MUTAFFİFÎN SÜRESİ

Hiç yorum yok
. 5

MUTAFFİFÎN SÜRESİ

Mekke'de inmiştir, 36 âyettir.

Takdim

Bu mübarek sûre Mekke'de inmiştir. Bunun hedefi de Mekke'de inen sûrelerin hedefi ile aynıdır. Bu da inanç meselelerini ele alır ve amansız düşmanlarına karşı İslam davetinden bahseder.
Bu mübarek sûre ölçü ve tartıda eksik yapanlara karşı savaş ilanı ile başlar. Bunlar âhiretten korkmayan ve hakimler hakiminin önündeki o kor­kunç duruşmayı hesaba katmayanlardır: "İnsanlardan alırken ölçüp tarttık­larında tam, onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise noksan yapan hi-lekârlara yazıklar olsun. Onlar bilmiyorlar mı ki, büyük bir günde diriltile­cekler. Öyle bir gün ki, insanlar o günde Alemlerin Rabbinin huzurunda du­racaklardır."
Bundan sonra sûre mutsuz kâfirlerden bahsederek davranışlarından dolayı onları tehdit eder. Kıyamet günü çekecekleri cezayı, cehenneme nasıl sevkedileceklerini tasvir eder: "Daha doğrusu, kötülük edenlerin yazısı Siccîn'dedir. Sİccîn'in ne olduğunu sen nerden bileceksin? O, amel­lerin yazıldığı bir kitaptır. Vay haline o gün, yalanlayıcıların!"
Bundan sonra sûre. takva sahibi itaatkâr kulların sayfasını açar ve iz­zet ve ikram yurdunda onlar için hazırlanmış olan ebedî nimetleri anlatır. Bu, Yüce Allah'ın, bedbaht âsiler için hazırladığı şeylerin karşılığında, Kur'ân'ın özendirme ve korkutmayı birlikte yapma üslubu ile anlatılır: "İyiler kesin olarak cennettedir. Onlar cennette koltuklar üzerinde etrafa bakarlar. Onların yüzünde nimet ve mutluluk sevinci görürsün. Kendilerine mühürlü hâlis bir içki sunulur. Onun sonu misktir. İşte yarışanlar ancak bun­da yarışsınlar."
Bu mübarek sûre, sapık ve mutsuzların, Allah'ın seçkin kullan karşı­sındaki tutumlarım anlatarak sona erer. Şöyle ki, dünyada iken bedbahtlar, imanları ve amelleri sebebiyle mü'minlerle, alay ederlerdi: "Kuşkusuz günahkârlar iman edenlere gülerler yanlarından geçerken onlarla kaş göz hareketleriyle alay ederlerdi." [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1, 2, 3. İnsanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam, onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise noksan yapan hilekârlara yazıklar olsun!
4, 5, 6. Onlar düşünmezler mi ki, büyük bir gün­de diriltilecekler. Öyle bir gün ki, insanlar o günde Âlemlerin Rabbinin huzurunda dîvan duracaklar.
7. Hayır, (gerçek, onların düşündüğü gibi değil­dir.) Kötülük edenlerin yazısı, (kaderi) muhakkak Siccîn dedir..
8. Siccîn'in ne olduğu sana anlatıldı mı?
9. (O amellerin) sayılıp yazıldığı bir kitaptır.
10. O gün vay haline yalancıların!
11. Ki onlar, ceza gününü yalan sayarlar.
12. Onu ancak sınırı aşan ve günaha düşkün kim­seler yalanlar.
13. O gibilere âyetlerimiz okununca "Eskilerin masalları" derler.
14. Hayır! Öyle değil, bil'akis onların kazanmakta oldukları kötülükler kalblerini paslandırmıştır.
15. Evet! Onlar şüphesiz o gün Rablerini görmek­ten mahrumdurlar.
16. Sonra onlar cehenneme girerler.
17. Sonra onlara, "İşte yalanlamış olduğunuz bu­dur" denilir.
18. Hayır! Andolsun iyilerin kitabı İlliyyûn'dadır.
19. İlliyyûn nedir, sana söyleyen oldu mu?
20. O, içinde amellerin yazıldığı bir kitaptır.
21. O kitabı, Allah'a yakın olanlar görür.
22. İyiler kesinkes cennettedir.
23. Onlar orada koltuklar üzerinde etrafa bakar­lar.
24. Onların yüzünde nimetin ve mutluluğun sevin­cini görürsün.
25. Kendilerine damgalı hâlis bir içki sunulur.
26. Onun sonu misk-ü anberdir. İşte yarışanlar ancak onda yarışsınlar.
27. Karışımı Tesnîm'dendir,
28. (Allah'a) yakın olanların içecekleri bir kay­naktır (o Tesnîm.)
29. Şüphesiz günahkârlar, îman edenlere güler­lerdi.
30. Mü'minlere uğradıklarında, kaş göz hareke­tiyle alay ederlerdi.
31. Kendi adamlarının yanına döndüklerinde, (ina­nanlarla alay etmekten) zevk alarak dönerlerdi.
32. Kâfirler mü'minleri gördüklerinde "Şüphesiz bunlar yanlış yola girmiş- sapıklardır" derlerdi.
33. Halbuki onlar, mü'minler üzerinde bekçiler olarak gönderilmediler.
34. İşte bugün de îman edenler kâfirlere gülerler.
35. Koltuklar üzerinde etrafa bakarlar.
36. Kâfirler, yaptıklarının cezasını buldular mı? (Elbette buldular).

Kelimelerin İzahı

Mutaffifm, ölçü ve tartıda eksik yapan anlamındaki ouk» ke­limesinin çoğuludur. Eksiltmek demektir. Bunun aslı, az şey'mânâ­sına gelen dendir. Çünkü mutaffif, yani eksilten, ölçüp tartarken ancak az bir şey çalar.
Örttü, kapladı. Bu, kılıcın üzerini kaplayan pasa benzer. As­lında bu kelime, üstün gelmek manasınadır. Şarap, onu içenin aklına galip gelip sarhoş ettiğinde, denir. Şâir şöyle der:
Nice günah, günahkârın kalbine hakim olmuştur.[2]
Rahîk, "En iyi cins ve en saf şarap" demektir. Cevherî der ki: Rahîk, saf şaraptır. Ahfeş de şöyle der: "Hilesiz şarap" demektir. Şâir Hassan şöyle der:
Barada nehrinin suyu saf şaraba karıştırılır.[3] Fekihîn, hoşlanarak ve zevk alarak. Alay olsun diye, gözleriyle onları gösterirler. Cezalandırıldı.
Tesnîm, şarabı en iyi olan yüksek bir pınar. Tesnîm, aslında, yükseklik mânâsındadır. Devenin hörgücü anlamına gelen » kelimesi de bundandır. [4]

Nüzul Sebebi

İbn Abbâs'tan rivayet edildiğine göre o, şöyle demiştir: Rasuhillah (s.a.v) Medine'ye geldiği sıralarda, Medineliler ölçüyü en kötü yapanlardan idiler. Bunun üzerine Yüce Allah, "Ölçü ve tartıyı eksik yapanlara yazıklar olsun" âyetim indirdi. Bundan sonra ölçü ve tartıyı güzel yaptılar.[5]

Âyetlerin Tefsiri

1. Ölçü ve tartıyı eksik yapan o günahkârların vay haline! Bundan sonra Yüce Allah, onların çirkin vasıflarını anlattı: [6]
2. İnsanlardan ölçüp aldıklarında, kendi­leri lehine ölçüyü tam yaparak alırlar. [7]
3. İnsanlara vermek için ölçüp tarttık­larında ölçü ve tartıyı eksik yaparlar. Tefsirciler şöyle der: Bu âyetler, Ebû Cüheyne diye bilinen bir adam hakkında inmiştir. Onun iki ölçeği vardı. Bi­risi ile alır, diğeri ile verirdi. Bu, ölçü ve tartıyı eksik yapan herkes için bir tehdittir. Allah, Şuayb (a.s)'m kavmi ölçü ve tartıyı eksik yaptığı için onları yok etmiştir. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Onlar ne zaman ölçüyü eksik yaptılarsa bitkiden mahrum edildiler, senelerce cezalandırıldılar"[8]
4, 5. O eksik ölçüp eksik tartanlar, çok korkunç ve dehşetli bir günde yeniden diriltileceklerini kesin bir şekilde
bilmiyorlar mı? [9]
6. O gün insanlar mahşerde, Âlemlerin Rabbine boyun eğmiş bir halde, baş açık ayak çıplak dururlar. Ebû Hayyân şöyle der: İnkâr ve hayret ifade eden bu soru, o günün büyük olarak nitelenmesi, insan­ların boynu bükük bir şekilde Allah'ın huzurunda durmaları ve Allah'ın, Âlemlerin Rabbi olarak nitelenmesi, o işin yani eksik ölçme ve tartmanın günah olduğuna delildir.[10] İbn Ömer'den rivayet edilen bir hadiste Hz. Pey­gamber (s.a.v) şöyle demiştir: O gün insanlar, Âlemlerin Rabbinin huzurun­da dururlar. Neticede onlardan her biri, kulaklarının yarılarına kadar ter içinde kaybolacaklardır.[11]
Bundan sonra Yüce Allah, âsilerle itaatkârları bekleyen âkibeti an­lattı: [12]
7. Hayır! O eksik ölçüp tartanlar, öldükten sonra dirilme ve cezadan gafil olmayı bıraksınlar. Çünkü o âsi mutsuzların amel defterleri, aşağıların aşağısı, dar bir yerdedir. [13]
8. Bu, Siccîn'in büyüklüğünü ve korkunçluğunu göste­ren bîr sorudur. Yani, "Sen, Siccîn nedir bilir misin?" [14]
9. O, kumaştaki desen gibi, unutulmaz ve silinmez, yazılı bir kitaptır. Onların kötü amelleri, bu kitapta tesbit edilmiştir. İbn Kesîr şöyle der: Siccîn, hapsetmek mânâsına gelen "secn" kökünden alınmış olup dar manasınadır. Günahkârların dönüşü, hem dar hem de alçak olan, aşağıların aşağısı cehenneme olacağı için, Yüce Allah, onun yazılıp işi bi­tirilmiş bir kitap olduğunu ve hiç kimsenin oraya ilave edilmeyeceğini, ora­dan hiç kimsenin isminin çıkarılmayacağını bildirdi.[15]
10. O gün, yalanlayanların vay haline! [16]
11. Onlar, hesap ve ceza gününü yalanlayanlar­dır. [17]
12. Hesap ve ceza gününü, inkâr ve sapıklığa düşerek haddi aşanlar, isyan ve taşkınlık yaparak aşırı gidenlerden ve çok günah işleyenlerden başkası yalanlamaz.
Bundan sonra Yüce Allah, şöyle buyurarak o bedbahtın suçunu açıkladı: [18]
13. Öldükten sonra dirilme ve cezanın olacağını anlatan Kur'ân âyetleri ona okununca: "Bunlar öncekilerin hikâye ve hurafeleridir. Bunları kitaplarına yazıp onları yalanla süslemişlerdir" dedi. [19]
14. Hayır, o âsi kişi, bu bâtıl iddia­dan vaz geçsin. Kur'ân, öncekilerin hurafeleri değildir. Aksine, işlemiş ol­dukları günahlar onların kalplerini örtmüş, gözlerini kör etmiştir. Böylece hakkı bâtıldan ayıramaz hale gelmişlerdir. Tefsirciler şöyle der: " er-Rân," kalp kararıncaya kadar onu örten günahtır.[20]
15. O yalanlayıcılar, sapıklık ve azgınlık­larından vaz geçsinler. Çünkü âhirette onlar, Yüce Allah'ı görmekten mahrum kalacak.
Hadiste şöyle buyrulmuştur: «Kul bir hatâ işleyince, kalbinde siyah bir nokta belirir. On­dan vazgeçer, Allah'tan kalacak, Onu göremeyeceklerdir. Şafiî şöyle der: Bu âyette, mü'minlerin Yüce Allah'ı göreceklerine delil vardır. İmam Mâlik de der ki: Düşman­larının önlerine perde çekilip Allah'ı göremeyince, dostlarına tecelli eder ve onlar Allah'ı görürler.[21]
16. Sonra onlar Allah'ı görmekten mahrum olma­larına ilave olarak, mutlaka cehenneme girecek ve onun elem verici azabı­nı tadacaklardır. [22]
17. Sonra kınama ve azarlama yoluyla, ce­hennem bekçileri onlara şöyle derler: Bu, dünyada yalanlamakta olduğunuz azaptır. "Bu bir büyü müdür, yoksa siz mi görmüyorsunuz?"[23]
Yüce Allah günahkârların durumunu anlattıktan sonra iyilerin durum­larını anlattı: [24]
18. Buradaki men ve engelleme edatıdır. Yani iş, onların iddia ettiği gibi olmayıp kötülerle iyiler bir değildir. Aksine kötülerin amel defteri Siccîn'de, iyilerin ki ise "İlliyyîn"dedir. İlliyyîn, cennetin en yüksek yerinde şerefli ve yüce bir makamdır. İbn Cüzey şöyle der: İlliyyîn kelimesi, mübalağa kipidir. Bu kelime, yükseklik mânâsına gelen den türemiştir. Cennetteki derecelerin yükselmesine sebep olduğu için ona bu isim verilmiştir. Ya da, yüce ve yüksek bir yerde olduğu için bu adı almıştır. İlliyyîn'in, Arş'm altında olduğu rivayet edil­miştir.[25]
19. Bu söz, İlliyyîn'in büyüklük ve yüceliğini gösterir. Yani, Ey Peygamber! İlliyyîn'in ne olduğunu sen nerden bileceksin? [26]
20, 21. İyilerin amel defteri, yazılmış bir ki­taptır. İyilerin amelleri onda yazılıdır. O amel defteri, cennetin en yüksek derecesi olan İlliyyîn'dedir. Allah'a yakın melekler ona şahittir. Tefsirciler der ki: Mü'minin ruhu alınınca göğe yükseltilir. Gök kapıları ona açılır. Melekler onu müjde ve neşe ile karşılar. Sonra onula birlikte Arş'a çıkarlar. Onlara bir kağıt çıkarılır ve "Hesaptan ve azaptan kurtulmuştur" yazısı yazılıp mühürlenir. Allah'ın mukarreb melekleri buna şahit olur"[27]
22. Allah'a itaat edenler, gölgeli cennetlerde ve uzun gölgeler altında nimet içinde yaşarlar. [28]
23. Değerli kumaş ve örtülerle süslenmiş divanlar üzerinde, Allah'ın kendileri için cennette hazırlamış olduğu çeşitli ikram ve nimetleri seyrederler. [29]
24. Onlan gördüğünde, nimet içinde olduk­larını anlarsın. Çünkü yüzlerinde aydınlık, parlaklık, güzellik ve sevinç pırıltısı görürsün. [30]
25. Cennette ellerin kirletmediği, saf, temiz ve beyaz şaraptan içerler. O şarap kapları mühürlü olup, mühürlerini ancak itaatkâr kullar açacaktır. [31]
26. O şarabın sonunda, ondan misk kokusu yayılır. Bu nimeti ve içimi hoş şarabı elde etme uğrunda, itaate ko­şanlar koşsun, yarışanlar yarışsın. Taberî der ki: Tenâfüs kelimesi, insan­ların düşkünlük gösterdiği ve canlarının isteyip çektiği "nefis şey"den alınmıştır. Yani, bu nimeti elde etmek için yarışsınlar ve nefisleri bunu çok arzulasın.[32]
27. O saf şaraba, yüce bir çeşmeden karıştırılır. O çeşme, cennet ehlinin' en kıymetli ve en yüce şarabı olup Tesnîm adını alır. Bunun içindir ki Yüce Allah daha sonra şöyle buyurmuştur: [33]
28. O cennette bir çeşmedir. Ondan sadece mu-karreb, yani Allah'a en yakm kılınmış kullar içer. Diğer cennet ehline ise, karıştırılarak verilir. İbn Cüzey şöyle der: Tesnîm, cennette bulunan bir çeşme adıdır. Ondan sadece mukarreb kullar içer. İtaatkârların içeceği saf şaraba ondan katılır. Bu da gösteriyor ki, mukarreb kulların derecesi, itaat­kâr kullardan üstündür.[34]
Yüce Allah, iyilerin içinde bulunduğu nimetleri anlattıktan sonra, ardından, mü'minleri teselli etmek ve kalplerini kuvvetlendirmek için kötü­lerin akibetini anlatarak şöyle buyurdu: [35]
29. Yaratılışlarında günah işleme ve isyan etme bulunan o suçlular, dünyada mü'minlerle alay etmek için onlara gülerlerdi. İbn Cüzey der ki: Bu âyet Ebû Cehil ve benzeri, Ku-reyş'in ileri gelenleri hakkında inmiştir. Ali b. Ebî Tâlib (r.a.) ile bir grup mü'min onların yanından geçmiş; onlar mü'minleri küçümseyerek onlara gülmüşlerdi. [36]
30. Mü'minler o kâfirlerin yanından geçerken, mü'­minlerle alay etmek maksadıyle, birbirlerine kaş göz işareti yaparlardı. Tefsirciler şöyle der: Rasulullah (s.a.v)'m Ashabı (r.anhum) yanlarından ge­çerken, müşrikler küçümsedikleri ve hafife aldıkları için, onlara göz kırpa­rak alay eder ve birbirlerine, "Dünyanın kıralları size geldi" diyerek, iman­larından ve dine sarılmalarından dolayı dalga geçerlerdi. [37]
31. Müşrikler geri dönüp evlerine ve ailelerine dönerken, mü'minlerden bahsedip onlarla alay etmekten zevk alarak neşe içinde dönerler. Ebû Hayyân şöyle der: Mü'minleri hafife aldıkları için, onlardan bahsetmek ve gülmekten zevk alarak dönerler.[38]
32. Kâfirler mü'minleri görünce şöyle der­ler: Kuşkusuz bunlar Muhammed'e inandıkları ve hayattan zevk alacak şeyleri bıraktıkları için sapıklardır. Yüce Allah onlara cevap olmak üzere şöyle buyurdu: [39]
33. Oysa kâfirler mü'minleri gözetici olarak gönderilmediler. Amellerini kontrol eden, doğruluk veya sapıklıklarına şahitlik yapan kişiler olarak gönderilmiş değillerdir. Bu ifadede, kâfirlerle bir nevi alay vardır. Sanki Yüce Allah şöyle buyuruyor: Ben, kâfirleri, gözeticiler olarak göndermedim. Mü'min kullarımın ne yaptığına baksınlar diye onlara vekalet vermedim ki, onlara, menfaatlerine olan şeyleri göstersinler, Ken­dilerini, onları ilgilendirmeyen şeylerle niçin meşgul ediyorlar? [40]
34. Dünyada kâfirler mü'minlere güldü­ğü gibi bugün, yani kıyamet günü de tam bir karşılık olsun diye mü'minler kâfirlere gülecektir. [41]
35. Mü'minler, inci ve yakuttan yapılmış divanlar üzerinde kâfirlere bakıp gülerler. Kurtubî şöyle der: Cehennem ehli, cehen­nemde iken onlara "çıkın" denilir ve cehennem kapıları açılır. Kapıların açıldığını görünce çıkmak isteyerek kapılara yönelirler. Mü'minler ise, di­vanlarına kurulmuş olarak onlara bakarlar. Kâfirler kapılara geldiklerinde, kapılar yüzlerine kapatılır. İşte o zaman mü'minler onlara gülerler.[42]
36. Nasıl, kâfirler âhirette, mü'minlere yap­tıkları alay ve eğlencenin karşılığını aldılar mı? Yani "Evet aldılar." de­mektir. [43]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek sûre birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda Özetliyoruz:
1. "Ölçü ve tartıda eksik yapanlara yazıklar olsun" âyetin­de kelimesinin nekra olarak getirilmesi, onun büyüklüğünü ve korkunç­luğunu ifade etmek içindir.
2. "tam ölçerler" ile "eksik yaparlar" kelimeleri ara­sında tıbak vardır.
3. Kötülerin halini anlatan "Hayır, kötülerin kitabı... âyeti ile iyi kulların halini anlatan Hayır, iyilerin kitabı İlliyyîn'dedir." Ayeti arasında mukabele vardır.
4. "İlliyyîn'in ne olduğunu biliyor musun?" âyeti, iyi kulların mertebelerinin büyüklük ve yüceliğini ifade eder.
5. "Yarışsın" ile " yarışanlar" arasında cinâs-ı iştikak vardır.
6. "iyiler kesinlikle cennettedir. Koltuklar üzerinde etrafa bakarlar. Yüzlerinde ni­metin sevincini görürsün" âyetlerinde, takva sahibi mü'minlerin nitelikleri ve sahip oldukları nimetler anlatılarak itnâb yapılmıştır.
7. "Onun sonu misktir" âyetinde teşbîh-i belîğ vardır. Yani güzel koku ve hoşlukta misk gibidir. Burada benzetme edatı (teşbih edatı) ile benzetme yönü (vech-i şebeh) zikredilmeyerek teşbîh-i belîğ olmuştur.
8. ve benzeri âyet sonlarına riayet için, fasıla-riarfleri birbirine uygun düşmüştür.
Yüce Allah'ın yardımı ile "Mutaffifîn Sûresi"nin tefsiri bitti. [44]


[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/243.
[2] Bahr, 8/438
[3] Kurtubî, 19/263
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/246-247.
[5] Muhtasar-ı ibn Kesir, 3/613
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/247.
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/247.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/247.
[8] Bu, Hakim ve Taberânî'nin tbn Abbâs'tan merfû' olarak rivayet ettiği hadisin bir parçası­dır. Bkz, Âlûsî, 30/71
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/247.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/247.
[10] Bahr, 8/440
[11] Buhârî, Rikâk 47; Tefsîr-i sûre 83; Müslim, Cennet, 60
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/247-248.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/248.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/248.
[15] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/614
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/248.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/248.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/248.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/248.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/248.
[20] af diler ve tevbe ederse kalbi parlar. Hatâyı tekrar işler, o siyah nok­ta büyütülür ve sonunda kalbinin üzerini örtüp onu ele geçirir. İşte Allah'ın, kitabında an­lattığı budur: "Hayır! Bilakis yapmakta oldukları kötülükler, kalplerini paslandırmış-tır."»Tirmizî, Tefsir-i Kur'ân, bab 75.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/248.
[21] Kurtubî, 19/259
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/248-249.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/249.
[23] Tür sûresi, 52/15
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/249.
[25] Teshîl,4/185
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/249.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/249.
[27] Kurtubî bunu Ka'b'tan rivayet etmiştir. 19/260
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/249.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/249.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/249.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/250.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/250.
[32] Taberî, 30/68
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/250.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/250.
[34] Teshîl. 4/185
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/250.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/250.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/250.
[38] Bahr, 8/43
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/250-251.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/251.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/251.
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/251.
[42] Kurtubî, 19/268
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/251.
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/251.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/251-252.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder