Al-i İmran Suresi(2)

Hiç yorum yok

Edebî Sanatlar

Bu mübarek âyetler beyân ve bediî sanatlarından bir çoğunu ihtiva eder. Bunları şöylece özetleyebiliriz.
1. İyiliği emreder, kötülüğü nehyeder-ler. Bunda bediî sanatlardan mukabele denilen sanat vardır.
2. îşte kurtuluşa erenler onlardır. Burada sıfatın mev-sufa kasrı sanatı vardır. Zira, kurtuluş sadece onlara tahsis edilmiştir.
3. Bazı yüzler ak olur, bazı yüzler kara olur. Bu­rada kelimeleri arasında tıbâk sanatı vardır,
4. Allah'ın cennetindedirler. Burada mecâz-ı mürsel vardır. Zira hail zikrolunup mahall yani bir yerde bulunan şey zikredilip ye­rin kendisi kastedilmiştir. Yani onlar cennettedirler. Çünkü cennet rahme­tin indiği yerdir.
5. Zillet ve horluk onlardan1 ayrılmaz. Bu âyette de is­tiare vardır. Zira zillet, içinde bulunanları ihata eden çadıra benzetilmiştir. Bu istiare ile ilgili bilgi, Bakara suresinin 61. âyetinde geçti.
6. Allah'ın gazabıyle döndüler. Burada kelimesinin nekra olması, olayın dehşet ve korkunçluğunu gösterir. [233]

Faydalı Bilgiler

Cümlesi, isti'nâfiyye (başlangıç) cümlesidir. Bundan do­layı, sonundaki 'nun' düşmemiştir. Zemahşerî şöyle der: Yüce Allah bu â-yetle başlangıç yapıp, ceza ile ilgili hükümleri bırakarak haberle ilgili hüküm vermeye başladı. Sanki şöyle denilmiştir: "Sonra ben size haber ve­riyorum ki, onlar yardımsız bırakılmışlar, onlardan yardım kesilmiştir. Eğer bu fiil cezmedilip de sonundaki nun düşseydi, yardım mutlak bir vaad olmasına rağmen, onun kesilmesi, müslümanlarla savaştıkları zamana mahsus kalırdı.[234]

Bir Uyarı

"Ayrılığa düşüp parçalananlar gibi ol­mayın" âyetindeki ayrılıktan maksat, inanç ve dinin esasları ile ilgili ayrılıklardır. Fakat müctehid imamların yaptığı gibi, dinin diğer hükümleri (fürulan) ile 'ilgili ihtilaflar şeriatın ruhsat verdiği kolaylıklardandır. Nite­kim ilim adamları bu meseleye dikkat çekmişlerdir. Bu hususta merhum Ibn Teymiyye'nin Refu'l-melâm ani'l-eimeti'l-a'lâm adını verdiği değerli bir risalesi vardır. Ona bakınız, o çok güzel ve faydalı bir eserdir. [235]
113. Hepsi bir değildir; Ehl-i kitap içinde istika­met sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secde ederek Allah'ın âyetlerini okurlar.
114. Onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanırlar; i-yiliği emreder, kötülükten men'ederler; hayırlı islere koşuşurlar. İşte bunlar sâlih kullardandır.
115. Onların, yaptıkları hiçbir hayır karşılıksız
bırakılmayacaktır. Allah, takva sahiplerini çok iyi bilir.
116. İnkâr edenler var ya onların ne malları ne de evlatları Allah'a karşı kendilerine hiçbir fayda sağla­mayacaktır. İşte onlar orada ebedî kalacaklardır.
117. Onların, bu dünya hayatında harcadıkları şeyler, kendilerine zulmetmiş olan bir kavmin ekinle­rine isabet edip de telef eden kavurucu bir rüzgara benzer. Onlara Allah zulmetmedi; fakat onlar kendile­rine zulmediyorlar.
118. Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından dökülmektedir. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha bü­yüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız âyetlerimizi size a-çıklamış bulunuyoruz.
119. İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sev­medikleri halde siz onları seversiniz. Siz bütünüyle Kitab'a inanırsınız; onlar ise sizinle karşılaştıklarında, " İnandık." derler; kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarını kemirirler. "Kininizle geberin." deyiver. Şüphesiz Allah kalblerin içindekini hakkıyla bilmektedir.
120. Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasa­landırır; başınıza bir musibet gelse, buna da sevinirler. Eğer sabreder ve korunursanız, onların hilesi size hiç­bir zarar vermez. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde Ehl-i kitabın kötü vasıflarını anlattı. Burada da onların aynı derecede olmadıklarını, içlerinde mü'min, kâfir, iyi ve kötü kimselerin bulunduğunu açıklamaktadır. Bundan sonra da Yüce Allah kâfirlerin cezasını, mallarının ve çocuklarının kıyamet gününde on­lara hiçbir fayda sağlamayacağını bildirmektedir. Bunun ardından da din düşmanlarının dost edinilmesini yasaklamakta ve onları dost edinmenin dünya ve din hususunda büyük bir zarar olduğuna dikkati çekmektedir. [236]

Kelimelerin İzahı

Ânâ, inâ kelimesinin çoğulu olup vakitler ve saatler demektir.
Felen yükferûhu, onların yaptığı iyilik karşılıksız bıra­kılmaz. Bu kelime, inkâr mânâsına gelen küfür kökündendir. İnkâr ve örtbas etme demek olduğu için yapılan hayrın karşılığını vermemeye küfür denil­di.
Sırr, şiddetli soğuk demektir. İbn Abbas (r.a.) bu görüştedir. Bu­nun aslı, ses mânâsına gelen "sarîr" dendir. Burada maksat şiddetli ve so­ğuk rüzgardır.
Hars, ekin demektir. Bir kimse tohum ekmek için yeri sürdü­ğünde denilir ki, bu kelime bu kökten gelmiştir.
Bitâne, kişinin sırlarını açtığı sırdaşları demektir. Aslında bu kelime, elbisenin astarı manasınadır. Astar bedene elbisenin kendisinden daha yakın olduğu için, sırdaşlar buna benzetilmiştir.
La ye'lûnekum, size karşı ellerinden gelen kötülüğü geri komazlar. Zemahşerî şöyle der: Bir kimse bir işte kusur ettiğinde denir. Muzârii gelir.
Habâl, fesat ve noksan manasınadır. Aklı noksan kişiye denilmesi de bu kabildendir.
Anittüm, sıkıntıya düştünüz demektir. Anet, şiddetli zarar ve meşakkat manasınadır.
Enâmil, parmak uçları demektir. [237]

Nüzul Sebebi

Abdullah b. Selâm ve arkadaşları müslüman olunca Yahudi âlimleri şöyle dediler: "Muhammed'e bizim en kötülerimiz iman etti. Eğer bizim seçkinlerimizden olsalardı babalarının dinini bırakmazlardı" Müslüman olanlara: "Siz kâfir oldunuz ve hüsrana düştünüz" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Hepsi bir değildir; Ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır[238] âyetini indirdi. [239]

Âyetlerin Tefsiri

113. Ehl-i kitab'ın hepsi aynı derecede kusurlu değillerdir. Bu cümlenin mânâsı burada tamam olup, Yüce Allah yeni bir cümleye başlar. Ehl-i kitap'tan, Allah'ın dini üzere dosdoğru giden bir grup vardır. Geceleyin Allah'ın âyetle­rini okuyarak teheccüd namazı kılarlar. [240]
114. Allah'a ve âhiret gününe gerçekten inanır­lar. nsanları haYra Çağırır, serden nehyeder, yağcılık yapmazlar. Tembellik göstermeden hayır ve ha­senatta yarışırlar. dbdjlj İşte onlar, Allah'ın sâlih kulları zümresi içindedir. [241]
115. Onların yaptığı hiçbir sâlih amel Allah katında asla zayi olmaz Allah takva sahiplerini bilir. Hiçbir kimsenin ameli O'na gizli kalmaz. O'nun katında müttakilerin mükâfatı zayi olmaz. Yüce Allah daha sonra kâfirlerin neticedeki durumlarını bildi­rerek şöyle buyurur: [242]
116. Kâfir olanlar var ya, ne biriktirmek için birbirlerini helâle ettikleri malları ne de sevgile­ri uğrunda kendilerini feda ettikleri çocukları, onları Allah'ın azabına karşı herhangi bir şekilde koruyabilecektir. Onlar cehennem ehlidir, orada ebedî kalacaklardır. [243]
117. Övülmek ve iyi anılmak için dünyada malını harcayanların durumu, şiddetli ve çok soğuk bir kasırganın durumu gibidir ki, bu helak edici kasırga, isyan ederek, kendilerine zulmeden bir kavmin ekinine isabet eder de onu ifsat ve helak eder, dolayısıyle o ekinden faydalanamazlar. İşte kâfirler de böyledir. Sahibinin günahı sebebiyle bu ekin nasıl yok olursa, kâfirlerin iyi amellerini de Allah bu şekilde yok eder. Allah onların ekinlerini yok etmekle onlara zulmetmiş olma­dı. Fakat onlar azabı gerektirecek suçu işlemekle kendilerine zulmettiler. Bundan sonra Yüce Allah mü'minleri sırlarını kendilerine açıklayacak şekilde münafıkları sırdaş edinmekten sakındırarak şöyle buyurur. [244]
118. Ey mü'minler! Müslüman kardeşlerinizi bırakıp da münafıkları, sevdiğiniz, sırlarınızı açıkladığınız ve arkadaşlık kurduğunuz dostlar edinmeyin. Onlar, sizi fesada düşürmek için ellerinden geleni yapmada kusur etmezler. Sizin dara düşmenizi ve zarara uğramanızı, isterler, Size olan düşmanlıklarını dilleri ile açığa vurmaktadırlar. Zira kalplerindeki kinlerini ağızlarıyle açıklamadıkça tatmin olamazlar. Size karşı kalplerinde gizledikleri kin, açıkladıklarından daha büyüktür, Eğer anlarsanız, din hususunda İhlasın vacip olduğunu; mü'minleri dost, kâfirleri düşman edinmenin gerekliliğini gösteren delilleri size açıkladık. Bu, nefisleri tahrik ve teşvik için söylen­miştir. Nitekim, insanları eziyet etmemeye teşvik için "Eğer mü'minsen insanlara eziyet etme" denilmiştir. İbn Cerir şöyle der: nin mânâsı, Allah'ın emir ve nehiylerini yerine getirirseniz demektir." Sonra Yüce Allah, onların mü'minleri sevmediğini açıklayarak şöyle buyurur. [245]
119. Ey mü'minler topluluğu! Siz onları dost edinmekle hata ediyorsunuz. Çünkü siz onları seviyorsunuz, onlar sizi sevmiyorlar. Siz onlara menfaat sağlamak istiyor ve büyük bir sevgi gösteriyorsunuz. Halbuki onlar sizin için zarar istiyorlar ve kalplerinde size düşmanlık besliyorlar. asiz indirilen bütün kitaplara inanı­yorsunuz, halbuki onlar size kin güdüyorlar. Onlar sizin kitabınızdan hiçbir şeye inanmadıkları halde, siz onları niçin seviyorsunuz? Burada kâfirlerin bâtıl inançlarında, mü'minlerin hak olan inançlarından daha sağlam olduk­ları için mü'minlere şiddetli bir kınama vardır, Sizinle kar­şılaştıklarında "İman ettik" derler. İşte onların çirkinliklerinden biri de bu­dur. Çünkü münafıklık ederek sizin yanınızda mü'min görünüyorlar. Onların meclisinden ayrıldığınız da sizin birlik ve beraberliğinizi gördükleri için şiddetli kin ve kızgınlıklarından parmak­larını ısırır, kendi kendilerini yerler. Bu şiddetli öfkeden ve mü'minlere eziyet edememenin verdiği üzüntüden kinayedir. Deki: "Öf­kenizle geberin" Bu, onlar için bir bebduadır. Yani, ey Muhammedi Onlara de ki: Allah kininizi, ölünceye kadar devam ettirsin.[246] Allah sizin mü'minlere karşı kalplarinizde gizlediğiniz kin ve hasedi bilir. Sonra Yüce Allah, onların mü'minlerin başına gelmesini bekledikleri belâ ve meşakkati şöyle açıklar. [247]
120. Eğer size bolluk, refah zafer, ganimet ve benzeri sevindirici şeyler isabet ederse üzülürler, Eğer size şiddet, kıtlık, hezimet ve benzeri üzücü şeyler gelirse bu defa se­vinirler. Yüce Allah onların mü'minlere karşı aşırı düşmanlıklarını açıkla­dı. Çünkü onlar, mü'minlerin elde ettikleri hayırlardan dolayı üzülüyor, baş­larına gelen musibetlerden dolayı da seviniyorlardı, Onların eziyetlerine sabreder, söz ve amellerinizde Allah'tan korkarsanız, hile ve tuzakları size zarar vermez. Yüce Allah onların zarar ve­rememelerini sabır ve takva şartına bağladı. Allah on­ların sizin için kurduğu tuzakları bilir, kötülüklerini sizden savar ve onları kötü niyetlerine göre cezalandırır.[248]

Edebî Sanatlar

1. kitaptan bir grup vardır. Burada, devamlılık ifade etmesi için isim cümlesi kullanılmıştır. Bundan sonra gelen Allah'ın âyetlerini okurlar" cümlesinde ise teceddüd (fiilin yenilenmesi) ifade etmesi için muzâri sıygası kullanılmıştır, Fiilinde de durum aynıdır.
2. Onlar sâlihlerdendir. Bu kimselerin faziletlerinin
ve derecelerinin yüksekliğini ifade etmek maksadıyle, uzağı gösteren ism-i işaret kullanılmıştır.
3. Şiddetli soğuk rüzgar gibidir." Burada teşbih-i temsilî vardır. İftihar ve övülmek için harcadıkları mallar, şiddetli soğuk kasırganın isabet ederek helak ettiği ve kupkuru sap haline getirdiği ekine benzetilmiştir.
4. "Sırdaş edinmeyin." Burada kişinin yakın arkadaşları elbise astarına benzetilmiştir. Çünkü onlar, onun işinin iç yüzünü bilirler ve iç elbisenin vücuduna yakınlığı kadar ona yakındırlar. Burada istiare vardır.[249]
5. "Size karşı kızgınlıklarından parmaklarını ısırır, kendi kendilerini yerler." Ebu Hayyan şöyle der: "Kızgın ve pişman olan kişiye, "parmaklarını ısırıyor" denilirse, bu hakikat olur. Bunun temsilî mecaz olma ihtimali de vardır. Bu takdirde, onların şiddetli kinleri ve mü'minlere eziyet edememekten duydukları üzüntüleri bu şekilde ifade edilmiş olur.
6. "Size bir iyilik dokun-sa, bu onları tasalandırır; başınıza bir musibet gelse buna da sevinirler. Bu âyette, bediî sanatlardan mukabele sanatı vardır. Zira, hasene kelimesinin mukabilinde seyyie, mesâet kelimesinin mukabilinde de ferah kelimesi gelmiştir. Bu güzel bir mukabeledir.
7. kelimeleri arasında iştikak cinası vardır. [250]

Bir Nükte

"Size bir iyilik dokunursa" cümlesinde, dokunmak mânâsına gelen kelimesi, "Size bir kötülük isabetederse" cümlesinde kelimesi kullanılmıştır. Bu gösteriyor ki, iyilik hafif bir dokunma kadar basit bir şeyle de olsa düşmanları üzer, kötülüğe gelince o, düşmanların bile üzülebilecekleri seviyeye gelirse, onlar ancak o zaman sevinirler. İşte bu, Kur'an'ın belagat inceliklerindendir. Bu nükte, Keşşaf haşiyesinden nakledilmiştir. [251]
121. Hani sen, sabah erkenden, mü'minleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın. Al­lah, hakkıyle işiten ve görendir.
122. O zaman içinizden iki bölük bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idi. Mü1-minler, yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.
123. Andolsun sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir'de sîze yardım etmişti. Öyle ise, Allah'tan sakının ki, O'na şükretmiş olasınız.
124. O zaman sen, mü'minlere şöyle diyordun: "İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etme­si, sizin için yeterli değil midir?
125. Evet, siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınır­sanız, ve eğer onlar şu anda üzerinize gelirlerse, Rabbi-niz savaş eğitimi görmüş beş bin melekle sizi takviye eder.
126. Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalbleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah kalındandır,
127. 128. Allah kâfirlerden bir kısmını kessin veya onları perişan etsin böylece bozulmuş bir halde dönüp gitsinler ki, bu işte senin yapacağın bir şey yoktur. Ya­hut onların tevbesini kabul etsin, ya da (ısrar eder­lerse) onlara azap etsin (diye Allah Bedir'de size yardım etti). Çünkü onlar zâlimdirler.
129. Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Dile­diğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah, çok bağış­layıcı ve çok merhametlidir.
130. Ey iman edenler. Kat kat artırılmış olarak faiz yemeyin. Allah'tan sakının ki kurtuluşa eresiniz.
131. kâfirler için hazırlanmış bulunan ateşten sakının.
132. Allah'a ve Resul'üne itaat ediniz ki size mer­hamet edilsin.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Bu âyet-i kerimelerden itibaren gazalardan söz edilmeye başlanır. Konu, münâkaşa ve münazara savaşından meydan ve kılıç savaşma intikâl etti. Bu âyetler geniş bir şekilde Uhud savaşından söz eder. Bu arada, Allah'ın mü'minlere nimetini hatırlatması için Bedir savaşından da söz edilmiştir..Zira mü'minler bu savaşta sayı ve silah bakımından daha az ve zayıf olmalarına rağmen, Allah'ın yardımıyle zafer kazanmışlardı. Bu âyet, Uhud gazası ile ilgili kıssanın ilk âyetidir. Bu konuda 60 âyet nazil olmuştur. Âyetlerin öncekilerle münasebeti şöyledir: Yüce Allah Önceki âyetlerde kötü kimseleri sırdaş edinmekten sakındırdı. Bu âyetlerde de en-sardan iki grubun gevşeklik göstermesinin sebebini açıklamaktadır. Bu da, başta nifakın başı olan Ubey b.Selûl olmak üzere münafıkların onlara köstek olmalarıdır. Münasebet açıktır. Buhârî ve Müslim Câbir'in şöyle dediğini nakladerler. "O zaman içiniz­den iki taife bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idi" âyeti bizim hakkımızda nazil oldu. Bu iki taife biziz, yani Harise oğulları ve Seleme oğullarıyız. Allah onların dostudur" kaydın­dan dolayı bu âyetin bizim hakkımızda inmesine sevindik. İnmemiş olsaydı sevinmezdik.[252]

Kelimelerin İzahı

Sabahleyin çıktın, demektir. Bu kelimenin mastarı olan sabahın ilk saatleri manasınadır.
Gevşeklik gösterirler demektir. Feşel, korkaklık ve zayıflık manasınadır.
İndirir yerleştirirsin demektir. Bir kimse bir başkasını bir eve yerleştirdiğinde der. Bu kelimenin aslı ev edin­mek manasınadır.
Ezille, sayı ve silah bakımından azlık manasınadır.
Fevr sûr'at manasınadır. Aslı, şiddetli galeyan mânâsına olup tencere kaynadı mânâsına gelen den türemiştir. Daha sonra "Sûr'­at" mânâsında kullanılmıştır. Bir şey anında hemen yapıldığında de­nilir,
Musevvemîn, savaş için eğitilmiş manasınadır. Musevvimîn okunduğu takdirde, onların alâmeti vardır manasınadır. Bedir savaşında on­ların alâmeti beyaz sarıklardı.
Taraf, taife ve kıt'a manasınadır.
Onları perişan etsin. Kebt, hezimete uğratmak ve helak etmek demektir. Bazan kin gütmek ve zelil düşürmek mânâsında kullanılır.
Hâibîn, "bozguna uğrayarak" demektir. Haybe, isteneni elde edememek mânâsına gelir. [253]

Nüzul Sebebi

Müslim'in sahihinde rivayet edildiğine göre Uhud savaşında Rasulul-lah (s.a.v)'ın ön dişlerinden rabaiyye denilen bir dişi kırıldı. Başı yarıldı. Rasulullah (s.a.v) başındaki kanı siliyor, ve şöyle diyordu: Kendilerini Allah'a çağıran peygamberlerinin başını yaran ve rabaiyyesini kıran bir ka­vim nasıl kurtuluşa erer? Bunun üzerine Yüce Allah işte senin yapacağın bir şey yoktur" âyetini indirdi.[254]

Âyetlerin Tefsiri

121. Ey Muhammedi Sabah er­kenden, mü'minleri, düşmanla savaşmak için mevzilerine yerleştirmek üzere ailenden ayrılıp Uhud'a gittiğin zamanı hatırla. Allah si­zin sözlerinizi işitir hallerinizi bilir. [255]
122. Hani. müslüman ordusundan iki taife korkaklık ve zafiyet gösterip neredeyse savaştan dönmeye yüz tutmuşlardı. Bunlar Selemeoğullan ile Hâriseoğulları idi . Olay şöyle olmuştur: Rasulullah (s.a.v.) bin kişilik bir Ashab ordusu ile Uhud'a gitmek üzere yola çıktı. Üçbin kişiden oluşan kâfir ordusuna yaklaştıklarında, münafık Ab­dullah b. Übeyy ordunun üçte biri ile Rasulullah (a.s.v.)'tan ayrılarak şöyle dedi: Niçin canlarımızı ve çocuklarımızı öldürelim? Ensardan yukarda adı geçen iki kabile savaştan geri dönmeye niyetlendi. Fakat Allah onları koru­du, Rasulullah (s.a.v) ile birlikte devam ettiler. İşte, "Allah on­ların yardımcısı ve işlerinin mütevellisidir" âyeti bunu ifade eder. Mü'minler bütün hal ve hareketlerinde yalnız Allah'a dayanıp güvensinler. Sonra Yüce Allah, mü'minlerin kalpleri kuvvetlensin ve Uhud'da uğradıkları yenilgiden duydukları üzüntüye karşı teselli bulsunlar diye onlara Bedir günü elde ettikleri zaferi hatırlatarak şöyle buyurdu: [256]
123. Şüphesiz, sizler silah ve sayı bakı­mından az olduğunuz halde, zaferin sayı ve malzeme çokluğuyla değil, Al­lah'ın yardımıyle kazanıldığını bilesiniz diye Allah Bedir gününde yardı-mıyle size zafer kazandırmıştır. Öyleyse Allah'tan kor­kun ve size lütfettiği zafere karşılık O'na şükredin. [257]
124. Ey Muhammedi O zaman sen Ashabına şöyle demiştin: Rabbinizin sizin za­feriniz için üç bin meleği yardımınıza göndermesi size yetmez mi? [258]
125. Evet, yeter. Eğer siz savaşta sabreder, Allah'­tan korkar ve onun emrine itaat ederseniz, o size meleklerle yardım eder.
Eğer müşrikler hemen şu anda üzerinize gelirlerse Allah, silah eğitimi görmüş ve tatbikat yapmış beşbin melekle size yardımı artırır.[259]
126. Ey mü'minler! Allah me­lekleriyle yaptığı bu yardımı, sırf, bir müjde olsun daha fazla sebat ede­siniz, kalpleriniz bununla sükûnete ersin, düşmanınızın çokluğu ve sizin az­lığınızdan korkmayasmız diye yaptı Sakın zaferin, sayı ve malzeme çokluğu ile elde edileceği hayaline kapılmayasınız. Gerçekte zafer, meleklerde ve başkalarından değil, sırf Allah'ın yardımı ile elde edi­lir. O işinde galiptir, mağlup olmaz. Hikmet sahibidir, engin hik­metinin gerektirdiğini yapar. [260]
127. Bu ilâhi tedbir, o müşriklerden bir taifeyi öldürme veya esir alma suretiyle helak etmek ve şirk direklerinden bir direği yıkmak, veya onları hezimete uğratarak perişan etmek için alınmıştır, , istediklerim elde edemeden bozulmuş bir halde geri dönsünler. Yüce Allah bunu onların başına Bedir savaşında getirdi. Müslümanlar, müşriklerin ileri gelenlerinden yetmişini öldürüp, yetmişini de esir aldılar. Allah mü'minleri aziz; şirki ve müşrikleri zelil kıldı. [261]
128. Bu işte senin yapacağın bir şey yoktur. Bu âyet-i kerime Uhud kıssası içerisinde bir ara konu olarak gelmiştir. Rasu­lullah (s.a.v.)'m rabaiyye dişi kırılıp mübarek yüzleri yarılınca: "Peygamber- lerinin yüzünü kana boyayan bir kavim nasıl kurtuluşa erer" buyurdu. Bunun üzerine âyeti nazil oldu. Yani, Ey Mu­hammedi Kulların yanlışlarını düzeltmek sana ait değildir. Onların işi Allah'a kalmıştır. Onların işlerinin sahibi Allah'tır. Allah onları ya helak eder veya hezimete uğratır, Veya müslüman olurlarsa tevbelerini kabul eder, küfürde ısrar ederlerse azap eder. Çünkü onlar azabar üstehak olmuş zâlimlerdir. [262]
129. Yerlerin ve göklerin mülkü Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar, di­lediğine azap eder. Allah çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir. [263]
130. Ey iman edenler! Kat kat artırılmış olarak faiz yemeyin. Bu âyetle Yüce Allah, mü'min kullarına faiz alıp vermeyi yasaklamıştır. Aynı zamanda Câhiliyye döneminde kat kat aldıkları faizi kınamıştır. İbn Kesir şöyle der: Câhiliyye zamanında borcu ödeme zamanı gelince alacaklı şöyle derdi: Ya borcu ödersin, veya artırırsın. Eğer öderse ne ala yok Ödeyemezse zamanı uzatır ve borç mik­tarını artırırdı. Bu her yıl böyle devam ederdi. Bazan az bir borç, katlanarak çoğalır ve kat kat olurdu.[264] Allah'ın yasakladığını terkederek O'nun azabından korununuz ki, kurtuluşa erenlerden olasınız. kâfirler için hazırlanmış olan cehennem ateşinden sakını­nız. Allah'a ve Rasulüne itaat edin ki, O'nun rahmetine nail olan iyi kullardan olasınız.

Edebî Sanatlar

1. Hani diyordun. Olayı zihinde canlandırmak için, şimdiki za­manın hikayesi muzâri sıygasıyle ifade edilmiştir.
2. Rabbinizin size yardım etmesi. Rabb kelimesinin mu­hatap zamirine muzaf olması, onlara verilen önemi göstermektedir. Ebus-suûd böyle der.
3. "Bağışlar" ve "azap eder" kelimeleri arasında tıbâk sanatı vardır.
4. Faizi yemeyin. Burada faiz almayın yerine faiz yeme­yin denilmiştir. Çünkü almanın neticesi, onu yemektir. Bu mecâz-ı murseldir.
5. "Kat kat" kelimeleri arasında iştikak cinası vardır. [265]

Bir Uyarı

Ayette " kat Kat" ifadesinin kullanılması, faiz için ne bir kayıt ne de bir şarttır. O ancak insanların Cahiliyye zamanındaki durumlarını açıkla­mak ve büyük bir zulüm ve apaçık bir haksızlık olan, bu muameleden do­layı onları kınamak içindir. Zira onlar faizi kat kat alıyorlardı. Ebu Hayyan şöyle der: Kat kat faiz aldıkları bu kötü işten menedildiler. Bazan öyle olurdu ki, az bir borcun faizi yüzünden borçlunun bütün malı giderdi. Yüce Allah sözüyle onların yıldan yıla faizi katlıyarak artırdıklarına işaret eder. Faizin her türlüsü haramdır. Katlıyarak alma durumu, yasakla­manın bir kaydı ve şartı değildir.[266]
133. Rabbinizin bağışına ve takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cen­nete koşun.
134. O takva sahipleri ki, bollukta da, darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah güzel davranışta bulunanları sever.
135. Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da bizzat kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırla­yıp, günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki. Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar et­mezler.
136. İşte onların mükâfaati, Rablerinin mağfireti ve zemininden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlerdir. Amel edenlerin mükafaatı ne güzeldir.
137. Sizden önce kânun haline gelmiş bir takım olaylar gelip geçmiştir. Onun için, yer yüzünde gezin dolaşın da yalanlayanların akıbeti ne olmuş, görün.
138. Bu bütün insanlığa bir açıklamadır; takva sa­hip- leri için de bir hidâyet ve bir öğüttür.
139. Gevşeklik göstermeyin; üzüntüye kapılmayın. Eğer kalbden inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.
140. Eğer siz (Uhud'da ) bir acıya uğradınızsa, (Bedir'de de düşmanınız olan) o kavim aynı acıya Cüz 4,
uğramıştır. İşte böylece biz günleri insanlar arasında değiştiririz. Allah iman edenleri ortaya çıkarmak ve aranızdan bazılarına şehadet nimetini lütfetmek için bu­nu yapıyor. Allah zâlimleri sevmez.
141. Bir de Allah iman edenleri temize çıkarmak, kâfirleri de helak etmek ister.
142. Yoksa, Allah içinizden cihad edenleri belli et­meden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gire­ceğinizi mi sandınız?
143. Andolsun ki siz, ölümle yüzyüze gelmezden önce onu temenni ederdiniz. İşte şimdi onu gözlerinizin önünde gördünüz.
144. Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi O, ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim geri dönerse, Allah'a hiçbir şekilde zarar veremez. Al­lah, şükredenleri mükafaatlandıracaktır.
145. Her nefsin ölümü ancak Allah'ın iznine bağ­lıdır. (Ölüm), belli bir süreye göre yazılmıştır. Her kim, dünya nimetini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de âhiret sevabını isterse, ona da bundan veririz. Biz, şükredenleri mükâfatlandıracağız.
146. Nice peygamberler vardı ki, beraberinde Al­lah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler; boyun eğmediler. Allah sabredenleri se­ver.
147. Onların sözleri, sadece şöyle demekten iba­retti: Ey Rabbimiz! günahlarımızı ve işimizdeki taşkın­lığımızı bağışla; ayaklarımızı sabit kıl; kâfirler toplu­luğuna karşı bizi muzaffer kıl.
148. Allah, onlara dünya nimetini ve âhiret sev­abının en güzelini verdi. Allah, iyi davrananları sever.

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde mü'minleri sabırlı ve takva sahibi olmaya teşvik etti ve Bedir savaşında onlara melekleriyle yardım ettiğine dikkatlerini çekti. Bu âyetlerde de nzas.ni kazanmak yarışmalarını emretmektedir. Daha sonra da Uhud savaşını ve ü'lerin önce zafer kazanmışken hezimete uğramalarını geniş bir şekilde açıklamakta Bunu takiben de bela ile imtihanın, hayatın bir sünneti olduğunu; peygamberlerin öldürülmesinin mü'minlerin kalplerine bir zafiyet vermemesi gerektiğini belirtmektedir. Daha sonra, âyet-i kerimeler, Uhud gazasından alınacak bir çok ders ve ibretleri açıklar. [267]

Kelimelerin İzahı

Sâriû, koşuşunuz demektir. Serrâ, rahatlık manasınadır. Darrâ darlık ve şiddet manasınadır.
Kazımın, öfkelerini yenenler demektir. öfkesini yut­tu ve tuttu, manasınadır. Bir kimse düşmana karşı gücü yettiği halde öfkelendiğini belirtmezse denir. Araplar, bîr kimse kırbayı doldu­rup ağzını bağladığında derler. Bu kelime, burdan alınmıştır. Fahişe, son derece çirkin olan işHalet, geçti demektir.
Sünen, takibedilen yol mânâsına gelen sünnet kelimesinin çoğludur,. Peygamber (s.a.v)'in sünneti de bu mânâyadır. Buradaki maksat, yal ani ıy anların başına gelen olaylardır.
Karh ve kurh kelimeleri yara manasınadır. Ferra şöyle der: Karh yara, kurh ise yaranın verdiği acı ve ıztıraptır.[268] Kelimenin aslı saf manasınadır. Saf su mânâsına gelen "Nudâviluhâ, onu dolaştırırız" demektir. Müdâvele, bir şeyi bi­rinden diğerine nakletmektir. Bir şey, bir şahıstan başka bir şahsa intikâl ettiğinde "el değiştirdi" denir.
yümehhısa, temize çıkarsın diye. Temhîs, temize çıkarmak demektir. Bir kimse bir şeyi bütün ayıplarından temizlediğinde der. Bu kelimenin aslında lügat mânâsı, temizlemek ve gidermek de­mektir.
Yemhaka, yavaş yavaş helak eder. Mahk, bir şeyi yavaş yavaş ' azaltmak demektir.
A'kâbikum, ökçe mânâsına gelen Akib kelimesinin çoğulu­dur. Bir şey önceki haline dönüştüğündedenir.
Müeccel, ileri ve geri alınmayan bir zamanla sınırlı demektir.
Keeyyin, nice manasınadır. Çokluk ifade eder. Aslı, sadece idi. Başına teşbih kâfi gelince çokluk ifade etti.
Ribbiyyûn, ribbî kelimesinin çoğuludur. Ribbî, rabbaniler gibi Rabbe nisbet edilmiş bir kelimedir. Buna göre ribbîler, Rabblerine ibadet eden muttekî âlimlerdir. Bir görüşe göre bu kelime, cemaat mânâsına gelen kelimesine nisbet edilmiştir.
İstckanu, boyun eğdiler. Bu kelime asıl itibariyle sükûn kö­künden gelmektedir. Zira boyun eğen kimse arkadaşı kendi hakkında iste­diğini yapsın diye sakin sakin durur. [269]

Âyetlerin Tefsiri

133. Allah'a itaat etmek ve emirlerine sarıl­mak suretiyle, mağfireti gerektiren amellere koşuşunuz ve göklerin ve yerin genişliği kadar geniş olan cennete koşunuz. Nitekim Hadîd sûresinde "Genişliği, göklerle yerin genişliği kadar olan cennete koşun[270] buyrulmuştur. Burada maksat cennetin genişliğini açıklamaktır. Genişliği bu kadar olursa, uzunluğu ne kadar olur, düşün. Bu cennetler, Allah'ın emrini uygulayanlar için hazırlanmıştır. [271]
134. Onlar öyle kimselerdir ki, bollukta da darlıkta da Allah için mallanın bol bol harcarlar. İntikam al­maya güçleri yettiği halde öfkelerini tutarlar, kendilerine kötülük veya zulmedenleri bağışlarlar, Allah, bu ve benzeri güzel vasıflarla mattasıf olanları sever. [272]
135. yine onlar öyle kimselerdir ki, büyük günahlardan bir günah işlediklerinde,[273] ya da herhangi bir günah sebebiyle kendilerine zulmettiklerinde, Hemen Allah'ın azametini ve kendisine isyan edenlere hazırladığı azabı hatırlar, günahtan uzak durur, tevbe eder ve Allah'a yönelirler. Günahları Allah'tan başka kim bağışlar ki? Bu soru cümlesi olumsuzluk ifade eder. Günahları, Allah'tan başkası bağışlamaz demektir. Bu cümle, kulların kalblerini hoş etmek onları tevbeye teşvik etmek ve günahlar ne kadar büyük olursa olsun, Allah'ın affının daha büyük ve rahmetinin daha geniş olduğunu açıklamak için gelmiş bir ara cümlesidir. kullar, yaptıklarının çirkinliğini bile bile bu fiillerinde ısrar etmezler. Bilakis onlardan uzak durur ve tevbe ederler. [274]
136. sıfatlarla muttasıf olan o mü'minlerin sevap ve mükâfatı, geçmiş günah­larının, Rableri tarafından bağışlanması ve ağaçlarının arasından nehirler akan cennetlerdir. Orada ebedî kalırlar. Allah'a itaat edenler için, cennet ne güzel bir mükafattır.
Sonra Yüce Allah, rüşd ve salâh ilkelerini takdim ettikten sonra Uhud savaşının kalan bölümünü geniş bir şekilde açıklamaktadır. [275]
137. Sizden önceki ümmetlerin peygamberlere muhalefetleri sebebiyle, haklarında icra edilen, helak etme ve köklerini kesme gibi, kanun olmuş bir takım ilahi vak'alar geçti. Yalanlıyanlarm, helak olduktan sonra geriye bıraktık­ları kalıntıları görüp öğüt ve ibret almak için yeryüzünde dolaşın da, on­ların haberlerini ve başlarına gelenleri öğrenin. [276]
138. Bu Kur'an, insanlar için bir açıklamadır. Yani Bu Kur'an'da[277] bütün insanlığa yetecek bir açıklama vardır. Keza doğru yola iletecek bir hidâyet, özellikle müttekîler için bir ibret ve öğüt vardır. Öğütten diğer insanlar değil de, sadece müttekîler faydalandığı için burada özellikle onlar zikredilmiştir. Daha sonra Yüce Allah, Uhud savaşında müslümanların başına gelen hezimetten dolayı onları teselli et­meye başlayarak şöyle buyurdu: [278]
139. Cihad Siz hususunda zayıflık göstermeyin, başınıza gelen öldürülme veya hezimete uğramadan dolayı üzülmeyin. onlara galip ve onlardan üstünsünüz. Uhud savaşında onlar sizi yendilerse, Bedir savaşında da siz onları yenmiştiniz Eğer gerçekten mü'min iseniz za'fa düşüp üzülmeyin. [279]
140. Eğer siz Uhud'da yaralandınız veya öldürüldüyseniz, müşrikler de Bedir'de sizin gibi yaralandı ve öldürüldülerİşte böylece biz günleri insanlar arasın­da döndürüp dolaştırırız. Günler devamlı değişir. Bir gün lehinize, bir gün aleyhinize olur. Bir gün üzülür, bir gün sevinirsin, Allah bunu, sizi imtihan ederek dar günlerde sabredenleri görmek ve mü'minlerle münafıkları birbirinrden ayırmak için yapıyor. ve bazıla­rınıza Allah yolunda şehadet nimetini lütfetmek istiyor, Allah zâlimleri sevmez. Uhud gününde peygamberlerinden ayrılan müna­fıklar bu zâlimlerdendir. [280]
141. Bir de Allah mü'minleri günahtan temiz ve pak edip münafıklardan ayırmak ve kâfirleri yavaş yavaş helak etmek ister. [281]
142. Ey mü'minler topluluğu! İmtihan edilip de temize çıkarılmadan cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz? Bu soru inkâr yoluyla sorulmuş bir sorudur. Böyle düşünmeyin demektir. Siz Allah yolunda cihad edip de Allah sizin cihadınızı ve musibetlere karşı sabrınızı bilmeden cennete gireceğinizi mi
düşünüyorsunuz? Taberî, âyetin mânâsı şöyledir der: Ey Muhammed'in As­habı! sizden Allah yolunda cihad edenler ve savaşta onun uğrunda başlarına gelecek acı ve ızdıraplara katlananlar mü'min kullarım tarafından bilinme­dikçe, Rabbinizin lütfuna mazhar olacağınızı zannediyorsunuz?[282]
143. Şüphesiz siz, düşmanın zorunu tatmadan önce, şehit olmak için düşmanla karşılaşarak Ölmeyi isti­yordunuz. Âyet savaşta direnmeyenler hakkında bir sitemdir. İşte onu, kardeşleriniz gözlerinizin önünde öldürüldüğünde ve sizin de Ölüme çok yaklaştığınızda gözlerinizle gördünüz.
Uhud savaşında kâfirler, "Muhammed öldürüldü" haberini yaydıkları ve münafıkların da: "Eğer o Öldürüldü ise gelin önceki dinimize dönelim dedikleri zaman şu âyet-i kerime indi: [283]
144. Muhammed sadece bir pey­gamberdir. Ondan Önce de bir çok peygamber gelmiştir. Bu peygamberlerin bir kısmı ölmüş bir kısmı da Öldürülmüştür. Allah, Muhammed'i öldürürse veya kâfirler onu şehid ederse iman ettikten sonra kâfir mi olacaksınız? Kim dininden dönerse Allah'a zarar vermez. O kendini Allah'ın gazap ve azabına arz ettiği için sadece kendine zarar verir. Allah, kendisine itaat edenlerin sevabını verecektir. Bunlar, sebat edip dinden dönmeyen­lerdir. Bundan sonra Yüce Allah her nefis için bir ecel takdir ettiğini ve bu ecelin ileri veya geri alınmayacağını bildirerek şöyle buyurdu. [284]
145. Her nefsin Ölümü Allah'ın izni ve dilemesine bağlıdır. Her nefis için tayin edilmiş belirli bir süre yazılmıştır. Bu müddet ne ileri alınır, ne de geri. Bundan maksat müslü-manları cihada ve düşmanla savaşa teşviktir. Çünkü korkaklık ömrü uzat­maz, cesaret de onu azaltmaz. Sakınmak kaderi önlemez. İnsan, tehlikeli işlere girse de, savaşsa da eceli gelmeden ölmez Her kim ameline karşılık dünya nimeti isterse ona istediğini veririz fakat âhirette onun bir payı yoktur. Bu âyet, savaştan ganimet bekleyenler için bir ta'rizdir. Bu âyette Yüce Allah, dünya nimetlerini elde etmenin, insan için gıpta edilecek bir şey olmadığını açıklamıştır. Çünkü dünya nimetleri iyilere de kötülere de bolca verilmektedir, Kim de ameline karşılık âhiret sevabı isterse, kendisine dünyada verdiğimiz ni­metlerle birlikte âhiret sevabını da eksiksiz veririz. Nitekim "Kim âniret kazancını istiyorsa, onun kazancını artırırız[285] mealindeki âyet-i kerimede böyle buyurulmuştur.
Şükredenlere, amel ve şükürlerine göre lütuf ve rahmetimizden vereceğiz. [286]
146. Nice peygamber Rabbani âlimler[287] ve Salih kullarla birlikte, Allah'ın dinini yüceltmek için savaştılar. Bunlar Allah yolunda savaştı, bunlardan öldürülenler de oldu.
Yine Allah yolunda başlarına gelen yaralanma ve Öldürülmeden dolayı zaaf ve korkalık göstermediler. Zaaf gösterip ci­hattan geri kalmadıkları gibi, düşmanlarına karşı zillet gösterip boyun da eğmediler. Allah yolunda bela ve musibetlere sabreden kimseleri Allah sever. [288]
147. Dinde sebat ve dayanıklılık göstererek, Allah'ın mağfiretinden başka bir şey istemediler şöyle dediler: Ey Rabbimiz. Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı sana yapmamız gereken itaat ve ibadetteki kusurumuzu bağışla. Savaş alanlarında ayaklarımızı sabit kjl ve kâfirler topluluğuna karşı bize zafer nasip et. [289]
148. Allah onlara dünya nimetini ve güzel âhiret sevabını verdi. Yani Allah onlara dünya nimetlerinden olan ganimet, izzet, zafer ve ülkelere hakimiyeti nasip ettiği gibi âhirette de cennet ve nimetlerini verdi. Allah iyi davrananları sever. Yani güzel amel işleyen iyi niyetli olanları sever. Âhiret sevabının üstün­lüğünü ve Allah katında değeri olduğunu ifade etmek için, sadece âhiret sevabının güzelliği vurgulandı. [290]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek âyetler, beyan ve bediî ilimlerinden birçok sanatı ihtiva eder. Bunları aşağıdaki şekilde özetliyebiliriz.
1. "Onun genişliği semâvât ve arzdır." Yani semâvât ve arzın genişliği gibidir. Burada benzetme edatı ile benzetme yönü gizlenmiştir. Buna teşbih-i beliğ denir.
2. Bir mağfirete koşun." Yani mağfireti gerektiren sebeplere koşun. Bu, bir şeyi, sebebinin yerine zikretme kebilindendir.
3. "Bolluk ve darlık." Burada edebî sanatlardan tıbâk vardır.
4. Günahları Allah'tan başka kim bağışlar ki. Bu­radaki soru ile olumsuzluk kastedilmektedir. Yani Allah'tan başkası bağışlamaz demektir.
5. Onların mükafatlan mağfirettir. Mü'minlerin ma­kamlarının yüksekliği ve faziletteki mertebelerinin yüceliğini göstermek için uzaklık ifade eden işaret ismi kullanılmıştır.
6. "Böyle amel edenlerin mükafatı ne güzeldir." Burada mahsûsun bil medh (övülen) hazfedilmiştir. Takdiri
7. Allah bilsin diye. Burada birinci şahıstan üçüncü şahsa il­tifat (dönüş) sanatı vardır. Çünkü bu kelime daha önce geçen "biz on­ları döndürürüz" den sonra gelmiştir. Bu iltifat sanatındaki sır ise, Allah yo­lunda cihadın şanını yüceltmektir.
8. Muhamnıed, bir peygamberden başka bir şey değildir. Burada mevsufun sıfata kasrı sanatı vardır.
9. Gerisin geriye mi döneceksiniz? Şerif Râdî şöyle-der; Bu bir istiaredir. Bununla, dinden dönmek kastedilmiştir. Yüce Allah şüpheye düşerek geri dönmeyi ökçeleri üzerine geri dönmeye benzetti.[291]

Faydalı Bilgiler

1. Âyet-i kerimesinde, birçok güzel ahlak esası vardır. Bunlar Allah yolunda bolca harcamak, Öfkeyi tutmak, kötülük edenleri af­fetmek, günahlardan tevbe etmek gibi esaslardır. Bunların herbiri, sayılamıyacak kadar faziletlerin kaynağıdır.
2. Âyette mağfiret cennetten önce zikredilmiştir. Çünkü bir şey, önce pisliklerden temizlenir, sonra süslenir. Buna göre hata ve günahlardan te­mizlenmemiş olan kimse cennete girmeye hak kazanamaz.
3. Burada ne kadar çok geniş olduğunu vurgulamak için, hususi ola­rak en mânâsına gelen "arz" kelimesi zikredilmiştir. Eni bu kadar olursa uzunluğu ne kadar olur?.. Tbn Abbas (r.a.) şöyle der: Yedi gök ve yedi yer birbirine eklendiğinde ne kadar geniş olursa cennetin genişliği de o ka­dardır.[292]
4. Hirakl, Peygamber(s.a.v)'e şöyle yazdı: Sen beni, göklerin ve yerin genişliğindeki cennete davet ediyorsun. Öyleyse cehennem nerede? Rasu-lullah şöyle buyurdu:"Sübhanellah... Peki gündüz olduğunda gece ne­rede?[293]
5. Yüce Allah birçok âyette, âhiretle ilgili amellerde yarışmayı em­retti: "Mağfirete koşun" Mağfiret için yarışın[294] Hayırlarda yarışın[295] Allah'ın zikrine koşun[296] İşte yarışanlar ancak onda yarışsınlar.[297] Dünya ile ilgili amellerde ise yavaş hareket etmeyi emretti:
"Yerin sırtlannda dolaşın"[298] Diğer bir kısmınız yeryüzünde yürüyecekler”[299]
149. Ey iman edenler! Eğer kâfirlere uyarsanız, sizi eski dininize geri çevirirler; o takdirde büsbütün kaybedersiniz.
150. Bilakis, mevlâmz Allah'tır ve O, yardımcıla­rın en hayırhsıdir.
151. Allah'ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaları sebebiyle, kâfirlerin kalb-lerine yakında korku salacağız. Gidecekleri yer de ce­hennemdir. Zâlimlerin varacağı yer, ne kötüdür.
152. Siz Allah'ın izni ile düşmanlarınızı öldü­rürken, Allah, size olan va'dini yerine getirmiştir. Nihayet, öyle bir an geldi ki, Allah arzuladığınız gali­biyeti size gösterdikten sonra za'fa düştünüz; (Peygam­berin verdiği) emir konusunda tartışmaya kalkıştınız ve asi oldunuz. Dünyayı isteyeniniz de vardı, âhireti iste­yeniniz de vardı. Sonra Allah, sizi denemek için onların karşısında hezimete uğrattı. Şüphesiz sizi bağışladı. Za­ten Allah, mü'minlere karşı çok lütufkârdır.
153. O zaman, Peygamber arkanızdan sizi çağır­dığı halde siz, boyuna (savaş alanından) uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz. Size keder üstüne keder verdik ki, bundan dolayı ne elinizden gidene, ne de [başınıza gelenlere üzülmeyesiniz. Allah, yaptıklarınız­dan haberdardır.
154. Bu şiddetli üzüntüden sonra sükûnet bulup yatışasınız diye Allah size hafif bir uyku verdi. Bu uyku sizden bir grubu kaplıyordu. Kendi canlarının kaygısı­na düşmüş bir gurup da, Allah'a karşı haksız yere Câ-hiliye devrindekine benzer düşüncelere kapılıyorlar, "Bizim elimizden ne gelir" diyorlardı. De ki: Emir, bütünüyle Allah'ındır. Onlar, Sana açıklayamadıklarını içlerinde gizliyorlar. "Bizim elimizden bir şey gelsey­di, burada öldürülmezdik". diyorlar. Şöyle de: Evleri­nizde kalmış olsaydınız bile, öldürülmesi takdir edilmiş olanlar, öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerin­den çıkıp giderlerdi. Allah, içinizdekileri yoklamak ve kalblerinizdekileri temizlemek için (böyle yaptı). Allah, içinizde ne varsa hepsini bilir.
155. İki ordu karşılaştığı gün, sizi bırakıp gidenle­ri şeytan, sırf işledikleri bazı şeyler yüzünden iğfal et­mişti. Yine de Allah, onları affetti. Çünkü Allah, çok bağışlayıcı ve çok yumuşaktır.
156. Ey iman edenler! Sizler, inkâr edenler gibi, yer yüzünde sefere çıkan veya savaşan kardeşleri hakkında, "Eğer bizim yanımızda kalsalardı ölmezler, öldürülmezlerdi." diyenler gibi olmayın. Allah bu ka­naati onların kalblerine bir hasret olarak koydu. Hayatı veren de, alan da Allah'tır. Allah, yaptıklarınızı hakkıy­la görür.
157. Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki, Allah'ın rahmeti ve mağfireti, onların biriktirecekleri bütün şeylerden daha hayırlıdır.
158. Andolsun, ölseniz de, öldürülseniz de Allah'ın huzurunda toplanacaksınız.

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

Bu mübarek âyetler Uhud savaşı olaylarını ve onlardaki ibret ve ııasi-hatlan anlatmaya devam ediyor, ve bu savaştaki mağlubiyet sebeblerinden ve münafıkların rezilâne durumlarıyla mü'minlerin azîm ve iradalerini kırmak için Islamî davete karşı hazırladıkları komplolardan bahseder. [300]

Kelimelerin İzahı

Sultan; hüccet ve açık delil demektir. Asıl itibariyle kuvvet manasınadır. Bu mânâda valiye sultan denilir.
Mesvâ, insanın karar kıldığı ve barındığı yer demektir. Bir kim­se bir yerde ikamet ettiğinde, Araplar: derler.
Onları öldürüyorsunuz demektir. Zeccâc şöyle der: Öldürmek suretiyle kökünü kesmektir. Asıl itibariyle öldürecek yere vur­maktır. Şâir şöyle der.
Onları kılıçtan geçirdik. Geri kalanlar kaçıp dağıldılar. Uzaklaşıyordunuz demektir. yeryüzünde gidip uzak­laşmak manasınadır. arasında şu fark vardır: İs'âd yer üzerinde uzaklaşmaktır. Suûd ise yükselerek uzaklaşmak demektir. Hezimete uğrayanın yaptığı gibi, kimseye dönüp de bakmı­yordunuz demektir. Bu kelimenin aslı, dönmek için boynu çevirmek mânâsına gelen leyy kelimesidir.
Uhraküm, arkanız demektir. Size ceza verir manasınadır. Emeneten, emniyet ve sükun demektir. Örter, kapatır manasınadır. Allah'ın temize çıkarması için. temize çıkarmak ku­surlardan temizlemek demektir.
Onları zelleye, yani hataya düşürdü, manasınadır. Guzzen, ğâzî'nin çoğuludur. Gâzî Allah yolunda savaşa çıkan manasınadır. [301]

Nuzûl Sebebi

Uhud savaşında müslümanlarm başına gelen bazı musibetlerden son­ra Rasulullah (s.a.v) Medine'ye dönünce, Ashabtan, bazıları: "Allah bize za­feri vadettiği halde, başımıza bu musibet nerden geldi?" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: ile başlıyan âyeti, Sizden Uhud'da savaşanlardan bazıları yani okçular dünyayı istiyorlardı" bölümüne kadar indirdi.[302]

Âyetlerin Tefsiri

149. Ey iman edenler! Kâfir ve münafıkların size söylediklerini tutarsanız, sizi küfre döndürürler de hüsrana uğrarsınız. İmanı küfürle değiştirmenizden daha büyük bir hüsran yoktur. İbn Abbas (r.a.) şöyle der: Kâfirlerden maksat münafıklardır. Onlar, mü'minler Uhud'dan döndüklerinde: "Muhammed pey­gamber olsaydı, başına bu musibet gelmezdi. Artık kardeşlerinize dönünüz" dediler. [303]
150. Hayır, bilakis Allah sizin yardımcmızdir. O'nun em­rine itaat ediniz. Siz kâfirlere itaat etmedikçe onlar size yardımcı olmaz. Buradaki Jj idrab içindir. Önceki mânânın tersini ifade eder. Allah, en iyi yardımcı ve destekçidir. Başkasından yardım istemeyiniz. Bundan sonra Yüce Allah, düşmanlarının kalplerine korku salacağını mü'minlere müjdeliyerek şöyle buyurur. [304]
151. Alla­h'ın, haklarında hiçbir hüccet ve delil indirmediği diğer ilahları Ö'na ortak koşup onlara tapmaları sebebiyle kâfirlerin kalplerine korku ve endişe sa­lacağız. Onların varacakları yer cehennemdir. zâlimlerin varacağı yer olan cehennem ateşi ne kötüdür. Onlar dünyada korku, âhirette de azap içinde kalacaklardır. Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Bir aylık mesafeden düşmanın kalbine korku salma hususiyeti verilerek bana yardım edildi.[305]
152. Allah, düşmana karşı zafer kazandıracağına dair size verdiği sözü yerine getirdi. Zira siz onları hızlı bir şekilde öldürüyor; Allah'ın hikmet ve iradesiyle, kılıçlarınızla biçiyordu­nuz. Nihayet korkaklaşıp zaafa düştünüz ve dağ­daki geçiti tutma konusunda ihtilaf ettiniz, lah, istediğiniz zaferi size gösterdikten sonra, Peygamber (s.a.v.)'m emrine isyan ettiniz. Rivayet olunduğuna göre Rasulullah (s.a.v.) elli okçuyu dağın üzerinde bir geçite yerleştirdi. Buradan müslümanlan savunmalarını em­retti. Onlara: "Bizi kuşların kaptığını görseniz bile, sakın yerlerinizden ayrılmayın" dedi. İki ordu karşı karşıya geldiğinde, okçuların attığı okların yüzlerine gelmesi sebebiyle müşrik atlıları direnemedi ve hezimete uğra­dılar. Okçular bu durumu görünce "ganimete ganimete" diye bağırarak ga­nimet toplamak için aşağı indiler. Ancak kumandanları, on kişi ile birlikte geçiti tuttu. Müşrikler dağın arkasından gelerek bu okçuları öldürdüler ve kıhçlarıyle, müslümanlarm arkasından saldırmaya başladılar. Böylece, ka­zanılmış zafer müslümanlar için bir hezimete dönüştü. Yüce Allah bunu "istediğiniz zaferi size gösterdikten sonra" ifadesiyle vurgular. Sizden dünyayı yani gani­meti isteyen vardı. Bunlar dağdaki geçiti terkedenlerdir. Sizden âhireti ya­ni Allah'ın sevabını isteyenler de vardı. Bunlar kumandanları Abdullah b. Cübeyr ile birlikte geçidi tutup sonra şehit olan on kişidir.
Sonra Allah imanınızı denemek için kâfirler karşısında sizi hezi­mete uğrattı da geri döndünüz. İsyanınıza rağmen Allah sizi bağışladı. Burada şayet Allah affeimeseydi, işledikleri günah sebebiyle müslumanların başlarına gelenden daha çoğuna müstehak olacaklarına bir işaret vardır. İşte bunun içindir ki Yüce Allah, bu­yurdu. Yani Allah bütün zaman ve durumlarda mü'minlere karşı lütuf ve nimetiyle muamele eder. [306]
153. Ey mü'minler topluluğu! Kimse diğe­rini beklemeksizin arkanıza dönüp bakmaksızın savaştan kaçtığınız zama­nı hatırlayın. Muhammed (s.a.v) de arkanızdan sizi çağırıyor ve şöyle diyordu : "Ey Allah'ın kulları" Bana gelin, Ey Allah'ın kullan bana gelin. Ben Allah'ın Rasulüyüm. Kim tekrar savaşa dönerse, cennete girer." Siz ise hızla kaçıyordunuz Peygamberi üz­meniz ve onun emrine muhalefet etmeniz dolayısıyle, bu yaptığınıza ceza olarak Allah da sizi üzdü.[307] O, bunu, el­den kaçırdığınız ganimete ve başınıza gelen hezimete üzülmeyesiniz diye yaptı. Burası, üzüntü vermenin hikmetini açıklar. O da üzüntünün, elden kaçırdıklarını ve başlarına gelenleri onlara unutturmasıdır ki, bu da Allah'ın onlara bir lütfudur. Allah yaptıklarınızdan haber­dardır, ihlaslı ile İhlassızı bilir. [308]
154. Bu şiddetli üzüntüden sonra sükûnet bulup yatışasınız ve düşmanlarınızdan emin olasınız diye Allah size hafif bir uyku verdi. Bu da Allah'ın onlara başka bir ihsanıdır. Çünkü korkan kimse uyuyamaz. Buhârî'nİn Enes'ten rivayetine göre Ebu Talha Öyle demiştir: Uhud günü biz mevzi terimizde iken bizi uyku bastırdı. Ebu Talha şöyle devam eder: Kılıcım elimden düşüyor, onu alıyordum. Tekrar düşüyor, tekrar alıyordum[309] Bundan sonra Yüce Allah bu emniyetin umu­mi olmayıp sadece ihlaslılar için olduğunu; münafıkların korku ve dehşet içinde kaldıklarını açıklıyarak şöyle buyurur: Uyuklama hali sizden bir grubu, yani ihlâslı mü'minleri kaplıyordu. Başka bir grup, yani münafıklar kendi canlarının kaygısına düştüler. Bu du­rum onları hezimete sürükledi. Onların, canlarım kurtarmaktan başka bir kaygıları yoktu. Bunun sebebi, müşriklerin, "tekrar savaşacağız" diye tehdit etmeleriydi. Mü'minler harbe hazır bir halde oturdular. Allah onların üzerine bir sekinet indirdi de uyudular. Kâfirlerin geri dönmesinden korka­rak sarsıntı geçiren münafıklara gelince, korku ve dehşetten gözlerine uyku girmedi. Onlar Câhiliyye dönemindekiler gibi Allah hakkında kötü zanlarda bulunuyorlardı. İbn Kesir şöyle der: Münafık­lar, müşriklerin o anda galip geldiğini görünce, artık işin bittiğine, İslam'ın ve müslümanların yok olduğuna inandılar. İşte, şek ve şüphe ehlinin durumu budur, korkunç bir durum meydana çıktığında böyle âdi düşüncelere kapılır­lar.[310] Bizim elimizden ne gelir diyorlardı. Yani, bizim elimizde birşey yok, eğer isteğimize bırakılsaydı savaşa çıkmazdık. Ey Muhammed! O münafıklara de ki: Bütün iş Allah'ın elin­dedir. O, dilediği gibi tasarrufta bulunur. O münafıklar, sana açıklayamadıklarını içlerinde gizlerler. Onlar, bizim elimizden bir şey gelseydi burada öldürülmezdik derler. Yani eğer isteğimize bırakılsaydı, savaşa çıkmaz ve burada öldürülmezdik. Fakat zorla çıkarıldık. İşte, içlerinde gizledikleri şeyin açıklaması budur. Zübeyr şöyle der: O gün bizim üzerimize uyku indirildi. Beni uyku bastırmışken Muattip b. Kuşeyyir'in şöyle dediğini işitiyordum: "Eğer elimizden bir şey gelseydi, biz burada öldürülmezdik[311] Ey Muhammed! Onlara de ki: Al­lah'ın, içinizde öldürülmesini takdir ettiği kimseler varsa, evlerinizden çık-masaniz da o kimseler. Öldürülecekleri yere kendiliğinden gideceklerdir. Allah'ın kaderinden kaçıp kurtuluş yoktur. Allah içi­nizdeki ihlas ve nifakı yoklamak,ye kalplerinizdekini temizlemek için size bunu yaptı. Allah kalplerdeki sırları ve onlardaki hayır veya şerri bilir.
Bundan sonra Yüce Allah, Uhud gününde kaçanları açıklayarak şöyle buyurur: [312]
155. Şüphe yok ki, iki ordunun, yani müslüman ve müşrik ordularının karşılaştığı gün savaştan kaçanlar varya İşledikleri bazı günahlar, yani Peygamberin emrine muhalefetleri sebebiyle, şeytan onlara vesvese vererek ayaklarını kaydırdı ve hataya düşürdü. Şüphesiz Allah onları ceza­landırmaktan vazgeçti ve affetti. Çünkü Allah Gafurdur mağfireti boldur; Halîm'dir, kendisine isyan edenleri cezalandırma husu­sunda acele etmez. Bundan sonra Yüce Allah, münafıkların söz ve hareket­lerine uymayı nehyederek şöyle buyurur: [313]
156. Ey mü'minler! Sizler, kâfirleı yani münafıklar gibi olmayın. Onlar seferle ve savaşa çıkan münafık kardeşlerine veya Allah yolunda cihada giden gazilere şöyle derlerdi: Eğer bizim yanı­mızda kalıp savaşa çıkmasalardı ne ölürler, ne de öldürülürlerdi. Yüce Al­lah onların bu sözlerini reddederek şöyle buyurur. Allah bu kanaati onların kalplerine bir hasret olarak koydu, da bu fasit itikat onların ruhların da bir hasret olsun diye böyle söylediler. Yaşatan da öldüren de Allah'tır. Evde oturmak ölümü engelle­mez. Bu, onların söz ve inanışlarına reddiyedir, Allah, kul­larının amellerini bilir yaptıklarınızı görür ve ona göre karşılık verir. [314]
157. Şayet Allah yolunda harp ve cihat ederken şehit olur ve ya savaşa hazırlanırken ölürseniz Allah'tan bir mağfiret ve rahmet, dünya da kalmaktan ve onun fani nimetlerini toplamaktan daha hayırlıdır. [315]
158. İster yatağınızda ölün, ister harp meydanında öldürülün, neticede dönüşünüz Allah'adır. O, amellerinizin karşılığını verecektir. Öyleyse, sizi Allah'a yaklaştıracak ve O'nun rızasını celbedecek olan Allah yolunda cihadı ve O'na itaat etmeyi tercih ediniz. Şu şiiri söyleyenin Allah iyiliğini versin, ne de güzel söylemiş:
Eğer vücutlar ölüm için yaratılmışsa, kişinin Allah yolunda kılıçla öldürülmesi daha iyidir. [316]

Edebî Sanatlar

1. Sizi, Ökçelerinizin üzerinde geriye döndürürler.. Yani imandan küfre döndürürler. Bu, daha önce de geçtiği gibi istiaredir.
2. "İman ettiler" ile "kâfir oldular""gizliyorlar" ile "açıklıyorlar" ve "elden kaçırdınız" ile "başınıza geldi" lafızları arasında tıbâk sanatı vardır.
3 "Zâlimlerin varacağı yer ne kötüdür." Bu cümlede değil de, denilerek zamir yerine açık ismin getirilmesi sertlik ifade eder ve onların bir şeyi, konulması gereken yerden başka bir yere koydukları için yani Allah'a şirk koştukları için zâlim olduklarını gös­terir. Burada, kötülenen şey hazfedilmiştir. Takdiri şöyledir: Lül zâlimlerin barınağı olan cehennem ne kötüdür. Ebussuûd böyle ifade eder.[317]
4. Mü'minlere karşı lütufkardır. Burada kelimesi­nin nekre gelmesi, lütfün büyüklüğünü gösterir. yerine açık isim ola­rak denilmesi de mü'minleri şereflendirmek ve bu lütfün sebebi­nin iman olduğunu göstermek içindir.
5. arasında iştikak cinası vardır.
6. "Yeryüzünde yürüdüklerinde." Burada istiare var­dır. Karada yolculuk eden kimse, denizde kulaçlıyarak yüzen kimseye ben­zetilmiştir. Çünkü suda yüzen kimse onun dalgalarını yarmak ve içinde yol alabilmek için kol ve bacaklarıyle suya vurur. Telhisu'l-beyan'da böyle açıklanmıştır.[318]

Faydalı Bilgiler

1. Uhud savaşında sebat edenlerden birisi de, Enes b. Malik'in amcası cesur aslan, Enes b. Nadr'dır. Müslümanlar hezimete uğrayıp da, münafık­lar, Muhammed (s.a.v)'in öldürüldüğünü yayınca o şöyle dedi: Ey Allah'ım! Ben bu müslümanlarm yaptıklarından dolayı senden özür diliyor ve müşriklerin yaptıklarından uzak olduğumu sana arzediyorum. Sonra kılıcı ile ileri atıldı. Biraz sonra önüne Sa'd bin Muaz çıktı. Ona: "Nereye ey Sa'd? Vallahi Uhud'un ötesinden cennet kokusunu alıyorum" dedi ve savaşa devam etti. Az sonra şehit oldu. Müşrikler, onun azalarını keserek parçala­dılar. Kızkardeşinden başka hiç kimse onu tanıyamadı. Kardeşi onu par­maklarından tanıdı. Vücudunda sanki seksen küsur kılıç, mızrak ve ok yarası görüldü.[319]
2. îbn Kesir İbn Mes'ud'un şöyle dediğini rivayet eder: Uhud gününde kadınlar müslümanlarm arkalarında olup, müşriklerin yaralılarını öldürü­yorlardı. O gün, bizden dünya hayatını isteyen hiçbir kimse yoktur diye ye­min etseydim, doğru söylediğimi sanırdım. Nihayet Allah: Sizden, dünyayı isteyeniniz de vardı; âhireti isteyeniniz de vardı, âyetini indirdi. Rasulullah (s.a.v.), Ashabı muhalefet edip de ken­dilerine verilen emri yerine getirmeyince, dokuz kişilik bir grup içinde yalnız kaldı. Onuncu şahıs kendisi idi. Müşrikler onu yaralayıp kanını akı­tınca şöyle buyurdu: Onları bizden uzaklaştıran adama Allah merhamet et­sin. Sürekli olarak bu sözü söyledi. Nihayet onların da yedisi şehit edildi. Bir de baktılar ki Hamza'nm karnı yarılmış; Hint onun ciğerlerini almış, ağzında çiğniyor, fakat yiyemiyor. Rasulullah (s.a.v.) buna çok üzüldü ve onun üzerine yetmiş namaz kıldı. [320]
159. O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yu­muşak davrandın. Şayet sen kaba katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Bu halde on­ları afvet ve bağışlanmaları için dua et; İşler de onlara danış. Artık kararını verdiğin zaman da Allah'a daya­nıp güven. Çünkü Allah, kendisine sığınanları sever.
160. Allah size yardım ederse, artık size üstün ge­lecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Mü'minler, ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar.
161. Bir peygambere, emanete hıyanet yaraşmaz. Kim emanete hıyanet ederse, kıyamet günü, hainlik etti­ği şeyin günahı boynuna asılı olarak gelir. Sonra her­kese, asla haksızlığa uğratılnıaksızın kazandığı tasta­mam verilir.
162. Allah'ın hoşnutluğunu gözetip O'na uyanla, Allah'ın hışmına uğrayıp dönen bir olurmu hiç? Beri­kisinin yeri cehennemdir. Cehennem ise ne kötü bir varış noktasıdır.
163. Allah'ın hoşnutluğunu arayanlar, Allah katın­da derece derecedirler. Allah, onların yaptıklarını gör­mektedir.
164. Andolsun ki, içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, Mü'm inlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Hal­buki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.
165. (Bedir'de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud'da) kendi başınıza ge­lince, "Bu nasıl oluyor." dediniz ha? De ki: O, kendi ku-surunuzdandir. Şüphesiz Allah'ın her şeye gücü yeter.
166. 167. İki ordunun karşılaştığı gün sizin başını­za gelenler, Allah'ın dilemesiyle olmuştur ki, bu da, mü'nıinleri ayırdetmesi ve münafıkları ortaya çıkarma­sı için idi. Bunlar; "Gelin, Allah yolunda çarpışın; ya da savunma yapın" denildiği zaman, "Harb olacağını bil­seydik elbet sizin peşinizden gelirdik." dediler. Onlar o gün, imandan çok, kâfirliğe yakın idiler. Ağızlarıyla, kalblerinde olmayanı söylüyorlardı. Halbuki Allah, on­ların gizledikleri niyeti çok iyi bilir.
168. Kendileri gibi evde oturup savaşa katılmayan kardeşlerine, (şehitler hakkında) "Bize uysalardı öldü-rülmezlerdi." diyenlere, " Eğer doğru sözlü insanlar iseniz, canlarınızı ölümden kurtarın bakalım." de.

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Âyet-i kerimeler Uhud savaşını anlatmaya devam ediyor. Yüce Allah geçen âyetlerde rnüslümanlarm hezimetini, başlarına gelen üzüntü ve ızdırabi anlattı, onlara hastalığın kaynağını gösterdi ve ilacını Öğretti. Bu mübarek âyetlerde hakimane liderlik övülmektedir. Sahabeden bazılarının, Rasulullah (s.a.v.)'m emrine muhalefet etmelerine rahmen, o onlara güzel ahlâk ve merhametli kalbi ile muamele etti. Onlara sert ve şiddetli bir şe­kilde değil, lütuf ve iyilikle hitap etti. Dolayısıyle, kalpler onun daveti et­rafında toplandı ve liderliği altında birleştiler. Ayrıca bu âyetler Peygam­berin ahlâkından, böyle merhametli peygamber ve büyük kumandan gön­dermekle onlara verilen nimetin büyüklüğünden ve bu savaşLa meydana ge­len diğer önemli olaylardan bahsetmektedir. [321]

Kelimelerin İzahı

Fazz kaba ve kötü huylu manasınadır. Vahidî şöyle der: Fazz, kötü huylu ve kaba kimse demektir. Şâir şöyle der.
Amcanın kabalığından veya kardeşin katılığından korkuyorum. Daha önce, ona karşı sözle eziyetten korkuyordum.
Galîzu'1-kalb, kalbi hiçbir şeyden etkilenmeyen ve yumu-şamayan kimse demektir. Şairin şu sözü de bu mânâya kullanılmıştır.
Biz hiç kimseye ağlamıyoruz, bize ağlanır mı? Bizim ciğerlerimiz develerinkinden daha katıdır.[322]
Dağıldılar demektir. kelimesi aslında kırmak manasına­dır. "Ağzına sağlık, Allah dişlerini dağıtmasın" mânâsındaki ^ atasözünde de bu mânâda kullanılmıştır.
Hıyanet eder demektir. Gulûl, hıyanet manasınadır. Asıl mânâsı bir şeyi gizlice almaktır. Bir kimse gizlice, ganimetten bir şey alırsa denilir. : Döndü demektir.
Şiddetli gazab manasınadır. : Ev, barınak demektir.
Onları temizler manasınadır.
Lütuf ve ihsanda bulundu demektir. Minnet; ihsan etmek, lütfetmek manasınadır.
Defedin demektir. defetmektir. "Ondan ce-zayi kaldırır, defeder"[323]

Nüzul Sebebi

Bedir günü, ganimetler içersinden kırmızı bir kaftan kayboldu. B:azı kimseler: "Belki de onu Peygamber (s.a.v.) aldı" dediler. Bunun üzerine Yü­ce Allah: ... "Bir peygambere emanete hıyanet yaraşmaz...' âyetini indirdi.[324] [325]

Âyetlerin Tefsiri

159. Ey Muhammedi Arkadaşlarının senin em­rine muhalefet ve itaatsizlik etmelerine rağmen Allah'ın, senin kalbine yerleştirdiği rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandm ve iyi muamele ettin, Eğer sen zâlim huylu ve katı kalpli olup onlara karşı kaba ve sert davransaydm, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Kabalık sözde olduğu için, Allah, Peygambe­rin lisanında kabalık, kalbinde de katılık olmadığını "Eğer sen kaba ve katı kalpli olsaydın" ifadesi ile açıkladı. Muhammedi Onların Sana yaptıkları eziyeti bağışla, Allah'tan onlar için mağfiret iste ve bütün işlerinde onlarla meşveret et ki, bu hususta insanlar da sana uysun. Hasan-ı Basrî şöyle der: Meşveret eden bir topluluk, mutlaka işlerinin en doğrusunu bulur.[326] Rasulullah ashabı ile çokça istişare ederdi.
İstişareden sonra bir işe karar verdiğin zaman Allah'a dayan, artık işini O'na bırak. Şüphesiz Allah, kendisine güvenenleri, işlerini O'na bırakanları sever. [327]
160. Allah size yardım etmek isterse, kimse-nin size galip gelmesi mümkün değildir, Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Yani sizin yar­dımsız kalmanızı arzu eder ve size yardım etmeyi bırakmak isterse, artık sizin için bir yardımcı yoktur. Bedir'de zafer kazanmanız, Uhud'da mağlup olmanız, her ne olursa olsun, hepsi Allah'ın dilemesi ile olur. Çünkü bütün işler O'nun elindedir. İzzet ve zafer zelil kılma ve yardımsız bırakma gibi herşey O'nun elindedir. Mü'minler sadece Allah'a gü­vensin; O'na sığınsın ve dayansınlar. [328]
161. Hiçbir peygamberin, ne aklen ne de dinen, gani­mete hıyanet etmesi sahih ve doğru olmaz. Buradaki olumsuzluk, böyle bir hâlin olmayacağını gösterir. Böyle bir hâlin olmayacağım göstermek böyle bir fiilin olmadığını göstermekten daha beliğdir. Çünkü bundan maksat, böyle bir fiilin meydana gelmesi ve vuku bulmasından da öte bunu tasavvur etmenin bile doğru olmadığını bildirmektir. Kim müslümanların ganimetinden herhangi bir şeye hıyanet ederse, kıyamet günü, herkesin huzurunda rüsvaylık alameti olarak, hainlik ettiği şeyi boy­nunda taşıdığı halde gelir. -o Sonra herkese, yaptığının karşılığı eksiksiz olarak verilir. Onlara zulmedilmez. Yani herkes eksiksiz ve ziyadesiz olarak yaptığının tam karşılığını alır. İsyankarın cezası artırılmayacağı gibi, itaatkârın sevabı da eksiltilmez. [329]
162. Allah'ın hoşnutluğunu gö­zetip ona uyanla Allah'ın hışmına uğrayan bir olur mu hiç? Yani Allah'a itaat edip rızasını arayan ile, O'na isyan edip gazabına müstehak olan ve hüsranla donen kimse eşit değildir. Berikinin vara­cağı yer cehennemdir. Cehennem onun için ne kötü bir karargahtır. [330]
163. Allah katında onların dereceleri farklıdır. Taberî şöyle der: Allah katında onların makamları farklıdır. Allah'ın rızasına u-yanlar için bol sevap ve ikram vardır. Allah'ın gazabına uğrayarak dönenler için de horluk ve elim verici bir azab vardır.[331] Allah, on­ların yaptıklarını görmektedir. Kulların amelleri O'na gizli kalmaz. Allah onlara amellerinin karşılığını verecektir.
Bundan sonra Yüce Allah, son peygamberi göndermekle, mü'minlere lütfettiği büyük nimeti hatırlatarak şöyle buyurur: [332]
164. Andolsun ki Allah, mü'minlerin içlerinden bir peygamber göndermekle onlara büyük bir lütufta bulunmuştur. Bu peygamber kendi cinslerinden, durumunu bildikleri ve ah­valinden haberdar oldukları, Arap toplumuna mensup bir peygamberdi. Ra-sulullah (s.a.v) alemlere rahmet olduğu halde, Yüce Allah burada özel ola­rak mü'minleri zikretti Zira peygamberden faydalananlar sadece mü'min-1 erdir. Bu peygamber indiri­len vahyi onlara okuyor, günah ve kötü amel kirlerinden onları temizliyor ve yine onlara kitap ve hikmeti yani, Kur'an-i Kerim'i ve sünnet-i seniyyeyi öğretiyor. Halbuki onlar, peygamber gönderil­meden Önce apaçık bir sapıklık için de idiler. Onlar bu sapıklıklardan hidâyete kavuşturuldular ve ümmetlerin en üstünü oldular. Ey mü'minler! Uhud günü başınıza büyük bir musibet gelip sizden yetmiş kişi öldürülünce -Halbuki siz Bedir'de onlardan yetmiş kişi öldürmüş yetmişini de esir alarak bunun iki mislini onların basma getir­miştiniz- bu bela nerden? Bu hezimet nerden geldi? Halbuki Allah bize zafer vadetmişti" dediniz, öyle değil mi? Hezimete ve musibete kendileri sebep oldukları halde, "bu belâ nerden?" demeleri kınanmalarına sebep olmuştur. Ya Muhammedi Onlara de ki: Sizin ba­şınıza gelen bu musibetin sebebi sizsiniz. Zira siz peygamberin emirlerine itaat etmediniz ve ganimet sevdasına kapıldınız, Al­lah'ın herşeye gücü yeter. Dilediğini yapar, onun hükmünü bozup başka bir hüküm verecek ve O'nun hükmünü geri çevirecek kimse yoktur. [333]
166. Uhud günü müslüman ordusu ile müşrik ordusu karşılaştığında başınıza gelenler, mü'minler ile münafıklar birbirinden ayrılsın diye, Allah'ın ezeli iradesi, hikmetli takdiri ve kaza ve kaderi ile meydana gelmiştir. Allah'ın sabır ve sebat edip sarsılmayan mü'minleri ve[334]
167. Abdullah b. Ubeyy b. Selul ve arkadaşları gibi, münafıklık edenleri birbirinden ayırması içindir.Bunlar Üçyüz kişi do­layında olup, Uhud gününde Rasulullah (s.a.v.)'tan ayrılıp geri dönenlerdir. L*i.al Bunlara, "Gelin Allah yolunda çarpı­şın, ya da savunma yapın" denildiğinde, yani mü'minler onlara: "Gelin bi­zimle birlikte müşriklere karşı savaşın veya görüntümüzü çoğalmak sure­tiyle bizi müdafaa edin" dediklerinde, Şöyle dediler: "Eğer sizin savaşma durumunda kalacağınızı bilsek, elbette sizinle birlikte savaşırdık. Fakat savaş çıkacağını sanmıyoruz."
Onlar böyle söylemekle, o gün, imandan küfre daha yakın oldular. Kalplerindekinin tersini söylüyorlardı. Allah onların gizledikleri şirk ve nifakı bilir. [335]
168. Yine Allah, kendileri gibi savaşa katıl­mamış olan kardeşlerine "Mü'minler bize uysalar, nasiha­timizi dinleseler ve bizim döndüğümüz gibi dönselerdi orada öldürülmez-lerdi" diyen münafıkları da mü'minlerden ayırmak istedi.
Ey Muhammedi O münafıklara de ki: Eğer savaşa çık­mamak ölümden kurtarıyorsa, iddianızda doğru iseniz, ölümü kendinizden uzaklaştırınız. Bundan maksat onları kınamak ve susturmaktır. Sarp ve sağlam kalelerde bile olsanız Ölüm size gelecektir. [336]

Edebî Sanatlar

1. "Size yardım ederse" ile "sizi yardımsız bırakırsa" lafızları arasında mukabele sanatı vardır. Mukabele edebî sanat­lardandır.
2. Mü'minler sadece Allah'a güvensinler. Bura­da hasr ifade etmek için harf-i cer ile mecrûr fiilden Önce gelmiştir.
3. Hiçbir peygamberin ganimet malına hıyanet etme­si sahih ve doğru olmaz. Burada durumu olumsuzlaştırmak, fiili olumsuz-laştırmaktan daha beliğ olmuştur.
4. Allah'ın rızasına uyan ile, Allah'ın hışmına uğrayıp dönen bir olur mu liiç? Ebu Hayyan der ki: Bu, gü­zel bir istiaredir. Allah'ın şeriatı, hidâyete eren kimsenin tâbi olduğu bir klavuza (delile) benzetildi; âsî ise, bir şeye uyması emredilen ve fakat ona uymaktan yüz çeviren, onu terkedip dönen şahsa benzetildi.[337]
5.Allah'ın hışmıyla, Burada kelimesinin nekre ola­rak getirilmesi, hışmın korkunçluğunu gösterir. Anlatılamayacak kadar bü­yük bir hışım demektir.
6. Onların dereceleri farklıdır. Burada muzaf hazfedilmiştir. takdirindedir. Yani, "Onlar farklı derecelere sahiptirler" demektir. Mü'minin derecesi yüksek; kâfirin derecesi alçaktır.[338]
7. açıklıyorlar ile gizliyorlar kelimeleri arasında tıbâk sanatı vardır.
8. Başınıza bir musibet geldi, cümlesinde, kelimeleri arasında iştikak cinası vardır.Bu da, bediî güzelliklerdendir.[339]

Bir Uyarı

Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak dav-randın. Bu âyette Peygamberimize (s.a.v.) özel olarak güzel ahlâk veril­diğini gösteren delil vardır. Dikkate değer bir konudur ki, Rasulullah (s.a.v.), insanların, büyüklük vasıflarını kendin de en çok toplayanı ve en mütevazi olanıdır. Çünkü o, neseb bakımından insanların en şereflisi, haseb bakımından en üstünü, amelce en güzeli, ikram etme bakımından en cömerdi ve en fasih konuşanı idi. İşte bunların hepsi, büyüklüğü gerektiren vasıflardır. Öte yandan onun alçak gönüllülüğünü gösteren alemetler de şunlardır: O elbisesini yamar, ayakkabısını tamir ederdi. Eşeğe biner, yere otururdu. Kölelerin davetlerine giderdi. Allah'ın sâlat ve selâmı, faziletler ve güzel ahlâk deryası, nur kaynağı Rasulullah (s.a.v.) üzerine olsun. [340]

Faydalı Bilgiler

Allah'a tevekkül etmek, iki bakımdan en yüce makamlardan sayılır. Birincisi; Allah, tevekkül eden kulunu sever. Nitekim âyet-i kerimede Allah tevekkül edenleri sever, buyurmuştur. İkincisi: Tevek­kül eden kimsenin, Allah'ın koruması altında olduğu garantisidir. Nitekim âyet-i kerimede "Kim Allah'a tevekkül ederse, Allah ona kafidir[341] buyrulmuştur.[342] [343]
169, 170. Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdiği ile sevinçli bir halde Rableri yanında rıziklara mazhar olmaktadırlar. Arka­larından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehid kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulun­madığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.
171. Onlar Allah'tan gelen nîmet ve keremin; Allah'ın, mü'minlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesi­nin sevinci içindedirler.
172. Yara aldıktan sonra, ve yine Allah'ın ve Pey-gamber'in çağrısına uyanlar (Özellikle) bunların içle­rinden iyilik yapanlar ve takva sahibi olanlar için pek büyük bir mükâfaat vardır.
173. Bir kısım insanlar mü'minlere, "Düşmanları­nız olan insanlar, size karşı toplandılar; aman sakının onlardan!" dediklerinde bu, onların îmanlarını bir kat daha artırmış ve "Allah bize yeter. O ne güzel vekil­dir." demişlerdir.
174. Bunlar kendilerine hiçbir fenalık dokunma­dan, Allah'ın nîmet ve keremiyle geri geldiler. Böylece Allah'ın rızasına uymuş oldular. Allah, büyük kerem sahibidir.
175. İşte şeytan, sizi ancak dostlarıyle korkutur. Şu halde, eğer îman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın; benden korkun.
176. İnkârda yarışanlar sana kaygı vermesin. Çün­kü onlar, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Allah onlara, âhiretten yana bir nasip bırakmak istemiyor. Onlar için çok elemli bir azap vardır.
177. Şurası muhakkak ki, îmanı küfürle değişti­renler, Allah'a hiçbir zarar veremezler.
178. İnkâr edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır. Onlara an­cak, günahlarını artırmaları için fırsat veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.
179. Allah, pis olanı temiz olandan ayırdetmeksi-zin, mü'minleri, bulunduğunuz halde bırakacak değil­dir. Bununla beraber Allah, size gaybı da bildirmez. Fa­kat Allah, elçilerinden dilediğini seçer (ona gaybı bildi­rir.) O halde Allah'a ve peygamberlerine îman edin.
Eğer îman eder, takva sahibi olursanız, sizin için de çok büyük bir ecir vardır.
180. Allah'ın, kereminden kendilerine verdikleri­ni (infakta) cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, ken­dileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Al­lah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Bu âyet-i kerimeler Uhud savaşı olaylarını anlatmaya devam ediyor. Münafıkların sırlarını ve rezil durumlarını açığa çıkarıyor ve bu büyük savaştan alınacak ibret ve dersleri açıklıyor, [344]

Kelimelerin İzahı

Sevinirler, demektir. Bu, cilt (deri) mânâsına gelen beşere kökünden türemiştir. Çünkü insan sevindiği zaman, sevinç alameti yüzünde görünür. İbn Atıyye şöyle der; Burada istifal kalıbının sin'i talep mânâsındî kullanılmamıştır. Yani, o sevinç isterler, demek değildir. Fiil, sula sı mücerredi olan mânâsında kulanılmıştır. Nitekim"Allah da hiçbir şeye muhtaç olmadığını gösterdi.[345] âyetinde de sin harfi talep için kullanılmamıştır.
Fetha ile Karh, yara; zamme ile kurh ise yaranın acısı demek­tir. Nitekim daha önce geçti.
Hasbunâ, bize yeter demektir. Kifayet mânâsına gelen, ihsâb kelimesinden alınmıştır. Şâir şöyle der:
Evimizi keş ve yağ ile dolduruyorsun. Halbuki sana zenginlik olaral doya doya yiyip içmek yeter.
Hazz, pay demektir. Hayır ve serde kullanılır. Ancak, herhang bir kayıtla kayıtlanmadığı takdirde, hayır için kullanılır.
Mühlet veririz manasınadır. İmlâ; ertelemek, mühlet vermek de mektir. Kurtubî şöyle der: Burada imladan maksat, uzun ömür ve müraffe bir hayattır.[346]
Ayırır demektir. Bir kimse bir şeyi diğerinden ayırdığı zaman denir. aynı mânâyadır. "Ayrılın bir tarafa bugün, ey günahkârlar.[347] âyetindeki fiili de bundan türemiştir.
Seçer manasınadır.
Boyunlarına dolanacaktır. Bu kelime gerdanlık mânâsına gelen kökünden olup, gerdanlığın boyna geçirildiği gibi, onların malla­rı da boyunlarına geçirilecektir, demektir. [348]

Nuzûl Sebebi

a. İbn Abbas (r.a.)'tan rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Uhud'da kardeşleriniz şehid olunca, Allah onların ruhlarını yeşil kuşların içine koydu. Onlar cennet nehirlerinden içer, meyvelerinden yer ve Arş'ın gölgesinde asılmış olan altın kandillere konarlar. Onlar yiye­ceklerinin içeceklerinin tadını ve sohbetlerinin zevkini alınca dediler ki: Kardeşlerimizin cihadtan uzak durmamaları ve savaş sırasında kaçma­maları için, bizim sağ olduğumuzu ve cennette razıklandınldığımızı onlara kim bildirecek? Yüce Allah "Sizin durumunuzu onlara ben duyuracağım" buyurdu ve "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler zannetmeyin" âyetini indirdi.[349]
b. Câbir b. Abdullah'ın şöyle dediği rivayet olunur. Rasulullah (s.a.v.) bana rastladı ve dedi ki: "Ey Câbir. seni üzüntülü ve kederli görüyorum, se­bebi ne?" Dedim ki: Ya Rasulullah! Babam borçlu olarak şehid oldu. Ge­ride birçok çoluk çocuk bıraktı." Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki Allah'ın ba­bana verdiğini sana müjdeleyeyim mi?" Evet, ya Rasulallah." dedim. Buyurdu ki: "Allah babanı diriltti ve onunla, vasıtasız olarak doğrudan konuştu. Halbuki Allah hiç kimse ile, arada bir perde olmadan konuşmaz. Allah ona şöyle buyurdu: Ey Abdullah! Dile benden, ne dilersen sana ve­reyim. Baban şöyle cevap verdi: Ey Rabbim! Senden, beni dünyaya döndür­meni ve senin uğrunda ikinci defa şehid olmayı istiyorum. Yüce Allah şöy­le buyurdu: "Ben daha önce, insanlar öldükten sonra, dünyaya geri döndürül­meyecekler diye söz verdim." Baban şöyle dedi:Ya Rabbi! Bunu, geride bı­raktıklarıma ulaştır" Bunun üzerine Yüce Allah âyetini indirdi.[350]

Âyetlerin Tefsiri

169. Allah'ın dinini yüceltmek için O'nun uğrunda şehid olanları, sakın hissetmeyen ve nimetlerden faydalan­mayan ölüler sanmayınız. Bilakis onlar, huld cennet­lerinde nihmetlerinden yararlanan, sabah akşam oranın nimetleriyle rızıklanan diri kimselerdir. Vahidî şöyle der: Şehidlerin yaşadıklarına dair en doğru görüş, Rasulullah (s.a.v.)'tan rivayet edilen görüştür. Buna görelonla-rın ruhları, yeşil kuşların içindedir. Onlar cennet nimetlerinden rızıklanır; onlardan yer ve yararlanırlar. [351]
170. Onlar cennet nimetlerinden faydalanır, Allah'ın kendilerine lütfettiği maddî ve manevî nimetler dolayısıyle sevi­nirler. Cihadda ölmemiş olan mücâ-hid kardeşlerinin, şehid oldukları takdirde, ölümden sonra mazhar olacak­ları nimetler sebebiyle sevinirler.
Sevinirler, çünkü âhirette, kardeşlerinin her­hangi bir korkuları olmaycaktır ve naim cennetlerinde bulunacakları için dünyadan ayrılmalarına da üzülmeyeceklerdir. [352]
171. Onlar, Al­lah'tan gelen nimet ve keremin; Allah'ın, mü'minlerin ecrini zayi etme­yeceği müjdesinin sevinci içindedirler. Yüce Allah, sevinçle ilgili olan ni­met ve lütfü hatırlatmak için, onların sevinçlerini ikinci defa zikretti. Ya­ni: Allah'ın kendilerine bahşettiği büyük ikram ve bol bol verdiği lütuf ve sevap sebebiyle sevinirler. Nimet, İtaatları sebebiyle hak ettikleri şeydir. Fazl ise, onlara kat kat fazla verilen mükâfattır. [353]
172. Uhud savaşında yara aldıktan sonra, yine Allah'ın ve peygamberin çağrısına uyup itaat edenler var ya, Bunların içlerinden, bilhassa iyilik yapanlar ve takva sahibi olanlar için pek büyük bir mükâfat vardır. İbn Ke­sir şöyle der: Bu çağrıya uyma, Hamrâu'1-esed[354] gününde olmuştur. Müş­rikler Uhud'da müslümanlara yapacaklarını yaptıktan sonra, memleketle­rine döndüler. Sonra da Medine'lileri tam mânâsıyle yok edip işi bitirme­diklerine pişman oldular. Bu haber Rasulullah (s.a.v.)'a ulaşınca, müslü-manlarm güçlü ve kuvvetli oldukalarını göstermek ve müşrikleri korkut­mak için, müslümanlarm onların peşinden gitmelerini emretti. Uhud'da ha­zır bulunanlardan başkasına da izin vermedi. Müslümanlar yaralı ve bitkin olmalarına rağmen, Allah ve Rasulune itaat ederek gittiler.[355] İşte bu dere­cede yaralı ve bitkin olmalarına rağmen, Rasulullah (s.a.v.)'m emrine itaal edip gazaya katılan mü'minlerin pek büyük bir mükafatı ve bolca sevabı vardır. [356]
173. Bir kısım insanlar mü'minlere, "düşmanlarınız olan insanalar, size karşı toplandılar aman sakının onlardan." dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha ar­tırmıştır. Yani, bu takva sahibi mü'minler öyle kimselerdir ki, müşriklerin taraftarlarından bazıları aralarına kötü haber yayıp:Kureyş size karşı, sayılamıyacak kadar insan topladı. Başınıza geleceklerden korkun, dedikle­rinde, bu korkutma, onların sadece imanlarını artırdı. /yi Allah bize yeter, O ne güzel vekildir, dediler. Yani mü'minler: Allah bize yeter, O bizim koruyucumuz ve işlerimizi yürütendir. O ne güze sığı­nak ve kendisine tevekkül edenlere ne güzel yardımcıdır" dediler. [357]
174. Allah'ın lutfu ile sağ salim ve bol mükâ­fat ve ecirle Onlara hiçbir fenalık veya bir eziyet do­kunmadı. Dünya ve âhirette mutluluk vesilesi olan, Allah'ın rızazını kazındılar. Allah büyük kerem sahibidir; kullarına bolca lütufta bulunur. [358]
175. Azminizi kırmak maksadıyle "insanlar size sarşı, sayılamıyacak kadar insan topladılar" sözünü söyleyen şeytan­dır. Kendilerinden çekinmeniz için kâfir dostlarıyle sizi korkutuyor,
Onlardan çekinip korkmayın. Ben, onlara karşı size zafer vermeyi tekeffül ediyorum. Gerçekten mü'min iseniz, benim em­rime isyan edip de helak olmaktan korkunuz. Ayette adı geçen şeytandan maksat, Nuaym b. Mesu'd el-Eşcaî'dir. Bunu, müslümanların moralini bo­zup azimlerini kırmak için Ebu Süfyan göndermişti. Ebu Hayyan şöyle der: Korkutma; şeytanın vesvesesi, iğvâsı ve onu insanların kalbine atması se­bebiyle meydana geldiği için, bu fiil şeytana nisbet edilmiştir.[359]
176. Ey Muhammed! Söz ve fiilleri ile küfre doğru koşan o münafıkların hareketlerinden dolayı üzülme ve keder­lenme. Onların Islama ve müslümanlara kurdukları tuzaklara aldırış etme. Bu âyet, Peygamber (s.a.v.) için bir tesellidir. Çünkü on­lar, küfürleri sebebiyle Allaha hiç bir zarar veremezler; onlar sadece kendi­lerine zarar verirler. Allah, hikmeti ve dile­mesi ile, âhirette onlara sevaptan bir pay vermemek ister. Se­vaptan mahrum olmalarından öte, cehennemde onlar için büyük bir azab vardır. [360]
177. Daha önce adı geçen ve imanla küfrü değiştiren münafıklar varya, onlar dinden dönmek ve kâfir olmakla Allah'a asla zarar veremezler. Onlar için elem verici bir azap vardır. [361]
178. Kâfirler sanmasınlar ki, azap ve ceza vermeden mühlet vermemiz ve ömürlerini uzatmamız on­lar için hayırlıdır. Biz ancak, günah kazansınlar da, günahları daha da çoğalsın diye onlara mühlet ve uzun ömür veriyoruz.âhirette onlar için alçaltıcı bir azap vardır. [362]
179. Allah, imtihan edip de, mü'minlerle münafıkları birbirinden ayırmayıp, asla öyle karışık halde bırakmaz. Nitekim Uhud gazasında böyle yapmış ve orada iman ehli ile nifak ehli ortaya çıkmıştır. Bu âyet, Allah'ın, mü'minleri münafıklardan ayıracağına dair Rasulüne verdiği bir sözdür. İbn Kesir şöyle der : Mutlaka Allah öyle bir imtihan tertip eder ki, bu imtihanda Allah'ın dostu ortaya çıkar ve düşmanı da rezil ve rüsvay olur. Sabırlı mü'minle günahkar münafık, bu imtihan sayesinde birbirinden ayrılır. Nitekim Yüce Allah, Uhud gününde mü'minlerle münafıkları bu şekilde birbirinden ayırmıştır[363] Bununla beraber Allah size gaybı da bildirecek değildir. Taberî şöyle der: Bu âyetin tefsiriyle ilgili görüşlerin en uygunu şudur: Allah kulların kalplerinden sizi haberdar ede­cek değildir ki, siz mü'min, münafık ve kâfiri tanıyasıniz. Fakat Allah, Uhud savaşında sıkıntı vererek ve düşmana karşı cihadı emrederek mü'minlerle münafıkları birbirinden ayırdığı gibi, bir takım imtihan ve belâlarla mü'minleri münafıklardan ayırır.[364] Fakat Allah, peygamberlerinden dilediklerini seçer ve onları gaybtan ha­berdar eder. Nitekim, Peygamber (s.a.v.)'i münafıkların durumlarından ha­berdar etmiştir. O halde, gaybı sadece Allah'ın bildiğine, gayb işleri ile ilgili olarak Peygambere haber verdiği şeylerin, ancak Allah'tan bir vahiy ile bildirildiğine sağlam bir şekilde iman edin. Eğer peygamberlerimi tasdik eder ve itaat ederek Rab-binizin azabından sakınırsanız sizin için büyük bir sevap vardır. [365]
180. Allah'ın, kere­minden kendilerine verdiklerini onun yoluna sarfetmede cimrilik gösterenler sanmasınlar ki, bu, kendileri için hayırlıdır. Yüce Allah önceki âyetlerde cihad hususunda canını feda etmeye şiddetle teşvik ettikten son­ra, burada da Allah yolunda mal harcamaya teşvik etti ve malını bu yolda harcamada cimrilik gösterenleri şiddetli bir şekilde tehdit ederek buyurdu ki: Cimri, sanmasın ki, onun mal biriktirmesi ve onu infak hususunda cimri­lik yapması ona fayda verir. Bilakis bu davranışı, hem dini, hem de dünyası hususunda ona Zaralıdır. Durum onların zannettiği gibi değildir. Bilakis bu cimrilik onlar için bir serdir. Cimrilik ettikleri şeyde kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Y'ani Allah, cimrilik yaptıkları mallarını, boyunlarına tasma yapacak, kıyamet gününde onunla azap göreceklerdir. Nitekim Buhârî'nin Sahihi'nde şöyle rivayet edilmiştir: Kime Allah mal verir de o kimse zekatını vermezse, kıyamet
gününde o mal, gözlerinin üzerinde siyah benek bulunan büyük bir yılan suretinde ona gösterilir. Yılan onu avurtlarından tutar ve: "Ben senin malınım, ben senin hazinenim" der. Rasulullah (s.a.v.) daha sonra âyetini okudu.[366] Kainatta olan herşey Allah'ın mülküdür. Mahlukat yok olduktan sonra herşey ona dönecektir. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. [367]

Edebî Sanatlar

Ebu Hayyan der ki : Bu âyetlerde birçok edebî sanat vardır:
1. lafızları ile birçok yerde geçen lafzında itnâb vardır.
2. Ölüler "diriler" ile ve kelimeleri arasında tıbak sanatı vardır.
3. "Küfürle değiştirdiler."Küfürde yarışır­lar" ve "pis ve temiz" kelimelerinde istiare vardır. Zira pis ve temizden maksat münafık ile mü'mindir.
4. Ayrıca bu âyetlerde birçok yerde hazif vardır.[368]

Faydalı Bilgiler

"Allah bize yeter, O ne güzel vekildir." Bu söz, Hz. İbrahim (a.s)'indir Ateşe atıldığı zaman söylemiştir Suyûtî el-îklil adlı eserinde şöyle der: Sıkıntılı zamanda ve büyük işlerde bu kelimeyi söyle­mek müstehaptır. [369]
181. "Allah fakir, biz zenginiz." diyenlerin sözünü andolsuıı ki Allah işitmiştir. Onların bu sözünü, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ile birlikte yazacağız ve diyeceğiz ki: Tadın o yakıcı azabı.
182. Bu, dünyada iken kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılığıdır. Yoksa Allah kullarına zul­metmez.
183. "Muhakkak ki Allah, bize, ateşin yiyeceği bîr kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti" diyenlere şöyle de: Size, benden önce mucize­lerle, özellikle dediğiniz mucize ile nice peygamberler geldi. Eğer doğru insanlar iseniz, onları niçin öldürdü­nüz?
184. Eğer seni yalancılıkla itham ettilerse bil ki gerçekten, senden önce apaçık mucizeler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getiren nice peygamberler de yalancı­lıkla itham edildi.
185. Her canlı ölümü tadacaktır. Herhalde kıya­met günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verile­cektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konur­sa, o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metaından başka bir şey değildir.
186. Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konu­sunda imtihana çekileceksiniz ve sizden önce kendile­rine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız, mu­hakkak ki bu, işlerin en değerlisidir.
187. Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacak, gizlemeyeceksiniz," di­yerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalıkla değiştiler. Yaptıkları alış veriş ne ka­dar kötü.
188. Ettiklerine sevinen ve yapmadıkları ile övülmek isteyenlerin (davranışlarını) doğru sanma. On­ların azaptan kurtulacaklarını da sanma. Onlar için elemli bir azab vardır.
189. Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Allah'ın her şeye gücü yeter.

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Kur'an-ı Kerim, önceki âyetlerde Uhud savaşını ve onda meydana ge­len büyük olayları sergiledi. Bu âyetler genel muhtevaları içerisinde, mü­nafıkların tuzak ve desiselerinden, İslama tuzak kurma, müslümanlara zul­metme ve Allah yolunda cihad etme hususunda onların azimlerini kırma gibi, kalplerinde sakladıkları şeylerden de bahsetmişti. Bundan sonraki âyetlerde ise Yahudilerin desiselerini; kuşku ve vesveseye düşürmek, tuzak kurmak ve hile yapmak suretiyle İslamî davete karşı savaştaki çirkin üslup­larını anlatmaktadır ki, mü'minleri onların tehlikelerinden sakındırsın. Nitekim, münafıkların tehlikesinden de sakındırmıştı. Âyet-i kerimeler Yahudilerden ve onların Zât-i İlâhî karşısındaki rezil durumlarından; Yüce Allah'ı, cimrilik ve fakirlik gibi âdi sıfatlarla itham etmelerinden, sonra ahdi bozmalarından, peygamberleri Öldürmeleri ve Allah'ın kendilerine yüklemiş olduğu emanete hiyanet etmelerinden ve nihayet bu mel'un ırkın taşıdığı birçok çirkin ve adi vasıflardan bahsetmektedir.[370]

Kelimelerin İzahı

Bize tavsiye etti.
Kurban, Allah'a yaklaşmak için kesilen hayvandır.
Beyyinât, apaçık âyetler demektir. Burada, âyetlerden maksat mucizelerdir.
Zübûr, kitap mânâsına gelen Zebur kelimesinin çoğuludur. O da "yazmak" mânâsına gelen zebr kökünden türemiştir, (yazılmış) manasınadır. Nitekim (binilmiş) manasınadır. Zeccâc şöyle der: Zebur, her hikmetli kitaba verilen isimdir.
Uzaklaştırıldı manasınadır. Zahzaha: Kenara almak, uzak­laştırmak demektir. Süratle çekip almak mânâsına gelen "Zah" kelimesi­nin tekrarından ibarettir.
"Umduğunu elde etti, korktuğundan kurtuldu" demektir..
Gurur, aldattı mânâsına gelen fiilinin mastarıdır.
Meta', kendisinden faydalanılan ve istifade edilen, daha sonra da yok olan şey demektir.
Mutlaka imtihan edileceksiniz manasınadır, imtihan etti mânâsına gelen fiilinden türemiştir.
Azmu'1-umûr, işlerin değerlisi demektir. Azm'in aslı, bir şey üzerinde görüşün sebat etmesidir. Burada maksat, doğru tedbir ve doğru rey demektir. Bunlar da, her akıllının, üzerinde sebat etmesi gereken şey­lerdendir.
Mefaze, kurtuluş demektir. Bir kimse kurtulduğunda de­nilir. Bu kelime ondan türemiştir. [371]

Nuzûl Sebebi

a) İbn Abbas (r.a.)'m şöyle dediği rivayet olunur. Bir gün Ebubekir Sıddık (r.a.) Yahudilerin dershanesine girdi. Gördü ki Yahudilerden bir grup Fenhas b. Âzûra denilen bir adamın etrafında toplanmışlar, Fenhas, Yahudi alim ve bilginlerinden biri idi. Ebubekir (r.a.) ona şöyle dedi; "Sana yazık­lar olsun. Allah'tan kork ve müslüman ol. Allah'a yemin ederim ki, sen, Mu-hammed (s.a.v.)'in Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu kesinlikle biliyorsun. O'nun katından size hak bir kitap getirdi. Bunu, yanı­nızdaki Tevrat ve İncil'de yazılı olarak görüyorsunuz" Fenhas şöyle dedi: "Ey Ebubekir! Vallahi, bizim fakirlikten dolayı Allah'a bir ihtiyacımız yoktur. Halbuki o bize muhtaçtır. Onun bize yalvardığı gibi, biz Ona yal-varınıyoruz. Bizim ona ihtiyacımız yok. Eğer o zengin, olsa, idi arkadaşınız Muhammed'in iddia ettiği gibi bizden borç istemezdi. Faizi size yasak­lıyor, kendisi bize faiz veriyor. Eğer zengin olsaydı, bize faiz vermezdi." Hz. Ebubekir (r.a.) buna kızdı ve Fenhas'ın yüzüne şiddetli bir darbe indire­rek şöyle dedi: "Ey Allah'ın düşmanı! Nefsim, kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer sizinle bizim aramızda bir anlaşma olmasaydı, senin boynunu uçururdum." Bunun üzerine Fenhas Rasulullah (s.a.v.)'a giderek "Ya Muhammedi Arkadaşının bana yaptığına bak." dedi. Rasulullah (s.av): "Ey Ebubekir! Seni, bunu yapmaya iten sebep nedir?" diye sordu. Hz. Ebu­bekir (r.a.) şöyle cevap-verdi: "Ya Rasuiallah! Bu Allah'ın düşmanı, büyük söz söyledi. Allah'ın fakir, kendilerinin zengin olduğunu iddia etti. Bende Allah için kızdım ve yüzüne vurdum." Fenhas bunu inkâr etti. Bunun üzeri­ne Yüce Allah Hz. Ebubekir (r.a.)'i tasdik etmek ve Fenhas'ı reddetmek üzere şu âyeti indirdi:.ül Andol-sun ki, "Gerçekten Allah fakir, biz ise zenginiz" diyenlerin sözünü, Allah işitmiştir.[372]
b. Yine İbn Abbas (r.a.)'m şöyle dediği rivayet olunmuştur: İçlerinde Ka'b b. Eşref, Malik b. Sayf, Fenhas b. Âzûra ve daha başkalarının da bulun­duğu bir grup Yahudi Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek şöyle dediler: "Ey Mu-hammed! Sen Allah'ın Rasulü olduğunu ve Allah'ın sana bir kitap indir­diğini iddia ediyorsun. Halbuki Allah Tevrat'ta, bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiç bir peygambere inanmamamızı emretti. Sen bize böyle bir kurban gelirirsen seni tasdik ederiz" Bunun üzerine şu âyet nazil oldu "Muhakkak ki Allah bize, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere i-nanmamamızı emretti,[373]

Âyetlerin Tefsiri

181. Andolsun ki, "Ger­çekten Allah fakir, biz zenginiz" diyenlerin sözlerini Allah işitmiştir. Bu âdi söz, Allah'ın düşmanları olan Yahudilerin sözüdür. Allah onlara lanet etsin. "Kim Allah'a güzel bir borç verecek[374] âyet-i kerimesi nazil olunca Allah'ın fakir olduğunu iddia ettiler ve "Allah fakir, bizden borç istiyor" dediler. Nitekim, bir defasında da, "Allah'ın eli bağlıdır (sıkıdır)[375] diyerek O'nunla alay ettiler. Kurtubî şöy­le der: Onlar buna inandıkları için değil de, alt tabakadakileri -yaldızlı söz­lerle kandırmak için böyle dediler. Maksatları, "Muhammed'in söylediğine göre Allah fakirdir, çünkü o bizden borç istiyor" diyerek zayıf mü'minleri şüpheye düşürmek ve Peygamberi yalanlamaktır.[376] Biz muhafaza meleklerine, onların söylediklerini amel defterlerine yazmalarım emredeceğiz. Haksız yere peygamberleri öldürerek iş­ledikleri çirkin suçlarını yazacağız. Burada İsrâîloğullarınm peygamberleri öldürmelerinden maksat, atalarının peygamberleri öldürmelerine razı ol­malarıdır. Diyeceğiz ki: "Tadın o yakıcı azabı" yani Allah âhirette meleklerin diliyle onlara "alevli, yakıcı ateşin azabını ta­dın" der. [377]
182. Bu, ellerinizle işlediğiniz suçların cezasıdır. Yoksa Allah âdildir; kullarına yani mahlukata zulmet­mez. Maksat şudur: Bu ceza sizin masiyetiniz ve Allah'ın, hakkınızdaki a-daleti sebebiyle verilmiştir. Zemahşerî şöyle der: Allah'ın günahkârı ceza­landırması, güzel amel edene sevap vermesi adalettendir.[378]
Yahudiler, "Allah Tevrat'ta bize, Ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe, hiçbir peygambere iman etmememizi emir ve tavsiye etti" diyenlerdir. Ya­ni onlar şöyle dediler: "Allah bize özel bir mucize getirmedikçe hiçbir pey­gamberi tasdik etmememizi emretti. Bu mucize, peygamberin bir kurban sunması ve gökten bir ateş inerek onu yemesidir. İşte bu, Allah'a karşı bir iftiradır. Çünkü Allah onlara böyle bir emir vermemiştir.. Ey Muhammedi Onları kınamak ve yalanlarını meydana çıkarmak için de ki: Size benden önce apaçık mucizeler ve pey­gamberliklerinin doğruluğunu gösteren engin deliller ve özellikle iste­diğiniz kurban mucizesi ile nice peygamberler geldi. "Eğer Allah'a iman ve peygamberlerini tasdik hususundaki iddianızda doğru iseniz, niçin onları yalanlayıp da öldürdünüz. Sonra Yüce Allah, peygamberini teselli ederek şöyle buyurdu. [379]
184. Eğer seni yalancılıkla itham etti­lerse yadırgama. Şüphesiz senden önceki peygamberler de yalancılıkla it­ham edildi. Ey Muhammed! Onların seni yalanlamasına üzülme. Çünkü on­lar bunu yaptılarsa, bil ki, daha Önce de ataları, Allah'ın peygamberlerini yalanlamışlardı. Üzülme, onlarda senin için güzel bir örnek vardır. peygamberler kesin deliller ve apaçık mu'cizeler getirmelerine rağmen onları yalanladılar. Onlar hikmet ve öğütlerle dolu Semavî kitapları, Tevrat ve İncil gibi insanları aydınlatan kitapları da ge­tirmişlerdi. [380]
185. Her canlı Ölümü tadacaktır. Yani mahlukat yok olacak ve çaresiz her nefis ölecektir. Nitekim bir başka âyet-i kerimede "Kainatta bulunan her şey yok olaktir[381] buyrulmuştur. Herhalde yaptıklarınızın karşılığı kıyamet günü, size tasta­mam verilecektir, Kim ateşten kenara çekilerek ondan uzaklaştırılır ve cennete konursa işte o, ebedî saadeti ve devamlı nimeti kazanmıştır. Dünya hayatı aldatma metamdan başka bir şey değildir. Yani bu dünya, geçici bir yurttan başka bir şey değildir. Burada ancak aldatılmış ahmaklar faydalanmaya çalışır. İbn Kesir şöyle der: Bu âyette dünyanın fâni ve geçici değerinin küçük ve hakir olduğu, ifade edilmektedir,[382]
186. Andolsun ki, fakir düşmek ve çeşitli mu­sibetlere dûçâr olmakla mallarınız, sıkıntı ve hastalıklara maruz kalmakla da canlarınız hususunda imtihana çekileceksiniz. Ve sizden önce kendilerine kitap ve­rilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Yani, düş­manlarınız olan Yahudi, Hıristiyan ve müşrikler size birçok eziyetlerde bu­lunacaklar. Bu âyette Yüce Allah mü'rninlere, müşrikler ve Ehl-i kitab ta­rafından birçok belâ ve sıkıntıların geleceğini haber vermekte ve bu gibi olayların vukuunda sabretmelerini onlara emretmektedir. Çünkü cennet, nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle çevrilmiştir. İşte bunun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurur. Eğer bu hoşa gitme­yen şeylere karşı sabreder; söz ve amellerinizde Allah'tan korkarsanız bili­niz ki, bu sabır ve takva, azim ve irade ile yapmanız gereken işlerdendir. Çünkü bunlar, Allah'ın emrettiği şeylerdendir. [383]
187. Ey Muhammed! Allah'ın Tev­rat'ta Yahudilerden kuvvetle yemin aldığı zamanı hatırla.
Hani Allah, onlardan, "Allah'ın Kitaptaki hükümlerini insanlara mutlaka açıklayacaksınız, onları gizlemeyeceksiniz" diye söz almıştı. İbni Abbas (r.a.) şöyle der: "Bu âyet Yuhudiler hakkındadır. Rasu-lullah (s.a.v.) hakkında onlardan ahid ve yemin alınmışı. Fakat onlar bunu gizledi ve arkalarına attılar.[384] Onlar ise bu yemini arkaya attılar ve onu az bir dünya malıyla değiştirdiler. Bu, ne kötü alış-veriş, bu ne ziyanlı bir pazarlıktır. [385]
188. Ey Muhammed! Seninle ilgili vasıflan insanlardan gizlemek suretiyle yaptıklarına övünenleri Sapıklıkta oldukları halde, hak yoldadırlar diye insanların kendileri­ni övmelerini istiyenleri doğru yolda sanma. Sakın onları Allah'ın azabından kurtulmuş zannetme. Onlar için elem verici bir azap vardır. İbn Abbas (r.a.) şöyle der: Bu âyet Ehl-i kitab hakkında nazil oldu. Peygamber (s.a.v.) onlara bir şey sordu da, onlar gerçe­ği gizleyerek başka türlü bildirdiler ve Peygamberin sorduğunu ondan giz­lemelerinden dolayı sevindiler.[386]
189. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ın­dır. İşte bunlara sahip olan kimse nasıl fakir olur? Bu, "Allah fakir, biz zen­giniz" diyenleri reddeder, Allah'ın herşeyc gücü eter. Onları cezalandırmaya da kadirdir. [387]

Edebî Sanatlar

Bu âyet-i kerimeler birçok edebî sanatı itiva eder. Bunları şu şekilde
özetJiyebiİiriz.
1."Gerçekten Allah fakir, biz zenginiz." Burada mübalağa ifade etmek için cümlesini edatı ile pekiştirdiler. Halbuki kendilerinin zenginliğini ifade ederken pekiştirme edatı kullanmadı­lar. Cümleyi tekide ihtiyaç duyulmayan bir cümle gibi söylediler. Sanki zenginlik onların tartışmasız vasılları olup bunu pekiştirmeye ihtiyaç yok­tur. İşte bu durum, onların küfür ve taşkınlıktaki inatlarının bir delilidir.
2. Söylediklerini yazacağız. Burada, mecâz-ı aklî deni­len bir mecaz vardır. "Meleklerimiz yazacak", demektir. Allah kendisi yazmadığı fakat yazılmasını emrettiği için fiil mecazen ona isnat olun­muştur.
3. "Bu, ellerinizin yaptığı şeyin karşılığıdır." Bura­da da mecâz-ı mursel vardır. Bir kısmının zikredilip bütünün kastedilme sı kabilindendir. İşlerin çoğu ellerle yapıldığı .için burada, eller zikredil­miştir.
4. "Onu ateş yer" Burada istiare yoluyla, "yemek" fiili ateşe isnat edilmiştir. Çünkü gerçek mânâda yemek fiili insanlar ve hayvanlarda olur. Aynı şekilde "Ölümü tadacaktır" âyetinde de istiare vardır. Çünkü gerçek mânâda tatmak, dildeki duyu vasıtasıyle olur.
5. "Aldatma metâı". Zemahşerî şöyle der: Allah dünyayı, müşteri aldanıp da satın alsın diye kusuru gizlenen bir mala benzetti.
Burada, "aldatan ve kandıran şeytandır[388] Bu da istiare kabilindedir.
6. Onu arkalarına attılar ve az bir dünya malı ile değiştirdiler. Burada "atma" ve "değiştirme" kel­imelerinde istiare vardır. Kitaba sarılmamak ve onunla amel etmemek, in­sanın arkasına atılan bir şeye benzetildi. Allah'ın âyetlerini gizlemelerine karşılık dünya malı almaları da, onu az bir pahaya satmaya benzetildi.
7. Âyet-i kerimedeki kelimeleri arasında tıbak sanatı vardır.
8. "Cehennemden uzaklaştırıldı" ile cennete
konuldu" cümleleri arasında ve "onu mutlaka açıklayacaksınız..." cümlesi ile "O'nu gizlemeyeceksiniz" cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
9. arasında ve arasında cinas-ı mugayir vardır. [389]

Faydalı Bilgiler

"Rabbİn zâlim değildir" cümlesinde kalıbı mübalağa için değildir. Bu sadece attar (koku satan) neccâr (marangoz) ve temmâr (hurma satıcısı) kelimelerin de olduğu gibi hiçbiri mübalağa İfade etmez, nisbet bildirir, tbn Mâlik şöyle der:
Fail, Fâ'âl ve fail sıygaları bazen, nisbet yası olmadan ism-i mensup olarak kabul edilmişlerdir. [390]

Bir Uyarı

Yüce Allah, dünya hayatını ve nimetlerini "aldatma metaı" diye vasıflandırdı. Zira dünyanın kendisi ve ondaki şehevânî arzular uzun ömür ve tûl-i emeli temenni ettirir de insanı aldatır ve helak eder. Bundan do­layı selefin bazısı şöyle demiştir! Dünya, dağılmak ve yok olmak üzere ter­kedilmiş bir metadır. Bu metadan alınız. Ondan faydalanarak, gücünüz yet­tiği kadar Allah'a itaat ediniz. Allah yardımcıdır. [391]
190. Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gün­düzün birbiri ardınca gelip gidişinde akıl sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.
191. Bunlar ayakta, oturarak ve yanlan üzerine yatarak Allah'ı anan ve göklerin ve yerlerin yaratılışını düşünerek: "Ey Rabbimiz! Bunları boşuna yaratmadın. Seni teşbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru" di­ye dua edenlerdir.
192. Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, kimi cehenneme koyarsan, artık onu rüsvay etmişsindir. Zâlimlerin hiç yardımcıları yoktur.
193. Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, "Rabbinize îman edin!" diye seslenen bir dâvetçiyi işittik, hemen îman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimi­zi ört, ruhumuzu iyilerle beraber al, ey Rabbimiz! Rabbimiz! Bize, peygamberlerin vasıtasıyla va'dettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizi perişan etme; şüphesiz sen, va'adinden caymazsm!
195. Rableri, onların dualarını kabul etti. (Dedi ki:) Ben, erkek olsun kadın olsun - ki hep birbirinizden-siniz - içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, çarpış­tılar ve öldürüldüler; andolsun, ben de onların kötülük­lerini örteceğim ve onları içinden ırmaklar akan cen­netlere koyacağım. Bu mükâfaat, Allah tarafmdandir. Mükâfatın en güzeli Allah kalındadır.
196. İnkarcıların diyar diyar dolaşması sakın seni aldatmasın!
197. Azıcık bir menfaattir o. Sonra onların vara­cakları yer, cehennemdir. O, ne kötü varış yeridir!
198. Fakat Rablerine karşı gelmekten sakınanlar için, Allah tarafından bir ikram olarak, zemininden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. İyi kişiler için Allah katındaki (nimetler) daha hayırlıdır.
199. Ehl-i kitab'tan öyleleri var ki, Allah'a size in­dirilene, ve kendilerine indirilene, tam bir samimiyetle ve Allah'a boyun eğerek îman ederler. Allah'ın âyetle­rini az bir para ile değiştirmezler. İşte onların Rableri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah'ın hesabı çabuktur.
200. Ey îman edenler! Sabredin; sebat gösterin; Sınır boylarında nöbet tutun ve Allah'tan korkun ki başarıya erişebilesiniz.

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah bu mübarek sûreye tevhid, ulûhiyet ve nübüvvet delilleri­ni zikrederek başladı ve onu vahdaniyet, kudret, yaratma ve icat etme delil­leriyle bitirdi ki, insanlar bu delillerden öldükten sonra dirilme, haşir ve neşirin meydana gelebileceği sonucu çıkarsınlar. Böylece sonu misku anber oldu. Bu Yüce Kitabı indirmekten maksat kalpleri ve ruhları mâsiva ile meşgul olmaktan gerçek ilahı tanımaya çekmek olduğu için, bu âyet-i keri­meler tevhîd, ulûhiyet, azamet ve celâl delilleriyle kalpleri aydınlatmak üzere geldi. İnsanı, Allah'ın birliğini ve sonsuz kudretini itirafa ulaştırmak için, dikkatleri göklerin ve yerin melekûtunu düşünmeye ve tefekkür et­meye çekti. İnsan, Allah'ın yazılı Kur'an-ı Kerimini okuyup düşündükten sonra, onun görünen şu uçsuz bucaksız kainat kitabını düşünmeye başlar, Kur'an-ı Kerimde, bu kâinat kitabının âyetlerine birçok işaret vardır. Kur'an, duyu organlarını kullanmak suretiyle hakikatleri tanımaya daveı eder. "Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirir. geçerler.[392]

Kelimelerin İzahı

Elbâb akıllar manasınadır. : Bâtıl; abes, hikmetsiz demektir.
Subhâneke, Allah'ı kölü şeyden tenzih etmek, uzak tutmak manasınadır.
Onu zelil ve hor kıldın demektir. Günahlarımızı ört ve yok et, demektir.
Ebrâr, birr veya bârr kelimelerinin çoğulu olup şeriatı uygula­yanlar manasınadır.
Kabul etti manasınadır.
Nuzûl, misafir için hazırlanan çeşitli ikramlardır, Nöbet bekleyin, manasınadır. Murabata, sınır boylarında düşmanı gözetlemek demektir. [393]

Nuzûl Sebebi

Ümmü Seleme'den rivayet edilmiştir: Dedim ki : Ya Rasulallah! Allah'ın hicret hususunda herhangi bir şekilde kadınları zikrettiğini görmü­yorum. Bunun üzerine Yüce Allah şu âyeti indirdi: Rabbleri onların dualarım kabul etti. (Dedi ki): "Ben, erkek olsun kadın olsun içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmam.[394]

Âyetlerin Tefsiri

190. Göklerin ve yerlerin sağlam ve güzel bir şekilde yaratılmasında, gece ve gündüzün sürekli olarak birbirini takip etmesinde Akıl sahiplen için, yaratanı ve onun sonsuz hikmetini gösteren açık alâmetler vardır. Ancak bu alâmetleri kainata hayvanların baktığı gibi bakanlar değil, düşünerek ve Allah'ın kud­retine delil getirerek bakan akıl sahipleri görür. Bundan sonra Yüce Allah akıl sahiplerini tarif ederek şöyle buyurur: [395]
191. Allah'ı dilleri ve kalpleriyle bütün hallerde; ayakta, oturarak, yatarak anarlar. Kalpleri Allah'ı anmakla yatıştığı ve Allah onların bütün sırlarına vâkıf olduğu için bütün zaman­larında onu anmaktan gafil olmazlar, Onlar göklerin ve yerlerin hükümranlığının kime ait olduğunu, bu büyük yıldızlar­la buralardaki harikulade şeylerin yaratılışını düşünerek şöyle derler: Ey Rabbimiz! Bu kainatı ve içindekileri hikmelsiz ve abes olarak yaratmadın. Ey Rabbimiz! Abesle meşgul olmak­tan seni tenzih ederiz. Bizi cehennem azabından koru. [396]
192. Ey Rabbimiz! Sen kimi cehenneme sokarsan onu zelil ve son derece hor kılarsın; herkesin önünde onu rezil edersin. Zâlimleri, Allah'ın azabından koruyacak yardımcı­ları yoktur. İbn Abbas (r.a) ve müfessirlerin çoğunluğunun dediği gibi bura­da zâlimlerden maksat kâfirlerdir. Bu, Bakara süresindeki[397] âyetinde açıklanmıştı. [398]
193. Ey Rabbimiz! Biz, imâna çağıran bir davetçiyi işittik. O da Muhammed (s.a.v.)'dir. Bu davetçi şöyle diyordu: "Ey insanlar, Rabbinize iman edin, O'nun birliğine şehadet getirin" Biz o davetçiyi tasdik ettik ve Ona uyduk. Ey Rabbi­miz! Günahlarımızı bağışla, onların yüzünden bizi rezil etme.
Lütuf ve rahmetinle, İşlemiş olduğumuz günahları yok et. Ruhumuzu iyilerle beraber al, bizi salih kullarına kat. İbn Abbas (r.a.) şöyle der: büyük günahlar; ise küçük günahlardır." Şu âyet-i ke­rime bu görüşü te'yit eder: "Eğer size yasaklanan büyük günahlardan sakınırsanız sizin küçük günahlarınızı bağışlarız[399] Buna göre âyette tekrar yoktur. [400]
194. Ey Rabbimiz, peygamberlerinin lisanıy-le bize vadettiğin şeyleri bize ver. Bu vadedilen şey, itaat edenler için cen­nettir. Bunu İbn Abbas (r.a) söylemiştir. Ayetlerde geçen ey Rabbimiz, nidasının tekrarı, daha fazla yakarma ve tam mânâsıyle boyun eğmeyi ifade eder. Kıyamet gününde kâfirleri rezil ettiğin gibi bizi rezil etme. dil Şüphesiz sen sözünden caymazsm. Sen iman edenler İçin cennet sözü vermiştin. [401]
195. Rabbleri "Ben, erkek olsun kadın olsun, içinizden hayır amel işleyen hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım," diyerek onların dualarını kabul etti. Ha-san-ı Basrİ şöyle der: Mü'minler devamlı olarak "Ey Rabbimiz, ey Rabbi­miz... dediler. Nihayet Allah onların dualarım kabul etti.[402] Siz, bir birinizdensiniz, yani erkek kadından, kadın da erkektendir. Madem ki asıl itibariyle müştereksiniz, aynı şekilde sevap kazanma itibariyle de müştereksiniz.[403] Vatanlarından hicret edip, dinleri uğrunda kaçan ve müşrikler tarafından yurtlarından çıkmaya zorla­nanlar, Allah'ın dini uğrunda eziyetlere katlananlar, Allah'ın düşmanları ile savaşıp O'nun yolunda öldürülenlere gelince, İşte bu nitelikte olanların günahlarını, rahmet ve mağfiretimizle mutlaka sileceğiz Salih amellerine karşılık Allah tarafından bir mükafat olarak, onları mutla­ka içinden ırmaklar akan naim cennetlerine koyacağım, Mükafatın en güzeli Allah kalındadır. Bu mükafat öyle bir cennettir ki, on­daki nimetleri hiçbir göz görmemiş, hiçbir kulak işitmemiş ve hiçbir beşe­rin aklına gelmemiştir. Bundan sonra Yüce Allah, kâfirlerin bu dünyada el­de ettikleri nimet, refah ve sevince dikkat çeker ve bunların geçici oldu­ğunu açıklıyarak şöyle buyurur. [404]
196. Ey Muhatap! Kâfirlerin refah içersinde, mal, mevki ve makam kazanmak için diyar diyar dolaşması sakın seni aldatmasın, , azıcık' bir men­faattir. Ondan az bir zaman faydalanırlar, sonra bu nimet yok olur gider, âhirette onların varacakları yer cehennemdir. Cehennem ateşi ne kötü ya­tak ve barınacak yerdir. [405]
198. Fakat, Rabblerine karşı gelmekten sakınanlar için zemininden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları naîm cennetleri vardır Bu, Allah tarafından bir ziyafet ve ikramdır. İyi kişiler için Allah katındaki sevap ve ikram, kâfirlerin içinde yüzdükleri geçici, az dünya metamdan daha hayırlıdır. Sonra Yüce Allah Ehl-i kitabtan bazılarının iman ettiğini bildirerek şöyle buyurur: [406]
199. Yahudi ve H iristi yanlardan bir grup Allah'a hakkiyle iman eder. Onlar size indirilen' Kur'an'a ve kendilerine indirilen Tevrat ve İncil'e inanırlar. Bunlar Abdullah b. Selâm ve arkadaşları ile Necâşî ve ona uyanlardır. i Bunlar Allah'a tam mânâsıyle boyun eğerler. Bunlar haham ve rahiplerin yaptığı gibi, değersiz bir dünya metai için, Hz. Mu-hammed (s.a.v.)'in nitelikleri ve şeriatın hükümleriyle iligili, kitaplarında mevcut olan Allah âyetlerini az bir paraya satmazlar. İşte onlar için Rableri katında, imanlarının sevabı vardır. Bu onlara kat kat verilecektir. Nitekim bir başka âyet-i kerimede şöyle buyrulumuştu Ecirleri onlara iki defa verilecektir.[407] Şüphesiz Allah hesabı çabuk olandır. O her şeyi bildiği için, hesabı çabuk­tur. Herkesin sevabını ve cezasını bilir. İbn Abbas ve Hasan-i Basrî şöyle der!er:Bu âyet Necâşî hakkında nazil olmuştur. Necâşî Ölünce Cebrâîl (a.s.) onun ölüm haberini Rasulullah (s.a.v.)'a getirdi. Rasulullah, Ashabına şöyle buyurdu: Kalkınız kardeşiniz Necaşi'nin cenaze namazını kılınız. Ashab-ı kiram birbirlerine: "Rasulullah (s.a.v.) bize, Habeş kâfirlerinden bir kâfirin namazını kılmamızı emrediyor" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah âyetini indirdi. Bundan sonra Yüce Allah bu müba­rek sûreyi, dünya ve âhiret mutluluğunu kuşatan şu emriyle sona erdirir: [408]
200. Ey mü'minler! itaat zorluğuna ve başınıza gelen sıkıntılara sabredin. Savaşın şiddetine sabrederek Allah düş­manlarına galip gelin, Savaşa ve mücadeleye hazır bir vaziyette sınır boylarınızı bekleyin. Allah'tan kokun ve O'nun emrine muhalefet etmeyin ki, dünya ve âhiret saadetini kazanasınız. [409]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek âyetler bir çok edebî sanatı ihtiva etmektedir. Bunlar aşağıda sıralanmıştır:
1. lafzının 5 defa zikredilmesinde itnâb vardır. Bundan maksat, yalvarıp yakarmada mübalağa etmektir.
2. "Gökler" ile "yerler" "gece" "gündüz", ayakta" ile "oturarak" ve "erkek" İle 1 "kadın" kelimeleı1!! ara­sında tıbak sanatı vardır.
3. "Peygamberlerinin vasıtasıyle bize vadeitiğin" Burada hazif yoluyla icaz vardır. Takdirî, peygamberinin di­liyle... şeklindedir. Aynı şekilde cümle­sinde de hazif yoluyla icaz vardır. Takdiri, şeklindedir. Buna göre mânâ: "onlar göklerin ve yerin yaratılışını düşünerek, "Rabbimiz, bunu bo­şuna yaratmadın" derler" şeklindedir.
4. "İman ediniz" ile Luü "İman ettik" "iş yapan" ve ilu "çağıran" ile "çağırıyor" kelimeleri arasında cinâs-ı mugayir vardır.
5. Akıl sahipleri için alâmetler vardır. Burada kelimesinin nekre olarak getirilmesi alâmetlerinin büyüklüğünü gösterir, jl nin haberin başına gelmesi ise daha fazla pekiştirme ifade eder.
6. İnkarcıların refah içinde dolaşması seni al­datmasın" âyetinde istiare vardır. Burada kelimesi, "yeryüzünde ka­zanç elde etmek maksadıyla dolaşmak" yerinde müstear olarak kullanıl­mıştır. Allah daha iyi bilir. [410]

Faydalı Bilgiler

1. Ayette yanıcıyı düşünmeyi nehyetmek için, sadece yaratılanları düşünme zikredildi. Hadiste şöyle zikredilmiştir Yaratılanları düşünün, fakat yaratanı düşünme­yin. Çünkü siz Allah'ı hakkıyla takdir edemezsiniz" Bu, Allah'ın zâtının ve sıfatlarının künhüne ulaşılamıyacağı içindir. Bazı âlimler şöyle der: "Alla­h'ın zâtı hakkında düşünen kimse, güneşin kendisine bakan kimse gibidir. Çünkü Allah'ın bir benzeri yoktur.
2. "Ey Rabbimiz" ismi 5 defa nida edilmiştir. Bunların hepsi Allah'ın şefkat ve merhametini istemek için söylenmiştir. Çünkü Allah'ın rahmeti terbiye, mülk ve İslaha delâlet eden bu mübarek isimle çağrılarak istenir.
3. Hz. Aişe (r.a)'ye, Rasulullah (s.a.v.)'tan gördüğü en hoş olay sorul­du. Ağlayarak şöyle cevap verdi: Onun yaptığı her iş hoştu. Benimle kala­cağı bir gece yanıma geldi. O kadar yaklaştı ki, teni tenime dokundu. Sonra şöyle buyurdu: "Bana müsaade et, Rabbime ibadet edeyim" Dedim ki: Val­lahi, senin bana yakın olmanı da istiyorum, isteğini yerine getirmek de is­tiyorum" Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) kalktı, evde bulunan bir su tulu­munun yanma gitti. Abdest aldı. Abdest alırken çok su kullanmadı. Sonra kalkıp namaz kıldı ve sakalları ıslanıncaya kadar ağladı. Sonra secdeye ka­pandı, yer ıslanıncaya kadar ağladı. Sonra yanı üzerine yattı. Bilal gelip onu sabah namazına çağırmcaya kadar ağladı. Bilâl: "Ya Rasulullah, niçin ağlıyorsun? Halbuki Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladı! dedi. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Sana yazıklar olsun Bilâl, bu gece Allah bana şu âyeti indirdikten sonra, artık nasıl ağlamam: ...Daha sonra şöyle buyurdu: Bu âyetleri okuyup da, gökler ve yerler hakkında düşünmeyenlere yazıklar olsun[411] Allah'ın yardımıyle Âl-i Irnran sûresi bitti. [412]


[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/339.
[2] Müslim, Müsafirin 253
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/340.
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/340.
[4] Kurtubî 4/9.
[5] Kurtubî 4/19
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/342-343.
[6] Fahr-ı Râzî, 7/165;.Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/288.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/343.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/343.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/343.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/343.
[10] Bu, Katade ve Rabi'in görüşüdür. İbn Cerir de bu görüşü tercih ederek şöyle der: Furkan, hidâyet ile dalâleti, doğrulukla sapıklığı birbirinden ayıran, mânâsına gelen bir mastardır. Daha önce ı_. âyetinde zikredilen Kur'an, burada tazim için tekrarlanmıştır.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/343-344.
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/344.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/344.
[14] Nisa sûresi, 4/171
[15] Zuhruf sûresi, 43/59
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/344-345.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/345.
[18] Nisa sûresi 4/87
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/345.
[20] Telhisu'l-beyan 17
[21] A.g.e. aynı yer
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/345-346.
[22] Müslim, İlim, 1
[23] Kurtubî 4/9
[24] Hud sûresi, 11/1
[25] Zümer suresi 39/23
[26] Mü'minun sûresi, 23/101
[27] Saffat sûresi, 87/27
[28] Nisa sûresi, 4/42
[29] Enam sûresi, 6/23
[30] Zumer sûresi 39/68
[31] Nâziât sûresi 79/30
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/346-347.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/349-350.
[34] Kurtubî,4/31
[35] Gaşiya sûresi, 89/25
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/350-351.
[37] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/268 Vahidî Esbâbu'n- nuzûl s.s. 54
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 351.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/351.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/351.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/351.
[41] Âl-i İmrân sûresi, 3/160
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/351-352.
[43] Buharî, Nikah 17
[44] Fecr sûresi, 89/20
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/352-353.
[46] Buharî, Rikâk 51
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/353.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/353.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/353.
[50] Ebussuûd Tefsiri, 1/221
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/353-354.
[52] Ankebut sûresi, 20/38
[53] Kehfsûres,il8/7
[54] Bu hadisi Buharı rivayet etmiştir.
[55] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/271
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/354.
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/356.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/357.
[58] el-Kurtubî, IV/415 el- Bahru'l-muhît 11/401
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/357.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/357.
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/357-358.
[61] Ebussuûd Tefsiri, 1/223
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/358.
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/358-359.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/359.
[64] Geniş bilgi için Bak. Buhârî Tefsiri sûre, Bab 3.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/359.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/359.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/359-360.
[67] Nisa sûresi, 4/138
[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/360.
[69] Tâhâ sûresi, 20/114
[70] Bu hadisi Teberânî Kebîr'inde rivayet etmiştir
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/360.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/361.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/363.
[73] Â'râf sûresi, 7/40
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/363.
[75] Kurtubî, rV/52
[76] Revâiu'l-beyân, 1/399
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/364.
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/364.
[78] Taberî Tefsiri, v/309 Bu âyet-i kerimenin tefsirinde, Şehit Seyyid Kutub'un parlak bir görüşü vardır. Bunu "Fî zil âl" adlı tefsirinden özel olarak naklediyoruz. Merhum şöyle der : Gecenin gündüze, gündüzün geceye katılması demek, mevsimlerin değişmesiyle birbirlerin­den zaman almaları demektir ister gündüz geceden alsın, ister gece gündüzden alsın, akıl. Allah'ın, gökleri hareket ettiren kudretini görür gibi olur. Bu kudret, güneş küresinin karşısında yer küresinin karanlıklarını tedrici olarak giderir ve gündüzleri uzatır. Karanlık yerlerle aydınlık yerleri değiştirir. Yavaş yavaş, gece karanlığı gündüz aydınlığının yerini alır. Gündüzün aydınlığı da yavaş yavaş, gece karanlığının yerini alır. Kış mevsiminde gecel­er uzayıp gündüzler kısalır, yaz mevsiminde ise gündüzler uzayıp geceler kısalır... Hayat ve Ölüm de bunun gibidir. Bunlar da yavaş yavaş birbirlerinin yerini alırlar. Canlı varlıklarda, her an, ölüm ile hayat yanyana yürür. Bir taraftan ölüm onun bir miktarını yıkarken, Öte yan­dan hayat onu yapar. Canlı hücreler ölür gider, onun yerine yeni hücreler yapılır. Gece ile gündüzün her anında da bu devr-i dâim vardır. İşte Kur'an'ın bu kısa işareti, bu olayları insan aklına göstermektedir. Hiçbir İnsan, bunlardan herhangi bir şeyi yapabileceğini iddia ede­mez. Hiçbir akıllı, bunları programsız ve tesadüfen meydana geldiğini söyleyemez. Bunlar, ancak, yoktan yaratan, herşeyden haberdar olan ve herşeyi bir program dahilinde yapan bir kudretin idare ettiği son derece gizli, büyük hareketlerdir. (Fİ Zılali'l-Kur'an, TU/170)
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/364-365.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/365.
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/365.
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/365-366.
[83] Muhtasa-ı r İbn kesîr, 1/227
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/366.
[84] Tahrîm sûresi, 66/8
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/366.
[86] Bu mânâ, âyeti yukarıda belirtilen son vecih ile tefsir edenlerin görüşüdür. O da şudur Allah mü'mini kâfirden, kâfiri mü'minden çıkarır. Yüce Allah'ın ıkeı dirilttiğimiz..." (En'am sûresi, 6/122) eyeti de bu mânâya delalet eder. Hasan-i Basrî'nin göri şüdiir.
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/366-367.
[88] Nisa sûresi, 4/78
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/367.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/367.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/369.
[92] el-Bahru'1-muhît 11/433
[93] Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir 8/39; Taberî ve Kurtubî'de de benzeri ifadeler vardır.
[94] Taberî, 6/386
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/370.
[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/370-371.
[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/371.
[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/371.
[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/371.
[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/371-372.
[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/372.
[102] İbn Kesir Kadı İyazdan naklen şöyle der: Bilesin ki Allah Tealanın Yahya (a.s.)'yı "hasûr" diye sena etmesi, bazılarının dediği gibi, onun iktidarsız olmasından veya tenasül uzvu bulunmamasından dolayı değildir. Bilakis çok güçlü müfessirler bu iddiayı reddederek şöyle derler: Bu bir kusur ve eksikliktir. Peygamberlere yakışmaz. Hasûr kelimesinin mânâsı: "O, günahlardan korunmuş" demektir. Yani o, adeta muhasara altına alınmış gibi, günah işleyemez, veya nefsini şehevi arzulara karşı korur,. Buradan anlaşıldı ki, cinsî iktidarsızlık bir kusur ve eksikliktir. Fazilet olan, cinsî güç mevcut olduğu halde, ya Hz. îsâ'nm yaptığı gibi mücahede ile" veya Hz. Yahyâda olduğu gibi, Allah'ın yardımıyle şehevî arzuları engel-ienmektir.
[103] Kasas sûresi, 28/7.
[104] Muhtasar-ı İbn Kesir 1/285
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/372.
[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/372.
[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/372.
[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/373.
[108] Ebussuûd Tefsiri, 1/230
[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/373.
[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/376.
[111] Keşşaf, 1/278
[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/376.
[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/376.
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/36-377.
[115] Taberî,VI/351 (56 ) Keşşaf, 1/278
[116] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/377.
[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/377.
[118] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/377.
[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/377-378.
[120] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/378.
[121] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/284
[122] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/378.
[123] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/378.
[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/378.
[125] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/379.
[126] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/379.
[127] Bakınız, Celaleyn Haşiyesi, Sâvî.cJ
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/379.
[128] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/382.
[129] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/382.
[130] Kurtubî, 4/103; Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s. 5S
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/382-383.
[131] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/383.
[132] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/383.
[133] Müşâkelet: Daha Önce de geçtiği gibi, lafızda bir mânâda farklı olmak demektir.
[134] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/383.
[135] Taberî, 6/458
Onun, gündüzleyin üç saat süresince öldüğünü, sonra göklere kaldırıldığını söyleyen bazı müfeasirler üe, "vefat'tan maksat, uyku vefatıdır" diyenlerin görüşleri zayıftır. Muhakkkik alimler bunu reddetmişlerdir. Kurtubî şöyle der : Doğru olan, Allah'ın onu öldürmeden ve uy­utmadan göğe kaldımıasıdır. Hasan-ı Basrî ve İbn Zeyd böyle söylemiştir. Taberî bunu tercih etmiştir İbn Abbas (r.a.)'tan gelen sahih rivayet de böyledir.
[136] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/383-384.
[137] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/384.
[138] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/384.
[139] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/384.
[140] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/384.
[141] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/384.
[142] Müslim, Fezâilu's-sahabe 32.
[143] el-Bahnı'1-muhît, 2/480
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/384-385.
[144] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/385.
[145] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/385.
[146] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 385.
[147] el-Bahru'1-muhît, 2/472
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/385-386.
[148] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/389.
[149] Ebu Ubeyde, Mecâzu'l-Kur'an,s. 97
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/389.
[150] Mecmau'l-beyan, 11/456
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/389.
[151] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/390.
[152] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/390.
[153] el-Bahnı'1-muhît, 11/486
[154] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/390-391.
[155] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/391.
[156] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/391.
[157] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/391.
[158] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/391.
[159] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/391.
[160] Muhtasar-i İbn Kesir, 1/291
[161] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/391-392.
[162] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/392.
[163] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/392.
[164] Bu bölüm el-Bahru'l-muhît'ten alınmıştır.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/392-393.
[165] Buhârî, Bedu'1-vahy 6, Tefsir-i Sure 3, Bab 4; Müslim, Cihad 74.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/393.
[166] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/395.
[167] Taberî, VI/540
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/395-396
[168] Kurlubî,TV/120
[169] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/396.
[170] Kurtubı, rV/119
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/396.
[171] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/397.
[172] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/397.
[173] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/397.
[174] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/397-398.
[175] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/398.
[176] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/398.
[177] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/398.
[178] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/401.
[179] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/401.
[180] Nesâî, Tahrîm 15. : Bkz Kurtubî, 4/129
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/401-402.
[181] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/402.
[182] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/402.
[183] Taberî, 6/576
[184] Muhtasar-ı İbn Kesir, T/297
[185] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/402.
[186] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/402-403.
[187] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/403.
[188] Taberî, 6/575
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/403.
[189] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/403.
[190] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/403.
[191] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/403.
[192] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/403-404.
[193] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/404.
[194] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/404.
[195] Buhârî, Enbiya; Müslim, Münafıkîn,51
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/404-405.
[196] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/408.
[197] Kurtubî, 4/156
[198] Hûd sûresi, 11/43
[199] Tevbc sûresi, 9/109
[200] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/408.
[201] Vahidî, Esbâbu'n- nuzûl; s.66 Keşşaf, 1/301
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/409.
[202] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/409.
[203] Keşşaf, 1/295
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/409-410.
[204] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/410.
[205] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/410.
[206] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/410.
[207] Bakara sûresi, 2/126
[208] Muhtasarı İbn Kesir, 1/303
[209] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/410-411.
[210] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/411.
[211] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/411.
[212] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/411.
[213] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/411.
[214] Aynı eser, 1/304
[215] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/411-412.
[216] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/412.
[217] Ebussuûd, 1/255
[218] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/412-413.
[219] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/413.
[220] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/415.
[221] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/415-416.
[222] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/416.
[223] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/416.
[224] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/416.
[225] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/416.
[226] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/416.
[227] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/416.
[228] Buhârî, Tefsir-i sûre 3, 7
[229] Muhtasar-ı İbn Kesir, I/3U
[230] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/416-417.
[231] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/417.
[232] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/417.
[233] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/417-418.
[234] Keşşaf, 1/308 (özet olarak)
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/418.
[235] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/418.
[236] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/420.
[237] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/421.
[238] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s.68
[239] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/421.
[240] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/421.
[241] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/321-422.
[242] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/422.
[243] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/422.
[244] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/422.
[245] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/422.
[246] Bu görüş Taberi ve birçok müfessirin görüşüdür. Bir başka görüşe göre, bu âyetten mak­sat; onların kafalarına vurmak ve onları kızdırmaktır. Buna göre mânâ şöyle olur: Onlar um­duklarını bulamiyacaklardır. Çünkü ölüm daha yakındır. Kurtubî de böyle der. (1/183)
[247] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/422-423.
[248] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/423.
[249] Telhisu'l-beyan, s. 21
[250] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/423-424.
[251] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/424.
[252] Buhârî, Tefsir-i Sûre 3, Bâb:8
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/426-427.
[253] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/427.
[254] Müslim, Cihad 104
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/427.
[255] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/428.
[256] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/428.
[257] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/428.
[258] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/428.
[259] Bir görüşe göre nin mânâsı, alâmetienmig demektir. Urve b. Zübeyr şöyle der: Me-iekler alaca atlar üzerinde idiler. Başlarında beyaz sankîar vardı. Onları omuzlarından aşağı sarkıtmışlardı. Bakınız, Taberî ve Keşşaf.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/428.
[260] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/428-429.
[261] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/429.
[262] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/429.
[263] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/429.
[264] Mııhtasar-ı İbn Kesîr, 1/318
[265] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/429-430.
[266] el7Bahru'I-Muhit, 3/54
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/430.
[267] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/433-434.
[268] Kurtubî, 4/217
[269] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/434-435.
[270] Hadîd sûresi, 57/21
[271] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/435.
[272] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/435.
[273] Fahişe zina demektir. Nefse zulüm ise, bundan daha aşağı derecede günah olan bakma ve dokunma demektir.
[274] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/435.
[275] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/435-436.
[276] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/436.
[277] Taberî ve bazı tefsircilcr, bu ism-i işaretin, daha Önce zikri geçen şeylere râci olduğu görüşünü lercih ederler. Buna göre mânâ şöyle olur: Size açıkladığım ve geçmiş ümmetlerin helakine dair size verdiğim haberlerde, insanları körlükten kurtaracak bir beyan, sapıklıktan kurtaracak bir hidâyet ve müttekîler için bir ibret vardır.
[278] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/436.
[279] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/436.
[280] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/436.
[281] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/436.
[282] Taberî Tefsiri
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/436-437.
[283] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/437.
[284] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/437.
[285] Şûra sûresi, 42/20
[286] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/437-438.
[287] Taberî'ye göre mânâsı, büyük topluluklardır. Bu Katâde'nin görüşüdür. Ha-san-ı Basrî'ye göre bundan maksat çok sayıda âlimlerdir.
[288] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/438.
[289] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/438.
[290] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1438.
[291] Telhîsu'l- beyan s.21
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/438-439.
[292] el-Bahm'1-muhît, 3/58
[293] Bu hadisi Ahmed b. Hambel rivayet etmiştir.
[294] Hadîd sûresi, 57/21
[295] Bakara suresi 2/148
[296] Cuma sûresi, 62/9
[297] Muttaffifin sûresi, 83/26
[298] Mülk sûresi 67/15
[299] Müzzemmü sûresi, 73/20
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/439-440.
[300] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/443.
[301] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/444.
[302] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s.72
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/444.
[303] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/44-445.
[304] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/445.
[305] Buhârî, Teyemmüm 1, Salat 56; Nesai, Gusl, 26
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/445.
[306] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/445-446.
[307] Taberî, buradaki bâ harf-i çerinin ala mânâsında olduğu görüşündedir. Buna göre mânâ şöyle olur: Peygamberin emrine muhalefet ve ona isyan etmeniz sebebiyle, Allah size üzün­tü üzerine üzüntü verdi. Nitekim ve sizi mutlaka burma dallarına asa­cağım. (Tâhâ 20/71) âyetinde de fî harf-i çeri alâ mânâsında kullanılmıştır. Yukarıdaki âyet­te de aynı durum vardır. İbn Kayyım bu görüşü tercih etmiş. Tbn Kesir de buna itimat etmiş­tir.
[308] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/446.
[309] Buhârî, Tefsiru'l-Kur'an, 3/11; Tirmizî, K. Tefsiri'l-Kui-'an, b.4,3008
[310] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/330
[311] Kurtubi 4/242
[312] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/446-447.
[313] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/447.
[314] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/447-448.
[315] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/448.
[316] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/448
[317] Ebussuûd, 1/282
[318] Şerif Râdî, Telhisu'l-beyan, s.22
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/448-449.
[319] Geniş bilgi için bkz, Buharı, Meğâzi 17
[320] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/449.
[321] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/452.
[322] el- Bahru'l-muhît, 3/81
[323] Nûr sûresi, 24/8
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/452-453.
[324] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s.72
[325] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/453.
[326] Taberî, 7/334
[327] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/453.
[328] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/453.
[329] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/454.
[330] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/454.
[331] Taberi 7/367
[332] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/454.
[333] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/454-455.
[334] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/455.
[335] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/455.
[336] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/455.
[337] el-Bahnı'l-muhît, 3/101
[338] Telhisu1-beyan, 22
[339] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/455-456.
[340] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/456.
[341] Talak sûresi, 65/3
[342] et-Teshîl li ulûmi't-tcnzîl, 1/122
[343] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/456.
[344] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/459.
[345] Teğâbun sûresi, 64/6
[346] Kurtubî, 4/286
[347] Yasin sûresi, 36/59
[348] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/459-460.
[349] Esbâbu'n-nuzûl, s. 73; Kurtubî, 4/268; Ebu Dâvud, Cihad 27
[350] Tirmizî, K. Tefsiri'1-Kur1 an, b.4 /3010; İbn Mace, Mukaddime 13. Kurtubî de de böyle­dir. Bakınız cilt 4, s.268.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/460.
[351] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/460-461.
[352] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/461.
[353] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/461.
[354] Hamrâu'l-esed, Medine-i Münevvere'den 8 mi! uzaklıkta bir yerin adıdır.
[355] Muhtasar-i İbn Kesir, 1/338
[356] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/461.
[357] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/461-462.
[358] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/462.
[359] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/340
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/462.
[360] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/462.
[361] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/462.
[362] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/462-463.
[363] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/340
[364] Taberî, 7/427
[365] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/463.
[366] Buhârî, Tefsir-i sûre 3, 14, zekat 3; Nesâî, zekat 20
[367] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/463-464.
[368] el-Bahru'1-muhît, 3/129
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/464.
[369] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/464.
[370] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/467.
[371] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/467.
[372] Vahidî, Esbâb-ı nuzûl, s.76, Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/342
[373] Râzî, Tefsir-i Kebir, 9/121
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/468.
[374] Bakara sûresi, 2/245
[375] Maide sûresi, 5/64
[376] Kurtubî, 4/294
[377] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/469.
[378] Keşşaf, 1/344
[379] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/469-470.
[380] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/470.
[381] Rahman sûresi, 55/26
[382] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/343
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/470.
[383] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/470.
[384] et-Teslıil li ulûmi't-tcnzil, 1/126
[385] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/470-471.
[386] Keşşaf, 1/345
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/471.
[387] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/471.
[388] Keşşaf I/345
[389] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/471-472.
[390] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/472.
[391] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/472.
[392] Yusuf sûresi, 12/105
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/475.
[393] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/475.
[394] Tabcıî, 7/488, Vahidî, Esbabu'n-nuzûl, s.80
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/476.
[395] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/476.
[396] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/476.
[397] Bakara sûresi, 2/254
[398] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/476.
[399] Nisa sûresi, 4/31
[400] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/476-477.
[401] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/477.
[402] Kurtubî, 4/318
[403] Taberî şöyle der: Yardım, din ve millet hususunda müştereksiniz. Bizim yaptığımız tefsir Celâleyn'İn görüşüdür ve daha açıktır.
[404] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/477.
[405] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/477.
[406] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/478.
[407] Kasas sûresi, 28/54
[408] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/478.
[409] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/478.
[410] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/478-479.
[411] Bu hadisi îbn Merdeveyh rivayet etmiştir. Bakmış, Muh. İbn Kesir I/34S.
[412] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/479-480

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder