Al-i İmran Suresi(2)
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler beyân ve bediî sanatlarından bir
çoğunu ihtiva eder. Bunları şöylece özetleyebiliriz.
1. İyiliği emreder, kötülüğü nehyeder-ler. Bunda
bediî sanatlardan mukabele denilen sanat vardır.
2. îşte kurtuluşa erenler onlardır. Burada
sıfatın mev-sufa kasrı sanatı vardır. Zira, kurtuluş sadece onlara tahsis
edilmiştir.
3. Bazı yüzler ak olur, bazı yüzler kara olur.
Burada kelimeleri arasında tıbâk sanatı
vardır,
4. Allah'ın cennetindedirler. Burada mecâz-ı
mürsel vardır. Zira hail zikrolunup mahall yani bir yerde bulunan şey zikredilip
yerin kendisi kastedilmiştir. Yani onlar cennettedirler. Çünkü cennet
rahmetin indiği yerdir.
5. Zillet ve horluk onlardan1 ayrılmaz. Bu âyette
de istiare vardır. Zira zillet, içinde bulunanları ihata eden çadıra
benzetilmiştir. Bu istiare ile ilgili bilgi, Bakara suresinin 61. âyetinde
geçti.
6. Allah'ın gazabıyle döndüler. Burada
kelimesinin nekra olması, olayın dehşet ve korkunçluğunu gösterir. [233]
Faydalı Bilgiler
Cümlesi, isti'nâfiyye (başlangıç) cümlesidir.
Bundan dolayı, sonundaki 'nun' düşmemiştir. Zemahşerî şöyle der: Yüce Allah bu
â-yetle başlangıç yapıp, ceza ile ilgili hükümleri bırakarak haberle ilgili
hüküm vermeye başladı. Sanki şöyle denilmiştir: "Sonra ben size haber veriyorum
ki, onlar yardımsız bırakılmışlar, onlardan yardım kesilmiştir. Eğer bu fiil
cezmedilip de sonundaki nun düşseydi, yardım mutlak bir vaad olmasına rağmen,
onun kesilmesi, müslümanlarla savaştıkları zamana mahsus kalırdı.[234]
Bir Uyarı
"Ayrılığa düşüp parçalananlar gibi olmayın"
âyetindeki ayrılıktan maksat, inanç ve dinin esasları ile ilgili ayrılıklardır.
Fakat müctehid imamların yaptığı gibi, dinin diğer hükümleri (fürulan) ile
'ilgili ihtilaflar şeriatın ruhsat verdiği kolaylıklardandır. Nitekim ilim
adamları bu meseleye dikkat çekmişlerdir. Bu hususta merhum Ibn Teymiyye'nin
Refu'l-melâm ani'l-eimeti'l-a'lâm adını verdiği değerli bir risalesi vardır. Ona
bakınız, o çok güzel ve faydalı bir eserdir. [235]
113. Hepsi bir değildir; Ehl-i kitap içinde
istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secde ederek Allah'ın âyetlerini
okurlar.
114. Onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanırlar;
i-yiliği emreder, kötülükten men'ederler; hayırlı islere koşuşurlar. İşte bunlar
sâlih kullardandır.
115. Onların, yaptıkları hiçbir hayır
karşılıksız
bırakılmayacaktır. Allah, takva sahiplerini çok iyi
bilir.
116. İnkâr edenler var ya onların ne malları ne
de evlatları Allah'a karşı kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. İşte onlar
orada ebedî kalacaklardır.
117. Onların, bu dünya hayatında harcadıkları
şeyler, kendilerine zulmetmiş olan bir kavmin ekinlerine isabet edip de telef
eden kavurucu bir rüzgara benzer. Onlara Allah zulmetmedi; fakat onlar
kendilerine zulmediyorlar.
118. Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri
sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep
sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından dökülmektedir. Kalplerinde sakladıkları
(düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız âyetlerimizi size
a-çıklamış bulunuyoruz.
119. İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi
sevmedikleri halde siz onları
seversiniz. Siz bütünüyle Kitab'a inanırsınız; onlar ise sizinle
karşılaştıklarında, " İnandık." derler; kendi başlarına kaldıklarında da,
size olan kinlerinden dolayı parmaklarını kemirirler. "Kininizle geberin." deyiver. Şüphesiz Allah kalblerin
içindekini hakkıyla bilmektedir.
120. Size
bir iyilik dokunsa,
bu onları tasalandırır; başınıza bir musibet gelse,
buna da sevinirler. Eğer sabreder ve korunursanız, onların hilesi size hiçbir
zarar vermez. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre
kuşatmıştır.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde Ehl-i kitabın kötü
vasıflarını anlattı. Burada da onların aynı derecede olmadıklarını, içlerinde
mü'min, kâfir, iyi ve kötü kimselerin bulunduğunu açıklamaktadır. Bundan sonra
da Yüce Allah kâfirlerin cezasını, mallarının ve çocuklarının kıyamet gününde
onlara hiçbir fayda sağlamayacağını bildirmektedir. Bunun ardından da din
düşmanlarının dost edinilmesini yasaklamakta ve onları dost edinmenin dünya ve
din hususunda büyük bir zarar olduğuna
dikkati çekmektedir.
[236]
Kelimelerin İzahı
Ânâ, inâ kelimesinin çoğulu olup vakitler ve saatler demektir.
Felen yükferûhu, onların yaptığı iyilik karşılıksız
bırakılmaz. Bu kelime, inkâr mânâsına gelen küfür kökündendir. İnkâr ve örtbas
etme demek olduğu için yapılan hayrın karşılığını vermemeye küfür
denildi.
Sırr, şiddetli soğuk demektir. İbn Abbas (r.a.) bu
görüştedir. Bunun aslı, ses mânâsına gelen "sarîr" dendir. Burada maksat
şiddetli ve soğuk rüzgardır.
Hars, ekin demektir. Bir kimse tohum ekmek için
yeri sürdüğünde denilir ki, bu kelime bu kökten gelmiştir.
Bitâne, kişinin sırlarını açtığı sırdaşları
demektir. Aslında bu kelime, elbisenin astarı manasınadır. Astar bedene
elbisenin kendisinden daha yakın olduğu için, sırdaşlar buna
benzetilmiştir.
La ye'lûnekum, size karşı ellerinden gelen kötülüğü
geri komazlar. Zemahşerî şöyle der: Bir kimse bir işte kusur ettiğinde denir.
Muzârii gelir.
Habâl, fesat ve noksan manasınadır. Aklı noksan
kişiye denilmesi de bu kabildendir.
Anittüm, sıkıntıya düştünüz demektir. Anet,
şiddetli zarar ve meşakkat manasınadır.
Enâmil, parmak uçları demektir. [237]
Nüzul Sebebi
Abdullah b. Selâm ve arkadaşları müslüman olunca
Yahudi âlimleri şöyle dediler: "Muhammed'e bizim en kötülerimiz iman etti. Eğer
bizim seçkinlerimizden olsalardı babalarının dinini bırakmazlardı" Müslüman
olanlara: "Siz kâfir oldunuz ve hüsrana düştünüz" dediler. Bunun üzerine Yüce
Allah: "Hepsi bir değildir; Ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk
vardır[238] âyetini indirdi.
[239]
Âyetlerin Tefsiri
113.
Ehl-i kitab'ın hepsi aynı derecede
kusurlu değillerdir. Bu cümlenin mânâsı burada tamam olup, Yüce Allah yeni bir
cümleye başlar. Ehl-i kitap'tan, Allah'ın dini üzere dosdoğru giden bir grup
vardır. Geceleyin Allah'ın âyetlerini okuyarak teheccüd namazı
kılarlar. [240]
114.
Allah'a ve âhiret gününe gerçekten inanırlar.
nsanları haYra Çağırır, serden nehyeder, yağcılık yapmazlar. Tembellik göstermeden hayır ve hasenatta
yarışırlar. dbdjlj İşte onlar, Allah'ın sâlih kulları zümresi
içindedir. [241]
115. Onların yaptığı hiçbir sâlih amel Allah
katında asla zayi olmaz Allah takva sahiplerini bilir. Hiçbir kimsenin
ameli O'na gizli kalmaz. O'nun katında müttakilerin mükâfatı zayi olmaz. Yüce
Allah daha sonra kâfirlerin neticedeki durumlarını bildirerek şöyle
buyurur: [242]
116. Kâfir olanlar var ya, ne biriktirmek için
birbirlerini helâle ettikleri malları ne de sevgileri uğrunda kendilerini feda
ettikleri çocukları, onları Allah'ın azabına karşı herhangi bir şekilde
koruyabilecektir. Onlar cehennem ehlidir, orada ebedî kalacaklardır. [243]
117. Övülmek ve iyi anılmak için dünyada malını
harcayanların durumu, şiddetli ve çok soğuk bir kasırganın durumu gibidir ki, bu
helak edici kasırga, isyan ederek, kendilerine zulmeden bir kavmin ekinine
isabet eder de onu ifsat ve helak eder, dolayısıyle o ekinden faydalanamazlar.
İşte kâfirler de böyledir. Sahibinin günahı sebebiyle bu ekin nasıl yok olursa,
kâfirlerin iyi amellerini de Allah bu şekilde yok eder. Allah onların ekinlerini
yok etmekle onlara zulmetmiş olmadı. Fakat onlar azabı gerektirecek suçu işlemekle kendilerine zulmettiler.
Bundan sonra Yüce Allah mü'minleri
sırlarını kendilerine açıklayacak şekilde münafıkları sırdaş edinmekten
sakındırarak şöyle buyurur.
[244]
118. Ey mü'minler! Müslüman kardeşlerinizi
bırakıp da münafıkları, sevdiğiniz, sırlarınızı açıkladığınız ve arkadaşlık
kurduğunuz dostlar edinmeyin. Onlar, sizi fesada düşürmek için ellerinden geleni
yapmada kusur etmezler. Sizin dara düşmenizi ve zarara uğramanızı, isterler,
Size olan düşmanlıklarını dilleri ile açığa vurmaktadırlar. Zira kalplerindeki kinlerini ağızlarıyle
açıklamadıkça tatmin olamazlar. Size karşı kalplerinde gizledikleri kin,
açıkladıklarından daha büyüktür, Eğer anlarsanız, din hususunda İhlasın vacip
olduğunu; mü'minleri dost,
kâfirleri düşman edinmenin
gerekliliğini gösteren delilleri size açıkladık. Bu, nefisleri tahrik ve
teşvik için söylenmiştir. Nitekim, insanları eziyet etmemeye teşvik için "Eğer
mü'minsen insanlara eziyet etme" denilmiştir. İbn Cerir şöyle der: nin mânâsı,
Allah'ın emir ve nehiylerini yerine getirirseniz demektir." Sonra Yüce Allah,
onların mü'minleri sevmediğini açıklayarak şöyle buyurur. [245]
119. Ey mü'minler topluluğu! Siz onları dost
edinmekle hata ediyorsunuz. Çünkü siz onları seviyorsunuz, onlar sizi
sevmiyorlar. Siz onlara menfaat sağlamak istiyor ve büyük bir sevgi
gösteriyorsunuz. Halbuki onlar sizin için zarar istiyorlar ve kalplerinde size
düşmanlık besliyorlar. asiz indirilen bütün kitaplara inanıyorsunuz, halbuki
onlar size kin güdüyorlar. Onlar sizin kitabınızdan hiçbir şeye inanmadıkları
halde, siz onları niçin seviyorsunuz? Burada kâfirlerin bâtıl inançlarında,
mü'minlerin hak olan inançlarından daha sağlam oldukları için mü'minlere
şiddetli bir kınama vardır, Sizinle karşılaştıklarında "İman ettik" derler.
İşte onların çirkinliklerinden biri de budur. Çünkü münafıklık ederek sizin
yanınızda mü'min görünüyorlar. Onların meclisinden ayrıldığınız da sizin birlik
ve beraberliğinizi gördükleri için şiddetli kin ve kızgınlıklarından
parmaklarını ısırır, kendi kendilerini yerler. Bu şiddetli öfkeden ve
mü'minlere eziyet edememenin verdiği üzüntüden kinayedir. Deki: "Öfkenizle
geberin" Bu, onlar için bir bebduadır. Yani, ey Muhammedi Onlara de ki: Allah
kininizi, ölünceye kadar devam ettirsin.[246] Allah sizin mü'minlere karşı kalplarinizde gizlediğiniz kin ve hasedi
bilir. Sonra Yüce Allah, onların mü'minlerin başına gelmesini bekledikleri belâ
ve meşakkati şöyle açıklar.
[247]
120. Eğer size bolluk, refah zafer, ganimet ve
benzeri sevindirici şeyler isabet ederse üzülürler, Eğer size şiddet, kıtlık,
hezimet ve benzeri üzücü şeyler gelirse bu defa sevinirler. Yüce Allah onların
mü'minlere karşı aşırı düşmanlıklarını açıkladı. Çünkü onlar, mü'minlerin elde
ettikleri hayırlardan dolayı üzülüyor, başlarına gelen musibetlerden dolayı da
seviniyorlardı, Onların eziyetlerine sabreder, söz ve amellerinizde Allah'tan
korkarsanız, hile ve tuzakları size zarar vermez. Yüce Allah onların zarar
verememelerini sabır ve takva şartına bağladı. Allah onların sizin için
kurduğu tuzakları bilir, kötülüklerini sizden savar ve onları kötü niyetlerine
göre cezalandırır.[248]
Edebî Sanatlar
1. kitaptan bir grup vardır. Burada, devamlılık
ifade etmesi için isim cümlesi kullanılmıştır. Bundan sonra gelen Allah'ın âyetlerini okurlar" cümlesinde ise
teceddüd (fiilin yenilenmesi) ifade etmesi için muzâri sıygası kullanılmıştır,
Fiilinde de durum aynıdır.
2. Onlar sâlihlerdendir. Bu kimselerin
faziletlerinin
ve derecelerinin yüksekliğini ifade etmek
maksadıyle, uzağı gösteren ism-i işaret kullanılmıştır.
3. Şiddetli soğuk rüzgar gibidir." Burada
teşbih-i temsilî vardır. İftihar ve övülmek için harcadıkları mallar, şiddetli
soğuk kasırganın isabet ederek helak
ettiği ve kupkuru sap haline getirdiği ekine benzetilmiştir.
4. "Sırdaş edinmeyin." Burada kişinin yakın
arkadaşları elbise astarına benzetilmiştir. Çünkü onlar, onun işinin iç yüzünü
bilirler ve iç elbisenin vücuduna yakınlığı kadar ona yakındırlar. Burada
istiare vardır.[249]
5. "Size karşı kızgınlıklarından parmaklarını
ısırır, kendi kendilerini yerler." Ebu Hayyan şöyle der: "Kızgın ve pişman olan
kişiye, "parmaklarını ısırıyor" denilirse, bu hakikat olur. Bunun temsilî mecaz olma ihtimali de vardır. Bu
takdirde, onların şiddetli kinleri ve mü'minlere eziyet edememekten duydukları
üzüntüleri bu şekilde ifade edilmiş
olur.
6. "Size bir iyilik dokun-sa, bu onları
tasalandırır; başınıza bir musibet gelse buna da sevinirler. Bu âyette, bediî
sanatlardan mukabele sanatı vardır. Zira, hasene kelimesinin mukabilinde seyyie,
mesâet kelimesinin mukabilinde de ferah kelimesi gelmiştir. Bu güzel bir
mukabeledir.
Bir Nükte
"Size bir iyilik dokunursa" cümlesinde, dokunmak
mânâsına gelen kelimesi, "Size bir kötülük isabetederse" cümlesinde kelimesi
kullanılmıştır. Bu gösteriyor ki, iyilik hafif bir dokunma kadar basit bir şeyle
de olsa düşmanları üzer, kötülüğe gelince o, düşmanların bile üzülebilecekleri
seviyeye gelirse, onlar ancak o zaman sevinirler. İşte bu, Kur'an'ın belagat
inceliklerindendir. Bu nükte, Keşşaf haşiyesinden nakledilmiştir. [251]
121. Hani sen, sabah erkenden, mü'minleri savaş
mevzilerine yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın. Allah, hakkıyle işiten ve
görendir.
122. O zaman içinizden iki bölük bozulmaya yüz
tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idi. Mü1-minler, yalnız Allah'a
dayanıp güvensinler.
123. Andolsun sizler güçsüz olduğunuz halde
Allah, Bedir'de sîze yardım etmişti. Öyle ise, Allah'tan sakının ki, O'na
şükretmiş olasınız.
124. O
zaman sen, mü'minlere şöyle diyordun: "İndirilen üç bin melekle
Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin
için yeterli değil
midir?
125. Evet, siz sabır gösterir ve Allah'tan
sakınırsanız, ve eğer onlar şu anda üzerinize gelirlerse, Rabbi-niz savaş
eğitimi görmüş beş bin melekle sizi takviye eder.
126. Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve
kalbleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve
hikmet sahibi Allah kalındandır,
127. 128. Allah kâfirlerden bir kısmını
kessin veya onları perişan etsin böylece bozulmuş bir halde dönüp gitsinler ki,
bu işte senin yapacağın bir şey yoktur. Yahut onların tevbesini kabul etsin,
ya da
(ısrar ederlerse) onlara azap
etsin (diye Allah Bedir'de size yardım
etti). Çünkü onlar zâlimdirler.
129. Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır.
Dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah, çok bağışlayıcı ve çok
merhametlidir.
130. Ey iman edenler. Kat kat artırılmış olarak
faiz yemeyin. Allah'tan sakının ki kurtuluşa eresiniz.
131. kâfirler için hazırlanmış bulunan ateşten
sakının.
132. Allah'a ve Resul'üne itaat ediniz ki size
merhamet edilsin.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Bu âyet-i kerimelerden itibaren gazalardan söz
edilmeye başlanır. Konu, münâkaşa ve münazara savaşından meydan ve kılıç savaşma
intikâl etti. Bu âyetler geniş bir şekilde Uhud savaşından söz eder. Bu arada,
Allah'ın mü'minlere nimetini hatırlatması için Bedir savaşından da söz
edilmiştir..Zira mü'minler bu savaşta sayı ve silah bakımından daha az ve zayıf
olmalarına rağmen, Allah'ın yardımıyle zafer kazanmışlardı. Bu âyet, Uhud gazası
ile ilgili kıssanın ilk âyetidir. Bu konuda 60 âyet nazil olmuştur. Âyetlerin
öncekilerle münasebeti şöyledir: Yüce Allah Önceki âyetlerde kötü kimseleri
sırdaş edinmekten sakındırdı. Bu âyetlerde de en-sardan iki grubun gevşeklik
göstermesinin sebebini açıklamaktadır. Bu da, başta nifakın başı olan Ubey
b.Selûl olmak üzere münafıkların onlara köstek olmalarıdır. Münasebet açıktır.
Buhârî ve Müslim Câbir'in şöyle dediğini nakladerler. "O zaman içinizden iki
taife bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idi" âyeti bizim
hakkımızda nazil oldu. Bu iki taife biziz, yani Harise oğulları ve Seleme
oğullarıyız. Allah onların dostudur" kaydından dolayı bu âyetin bizim
hakkımızda inmesine sevindik. İnmemiş olsaydı sevinmezdik.[252]
Kelimelerin İzahı
Sabahleyin çıktın, demektir. Bu kelimenin mastarı
olan sabahın ilk saatleri manasınadır.
Gevşeklik gösterirler demektir. Feşel, korkaklık ve
zayıflık manasınadır.
İndirir yerleştirirsin demektir. Bir kimse bir
başkasını bir eve yerleştirdiğinde der. Bu kelimenin aslı ev edinmek
manasınadır.
Ezille, sayı ve silah bakımından azlık
manasınadır.
Fevr sûr'at manasınadır. Aslı, şiddetli galeyan
mânâsına olup tencere kaynadı mânâsına gelen den türemiştir. Daha sonra
"Sûr'at" mânâsında kullanılmıştır. Bir şey anında hemen yapıldığında denilir,
Musevvemîn, savaş için eğitilmiş manasınadır.
Musevvimîn okunduğu takdirde, onların alâmeti vardır manasınadır. Bedir
savaşında onların alâmeti beyaz sarıklardı.
Taraf, taife ve kıt'a manasınadır.
Onları perişan etsin. Kebt, hezimete uğratmak ve
helak etmek demektir. Bazan kin gütmek ve zelil düşürmek mânâsında
kullanılır.
Hâibîn, "bozguna uğrayarak" demektir. Haybe,
isteneni elde edememek mânâsına gelir. [253]
Nüzul Sebebi
Müslim'in sahihinde rivayet edildiğine göre Uhud
savaşında Rasulul-lah (s.a.v)'ın ön dişlerinden rabaiyye denilen bir dişi
kırıldı. Başı yarıldı. Rasulullah (s.a.v) başındaki kanı siliyor, ve şöyle
diyordu: Kendilerini Allah'a çağıran peygamberlerinin başını yaran ve
rabaiyyesini kıran bir kavim nasıl kurtuluşa erer? Bunun üzerine Yüce Allah
işte senin yapacağın bir şey yoktur" âyetini indirdi.[254]
Âyetlerin Tefsiri
121. Ey Muhammedi Sabah erkenden, mü'minleri,
düşmanla savaşmak için mevzilerine yerleştirmek üzere ailenden ayrılıp Uhud'a
gittiğin zamanı hatırla. Allah sizin sözlerinizi işitir hallerinizi
bilir. [255]
122. Hani. müslüman ordusundan iki taife
korkaklık ve zafiyet gösterip neredeyse savaştan dönmeye yüz tutmuşlardı. Bunlar
Selemeoğullan ile Hâriseoğulları idi . Olay şöyle olmuştur: Rasulullah (s.a.v.)
bin kişilik bir Ashab ordusu ile Uhud'a gitmek üzere yola çıktı. Üçbin kişiden
oluşan kâfir ordusuna yaklaştıklarında, münafık Abdullah b. Übeyy ordunun üçte
biri ile Rasulullah (a.s.v.)'tan ayrılarak şöyle dedi: Niçin canlarımızı ve
çocuklarımızı öldürelim? Ensardan yukarda adı geçen iki kabile savaştan geri
dönmeye niyetlendi. Fakat Allah onları korudu, Rasulullah (s.a.v) ile birlikte
devam ettiler. İşte, "Allah onların yardımcısı ve işlerinin mütevellisidir"
âyeti bunu ifade eder. Mü'minler bütün hal ve hareketlerinde yalnız Allah'a
dayanıp güvensinler. Sonra Yüce
Allah, mü'minlerin kalpleri
kuvvetlensin ve Uhud'da
uğradıkları yenilgiden duydukları üzüntüye karşı teselli bulsunlar diye onlara
Bedir günü elde ettikleri zaferi hatırlatarak şöyle buyurdu: [256]
123. Şüphesiz, sizler silah ve sayı bakımından
az olduğunuz halde, zaferin sayı ve
malzeme çokluğuyla değil, Allah'ın yardımıyle kazanıldığını bilesiniz diye Allah Bedir gününde yardı-mıyle size zafer kazandırmıştır.
Öyleyse Allah'tan korkun ve size lütfettiği zafere karşılık O'na
şükredin. [257]
124. Ey Muhammedi O zaman sen Ashabına şöyle
demiştin: Rabbinizin sizin zaferiniz için
üç bin meleği yardımınıza göndermesi size yetmez mi? [258]
125. Evet, yeter. Eğer siz savaşta sabreder,
Allah'tan korkar ve onun emrine itaat
ederseniz, o size meleklerle yardım eder.
Eğer müşrikler hemen şu anda üzerinize gelirlerse
Allah, silah eğitimi görmüş ve tatbikat yapmış beşbin melekle size yardımı
artırır.[259]
126. Ey mü'minler! Allah melekleriyle yaptığı bu
yardımı, sırf, bir müjde olsun daha fazla sebat edesiniz, kalpleriniz bununla
sükûnete ersin, düşmanınızın çokluğu ve sizin azlığınızdan korkmayasmız diye
yaptı Sakın zaferin, sayı ve malzeme çokluğu ile elde edileceği hayaline
kapılmayasınız. Gerçekte zafer, meleklerde ve başkalarından değil, sırf Allah'ın
yardımı ile elde edilir. O işinde galiptir, mağlup olmaz. Hikmet sahibidir,
engin hikmetinin gerektirdiğini yapar. [260]
127. Bu ilâhi tedbir, o müşriklerden bir taifeyi
öldürme veya esir alma suretiyle helak etmek ve şirk direklerinden bir direği
yıkmak, veya onları hezimete uğratarak perişan etmek için alınmıştır, ,
istediklerim elde edemeden bozulmuş bir halde geri dönsünler. Yüce Allah bunu
onların başına Bedir savaşında getirdi. Müslümanlar, müşriklerin ileri
gelenlerinden yetmişini öldürüp, yetmişini de esir aldılar. Allah mü'minleri
aziz; şirki ve müşrikleri zelil kıldı. [261]
128. Bu işte senin yapacağın bir şey yoktur. Bu
âyet-i kerime Uhud kıssası içerisinde bir ara konu olarak gelmiştir.
Rasulullah (s.a.v.)'m rabaiyye
dişi kırılıp mübarek
yüzleri yarılınca: "Peygamber-
lerinin yüzünü kana boyayan bir kavim nasıl kurtuluşa erer" buyurdu. Bunun
üzerine âyeti nazil oldu. Yani, Ey Muhammedi
Kulların yanlışlarını düzeltmek sana ait değildir. Onların işi Allah'a kalmıştır. Onların
işlerinin sahibi Allah'tır. Allah onları ya helak eder veya hezimete uğratır,
Veya müslüman olurlarsa tevbelerini kabul eder, küfürde ısrar ederlerse azap
eder. Çünkü onlar azabar üstehak olmuş
zâlimlerdir.
[262]
129. Yerlerin ve göklerin mülkü Allah'ındır. O,
dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah çok bağışlayıcı ve çok
merhametlidir. [263]
130. Ey iman edenler! Kat kat artırılmış olarak
faiz yemeyin. Bu âyetle Yüce Allah, mü'min kullarına faiz alıp vermeyi
yasaklamıştır. Aynı zamanda Câhiliyye döneminde kat kat aldıkları faizi
kınamıştır. İbn Kesir şöyle der: Câhiliyye zamanında borcu ödeme zamanı gelince
alacaklı şöyle derdi: Ya borcu ödersin, veya artırırsın. Eğer öderse ne ala yok
Ödeyemezse zamanı uzatır ve borç miktarını artırırdı. Bu her yıl böyle devam
ederdi. Bazan az bir borç, katlanarak çoğalır ve kat kat olurdu.[264] Allah'ın yasakladığını terkederek O'nun azabından korununuz ki,
kurtuluşa erenlerden olasınız. kâfirler için hazırlanmış olan cehennem ateşinden
sakınınız. Allah'a ve Rasulüne itaat edin ki, O'nun rahmetine nail olan iyi
kullardan olasınız.
Edebî Sanatlar
1. Hani diyordun. Olayı zihinde canlandırmak
için, şimdiki zamanın hikayesi muzâri sıygasıyle ifade edilmiştir.
2. Rabbinizin size yardım etmesi. Rabb
kelimesinin muhatap zamirine muzaf olması, onlara verilen önemi göstermektedir.
Ebus-suûd böyle der.
3. "Bağışlar" ve "azap eder" kelimeleri arasında
tıbâk sanatı vardır.
4. Faizi yemeyin. Burada faiz almayın yerine faiz
yemeyin denilmiştir. Çünkü almanın neticesi, onu yemektir. Bu mecâz-ı murseldir.
Bir Uyarı
Ayette " kat Kat" ifadesinin kullanılması, faiz
için ne bir kayıt ne de bir şarttır. O ancak insanların Cahiliyye zamanındaki
durumlarını açıklamak ve büyük bir zulüm ve apaçık bir haksızlık olan, bu
muameleden dolayı onları kınamak içindir. Zira onlar faizi kat kat alıyorlardı.
Ebu Hayyan şöyle der: Kat kat faiz aldıkları bu kötü işten menedildiler. Bazan
öyle olurdu ki, az bir borcun faizi yüzünden borçlunun bütün malı giderdi. Yüce
Allah sözüyle onların yıldan yıla faizi katlıyarak artırdıklarına işaret eder.
Faizin her türlüsü haramdır. Katlıyarak alma durumu, yasaklamanın bir kaydı ve
şartı değildir.[266]
133. Rabbinizin bağışına ve takva sahipleri için
hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete
koşun.
134. O takva sahipleri ki, bollukta da, darlıkta
da Allah için harcarlar; öfkelerini
yutarlar ve insanları affederler. Allah güzel davranışta bulunanları
sever.
135. Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya
da bizzat kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp, günahlarından dolayı
hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir
ki. Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar
etmezler.
136. İşte onların mükâfaati, Rablerinin mağfireti
ve zemininden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlerdir. Amel
edenlerin mükafaatı ne güzeldir.
137. Sizden önce kânun haline gelmiş bir takım
olaylar gelip geçmiştir. Onun için, yer yüzünde gezin dolaşın da yalanlayanların
akıbeti ne olmuş, görün.
138. Bu bütün insanlığa bir açıklamadır; takva
sahip- leri için de bir hidâyet ve bir öğüttür.
139. Gevşeklik göstermeyin; üzüntüye kapılmayın.
Eğer kalbden inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.
140. Eğer siz (Uhud'da ) bir acıya uğradınızsa,
(Bedir'de de düşmanınız
olan) o kavim
aynı acıya Cüz 4,
uğramıştır. İşte böylece biz günleri insanlar
arasında değiştiririz. Allah iman edenleri ortaya çıkarmak ve aranızdan
bazılarına şehadet nimetini lütfetmek için bunu yapıyor. Allah zâlimleri
sevmez.
141. Bir de Allah iman edenleri temize çıkarmak,
kâfirleri de helak etmek ister.
142. Yoksa, Allah içinizden cihad edenleri belli
etmeden, sabredenleri ortaya
çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?
143. Andolsun
ki siz, ölümle yüzyüze gelmezden önce onu temenni ederdiniz. İşte şimdi
onu gözlerinizin önünde gördünüz.
144. Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce
de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi O, ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye
mi döneceksiniz? Kim geri dönerse, Allah'a hiçbir şekilde zarar veremez. Allah,
şükredenleri mükafaatlandıracaktır.
145. Her nefsin ölümü ancak Allah'ın iznine
bağlıdır. (Ölüm), belli bir süreye göre yazılmıştır. Her kim, dünya nimetini
isterse, kendisine ondan veririz. Kim
de âhiret sevabını isterse, ona da
bundan veririz. Biz, şükredenleri
mükâfatlandıracağız.
146. Nice peygamberler vardı ki, beraberinde
Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına
gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler; boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.
147. Onların sözleri, sadece şöyle demekten
ibaretti: Ey Rabbimiz! günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla;
ayaklarımızı sabit kıl; kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl.
148. Allah, onlara dünya nimetini ve âhiret
sevabının en güzelini verdi. Allah, iyi
davrananları sever.
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki
âyetlerde mü'minleri sabırlı ve takva sahibi olmaya teşvik etti ve Bedir
savaşında onlara melekleriyle yardım ettiğine dikkatlerini çekti. Bu âyetlerde
de nzas.ni kazanmak yarışmalarını emretmektedir. Daha sonra da Uhud savaşını ve
ü'lerin önce zafer kazanmışken hezimete
uğramalarını geniş bir şekilde açıklamakta
Bunu takiben de bela ile
imtihanın, hayatın bir sünneti olduğunu; peygamberlerin öldürülmesinin
mü'minlerin kalplerine bir zafiyet vermemesi gerektiğini belirtmektedir. Daha
sonra, âyet-i kerimeler, Uhud gazasından alınacak bir çok ders ve ibretleri
açıklar. [267]
Kelimelerin İzahı
Sâriû, koşuşunuz demektir. Serrâ, rahatlık manasınadır. Darrâ darlık ve şiddet manasınadır.
Kazımın, öfkelerini yenenler demektir.
öfkesini yuttu ve tuttu, manasınadır.
Bir kimse düşmana karşı gücü yettiği halde öfkelendiğini belirtmezse
denir. Araplar, bîr kimse kırbayı doldurup ağzını bağladığında derler. Bu
kelime, burdan alınmıştır. Fahişe, son derece çirkin olan işHalet, geçti
demektir.
Sünen, takibedilen yol mânâsına gelen sünnet
kelimesinin çoğludur,. Peygamber (s.a.v)'in sünneti de bu mânâyadır. Buradaki
maksat, yal ani ıy anların başına gelen olaylardır.
Karh ve kurh kelimeleri yara manasınadır. Ferra
şöyle der: Karh yara, kurh ise yaranın verdiği acı ve ıztıraptır.[268] Kelimenin aslı saf manasınadır. Saf su mânâsına gelen "Nudâviluhâ, onu dolaştırırız" demektir. Müdâvele, bir şeyi birinden
diğerine nakletmektir. Bir şey, bir şahıstan başka bir şahsa intikâl ettiğinde
"el değiştirdi" denir.
yümehhısa,
temize çıkarsın diye.
Temhîs, temize çıkarmak demektir.
Bir kimse bir şeyi bütün ayıplarından temizlediğinde der. Bu kelimenin aslında
lügat mânâsı, temizlemek ve gidermek demektir.
Yemhaka, yavaş yavaş helak eder. Mahk, bir şeyi
yavaş yavaş ' azaltmak demektir.
A'kâbikum, ökçe mânâsına gelen Akib kelimesinin
çoğuludur. Bir şey önceki haline dönüştüğündedenir.
Müeccel, ileri ve geri alınmayan bir zamanla
sınırlı demektir.
Keeyyin, nice manasınadır. Çokluk ifade eder. Aslı,
sadece idi. Başına teşbih kâfi gelince
çokluk ifade etti.
Ribbiyyûn, ribbî kelimesinin çoğuludur. Ribbî,
rabbaniler gibi Rabbe nisbet edilmiş bir kelimedir. Buna göre ribbîler,
Rabblerine ibadet eden muttekî âlimlerdir. Bir görüşe göre bu kelime, cemaat mânâsına gelen kelimesine
nisbet edilmiştir.
İstckanu, boyun eğdiler. Bu kelime asıl itibariyle
sükûn kökünden gelmektedir. Zira boyun eğen kimse arkadaşı kendi hakkında
istediğini yapsın diye sakin sakin durur. [269]
Âyetlerin Tefsiri
133.
Allah'a itaat etmek ve emirlerine sarılmak
suretiyle, mağfireti gerektiren amellere koşuşunuz ve göklerin ve yerin
genişliği kadar geniş olan cennete koşunuz. Nitekim Hadîd sûresinde "Genişliği,
göklerle yerin genişliği kadar olan cennete koşun[270] buyrulmuştur. Burada maksat cennetin genişliğini açıklamaktır. Genişliği
bu kadar olursa, uzunluğu ne kadar olur, düşün. Bu cennetler, Allah'ın emrini
uygulayanlar için hazırlanmıştır. [271]
134. Onlar öyle kimselerdir ki, bollukta da
darlıkta da Allah için mallanın bol bol harcarlar. İntikam almaya güçleri
yettiği halde öfkelerini tutarlar, kendilerine kötülük veya zulmedenleri
bağışlarlar, Allah, bu ve benzeri güzel vasıflarla mattasıf olanları
sever. [272]
135. yine onlar öyle kimselerdir ki, büyük
günahlardan bir günah işlediklerinde,[273] ya da herhangi bir günah sebebiyle kendilerine zulmettiklerinde, Hemen
Allah'ın azametini ve kendisine isyan edenlere hazırladığı azabı hatırlar,
günahtan uzak durur, tevbe eder ve Allah'a yönelirler. Günahları Allah'tan başka
kim bağışlar ki? Bu soru cümlesi olumsuzluk ifade eder. Günahları, Allah'tan
başkası bağışlamaz demektir. Bu cümle, kulların kalblerini hoş etmek onları
tevbeye teşvik etmek ve günahlar ne kadar büyük olursa olsun, Allah'ın affının
daha büyük ve rahmetinin daha geniş olduğunu açıklamak için gelmiş bir ara
cümlesidir. kullar, yaptıklarının çirkinliğini bile bile bu fiillerinde ısrar
etmezler. Bilakis onlardan uzak durur ve tevbe ederler. [274]
136. sıfatlarla muttasıf olan o mü'minlerin sevap
ve mükâfatı, geçmiş günahlarının, Rableri tarafından bağışlanması ve
ağaçlarının arasından nehirler akan cennetlerdir. Orada ebedî kalırlar. Allah'a
itaat edenler için, cennet ne güzel bir mükafattır.
Sonra Yüce Allah, rüşd ve salâh ilkelerini takdim
ettikten sonra Uhud savaşının kalan bölümünü geniş bir şekilde
açıklamaktadır. [275]
137. Sizden önceki ümmetlerin peygamberlere
muhalefetleri sebebiyle, haklarında icra edilen, helak etme ve köklerini kesme
gibi, kanun olmuş bir takım ilahi vak'alar geçti. Yalanlıyanlarm, helak olduktan
sonra geriye bıraktıkları kalıntıları görüp öğüt ve ibret almak için yeryüzünde
dolaşın da, onların haberlerini ve başlarına gelenleri öğrenin. [276]
138. Bu Kur'an, insanlar için bir açıklamadır.
Yani Bu Kur'an'da[277] bütün insanlığa yetecek bir açıklama vardır. Keza doğru yola iletecek
bir hidâyet, özellikle müttekîler için bir ibret ve öğüt vardır. Öğütten diğer
insanlar değil de, sadece müttekîler faydalandığı için burada özellikle onlar
zikredilmiştir. Daha sonra Yüce Allah, Uhud savaşında müslümanların başına gelen
hezimetten dolayı onları teselli etmeye başlayarak şöyle buyurdu: [278]
139. Cihad Siz hususunda zayıflık göstermeyin,
başınıza gelen öldürülme veya hezimete uğramadan dolayı üzülmeyin. onlara galip
ve onlardan üstünsünüz. Uhud savaşında onlar sizi yendilerse, Bedir savaşında da
siz onları yenmiştiniz Eğer gerçekten mü'min iseniz za'fa düşüp
üzülmeyin. [279]
140. Eğer siz Uhud'da yaralandınız veya öldürüldüyseniz, müşrikler
de Bedir'de sizin
gibi yaralandı ve öldürüldülerİşte böylece biz günleri
insanlar arasında döndürüp dolaştırırız. Günler devamlı değişir. Bir gün
lehinize, bir gün aleyhinize olur. Bir gün üzülür, bir gün sevinirsin, Allah
bunu, sizi imtihan ederek dar günlerde sabredenleri görmek ve mü'minlerle
münafıkları birbirinrden ayırmak için
yapıyor. ve bazılarınıza Allah yolunda şehadet nimetini lütfetmek istiyor,
Allah zâlimleri sevmez. Uhud gününde peygamberlerinden ayrılan münafıklar bu
zâlimlerdendir. [280]
141. Bir de Allah mü'minleri günahtan temiz ve
pak edip münafıklardan ayırmak ve kâfirleri yavaş yavaş helak etmek
ister. [281]
142. Ey mü'minler topluluğu! İmtihan edilip de
temize çıkarılmadan cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz? Bu soru inkâr
yoluyla sorulmuş bir sorudur. Böyle düşünmeyin demektir. Siz Allah yolunda cihad
edip de Allah sizin cihadınızı ve
musibetlere karşı sabrınızı bilmeden cennete gireceğinizi mi
düşünüyorsunuz? Taberî, âyetin mânâsı şöyledir der:
Ey Muhammed'in Ashabı! sizden Allah yolunda cihad edenler ve savaşta onun
uğrunda başlarına gelecek acı ve ızdıraplara katlananlar mü'min kullarım
tarafından bilinmedikçe,
Rabbinizin lütfuna mazhar olacağınızı
mı zannediyorsunuz?[282]
143. Şüphesiz siz, düşmanın zorunu tatmadan önce,
şehit olmak için düşmanla karşılaşarak Ölmeyi istiyordunuz. Âyet savaşta
direnmeyenler hakkında bir sitemdir. İşte onu, kardeşleriniz gözlerinizin önünde
öldürüldüğünde ve sizin de Ölüme çok
yaklaştığınızda gözlerinizle gördünüz.
Uhud savaşında kâfirler, "Muhammed öldürüldü"
haberini yaydıkları ve münafıkların da: "Eğer o Öldürüldü ise gelin önceki
dinimize dönelim dedikleri zaman şu âyet-i kerime indi: [283]
144. Muhammed sadece bir peygamberdir. Ondan
Önce de bir çok peygamber gelmiştir. Bu peygamberlerin bir kısmı ölmüş bir kısmı
da Öldürülmüştür. Allah, Muhammed'i öldürürse veya kâfirler onu şehid ederse
iman ettikten sonra kâfir mi olacaksınız? Kim dininden dönerse Allah'a zarar
vermez. O kendini Allah'ın gazap ve azabına arz ettiği için sadece kendine zarar
verir. Allah, kendisine itaat edenlerin sevabını verecektir. Bunlar, sebat edip
dinden dönmeyenlerdir. Bundan sonra Yüce Allah her nefis için bir ecel takdir
ettiğini ve bu ecelin ileri veya geri alınmayacağını bildirerek şöyle
buyurdu. [284]
145. Her nefsin Ölümü Allah'ın izni ve dilemesine
bağlıdır. Her nefis için tayin edilmiş belirli bir süre yazılmıştır. Bu müddet
ne ileri alınır, ne de geri. Bundan maksat müslü-manları cihada ve düşmanla savaşa teşviktir. Çünkü korkaklık ömrü
uzatmaz, cesaret de onu azaltmaz. Sakınmak kaderi önlemez. İnsan, tehlikeli
işlere girse de, savaşsa da eceli gelmeden ölmez Her kim ameline karşılık dünya
nimeti isterse ona istediğini veririz fakat âhirette onun bir payı yoktur. Bu
âyet, savaştan ganimet bekleyenler için bir ta'rizdir. Bu âyette Yüce Allah,
dünya nimetlerini elde etmenin, insan için gıpta edilecek bir şey olmadığını
açıklamıştır. Çünkü dünya nimetleri iyilere de kötülere de bolca verilmektedir,
Kim de ameline karşılık âhiret sevabı isterse, kendisine dünyada verdiğimiz
nimetlerle birlikte âhiret sevabını da eksiksiz veririz. Nitekim "Kim âniret
kazancını istiyorsa, onun kazancını artırırız[285] mealindeki âyet-i kerimede böyle
buyurulmuştur.
Şükredenlere, amel ve şükürlerine göre lütuf ve
rahmetimizden vereceğiz.
[286]
146. Nice peygamber Rabbani âlimler[287] ve Salih kullarla birlikte, Allah'ın dinini yüceltmek için savaştılar.
Bunlar Allah yolunda savaştı, bunlardan öldürülenler de oldu.
Yine Allah yolunda başlarına gelen yaralanma ve
Öldürülmeden dolayı zaaf ve korkalık göstermediler. Zaaf gösterip cihattan geri
kalmadıkları gibi, düşmanlarına karşı zillet gösterip boyun da eğmediler. Allah
yolunda bela ve musibetlere sabreden kimseleri Allah sever. [288]
147. Dinde sebat ve dayanıklılık göstererek,
Allah'ın mağfiretinden başka bir şey istemediler şöyle dediler: Ey
Rabbimiz. Günahlarımızı ve işimizdeki
taşkınlığımızı sana yapmamız gereken itaat ve ibadetteki kusurumuzu bağışla.
Savaş alanlarında ayaklarımızı sabit kjl ve kâfirler topluluğuna karşı bize
zafer nasip et. [289]
148. Allah onlara dünya nimetini ve güzel âhiret
sevabını verdi. Yani Allah onlara dünya nimetlerinden olan ganimet, izzet, zafer
ve ülkelere hakimiyeti nasip ettiği gibi âhirette de cennet ve nimetlerini
verdi. Allah iyi davrananları sever. Yani güzel amel işleyen iyi niyetli
olanları sever. Âhiret sevabının üstünlüğünü ve Allah katında değeri olduğunu
ifade etmek için, sadece âhiret sevabının güzelliği vurgulandı. [290]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler, beyan ve bediî ilimlerinden
birçok sanatı ihtiva eder. Bunları aşağıdaki şekilde özetliyebiliriz.
1. "Onun genişliği semâvât ve arzdır." Yani
semâvât ve arzın genişliği gibidir. Burada benzetme edatı ile benzetme yönü
gizlenmiştir. Buna teşbih-i beliğ denir.
2.
Bir mağfirete koşun." Yani mağfireti gerektiren
sebeplere koşun. Bu, bir şeyi, sebebinin yerine zikretme
kebilindendir.
3. "Bolluk ve darlık." Burada edebî sanatlardan
tıbâk vardır.
4. Günahları Allah'tan başka kim bağışlar ki.
Buradaki soru ile olumsuzluk kastedilmektedir. Yani
Allah'tan başkası bağışlamaz
demektir.
5. Onların mükafatlan mağfirettir. Mü'minlerin
makamlarının yüksekliği ve faziletteki mertebelerinin yüceliğini göstermek için
uzaklık ifade eden işaret ismi kullanılmıştır.
6. "Böyle amel edenlerin mükafatı ne güzeldir."
Burada mahsûsun bil medh (övülen) hazfedilmiştir. Takdiri
7. Allah bilsin diye. Burada birinci şahıstan
üçüncü şahsa iltifat (dönüş) sanatı vardır. Çünkü bu kelime daha önce geçen
"biz onları döndürürüz" den sonra gelmiştir. Bu iltifat sanatındaki sır ise,
Allah yolunda cihadın şanını yüceltmektir.
8. Muhamnıed, bir peygamberden başka bir şey
değildir. Burada mevsufun sıfata kasrı sanatı vardır.
9. Gerisin geriye mi döneceksiniz? Şerif Râdî
şöyle-der; Bu bir istiaredir. Bununla, dinden dönmek kastedilmiştir. Yüce Allah
şüpheye düşerek geri dönmeyi ökçeleri üzerine geri dönmeye benzetti.[291]
Faydalı Bilgiler
1. Âyet-i kerimesinde, birçok güzel ahlak esası
vardır. Bunlar Allah yolunda bolca harcamak, Öfkeyi tutmak, kötülük edenleri
affetmek, günahlardan tevbe
etmek gibi esaslardır. Bunların
herbiri, sayılamıyacak kadar faziletlerin kaynağıdır.
2. Âyette mağfiret cennetten önce zikredilmiştir.
Çünkü bir şey, önce pisliklerden temizlenir, sonra süslenir. Buna göre hata ve
günahlardan temizlenmemiş olan kimse cennete girmeye hak kazanamaz.
3. Burada ne kadar çok geniş olduğunu vurgulamak için, hususi olarak en mânâsına
gelen "arz" kelimesi zikredilmiştir. Eni bu kadar olursa uzunluğu ne kadar
olur?.. Tbn Abbas (r.a.) şöyle der: Yedi gök ve yedi yer birbirine eklendiğinde
ne kadar geniş olursa cennetin genişliği de o kadardır.[292]
4. Hirakl, Peygamber(s.a.v)'e şöyle yazdı: Sen
beni, göklerin ve yerin genişliğindeki cennete davet ediyorsun. Öyleyse cehennem
nerede? Rasu-lullah şöyle buyurdu:"Sübhanellah... Peki gündüz olduğunda gece nerede?[293]
5. Yüce Allah birçok âyette, âhiretle ilgili
amellerde yarışmayı emretti: "Mağfirete koşun" Mağfiret için yarışın[294] Hayırlarda
yarışın[295] Allah'ın zikrine koşun[296] İşte
yarışanlar ancak onda yarışsınlar.[297] Dünya ile ilgili
amellerde ise yavaş hareket etmeyi emretti:
149. Ey iman edenler! Eğer kâfirlere uyarsanız,
sizi eski dininize geri çevirirler; o takdirde büsbütün
kaybedersiniz.
150. Bilakis, mevlâmz Allah'tır ve O,
yardımcıların en hayırhsıdir.
151. Allah'ın, hakkında hiçbir delil indirmediği
şeyleri O'na ortak koşmaları sebebiyle, kâfirlerin kalb-lerine yakında korku
salacağız. Gidecekleri yer de cehennemdir. Zâlimlerin varacağı yer, ne
kötüdür.
152.
Siz
Allah'ın izni ile
düşmanlarınızı öldürürken, Allah,
size olan va'dini
yerine getirmiştir. Nihayet, öyle
bir an geldi ki, Allah arzuladığınız galibiyeti size gösterdikten sonra za'fa
düştünüz; (Peygamberin verdiği) emir konusunda tartışmaya kalkıştınız ve asi
oldunuz. Dünyayı isteyeniniz de vardı, âhireti isteyeniniz de vardı. Sonra
Allah, sizi denemek için onların karşısında hezimete uğrattı. Şüphesiz sizi
bağışladı. Zaten Allah, mü'minlere karşı çok lütufkârdır.
153. O zaman, Peygamber arkanızdan sizi
çağırdığı halde siz, boyuna (savaş alanından) uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüp
bakmıyordunuz. Size keder üstüne keder
verdik ki, bundan dolayı ne elinizden gidene, ne de [başınıza gelenlere
üzülmeyesiniz. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
154. Bu şiddetli üzüntüden sonra sükûnet bulup
yatışasınız diye Allah size hafif bir uyku verdi. Bu uyku sizden bir grubu kaplıyordu. Kendi
canlarının kaygısına düşmüş bir gurup da, Allah'a karşı haksız yere
Câ-hiliye devrindekine benzer
düşüncelere kapılıyorlar, "Bizim
elimizden ne gelir" diyorlardı. De ki:
Emir, bütünüyle Allah'ındır. Onlar, Sana açıklayamadıklarını içlerinde
gizliyorlar. "Bizim elimizden bir şey
gelseydi, burada öldürülmezdik". diyorlar. Şöyle de: Evlerinizde kalmış
olsaydınız bile, öldürülmesi takdir edilmiş olanlar, öldürülüp düşecekleri yerlere
kendiliklerinden çıkıp giderlerdi. Allah, içinizdekileri yoklamak ve
kalblerinizdekileri temizlemek için (böyle yaptı). Allah, içinizde ne varsa
hepsini bilir.
155. İki ordu karşılaştığı gün, sizi bırakıp
gidenleri şeytan, sırf işledikleri bazı şeyler yüzünden iğfal etmişti. Yine de
Allah, onları affetti. Çünkü Allah, çok bağışlayıcı ve çok
yumuşaktır.
156. Ey iman edenler! Sizler, inkâr edenler gibi,
yer yüzünde sefere
çıkan veya savaşan
kardeşleri hakkında, "Eğer bizim yanımızda kalsalardı ölmezler,
öldürülmezlerdi." diyenler gibi olmayın.
Allah bu kanaati onların kalblerine bir hasret olarak koydu. Hayatı veren de,
alan da Allah'tır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görür.
157. Eğer Allah yolunda öldürülür ya da
ölürseniz, şunu bilin ki, Allah'ın rahmeti ve mağfireti, onların
biriktirecekleri bütün şeylerden daha
hayırlıdır.
158. Andolsun, ölseniz de, öldürülseniz de
Allah'ın huzurunda toplanacaksınız.
Bu Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Bu mübarek âyetler Uhud savaşı olaylarını ve
onlardaki ibret ve ııasi-hatlan anlatmaya devam ediyor, ve bu savaştaki
mağlubiyet sebeblerinden ve münafıkların rezilâne durumlarıyla mü'minlerin azîm
ve iradalerini kırmak için Islamî davete karşı hazırladıkları komplolardan
bahseder. [300]
Kelimelerin İzahı
Sultan; hüccet ve açık delil demektir. Asıl
itibariyle kuvvet manasınadır. Bu mânâda valiye sultan denilir.
Mesvâ, insanın karar kıldığı ve barındığı yer
demektir. Bir kimse bir yerde ikamet ettiğinde, Araplar: derler.
Onları öldürüyorsunuz demektir. Zeccâc şöyle der:
Öldürmek suretiyle kökünü kesmektir. Asıl itibariyle öldürecek yere vurmaktır.
Şâir şöyle der.
Onları kılıçtan geçirdik. Geri kalanlar kaçıp
dağıldılar. Uzaklaşıyordunuz demektir. yeryüzünde gidip uzaklaşmak manasınadır.
arasında şu fark vardır: İs'âd yer üzerinde uzaklaşmaktır. Suûd ise yükselerek
uzaklaşmak demektir. Hezimete uğrayanın yaptığı gibi, kimseye dönüp de
bakmıyordunuz demektir. Bu kelimenin aslı, dönmek için boynu çevirmek mânâsına
gelen leyy kelimesidir.
Uhraküm, arkanız demektir. Size ceza verir
manasınadır. Emeneten, emniyet ve sükun demektir. Örter, kapatır manasınadır.
Allah'ın temize çıkarması için. temize çıkarmak kusurlardan temizlemek
demektir.
Onları zelleye, yani hataya düşürdü,
manasınadır. Guzzen, ğâzî'nin çoğuludur.
Gâzî Allah yolunda savaşa çıkan manasınadır. [301]
Nuzûl Sebebi
Uhud savaşında müslümanlarm başına gelen bazı
musibetlerden sonra Rasulullah (s.a.v) Medine'ye dönünce, Ashabtan, bazıları:
"Allah bize zaferi vadettiği halde, başımıza bu musibet nerden geldi?" dediler.
Bunun üzerine Yüce Allah: ile başlıyan âyeti, Sizden Uhud'da savaşanlardan
bazıları yani okçular dünyayı istiyorlardı" bölümüne kadar indirdi.[302]
Âyetlerin Tefsiri
149. Ey iman edenler! Kâfir ve münafıkların size
söylediklerini tutarsanız, sizi küfre döndürürler de hüsrana uğrarsınız. İmanı
küfürle değiştirmenizden daha büyük bir hüsran yoktur. İbn Abbas (r.a.) şöyle
der: Kâfirlerden maksat münafıklardır. Onlar, mü'minler Uhud'dan döndüklerinde:
"Muhammed peygamber olsaydı, başına bu musibet gelmezdi. Artık kardeşlerinize
dönünüz" dediler. [303]
150. Hayır, bilakis Allah sizin yardımcmızdir.
O'nun emrine itaat ediniz. Siz kâfirlere itaat etmedikçe onlar size yardımcı
olmaz. Buradaki Jj idrab içindir. Önceki mânânın tersini ifade eder. Allah, en iyi yardımcı ve destekçidir.
Başkasından yardım istemeyiniz. Bundan sonra Yüce Allah, düşmanlarının kalplerine korku salacağını mü'minlere müjdeliyerek şöyle
buyurur. [304]
151. Allah'ın, haklarında hiçbir hüccet ve delil
indirmediği diğer ilahları Ö'na ortak koşup onlara tapmaları sebebiyle kâfirlerin kalplerine korku ve
endişe salacağız. Onların varacakları yer cehennemdir. zâlimlerin varacağı yer
olan cehennem ateşi ne kötüdür. Onlar dünyada korku, âhirette de azap içinde
kalacaklardır. Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Bir aylık mesafeden düşmanın
kalbine korku salma hususiyeti verilerek bana yardım edildi.[305]
152. Allah, düşmana karşı zafer kazandıracağına dair size verdiği sözü yerine
getirdi. Zira siz onları hızlı bir şekilde öldürüyor; Allah'ın hikmet ve
iradesiyle, kılıçlarınızla biçiyordunuz. Nihayet korkaklaşıp zaafa düştünüz ve
dağdaki geçiti tutma konusunda ihtilaf ettiniz, lah, istediğiniz zaferi size
gösterdikten sonra, Peygamber (s.a.v.)'m emrine isyan ettiniz. Rivayet
olunduğuna göre Rasulullah (s.a.v.) elli okçuyu dağın üzerinde bir geçite
yerleştirdi. Buradan müslümanlan savunmalarını emretti. Onlara: "Bizi kuşların kaptığını görseniz bile, sakın
yerlerinizden ayrılmayın" dedi. İki ordu karşı karşıya geldiğinde, okçuların
attığı okların yüzlerine gelmesi sebebiyle müşrik atlıları direnemedi ve
hezimete uğradılar. Okçular bu durumu görünce "ganimete ganimete" diye bağırarak ganimet toplamak için aşağı
indiler. Ancak kumandanları, on kişi ile birlikte geçiti tuttu. Müşrikler dağın
arkasından gelerek bu okçuları öldürdüler ve kıhçlarıyle, müslümanlarm
arkasından saldırmaya başladılar. Böylece, kazanılmış zafer müslümanlar için
bir hezimete dönüştü. Yüce Allah bunu "istediğiniz zaferi size gösterdikten
sonra" ifadesiyle vurgular. Sizden dünyayı yani ganimeti isteyen vardı. Bunlar
dağdaki geçiti terkedenlerdir. Sizden âhireti yani Allah'ın sevabını isteyenler
de vardı. Bunlar kumandanları Abdullah b. Cübeyr ile birlikte geçidi tutup sonra
şehit olan on kişidir.
Sonra Allah imanınızı denemek için kâfirler
karşısında sizi hezimete uğrattı da geri döndünüz. İsyanınıza rağmen Allah sizi
bağışladı. Burada şayet Allah affeimeseydi, işledikleri günah sebebiyle
müslumanların başlarına gelenden daha çoğuna müstehak olacaklarına bir işaret
vardır. İşte bunun içindir ki Yüce Allah, buyurdu. Yani Allah bütün zaman ve
durumlarda mü'minlere karşı lütuf ve nimetiyle muamele eder. [306]
153. Ey mü'minler topluluğu! Kimse diğerini
beklemeksizin arkanıza dönüp bakmaksızın savaştan kaçtığınız zamanı hatırlayın.
Muhammed (s.a.v) de arkanızdan sizi çağırıyor ve şöyle diyordu : "Ey Allah'ın
kulları" Bana gelin, Ey Allah'ın kullan bana gelin. Ben Allah'ın Rasulüyüm. Kim tekrar savaşa dönerse,
cennete girer." Siz ise hızla kaçıyordunuz Peygamberi üzmeniz ve onun emrine
muhalefet etmeniz dolayısıyle, bu yaptığınıza ceza olarak Allah da sizi
üzdü.[307] O, bunu, elden kaçırdığınız ganimete ve
başınıza gelen hezimete üzülmeyesiniz diye yaptı. Burası, üzüntü vermenin
hikmetini açıklar. O da üzüntünün, elden kaçırdıklarını ve
başlarına gelenleri onlara
unutturmasıdır ki, bu
da Allah'ın onlara bir lütfudur. Allah yaptıklarınızdan haberdardır,
ihlaslı ile İhlassızı bilir. [308]
154. Bu şiddetli üzüntüden sonra sükûnet
bulup yatışasınız ve düşmanlarınızdan
emin olasınız diye Allah size hafif bir
uyku verdi. Bu da Allah'ın onlara başka bir ihsanıdır. Çünkü korkan kimse uyuyamaz. Buhârî'nİn
Enes'ten rivayetine göre Ebu Talha Öyle demiştir: Uhud günü biz mevzi terimizde
iken bizi uyku bastırdı. Ebu Talha şöyle devam eder: Kılıcım elimden düşüyor,
onu alıyordum. Tekrar düşüyor, tekrar alıyordum[309] Bundan sonra Yüce Allah bu emniyetin umumi olmayıp sadece ihlaslılar
için olduğunu; münafıkların korku ve dehşet içinde kaldıklarını açıklıyarak
şöyle buyurur: Uyuklama hali sizden bir grubu, yani ihlâslı mü'minleri
kaplıyordu. Başka bir grup, yani münafıklar kendi canlarının kaygısına düştüler.
Bu durum onları hezimete sürükledi. Onların, canlarım kurtarmaktan başka bir
kaygıları yoktu. Bunun sebebi, müşriklerin, "tekrar savaşacağız" diye tehdit
etmeleriydi. Mü'minler harbe hazır bir
halde oturdular. Allah
onların üzerine bir sekinet indirdi de uyudular.
Kâfirlerin geri dönmesinden korkarak sarsıntı geçiren münafıklara gelince,
korku ve dehşetten gözlerine uyku girmedi. Onlar Câhiliyye dönemindekiler gibi
Allah hakkında kötü zanlarda bulunuyorlardı. İbn Kesir şöyle der: Münafıklar,
müşriklerin o anda galip geldiğini görünce, artık işin bittiğine, İslam'ın ve
müslümanların yok olduğuna inandılar. İşte, şek ve şüphe ehlinin durumu budur,
korkunç bir durum meydana çıktığında böyle âdi düşüncelere kapılırlar.[310] Bizim elimizden ne gelir diyorlardı. Yani, bizim elimizde birşey yok,
eğer isteğimize bırakılsaydı savaşa çıkmazdık. Ey Muhammed! O münafıklara de ki:
Bütün iş Allah'ın elindedir. O, dilediği gibi tasarrufta bulunur. O münafıklar,
sana açıklayamadıklarını içlerinde gizlerler. Onlar, bizim elimizden bir şey
gelseydi burada öldürülmezdik derler. Yani eğer isteğimize bırakılsaydı, savaşa
çıkmaz ve burada öldürülmezdik. Fakat zorla çıkarıldık. İşte, içlerinde
gizledikleri şeyin açıklaması budur. Zübeyr şöyle der: O gün bizim üzerimize
uyku indirildi. Beni uyku bastırmışken Muattip b. Kuşeyyir'in şöyle dediğini
işitiyordum: "Eğer elimizden bir şey gelseydi, biz burada öldürülmezdik[311] Ey Muhammed! Onlara de ki: Allah'ın, içinizde
öldürülmesini takdir ettiği kimseler varsa, evlerinizden çık-masaniz da o
kimseler. Öldürülecekleri yere kendiliğinden gideceklerdir. Allah'ın kaderinden
kaçıp kurtuluş yoktur. Allah içinizdeki ihlas ve nifakı yoklamak,ye
kalplerinizdekini temizlemek için size bunu yaptı. Allah kalplerdeki sırları ve
onlardaki hayır veya şerri bilir.
Bundan sonra Yüce Allah, Uhud gününde kaçanları
açıklayarak şöyle buyurur:
[312]
155. Şüphe yok ki, iki ordunun, yani müslüman ve
müşrik ordularının karşılaştığı gün savaştan kaçanlar varya İşledikleri bazı
günahlar, yani Peygamberin emrine muhalefetleri sebebiyle, şeytan onlara vesvese
vererek ayaklarını kaydırdı ve hataya düşürdü. Şüphesiz Allah onları
cezalandırmaktan vazgeçti ve affetti. Çünkü Allah Gafurdur mağfireti boldur;
Halîm'dir, kendisine isyan edenleri cezalandırma hususunda acele etmez. Bundan
sonra Yüce Allah, münafıkların söz ve hareketlerine uymayı nehyederek şöyle
buyurur: [313]
156. Ey mü'minler! Sizler, kâfirleı yani
münafıklar gibi olmayın. Onlar seferle ve savaşa çıkan münafık kardeşlerine veya
Allah yolunda cihada giden gazilere şöyle derlerdi: Eğer bizim yanımızda kalıp
savaşa çıkmasalardı ne ölürler, ne de öldürülürlerdi. Yüce Allah onların bu
sözlerini reddederek şöyle buyurur. Allah bu kanaati onların kalplerine bir
hasret olarak koydu, da bu fasit itikat onların ruhların da bir hasret olsun
diye böyle söylediler. Yaşatan da öldüren de Allah'tır. Evde oturmak ölümü
engellemez. Bu, onların söz ve inanışlarına reddiyedir, Allah, kullarının
amellerini bilir yaptıklarınızı görür ve ona göre karşılık verir. [314]
157. Şayet Allah yolunda harp ve cihat ederken
şehit olur ve ya savaşa hazırlanırken ölürseniz Allah'tan bir mağfiret ve
rahmet, dünya da kalmaktan ve onun fani nimetlerini toplamaktan daha
hayırlıdır. [315]
158. İster yatağınızda ölün, ister harp
meydanında öldürülün, neticede dönüşünüz Allah'adır. O, amellerinizin karşılığını verecektir.
Öyleyse, sizi Allah'a yaklaştıracak ve O'nun rızasını celbedecek olan Allah
yolunda cihadı ve O'na itaat etmeyi tercih ediniz. Şu şiiri söyleyenin
Allah iyiliğini versin, ne de güzel
söylemiş:
Eğer vücutlar ölüm için yaratılmışsa, kişinin Allah
yolunda kılıçla öldürülmesi daha iyidir. [316]
Edebî Sanatlar
1.
Sizi, Ökçelerinizin üzerinde geriye döndürürler.. Yani
imandan küfre döndürürler. Bu, daha önce de geçtiği gibi istiaredir.
2.
"İman ettiler" ile "kâfir oldular""gizliyorlar" ile
"açıklıyorlar" ve "elden kaçırdınız"
ile "başınıza geldi" lafızları arasında tıbâk sanatı vardır.
3
"Zâlimlerin varacağı yer ne kötüdür." Bu cümlede değil
de, denilerek zamir yerine açık ismin
getirilmesi sertlik ifade eder ve onların bir şeyi, konulması gereken yerden
başka bir yere koydukları için yani Allah'a şirk koştukları için zâlim
olduklarını gösterir. Burada, kötülenen şey hazfedilmiştir. Takdiri şöyledir:
Lül zâlimlerin barınağı olan cehennem ne kötüdür. Ebussuûd böyle ifade
eder.[317]
4.
Mü'minlere karşı lütufkardır. Burada kelimesinin
nekre gelmesi, lütfün büyüklüğünü
gösterir. yerine açık isim olarak denilmesi de mü'minleri şereflendirmek ve bu
lütfün sebebinin iman olduğunu göstermek içindir.
5. arasında iştikak cinası vardır.
6. "Yeryüzünde yürüdüklerinde." Burada istiare
vardır. Karada yolculuk eden kimse, denizde kulaçlıyarak yüzen kimseye
benzetilmiştir. Çünkü suda yüzen kimse onun dalgalarını yarmak ve içinde yol alabilmek için kol ve
bacaklarıyle suya vurur. Telhisu'l-beyan'da böyle açıklanmıştır.[318]
Faydalı Bilgiler
1. Uhud savaşında sebat edenlerden birisi de,
Enes b. Malik'in amcası cesur aslan, Enes b. Nadr'dır. Müslümanlar hezimete
uğrayıp da, münafıklar, Muhammed (s.a.v)'in öldürüldüğünü yayınca o şöyle dedi:
Ey Allah'ım! Ben bu müslümanlarm
yaptıklarından dolayı senden
özür diliyor ve müşriklerin yaptıklarından uzak olduğumu
sana arzediyorum. Sonra kılıcı ile ileri atıldı. Biraz sonra önüne Sa'd bin Muaz
çıktı. Ona: "Nereye ey Sa'd? Vallahi Uhud'un ötesinden cennet kokusunu alıyorum"
dedi ve savaşa devam etti. Az sonra şehit oldu. Müşrikler, onun azalarını
keserek parçaladılar. Kızkardeşinden başka hiç kimse onu tanıyamadı. Kardeşi
onu parmaklarından tanıdı. Vücudunda sanki seksen küsur kılıç, mızrak ve ok
yarası görüldü.[319]
2. îbn Kesir İbn Mes'ud'un şöyle dediğini rivayet
eder: Uhud gününde kadınlar müslümanlarm arkalarında olup, müşriklerin
yaralılarını öldürüyorlardı. O gün, bizden dünya hayatını isteyen hiçbir kimse yoktur diye
yemin etseydim, doğru söylediğimi sanırdım. Nihayet Allah: Sizden, dünyayı
isteyeniniz de vardı; âhireti isteyeniniz de vardı, âyetini indirdi. Rasulullah
(s.a.v.), Ashabı muhalefet edip de kendilerine verilen emri yerine
getirmeyince, dokuz kişilik bir grup içinde yalnız kaldı. Onuncu şahıs kendisi
idi. Müşrikler onu yaralayıp kanını akıtınca şöyle buyurdu: Onları bizden
uzaklaştıran adama Allah merhamet etsin. Sürekli olarak bu sözü söyledi.
Nihayet onların da yedisi şehit edildi. Bir de baktılar ki Hamza'nm karnı
yarılmış; Hint onun ciğerlerini almış, ağzında çiğniyor, fakat yiyemiyor.
Rasulullah (s.a.v.) buna çok üzüldü ve onun üzerine yetmiş namaz
kıldı. [320]
159. O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara
yumuşak davrandın. Şayet sen kaba katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz,
etrafından dağılıp giderlerdi. Bu halde onları afvet ve bağışlanmaları için
dua et; İşler de onlara danış. Artık kararını
verdiğin zaman da Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine sığınanları
sever.
160. Allah size yardım ederse, artık size üstün
gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım
eder? Mü'minler, ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar.
161. Bir peygambere, emanete hıyanet yaraşmaz.
Kim emanete hıyanet ederse, kıyamet günü, hainlik ettiği şeyin günahı boynuna
asılı olarak gelir. Sonra herkese, asla haksızlığa uğratılnıaksızın kazandığı tastamam
verilir.
162. Allah'ın hoşnutluğunu gözetip O'na uyanla,
Allah'ın hışmına uğrayıp dönen bir
olurmu hiç? Berikisinin yeri cehennemdir.
Cehennem ise ne kötü bir varış noktasıdır.
163.
Allah'ın hoşnutluğunu arayanlar, Allah katında
derece derecedirler. Allah, onların yaptıklarını
görmektedir.
164. Andolsun ki, içlerinden, kendilerine
Allah'ın âyetlerini okuyan, kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti
öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, Mü'm inlere büyük bir lütufta
bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde
idiler.
165. (Bedir'de) iki katını (düşmanınızın) başına
getirdiğiniz bir musibet, (Uhud'da) kendi başınıza gelince, "Bu nasıl oluyor."
dediniz ha? De ki: O, kendi ku-surunuzdandir. Şüphesiz Allah'ın her şeye gücü
yeter.
166.
167. İki ordunun karşılaştığı gün sizin başınıza
gelenler, Allah'ın dilemesiyle olmuştur ki, bu da, mü'nıinleri ayırdetmesi ve
münafıkları ortaya çıkarması için idi. Bunlar; "Gelin, Allah yolunda çarpışın;
ya da savunma yapın" denildiği zaman, "Harb olacağını bilseydik elbet sizin peşinizden gelirdik."
dediler. Onlar o gün, imandan çok, kâfirliğe yakın idiler. Ağızlarıyla,
kalblerinde olmayanı söylüyorlardı. Halbuki Allah, onların gizledikleri niyeti
çok iyi bilir.
168. Kendileri gibi evde oturup savaşa katılmayan
kardeşlerine, (şehitler hakkında) "Bize uysalardı öldü-rülmezlerdi." diyenlere,
" Eğer doğru sözlü insanlar iseniz, canlarınızı ölümden kurtarın bakalım."
de.
Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Âyet-i kerimeler Uhud savaşını anlatmaya devam
ediyor. Yüce Allah geçen âyetlerde rnüslümanlarm hezimetini, başlarına gelen
üzüntü ve ızdırabi anlattı, onlara hastalığın kaynağını gösterdi ve ilacını
Öğretti. Bu mübarek âyetlerde hakimane liderlik övülmektedir. Sahabeden
bazılarının, Rasulullah (s.a.v.)'m emrine muhalefet etmelerine rahmen, o onlara
güzel ahlâk ve merhametli kalbi ile muamele etti. Onlara sert ve şiddetli bir
şekilde değil, lütuf ve iyilikle hitap etti. Dolayısıyle, kalpler onun daveti
etrafında toplandı ve liderliği altında birleştiler. Ayrıca bu âyetler
Peygamberin ahlâkından, böyle merhametli peygamber ve büyük kumandan
göndermekle onlara verilen nimetin büyüklüğünden ve bu savaşLa meydana gelen
diğer önemli olaylardan bahsetmektedir. [321]
Kelimelerin İzahı
Fazz kaba ve kötü huylu manasınadır. Vahidî şöyle
der: Fazz, kötü huylu ve kaba kimse demektir. Şâir şöyle der.
Amcanın kabalığından veya kardeşin katılığından
korkuyorum. Daha önce, ona karşı sözle eziyetten korkuyordum.
Galîzu'1-kalb, kalbi hiçbir şeyden etkilenmeyen ve
yumu-şamayan kimse demektir. Şairin şu sözü de bu mânâya
kullanılmıştır.
Biz hiç kimseye ağlamıyoruz, bize ağlanır mı? Bizim
ciğerlerimiz develerinkinden daha katıdır.[322]
Dağıldılar demektir. kelimesi aslında kırmak
manasınadır. "Ağzına sağlık, Allah dişlerini dağıtmasın" mânâsındaki ^
atasözünde de bu mânâda kullanılmıştır.
Hıyanet eder demektir. Gulûl, hıyanet manasınadır.
Asıl mânâsı bir şeyi gizlice almaktır. Bir kimse gizlice, ganimetten bir şey
alırsa denilir. : Döndü demektir.
Şiddetli gazab manasınadır. : Ev, barınak demektir.
Onları temizler manasınadır.
Lütuf ve
ihsanda bulundu demektir. Minnet;
ihsan etmek, lütfetmek manasınadır.
Nüzul Sebebi
Bedir günü, ganimetler içersinden kırmızı bir
kaftan kayboldu. B:azı kimseler: "Belki de onu Peygamber (s.a.v.) aldı" dediler.
Bunun üzerine Yüce Allah: ... "Bir peygambere emanete hıyanet yaraşmaz...'
âyetini indirdi.[324] [325]
Âyetlerin Tefsiri
159. Ey Muhammedi Arkadaşlarının senin emrine
muhalefet ve itaatsizlik etmelerine rağmen Allah'ın, senin kalbine yerleştirdiği
rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandm ve iyi muamele ettin, Eğer
sen zâlim huylu ve katı kalpli olup onlara karşı
kaba ve sert davransaydm,
hiç şüphesiz etrafından dağılıp
giderlerdi. Kabalık sözde olduğu için, Allah, Peygamberin lisanında kabalık,
kalbinde de katılık olmadığını "Eğer sen kaba ve katı kalpli olsaydın" ifadesi
ile açıkladı. Muhammedi Onların Sana yaptıkları eziyeti bağışla, Allah'tan onlar
için mağfiret iste ve bütün işlerinde onlarla meşveret et ki, bu hususta
insanlar da sana uysun. Hasan-ı Basrî şöyle der: Meşveret eden bir topluluk,
mutlaka işlerinin en doğrusunu bulur.[326] Rasulullah ashabı ile çokça istişare ederdi.
İstişareden sonra bir işe karar verdiğin zaman
Allah'a dayan, artık işini O'na bırak. Şüphesiz Allah, kendisine güvenenleri,
işlerini O'na bırakanları sever. [327]
160. Allah size yardım etmek isterse, kimse-nin
size galip gelmesi mümkün değildir, Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size
kim yardım eder? Yani sizin yardımsız kalmanızı arzu eder ve size yardım etmeyi
bırakmak isterse, artık sizin için bir yardımcı yoktur. Bedir'de zafer
kazanmanız, Uhud'da mağlup olmanız, her ne olursa olsun, hepsi Allah'ın dilemesi
ile olur. Çünkü bütün işler O'nun elindedir. İzzet ve zafer zelil kılma ve
yardımsız bırakma gibi herşey O'nun elindedir. Mü'minler sadece Allah'a
güvensin; O'na sığınsın ve dayansınlar. [328]
161. Hiçbir peygamberin, ne aklen ne de dinen,
ganimete hıyanet etmesi sahih ve doğru olmaz. Buradaki olumsuzluk, böyle bir
hâlin olmayacağını gösterir. Böyle bir hâlin olmayacağım göstermek böyle bir
fiilin olmadığını göstermekten daha beliğdir. Çünkü bundan maksat, böyle bir
fiilin meydana gelmesi ve vuku bulmasından da öte bunu tasavvur etmenin bile
doğru olmadığını bildirmektir. Kim müslümanların ganimetinden herhangi bir şeye
hıyanet ederse, kıyamet günü, herkesin huzurunda rüsvaylık alameti olarak,
hainlik ettiği şeyi boynunda taşıdığı halde gelir. -o Sonra herkese, yaptığının
karşılığı eksiksiz olarak verilir. Onlara zulmedilmez. Yani herkes eksiksiz ve
ziyadesiz olarak yaptığının tam karşılığını alır. İsyankarın cezası
artırılmayacağı gibi, itaatkârın sevabı da eksiltilmez. [329]
162. Allah'ın hoşnutluğunu gözetip ona uyanla
Allah'ın hışmına uğrayan bir olur mu hiç? Yani Allah'a itaat edip rızasını
arayan ile, O'na isyan edip gazabına müstehak olan ve hüsranla donen kimse eşit
değildir. Berikinin varacağı yer
cehennemdir. Cehennem onun için ne kötü bir karargahtır. [330]
163. Allah katında onların dereceleri farklıdır.
Taberî şöyle der: Allah katında onların makamları farklıdır. Allah'ın rızasına
u-yanlar için bol sevap ve ikram vardır. Allah'ın gazabına uğrayarak dönenler
için de horluk ve elim verici bir azab vardır.[331] Allah, onların yaptıklarını görmektedir. Kulların amelleri O'na gizli
kalmaz. Allah onlara amellerinin karşılığını verecektir.
Bundan sonra Yüce Allah, son peygamberi
göndermekle, mü'minlere lütfettiği büyük nimeti hatırlatarak şöyle
buyurur: [332]
164. Andolsun ki Allah, mü'minlerin içlerinden
bir peygamber göndermekle onlara büyük bir lütufta bulunmuştur. Bu peygamber
kendi cinslerinden, durumunu bildikleri ve ahvalinden haberdar oldukları, Arap
toplumuna mensup bir peygamberdi. Ra-sulullah (s.a.v) alemlere rahmet olduğu
halde, Yüce Allah burada özel olarak mü'minleri zikretti Zira peygamberden
faydalananlar sadece mü'min-1 erdir. Bu peygamber indirilen vahyi onlara
okuyor, günah ve kötü amel kirlerinden
onları temizliyor ve yine onlara kitap ve hikmeti yani, Kur'an-i Kerim'i ve
sünnet-i seniyyeyi öğretiyor. Halbuki onlar, peygamber gönderilmeden Önce
apaçık bir sapıklık için de idiler.
Onlar bu sapıklıklardan hidâyete kavuşturuldular ve ümmetlerin en üstünü
oldular. Ey mü'minler! Uhud günü başınıza büyük bir musibet gelip sizden yetmiş
kişi öldürülünce -Halbuki siz Bedir'de onlardan yetmiş kişi öldürmüş yetmişini
de esir alarak bunun iki mislini onların basma getirmiştiniz- bu bela nerden?
Bu hezimet nerden geldi? Halbuki Allah bize zafer vadetmişti" dediniz, öyle
değil mi? Hezimete ve musibete kendileri sebep oldukları halde, "bu belâ
nerden?" demeleri kınanmalarına sebep olmuştur. Ya Muhammedi Onlara de ki: Sizin
başınıza gelen bu musibetin sebebi sizsiniz. Zira siz peygamberin emirlerine
itaat etmediniz ve ganimet sevdasına kapıldınız, Allah'ın herşeye gücü yeter.
Dilediğini yapar, onun hükmünü bozup başka bir hüküm verecek ve O'nun hükmünü
geri çevirecek kimse yoktur. [333]
166. Uhud günü müslüman ordusu ile müşrik ordusu
karşılaştığında başınıza gelenler, mü'minler ile münafıklar birbirinden ayrılsın
diye, Allah'ın ezeli iradesi, hikmetli takdiri ve kaza ve kaderi ile meydana
gelmiştir. Allah'ın sabır ve sebat edip
sarsılmayan mü'minleri ve[334]
167. Abdullah b. Ubeyy b. Selul ve arkadaşları
gibi, münafıklık edenleri birbirinden ayırması içindir.Bunlar Üçyüz kişi
dolayında olup, Uhud gününde Rasulullah (s.a.v.)'tan ayrılıp geri dönenlerdir.
L*i.al Bunlara, "Gelin Allah yolunda çarpışın, ya da savunma yapın"
denildiğinde, yani mü'minler onlara: "Gelin bizimle birlikte müşriklere karşı
savaşın veya görüntümüzü çoğalmak suretiyle bizi müdafaa edin" dediklerinde,
Şöyle dediler: "Eğer sizin savaşma durumunda kalacağınızı bilsek, elbette
sizinle birlikte savaşırdık. Fakat savaş çıkacağını sanmıyoruz."
Onlar böyle söylemekle, o gün, imandan küfre daha
yakın oldular. Kalplerindekinin tersini söylüyorlardı. Allah onların
gizledikleri şirk ve nifakı bilir. [335]
168.
Yine Allah, kendileri gibi savaşa katılmamış olan
kardeşlerine "Mü'minler bize
uysalar, nasihatimizi dinleseler ve
bizim döndüğümüz gibi dönselerdi orada öldürülmez-lerdi" diyen münafıkları da
mü'minlerden ayırmak istedi.
Ey Muhammedi O münafıklara de ki: Eğer savaşa
çıkmamak ölümden kurtarıyorsa, iddianızda doğru iseniz, ölümü kendinizden
uzaklaştırınız. Bundan maksat onları kınamak ve susturmaktır. Sarp ve sağlam
kalelerde bile olsanız Ölüm size gelecektir. [336]
Edebî Sanatlar
1. "Size yardım ederse" ile "sizi yardımsız bırakırsa" lafızları arasında
mukabele sanatı vardır. Mukabele edebî sanatlardandır.
2. Mü'minler sadece Allah'a güvensinler. Burada
hasr ifade etmek için harf-i cer ile mecrûr fiilden Önce gelmiştir.
3. Hiçbir peygamberin ganimet malına hıyanet
etmesi sahih ve doğru olmaz. Burada durumu olumsuzlaştırmak, fiili
olumsuz-laştırmaktan daha beliğ olmuştur.
4. Allah'ın rızasına uyan ile, Allah'ın hışmına
uğrayıp dönen bir olur mu liiç? Ebu
Hayyan der ki: Bu, güzel bir istiaredir. Allah'ın şeriatı, hidâyete eren
kimsenin tâbi olduğu bir klavuza (delile) benzetildi; âsî ise, bir şeye uyması
emredilen ve fakat ona uymaktan yüz çeviren, onu terkedip dönen şahsa
benzetildi.[337]
5.Allah'ın hışmıyla, Burada kelimesinin nekre
olarak getirilmesi, hışmın korkunçluğunu gösterir. Anlatılamayacak kadar büyük
bir hışım demektir.
6. Onların dereceleri farklıdır. Burada muzaf
hazfedilmiştir. takdirindedir. Yani, "Onlar farklı derecelere sahiptirler"
demektir. Mü'minin derecesi yüksek; kâfirin derecesi alçaktır.[338]
7. açıklıyorlar ile gizliyorlar kelimeleri
arasında tıbâk sanatı vardır.
8. Başınıza bir musibet geldi, cümlesinde,
kelimeleri arasında iştikak cinası vardır.Bu da, bediî
güzelliklerdendir.[339]
Bir Uyarı
Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak dav-randın.
Bu âyette Peygamberimize (s.a.v.) özel olarak güzel ahlâk verildiğini gösteren
delil vardır. Dikkate değer bir konudur ki, Rasulullah (s.a.v.), insanların,
büyüklük vasıflarını kendin de en çok toplayanı ve en mütevazi olanıdır. Çünkü
o, neseb bakımından insanların en şereflisi, haseb bakımından en üstünü, amelce
en güzeli, ikram etme bakımından en cömerdi ve en fasih konuşanı idi. İşte
bunların hepsi, büyüklüğü gerektiren vasıflardır. Öte yandan onun alçak
gönüllülüğünü gösteren alemetler de şunlardır: O elbisesini yamar, ayakkabısını
tamir ederdi. Eşeğe biner, yere otururdu. Kölelerin davetlerine giderdi.
Allah'ın sâlat ve selâmı, faziletler ve güzel ahlâk deryası, nur kaynağı
Rasulullah (s.a.v.) üzerine olsun. [340]
Faydalı Bilgiler
Allah'a tevekkül etmek, iki bakımdan en yüce
makamlardan sayılır. Birincisi; Allah, tevekkül eden kulunu sever. Nitekim
âyet-i kerimede Allah tevekkül edenleri
sever, buyurmuştur. İkincisi: Tevekkül eden kimsenin, Allah'ın koruması altında
olduğu garantisidir. Nitekim âyet-i kerimede "Kim Allah'a tevekkül ederse, Allah
ona kafidir[341] buyrulmuştur.[342] [343]
169,
170. Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın.
Bilakis onlar diridirler; Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdiği ile
sevinçli bir halde Rableri yanında rıziklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından
gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehid kardeşlerine de hiçbir keder
ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.
171. Onlar
Allah'tan gelen nîmet ve keremin; Allah'ın, mü'minlerin
ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler.
172. Yara aldıktan sonra, ve yine Allah'ın ve
Pey-gamber'in çağrısına uyanlar (Özellikle) bunların içlerinden iyilik yapanlar
ve takva sahibi olanlar için pek büyük bir mükâfaat
vardır.
173. Bir kısım insanlar mü'minlere,
"Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı toplandılar; aman sakının onlardan!"
dediklerinde bu, onların îmanlarını bir kat daha artırmış ve "Allah bize yeter.
O ne güzel vekildir." demişlerdir.
174. Bunlar kendilerine hiçbir fenalık
dokunmadan, Allah'ın nîmet ve keremiyle geri geldiler. Böylece Allah'ın rızasına uymuş oldular. Allah, büyük kerem
sahibidir.
175. İşte şeytan, sizi ancak dostlarıyle
korkutur. Şu halde, eğer îman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın; benden
korkun.
176. İnkârda yarışanlar sana kaygı vermesin.
Çünkü onlar, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Allah onlara, âhiretten yana bir
nasip bırakmak istemiyor. Onlar için çok elemli bir azap
vardır.
177. Şurası muhakkak ki, îmanı küfürle
değiştirenler, Allah'a hiçbir zarar veremezler.
178. İnkâr edenler sanmasınlar ki, kendilerine
mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır. Onlara ancak, günahlarını
artırmaları için fırsat veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap
vardır.
179. Allah, pis olanı temiz olandan
ayırdetmeksi-zin, mü'minleri, bulunduğunuz halde bırakacak değildir. Bununla
beraber Allah, size gaybı da bildirmez. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini
seçer (ona gaybı bildirir.) O halde Allah'a ve peygamberlerine îman
edin.
Eğer îman eder, takva sahibi olursanız, sizin için
de çok büyük bir ecir vardır.
180. Allah'ın, kereminden kendilerine
verdiklerini (infakta) cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için
hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet
gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah,
bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Bu âyet-i kerimeler Uhud savaşı olaylarını
anlatmaya devam ediyor. Münafıkların sırlarını ve rezil durumlarını açığa
çıkarıyor ve bu büyük savaştan alınacak ibret ve dersleri açıklıyor, [344]
Kelimelerin İzahı
Sevinirler, demektir. Bu, cilt (deri) mânâsına
gelen beşere kökünden türemiştir. Çünkü insan sevindiği zaman, sevinç alameti
yüzünde görünür. İbn Atıyye şöyle der; Burada istifal kalıbının sin'i talep
mânâsındî kullanılmamıştır. Yani, o sevinç isterler, demek değildir. Fiil, sula
sı mücerredi olan mânâsında kulanılmıştır. Nitekim"Allah da hiçbir şeye muhtaç
olmadığını gösterdi.[345] âyetinde de sin harfi talep için kullanılmamıştır.
Fetha ile Karh, yara; zamme ile kurh ise yaranın
acısı demektir. Nitekim daha önce geçti.
Hasbunâ, bize yeter demektir. Kifayet mânâsına
gelen, ihsâb kelimesinden alınmıştır. Şâir şöyle der:
Evimizi keş ve yağ ile dolduruyorsun. Halbuki sana
zenginlik olaral doya doya yiyip içmek yeter.
Hazz, pay demektir. Hayır ve serde kullanılır.
Ancak, herhang bir kayıtla kayıtlanmadığı takdirde, hayır için
kullanılır.
Mühlet veririz manasınadır. İmlâ; ertelemek, mühlet
vermek de mektir. Kurtubî şöyle der: Burada imladan maksat, uzun ömür ve müraffe
bir hayattır.[346]
Ayırır demektir. Bir kimse bir şeyi diğerinden
ayırdığı zaman denir. aynı mânâyadır. "Ayrılın bir tarafa bugün, ey
günahkârlar.[347] âyetindeki fiili de bundan türemiştir.
Seçer manasınadır.
Boyunlarına dolanacaktır. Bu kelime gerdanlık
mânâsına gelen kökünden olup, gerdanlığın boyna geçirildiği gibi, onların
malları da boyunlarına geçirilecektir,
demektir. [348]
Nuzûl Sebebi
a. İbn Abbas (r.a.)'tan rivayet edildiğine göre
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
Uhud'da kardeşleriniz şehid olunca,
Allah onların ruhlarını yeşil kuşların içine koydu. Onlar cennet nehirlerinden
içer, meyvelerinden yer ve Arş'ın gölgesinde asılmış olan altın kandillere
konarlar. Onlar yiyeceklerinin içeceklerinin tadını ve sohbetlerinin zevkini
alınca dediler ki: Kardeşlerimizin
cihadtan uzak durmamaları ve
savaş sırasında kaçmamaları
için, bizim sağ olduğumuzu ve cennette razıklandınldığımızı onlara kim
bildirecek? Yüce Allah "Sizin
durumunuzu onlara ben duyuracağım" buyurdu ve "Allah yolunda öldürülenleri sakın
ölüler zannetmeyin" âyetini indirdi.[349]
b. Câbir b. Abdullah'ın şöyle dediği rivayet
olunur. Rasulullah (s.a.v.) bana rastladı ve dedi ki: "Ey Câbir. seni üzüntülü
ve kederli görüyorum, sebebi ne?"
Dedim ki: Ya Rasulullah! Babam borçlu olarak şehid oldu.
Geride birçok çoluk çocuk bıraktı." Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki Allah'ın
babana verdiğini sana müjdeleyeyim mi?"
Evet, ya Rasulallah." dedim. Buyurdu ki:
"Allah babanı diriltti ve onunla,
vasıtasız olarak doğrudan konuştu. Halbuki Allah hiç kimse ile, arada bir perde
olmadan konuşmaz. Allah ona şöyle
buyurdu: Ey Abdullah! Dile
benden, ne dilersen sana vereyim. Baban şöyle cevap verdi: Ey Rabbim! Senden,
beni dünyaya döndürmeni ve senin uğrunda ikinci defa şehid olmayı istiyorum.
Yüce Allah şöyle buyurdu: "Ben daha önce, insanlar öldükten sonra, dünyaya geri
döndürülmeyecekler diye söz verdim." Baban şöyle dedi:Ya Rabbi! Bunu, geride
bıraktıklarıma ulaştır" Bunun üzerine Yüce Allah âyetini indirdi.[350]
Âyetlerin Tefsiri
169. Allah'ın dinini yüceltmek için O'nun uğrunda
şehid olanları, sakın hissetmeyen ve
nimetlerden faydalanmayan ölüler sanmayınız. Bilakis onlar, huld cennetlerinde
nihmetlerinden yararlanan, sabah akşam oranın
nimetleriyle rızıklanan diri kimselerdir. Vahidî şöyle der: Şehidlerin
yaşadıklarına dair en doğru görüş, Rasulullah (s.a.v.)'tan rivayet edilen
görüştür. Buna görelonla-rın ruhları, yeşil kuşların içindedir. Onlar cennet
nimetlerinden rızıklanır; onlardan yer ve yararlanırlar. [351]
170. Onlar cennet nimetlerinden faydalanır,
Allah'ın kendilerine lütfettiği
maddî ve manevî nimetler dolayısıyle sevinirler. Cihadda ölmemiş olan mücâ-hid kardeşlerinin,
şehid oldukları takdirde, ölümden sonra mazhar olacakları nimetler sebebiyle
sevinirler.
Sevinirler, çünkü âhirette, kardeşlerinin herhangi
bir korkuları olmaycaktır ve naim cennetlerinde bulunacakları için dünyadan
ayrılmalarına da üzülmeyeceklerdir. [352]
171. Onlar, Allah'tan gelen nimet ve keremin;
Allah'ın, mü'minlerin ecrini zayi
etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler. Yüce Allah, sevinçle ilgili
olan nimet ve lütfü hatırlatmak için, onların sevinçlerini
ikinci defa zikretti. Yani: Allah'ın kendilerine bahşettiği büyük ikram ve bol
bol verdiği lütuf ve sevap sebebiyle sevinirler. Nimet, İtaatları sebebiyle hak
ettikleri şeydir. Fazl ise, onlara kat kat fazla verilen mükâfattır. [353]
172. Uhud savaşında yara aldıktan sonra, yine
Allah'ın ve peygamberin çağrısına uyup itaat edenler var ya, Bunların içlerinden, bilhassa iyilik
yapanlar ve takva sahibi olanlar için pek büyük bir mükâfat vardır. İbn Kesir
şöyle der: Bu çağrıya uyma, Hamrâu'1-esed[354] gününde olmuştur. Müşrikler Uhud'da müslümanlara yapacaklarını
yaptıktan sonra, memleketlerine döndüler. Sonra da Medine'lileri tam mânâsıyle
yok edip işi bitirmediklerine pişman oldular. Bu haber Rasulullah (s.a.v.)'a
ulaşınca, müslü-manlarm güçlü ve kuvvetli oldukalarını göstermek ve müşrikleri korkutmak için,
müslümanlarm onların peşinden gitmelerini emretti. Uhud'da hazır bulunanlardan
başkasına da izin vermedi. Müslümanlar yaralı ve bitkin olmalarına rağmen, Allah
ve Rasulune itaat ederek gittiler.[355] İşte bu derecede
yaralı ve bitkin olmalarına rağmen, Rasulullah (s.a.v.)'m emrine itaal edip
gazaya katılan mü'minlerin pek büyük bir mükafatı ve bolca sevabı
vardır. [356]
173. Bir kısım insanlar mü'minlere,
"düşmanlarınız olan insanalar, size karşı toplandılar aman sakının onlardan."
dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha artırmıştır. Yani, bu takva
sahibi mü'minler öyle kimselerdir ki, müşriklerin taraftarlarından bazıları
aralarına kötü haber yayıp:Kureyş size karşı, sayılamıyacak kadar insan topladı.
Başınıza geleceklerden korkun, dediklerinde, bu korkutma, onların sadece
imanlarını artırdı. /yi Allah bize yeter, O ne güzel vekildir, dediler. Yani
mü'minler: Allah bize yeter, O bizim koruyucumuz ve işlerimizi yürütendir. O ne
güze sığınak ve kendisine tevekkül edenlere ne güzel yardımcıdır"
dediler. [357]
174. Allah'ın lutfu ile sağ salim ve bol mükâfat
ve ecirle Onlara hiçbir fenalık veya bir eziyet dokunmadı. Dünya ve âhirette
mutluluk vesilesi olan, Allah'ın rızazını kazındılar. Allah büyük kerem sahibidir; kullarına bolca lütufta
bulunur. [358]
175. Azminizi kırmak maksadıyle "insanlar size
sarşı, sayılamıyacak kadar insan topladılar" sözünü söyleyen şeytandır.
Kendilerinden çekinmeniz için kâfir dostlarıyle sizi korkutuyor,
Onlardan çekinip korkmayın. Ben, onlara karşı size
zafer vermeyi tekeffül ediyorum. Gerçekten mü'min iseniz, benim emrime isyan
edip de helak olmaktan korkunuz. Ayette adı geçen şeytandan maksat, Nuaym b.
Mesu'd el-Eşcaî'dir. Bunu, müslümanların moralini bozup azimlerini kırmak için
Ebu Süfyan göndermişti. Ebu Hayyan şöyle der: Korkutma; şeytanın vesvesesi,
iğvâsı ve onu insanların kalbine atması sebebiyle meydana geldiği için, bu fiil şeytana nisbet edilmiştir.[359]
176. Ey Muhammed! Söz ve fiilleri ile küfre doğru
koşan o münafıkların hareketlerinden dolayı üzülme ve kederlenme. Onların
Islama ve müslümanlara kurdukları tuzaklara aldırış etme. Bu âyet, Peygamber
(s.a.v.) için bir tesellidir. Çünkü
onlar, küfürleri sebebiyle Allaha hiç bir zarar veremezler; onlar sadece
kendilerine zarar verirler. Allah, hikmeti ve dilemesi ile, âhirette onlara
sevaptan bir pay vermemek ister. Sevaptan mahrum olmalarından öte, cehennemde
onlar için büyük bir azab vardır. [360]
177. Daha önce adı geçen ve imanla küfrü değiştiren münafıklar
varya, onlar dinden dönmek ve kâfir
olmakla Allah'a asla zarar veremezler. Onlar için elem verici bir azap
vardır. [361]
178. Kâfirler sanmasınlar ki, azap ve ceza
vermeden mühlet vermemiz ve ömürlerini
uzatmamız onlar için hayırlıdır. Biz ancak, günah kazansınlar da, günahları
daha da çoğalsın diye onlara mühlet ve uzun ömür veriyoruz.âhirette onlar için
alçaltıcı bir azap vardır.
[362]
179. Allah, imtihan edip de, mü'minlerle
münafıkları birbirinden ayırmayıp, asla öyle karışık halde bırakmaz. Nitekim
Uhud gazasında böyle yapmış ve orada iman ehli ile nifak ehli ortaya çıkmıştır.
Bu âyet, Allah'ın, mü'minleri münafıklardan ayıracağına dair Rasulüne verdiği
bir sözdür. İbn Kesir şöyle der : Mutlaka Allah öyle bir imtihan tertip eder ki,
bu imtihanda Allah'ın dostu ortaya çıkar ve düşmanı da rezil ve rüsvay olur.
Sabırlı mü'minle günahkar münafık, bu imtihan sayesinde birbirinden ayrılır.
Nitekim Yüce Allah, Uhud gününde mü'minlerle münafıkları bu şekilde birbirinden
ayırmıştır[363] Bununla beraber Allah size gaybı da bildirecek değildir. Taberî şöyle
der: Bu âyetin tefsiriyle ilgili görüşlerin en uygunu şudur: Allah kulların
kalplerinden sizi haberdar edecek değildir ki, siz mü'min, münafık ve kâfiri
tanıyasıniz. Fakat Allah, Uhud savaşında sıkıntı vererek ve düşmana karşı cihadı
emrederek mü'minlerle münafıkları birbirinden ayırdığı gibi, bir takım imtihan
ve belâlarla mü'minleri münafıklardan ayırır.[364] Fakat Allah,
peygamberlerinden dilediklerini seçer ve onları gaybtan haberdar eder. Nitekim,
Peygamber (s.a.v.)'i münafıkların durumlarından haberdar etmiştir. O halde,
gaybı sadece Allah'ın bildiğine, gayb işleri ile ilgili olarak Peygambere haber
verdiği şeylerin, ancak Allah'tan bir vahiy ile bildirildiğine sağlam bir
şekilde iman edin. Eğer peygamberlerimi tasdik eder ve itaat ederek Rab-binizin
azabından sakınırsanız sizin için büyük bir sevap vardır. [365]
180. Allah'ın, kereminden kendilerine
verdiklerini onun yoluna sarfetmede cimrilik gösterenler sanmasınlar ki, bu,
kendileri için hayırlıdır. Yüce Allah önceki âyetlerde cihad hususunda canını
feda etmeye şiddetle teşvik ettikten sonra, burada da Allah yolunda mal
harcamaya teşvik etti ve malını bu yolda harcamada cimrilik gösterenleri
şiddetli bir şekilde tehdit ederek buyurdu ki: Cimri, sanmasın ki, onun mal
biriktirmesi ve onu infak hususunda cimrilik yapması ona fayda verir. Bilakis
bu davranışı, hem dini, hem de dünyası hususunda ona Zaralıdır. Durum onların
zannettiği gibi değildir. Bilakis bu cimrilik onlar için bir serdir. Cimrilik
ettikleri şeyde kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Y'ani Allah, cimrilik
yaptıkları mallarını, boyunlarına tasma yapacak, kıyamet gününde onunla azap
göreceklerdir. Nitekim Buhârî'nin Sahihi'nde şöyle rivayet edilmiştir: Kime
Allah mal verir de o kimse zekatını vermezse, kıyamet
gününde o mal, gözlerinin üzerinde siyah benek
bulunan büyük bir yılan suretinde ona gösterilir. Yılan onu avurtlarından tutar
ve: "Ben senin malınım, ben senin hazinenim" der. Rasulullah (s.a.v.) daha sonra
âyetini okudu.[366] Kainatta olan herşey Allah'ın mülküdür. Mahlukat yok olduktan sonra
herşey ona dönecektir. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. [367]
Edebî Sanatlar
Ebu Hayyan der ki : Bu âyetlerde birçok edebî sanat
vardır:
1. lafızları ile birçok yerde geçen lafzında
itnâb vardır.
2. Ölüler "diriler" ile ve kelimeleri arasında
tıbak sanatı vardır.
3. "Küfürle değiştirdiler."Küfürde yarışırlar"
ve "pis ve temiz" kelimelerinde istiare vardır. Zira pis ve temizden maksat
münafık ile mü'mindir.
Faydalı Bilgiler
"Allah bize yeter, O ne güzel vekildir." Bu söz,
Hz. İbrahim (a.s)'indir Ateşe atıldığı zaman söylemiştir Suyûtî el-îklil adlı
eserinde şöyle der: Sıkıntılı zamanda ve büyük işlerde bu kelimeyi söylemek
müstehaptır. [369]
181. "Allah fakir, biz zenginiz." diyenlerin
sözünü andolsuıı ki Allah işitmiştir. Onların bu sözünü, haksız yere
peygamberleri öldürmeleri ile birlikte
yazacağız ve diyeceğiz ki: Tadın o yakıcı azabı.
182. Bu, dünyada iken kendi ellerinizle yapmış
olduğunuzun karşılığıdır. Yoksa Allah
kullarına
zulmetmez.
183. "Muhakkak ki Allah, bize, ateşin yiyeceği
bîr kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti" diyenlere şöyle
de: Size, benden önce mucizelerle, özellikle dediğiniz mucize ile nice
peygamberler geldi. Eğer doğru insanlar iseniz, onları niçin
öldürdünüz?
184. Eğer seni yalancılıkla itham ettilerse bil
ki gerçekten, senden önce apaçık mucizeler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap
getiren nice peygamberler de yalancılıkla itham edildi.
185. Her canlı ölümü tadacaktır. Herhalde
kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim
cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa, o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu
dünya hayatı ise aldatma metaından başka bir şey değildir.
186. Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız
konusunda imtihana çekileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap
verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder
ve sakınırsanız, muhakkak ki bu, işlerin en değerlisidir.
187. Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu
mutlaka insanlara açıklayacak, gizlemeyeceksiniz," diyerek söz almıştı. Onlar
ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalıkla değiştiler. Yaptıkları alış
veriş ne kadar kötü.
188. Ettiklerine sevinen
ve yapmadıkları ile övülmek isteyenlerin (davranışlarını)
doğru sanma. Onların azaptan kurtulacaklarını da sanma.
Onlar için elemli bir azab
vardır.
189. Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır.
Allah'ın her şeye gücü yeter.
Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Kur'an-ı Kerim, önceki âyetlerde Uhud savaşını ve
onda meydana gelen büyük olayları sergiledi. Bu âyetler genel muhtevaları
içerisinde, münafıkların tuzak ve desiselerinden, İslama tuzak kurma,
müslümanlara zulmetme ve Allah yolunda cihad etme hususunda onların azimlerini
kırma gibi, kalplerinde sakladıkları şeylerden de bahsetmişti. Bundan sonraki
âyetlerde ise Yahudilerin desiselerini; kuşku ve vesveseye düşürmek, tuzak
kurmak ve hile yapmak suretiyle İslamî davete karşı savaştaki çirkin
üsluplarını anlatmaktadır ki, mü'minleri onların tehlikelerinden sakındırsın.
Nitekim, münafıkların tehlikesinden de sakındırmıştı. Âyet-i kerimeler
Yahudilerden ve onların Zât-i İlâhî karşısındaki rezil durumlarından; Yüce
Allah'ı, cimrilik ve fakirlik gibi âdi sıfatlarla itham etmelerinden, sonra ahdi
bozmalarından, peygamberleri Öldürmeleri ve Allah'ın kendilerine yüklemiş olduğu
emanete hiyanet etmelerinden ve nihayet bu mel'un ırkın taşıdığı birçok çirkin
ve adi vasıflardan bahsetmektedir.[370]
Kelimelerin İzahı
Bize tavsiye etti.
Kurban, Allah'a yaklaşmak için kesilen
hayvandır.
Beyyinât, apaçık âyetler demektir. Burada,
âyetlerden maksat mucizelerdir.
Zübûr, kitap mânâsına gelen Zebur kelimesinin
çoğuludur. O da "yazmak" mânâsına gelen zebr kökünden türemiştir, (yazılmış)
manasınadır. Nitekim (binilmiş) manasınadır. Zeccâc şöyle der: Zebur, her
hikmetli kitaba verilen isimdir.
Uzaklaştırıldı manasınadır. Zahzaha: Kenara almak,
uzaklaştırmak demektir. Süratle çekip almak mânâsına gelen "Zah"
kelimesinin tekrarından
ibarettir.
"Umduğunu elde etti, korktuğundan kurtuldu"
demektir..
Gurur, aldattı mânâsına gelen fiilinin mastarıdır.
Meta', kendisinden faydalanılan ve istifade edilen,
daha sonra da yok olan şey demektir.
Mutlaka imtihan edileceksiniz manasınadır, imtihan etti mânâsına gelen fiilinden türemiştir.
Azmu'1-umûr, işlerin değerlisi demektir. Azm'in
aslı, bir şey üzerinde görüşün sebat etmesidir. Burada maksat, doğru tedbir ve
doğru rey demektir. Bunlar da, her akıllının, üzerinde sebat etmesi gereken
şeylerdendir.
Mefaze, kurtuluş demektir. Bir kimse kurtulduğunda
denilir. Bu kelime ondan türemiştir. [371]
Nuzûl Sebebi
a) İbn Abbas (r.a.)'m şöyle dediği rivayet
olunur. Bir gün Ebubekir Sıddık (r.a.) Yahudilerin dershanesine girdi. Gördü ki
Yahudilerden bir grup Fenhas b. Âzûra denilen bir adamın etrafında toplanmışlar,
Fenhas, Yahudi alim ve bilginlerinden biri idi. Ebubekir (r.a.) ona şöyle dedi;
"Sana yazıklar olsun. Allah'tan kork ve müslüman ol. Allah'a yemin ederim ki,
sen, Mu-hammed (s.a.v.)'in Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu
kesinlikle biliyorsun. O'nun katından size hak bir kitap getirdi. Bunu,
yanınızdaki Tevrat ve İncil'de yazılı olarak görüyorsunuz" Fenhas şöyle dedi:
"Ey Ebubekir! Vallahi, bizim fakirlikten dolayı Allah'a bir ihtiyacımız yoktur.
Halbuki o bize muhtaçtır. Onun bize yalvardığı gibi, biz Ona yal-varınıyoruz.
Bizim ona ihtiyacımız yok. Eğer o zengin, olsa, idi arkadaşınız Muhammed'in
iddia ettiği gibi bizden borç istemezdi. Faizi size yasaklıyor, kendisi bize
faiz veriyor. Eğer zengin olsaydı, bize faiz vermezdi." Hz. Ebubekir (r.a.) buna
kızdı ve Fenhas'ın yüzüne şiddetli bir darbe indirerek şöyle dedi: "Ey Allah'ın
düşmanı! Nefsim, kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer sizinle bizim
aramızda bir anlaşma olmasaydı, senin boynunu uçururdum." Bunun üzerine Fenhas
Rasulullah (s.a.v.)'a giderek "Ya Muhammedi Arkadaşının bana yaptığına bak."
dedi. Rasulullah (s.av): "Ey Ebubekir! Seni, bunu yapmaya iten sebep nedir?"
diye sordu. Hz. Ebubekir (r.a.) şöyle cevap-verdi: "Ya Rasuiallah! Bu Allah'ın
düşmanı, büyük söz söyledi. Allah'ın fakir, kendilerinin zengin olduğunu iddia
etti. Bende Allah için kızdım ve yüzüne vurdum." Fenhas bunu inkâr etti. Bunun
üzerine Yüce Allah Hz. Ebubekir (r.a.)'i tasdik etmek ve Fenhas'ı reddetmek
üzere şu âyeti indirdi:.ül Andol-sun ki, "Gerçekten Allah fakir, biz ise
zenginiz" diyenlerin sözünü, Allah işitmiştir.[372]
b. Yine İbn Abbas (r.a.)'m şöyle dediği rivayet
olunmuştur: İçlerinde Ka'b b. Eşref, Malik b. Sayf, Fenhas b. Âzûra ve daha
başkalarının da bulunduğu bir grup Yahudi Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek şöyle
dediler: "Ey Mu-hammed! Sen Allah'ın Rasulü olduğunu ve Allah'ın sana bir kitap
indirdiğini iddia ediyorsun. Halbuki Allah Tevrat'ta, bize ateşin yiyeceği bir
kurban getirmedikçe hiç bir peygambere inanmamamızı emretti. Sen bize böyle bir
kurban gelirirsen seni tasdik ederiz" Bunun üzerine şu âyet nazil oldu "Muhakkak
ki Allah bize, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere
i-nanmamamızı emretti,[373]
Âyetlerin Tefsiri
181. Andolsun ki, "Gerçekten Allah fakir, biz
zenginiz" diyenlerin sözlerini Allah işitmiştir. Bu âdi söz, Allah'ın düşmanları
olan Yahudilerin sözüdür. Allah onlara lanet etsin. "Kim Allah'a güzel bir borç verecek[374] âyet-i kerimesi nazil olunca Allah'ın fakir olduğunu iddia ettiler ve
"Allah fakir, bizden borç istiyor" dediler. Nitekim, bir defasında da, "Allah'ın
eli bağlıdır (sıkıdır)[375] diyerek O'nunla alay
ettiler. Kurtubî şöyle der: Onlar buna inandıkları için değil de, alt
tabakadakileri -yaldızlı sözlerle kandırmak için böyle dediler. Maksatları,
"Muhammed'in söylediğine göre Allah fakirdir, çünkü o bizden borç istiyor"
diyerek zayıf mü'minleri şüpheye düşürmek ve Peygamberi yalanlamaktır.[376] Biz muhafaza
meleklerine, onların söylediklerini amel defterlerine yazmalarım emredeceğiz.
Haksız yere peygamberleri öldürerek
işledikleri çirkin suçlarını yazacağız. Burada İsrâîloğullarınm
peygamberleri öldürmelerinden maksat, atalarının peygamberleri öldürmelerine
razı olmalarıdır. Diyeceğiz ki: "Tadın o yakıcı azabı" yani Allah âhirette meleklerin diliyle
onlara "alevli, yakıcı ateşin azabını tadın" der. [377]
182. Bu, ellerinizle işlediğiniz suçların
cezasıdır. Yoksa Allah âdildir; kullarına yani mahlukata zulmetmez. Maksat
şudur: Bu ceza sizin masiyetiniz ve Allah'ın, hakkınızdaki a-daleti sebebiyle
verilmiştir. Zemahşerî şöyle der:
Allah'ın günahkârı cezalandırması, güzel amel edene sevap vermesi
adalettendir.[378]
Yahudiler, "Allah Tevrat'ta bize, Ateşin yiyeceği
bir kurban getirmedikçe, hiçbir peygambere iman etmememizi emir ve tavsiye etti"
diyenlerdir. Yani onlar şöyle dediler: "Allah bize özel bir mucize getirmedikçe
hiçbir peygamberi tasdik etmememizi emretti. Bu mucize, peygamberin bir kurban
sunması ve gökten bir ateş inerek onu yemesidir. İşte bu, Allah'a karşı bir
iftiradır. Çünkü Allah onlara böyle bir emir vermemiştir.. Ey Muhammedi Onları
kınamak ve yalanlarını meydana çıkarmak için de ki: Size benden önce apaçık
mucizeler ve peygamberliklerinin doğruluğunu gösteren engin deliller ve
özellikle istediğiniz kurban mucizesi ile nice peygamberler geldi. "Eğer
Allah'a iman ve peygamberlerini tasdik hususundaki iddianızda doğru iseniz, niçin onları
yalanlayıp da öldürdünüz. Sonra Yüce Allah, peygamberini teselli ederek şöyle
buyurdu. [379]
184.
Eğer seni yalancılıkla itham ettilerse yadırgama.
Şüphesiz senden önceki peygamberler de yalancılıkla itham edildi. Ey Muhammed!
Onların seni yalanlamasına üzülme. Çünkü onlar bunu yaptılarsa, bil ki, daha
Önce de ataları, Allah'ın peygamberlerini yalanlamışlardı. Üzülme, onlarda senin
için güzel bir örnek vardır. peygamberler kesin deliller ve apaçık mu'cizeler
getirmelerine rağmen onları yalanladılar. Onlar hikmet ve öğütlerle dolu Semavî
kitapları, Tevrat ve İncil gibi insanları aydınlatan kitapları da
getirmişlerdi. [380]
185. Her canlı Ölümü tadacaktır. Yani mahlukat
yok olacak ve çaresiz her nefis ölecektir. Nitekim bir başka âyet-i kerimede
"Kainatta bulunan her şey yok olaktir[381] buyrulmuştur. Herhalde yaptıklarınızın karşılığı kıyamet günü, size
tastamam verilecektir, Kim ateşten kenara çekilerek ondan uzaklaştırılır ve
cennete konursa işte o, ebedî saadeti ve devamlı nimeti kazanmıştır. Dünya
hayatı aldatma metamdan başka bir şey değildir. Yani bu dünya, geçici bir
yurttan başka bir şey değildir. Burada ancak aldatılmış ahmaklar faydalanmaya
çalışır. İbn Kesir şöyle der: Bu âyette dünyanın fâni ve geçici değerinin küçük
ve hakir olduğu, ifade
edilmektedir,[382]
186. Andolsun ki, fakir düşmek ve çeşitli
musibetlere dûçâr olmakla mallarınız, sıkıntı ve hastalıklara maruz kalmakla da
canlarınız hususunda imtihana çekileceksiniz. Ve sizden önce kendilerine kitap
verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Yani,
düşmanlarınız olan Yahudi, Hıristiyan ve müşrikler size birçok eziyetlerde
bulunacaklar. Bu âyette Yüce Allah mü'rninlere, müşrikler ve Ehl-i kitab
tarafından birçok belâ ve sıkıntıların geleceğini haber vermekte ve bu gibi
olayların vukuunda sabretmelerini onlara emretmektedir. Çünkü cennet, nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle
çevrilmiştir. İşte bunun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurur. Eğer bu hoşa
gitmeyen şeylere karşı sabreder; söz ve amellerinizde Allah'tan korkarsanız
biliniz ki, bu sabır ve takva, azim ve irade ile yapmanız gereken işlerdendir.
Çünkü bunlar, Allah'ın emrettiği şeylerdendir. [383]
187. Ey Muhammed! Allah'ın Tevrat'ta
Yahudilerden kuvvetle yemin aldığı zamanı hatırla.
Hani Allah, onlardan, "Allah'ın Kitaptaki
hükümlerini insanlara mutlaka açıklayacaksınız, onları gizlemeyeceksiniz" diye
söz almıştı. İbni Abbas (r.a.) şöyle der: "Bu âyet Yuhudiler hakkındadır.
Rasu-lullah (s.a.v.) hakkında onlardan ahid ve yemin alınmışı. Fakat onlar bunu
gizledi ve arkalarına attılar.[384] Onlar ise bu yemini arkaya attılar ve onu az bir dünya malıyla
değiştirdiler. Bu, ne kötü alış-veriş,
bu ne ziyanlı bir pazarlıktır. [385]
188. Ey Muhammed! Seninle ilgili vasıflan
insanlardan gizlemek suretiyle yaptıklarına övünenleri Sapıklıkta oldukları
halde, hak yoldadırlar diye insanların kendilerini övmelerini istiyenleri doğru
yolda sanma. Sakın onları Allah'ın azabından kurtulmuş zannetme. Onlar için elem
verici bir azap vardır. İbn Abbas (r.a.) şöyle der: Bu âyet Ehl-i kitab hakkında
nazil oldu. Peygamber (s.a.v.) onlara bir şey sordu da, onlar gerçeği
gizleyerek başka türlü bildirdiler ve Peygamberin sorduğunu ondan gizlemelerinden dolayı
sevindiler.[386]
189. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi
Allah'ındır. İşte bunlara sahip olan kimse nasıl fakir olur? Bu, "Allah fakir,
biz zenginiz" diyenleri reddeder, Allah'ın herşeyc gücü eter. Onları cezalandırmaya da kadirdir. [387]
Edebî Sanatlar
Bu âyet-i kerimeler birçok edebî sanatı itiva eder.
Bunları şu şekilde
özetJiyebiİiriz.
1."Gerçekten Allah fakir, biz zenginiz." Burada
mübalağa ifade etmek için cümlesini
edatı ile pekiştirdiler. Halbuki kendilerinin zenginliğini ifade ederken
pekiştirme edatı kullanmadılar. Cümleyi tekide ihtiyaç duyulmayan bir cümle
gibi söylediler. Sanki zenginlik onların tartışmasız vasılları olup bunu
pekiştirmeye ihtiyaç yoktur. İşte bu durum, onların küfür ve taşkınlıktaki
inatlarının bir delilidir.
2.
Söylediklerini yazacağız. Burada, mecâz-ı aklî denilen
bir mecaz vardır. "Meleklerimiz
yazacak", demektir. Allah kendisi
yazmadığı fakat yazılmasını emrettiği için fiil mecazen ona isnat
olunmuştur.
3.
"Bu, ellerinizin yaptığı şeyin karşılığıdır." Burada da
mecâz-ı mursel vardır. Bir kısmının zikredilip bütünün kastedilme sı
kabilindendir. İşlerin çoğu ellerle
yapıldığı .için burada, eller
zikredilmiştir.
4. "Onu ateş yer" Burada istiare yoluyla, "yemek"
fiili ateşe isnat edilmiştir. Çünkü
gerçek mânâda yemek fiili insanlar ve hayvanlarda olur. Aynı şekilde
"Ölümü tadacaktır" âyetinde de istiare vardır. Çünkü gerçek mânâda tatmak,
dildeki duyu vasıtasıyle olur.
5. "Aldatma metâı". Zemahşerî şöyle der:
Allah dünyayı, müşteri aldanıp da satın alsın diye kusuru gizlenen bir mala
benzetti.
6. Onu arkalarına attılar ve az bir dünya malı
ile değiştirdiler. Burada "atma" ve "değiştirme" kelimelerinde istiare vardır.
Kitaba sarılmamak ve onunla amel etmemek, insanın arkasına atılan bir şeye
benzetildi. Allah'ın âyetlerini gizlemelerine karşılık dünya malı almaları da,
onu az bir pahaya satmaya
benzetildi.
7. Âyet-i kerimedeki kelimeleri arasında
tıbak sanatı vardır.
8. "Cehennemden uzaklaştırıldı" ile
cennete
konuldu" cümleleri arasında ve "onu mutlaka
açıklayacaksınız..." cümlesi ile "O'nu gizlemeyeceksiniz" cümlesi arasında
mukabele sanatı vardır.
Faydalı Bilgiler
"Rabbİn zâlim değildir" cümlesinde kalıbı mübalağa
için değildir. Bu sadece attar (koku satan) neccâr (marangoz) ve temmâr (hurma
satıcısı) kelimelerin de olduğu gibi
hiçbiri mübalağa İfade etmez, nisbet bildirir, tbn Mâlik şöyle der:
Fail, Fâ'âl
ve fail sıygaları bazen, nisbet yası
olmadan ism-i mensup olarak kabul edilmişlerdir. [390]
Bir Uyarı
Yüce Allah, dünya hayatını ve nimetlerini "aldatma
metaı" diye vasıflandırdı. Zira dünyanın kendisi ve ondaki şehevânî arzular uzun
ömür ve tûl-i emeli temenni ettirir de insanı aldatır ve helak eder. Bundan
dolayı selefin bazısı şöyle demiştir! Dünya, dağılmak ve yok olmak üzere
terkedilmiş bir metadır. Bu metadan alınız. Ondan faydalanarak, gücünüz
yettiği kadar Allah'a itaat ediniz. Allah yardımcıdır. [391]
190. Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile
gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akıl sahipleri için gerçekten açık
ibretler vardır.
191. Bunlar ayakta, oturarak ve yanlan üzerine
yatarak Allah'ı anan ve göklerin ve yerlerin yaratılışını düşünerek: "Ey Rabbimiz! Bunları boşuna yaratmadın. Seni
teşbih ederiz. Bizi cehennem azabından
koru" diye dua
edenlerdir.
192. Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, kimi cehenneme
koyarsan, artık onu rüsvay etmişsindir. Zâlimlerin hiç yardımcıları
yoktur.
193. Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, "Rabbinize
îman edin!" diye seslenen bir dâvetçiyi
işittik, hemen îman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört,
ruhumuzu iyilerle beraber al, ey Rabbimiz! Rabbimiz! Bize, peygamberlerin vasıtasıyla
va'dettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizi perişan etme; şüphesiz sen, va'adinden
caymazsm!
195. Rableri, onların dualarını kabul etti. (Dedi
ki:) Ben, erkek olsun kadın olsun - ki hep birbirinizden-siniz - içinizden,
çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. Onlar ki, hicret ettiler,
yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve
öldürüldüler; andolsun, ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları
içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükâfaat, Allah tarafmdandir.
Mükâfatın en güzeli Allah kalındadır.
196.
İnkarcıların diyar diyar dolaşması sakın seni
aldatmasın!
197. Azıcık bir menfaattir o. Sonra onların
varacakları yer, cehennemdir. O, ne
kötü varış yeridir!
198. Fakat Rablerine karşı gelmekten sakınanlar
için, Allah tarafından bir ikram olarak, zemininden ırmaklar akan,
içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. İyi kişiler için Allah
katındaki (nimetler) daha hayırlıdır.
199. Ehl-i kitab'tan öyleleri var ki, Allah'a
size indirilene, ve kendilerine indirilene, tam bir samimiyetle ve Allah'a
boyun eğerek îman ederler. Allah'ın
âyetlerini az bir para ile değiştirmezler. İşte onların Rableri katında ecirleri vardır. Şüphesiz
Allah'ın hesabı çabuktur.
200. Ey îman edenler! Sabredin; sebat gösterin;
Sınır boylarında nöbet tutun ve Allah'tan korkun ki başarıya
erişebilesiniz.
Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah bu mübarek sûreye tevhid, ulûhiyet ve
nübüvvet delillerini zikrederek başladı ve onu vahdaniyet, kudret, yaratma ve
icat etme delilleriyle bitirdi ki, insanlar bu delillerden öldükten sonra
dirilme, haşir ve neşirin meydana gelebileceği sonucu çıkarsınlar. Böylece sonu
misku anber oldu. Bu Yüce Kitabı indirmekten maksat kalpleri ve ruhları mâsiva
ile meşgul olmaktan gerçek ilahı tanımaya çekmek olduğu için, bu âyet-i
kerimeler tevhîd, ulûhiyet, azamet ve celâl delilleriyle kalpleri aydınlatmak
üzere geldi. İnsanı, Allah'ın birliğini ve sonsuz kudretini itirafa ulaştırmak
için, dikkatleri göklerin ve yerin melekûtunu düşünmeye ve tefekkür etmeye
çekti. İnsan, Allah'ın yazılı Kur'an-ı Kerimini okuyup düşündükten sonra, onun
görünen şu uçsuz bucaksız kainat kitabını düşünmeye başlar, Kur'an-ı Kerimde, bu
kâinat kitabının âyetlerine birçok işaret vardır. Kur'an, duyu organlarını
kullanmak suretiyle hakikatleri tanımaya daveı eder. "Göklerde ve yerde nice
deliller vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirir. geçerler.[392]
Kelimelerin İzahı
Elbâb akıllar manasınadır. : Bâtıl; abes, hikmetsiz demektir.
Subhâneke, Allah'ı kölü şeyden tenzih etmek, uzak
tutmak manasınadır.
Onu zelil ve hor kıldın demektir. Günahlarımızı ört
ve yok et, demektir.
Ebrâr, birr veya bârr kelimelerinin çoğulu olup
şeriatı uygulayanlar manasınadır.
Kabul etti manasınadır.
Nuzûl, misafir için hazırlanan çeşitli ikramlardır,
Nöbet bekleyin, manasınadır. Murabata, sınır boylarında düşmanı gözetlemek
demektir. [393]
Nuzûl Sebebi
Ümmü Seleme'den rivayet edilmiştir: Dedim ki : Ya
Rasulallah! Allah'ın hicret hususunda herhangi bir şekilde kadınları
zikrettiğini görmüyorum. Bunun üzerine Yüce Allah şu âyeti indirdi: Rabbleri
onların dualarım kabul etti. (Dedi ki): "Ben, erkek olsun kadın olsun içinizden,
çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmam.[394]
Âyetlerin Tefsiri
190. Göklerin ve yerlerin sağlam ve güzel bir
şekilde yaratılmasında, gece ve gündüzün sürekli olarak birbirini takip
etmesinde Akıl sahiplen için, yaratanı ve onun sonsuz hikmetini gösteren
açık alâmetler vardır. Ancak bu
alâmetleri kainata hayvanların baktığı gibi bakanlar değil, düşünerek ve
Allah'ın kudretine delil getirerek bakan akıl sahipleri görür. Bundan sonra
Yüce Allah akıl sahiplerini tarif ederek şöyle buyurur: [395]
191. Allah'ı dilleri ve kalpleriyle bütün
hallerde; ayakta, oturarak, yatarak anarlar. Kalpleri Allah'ı anmakla yatıştığı
ve Allah onların bütün sırlarına vâkıf olduğu için bütün zamanlarında onu
anmaktan gafil olmazlar, Onlar göklerin ve yerlerin hükümranlığının kime ait
olduğunu, bu büyük yıldızlarla buralardaki harikulade şeylerin yaratılışını
düşünerek şöyle derler: Ey
Rabbimiz! Bu kainatı ve içindekileri
hikmelsiz ve abes olarak yaratmadın. Ey Rabbimiz! Abesle meşgul olmaktan seni tenzih ederiz.
Bizi cehennem azabından koru. [396]
192. Ey Rabbimiz! Sen kimi cehenneme sokarsan onu
zelil ve son derece hor kılarsın; herkesin önünde onu rezil edersin. Zâlimleri,
Allah'ın azabından koruyacak yardımcıları yoktur. İbn Abbas (r.a) ve
müfessirlerin çoğunluğunun dediği gibi burada zâlimlerden maksat kâfirlerdir.
Bu, Bakara süresindeki[397] âyetinde
açıklanmıştı. [398]
193. Ey Rabbimiz! Biz, imâna çağıran bir
davetçiyi işittik. O da Muhammed (s.a.v.)'dir. Bu davetçi şöyle diyordu: "Ey
insanlar, Rabbinize iman edin, O'nun birliğine şehadet getirin" Biz o davetçiyi
tasdik ettik ve Ona uyduk. Ey Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, onların yüzünden
bizi rezil etme.
Lütuf ve rahmetinle, İşlemiş olduğumuz günahları
yok et. Ruhumuzu iyilerle beraber al, bizi salih kullarına kat. İbn Abbas (r.a.) şöyle der: büyük günahlar; ise
küçük günahlardır." Şu âyet-i kerime bu görüşü te'yit eder: "Eğer size
yasaklanan büyük günahlardan sakınırsanız sizin küçük günahlarınızı
bağışlarız[399] Buna göre âyette tekrar yoktur. [400]
194. Ey Rabbimiz, peygamberlerinin lisanıy-le
bize vadettiğin şeyleri bize ver. Bu vadedilen şey, itaat edenler için
cennettir. Bunu İbn Abbas (r.a) söylemiştir. Ayetlerde geçen ey Rabbimiz,
nidasının tekrarı, daha fazla yakarma ve tam mânâsıyle boyun eğmeyi ifade eder.
Kıyamet gününde kâfirleri rezil ettiğin gibi bizi rezil etme. dil Şüphesiz sen
sözünden caymazsm. Sen iman edenler İçin cennet sözü vermiştin. [401]
195. Rabbleri "Ben, erkek olsun kadın olsun,
içinizden hayır amel işleyen hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım,"
diyerek onların dualarını kabul etti. Ha-san-ı Basrİ şöyle der: Mü'minler
devamlı olarak "Ey Rabbimiz, ey Rabbimiz... dediler. Nihayet Allah onların
dualarım kabul etti.[402] Siz, bir birinizdensiniz, yani erkek kadından, kadın da erkektendir.
Madem ki asıl itibariyle müştereksiniz, aynı şekilde sevap kazanma itibariyle de
müştereksiniz.[403] Vatanlarından hicret
edip, dinleri uğrunda kaçan ve müşrikler tarafından yurtlarından çıkmaya
zorlananlar, Allah'ın dini uğrunda eziyetlere katlananlar, Allah'ın düşmanları
ile savaşıp O'nun yolunda öldürülenlere gelince, İşte bu nitelikte olanların
günahlarını, rahmet ve mağfiretimizle mutlaka sileceğiz Salih amellerine
karşılık Allah tarafından bir mükafat olarak, onları mutlaka içinden ırmaklar
akan naim cennetlerine koyacağım, Mükafatın en güzeli Allah kalındadır. Bu
mükafat öyle bir cennettir ki, ondaki nimetleri hiçbir göz görmemiş, hiçbir
kulak işitmemiş ve hiçbir beşerin aklına gelmemiştir. Bundan sonra Yüce Allah,
kâfirlerin bu dünyada elde ettikleri nimet, refah ve sevince dikkat çeker ve
bunların geçici olduğunu açıklıyarak şöyle buyurur. [404]
196. Ey Muhatap! Kâfirlerin refah içersinde, mal,
mevki ve makam kazanmak için diyar diyar dolaşması sakın seni aldatmasın, ,
azıcık' bir menfaattir. Ondan az bir zaman faydalanırlar, sonra bu nimet yok
olur gider, âhirette onların varacakları yer cehennemdir. Cehennem ateşi ne kötü
yatak ve barınacak yerdir.
[405]
198. Fakat, Rabblerine karşı
gelmekten sakınanlar için
zemininden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları naîm
cennetleri vardır Bu, Allah tarafından bir ziyafet ve ikramdır. İyi kişiler için
Allah katındaki sevap ve ikram, kâfirlerin içinde yüzdükleri geçici, az dünya
metamdan daha hayırlıdır. Sonra Yüce Allah Ehl-i kitabtan bazılarının iman
ettiğini bildirerek şöyle buyurur: [406]
199. Yahudi ve H iristi yanlardan bir grup
Allah'a hakkiyle iman eder. Onlar size indirilen' Kur'an'a ve
kendilerine indirilen Tevrat
ve İncil'e inanırlar.
Bunlar Abdullah b. Selâm ve arkadaşları ile Necâşî ve ona uyanlardır. i
Bunlar Allah'a tam mânâsıyle boyun eğerler. Bunlar haham ve rahiplerin yaptığı
gibi, değersiz bir dünya metai için, Hz. Mu-hammed (s.a.v.)'in nitelikleri ve
şeriatın hükümleriyle iligili, kitaplarında mevcut olan Allah âyetlerini az bir
paraya satmazlar. İşte onlar için Rableri katında, imanlarının sevabı vardır. Bu
onlara kat kat verilecektir. Nitekim
bir başka âyet-i kerimede şöyle buyrulumuştu Ecirleri onlara iki defa
verilecektir.[407] Şüphesiz Allah hesabı çabuk olandır. O her şeyi bildiği için, hesabı
çabuktur. Herkesin sevabını ve cezasını bilir. İbn Abbas ve Hasan-i Basrî şöyle
der!er:Bu âyet Necâşî hakkında nazil olmuştur. Necâşî Ölünce Cebrâîl (a.s.) onun
ölüm haberini Rasulullah (s.a.v.)'a getirdi. Rasulullah, Ashabına şöyle buyurdu:
Kalkınız kardeşiniz Necaşi'nin cenaze namazını kılınız. Ashab-ı kiram
birbirlerine: "Rasulullah (s.a.v.) bize, Habeş kâfirlerinden bir kâfirin
namazını kılmamızı emrediyor" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah âyetini indirdi. Bundan sonra Yüce Allah bu mübarek sûreyi,
dünya ve âhiret mutluluğunu kuşatan şu emriyle sona erdirir: [408]
200.
Ey mü'minler! itaat zorluğuna ve başınıza gelen
sıkıntılara sabredin. Savaşın şiddetine sabrederek Allah düşmanlarına galip
gelin, Savaşa ve mücadeleye hazır bir vaziyette sınır boylarınızı bekleyin.
Allah'tan kokun ve O'nun emrine muhalefet etmeyin ki, dünya ve âhiret saadetini
kazanasınız. [409]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler bir çok edebî sanatı ihtiva
etmektedir. Bunlar aşağıda sıralanmıştır:
1. lafzının 5 defa zikredilmesinde itnâb vardır.
Bundan maksat, yalvarıp yakarmada mübalağa etmektir.
2. "Gökler" ile "yerler" "gece" "gündüz", ayakta"
ile "oturarak" ve "erkek" İle 1 "kadın"
kelimeleı1!! arasında tıbak sanatı vardır.
3. "Peygamberlerinin vasıtasıyle bize vadeitiğin"
Burada hazif yoluyla icaz vardır. Takdirî, peygamberinin diliyle...
şeklindedir. Aynı şekilde cümlesinde de hazif yoluyla icaz vardır. Takdiri,
şeklindedir. Buna göre mânâ: "onlar göklerin ve yerin yaratılışını düşünerek,
"Rabbimiz, bunu boşuna yaratmadın" derler" şeklindedir.
4. "İman
ediniz" ile Luü "İman ettik" "iş yapan" ve ilu "çağıran" ile "çağırıyor" kelimeleri arasında cinâs-ı
mugayir vardır.
5. Akıl sahipleri için alâmetler vardır. Burada
kelimesinin nekre olarak getirilmesi
alâmetlerinin büyüklüğünü gösterir, jl nin haberin başına gelmesi ise daha fazla pekiştirme ifade
eder.
6. İnkarcıların refah içinde dolaşması seni
aldatmasın" âyetinde istiare vardır. Burada kelimesi, "yeryüzünde kazanç elde
etmek maksadıyla dolaşmak" yerinde müstear olarak kullanılmıştır. Allah daha
iyi bilir. [410]
Faydalı Bilgiler
1. Ayette yanıcıyı düşünmeyi nehyetmek için,
sadece yaratılanları düşünme zikredildi. Hadiste şöyle zikredilmiştir
Yaratılanları düşünün, fakat yaratanı düşünmeyin. Çünkü siz Allah'ı hakkıyla
takdir edemezsiniz" Bu, Allah'ın zâtının ve sıfatlarının künhüne ulaşılamıyacağı
içindir. Bazı âlimler şöyle der: "Allah'ın zâtı hakkında düşünen kimse, güneşin
kendisine bakan kimse gibidir. Çünkü Allah'ın bir benzeri yoktur.
2. "Ey Rabbimiz" ismi 5 defa nida edilmiştir.
Bunların hepsi Allah'ın şefkat ve
merhametini istemek için söylenmiştir. Çünkü Allah'ın rahmeti terbiye, mülk ve
İslaha delâlet eden bu mübarek isimle çağrılarak istenir.
3. Hz. Aişe (r.a)'ye, Rasulullah (s.a.v.)'tan
gördüğü en hoş olay soruldu.
Ağlayarak şöyle cevap verdi: Onun
yaptığı her iş hoştu. Benimle kalacağı bir gece yanıma geldi. O kadar yaklaştı
ki, teni tenime dokundu. Sonra şöyle buyurdu: "Bana müsaade et, Rabbime ibadet
edeyim" Dedim ki: Vallahi, senin bana yakın olmanı da istiyorum, isteğini
yerine getirmek de istiyorum" Bunun
üzerine Rasulullah (s.a.v.) kalktı, evde bulunan bir su tulumunun yanma gitti.
Abdest aldı. Abdest alırken çok su
kullanmadı. Sonra kalkıp namaz kıldı ve sakalları ıslanıncaya kadar ağladı.
Sonra secdeye kapandı, yer ıslanıncaya kadar ağladı. Sonra yanı üzerine yattı.
Bilal gelip onu sabah namazına
çağırmcaya kadar ağladı. Bilâl: "Ya Rasulullah, niçin ağlıyorsun? Halbuki
Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladı! dedi. Rasulullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu: Sana yazıklar olsun Bilâl, bu gece Allah bana şu âyeti
indirdikten sonra, artık nasıl ağlamam: ...Daha sonra şöyle buyurdu: Bu âyetleri
okuyup da, gökler ve yerler hakkında düşünmeyenlere yazıklar olsun[411] Allah'ın
yardımıyle Âl-i Irnran sûresi bitti. [412]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/339.
[2] Müslim, Müsafirin
253
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/340.
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/340.
[4] Kurtubî
4/9.
[5] Kurtubî
4/19
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/342-343.
[6] Fahr-ı Râzî,
7/165;.Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/288.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/343.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/343.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/343.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/343.
[10] Bu, Katade ve Rabi'in
görüşüdür. İbn Cerir de bu görüşü tercih ederek şöyle der: Furkan, hidâyet ile
dalâleti, doğrulukla sapıklığı birbirinden ayıran, mânâsına gelen bir mastardır.
Daha önce ı_. âyetinde zikredilen Kur'an, burada tazim için tekrarlanmıştır.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/343-344.
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/344.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/344.
[14] Nisa sûresi,
4/171
[15] Zuhruf sûresi,
43/59
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/344-345.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/345.
[18] Nisa sûresi
4/87
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/345.
[20] Telhisu'l-beyan
17
[21] A.g.e. aynı
yer
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/345-346.
[22] Müslim, İlim,
1
[23] Kurtubî
4/9
[24] Hud sûresi,
11/1
[25] Zümer suresi
39/23
[26] Mü'minun sûresi,
23/101
[27] Saffat sûresi,
87/27
[28] Nisa sûresi,
4/42
[29] Enam sûresi,
6/23
[30] Zumer sûresi
39/68
[31] Nâziât sûresi
79/30
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/346-347.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/349-350.
[34]
Kurtubî,4/31
[35] Gaşiya sûresi,
89/25
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/350-351.
[37] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/268 Vahidî Esbâbu'n- nuzûl s.s. 54
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/ 351.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/351.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/351.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/351.
[41] Âl-i İmrân sûresi,
3/160
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/351-352.
[43] Buharî, Nikah
17
[44] Fecr sûresi,
89/20
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/352-353.
[46] Buharî, Rikâk
51
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/353.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/353.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/353.
[50] Ebussuûd Tefsiri,
1/221
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/353-354.
[52] Ankebut sûresi, 20/38
[53]
Kehfsûres,il8/7
[54] Bu hadisi Buharı
rivayet etmiştir.
[55] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/271
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/354.
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/356.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/357.
[58] el-Kurtubî, IV/415 el-
Bahru'l-muhît 11/401
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/357.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/357.
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/357-358.
[61] Ebussuûd Tefsiri,
1/223
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/358.
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/358-359.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/359.
[64] Geniş bilgi için Bak.
Buhârî Tefsiri sûre, Bab 3.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/359.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/359.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/359-360.
[67] Nisa sûresi,
4/138
[68] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/360.
[69] Tâhâ sûresi,
20/114
[70] Bu hadisi Teberânî
Kebîr'inde rivayet etmiştir
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/360.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/361.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/363.
[73] Â'râf sûresi,
7/40
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/363.
[75] Kurtubî,
rV/52
[76] Revâiu'l-beyân,
1/399
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/364.
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/364.
[78] Taberî Tefsiri, v/309
Bu âyet-i kerimenin tefsirinde, Şehit Seyyid Kutub'un parlak bir görüşü vardır.
Bunu "Fî zil âl" adlı tefsirinden özel olarak naklediyoruz. Merhum şöyle der :
Gecenin gündüze, gündüzün geceye katılması demek, mevsimlerin değişmesiyle
birbirlerinden zaman almaları demektir ister gündüz geceden alsın, ister gece
gündüzden alsın, akıl. Allah'ın, gökleri hareket ettiren kudretini görür gibi
olur. Bu kudret, güneş küresinin karşısında yer küresinin karanlıklarını tedrici
olarak giderir ve gündüzleri uzatır. Karanlık yerlerle aydınlık yerleri
değiştirir. Yavaş yavaş, gece karanlığı gündüz aydınlığının yerini alır.
Gündüzün aydınlığı da yavaş yavaş, gece karanlığının yerini alır. Kış mevsiminde
geceler uzayıp gündüzler kısalır, yaz mevsiminde ise gündüzler uzayıp geceler
kısalır... Hayat ve Ölüm de bunun gibidir. Bunlar da yavaş yavaş birbirlerinin
yerini alırlar. Canlı varlıklarda, her an, ölüm ile hayat yanyana yürür. Bir
taraftan ölüm onun bir miktarını yıkarken, Öte yandan hayat onu yapar. Canlı
hücreler ölür gider, onun yerine yeni hücreler yapılır. Gece ile gündüzün her
anında da bu devr-i dâim vardır. İşte Kur'an'ın bu kısa işareti, bu olayları
insan aklına göstermektedir. Hiçbir İnsan, bunlardan herhangi bir şeyi
yapabileceğini iddia edemez. Hiçbir akıllı, bunları programsız ve tesadüfen
meydana geldiğini söyleyemez. Bunlar, ancak, yoktan yaratan, herşeyden haberdar
olan ve herşeyi bir program dahilinde yapan bir kudretin idare ettiği son derece
gizli, büyük hareketlerdir. (Fİ
Zılali'l-Kur'an, TU/170)
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/364-365.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/365.
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/365.
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/365-366.
[83] Muhtasa-ı r İbn kesîr,
1/227
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/366.
[84] Tahrîm sûresi,
66/8
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/366.
[86] Bu mânâ, âyeti yukarıda
belirtilen son vecih ile tefsir edenlerin görüşüdür. O da şudur Allah mü'mini
kâfirden, kâfiri mü'minden çıkarır. Yüce Allah'ın ıkeı dirilttiğimiz..." (En'am sûresi, 6/122)
eyeti de bu mânâya delalet eder. Hasan-i Basrî'nin göri
şüdiir.
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/366-367.
[88] Nisa sûresi,
4/78
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/367.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/367.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/369.
[92] el-Bahru'1-muhît
11/433
[93] Fahreddin er-Râzî,
Tefsir-i Kebir 8/39; Taberî ve Kurtubî'de de benzeri ifadeler
vardır.
[94] Taberî, 6/386
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/370.
[96] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/370-371.
[97] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/371.
[98] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/371.
[99] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/371.
[100] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/371-372.
[101] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/372.
[102] İbn Kesir Kadı İyazdan
naklen şöyle der: Bilesin ki Allah
Tealanın Yahya (a.s.)'yı "hasûr" diye sena etmesi, bazılarının dediği gibi, onun
iktidarsız olmasından veya tenasül uzvu bulunmamasından dolayı değildir. Bilakis
çok güçlü müfessirler bu iddiayı reddederek şöyle derler: Bu bir kusur ve
eksikliktir. Peygamberlere yakışmaz. Hasûr kelimesinin mânâsı: "O, günahlardan
korunmuş" demektir. Yani o, adeta muhasara altına alınmış gibi, günah işleyemez,
veya nefsini şehevi arzulara karşı korur,. Buradan anlaşıldı ki, cinsî
iktidarsızlık bir kusur ve eksikliktir. Fazilet olan, cinsî güç mevcut olduğu
halde, ya Hz. îsâ'nm yaptığı gibi mücahede ile" veya Hz. Yahyâda olduğu gibi,
Allah'ın yardımıyle şehevî arzuları engel-ienmektir.
[103] Kasas sûresi,
28/7.
[104] Muhtasar-ı İbn Kesir
1/285
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/372.
[105] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/372.
[106] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/372.
[107] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/373.
[108] Ebussuûd Tefsiri,
1/230
[109] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/373.
[110] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/376.
[111] Keşşaf,
1/278
[112] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/376.
[113] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/376.
[114] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/36-377.
[115] Taberî,VI/351 (56 )
Keşşaf, 1/278
[116] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/377.
[117] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/377.
[118] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/377.
[119] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/377-378.
[120] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/378.
[121] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/284
[122] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/378.
[123] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/378.
[124] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/378.
[125] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/379.
[126] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/379.
[127] Bakınız, Celaleyn
Haşiyesi, Sâvî.cJ
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir,
Ensar Neşriyat: 1/379.
[128] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/382.
[129] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/382.
[130] Kurtubî, 4/103;
Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s. 5S
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/382-383.
[131] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/383.
[132] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/383.
[133] Müşâkelet: Daha Önce
de geçtiği gibi, lafızda bir mânâda farklı olmak
demektir.
[134] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/383.
[135] Taberî,
6/458
Onun, gündüzleyin üç saat süresince öldüğünü, sonra
göklere kaldırıldığını söyleyen bazı müfeasirler üe, "vefat'tan maksat, uyku
vefatıdır" diyenlerin görüşleri zayıftır. Muhakkkik alimler bunu
reddetmişlerdir. Kurtubî şöyle der : Doğru olan, Allah'ın onu öldürmeden ve
uyutmadan göğe kaldımıasıdır. Hasan-ı Basrî ve İbn Zeyd böyle söylemiştir.
Taberî bunu tercih etmiştir İbn Abbas (r.a.)'tan gelen sahih rivayet de
böyledir.
[136] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/383-384.
[137] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/384.
[138] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/384.
[139] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/384.
[140] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/384.
[141] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/384.
[142] Müslim,
Fezâilu's-sahabe 32.
[143] el-Bahnı'1-muhît,
2/480
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/384-385.
[144] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/385.
[145] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/385.
[146] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/
385.
[147] el-Bahru'1-muhît,
2/472
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir,
Ensar Neşriyat: 1/385-386.
[148] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/389.
[149] Ebu Ubeyde,
Mecâzu'l-Kur'an,s. 97
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/389.
[150] Mecmau'l-beyan,
11/456
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/389.
[151] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/390.
[152] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/390.
[153] el-Bahnı'1-muhît,
11/486
[154] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/390-391.
[155] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/391.
[156] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/391.
[157] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/391.
[158] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/391.
[159] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/391.
[160] Muhtasar-i İbn Kesir,
1/291
[161] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/391-392.
[162] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/392.
[163] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/392.
[164] Bu bölüm
el-Bahru'l-muhît'ten alınmıştır.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir,
Ensar Neşriyat: 1/392-393.
[165] Buhârî, Bedu'1-vahy 6,
Tefsir-i Sure 3, Bab 4; Müslim, Cihad
74.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/393.
[166] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/395.
[167] Taberî,
VI/540
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir,
Ensar Neşriyat: 1/395-396
[168] Kurlubî,TV/120
[169] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/396.
[170] Kurtubı,
rV/119
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/396.
[171] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/397.
[172] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/397.
[173] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/397.
[174] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/397-398.
[175] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/398.
[176] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/398.
[177] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/398.
[178] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/401.
[179] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/401.
[180] Nesâî, Tahrîm 15. :
Bkz Kurtubî, 4/129
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/401-402.
[181] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/402.
[182] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/402.
[183] Taberî,
6/576
[184] Muhtasar-ı İbn Kesir,
T/297
[185] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/402.
[186] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/402-403.
[187] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/403.
[188] Taberî,
6/575
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/403.
[189] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/403.
[190] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/403.
[191] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/403.
[192] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/403-404.
[193] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/404.
[194] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/404.
[195] Buhârî, Enbiya;
Müslim, Münafıkîn,51
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/404-405.
[196] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/408.
[197] Kurtubî,
4/156
[198] Hûd sûresi,
11/43
[199] Tevbc sûresi,
9/109
[200] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/408.
[201] Vahidî, Esbâbu'n-
nuzûl; s.66 Keşşaf, 1/301
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/409.
[202] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/409.
[203] Keşşaf,
1/295
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/409-410.
[204] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/410.
[205] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/410.
[206] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/410.
[207] Bakara sûresi,
2/126
[208] Muhtasarı İbn Kesir,
1/303
[209] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/410-411.
[210] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/411.
[211] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/411.
[212] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/411.
[213] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/411.
[214] Aynı eser,
1/304
[215] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/411-412.
[216] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/412.
[217] Ebussuûd,
1/255
[218] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/412-413.
[219] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/413.
[220] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/415.
[221] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/415-416.
[222] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/416.
[223] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/416.
[224] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/416.
[225] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/416.
[226] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/416.
[227] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/416.
[228] Buhârî, Tefsir-i sûre
3, 7
[229] Muhtasar-ı İbn Kesir,
I/3U
[230] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/416-417.
[231] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/417.
[232] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/417.
[233] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/417-418.
[234] Keşşaf, 1/308 (özet
olarak)
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir,
Ensar Neşriyat: 1/418.
[235] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/418.
[236] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/420.
[237] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/421.
[238] Vahidî,
Esbâbu'n-nuzûl, s.68
[239] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/421.
[240] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/421.
[241] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/321-422.
[242] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/422.
[243] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/422.
[244] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/422.
[245] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/422.
[246] Bu görüş Taberi ve
birçok müfessirin görüşüdür. Bir başka görüşe göre, bu âyetten maksat; onların
kafalarına vurmak ve onları kızdırmaktır. Buna göre mânâ şöyle olur: Onlar
umduklarını bulamiyacaklardır. Çünkü ölüm daha yakındır. Kurtubî de böyle der.
(1/183)
[247] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/422-423.
[248] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/423.
[249] Telhisu'l-beyan, s.
21
[250] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/423-424.
[251] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/424.
[252] Buhârî, Tefsir-i Sûre
3, Bâb:8
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/426-427.
[253] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/427.
[254] Müslim, Cihad
104
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir,
Ensar Neşriyat: 1/427.
[255] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/428.
[256] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/428.
[257] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/428.
[258] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/428.
[259] Bir görüşe göre nin
mânâsı, alâmetienmig demektir. Urve b. Zübeyr şöyle der: Me-iekler alaca atlar
üzerinde idiler. Başlarında beyaz sankîar vardı. Onları omuzlarından aşağı
sarkıtmışlardı. Bakınız, Taberî ve Keşşaf.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/428.
[260] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/428-429.
[261] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/429.
[262] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/429.
[263] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/429.
[264] Mııhtasar-ı İbn Kesîr,
1/318
[265] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/429-430.
[266] el7Bahru'I-Muhit,
3/54
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/430.
[267] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/433-434.
[268] Kurtubî,
4/217
[269] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/434-435.
[270] Hadîd sûresi,
57/21
[271] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/435.
[272] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/435.
[273] Fahişe zina demektir.
Nefse zulüm ise, bundan daha aşağı derecede
günah olan bakma ve dokunma demektir.
[274] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/435.
[275] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/435-436.
[276] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/436.
[277] Taberî ve bazı
tefsircilcr, bu ism-i işaretin, daha Önce zikri geçen şeylere râci olduğu
görüşünü lercih ederler. Buna göre mânâ şöyle olur: Size açıkladığım ve geçmiş
ümmetlerin helakine dair size verdiğim haberlerde, insanları körlükten
kurtaracak bir beyan, sapıklıktan kurtaracak bir hidâyet ve müttekîler için bir
ibret vardır.
[278] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/436.
[279] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/436.
[280] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/436.
[281] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/436.
[282] Taberî
Tefsiri
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/436-437.
[283] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/437.
[284] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/437.
[285] Şûra sûresi,
42/20
[286] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/437-438.
[287] Taberî'ye göre mânâsı,
büyük topluluklardır. Bu Katâde'nin görüşüdür. Ha-san-ı Basrî'ye göre bundan
maksat çok sayıda âlimlerdir.
[288] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/438.
[289] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/438.
[290] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1438.
[291] Telhîsu'l- beyan
s.21
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/438-439.
[292] el-Bahm'1-muhît,
3/58
[293] Bu hadisi Ahmed b.
Hambel rivayet etmiştir.
[294] Hadîd sûresi,
57/21
[295] Bakara suresi
2/148
[296] Cuma sûresi,
62/9
[297] Muttaffifin sûresi,
83/26
[298] Mülk sûresi
67/15
[299] Müzzemmü sûresi,
73/20
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/439-440.
[300] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/443.
[301] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/444.
[302] Vahidî,
Esbâbu'n-nuzûl, s.72
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/444.
[303] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/44-445.
[304] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/445.
[305] Buhârî, Teyemmüm 1,
Salat 56; Nesai, Gusl, 26
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/445.
[306] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/445-446.
[307] Taberî, buradaki bâ
harf-i çerinin ala mânâsında olduğu görüşündedir. Buna göre mânâ şöyle
olur: Peygamberin emrine muhalefet ve
ona isyan etmeniz sebebiyle, Allah size üzüntü üzerine üzüntü verdi. Nitekim ve sizi mutlaka burma dallarına asacağım.
(Tâhâ 20/71) âyetinde de fî harf-i çeri alâ
mânâsında kullanılmıştır. Yukarıdaki âyette de aynı durum vardır. İbn
Kayyım bu görüşü tercih etmiş. Tbn Kesir de buna itimat
etmiştir.
[308] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/446.
[309] Buhârî,
Tefsiru'l-Kur'an, 3/11; Tirmizî, K. Tefsiri'l-Kui-'an,
b.4,3008
[310] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/330
[311] Kurtubi
4/242
[312] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/446-447.
[313] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/447.
[314] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/447-448.
[315] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/448.
[316] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/448
[317] Ebussuûd,
1/282
[318] Şerif Râdî,
Telhisu'l-beyan, s.22
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/448-449.
[319] Geniş bilgi için bkz, Buharı, Meğâzi
17
[320] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/449.
[321] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/452.
[322] el- Bahru'l-muhît,
3/81
[323] Nûr sûresi,
24/8
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/452-453.
[324] Vahidî,
Esbâbu'n-nuzûl, s.72
[325] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/453.
[326] Taberî,
7/334
[327] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/453.
[328] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/453.
[329] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/454.
[330] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/454.
[331] Taberi
7/367
[332] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/454.
[333] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/454-455.
[334] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/455.
[335] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/455.
[336] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/455.
[337] el-Bahnı'l-muhît,
3/101
[338] Telhisu1-beyan,
22
[339] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/455-456.
[340] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/456.
[341] Talak sûresi,
65/3
[342] et-Teshîl li
ulûmi't-tcnzîl, 1/122
[343] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/456.
[344] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/459.
[345] Teğâbun sûresi,
64/6
[346] Kurtubî,
4/286
[347] Yasin sûresi,
36/59
[348] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/459-460.
[349] Esbâbu'n-nuzûl, s. 73;
Kurtubî, 4/268; Ebu Dâvud, Cihad 27
[350] Tirmizî, K.
Tefsiri'1-Kur1 an, b.4 /3010; İbn Mace, Mukaddime 13. Kurtubî de de böyledir.
Bakınız cilt 4, s.268.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/460.
[351] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/460-461.
[352] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/461.
[353] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/461.
[354] Hamrâu'l-esed,
Medine-i Münevvere'den 8 mi! uzaklıkta
bir yerin adıdır.
[355] Muhtasar-i İbn Kesir,
1/338
[356] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/461.
[357] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/461-462.
[358] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/462.
[359] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/340
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/462.
[360] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/462.
[361] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/462.
[362] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/462-463.
[363] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/340
[364] Taberî,
7/427
[365] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/463.
[366] Buhârî, Tefsir-i sûre 3, 14, zekat 3; Nesâî, zekat
20
[367] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/463-464.
[368] el-Bahru'1-muhît,
3/129
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/464.
[369] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/464.
[370] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/467.
[371] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/467.
[372] Vahidî, Esbâb-ı nuzûl,
s.76, Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/342
[373] Râzî, Tefsir-i Kebir,
9/121
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/468.
[374] Bakara sûresi,
2/245
[375] Maide sûresi,
5/64
[376] Kurtubî,
4/294
[377] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/469.
[378] Keşşaf,
1/344
[379] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/469-470.
[380] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/470.
[381] Rahman sûresi,
55/26
[382] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/343
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/470.
[383] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/470.
[384] et-Teslıil li
ulûmi't-tcnzil, 1/126
[385] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/470-471.
[386] Keşşaf,
1/345
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/471.
[387] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/471.
[388] Keşşaf
I/345
[389] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/471-472.
[390] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/472.
[391] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/472.
[392] Yusuf sûresi,
12/105
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir,
Ensar Neşriyat: 1/475.
[393] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/475.
[394] Tabcıî, 7/488, Vahidî,
Esbabu'n-nuzûl, s.80
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/476.
[395] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/476.
[396] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/476.
[397] Bakara sûresi,
2/254
[398] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/476.
[399] Nisa sûresi,
4/31
[400] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/476-477.
[401] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/477.
[402] Kurtubî,
4/318
[403] Taberî şöyle der:
Yardım, din ve millet hususunda müştereksiniz. Bizim yaptığımız tefsir
Celâleyn'İn görüşüdür ve daha açıktır.
[404] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/477.
[405] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/477.
[406] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/478.
[407] Kasas sûresi,
28/54
[408] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/478.
[409] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/478.
[410] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/478-479.
[411] Bu hadisi îbn
Merdeveyh rivayet etmiştir. Bakmış, Muh. İbn Kesir
I/34S.
[412] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/479-480
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder