeye gücü yeter.[42] Ebu Hureyre (r.a) şöyle derdi: Kim bunu söylerde kendisini yıldırım çarparsa, onun diyeti bana aittir.[43]
17. O, gökten su indirdi ve vadiler kendi mikdar-larınca sel olup; aktı. Bu sel, üste çıkan bir köpüğü yüklenip götürdü. Süs veya eşya yapmak isteyerek ateşte erittikleri şeylerden de buna benzer köpük olur. İşte Allah hakk ile bâtıla böyle misal verir. Köpük atıiıp gider. İnsanlara faydalı olan şeye gelince, o yer­yüzünde kalır. İşte Allah böyle mİssaller getirir.
18. Rablerinin emrine uyanlar için en güzel mü-kâfaat vardır. O'na uymayanlara gelince, eğer yeryü­zünde olanların tümü ile bunun yanında onun bir misli daha kendilerinin olsa, onu mutlaka feda ederler. İşte onlar var ya, hesabın en kötüsü onlaradır. Varacakları yer de cehennemdir. O ne kötü yataktır!
19. Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bi­len kimse, kör kimse gibi olur mu? Ancak akıl sahipleri anlar.
20. O akıl sahipleri ki onlar, Allah'ın ahdini ye­rine getirirler, verdikleri sözü bozmazlar.
21. Onlar Allah'ın gözetilmesini emrettiği şeyleri gözeten, Rablerinden sakınan ve kötü hesaptan korkan kimselerdir;
22. Yine onlar, Rablerinin rızasını isteyerek sab­reden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz nzıklardan gizli ve açık olarak harcayan ve kötülüğü iyilikle savan kimselerdir. İşte bunlar varya, âhiret yurdu sadece onlarındır.
23. (O yurt) Adn cennetleridir, oraya baba­larından, eşlerinden ve çocuklarından sâlih olanlarla beraber girecekler, melekler de her kapıdan onların yanına varacaklar.
24. (Melekler), "Sabrettiğinize karşılık size selâm olsun! Âhiret yurdu ne güzeldir!" derler.
25. Allah'a verdikleri sözü kuvvetle pekiştirdik­ten sonra bozanlar ve Allah'ın riayet edilmesini emret­tiği şeyleri terk edenler ve yeryüzünde fesat çıkaranlar var ya, işte lanet onlar içindir. Ve kötü yurt onlarındır.
26. Allah dilediğine bol rızık verir, dilediğine az. Onlar dünya hayatıyla sunardılar. Oysa âhiretin yanın­da dünya hayatı, geçici bir faydadan başka bir şey değil­dir.
27. Kâfir olanlar diyorlar ki: "Ona Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?" De ki: "Kuşkusuz Al­lah dilediğini saptırır. Kendisine yöneleni de hidayete erdirir."
28. Bunlar iman edenler ve gönülleri Allah'ın zik-riyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalbler ancak Allah'ı anmakla sükûnet bulur.
29. İman edip güzel amel işleyenler; mutluluk ve varılacak güzel yurt onlarındır.
30. Böylece seni, kendilerinden önce nice ümmet­lerin gelip geçtiği bir ümmete gönderdik ki, sana vahy ettiğimizi onlara okuyasın. Onlar Rahman'ı inkâr edi­yorlar. De ki: "O benim Rabbimdir. Ondan başka ilâh yoktur. Sadece O'na tevekkül ettim ve dönüş sadece O'nadır."
31. Eğer bir Kur'an'la dağlar yürütülseydi, veya onunla yer parçalansaydi, ya da onunla ölüler komisi ıı-rulsaydı (o Kur'an, yine bu Kitab olacaktı). Fakat bütün işler Allah'a aittir. İman edenler hâlâ bilmediler mi ki, Allah dileseydi bütün insanları hidayete erdirirdi? Allah'ın va'di gelinceye kadar inkâr edenlere, yaptıkla­rından dolayı, ya büyük bir belâ gelmeye devam edecek, ya da evlerinin yakınına inecek. Allah, vâ'dinden asla dönmez.
32. Andolsun, senden önceki peygamberlerle de alay edildi ben küfredenlere mühlet verdim, sonra da onları yakaladım. Azabım nasılmış?
33. Her nefsin kazandığını gözetleyip muhafaza eden, (hiç böyle yapamayan gibi olur mu?). Onlar Allah'a ortaklar koştular. De ki: "Onlara ad verin). Yoksa siz Allah'a yeryüzünde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Yoksa, boş laf mı ediyorsunuz?" Aslında inkâr edenlere hileleri süslü gösterildi ve onlar doğru yoldan alıkonuldular. Allah kimi saptmrsa artık onu doğru yola iletecek yoktur.
34. Dünya hayatında onlara sadece bir azap vardır. Âhiret azabı ise daha şiddetlidir. Onları Allah'tan koruyacak kimse de yoktur.

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde, yeryüzünde iki duanın, yani hak ve batıl duanın bulunduğunu anlattı ve Allah'a yapılan duanın hak dua olduğunu, Allah'tan başkasına yapılan duanın da batıl dua olduğunu açıkladı. Bu âyetlerde de, hak ve hak ehli için, bâtıl ve bâtıl ehli için iki darb-ı mesel getirdi ki, hidâyetle sapıklık, doğruluk azgınlık arasındaki fark ortaya çıksın. Bunun ardından da, mü'minlerin naim cennetindeki yerlerini ve kâfirlerin cehennemdeki yerlerini anlattı. [44]

Kelimelerin İzahı

Zebed, selin taşıdığı köpük ve çör çöptür. Râbiyen; yüksek, kabarık demektir
Cüfâ; çözülmüş, dağılmış, faydasız, izi kalmamış.[45] Su, köpüğü dağıtıp attığı zaman denir.
Mihad, yatak demektir. Bunun aslı, uyumak ve dinlenmek için hazırlanmış ve düzeltilmiş yerdir.
Savıyorlar savmak manasınadır.
Ukbâ, âkibet. Bir fiile verilen cezaya da ukbâ denir. Çünkü ceza, fiilin ardından verilir.
Adn; karar kılmak, sebat etmek, ebedî kalmak demektir. Bir kimse bir yerde yerleştiğinde denilir. Genişletir, bollaştırır. Daraltır.
Meta, herhangi bir müddete kadar kendisinden faydalanılan son­ra sona erip yok olan herşeye meta denir.
Tûbâ, sevinç ve göz aydınlığı. Zemahşerî şöyle der: Bu, vezninde, fiilinin mastarıdır. Manası, "Bir hayır ve bir iyilik bul­dun" demektir.[46]
Ümidini kesiyor. Ye's, bir şeyden ümit kesmek demektir.
Süre tanıdım. Allah bir kimseye mühlet verip de onun için süreyi uzattığında denir.
Vâk, koruyucu. Eziyeti ve zararı savdı manasına gelen ^fiilinin ism-i failidir. [47]

Nüzul Sebebi

Ibn Abbas şöyle der: Aşağıdaki âyet, Kureyş kafirleri hakkında inmiştir. Peygamber (s.a.v) onlara: "Rahman'a secde edin." dediği zaman onlar: "Rahman da nedir? Bize emrettiğin şeye secde mi edeceğiz?" dedi­ler. Bunun üzerine Yüce Allah şu âyeti indirdi: Onlar Rahman'ı inkâr ediyorlar. De ki: "O, Rabbimdir, Ondan başka ilâh yoktur. Ben yalnız ona dayandım. Dönüşüm ancak onadır.[48]

Âyetlerin Tefsiri

17. Yüce Allah gökten yağmur indirdi. Vadilerin suları onların genişlikleri kadar aktı. Büyük büyüklüğü, küçük küçüklüğü kadar, her biri kendi miktarınca su aktı.Yağmurlardan meydana gelen sel, üzerinde yüksek bir kir tabakası taşıdı. Bu tabaka, suyun üzerinde görünen çer çöptür. Taberî şöyle der: Bu, bir meseldir. Allah onu hak ile batıl ve İman ile küfür için getirdi. Hakkın devamlı oluşu, batılın da çözülüp yok oluşu, durum Allah'ın gökten yere in­dirdiği suyun durumuna benzer.
Bu yağmur sebebiyle oluşan sel, yüksek bir kir tabakası taşır. Hak, yeryü­zünde kalan suya benzemektedir. Kendisinden faydalanılmayan kir tabaka­sı ise bâtılın benzeridir. İşte, hak ile bâtıl hakkında getirilen iki misalden biri budur. Diğer misal ise âyet-i kerimenin şu bölümüdür: İnsanların; süs veya kapkacak gibi fayda­lanılacak eşya yapmak maksadıyla ateşte erittikleri altın, gümüş ve bakır gibi madenlerin de, sel kirine benzer kirleri vardır. Selin üzerindeki kirden faydalanılmadığı gibi, bundan da faydalanılmaz. İşte bunun gibi Allah, hak ve bâtıl için misal getirir. Devamlı ve kararlı oluşu konusunda hakkın durumu, yeryüzünde yerleşen ve insanlara fayda sağlayan saf suyun durumuna benzer. Çözülme ve yok olma hususunda batılın durumu, suyun atması sebebiyle dağılıp yok olan çerçöpün durumu gibidir. Suyun ve madenlerin yüzünde kalan faydasız kiri, sel atar. Böylece o kir dağılır, parçalanır ve vadinin iki tarafında yok olur gider, İnsanların faydalandığı saf su ve safma­ den ise yerin katmanlarında kalır. İnsanlar öğüt ve ibret alsınlar diye, Allah yukarıda geçen iki misalin benzeri misalleri açıklar.[49]
18. İman ve itaat etmek suretiyle, Allah'ın çağrısını kabul eden mü'minler için güzel sevap vardır. O da naim cenneti­dir. Allah'ın, kendisine inanma davetine icabet etmeyen kafirlere gelince dünyada bulunan bütün mallar onla­rın olsa ve dünyadakinin tümünün bir misli daha olsa Al­lah'ın azabından kurtulmaları için bütün bu malları, canlan uğrunda fidye olarak verirler. İşte onların görecekleri hesap kötüdür. Hasan-ı Basrî şöyle der: Bütün günahlarından dolayı hesaba çekilirler. On­lar için, günahlarından herhangi bir şey bağışlanmaz. Kıyamet gününde, onların barınacakları yer cehennem ateşidir. Orası onlar için cehennemde hazırlanmış ne kötü yatak ve kalınacak yerdir. [50]
19. Buradaki hemze, inkâr ifade eden soru için kullanılmıştır. Yani: Ey Muhammedi Sana inene ina­nıp tasdik eden ile, akılsız olup da kör gibi cehalet ve sapıklık karanlıklarında şaşkın bir halde kalan eşit olur mu? Burada körlükten maksat, kalp gözü körlüğüdür. İbn Abbas şöyle der: Bu âyet Hamza (r.a.) ile Ebu Cehil hakkında indi. Allah'ın âyetlerinden ancak akl-ı selim sahi­pleri öğüt ve ibret alır. Bundan sonra Yüce Allah akl-ı selim sahiplerinin özelliklerini sayarak şöyle buyurdu: [51]
20. Onlar, Allah'ın kendilerine tavsiye ettiği ahdi yerine getirenlerdir. Ahid, Allah'ın, kullarını mükellef kıldığı emirleri ve yasaklarıdır. Kendileriyle Allah ve kullar arasında yapmış oldukları sağlam ahitleri bozmazlar. [52]
21. Allah'ın, yapmalarını emrettiği sıla-i rahmi yaparlar. Allah'ı yüceltmek ve ona saygı göstermek için ondan korkarlar. Cehenneme girmelerine sebep ola­cak kötü hesaptan korkarlar. Korktukları için de Allah'a itaat etmeye gayret eder ve onun koyduğu sınırlan korurlar. [53]
22. Allah'ın rızasını kazanmak maksadıyla zorluklara sabrederler. Farz namazları vakitlerinde şartlarına uygun olarak kılarlar. Allah'ın kendilerine vermele­rini farz kıldığı, mallarının bir kısmını gizli ve aşikar olarak verirler. Cahilliği yumuşak huylulükla, eziyeti de sabırla savar­lar.[54] Yani, kötülükleri defetmek için iyilik yaparlar. Hadiste şöyle buyrulmuştur: "Kötülüğün peşinden iyilik yap ki, onu silsin.[55] İşte onlar için âhirette güzel bir sonuç vardır. O da cennettir. Bu âyet, ken­disinden sonra gelen şu âyet ile tefsir edilmiştir. [56]
23. O güzel sonuç; iyi kimselerin ve onların salih olan babaları, kadınları ve çocuklarının gire­cekleri ebedî ikâmet yeri olan cennetlerdir. Yakınları, amelleriyle bu yüksek makamlara hak kazanmasalar da, onların yalnızlıklarının gideril­mesi ve sevinçlerinin tamamlanması için oraya girerler. Onlara bir ikram olarak yakınlarının dereceleri yükselir. Bu, Allah'ın bir lütfudur. Onlar için bir başka ikram vardır ki, onu da Yüce Allah şu sözüyle açıklamıştır: Onları kutlamak için cennetin bütün kapıların­dan yanlarına melekler girer ve onlara şöyle derler: [57]
24. Dünyada sabretmeniz sebebiyle burada afetler­den ve sıkıntılardan kurtuldunuz. Geçmişte yorulmuşsanız şimdi mutlaka dinlenirsiniz. Bu, selâmetin devam edeceğine dair onlar için bir müjdedir. Bu güzel son, sizin sonunuz ne güzeldir. Bu son, ateşin yerine cennettir. Yüce Allah mü'minlerin dokuz sıfatını anlattıktan sonra, ardın­dan kafirlerin kötü sıfatlarını anlatarak şöyle buyurdu: [58]
25. Onlar, kendilerine emrettiği iman ve itaati yerine getireceklerine dair Allah'a verdikleri sözü bozarlar, Allah'ın emrettiği sıla-i rahmi de keserler. Yeryüzünde fesat çıkarırlar. İşte, yukarıda anlatılan çirkin vasıfları taşıyan o kimseler var ya, onlar Allah'ın rahmetinden uzak­laştırılmış ve cennetinden koyulmuşlardır. Âhiret yurdunda on­lar İçin, kendilerini üzecek şey vardır. O da cehennem azabıdır. Takva sa­hiplerinin bunun aksine sevinecekleri şeyleri vardır. [59]
26. Allah hikmet ve maslahat gereği kul­larından dilediğinin rızkını bol verir, dilediğinin rızkını da daraltır. O müşrikler dünya nimetleriyle şımarık.kimsenin sevindiği gibi sevindiler. Bu, dünya malı ile şımarmış kimseyi kınama ve beyinsizliğini vurgulama manasj taşıyan bir haberdir. Bunun içindir ki Yüce Allah, de­vamında dünya hayatını küçümseyerek şöyle buyurmuştu. Âhirete nazaran dünya hayatı, az ve basit bir şeydir. [60]
27. Mekke kafirleri diyor ki: Mu-hammed'e Rabbinden Musa'nın denizi yarması, İsa'nın ölüleri diriltmesi gibi buna benzer bir mucize indirilse ya! Ey Muhammed! Onlara de ki: Bu iş benim elimde değil, Allah'ın elin­dedir, o, saptırmak istediğini saptırır. Böyle bir kimseye, mucizelerin ve peygamberlerin hiçbir faydası yoktur. Allah kimi doğru yola iletmek isterse dinine giden yolu da ona gösterir. Çünkü o kimse, tevbe ederek Rabbine dönmüştür. İbnu'l Cüzeyy şöyle der: Onlar bir mucize isteyince Yüce Allah, bunun hayret edilecek bir durum olduğunu vurgulayarak böyle buyurdu. Yani: Muhammed size Kur'an'i ve birçok mucizeyi getirdi. Siz onları görmezlikten gelerek başka mucizeler istediniz. Kâfirliğe devam ettiniz. Şüphesiz Yüce Allah, açık mucizelere rağmen, dilediğini saptırır, dile­diğini de mucizeler olmasa dahi doğru yola iletir.[61]
28. Bu cümle, öncekinden bedeldir. Yani, Allah tevbe edenleri doğru yola iletir. Onlar, iman eden ve kalpleri Allah'ı birlemek, zikretmekle yatışan ve sükûnet bulan kimselerdir. Yatışma ve sükûnet bulmanın devamlılığını ifade etmek için geniş zaman kipi kullanıldı. Ey kavim! Dikkat edin, şüphesiz Allah'ın zikriyle mü'minlerin kalpleri yatışır ve sükûnet bulur. Akıbetinin kötü olması endişesini duymaz ve sıkıntısını hissetmezler. Allah anıldığın­da kalpleri nefret dolanlar bunun aksinedir. [62]
29. Salih amel işleyen mü'minlere gelince, göz aydınlığı onlar içindir. Dönüp gidecekleri yerde karşılaşacakları mutluluk ve afiyet ne güzeldir. İbni Abbas şöyle der: sözü, sevinç ve göz aydınlığı İfade eder. [63]
30. Ey Muhammedi Senden önce peygamberler gönderdiğimiz gibi, seni de bir ümmete peygamber olarak gönderdik. Ondan önce de birçok ümmet gelmiş geçmişti. O ümmet, ümmetlerin sonuncusu; sen de peygamberlerin sonuncususun. Onlara bu büyük vahyi ve hikmetli Kur'an'ı tebliğ etmen için seni gönderdik. Oysa onlar, rahmeti her şeyi kapsayan Rah-man'ı inkâr ediyorlar, Ey Muhammedi O müşriklere de ki: Sizin inkâr ettiğiniz ve tanımadığınızı söylediğiniz o Rahman, benim Rabbimdir. Ben O'na iman ettim. O'ndan başka benim ilahım yoktur. Ben sadece O'na güvendim. Tevbe ve dönüşüm O'nadır. Size karşı yaptığım cihattan dolayı O, bana sevap verecektir. Bundan maksat, Kureyş kafirlerinden karşılaştığı inkâr ve inattan dolayı Peygamberi teselli etmektir. Onlardan önce de milletler, peygamberleri inkâr etmişlerdi. [64]
31. Gökten indirilen kitaplardan herhangi biri­nin okunmasıyla dağlar yerlerinden sökülüp yürütülseydi veya onunla yer yarıl saydı da çatlayıp parçalar haline gelseydi veya o Kur'an ölülerin üzerine okunup da Allah onları dirilttikten sonra on­lara hitap edilseydi, onlar da konuşup cevap verselerdi, o kitap yine bu Kur'an olacaktı. edatının cevabı mahzuftur. Takdiri şöyledir: O bu Kur'an olacaktı." Çünkü Kur'an, doğru yola iletmek, öğüt vermek, uyarmak, ve korkutmak hususunda son derece etkilidir.[65] Zeccâc şöyle der: Cevabın takdiri yine de iman etmezlerdi" şeklindedir. Zira onlar aşırı derecede kibirli ve inatçıdırlar, sapıklık ve fesada iyice dalmıştırlar. Buradaki idrab içindir. Yani, bu anlatılanların yapılacağı bir Kur'an olsaydı, o, yine bu Kur'an olurdu. Lakin Allah, onların istedikleri mucizeleri göndermeyi kabul etmedi. Çünkü bütün eşyanın sahibi odur. O, eşya üzerinde, kendisi üzerinde herhangi bir kimsenin otoritesi ve teklifi olmaksızın, dilediğini yapandır. Mü'minler, kafirlerin iman etmelerinden ümit kesmediler ve bilmediler mi ki, Yüce Allah, onları doğru yola iletmek istese elbette iletir. Çünkü emir onundur. Fakat hikmet, kişinin kendi iradesine bağlı olarak yükümlü tutulmasını gerektirmiştir.[66] İşlemiş ol­dukları kötü amel ve inkârları yüzünden, sürekli olarak Mekke kafirlerinin başlarına, kulaklarını patlatacak ve kalplerini hoplatacak çeşitli belâ ve musibetler gelir. Veya o büyük musibet yurtlarının yakı­nına gelir de ondan korkarlar ve onun kıvılcımları üzerlerine sıçrar. Allah; Mekke'nin fethiyle seni onlara galip ve İslamı üstün kılacağına dair va'dini yerine getirinceye kadar bu böyle devam edecek, Şüphesiz Allah, düşmanlarına karşı zafer nasip edeceğine dair, peygamberlerine ve dostlarına verdiği sözden dönmez. [67]
32. Bu âyet, Peygamber (s.a.v)'i teselli et­mekte ve yatıştırmaktadır. Yani, müşrikler seninle alay ettikleri gibi, daha önceki kafirler de peygamberleri ve nebileri ile alay etmişlerdi. Onları emniyet ve sükun içersinde bıraktım. Sonra da yaka­layıp azap ettim. Yalanlama ve inkârları yüzünden onlara azabım nasıl oldu?! [68]
33. Bütün insanların yaptıklarını gö­zetleyen ve koruyan, kulların işlerinden hiçbir şey kendisine gizli kalmay­an Allah, bu sıfatları taşımayan gibi mi olur? Bu cümlenin haberi mahzuftur. Takdiri şöyledir: İşte böyle olan Allah, bu sıfatlan taşımayan, işitmeyen, fayda vermeyen, hiçbir şeye sahip olmayan putlar gibi mi olur? Ferrâ şöyle der: Mânâ bilindiği için sorunun cevabı hazfedihmiştir. Yüce Allah bu sorunun cevabını şu sözü ile açıklamıştır: Onlar, Allah'a ortak koşarlar." Sanki şöyle denildi: Allah, onların ortaklarına hiç benzer mi?[69] Zemahşeri şöyle der: Bu, onların Allah'a ortak koştukları hu­susunda aleyhlerine bir delildidr. Yani işledikleri hayır veya serden dolayı iyi veya kötü her nefsi gözetleyen ve her birinin karşılığını hazırlamış olan Allah bu vasıfları taşımayana benzer mi?[70] Müşrikler; son derece aciz, hakir ve cahil olan putları ilah edinip Allah ile birlikte onlara taptılar. Ey Muhammedi Onlara de ki: "Onların adlarını bize söyleyin ve niteliklerini bize anlatın ki, bakalım onların Allah ile bir­likte ibadete ve ortaklığa hak kazanabilecekleri bir şeyleri var mı? Yoksa, Yüce Allah'ın bilmediği ortakları ona haber mi ve­riyorsunuz? Bu soru kınama ifade eder. Yoksa aşırı cehalet ve akılsızlıktan dolayı o putlara fasit, asılsız ve boş bir zan ile mi "ortaklar" diyorsunuz? Bilakis şeytan onlara bu inkâr ve sapıklıklarını güzel gösterdi. Onlar doğru yoldan engel­lendiler. Allah kimi sapıklığa düşürürse, onu doğru yola iletecek hiçkimsesi yoktur. [71]
34. O kafirler için öldürülmek, esir alınmak ve diğer belalarla, bu dünya hayatında çabuk gelecek bir azab vardır. Onların ahiretteki azapları ise, dünyadaki azaplarında.! daha ağır ve daha elem vericidir. Onları Allah'ın azabından koru­yacak ve Allah'ın hışım ve intikamını kendilerinden savacak kimseleri yoktur. [72]

Edebî Sanatlar

1. Allah gökten su indirdi. Vadilerden seller aktı." Yüce Allah hak ve batılı, "teşbih-i temsili" denilen bir teşbihle anlattı. Çünkü bu teşbihle vech-i şebeh çok yönlüdür. Hakkı, yer katman­larına yerleşen saf suya ve madenlerden insanların faydalanacağı saf cev­here benzetti. Batılı da suyun yüzünde görünen kir ve çör-çöpe ve çok geçmeden çözülüp dağılan maden tortusuna benzetti. Âyetin tasvir ettiği, birbiriyle mücâdele halinde bulunan hak ile batılın görünümü, dalgaların kenara attığı çörçöp gibidir. Kir yok olur gider. İnsanlara fayda'veren su ise, yeryüzünün katman­larında kalır," Bu, son derece güzel ve parlak bir temsildir.
2. Vadiler, miktarlarmca aktılar." Bu, bir mecaz-ı aklidir. Bir şeyin, yerine isnadı türündendir. Aslı, Vadilerin sulan aktı" şeklindedir.
3. İşte bunun gibi, Allah hak ile batıla böyle darb-ı mesel getirir." Burada hazif yoluyla icaz vardır. Yani, Hakka ve batıla" darb-ı meseller getirir.
4. Kabul edenler" ile Kabul etmeyenler" arasında tıbak-ı selb sanatı vardır.
5. kör gibi olur mu?" Cahillik ve inkâr; istiare-i tebeiyye yoluyla körlüğe benzetildi. Çünkü körden maksat câhil kafirdir.
6. Gizli ile açık iyilik ile kötülük bollaştırır ile daraltır ve saptırır ile doğru yola iletir ke­limeleri arasında tıbak sanatı vardır. Çünkü her iki lafız arasında zıtlık vardır.
7. Ancak bir metadır." Yani, insanın, geçici ihtiyaçları için kendisinden faydalandığı bir eşya gibidir. Burada teşbih edatı ile vech-i şebeh hazfedildiği için teşbih-i beliğ sanatı vardır. [73]

Faydalı Bilgiler

Yüce Allah, Babaları, eşleri ve çocuklarından salih olanlar sözüyle, salîh amel olmadıkça nesebin fayda vermeyeceğini açıkladı. Bu sadece soy bağına sarılanların boş ümitlerini kesmektedir. [74]

Bir Uyarı

İmam Tîbî, Her nefsi gözeten kimse mi?" Âyetinin tefsirinde şöyle demektedir. Bu âyette, belagat ilmi sanatlarına dayanan beliğ bir delil getirilmiştir. Bu sanatlardan birincisi: Allah'tan başkasına ibadet hususunda yaptıkları fasit kıyastan dolayı müşrikleri kınama, ikincisi: Allah'a ortaklar kıldılar" cümlesinde, on­ların, isminde kimsenin kendisine ortak olamıyacağı tek olan bir varlığa or­tak koşmaları hususunda düştükleri sapıklığa dikkat çekmek için, zamir ye­rine açık ismin getirilmesi. Üçüncüsü: Onların isimlerini söyle­yin" ifadesiyle, delile dayanarak ortakların varlığının ret olunması. Dördüncüsü: yoksa, bilmediği şeyi mi ona haber veriyorsu­nuz?" cümlesiyle, bir şeyin "lâzım" inin olmadığını bildirmekle "kendisi" nin olmadığını bildirmek. Beşincisi: Onları düşünmeye sevketmek için, Yoksa, söylediğinizin batıl olduğunu düşünmeden ve tefekkür etmeden sadece ağzınızla mı söylüyorsunuz?" ifadesiyle, derece derece aleyhlerinde delil getirmek. İşte bu delil, kendisinin i'câzını ve insan sözü olmadığını haykırmaktadır.[75] indirilene sevinirler. Fakat gruplardan onun bir kısmı­nı inkar eden de vardır. De ki: "Bana, sadece Allah'a kulluk etmem ve ona ortak koşmamam emrolundu. Ben yalnız O'na çağırıyorum ve dönüş de yalnız O'nadir." [76]
37. Ve böylece biz onu arapça bir hüküm olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra, onların ar­zularına uyarsan, işte o zaman seni Allah'ın azabından koruyacak ne bir dostun ne de koruyucun vardır.
38. Andolsun senden önce de peygamberler gön­derdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber için mucize getirme İm­kanı yoktur. Her müddetin bir yazısı vardır.
39. Allah dilediğini silip, iptal eder, dilediğini de sabit bırakır. Bütün kitapların aslı onun yanındadır.
40. Biz, onlara vâ'dettiğimizin bir kısmını sana göstersek de veya seni öldürsek de sana ancak tebliğ et­mek düşer. Hesap yalnız bize aittir.
41. Bizim, yeryüzünü uçlarından eksiltmeye başla­dığımızı görmediler mi? Allah hükmeder, onun hükmü­nü bozacak kimse yoktur. Ve o hesabı çabuk görendir.
42. Onlardan öncekiler de tuzak kurmuşlardı; halbuki bütün tuzaklar Allah'a aittir. O, herkesin ne kazanacağını bilir. Bu yurdun sonunun kimin olduğunu yakında kafirler bilecekierdir!
43. Kâfir olanlar, "Sen resul olarak gönderilmiş bir kimse değilsin" derler. De ki: "Sizinle benim aram­da şahit olarak Allah ve yanında Kitab'ın bilgisi olan yeter."

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah, önceki âyetlerde kafirler için âhirette hazırlamış olduğu yerleri anlattıktan sonra, bu âyetlerde de, mü'minler için naîm cennetle­rinde hazırladığı yerleri anlattı. Daha sonra da müşriklere elem verici bir azabı va'detti. Bu mübarek sûreyi, Peygamber (s.a.v)'in doğruluğunu, Allah'­ın şahitliği ve Ehl-i kitaptan mü'min olanların şahitliği ile açıklayarak sona erdirdi. [77]

Kelimelerin İzahı

Ahzâb, yahudi ve hristiyan cemaatlerinden muhtelif gruplar. Bir tek inançta birleşemedikleri ve farklı gruplar oldukları için kendilerine "ahzâb" denildi.
Meâb, benim döneceğim yer demektir.
Siliyor. Mahv, yazı veya diğer şeylerin izini gidermek demektir. Bunun aksi "isbâf'tır.
Ümmu'l-kitab, bütün kitapların aslı. Bundan maksat Allah'ın ilmi veya levh-ı mahfuzdur.
Belâğ, tebliğ manasına isimdir.
Mekr, bir şeyi gizlice tertip etmek. Mekr bazan hayırda, bazan serde olur. [78]

Nüzul Sebebi

Kelbî şöyle der: Yahudiler, Rasulullah (s.a.v)'ı ayıplayarak şöyle de­diler: Bu adamın, kadınlar ve evlenmekten başka bir düşüncesi olmadığını görüyoruz. Eğer iddia ettiği gibi peygamber olsaydı, peygamberlik görevi onun kadınlarla meşgul olmasını engellerdi. Bunun üzerine Yüce Allah şu âyeti indirdi: Biz senden önce peygamberler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik.[79]

Âyetlerin Tefsiri

35. Allah'ın, takva sahibi kul­larına va'dettiği harikulade güzel cennetin özelliği şudur: Onun köşklerinin ve odalarının altından ırmaklar akar. Oranın meyvesi daimî­dir, kesilmez. Gölgesi de süreklidir, güneş o gölgeyi gidermez. İşte bu cennet, takva sahibi kimselerin sonu ve varacakları yerdir. Kâfirlerin sonu ise ateştir. [80]
36. Ey Muhammedi Abdullah b.Selam, Necaşi ve arkadaşları gibi, sana iman eden ve uyanlardan, kendi­lerine Tevrat'ı ve İncil'i indirdiğimiz kimseler bu Kur'an'a sevinirler. Çünkü onların kitaplarında Kur'an'ın doğruluğuna şahitler ve onun müjdesi vardır. Senin aleyhine birleşenlerden, Kur'an'ın bir kısmını inkar eden de vardır. Bunlar muhtelif din mensuplarıdır. Kur'an, kendile­rinde bulunanlara uygun olduğu için onun doğruluğunu kesin olarak bilmele­rine rağmen, inatlarından onu inkar ederler. Ey Muhammedi De ki: Bana, tek olan Allah'a ibadet etmem emredildi. Ben ona ortak koşmam. İnsanları sadece ona İbadete çağırırım. Benim dönüşüm ancak onadır. [81]
37. Önceki kitapların indirilmesi gibi, bu Kur'-an'ı Arap dili ile indirdik ki, onunla insanlar arasında hükmedesin. Allah sana delil ve hüccetleri verdikten sonra, müşriklerin seni davet ettikleri arzu ve görüşlere uyarsan, Sana yardım edecek veya seni Allah'ın azabından koruyacak herhangi bir yardımcın yoktur. Bundan maksat, ümmeti insanların hevâ ve hevesle­rine uymaktan sakındırmaktır. Çünkü ma'sum bir kimseye bu şekilde hitap edilirse, bundan maksat insanları sakındırmak olur. Kurtubî şöyle der: Hi­tap peygamberedir, maksat ümmettir.[82]
38. Senden önce de değerli peygamberler gönderdik. Onlara kadınlar ve çocuklar verdik. Bu âyet, çok kadınla evlenmesinden dolayı peygamber (s.a.v)'i ayıplayan kimseleri reddeder. Onlar şöyle diyorlardı: Muhammed gerçek peygamber olsa, zühde dalar, dünyayı ve kadınları terkederdi. İşte Yüce Allah, onların bu sözlerini reddetti ve Hz.Muhammed (s.a.v)'in bu hususta yeni bir şey ortaya koy­madığını, bilakis onun önceki peygamberler gibi davrandığını açıkladı. Hiçbir peygamber kavmine, Allah kendisine izin vermedikçe bir mucize getiremez. Bu âyet, Hz.Peygamber (s.a.v)'in mucize getirmesini teklif edenlere bir cevaptır, Belirlenen her müddetin, Allah'ın Levh-i Mahfuz'da yazdığı bir yazısı vardır. Her şey onun katında bir ölçü iledir. Taberî şöyle der: Allah'ın hükmettiği her şeyin yazdığı bir yazısı vardır. O yazı, kendi katındadır. [83]
39. Allah; kanunlar ve hükümlerden ve meleklerin sayfalarından kaldırmak istediği şeyi kaldırır. Onlardan istediğini de, hiç değiştirmeden olduğu gibi bırakır. İbn Abbas şöyle der: "Allah, dilediğini değiştirir ve onu kaldırır. Ancak ölüm, hayat, bedbahtlık ve mutluluğu de­ğiştirmez. Çünkü o, bunlarla ilgili hükmü vermiştir.[84] Bir görüşe göre, sil­mek de, bırakmak da herşey için geçerlidir. Zira, rivayete göre Hattab oğlu Ömer (r.a.) Beytullah'ı tavaf eder, ağlar ve şöyle derdi: Ey Allahım! Eğer bana bedbahtlık veya günah yazmışsan onu sil. Çünkü sen dilediğini siler, dilediğini bırakırsın. Kitab'ın aslı senin yanındadır. Onu mutluluğa ve ba­ğışlamaya çevir.[85] Ebussuud bu görüşü tercih etmiştir. İbn Mesud'un görüşü de budur, Her kitabın aslı O'nun katındadır. Bu da Levh-i Mah­fuzdur. Allah burada bütün eşyanın kaderini yazmıştır. [86]
40. Ey Muhammed! Onlara va'dettiğimiz azabın bir miktarını sana göstersek de veya o müşrikleri ceza­landırmak suretiyle seni mutlu kılmadan önce seni öldürsek de, o bize ait bir şeydir. Senin, peygamberliği tebliğ etmekten başka bir görevin yoktur. Onların hesabı ve cezası bize aittir. [87]
41. O müşrikler görmediler mi ki, biz mü'minleri yurtlarına iyice yerleştiriyor ve peygamber için ülke üstüne ülke fethi nasip ediyoruz. Nihayet kâfirlerin yurdu azalıp, mü si umanların ki çoğalmıyor mu? İşte bu, Allah'ın Rasulüne verdiği sözü yerine getir­diğinin en kuvvetli delillerindendir.[88] Allah hüküm verir. Onun hükmünün ardından, hiçkimse onu bozacak veya değiştirecek bir hüküm veremez. O, kendisine isyan edenlerden çabuk in­tikam alır. [89]
42. Kureyş kafirleri sana tuzak kurdukları gibi, onlardan önce gelmiş geçmiş olan kafirler de peygamberlerine tuzak kur­muşlardı. Bütün tuzakların sebepleri Allah'ın elindedir. Allah'ın iradesi olmadan onların tuzakları zarar vermez. Allah bilmedikleri taraftan onlara azabı ulaştırır, Allah, herkesin işlediği hayrı ve şerri bilir ve ona yaptığının karşılığını verir, Ahirette güzel sonun, kim için olacağını kafirler anlayacaktır. [90]
43. Mekke kâfirleri, "Ey Muhammedi Sen Allah katından gönderilmiş bir peygamber değilsin" diyorlar. De ki: Mucizelerle beni desteklemek suretiyle, Allah'ın doğruluğuma şahitlik etmesi bana yeter. Bir de, Ehl-i ki-tab'ın alimlerinden inananların şahitliği bana yeter. [91]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek âyetlerde, aşağıdaki edebî sanat türleri vardır.
1. İşte bunun gibi, seni gönderdik." ile, Bu­nun gibi, onu indirdik" cümlelerinde teşbih vardır. Buna mürsel mücmel teşbih denir.
2. Oranın meyvesi süreklidir. Gölgesi de.." cümlesinde hazif yoluyla îcâz vardır. "Gölgesi de süreklidir." demektir, önceki cümleden anlaşıldığı için, bu cümlenin haberi hazf edilmiştir.
3. O, takva sahiplerinin sonudur. Kâfirlerin sonu ise cehennemdir." ifadesinde mukabele sanatı vardır. Bu, edebî sanatlardandır.
4. Peygamberler gönderdik" cümlesinde, iştikak cinası vardır.
5. siler ile yerinde bırakır" kelimeleri arasında tibâk vardır.
6. Bana ancak Allah'a kulluk etmem emrolundu cümlesi ile, Senin üzerine ancak tebliğ etmek düşer" cümlesinde kasr sanatı vardır. Her ikisi de kasr-j izafî olup mevsûfun sıfata tahsisi türündendir. Yani, "senin tebliğ sıfatından başka bir sıfatın yok" de­mektir.
7. Sen onların arzularına uysan...." Bu, yapmamaya teşvik ve tahrik ifade eder.
8. Biz yeryüzüne geliriz. cümlesinde mecâz-ı mürsel var­dır. "Bizim emrimiz ve azabımız yer yüzüne gelir" demektir. [92]

Bir Nükte

Bazı tefsirciler, Yeryüzünü etrafından eksiltiriz" âyet-i kerimesini şöyle tefsir ederler: Yeryüzünün eksilmesi; âlimlerin, fa-kihlerinin, hayırlı ve salih kişilerin ölmesiyle olur. Bu, Mücâhid'den rivayet edilmiştir. İbn Abbas'tan gelen bir rivayet de böyledir. Tefsircilerden biri şu mısraları söylemiştir: Âlimleri yaşadığı sürece yeryüzü yaşar. Yeryüzünde bir alim öldü­ğünde onun bir tarafı ölür. Bu, üzerine yağmur yağdığında dirilen toprağa benzer. Yağmur yağmazsa etrafı harap olur.[93]
Yüce Allah'ın yardımıyle "Ra'd sûresi"nin tefsiri bitti. [94]


[1] Ra'dsûresi,13/I7
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/203.
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/203.
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/207-20.
[5] Ra'd sûresi, 13/13, Vahidi, esbabu'n-nüzul, s. 156
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/208.
[7] Hurûfu Mukattaa'nin izahı için, Bakara sûresinin başına bakınız.
[8] Taberî, 13/9
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/208.
[10] Arş'ı İstiva konusunda bilgi için, A'raf süresindeki istiva âyetinin tefsirinde selefin görüşlerine bakınız.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/208-209.
[12] et-Teshîl, 2/130
[13] NahI sûresi, 16/15
[14] Merhum Seyyid Kutub şöyle der: Bu gerçeği İnsanoğlu yakın zamana kadar kendi araştır­ması ve ilmiyle bilmiyordu. Gerçek şu ki, bütün canlılar bir erkek ve bir dişiden meydana ge­lir. Hattâ kendi cinsinden bir erkeğin bulunmadığı sanılan bitkiler bile, gösteriyor ki, onlar kendi bünyelerinde diğer eşi taşıyorlar. Erkeklik ve dişilik organları bir çiçekte veya ayrı ayrı çiçeklerde bulunurlar ve birleşirler. (ZıIal,5/72)
[15] Ebussuûd, 3/97
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/209.
[17] Taberİ, 13/97
[18] Taberi, 1,3/98
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/210.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/210.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/210.
[22] el-Bahr, 5/367
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/210-211.
[24] İbnu'l-Cevzî, Zâ'du'l-Mesîr, 4/308
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/211.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/211.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/211.
[28] Taberî, 13/119
[29] Bu hadisi İbn Ebi Hatim lahrİc etmiştir. İbn Kesir'in Muhtasarında da böyledir. (2/274)
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/211-212.
[31] İbnu'l-Cevzî, Zadu'l-Mestr, 4/313
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/212.
[33] İsrâ sûresi, 17/44
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/212.
[35] Ebussuud, 3/102
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/212-213.
[37] Kurlubi, 9/301
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/213.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/213-214.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/214.
[41] Buharı, Mevaki.1,16; Tevhîd, 23,33; Müslim, Mesâcid,210
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/214.
[42] Muvatta, Kelâm,26(az farklı)
[43] Kurtubî, 9/298
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/215.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/219.
[45] el-Bahr, 5/382
[46] Keşşaf, 2/528
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/219-220.
[48] Vahidî, Esbâbun-nüzûl, 157
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/220.
[49] Merhum Şehit Seyyid Kutub şöyle der: Âyetin akışıyla devam ediyoruz: Allah, hak ile bâtıl ve ebedî davet ile rüzgarla birlikte yok olup giden davet için misal getirir. Gökten su iner ve vadilerden sel akar. Bu sel yatağında akarken köpük şeklinde yüzüne yıkan kir ve çer-çöpü toplar. Bu çer çöp yükselip kabarır. Fakat biraz sonra kir olarak atılır. Su ise onun altında sakin sakin akıp gitmektedir. Fakat o, hayır ve hayat taşıyan sudur. Bunun gibi şeyler, eritilip de süs eşyası yapılan allın ve gümüş gibi, veya kap-kacak yapılan demir ve kurşun gibi madenlerde de bulunur. Pislik, yüzüne çıkar. Fakat o biraz sonra yok olup gidecek bir pisliktir. Maden ise tertemiz geriye kalır. İşte bu hak ile bâtılın misâlidir. Batıl üste çıkar, yükselir, görünür, kabarır, şişer, fakat çok geçmeden atılmış çer-çöp olarak yok olup gider. Onun aslı ve tutulacak bir tarafı yoktur. Hak ise, sessiz sakin devam eder. Hayal veren su ve saf maden gibi yeryüzünde kalır.(Fi Zılâlİ'l-Kur'an, 13/76)
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/220-221.
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/221.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/221-222.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/222.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/222.
[54] Kurtubî, 9/311
[55] Tirmizî, Birr, 55
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/222.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/222.
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/222.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/223.
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/223.
[61] et-Teshî], 2/134
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/233.
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/223.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/223-224.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/224.
[65] Bu, Zemahşerînin tercihidir. Zeccac'ın tercihi ise, takdirin: Yine de inanmaz­lardı" şeklinde oluşudur.
[66] Bazı tefasİrcîler âyetinin, "mü'minler bilmedi mi? Anlamadı mı?" ma­nasına geldiği görüşündedirler. Bu mana, Hevazin kabilesinin lügatine göredir. Bu, bazı Se­leften rivayet edilmiştir. Fakat açıkladığımız gibi, akla ilk gelen manayı anlamak mümkün iken, kelimeyi asıl manasından çıkarmak için herhangi bir zaruret yoktur.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/224-225.
[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/225.
[69] Ibnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 4/333
[70] el-Keşşaf, 2
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/225.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/225-226.
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/226.
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/226.
[75] Sâvî Haşiye'sinden naklen.(Bkz. 2/276)
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/227.
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/229.
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/229-230.
[79] Ra'd sûresi, 13/38. Vahidî, Esbâbu'n-nüzûl, 158
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/230.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/230.
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/230.
[82] Kurlubî, 9/327
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/230-231.
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/231.
[84] Bu, Mücahid'İn de görüşüdür. Çünkü o şöyle der: Hayat, öiüm, bedbahtlık ve mutluluk hariç bunlar değişmez.
[85] Taberî, 13/167
[86] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/231.
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/231.
[88] Merhum Seyyid Kutub şöyle der: Zengin milletler şımardığı, inkara ve fesada saplandığı bir zamanda AUah'ın güçlü eli onlara gelir, onların güçlerini, kuvvetlerini ve servetlerini azaltır ve onlar daha önce güçlü ve kuvvetli iken, yeryüzünün dar bir parçasına sıkıştırır. Ben derim ki: Bu yorum yenidir. Bunda nur parıltılarından bir parıltı ve güzellik kokularından bir koku vardır.
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/231-232.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/232.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/232.
[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/232-233.
[93] Muhtasar-ı ibn Kesir, 2/287
[94] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/233.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder