GAFIR SURESİ

Hiç yorum yok
. 16


GAFIR SURESİ

Mekke'de inmiştir. 85 âyettir.

Sureyi Takdim

Mü'min Ğâfir sûresi Mekke'de inmiştir. Burada inen diğer sûreler gibi bu sûre de inanç konularına önem verir. Sûrenin en önem verdiği konu he­men hemen "hak ile bâtıl" ve "hidayet ile sapıklık" arasındaki savaştır. Bu­nun içindir ki, sûrenin havası sertlik ve şiddet ile dolu olarak gelmiştir. Bu hava, sanki yaralama ve çarpışmaların yapıldığı, sonra savaş dinip de azgınların düştüğü yerler aydınlanınca onların üst üste yığılmış kırıntılar haline geldiğinin görüldüğü korkunç bir savaş havasıdır.
Bu mübarek sûre Yüce Allah'ın güzel sıfatlarının ve büyük alâmetle­rinin yüceliğini anlatarak başlar. Sonra, Allah'ın varlığını gösteren deliller hakkında kâfirlerin mücadelesini anlatır. Hakk apaçık ve parlak olmasına rağmen cedelciler yine mücadele etmiş, kibirlenenler de onun hakkında ki-birlenmişlerdir.
Sûre, ölen kâfirlerin yıkılışlarını açıklar. Yüce Allah onları, güçlü ve kuvvetli birinin yakalayışı gibi yakalamış ve onlardan hiçbiri kurtula­mamıştır.
Bu korkunç hava arasında, Arş'ı taşıyan meleklerin, huzur ve huşu içersinde Allah'a dua ettikleri sahne görünür Sûre, bazı âhiret sahnelerini ve korkunç olaylarını anlatır. Bir de ba­karsın ki kullar hesap için Yüce Allah'ın huzuruna çıkıp korku ve huşu içersinde durmaktadırlar. O zaman kalpler hancereye gelir, şiddetli korku ve endişeden neredeyse yerinden kopmak üzere olur. O korkunç yer ve o zor günde insan yaptıklarının karşılığını alır. Ameli iyi ise karşılığı da iyi, kötü ise karşılığı da kötüdür.
Daha sonra söz, Mûsâ (a.s.)'nın zorba ve azgın Firavun'u hakka da­vetinde misâl gösterilen iman ve taşkınlık kıssasına gelir. Firavun, imanın toplum arasında yayılmasından korktuğu için, kibir ve zorbalığı ile Mûsâ (a.s.)' ve ona uyanları öldürmek ister. Bu kıssa anlatılırken, daha önce Mûsâ kıssasında anlatılmamış olan yeni bir halka ortaya çıkar. Bu da Fira­vun ailesinden, imanını gizleyen mü'min bir adamın ortaya çıkışıdır, bu şahıs nezaketle ve çekinerek, açık ve seçik bir şekilde baş ağırtırcasına hakkı söylüyor. Kıssa, zorba ve taşkın Firavun'un, yardımcı ve destekçileriyle birlikte denizde boğularak yok olması ve hakk davetçisi o mü'min ile diğer mü'minlerin kurtulmasıyle sona erer.
Sonra bu sûre, müşriklerin ortak koştuğu ve kâfirlerin, âyetlerini inkâr ettiği o Yüce Allah'ın birliğini anlatan ve büyüklüğüne şahit olan bazı kevnî delilleri anlatır. Mü'min ile kâfire, gören ile körü misâl getirir. Mü'min, Allah'ın nuru ve basireti ile görmektedir. Kâfir ise karanlık içer­sinde bocalar.
Bu mübarek sûre, yalanlayanların, azgın ve zorba taşkınların yıkılışı­nı ve gaflet içersinde şaşkın şaşkın dururlarken kendilerini yakalayan azap sahnesini anlatarak sona erer. [1]

İsmi

Bu sûreye Gâfir (bağışlayan) sûresi denilmesinin sebebi şudur: Yüce Allah, kendisinin güzel sıfatlarından olan bu sıfatı sûrenin başında zikretti: " Allah günahı bağışlayan ve tevbeyi kabul edendir." Yüce Allah, o mü'min kişinin hakka davetini anlatırken, mağfireti (bağışlamayı) tekrar zikretti: " Ben ise sizi, o aziz ve çok bağışlayan Allah'a davet ediyorum". Firavun ailesinden mü'min bir kişinin kıssası anlatıldığı için, bu sûreye ayrıca "Mü'min" sûresi de denil­miştir. [2]
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Hâ, mîm.
2, 3. Bu Kitabın indirilmesi, mutlak galip, hakkıy­la bilen, günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, azabı çetin, lütuf sahibi Allah tarafından dır. O'ndan başka hiç bir ilâh yoktur, dönüş ancak O'nadır.
4. İnkâr edenlerden başka hiç kimse Allah'ın âyetleri hakkında tartışmaz. Öyle ise onların şehirlerde gezip dolaşması, seni aldatmasın.
5. Onlardan önce Nûh kavmi ve bunlardan sonra­ki topluluklar da yalanlamış, her ümmet kendi peygam­berini öldürmeye azmetmişti. Bâtılı hakkın yerine koy­mak için mücâdele etmişlerdi. Bunun üzerine Ben onları yakaladım. İşte, cezalandırmamın nasıl olduğunu gör.
6. İnkâr edenlerin cehennem ehli olduklarına dâ­ir Rabbinin sözü böylece gerçekleşti.
7. Arş'ı yüklenen ve bir de onun etrafında bulu­nan (melekler), Rablerini hamd ile tesbîh ederler, O'na îman ederler. Mü'minlerin de bağışlanmasını isterler: "Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşat­mıştır. O halde tevbe eden ve Senin yoluna gidenleri ba­ğışla, onlan cehennem azabından koru!" (derler).
8. Rabbimiz! Onları da, onların atalarından, zev­celerinden, nesillerinden iyi olanları da, kendilerine va'dettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz azîz ve ha-kîm olan Sensin!
9. Bir de onları, her türlü kötülüklerden koru. O gün Sen kimi kötülüklerden korursan muhakkak ki onu rahmetine mazhar etmiş olursun. Bu en büyük kurtu­luştur.
10. İnkâr edenlere şöyle seslenilir: "Allah'ın ga­zabı, sizin kendinize olan kötülüğünüzden elbette daha büyüktür. Zira siz îmana davet ediliyorsunuz, fakat inkâr ediyorsunuz."
11. Onlar; "Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha (bu ateşten) çıkmaya yol var mıdır?" derler.
12. Onlara, bunun sebebi şudur (denir) "Bir Al­lah'a çağrıldığı zaman inkâr ettiniz. O'na ortak koşu­lunca inanıp tasdik ediyorsunuz. Artık hüküm, yücele­rin yücesi Allah'ındır."
13. Size âyetlerini gösteren, sizin için gökten rizik indiren O'dur. Allah'a yönelenden başkası ibret almaz.
14. Haydi, kâfirlerin hoşuna gitmese de Allah'a, Allah için dindar ve muhlis olarak duâ edin!
15. Dereceleri yükselten, Arş'ın sahibi Allah, ka­vuşma günüyle korkutmak için kullarından dilediğine vahyi indirir.
16. O gün onlar meydana çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah'a gizli kalmaz. "Bugün hükümranlık kimin­dir?" "Kahhâr olan tek Allah'ındır."
17. Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün haksızlık yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çarça­buk görendir.
18. Yaklaşan gün hususunda onları uyar! Çünkü o zaman yürekler, gamla dolu ve onlar yutkunur olduk­ları halde gırtlaklara dayanacaktır. Zâlimlerin ne dos­tu, ne de dinlenecek şefaatçisi vardır.
19. Allah, hâin gözleri ve kalblerin gizlediğini bi­lir.
20. Allah, adaletle hükmeder. O'nu bırakıp taptık­ları ise, hiçbir şeye hükmedemezler. Şüphesiz Allah, hakkıyla işiten ve görendir.
21. Onlar, yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin âkibetinin nasıl olduğunu görsünler? Onlar, kuvvet yönünden ve yeryüzünde eserler bakımından bunlardan daha üstündüler. Böy­leyken Allah onları günahları yüzünden yakaladı. On­ları Allah'ın azabından koruyan da olmadı.
22. Bunun sebebi, peygamberleri kendilerine apaçık mu'cizeler getirdikleri halde, inkâr etmeleri idi. Allah da kendilerini tutup yakalayıverdi. Doğrusu O, kuvvetlidir; azabı da pek çetindir.

Kelimelerin İzahı

Ğâfir, bağışlayan demektir, örtmek ve silmek manasınadır.
Tavl, lütuf ve ihsan demektir.
İbtal ederler, boşa çıkarırlar. "Bâtıl boştur" mânâsına denir. Çünkü bâtıl, kayıp gider, bir yerde durmaz.
Gerekli oldu, vacip oldu.
Makt, aşırı kin manasınadır.
Rûh, vahy ve peygamberlik demektir. Bedenler ruhlarla dirilip canlandığı gibi, kalpler de vahiy ile canlandığı için ona "ruh" denmiştir.
Telâk, mahşerde toplanmak demektir.
Bârizûn, açıktadırlar, hiçbir şey onları örtmez.
Âzife, kıyametin ismidir. Kıyamet yakın olduğu için ona âzife denilmiştir. Bir şey yaklaştığında denir.
Vâk, onlardan azabı savacak olan şey demektir. [3]

Âyetlerin Tefsiri

1. Hurûfu mukattaa, Kur'an'm mucize oluşuna dikkat çekmek ve bu mucize Kur'an'm, bu hecâ harflerinin benzerlerinden meydana geldiğini göstermek içindir.[4]
2. Bu Kur'an, Allah'tan indirilmiştir. O, mül­künde güçlü, yarattıklarını bilendir. [5]
3. O, kulların günahlarını bağışlayan ve âsiler­den, tevbe ederek kendisine dönenlerin tevbesini kabul edendir. Kibirlenip taşkınlık gösterenler ve Allah'a itaatten yüzçevirenler için azabı şiddetlidir. Lütuf ve ihsan sahibidir, Allah'tan başka gerçek ilâh ve O'ndan başka Rab yoktur. Mahlûkâtin dönüşü sadece O'nadır. O, onlara amellerinin kaşılığını verecektir. Allah, rahmetinin geniş olduğuna ve rahmetinin, azabından önce geldiğine işaret etmek için, mağfiret ve tevbeyi, azaptan önce zikretti. Bundan sonra Yüce Allah Kur'-ân-ı Kerim'in âlemler için Allah'ın bir hidayeti olduğunu anlatınca, ardın dan inatçı cedelcileri anlatmak üzere şöyle buyurdu:[6]
4. Kur'an'm âyetleri ve mucize oluşu apaçık ortaya çıktıktan sonra onun hakkında ancak, Allah'ın âyetlerini inkâr eden ve peygamberlerine inatla karşı çıkanlar mücâdele eder ve hakkı ka­bul etmez. Ey akıllı! Bu düyada onların evlerde, çiftliklerde, yurtlarda yaşamalarına, ticarî faaliyetlerde bulunduklarına ve bunlarda tasarruf etmelerine aldanma. Çünkü onlar insanların en bedbahtlarıdır. içinde bulundukları nimet az bir mal ve geçici bir gölgedir. Kuşkusuz Ben, her ne kadar onlara mühlet versem de, onları ihmal etmem. Aksine, bu nimetlerin ardından, güçlü kuvvetli kişinin yakaladığı gibi on­ları yakalarım. İbn Cüzeyy şöyle der: Bu âyet, Hz. Peygamber (a.s)'i teselli; kâfirleri'ise şiddetli bir sakilde tehdit etmektedir.[7]
5. "Mekke kâfirlerinden Önce de bir çok kavim, peygamberleri yalanlamıştı, Nuh (a.s.) kavmi onlardandır. Âd ve Semûd kavimleri, Firavun ve bunların benzeri, peygamberlerinin aley­hine birleşen ve Allah katından getirdiklerini kabul etmeyen milletler de onlardandır. Yalanlayan milletlerden her biri peygamberlerini enseleyip öldürmeyi kastettiler. İbn Kesir şöyle der: Mümkün olan herşeyi yaparak peygamberi öldürmeye çalıştılar. Onlardan bazıları da peygamberlerini Öldürmüştür.[8] Apaçık hakkı gidermek ve onu boşa çıkarmak için, peygamberlere karşı bâtıl yolda mücâdele ettiler. Ben de onları korkunç bir ölümle yok ettim. " Bu, hayrete düşüren bir sorudur. Yani, işte onları cezalandırmam nasılmış, gör! Korkunç ve şiddetli değil miymiş!? [9]
6. Onlardan önce gelmiş olan kâfir­ler için azap gerekli olduğu gibi, senin kavminden o yalanlayanlara da aynı şekilde, azap sözü gerçekleşti. Çünkü onlar cehennemliktir. Taberî şöyle der: Peygamberlerini yalanlayan ümmetlere azabım gerçek­leştiği ve başlarına geldiği gibi aynı şekilde azap sözü, senin kavminden Allah'ı inkâr edenler hakkında da gerçekleşmiştir. Çünkü onlar cehennem­liklerdir.[10]
Bundan sonra Yüce Allah, kâfirleri ve günahkârları anlatmasının ardından, tertemiz meleklerin ve iyi mü'minlerin hallerini anlattı. [11]
7. Allah'a yakın kullar ve Arş'ın etrafında bulunan büyük melekler, ki bunların sayısı­nı Allah'tan başka kimse bilmez, sürekli olarak Allah'a ibadet halindedir­ler. O'nu noksan sıfatlardan uzak tutar, kemal sifatlarıyle Överler. O'nun varlığına ve O'ndan başka hiçibir ilâh olmadığına inanırlar. Kibirle­nip O'na ibadeti terketmezler. Zemahşerî şöyle der: "Ârş'ı taşıyanların ve bütün meleklerin Allah'a inanması gizli değildir. Durum böyleyken " O'na inanırlar" sözünün ne faydası var?" dersen şöyle cevap veririm: Bu, imanın üstünlük ve şerefini ifade eder, ona teşviki açıklar.[12] Melekler ibadet ettikleri ve Allah'ı teşbih ve yüceltmeye daldıkları bir haldeyken Allah'tan mü'minler için bağışlanma dilerler, şöyle derler: Ey Rabbımız! Rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. Tefsirciler şöyle der; Yüce Allah'ın, rahmet ve ilim sıfatlarıyle nitelenmesi ki bu, duadan önce bir övgüdür kullara, Allah'tan isteme ve dua etme edebini öğretmektir. Onlar dualarına edeple başlar ve kullar için Allah'ın lütuf, ihsan ve nimetini isterler.[13] Şirk ve günahlardan tevbe edip, peygamberlerinin getirdiği hak yola uyan o günahkâr ve kötü iş yapanları bağışla. Onları, cehennem azabından koru. [14]
8. Rabbımız! Onları, kendileftne va'dettiği naîm ve ikâmet cennetlerine sok. Baba­larından, eşlerinden ve çocuklarından sâlih olanları da naîm cennetlerine sok ki, onlarla sevinçleri tamamlansın. İbn Kesîr şöyle der: Onları bir araya topla ki, cennette birbirine komşu evlerde toplanmak suretiyle gözleri ay­dın olsun.[15] Kuşkusuz Sen, mağlûp edilmeyen, her istediği­ni yapan güçlü; yaptığı her şeyi bir hikmet ve maslahata göre yapan hikmet sahibisin. [16]
9. Bu, meleklerin duasının devamıdır. Yani, ey Rabbim! Onları, yapanları helak eden çirkin ve kötü işleri yapmaktan koru. Sen, kıyamet gününde kimi, o kötü fiillerin netice ve akıbetlerinden korursan, ona lütfetmiş ve azaptan korumuş olursun, Bu bağışlanma ve cennetlere girme, benzeri olmayan büyük bir zaferdir. Yüce Allah, mü'minlerin durumlarını anlattıktan sonra bir miktar da-kâfirlerin durumunu anlatmak üzere şöyle buyurdu: [17]
10. İnkâr edenler var ya, kıyamet gününde, melekler onları kınamak ve azarlamak üzere şöyle sesle­nir: Allah'ın dünyada size şiddetli öfkesi, sizin bugün kendinize olan öfkenizden daha büyüktür. Siz imana çağrıldığınız zaman, kibir ve gururunuzdan dolayı inkâr ediyordunuz. Katâde şöyle der: Sapıklara dünyada iman teklif edilip de onu kabul etmeye yanaşmadıkları zaman Allah'ın onlara Öfkesi, Allah'ın azabını gördükleri zaman kendile­rine olan öfkelerinden daha büyüktür.[18]
11. Kâfirler, sıkıntıları ve korkulu halleri gördüklerinde derler ki: Ey Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilt­tin. Dünyada işlemiş olduğumuz günahları itiraf ettik. Sana, itaat etmemiz için bizi dünyaya geri çevirir misin? İyilerin yoluna girmemiz için bizi ateşten çıkarır mısın? Tefsirciler şöyle der: Birinci ölüm, dünyaya gelmeden önceki yokluk halleridir. İkinci ölüm ise, dünyada öldükleri zamanki halleridir. Birinci hayat, dünya hayatı, ikin­ci hayat ise, kıyamet günü tekrar diriltildikten sonraki hayattır. Bunlar, iki ölüm ve iki hayattır.[19] Kâfirler, azabı açıkça gördükten sonra, merhamet di­leme ve Allah'ın rızasına tevessül yoluyla böyle söylerler. Halbuki onlar bu azabı inkâr ediyorlardı. Bunun içindir ki cevap şöyle gelmiştir: [20]
12. Bu azap ve cehennemde ebedî kal­manız, kâfir olmanız ve Allah'a inanmamanız yüzündendir. Allah'ı birle­meye çağrıldığınız zaman siz O'nu inkâr etmiştiniz. Lât, Uzzâ ve benzeri putlara çağrıldığınızda inanıp onların ilâhlığını tasdik ediyordunuz.. Şu halde hüküm putların değil, tek olan Al­lah'ındır. Hiçbir kurtuluş yolunuz yoktur. Çünkü Allah, mahlûkâtma ga­liptir, mülkünde yücedir. Dilediğini yapar ve dilediği hükmü verir. Yüce Allah önceki âyetlerde, müşrikler için şiddetli tehdidi gerektiren şeyleri anlattıktan sonra, ardından gücünün sonsuzluğunu ve hikmetini gösteren şeyleri anlattı ki, bu, putlara ibadet etmenin caiz olmadığını gösteren bir delil yerine geçsin: [21]
13. Ey insanlar! Yüce Allah, mahlûkâtmda engin gücüne delâlet eden delilleri size gösterendir: Bu deliller, göklerde ve yer­de, onları yaratan ve yoktan var edenin kemâlini gösteren delillerdir. Allah gökten sizin için rızık sebebi olan yağmuru indirir. Onunla ekinleri ve meyveleri çıkarır Bu apaçık âyetlerden, ancak tevbe ile ve gösterişten, riyadan uzak iyi amel işleyerek Allah'a dönenler ibret ve öğüt alır. [22]
14. Şu halde, Ey mü'minler! İbadet ve itaati sa­dece Allah'a has kılıp O'na kullak edin. Onunla birlikte başkasına kulluk et­meyin. Kâfirler istemese de böyle yapın. Bu âyet, vurgu ifade eder. Yani, Allah'a kulluk edin ve kalplerinizi sadece O'na has küm. Hattâ bu, kâfirlerin hoşuna gitmese samimiyetiniz onları kızdırsa ve bu yüzden sizi öldürseler de böyle yapın. [23]
15. O'nun şanı ve saltanatı yücedir. O, yüksek ve yüce makam sahibidir. O, mahlûkâtm en büyüğü olan ve Allah'ın mahruka­tından hiçbirine benzemeyen yüce Arş'ın sahibidir. İbn Kesîr şöyle der:
Yüce Allah, kendisinin büyüklüğünü ve yüceliğini ve yüce Arş'nm, bütün mahlûkâtımn üstünde bir tavan gibi olduğunu anlattı. Arş'ın, kırmızı yakut­tan olduğu ve genişliğini Allah'tan başka kimsenin bilmediği anlatılmıştır.[24] Ebussuüd da şöyle der: Gökleri ve yerin etrafını kuşatan yüce Arş'ın, Allah'ın mülkü ve kudret eli altında olması, O'nun şanının ve saltanatının yüceliğinin son derece büyük olmasını ve ondan öte bir büyüklük olma­masını gerektiren şeylerdendir.[25] O, vah­yi yarattıklarından dilediğine indirir. Risalet ve peygamberliği, kullarından dilediğine verir. Vahy kalplerde, ruhun vücutta dolaştığı gibi dolaştığı için ona ruh adı verilmiştir. Kurtubî şöyle der: Bedenler ruhlarla hayat bulduğu gibi, insanlar da küfür ölümünden vahiy sayesinde kurtulup hayat bulurlar. Bu sebeple Yüce Allah vahye "ruh" adını vermiştir.[26] Kendi­sine vahy edilen peygambere o büyük kıyamet gününe karşı insanları uyar­ması için vahyedilir. O gün, amellerinden dolayı hesaba çekilmeleri için bütün kullar toplanır. Hesap saatinde, yaratan ile yaratılan karşılaşır. Katâ-de şöyle der: O gün, gök ehli ile yer ehli, yaratanla yaratılan karşılaşır.[27]
16. Onlar o gün açıkça ortaya çıkarlar, dağ, tepe veya bina nevinden hiçbir şey onları ne gizler, ne gölgeler, ne de örter. Çünkü onlar dümdüz bir yerde, mahşer yerindedirler. Onların ne hal ve amellerinden, ne de sırları ve gizli şeylerinden hiçbiri Allah'a gizli kal­maz. Sâvî şöyle der: Yüce Allah'tan, diğer günlerde de hiçbir şey gizli kal­mamasına rağmen, bu durumun o güne tahsis edilmesindeki hikmet şudur: Kâfirler dünyada, meselâ duvarlarda saklandıklarında Allah'ın göremeye­ceğini sanıyorlardı. Oysa o gün bu şekilde düşünemezler.[28] İnsanlar mahşer yerinde göründüklerinde Yüce Allah, "Bu gün mülk kimin­dir?" diye seslenir, Yüce Allah'ın heybet ve korkusundan bütün mahlûkât susar. Yüce Allah, O tek, ve kahhâr olan Allah'ındır" diyerek kendisi cevap verir. Yani mülk, yegâne sahibi olan Allah'ındır. O, kendin­den başka olan her şeyi mağlup ederek üstün gelendir. Hasan Basrî şöyle der: Soran da cevap veren de Yüce Allah'tır. Çünkü O bu sözü cevap vererek hiçbir kimsenin bulunmadığı zaman söyleyecek ve kendisi cevap verecek­tir.[29]
17. O gün, yani kullar arasında hüküm veril­diği gün, herkese yaptığı iyilik veya kötülüğün karşılığı verilir. O gün, ne sevabını eksiltmek, ne de cezasını çoğaltmak suretiyle hiç kimseye en ufak bir şekilde zulmedilmez. Şüphesiz Allah'ın hesaba çekmesi hızlıdır. Hiçbir durum. Onu diğer bir durumla meşgul olmaktan alıkoymaz. Bütün mahlûkâtı aynı anda hesaba çeker. Kurtubî şöyle der: On­lara aynı anda rızık verdiği gibi, aynı şekilde bir anda da hesaba çeker. Ha­diste şöyle bildirmiştir: "Gündüz yarılanmadan, cennet ehli cennette istira­hata çekilir. Cehennem ehli de cehennemde yerini alır."[30]
18. Onları, kıyamet günündeki o korkunç günden kor­kut. İbn Kesîr şöyle der: Âzife, kıyametin isimlerinden bir isimdir. Onun kopması yakın olduğu için ona bu isim verilmiştir. Nitekim, âyet-i ke-rime'de Yüce Allah meâlen, "Yaklaşan yaklaştı"[31] buyurmuştur.[32] Korku ve endişenin şiddetinden dolayı nerdeyse kalpler gırtlakla­ra ulaşmaktadır. Kederli kimsenin durumu gibi, üzüntü ve pişmanlık dolu olarak böyle olurlar. İbn Cüzeyy şöyle der: Yani, korkunun şiddetinden, kalpler göğüslerden yukarı doğru yükselmiş, gırtlaklara ulaşmıştır. Bu ifa­denin hakikat olma ihtimali olduğu gibi, mecaz olma ihtimali de vardır. Yüce Allah, korkunun şiddetini bununla ifade etmiştir. Hançere, gırtlak de­mektir.[33] Zâlimlere fayda sağlayarak Hiçbir dost yoktur. Onları azabın şiddetinden kurtarmak için, şefaat edecek hiçbir şefaatçi de yoktur. [34]
19. Yüce Allah harama hırsızlama bakmak suretiyle hain olan gözü bilir. İbn Abbâs şöyle der: O harama bakan kimse öyle bir adamdır ki, insanlarla beraber oturur. Yanlarından bir kadın geçtiğinde, on­lara çaktırmadan kadına bakar. Allah, göğüslerin gizlediği gizli sırları da bilir. [35]
20. Allah, adaletle hükmeder. Allah'ı bırakıp da tapmış oldukları putlar ise asla bir hüküm veremez­ler. O halde nasıl Allah'a ortak olurlar? Ebussuûd şöyle der: Bu, onlarla bir alaydır. Çünkü cansız varlık hakkında "O hükmeder" veya "hükmedemez" denilmez.[36] Şüphesiz Allah, kulların sözlerini işiten, yaptıklarını görendir. [37]
21. O müşrikler yolculuklarında yalanlayanların kalıntılarından gördükleriyle ibret almadılar mı Yalanlayanların başına gelen azap ve cezayı görmediler mi? Çünkü akıllı, başkasından ibret alandır. Onlar, bu senin kavminin kâfirlerinden daha kuvvetli idiler. Yeryüzündeki eserleri, yani kaleleri, köşkleri ve sağlam orduları daha kuvvetliydi. Bu büyük güç ve sağlam kuvvete rağmen, peygamberleri yalanladıkları için Allah onları yok etti. Suç işlemeleri ve peygamberlerini yalanlamaları yüzünden Allah onları feci bir şekilde helak etti. Allah'ın azabını onlardan savacak ve Onun azabından koruyacak hiç kimseleri yoktur. Bundan sonra Yüce Allah, onları niçin cezalandırdığı­nı açıklayarak şöyle buyurdu: [38]
22. Bu azap, peygamberlerinin onlara apaçık mucizeler ve parlak deliller getirmesi ve onların bu apaçık delillere rağmen inkâr etmeleri sebebiyledir. Bu yüzden Allah on­ları helak ve yok etmiştir. Şüphesiz Yüce Allah güçlüdür, mağlup ol­maz. Sağlam bir güç ve büyük bir kuvvete sahiptir. kendisine is­yan edene cezası şiddetlidir. Azabı da elem ve ağrı vericidir. Allah bizi cezasından korusun, azabından kurtarsın. [39]
23, 24. Andolsun ki biz Musa'yı mu'cizelerimiz ve apaçık hüccetle, Firavun, Hâmân ve Karun'a gönder­dik. Onlar: "Bu, çok yalancı bir sihirbazdır!" dediler.
25. İşte o tarafımızdan kendilerine hakkı geti­rince, "Onunla beraber îman edenlerin oğullarını öl­dürün, kadınları sağ bırakın!" dediler. Ama kâfirlerin tuzağı elbette boşa çıkar.
26. Firavun: "Bırakın beni, dedi. Musa'yı Öldüre­yim, varsın Rabbine yalvarsın! Çünkü ben onun, dînini­zi değiştireceğinden, yahut yeryüzünde fesat çıkaraca­ğından korkuyorum."
27. Musa da: "Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz (olan AIIah)'a sığındım" dedi.
28. Firavun ailesinden olup, îmanını gizleyen bir mü'min adam şöyle dedi: "Siz bir adamı, "Rabbim Al­lah'tır" diyor, diye öldürecek misiniz? Halbuki o, size Rabbinizden apaçık mucizeler getirmiştir. Eğer o ya­lancı ise yalanı kendisinedir. Eğer doğru söylüyorsa sizi tehdit ettiği azâb'ın, bir kısmı olsun sizi çarpar. Şüphesiz Allah haddi aşan, yalancı kimseyi muvaffak et­mez.
29. Ey kavmim! bugün, bu yerde üstün olan kim­seler olarak hükümranlık sizindir. Ama Allah'ın hışmı bize gelip çatarsa, kim bize yardım eder?" Firavun: "Ben size kendi görüşümden başkasını işaret etmiyo­rum. Ben size ancak doğru yolu gösteriyorum" dedi.
30, 31. İman etmiş olan dedi ki: "Ey kavmim! doğ­rusu ben sizin için, Nûh kavminin, Âd, Semûd ve onlar­dan sonra gelenlerin durumu gibi, toplulukların uğra­dıkları bir günün benzerinden korkuyorum. Allah, kul­larına bir zulüm dilemez.
32. Ey kavmim! Gerçekten sizin için o bağrışıp çağırışına gününden korkuyorum.
33. Arkanıza dönüp kaçacağınız günden... Sizi Allah (in azâbın)dan kurtaracak kimse yoktur. Allah ki­mi saptmrsa, artık onu doğru yola iletecek de yoktur."
34. "Andolsun ki (Musa'dan) önce Yûsuf da size açık burhanlar getirmişti de onun size getirdiği şeyler hakkında şüphe edip durmuştunuz. Hattâ o vefat edince de, "Allah ondan sonra peygamber göndermez" dediniz. İşte Allah o aşırı giden, şüphecileri böyle şaşırtır.
35. Kendilerine gelmiş hiçbir hüccet olmadığı hal­de Allah'ın âyetleri hakkında mücâdele edenlerin mü­câdelesi gerek Allah yanında, gerekse îman edenler yanında büyük bir nefretle karşılanır. Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler."
36. 37. Firavun: "Ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap; belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Musa'­nın Tanrısı'nı görürüm! Doğrusu ben onu, yalancı sanı­yorum" dedi. Böylece Firavun'a, yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve yoldan saptırıldı. Firavun'un tuzağı tama­men boşa çıktı.
38. O iman eden kimse: "Ey kavmim! dedi, siz ba­na uyun, sizi doğru yola götüreceğim.
39. Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayâtı, geçici bir eğlencedir. Ama âhiret, gerçekten kalınacak yurt­tur.
40. Kim bir kötülük işlerse, sadece onun kadar ce­za görür. Kim de kadın veya erkek, mü'min olarak fay­dalı bir iş yaparsa işte onlar, cennete girecekler, orada onlara hesapsız rızık verilecektir.
41. Ey kavmim! Nedir bu hal? Ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz beni ateşe çağırıyorsunuz.
42. Siz beni, Allah'ı inkâr etmeye ve hiç tanımadı­ğım nesneleri O'na ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise, sizi, O aziz ve çok bağışlayan Allah'a davet ediyo­rum.
43. Gerçek şu ki, sizin beni da'vet ettiğiniz şey, dünyada da âhirette de ibadete layık değildir, dönüşü­müz Allah'adır, aşırı gidenler de ateş ehlinin kendileri­dir.
44. Size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a bırakıyorum. Şüphesiz Allah, kul­larını çok iyi görendir."
45. Nihayet Allah, onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden bu zâtı korudu, Firavun'un kavmini ise kötü azap kuşativerdi.
46. Onlar sabah akşam o ateşe sokulurlar. Kıyame­tin kopacağı gün de: "Firavun ailesini azabın en çetini­ne sokun!" (denilecek).

Ayetlerin Öncekilerle Münâsebeti

Yüce Allah, önceki âyetlerde, kâfirlerin başına gelen azap ve helaki an­lattıktan sonra, burada da Musa'nın Firavun'la olan kıssasını anlattı. Bunu, karşılaştığı eziyet ve yalanlamalardan dolayı Resulullah (s.a.v.)'ı ve zâlim­leri yok etme hususunda Allah'ın kanununu açıklamak için yaptı. Bundan sonra, Firavun ailesinden mü'min bir şahsın durumunu ve onun, kavmine yap­tığı nasihati açıkladı. Bunlar, azgınlığın karşısında yükselen kahramanlık durumlarıdır. [40]

Kelimelerin İzahı

Hayatta bırakın, Yani, kızlarını Öldürmeyip bırakın.
Dalâl; boş, kayıp demektir.
Sığındım, korundum.
Zahirîn, galip ve üstün olarak.
Be'sullah, Allah'ın azabı ve intikamı.
De'b, âdet ve durum.
Yevmu't-tenâd, kıyamet günü demektir. O gün mahşere çağ­rıldığı veya insanlar birbirine seslendiği için bu ismi almıştır. Umeyye b. Salt şöyle der:
Allah yeryüzünü yuvarlaklaştirdığmda, onda mahlûkâtı yaydı. Onlar
kıyamete kadar yeryüzünün sakinleridir.[41] Âsim; koruyan, savan demektir. Sarh; köşk, yüksek ve büyük bina manasınadır, Tebâb; ziyan, helak demektir.
Gerçek, kuşkusuz demektir. İndi, kuşattı. [42]

Âyetlerin Tefsiri

23. Buradaki mahzûf bir yeminin cev­abıdır. Yani, Allah'a andolsun ki, elçimiz Mûsâ'yiı açık âyetler ve deliller ve apaçık mucize yani el ve âsâ mucizesi ile gönderdik. [43]
24. Zorba taşkın Firavun'a, veziri Hâmân'a, hazi­neler ve mallar sahibi olan Karun'a gönderdik. Ebû Hayyân şöyle der: Kârûn ile Hâmân'ın küfürde önemli yerleri olduğu ve Firavun'un en ünlü tabileri oldukları için Yüce Allah özellikle onları zikretti.[44] Onlar Mûsâ hakkında, "O, gösterdiği mucizeler hususunda bir büyücü, on­ların Allah katından olduğu iddiasında da bir yalancıdır" dediler. "Kezzâb" kip'i, mübalağa ifâde eder. [45]
25. Müsâ onlara, doğruluğunu gösteren ve Allah'ın kendisini desteklediği parlak mucizeleri getirdiğinde Dediler ki: Neslin çoğalmaması için erkekleri öldürün, dişileri hizmet için sağ bırakın. Sâvî şöyle der: Bu öldürme, birin­ciden başka bir öldürmedir. Çünkü Firavun, Mûsâ (a.s)'mn doğmasından sonra erkek çocukları öldürmeyi bırakmıştı. Mûsâ (a.s) peygamber olarak gönderilip de Firavun ona karşı çıkmaktan âciz kalınca, insanların Musa'ya inanmasını engellemek ve sayıları çoğabpda ona tuzak kurmamaları için tekrar erkek çocukları öldürttü. Bunun üzerine Allah onlara kurbağa, bit, kan ve tufan gibi türlü azaplar gönderdi. Neticede Mısır'dan çıktılar. Yüce Allah da onları boğdu ve kazdıkları kuyuya düşürdü.[46] Kâfirlerin hile ve tuzağı, sadece ziyana ve yok olmaya mahkûmdur. Çünkü Allah, onların gayretlerini başarıya ulaştırmaz. [47]
26. Zorba Firavun dedi ki: Beni bırakın da size Musa'yı öldürüvereyim. Rabbına dua etsin de, Rabbı onu benim elimden kurtarsın. Firavun bunu alay yoluyla söyledi. O sanki şöyle diyor­du: Rabbi hakkında anlattıkları sakın sizi korkutmasın. Çünkü onun hakikatı yoktur. Sizin en yüce rabbiniz benim. Firavun'un bundan maksadı, kendisine uyanlara, onların duygularına riayet etmek için, onu öldürmekten vazgeçtiğini vehmettirmektir. Ebû Hayyân şöyle der: Açık olan şudur ki, Allah'ın lanet ettiği Firavun, Musa'nın (a.s.) peygamber olduğunu, getirdik­lerinin apaçık mucizeler olduğunu ve sihir olmadığını kesin olarak an­lamıştı. Fakat tabiatında pislik ve zorbalık vardı. En basit birşeyden dolayı çok insan Öldürür, çok kan dökerdi. Tahtını yıkacağını ve mülkünü yok edeceğini hissettiği kimseyi nasıl öldürmez?! Fakat o Musa'yı (a.s.) öldür­meye kalkıştığı takdirde çabucak helak olacağından korktu. Onun bu sözle­ri, kavmini aldatmak ve onlara, Musa'yı (a.s.) öldürmesine engel olanların onlar olduğunu vehmettirmek içindi. Oysa ona engel olan, sadece şiddetli korku ve endişeydi.[48] Ben onun sizi bana ibadetinizden kendi Rabbına ibadete çevireceğinden korkuyorum. Yahut ülkenizde fitne ve anarşiyi körüklemesinden ve onun yüzünden karışıklık çıkmasından korkuyorum. Bu, şu darb-ı meselin dediğine benzer: "Firavun vaiz oldu".[49]
27. Mûsâ dedi ki: Beni koruması için Allah'tan emân diledim ve O'na sığındım. Ki­birlenip Allah'a inanmayan ve âhireti kabul etmeyen her inatçı zorbanın şerrinden Allah'a sığındım. İbn Çüzeyy şöyle der: Mûsâ (a.s.) Firavun'un is­mini söylemeyip " her kibirliden" dedi ki, Firavun'u ve onun dışmdakileri içine alsın ve bu ifade ile, Firavun'un dışındakiler de o çirkin sıfatla nitelenebilsin.[50]
28. Firavun ailesinden olup imanını gizleyen bir adam* şöyle-dedi: Düşünüp kafa yorma­dan, günahsız bir adamı sadece "Rabbim Allah'tır" dediği için mi öldürecek siniz? Bu, istifhâm-i inkarı olup onları susturmak için söylenmiştir. Tefsirçiler şöyle der: Bu adam, Firavun'un amcası oğluydu. İmanını Firavun'dan gizleyen bir Kıptî idi. Musa'yı (a.s.) ölümle tehdit eden zorbanın sözünü işitince bu sözleriyle onlara nasihat etti. Halbuki Mûsâ size Rabbınızdan, gördüğünüz apaçık mucizeleri getirmiştir, Eğer o peygamberlik iddiasında yalancıysa, bunun zararı kendisinden öteye geçmez. Kurtubî şöyle der: Bu söz, onun Musa'nın (a.s.) pey­gamberliği ve doğruluğu hakkındaki kuşkusundan değildir. Fakat ondan el çekmelerini ve eziyet etmekten vaz geçmelerini nezaketle istemek için­dir.[51] Eğer iddiasında doğruysa, korkuttuğu azabın bir kısmı size gelebilir. Kuşkusuz Yüce Allah, sapıklıkta aşırı giden ve Allah'a karşı çokça yalan söyleyene hidayet ve iman nasip etmez. Fahreddin Râzî şöyle der: Bu âyette, Mûsâ'-nm (a.s.) şanının yüceltilmesine bir işaret vardır. Çünkü Allah ona doğru yolu göstermiş ve mucizelerle desteklemiştir. Bu âyette, Firavun'a da, Musa'yı (a.s.) öldürmeye azmetmekle aşırı gittiği ve ilâhlık iddiasına cür'et etmekle de büyük bir yalancılığa yöneldiği için tariz vardır. Allah, duru­mu ve sıfatı böyle olan kimseyi doğru yola iletmez, alçsine onu boşa çıkarır ve işini yıkar.[52] Ebû Hayyân da şöyle der: Bu, beyan ilminin sanat türlerin­den bir türdür. Alimlerimiz buna "İstidrâcu'l-muhâtap; muhatabı yavaş ya­vaş istediğine getirmek" sanatı derler. Şöyledir: Mü'min adam, Firavun'un Musa'yı (a.s.) öldürmeye, kavminin de onu yalanlamaya azmettiğini görün­ce, Musa'ya (a.s.) inandığını ve ona uyanlardan olduğunu Firavun'a ve kav­mine karşı gizleyecek bir şekilde ona yardım etmek istedi. Dolayısıyla on­lara gelip nasihat ve yumuşak bir sözle, "Bir adamı öldürecek misiniz?" dedi. Onlara Musa'yı (a.s.) tanımadığı vehmini vermek için, ismini söyle­meyip "Bir adam" dedi. Sonra, "Allah'a inanan bir adam" veya "Allah'ın peygamberi olan bir adam olduğu için" demedi de, "Rabbim Allah'tır, dedi­ği için" dedi. Çünkü öyle söyleseydi, onun Musa'ya inandığını anlarlar ve onun sözünü kabul etmezlerdi. Sonra, "Eğer yalancı ise" dedi. Burada onr ların görüşlerine uygun olsun diye, yalancılığı doğruluktan önce söyledi. Ardından, "O doğru söylüyor" demedi de, "Eğer doğru söylüyorsa" dedi. Aynı şekilde, "Tehdit ettiklerinin tümü başınıza gelir" demedi, "Sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelir" dedi. Eğer öyle söyleseydi, yine ona inandığını, peygamber olduğunu kabul edip onu tasdik ettiğini anlarlardı. Sonra ardından da kendisinin Musa'ya inanmadığı zannını veren bir söz söyledi: "Şüphesiz Allah, haddi aşan yalancı kimseyi doğru yola iletmez". Bu sözde Firavun'a tariz vardır. Çünkü o, Allah'a karşı son derece haddi aşan ve yalancı biridir. Zira ilâhlık ve rablık iddiasında bulundu"[53]
29. Mü'min şahıs, nezâketle nasihati tekrarladı. Yani, siz Mısır'da İsrailoğullarına üstün ve galipsiniz. Bugün on­ları ezmiş ve köle edinmiş durumdasınız. Allah'ın peygamberini öldürdüğünüz takdirde O'nun azabından bizi kim ko­ruyup kurtaracak? dedi. Fahreddin Râzî şöyle der: O mü'min şahıs, "Bizi koruyacak" ve "bize gelirse" demesinin sebebi şudur: O, kendisinin onlar­dan olduğunu, ve nasihat ettiği şeylerde, kendisinin onlarla beraber olduğunu göstermek istiyordu.[54] İşte burada gurur Firavun'u günaha sevkeder ve zorbalık ve taşkınlık ona hakim olur. Firavun dedi ki: Fitnenin kökünü kesmek için, size söylediğim Musa'yı Öldürme fik­rinden başka, hiçbir görüş ortaya koymam. Bu görüşle ben size sadece doğru ve iyi yolu gösteriyorum. [55]
30. İman eden şahıs dedi ki: Ey kavmim! Peygamberlere karşı toplananların cezalandırıldığı o azap günlerinin benzerinin sizin de başınıza gelmesinden korkuyorum. [56]
31. Bu âyet peygamberlere karşı toplanan grupları açıklar. Yani Nûh Ad ve Semûd kavimlerinin peygamberlerini ya­lanlamalarından dolayı başlarına gelen azap ve yok olmanın benzerinin size de gelmesinden korkuyorum, Onlardan sonra, Lût kavmi gibi, peygamberlerini yalanlayanların başına gelenlerin de size gelmesin­den korkuyorum. Allah kullarını, suçsuz yere ceza­landırmaz. Zemahşerî şöyle der: Onların yok edilmesi adalet idi. Çünkü on­lar, yaptıklarıyla bunu hak ettiler. Bu âyette vurgu vardır. Zira Yüce Allah'ın zulmü istemediği ifade edilmiştir. Zulmü istemekten uzak olan kimse, zulümden daha da uzak olur.[57]
32. Burada mü'min şahıs, onları dünya azabı ile korkuttuktan sonra âhiret azabıyla da korkuttu. Dedi ki, ey kav­mim! Ben o korkunç günde, o büyük haşr gününde başınıza bir şey gelme­sinden korkuyorum. O gün suçlular, yazıklar olsun vah bize! diye seslene­ceklerdir. "Orada yok oluvermeyi isterler"[58]
33. O gün, cehennem azabının korkusundan perişan bir halde kaçarlar. Tefsirciler şöyle der: Kâfirler, ateşin uğultusunu işitince dönüp kaçarlar. Nereye gitseler orada karşılarına çıkan melekleri bulurlar. Melekler onların yüzlerine vururlar. Bunun üzerine yerlerine dönerler ve cehennem onları yakalar. Allah'ın azabını sizden sava­cak, ne bir koruyucunuz olur, ne de bir savunucunuz. Allah kimi saptırırsa, onu doğru yola, kurtuluş yoluna iletecek kimsesi yok­tur. [59]
34. Andolsun ki, Musa'dan önce de Ya'kûb oğlu Yûsuf apaçık mucizelerle gelmişti. Siz hâlâ onun peygamberliği hususunda kuşkulusunuz. Allah katından getirdik­lerini inkâr etmektesiniz. Tefsirciler, "Maksat babalan ve atalarıdır" derler. Nihayet Yûsuf (a.s.) öldüğünde, bir delil ve hüccetiniz olmadan, sadece arzu ve temenni yoluyla: "Yûsuf'tan sonra peygamberlik iddia edecek her hangi biri asla gelmeyecek" dediniz. Ebû Hayyân şöyle der: Bu, Yûsufun peygamberliğini tastık etmek değildir. Nasıl olsun ki hâlâ onun hakkında kuşku içersindedirler. Mânâ ancak şöyledir: Allah'ın, katından insanlara göndermiş olduğu herhangi bir pey­gamber yok artık. Bu ifadede hem peygamber, hem de peygamberlik görevi reddedilmektedir.[60] Apaçık hüccet ve delil­lerden sonra, isyanda aşın giden ve din hususunda kuşkuya düşen herkesi, Yüce Allah, bu âdi sapıklık gibi saptırır. [61]
35. Avet' mü'min adamın sözlerinin devamıdır. Yani, kendilerine Allah katından gelmiş bir hüccet ve delil olmadığı halde, Allah'ın şeriatı hakkında mücâdele edenler var ya, Onların bu şekilde delilsiz mücâdelelerine Allah katında da rnü'minler katında da öfke büyük olmuştur. Ebû Hayyân şöyle der: Öğütçü mü'min, bu sözleri ansızın söylemiş olmamak için onlara hitap etmeyi bırakarak orda olmayan kimseler hakkında konuşmaya başladı. Bunu onlarla güzel güzel konuşmak ve kalplerini kazanmak maksadıyla yaptı. " Öfkesi büyük oldu" sözünde, bir nevi hayret ve onların mücadelelerini büyük görme mânâsı vardır. Sanki bu davranış, buna benzer büyük günahların sınırım aşmaktadır.[62] Allah mücadelecilerin kalplerini mühürlediği gibi, kibirlenip iman etme­yen ve kullara karşı zorba olan herkesin kalbini sapıklıkla mühürler de doğruyu anlamaz ve gerçeği kabul etmez. Kalp, kibir ve zorbalığın merkezi ve kaynağı olduğu için bu sıfatlarla nitelenmiştir. Kalp, azaların sultanıdır. O bozulunca bütün azalar bozulur. [63]
36. Firavun, veziri Hâmân'a: "Benim için bir yüce kule ve çok yüksek bir bina yap" dedi. Kurtubî şöyle der: Firavun ailesinden olan o mü'min şahıs o sözleri söyleyip de Firavun, bu sözlerin, kavminin kalplerini etkilemesinden korkunca, Musa'nın (a.s.) getirdiği Allah'ın birliği inancını araştırıp incelemek istediği vehmini verdi ve vezi­ri Hâmân'a, yüksek bir kule yapmasını emretti.[64] Umulur ki, göklerin yollarına ve o göklere götüren diğer vasıtalara ulaşırım. [65]
37. Göklere giden vasıtalara ulaşırım. Olayının büyüklüğünü ifade etmek ve daha da açıklamak için bunları tekrarladı.[66] Musa'nın ilâhını açıkça görürüm. Benden başka ilâhı olduğuna dâir iddiasında Musa'nın yalancı olduğunu sanıyorum. Ebû Hay-yân şöyle der: Göklere giden yollara ulaşmak mümkün değildir. Fakat Fira­vun konuyu dinleyenleri inandırmak için, yaldızlı sözlerle bunu mümkün bir şeymiş gibi gösterdi. Musa'nın ilâhını açıkça görürüm deyince bu sözle, İlâhın varlığını ikrar etmiş oldu. Bu sebeple, bu ikrar etmiş olduğu vehmini gidermek için O'nun yalancı olduğunu sanıyorum." dedi.[67] Onun bu yaldızlı sözleri gibi, kötü ameli de ona güzel gösterildi, neticede yaptıklarını iyi sandı. Sapıklığı yüzünden doğru yola girmesine engel olundu. Firavun'un tedbiri ve tuzağı, sadece ziyan ve helak ile neticelendi. Boğulmak suretiyle dünyada mülkü­nü, ateşte ebedî kalmak suretiyle de âhirette nimetleri kaybetti. [68]
38. Firavun hanedanından olan mü'min şahıs, Firavun'un yaldızlı sözlerini dinledikten sonra nasihatim tek­rarladı. Kavmini, bir olan Allah'a inanmaya çağırdı. Bu geçici hayatın değerini onlara açıkladı ve ebedî hayatın nimetlerini elde etmeye teşvik etti Allah'ın azabından onları sakındırdı. Yani, şöyle dedi: Ey kavmim! Emrimi tutun ve yoluma girin ki, kurtuluş ve zafer yolunu, yani cennet yo­lunu size göstereyim. [69]
39. Ey kavmim! Kuşkusuz bu dünya hayatı ancak geçici bir eğlencedir. Devamlı ve sürekli değildir, Oysa âhiret yurdu, istikrar ve ebedîlik yurdudur. O zevalsizdir ve geçici değildir. Âhirette ya nimetler içersinde veya cehennemde ebedî kalmak vardır. Kurtubî şöyle der: Âhiret yurdundan maksad, cennet ve cehennem­dir. Çünkü onlar geçici değillerdir.[70]
40. Kim bu dünyada kötülük yaparsa, âhirette Allah'ın kullara bir rahmeti olarak, herhangi bir artırma olmakızm sadece kötülüğü kadar ceza görür. İman etmiş olmak şartıyla, erkek olsun kadın olsun kim dünyada iyi iş yaparsa İşte o iyi iş yapanlar var ya, onlar naîm cennetlerine girer ve kendilerine, yaptıklarının karşılığı ölçüsüz ola­rak verilir. Hattâ Allah'ın bir lütuf ve ikramı olarak kat kat fazla verilir. Çünkü onun lutfu, kötülüklerin değil, iyiliklerin karşılığının kat kat veril­mesini gerektirir. İbn Kesîr şöyle der: dan maksat şudur:
Mükâfatı ölçülmez; aksine Yüce Allah ona, bitmez tükenmez çok büyük bir sevap verir.[71]
41. Ey kavmim! Ne oluyor da ben sizi, cennetlere götüren imana çağırıyorum; siz ise beni, cehenneme götüren kâfirliğe çağırıyorsunuz? Bu soru, hayret ifade eder. O sanki şöyle diyor: Ben sizin bu halinize şaşıyorum. Ben sizi iyiliğe ve kurtuluşa çağırıyorum. Siz ise beni kötülüğe ve cehenneme çağırıyorsunuz. Daha sonra bu durumu şu sözüyle açıkladı: [72]
42. Siz beni Allah'ı inkâr et­meye, ilâhlığı hususunda bir bilgim olmayan şeye, Firavun gibi ilâh olma­yan kimseye tapmaya çağırıyorsunuz. Oysa ben sizi tek ve bir olan, güçlü olup yenilmeyen ve kulların günahlarını çokça bağışlayan Allah'a çağırıyorum. [73]
43. Gerçek şu ki, sizin, beni ibadet etmeye çağırdığınız kimse ibadet edilmeye lâyık değildir. Zira o, dua edenlerin seslenişine cevap veremez. Ne dünyada ne de âhirette on-ların sıkıntısını gideremez. Bizim dönüşümüz tek olan Allah'adır. O, herkese yaptığının karşılığım verecektir. Sapıklık ve taşkınlıkta aşırı gidenler, kuşkusuz cehennemde ebedî kala­caklardır. [74]
44. Size azap geldiğinde, sözümün doğru olduğunu anlayacaksınız. Bu bir tehdit ve korkutmadır, Allah'a dayanır ve işimi ona bırakırım. Kurtubî şöyle der: Bu söz gösteriyor ki, inanmayanlar, inanan bu şahsı tehdit edip öldürmek istemişlerdir.[75] Allah, kulların yaptıklarını bilir. Onların hallerinden hiçbirşey Allah'a gizli kalmaz. [76]
45. Allah onu, tuzaklarının sıkıntısından ve yap­mak istedikleri çeşitli azaplardan kurtardı. Firavun ve grubunun başına en kötü azap yani dünyada boğulma âhirette de yanma cezası indi. Daha sonra Yüce Allah, bu azabın nasıl olduğunu şu sözüyle açıkladı: [77]
46. Onlar, sabah akşam o ateşte yakılırlar. Tefsirciler şöyle der: Burada ateşten maksat, kabir ateşi ve onların kabir­lerde görecekleri cezalarıdır. Nitekim bundan sonra gelen şu bölüm bunu gösterir. Kıyamet gününde meleklere şöyle denilir: "Firavun ve kavmini, dünya azabından daha kötü olan cehen­nem ateşine sokun".[78]
47. Kâfirler ateşin içinde birbirleriyle çekişirler-ken zayıf olanlar, o büyüklük taslayanlara: "Biz size uy­muştuk. Şimdi ateşin birazını bizden savabilir misi­niz?" derler.
48. O büyüklük taslayanlar ise: "Doğrusu hepimiz bunun içindeyiz. Şüphe yok ki Allah kulları arasında vereceği hükmü verdi." derler.
49. Ateşte bulunanlar cehennem bekçilerine: "Rabbinize duâ edin, bizden, bir gün olsun azabı hafif­letsin!" diyecekler.
50. Bekçiler: "Size peygamberleriniz açık açık deliller getirmediler mi?" derler. Onlar da "Evet getir­diler" derler. (Bekçiler ise): "O halde kendiniz yalvarın" derler. Halbuki kâfirlerin duası, sadece boşa git­miştir.
51. Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.
52. O gün zâlimlere, özür dilemeleri hiçbir fayda sağlamaz Artık lanet de onlarındır, kötü yurt da on­larındır!
53. 54. Andolsun ki biz Musa'ya hidâyeti verdik ve İsrâiloğullarına, akıl sahipleri için bir öğüt ve doğruluk rehberi olan Kitab'ı mîras bıraktık.
55. Şimdi sen sabret. Çünkü Allah'ın va'di gerçek­tir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam sabah Rabbi-ni hamd ile tesbîh et.
56. Kendilerine gelmiş kat'î bir delil olmaksızın, Allah'ın âyetleri hakkında münakaşa edenler var ya, hiç şüphe yok ki, onların kalblerinde, asla yetişemeye-cekleri bir büyüklükten başka bir şey yoktur. Sen Allah'a sığın. Kuşkusuz O, işiten ve görendir.
57. Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanla­rın yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Fakat insan­ların çoğu bilmezler.
58. Körle gören, bir olmaz. İnanıp iyi amellerde bulunanla kötülük yapan da bir olmaz. Ne kadar az dü­şünüyorsunuz!
59. Kıyamet günü mutlak gelecektir, bunda hiç şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu buna inanmazlar.
60. Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana duâ edin, size icabet edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.
61. Allah, dinlenesiniz diye sizin için geceyi, gör­meniz için de gündüzü yaratandır. Şüphesiz Allah, in­sanlara karşı lütûfkârdır. Fakat insanların çoğu şükret­mezler.
62. İşte O, herşeyin yaratıcısı olan Rabbiniz Allah1 dır. O'ndan başka tanrı yoktur. O halde nasıl döndürülüyorsunuz!
63. Allah'ın âyetlerini inatla inkâr edenler, işte böyle döndürülür.
64. Allah, yeri sizin için bir mesken, göğü de bina eden, size şekil verip de şeklinizi güzel yapan ve sizi te­miz besinlerle rızıklandırandır. İşte o, Rabbiniz Allah'-dır, Âlemlerin Rabbi Allah, yücelerden yücedir.
65. O dâima diridir; O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. O halde dinî O'na tahsis ederek O'na dua edin. Her türlü övgü Âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.
66. De ki: "Bana Rabbimden apaçık deliller ge­lince, o sizin Allah'ı bırakıp taptıklarınıza kulluk et­mem bana yasaklandı ve (bana) Âlemlerin Rabbine tes­lim olmam emredildi.

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde, Firavun hanedanının basma gelen azab ve yok olmayı anlatmıştı. Ardından burada, cehennem ehli arasında çere-yan edecek olan münâkaşa ve çekişmeyi suçluların, cehennem azabına gir miş bir haldeyken yardım dilemelerini onların bu dileklerine cevap veril­mediğini anlattı. Yüce Allah daha sonra, müşriklerin aleyhine delil getir­mek için, birliğini ve gücünü gösteren hüccet ve delilleri anlattı. [79]

Kelimelerin İzahı

Çekişirler.
Hazene, bir şeyi korumak ve kollamakla görevlendirilmiş
kimse mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur.
Eşhâd, kelimesinin çoğuludur. Buradaki Şâhid, başkası­nın aleyhine delille şahitlik edendir.
Dâhırîn, zeliller ve boyun eğenler. İmandan inkâra döndürülüyorsunuz. Karâr; mesken demektir.
Boyun eğiyorum, İtaat ediyorum. [80]

Âyetlerin Tefsiri

47. İleri gelenlerle bunlara tabi olanların cehennem ateşinde tartoşacakları zamanı düşün. Zayıf olan tâbiler, kibirlenip iman etmeyen ve peygamberlere uymayan ond lerine o gün şöyle derler: Dünyada biz, hizmetçi gibi sızın tabılenmz emirlerinize boyun eğiyor, bizi çağırdığınız inkâr ve sapıklık hususunda size uyuyorduk. Siz, içinde bulunduğumuz bu azaptan birazını bizden savabilir misiniz? Fahreddin Râzî şöyle der: Onlar, önderlerin bu azabı onlar için hafifletemeyeceklerini biliyorlardı. Onların bu sözden maksatları sadece önderleri daha çok utandırmak ve kalplerine daha çok elem vermektir. Çünkü önderler, kendilerine tâbi olanları türlü sapıklıklara düşürmeye çalışmışlardı.[81]
48. Önderler onlara cevap olarak dediler ki: Biz hepimiz cehennem ateşindeyiz. Eğer sizden azabı giderecek gücümüz olsaydı onu mutlaka kendimizden de savardık. Kuşkusuz Yüce Allah, nıü'minlerin cennete, kâfirlerin de cehenneme gireceğine dair, geri döndürelemeyecek kesin bir hükümle hükmünü verdi. Artık sizin için elimizden bir şey gelmez. [82]
49. Cehennemdekiler birbirlerinden ümit ke­since, kendilerinden azabın hafifletilmesini istemek üzere cehennem bek­çilerine sığındılar. Beyzâvî şöyle der: Burada, daha çok korkutmak ve duru­mun kötülüğünü ifade etmek için, onun bekçilerine" yerine, açık isim olarak, cehennemin bekçilerine" denildi.[83] Bu azaptan tek bir gün kadar da olsa, bizden hafifletmesi için, Allah'a dua edin" dediler. [84]
50. Melekler kınama ve azarlama yoluy­la onlara şöyle cevap verdiler. Peygamberler size apaçık mucizeler getirdi de onları inkâr edip yalanlamadınız mı? Kâfirler: "Evet, bize getir­diler" dediler. Bunun üzerine melekler onlara: "Öyleyse, Allah'a siz kendiniz dua edin. Çünkü biz buna cür'et edemeyiz, dediler. Fahreddin Râzî şöyle der: "Dua edin" şeklindeki sözleri bir yararı olacak ümidiyle söylenmiş değildir. Bu ancak, onların hüsranda olduğunu göstermek için söylenmiştir. Zira, Allah'a yakın olan meleklerin duası kabul edilmezse, kâfirlerin duası nasıl kabul edilir.[85] Bundan sonra, kâfirlerin duasının he­rhangi bir tesirin olmayacağını açıklamak üzere şöyle derler. Sizin duanız fayda sağlamaz. Çünkü kâfirlerin duası, boş ve beyhudedir. [86]
51. Biz bu dünya hayatında deliller, zaferler ve suçlu kâfirlerden intikamlarını almak suretiyle, peygamberlere ve mü'minlere mutlaka yardım ederiz. Âhirette, kulların yaptıklarına şahitlik edecek melek, peygamber ve mü'min şahitlerin geldiği günde de onlara yardım ederiz. Fahreddin Râzî şöyle der: Bu âyet, dünya hayatında da, âhirette de, Yüce Allah'ın düşmanlarına karşı peygam­berine yardım edeceğine .dair bîr vaadidir.[87]
52. O gün suçlulara, özür dilemeleri fayda ver­mez. İbn Cerîr şöyle der: Müşriklere, özür beyan etmeleri fayda vermez. Çünkü onlar sadece bâtıl şeylerle mezaret beyan ederler.[88] Onlar için, Allah'ın rahmetinden kovulma vardır. Ve onlar için en kötü dönüş ve varış yeri olan cehennem vardır. İbn Abbas şöyle der: kötü âkibet demektir. [89]
53. Vallahi, İmran oğlu Musa'ya, din hususunda ken­dileriyle doğru yol bulunan mucizeler, sahifeler ve şeriatler vermiştik.[90] İsrailoğullarmı faydalı ilme ve doğru yola ileten kita­ba yani Tevrat'a vâris kıldık. [91]
54. Tevrat, akl-ı selîm sahipleri için bir hidayet rehberi ve öğüttür. [92]
55. Ey Peygamber! Müşriklerin eziyetlerine sabret. Allah'ın sana ve sana uyanlara, düşmanlara karşı zafer vaadi haktır, ondan dönülmesi mümkün değildir. Çünkü Allah, sözünden dönmez. Fahreddin Râzî şöyle der: Yüce Allah, peygamberlerine yardım edeceğini açıklayıp bu husuta Musa'nın (a.s.) durumunu misal getirdikten sonra, "Sabret, çünkü Allah'ın va'di haktır" sözüyle Rasûlüne (s.a.v.J hitap etti. Bundan maksat şudur: kuşkusuz Allah, önceki peygamberlere yardım ettiği gibi, sana da yardım edecektir. Onlar hakkında verdiği sözü yerine getirdiği gibi sana verdiği sözü de yerine getirecektir.[93] Daha üstün ve daha iyi olanı yapmayı terketmek suretiyle işlediğin kusurdan dolayı Rabbinden ba­ğışlanmanı dile. Sâvî şöyle der: Bu emirden maksat, bunu ümmete öğret­mektir. Yoksa Allah'ın rasulünün, gerek peygamberlikten önce ve gerekse peygamberlikten sonra, küçük ve büyük bütün günahlardan ma'sum olduğu tahakkut etmiştir.[94] İbn Kesîr şöyle der: Bu âyet, ümmeti istiğfara tesvit etmektedir.[95] Sabah ak£am Rabbini tesbih et meye devam et. Fahreddin Râzî şöyle der: Bundan maksat, iyi meleklerir zümresine girinceye kadar Allah'ı zikre devam etmeyi ve dilin bum bırakmamasını emretmektir. O iyi melekler, "Ara vermeden, gece gündü; Allah'ı tesbih ederler".[96] Teşbihten maksat, Allah'ı, ona layık olmayan her şeyden uzak tutmaktır.[97] Bundan sonra Yüce Allah kâfirleri bâtıl yolları kullanarak mücadeleye iten sebebe dikkat çekti: [98]
56. Allah'tan kendilerine gel­miş herhangi bir delil ve hüccetleri yokken, inen âyetler hakkında tartışan­lar var ya, Kalplerinde, onları sana uymaktan ve sana itaat etmekten alıkoyan kibir ve böbürlenmekten başka bir şey yoktur. Onlar, Allah'ın nurunu söndürme arzularına ulaşacak değillerdir. Sana üstün gelme emellerine de kavuşamayacaklardır Öyleyse, onların tuzaklarından Allah'a sığın ve onunla korun. Allah, onların kötülüğünü senden savar. Zira, O, onların sözlerini işiten, hallerini bilendir. Bundan sonra Yüce Allah, birliğini ve gücünü gösteren delilleri anlattı: [99]
57. Bu âyetin başındaki , başlangıç lamıdır. Yani, Allah'ın, gökleri ve yeri yaratması ve hiçbir şey olmadıkları halde onları yaratıp meydana getirmesi, insanı yaratmasından daha büyük­tür. Büyüklüklerine rağmen gökleri ve yeri yaratabilen, onlardan daha basit ve daha küçük olanı yaratmaktan nasıl âciz olabilir? İbn Cüzeyy şöyle der: Maksat, öldükten sonra dirilmeye delil getirmektir. Çünkü, büyüklüklerine rağmen gökleri ve yeri yaratan Allah, yok olduktan sonra bedenleri tekrar diriltebilir.[100] Fakat insanların çoğu bunu bilmez. Çünkü onlar, cehaletlerine yenik düştüklerinden, aşırı gafletleri ve arzu­larına uymalarından dolayı bunu düşünemezler. [101]
58. Mü'min ile kâfir bir olmaz İman edip iyi işler yapanlar ile kötü iş yapanlar, yani iyi ile kötü de eşit olmaz. Bu misallerden, ne de az öğüt alıyorsu­nuz. İbn Kesir şöyle der: Bundan maksat şudur: Hiçbir şey göremeyen kör ile, gözünün ulaşabildiği yeri gören eşit olmayacağı gibi, aynı şekilde iyi mü'minler ile kötü kâfirler de eşit olmaz. İnsanların çoğu, ne de az öğüt alıyor.[102]
59. Kuşkusuz kıyamet gelecektir. Bunda ne bir şüphe vardır, ne de bir kuşku, Fakat insanların çoğu, onun geleceğine inanmazlar. Bu nedenle, Öldükten sonra dirilmeyi ve hesa­bı inkâr ederler. Fahreddin Râzî şöyle der: "İnsanların çoğu"ndan maksat, öldükten sonra dirilmeyi ve kıyameti inkâr eden kâfirlerdir.[103]
60. Rabbmız buyurdu ki: Bana dua edin, size istediğinizi vereyim. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah, kullarını, kendisine duaya çağırdı ve kendisinden bir lütuf ve ikram olarak, dualarına cevap ve­receğine söz verdi.[104] Kibirle­nip de Allah'a ibadeti terkedenler var ya, onlar hor ve hakir olarak cehen­neme gireceklerdir.
Bundan sonra Yüce Allah, birliğinin ve gücünün alâmetlerinden, iba­det ve şükrün, sadece kendisine yapılmasını gerektirecek şeylerden bahset­ti: [105]
61. Yüce Allah, gündüzün çalışma yorgunluğunu gidermeniz için, hikmet ve kudreti ile geceyi ka­ranlık kılan; rızık sebepleri ve geçiminizi temin edeceğiniz şeyleri aramak maksadıyla dolaşmanız için gündüzü aydınlık kılandır. Yüce Allah kullarına karşı lütfedicidir. Cömerttir ve onlara iyilik edi­cidir. Fakat insanların çoğu, iyiliğine karşı Allah'a şükretmez, onun lütuf ve ihsanını inkâr ederler. [106]
62. İşte, yaratma ve ihsan etmede tek olan o zât, Rabbmız Allah'tır. O, her şeyin yaratıcısıdır, Ondan başka ma­but yoktur. Yaratan ve her şeye sahip olana ibadeti bırakıp, nasıl, putlara ibadete çevriliyorsunuz? [107]
63. İşte Allah'ın âyetlerini inkâr edenler bu şekilde, hak ve hidayetten çevriliyorlar. Sâvî şöyle der: Bu, Peygamber (s.a.v.)'i teselli etmektedir. Yani, ey Peygamber! Kavminin seni inkâr etmesine üzülme. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı.[108] Bundan sonra Yüce Allah daha çok açıklamak ve kudret delillerini daha çok göstermek için şöyle buyurdu: [109]
64. Yüce Allah, hayatuıızda da, Ölümünüzde: sonra da, yeri sizin için karargâh kılandır. İbn Abbâs şöyle der: O, yeri, ha yattayken de, öldükten sonra da sizin için bir konaklama yeri yaptı.[110] Gökleri de üstünüze yükseltilerek yapılmış bir kubbe gibi, korunmuş biı tavan yaptı. Size, en güzel biçimi verdi ve sizi, uzuv birbirine uygun olarak en güzel şekilde yarattı; başı aşağıya dönül; dört ayak üzerine yürüyen hayvanlar gibi yapmadı. Zemahşerî şöyle deı Yüce Allah, şekli insandan daha güzel hiçbir canlı yaratmadı.[111] Bu, Yüc Allah'ın, "Biz, insanı en güzel biçimde yarattık"[112] mealindeki sözüne benzer. Sizi, türlü lezzetli rızıklarla rızıklandırdı. İşte bu şeyleri yapan ve bu nimetleri veren, Rabbinizdir. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Kendisinden başkasına ilâhlık layık ol­mayan, bütün mahlûkâtm Rabbi yücedir ve noksan sıfatlardan uzaktır. [113]
65. O Yuce Allah, hakikî zatî hayat sıfatında tektir. O bakidir, ölmez. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde, gizli ve aşikâr olarak, ibadet ve itaati sadece O'na tahsis edin. diyerek dua edin. Yani, övgüve şükür, hiçbir şeye sahip olmayan put­lara değil, bütün mahlûkâtm sahibi olan Allah'a mahsûstur. Yüce Allah, celâl ve azamet sıfatlarını anlattıktan sonra, Allah'tan başkasına ibadet et­meyi yasaklayarak şöyle buyurdu: [114]
66. Ey peygamber! De ki: "Yüce Rabbim sizin taptığınız o putlara tapmayı bana yasakladı." Sâvî şöyle der: Yüce Allah, peygamberlerine, kavmini puta tapmaktan men etmek için, on­lara böyle hitap etmesini emretti. Zira onlar, aklî naklî deliller ortaya çıktıktan sonra da, Allah'tan başkasına ibadete devam ediyorlardı.[115]
Bana onun katından, birliğini gösteren apaçık deliller geldikten sonra, puta tapmak bana yasaklandı. Fahreddin Râzî şöyle der: Bu deliller şunlardır: Âlemin ilâhının celâl ve azamet sıfatıyla sıfatlanmış olduğu sabittir. Akl-ı selîm, ibâdetin ondan başkasına layık olmadığına şahitlik eder. Yontulmuş taşları ve şekillendirilmiş ağaçlan ilâhlıkta O'na ortak kılmayı bedîhî akıl kabul etmez.[116] Bana bir olan Allah'a itaat edip boyun eğmem, dini sadece O'na tahsis etmem ve kendimi, başkasına ibadetten arındırmam emredildi. [117]
67. O, sizi topraktan, sonra bir meniden, sonra 'alakadan (aşılanmış yumurtadan) yaratandır. Sonra be­bek olarak çıkarır, sonra sizi güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz, sonra da ihtiyarlamanız için yaşatır. İçiniz­den kimi de, daha evvel öldürülmektedir. (Allah,) belli bir vakte ulaşmanız ve aklınızı kullanmanız için (böyle yapar).
68. O, hem dirilten, hem de öldürendir. O, her­hangi bir işin olmasını dilediği zaman ona yalnız "Ol!" der, o da oluverir.
69. Allah'ın âyetleri hakkında tartışanlara bakma­dın mı? Nasıl döndürülüyorlar.
70. Onlar, kitab'ı ve peygamberlerimize gönderdiğimiz şeyleri yalanlayanlardır. Onlar yakında anlaya­caklar.
71, 72. Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde, sıcak suya sürüklenecekler sonra da ateş­te yakılacaklardır.
73, 74. Sonra onlara: "Allah'ı bırakıp da koştuğu­nuz ortaklar nerededir?" denilecek. Onlar da, "Bizden uzaklaştılar, zâten biz önceleri hiçbir şeye tapmıyor­duk" diyecekler. İşte Allah kâfirleri böyle şaşırtır.
75. Bu, sizin yeryüzünde haksız olarak şımarma­nızdan ve aşırı derecede böbürlenmenizden ötürüdür.
76. İçinde ebedî kalmak üzere cehennemin kapıla­rından girin. Kibirlenenlerin dönüp gidecekleri yer ne çirkindir!
77. Onun için, sen sabret! Şüphesiz Allah'ın vadi gerçektir. Onlara söz verdiğimiz azabın bir kısmını ya sana gösteririz, yahut seni kendimize alırız. (Nasıl olsa) onlar bize döneceklerdir.
78. Andolsun senden önce de peygamerler gönder­dik. Onlardan sana kıssalarını anlattığımız kimseler de var, durumlarını sana bildirmediğimiz kimseler de var. Hiçbir peygamber Allah'ın izni olmaksızın herhangi bir âyeti kendiliğinden getiremez. Allah'ın emri gelince de hak uygulanır. İşte burada Allah'ın nizamını yıkma­ya uğraşanlar hüsrana uğrarlar.
79. Allah, kimine binesiniz, kimini yiyesiniz diye sizin için hayvanları yaratandır.
80. Onlarda sizin için daha nice faydalar vardır. Gönüllerinizdeki bir arzuya onlara binerek ulaşırsınız. Onlar ve gemilerin üstünde taşınırsınız.
81. Allah size âyetlerini gösteriyor. Şimdi, Allah'­ın âyetlerinden hangisini inkâr edersiniz?
82. Onlar yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuştur, baksın­lar? Öncekiler bunlardan daha çoktu, kuvvetçe ve yer­yüzündeki eserleri bakımından daha sağlam idiler. Fa­kat kazandıkları şeyler onlara asla fayda vermemiştir.
83. Peygamberleri onlara apaçık mucizeleri geti­rince kendilerinde bulunan bilgi ile gururlandılar. Alaya aldıkları şey kendilerini kuşatıverdi.
84. Artık o çetin azabımızı gördükleri zaman: "Allah'a inandık ve O'na ortak koştuğumuz şeyleri in­kâr ettik" derler.
85. Fakat, azabımızı gördükleri zaman îmanları kendilerine bir fayda vermeyecektir. Allah'ın, kulları hakkında carî olagelen âdeti budur. İşte o zaman kâ­firler hüsrana uğrayacaklardır.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Bu mübarek âyetler Allah'ın birliğini ve kudretini gösteren delilleri anlatmaya devam eder. Yüce Allah, hariçteki kudret delillerini anlattıktan sonra, ardından içteki kudret delillerini anlattı. Sonra, müşriklerin kıyamet günündeki durumlarından bahsetti. Bu mübarek sûreyi, kâfır ve sapıkları tehdit edip korkutarak bitirdi. [118]

Kelimelerin İzahı

Ağlâl, bukağılar demektir. Eli boyuna bağlayan bukağı mâ­nâsına gelen kelimesinin çoğuludur.
Hamım, son derece sıcak su demektir.
Onlarla ateş yakılır. "Tandırı yaktı" mânâsına deni­lir.
Şımarıp azarsınız.
Mesvâ; barınak, kalma yeri demektir. Bir kimse bir yerde ka­lıp ikamet ettiğinde denilir. Mesvâ kelimesi bundan alınmıştır. Geçti. [119]

Âyetlerin Tefsiri

67. Bu âyet, insan yaratılışının geçirdiği safhaları açıklamaktadır. Yani, ey insanlar! Kudretiyle sizi yok­tan var eden, Yüce Allah'tır. O atanız Âdem'i topraktan yarattı. Sonra soyu­nu nutfeden yani meniden, sonra da katı kan olan embriondan, yarattı. Daha sonra da diğer aşamaları tamamladı. Cenin, annesinin karnından ayrıldıktan sonra çocuk olur. Kuvvet ve akıl husu­sunda olgunluk çağı olan kırk yaşma varmanız için gereken imkânı verdi. Sonra ihtiyarlık çağma ulaşmanız için fırsat verdi. Fahreddin Râzî şöyle der: Yüce Allah insan ömrünü çocukluk, olgunluk ve ihtiyarlık olmak üzere üç bölüme ayırdı. Bu, akla uygun bir sıralamadır. Çünkü insan, ömrünün ilk döneminde gelişme ve büyüme içinde olur. Buna çocukluk denilir. Bu gelişme, kendisine bir zafiyet gelmeksizin, tamamlanıncaya kadar devam eder. Bu, olgunluk çağıdır. Sonra gerilemeye başlar, kendisinde zafiyet ve noksanlık baş gösterir. Bu da ihtiyarlık çağıdır.[120] Sizden, dünyaya gelmeden önce ölenler de vardır. Bu düşüktür. Mücâhid şöyle der: "ihtiyarlık çağından önce ölenler de vardır". Her şahıs için tayin edilmiş olan vakte yani Ölüme ulaşmanız için yaşatır. Ve kudretinin delillerini anlamanız ve O'nun tek olduğuna inanmanız için bu imkânları verir. [121]
68. Diriltmeye ve öldürmeye gücü yeten odur. O herhangi bir şeyi istediğinde yorulup meşakkat çekmez. O şey gecikmeksizin hemen oluverir. Ebussuûd şöyle der: Bu, Yüce Allah'ın gücünün sonsuzluğunu ifade eden bir temsil ve eşyanın bir emir ve memur olmadan hemen meydana geldiğini anlatan bir tasvirdir.[122] Bundan soma Yüce Allah tekrar, âyetleri hakkında bâtıl yollarla mücadele edenleri kınadı: [123]
69. Soru muhatabı hayrete düşürmek için yöneltilmiştir. Yani, ey Muhatab! Allah'ın apaçık âyetleri konusunda mücadele eden o inatçı kibirlenenlerin halini görüp te şaşmıyor musun? Onların akılları nasıl hidayetten sapıklığa çevriliyor? Bundan son­ra Yüce Allah, onların kim olduğunu şu sözüyle açıkladı: [124]
70. Onlar Kur'an'ı ve diğer semavî ki­tapları ve şeriatları yalanlayanlardır. Yalanlamalarının akıbe­tini ilerde görecekler. Bu bir tehdit ve korkutmadır. [125]
71. Onlar bukağılar ve zincirlerle elleri bo­yunlarına bağlı olarak cehenneme girdikleri zaman cehenneme sürüklenirler. [126]
72. Onlar o zincirlerle, cehennem ateşinde kaynatılmış sıcak suyun içine sürüklenirler. Sonra da orada yakılırlar. İbn Kesîr şöyle der. Yani, Zincirler bukağılara bitişik olup Zebanilerin ellerin­dedir. Zebaniler onları bazen yüzüstü kaynar suya, bazen cehenneme çekerler. Nitekim âyet-i kerîmede meâlen şöyle buyrulmuştur: "Onlar ce­hennemle kaynar su arasında dolaşır dururlar"[127]
73, 74. Sonra susturmak için on­lara şöyle denilir: Kendilerine ibadet ettiğiniz ve Allah'a ortak koştuğunuz o putlar nerede? Onlar şöyle derler: Gözlerimizden kayboldular. Onları ne görebiliyoruz, ne de onlardan şefaat dileyebiliyoruz, Bilakis biz, daha önce hiçbir şeye ibadet etmemiştik. Tefsirciler şöyle der: Müşrikler putlara taptıklarını inkâr ederler. Şaşkınlıkları ve he­yecanlarından dolayı böyle derler. Yüce Allah, o ya­lancıları saptırdığı gibi bütün kâfirleri saptırır. [128]
75. Bu azap, dünyada günah işlemeye, mal çokluğuna ve onu haram yerlerde harcamaya gösterdiğiniz sevinçten dolayıdır. Şımarmanız, azmanız ve kibirinizden do­layıdır. Sâvî şöyle der: Bu âyet her ne kadar kâfirleri kınama hakkında ise de, Allah'a isyana dalan herkesi ilgilendirir. Onun da bu tehditten bir payı vardır.[129] [130]
76. İçinde ebedî kalmak üzere cehennemin yedi kapısından size ayrılmış olan kapıdan girin. Cehen­nem, Allah'ın âyetlerine karşı kibirlenen , iman ve Allah'ın birliği delille­rinden yüzçevirenler için ne kötü bir karargâh ve yaşama yeridir. Ayet-i ke-rime'de, nazmın gereği olan, "kibirlenenlerin gireceği yer" denilmeyip te, "kalacakları yer" denilmesinin sebebi şudur: Giriş devam etmez. Ancak, barınacak ve kalınacak yer devamlı olur. Onun içindir ki, Yüce Allah özellikle oranın kötü olduğunu bildirdi. [131]
77. Ey Peygamber! kavminin seni yalanlamasına karşı sabırlı ol. Allah'ın, onları cezalandıracağına dâir verdiği söz kesin­likle gerçekleşecektir. Sâvî şöyle der: Bu, Yüce Allah'ın Peygamberini tesellisidir. Ayrıca düşmanlarına karşı ona yardım edeceğine dair güzel bir vaadidir.[132] Onları tehdit ettiğimiz azabın bir kısmını sana gösterirsek... Bu şartın cevabı söylenmemiştir. Takdiri şöyledir: İstenen odur. Ya da cevap, "senin gözünün aydın olması içindir" şeklinde olur. ey Peygamber! Onlara azabı indirmeden önce seni öldürürüz. Kıyamet gününde onların dönüşü sadece bize ola­caktır. O zaman onlardan çetin bir şekilde intikam olacağız. Bundan sonra Yüce Allah, Hz. Peygamber (a.s.)'i teselli etmek için ona peygamberlerin haberlerini bildirdi: [133]
78. Allah'a andolsun ki, ey Peygamber! Senden Önce birçok peygamber göndermiş ve onları açık mucizelerle destekle­miştik. Kavimleri onlarla mücadele etmiş ve onları yalanlamıştı. Başına gelen şeylere sabretme hususunda o peygamberleri örnek al. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, ondan önce peygamberlerin karşılaştığı şeyleri anlatarak onu teselli etti.[134] O peygamberlerden, kavimleriyle olan kıssalarını sana anlattıklarımız da vardır; kıssa ve haber­lerini sana anlatmadıklarımız da. Peygam­berlerden hiçbiri için, Allah'ın emri olmadan, kavmine herhangi bir mucize getirmesi sahih ve doğru olmaz. Bu, Kureyş'e bir cevaptır. Zira onlar Hz. Peygamber(s.a.s.)'e, "Safa tepesini bizim için altın yap" demişler ve bun­dan başka tekliflerde bulunmuşlardı. Cezalandırılma­ları için belirlenen vakit geldiğinde Allah onları yok edecektir. İşte o zaman, Allah'ın âyetleri hakkında mücadele edenler ve pey­gamberi güç duruma düşürmek için mucizeler isteyen inatçılar ziyana uğrayacaklardır. Bundan sonra Yüce Allah onlara nimetlerim hatırlatmak üzere şöyle buyurdu: [135]
79. İlâhlığa, kendisinden başka kimsenin layık ol­madığı Yüce Allah, deve, sığır ve koyun gibi hayvanları sizin emrinize ve­rendir. O, bu hayvanları, yararlanmanız maksadıyle sizin için yaratmıştır. O hayvanların bazısının sırtına binmeniz, bazılarının da etlerinden yemeniz ve sütlerinden içmeniz için onları yarattı. [136]
80. O hayvanlarda, yani onların tüyerinde, yünlerinde, kıllarında, süt, yağ ve iç yağlarında sizin için birçok faydalar vardır Bir de uzak mesafelere yolculuk esnasında, yüklerinizi taşımak suretiyle, gönüllerinizdeki bir arzuya kavuşmanız için onları ya­rattı. Karada o develer üzerinde, denizde de gemilerde taşınırsınız. Yüce Allah, aralarında sıkı bir ilgi bulunduğu için, develerle gemileri bir arada zikretti. Hattâ bu ilgiden dolayı, develere, kara gemileri denilmiştir. [137]
81. Ey insanlar!. Allah, birliğini gösteren iç ve dış delilleri size göstermesi için böyle yaptı, Çokluklarına ve apaçık olmalarına rağmen bu açık ve engin delillerden ve mucizelerden hangi biri­ni inkâr ediyorsunuz? Zira bu deliller, açık oldukları için, inkârı kabul et­mezler. Bu âyet, delillerin çokluğu ve açıklığına rağmen Allah'ın birliğini inkâr etmelerinden dolayı kâfirler için bir kınamadır. [138]
82. Bu bir istif-hâm-ı inkârîdir. Yani, o müşrikler azgın kibirlilerin sonunun ne olduğunu ve kendilerinden önceki toplumların kalıntılarını görüp tanımak için yeryüzü­nün her tarafını dolaşmadılar mı? İnkârları ve yalanlamalarından dolayı on­ların başına gelen azap ve helaki görmediler mi? Onlar Mekke halkından, sayıca daha çok, kuvvetçe daha üstün idil­er. Onlardan sonra kalıntıları yani binalar, köşkler ve büyük yapıların kalıntıları halâ devam etmektedir, Onların ka­zanmış oldukları mallar ve yapmış oldukları binalar kendilerine ne bir fay­da sağladı, ne de onlardan azabı savdı. [139]
83. Peygamberleri onlara açık mucizeler ve de­liller getirdiklerinde kâfirler, hidayet ve vahiy nurundan uzak dünyevî ilimlerinden dolayı şımarık bir şekilde sevindiler ve o ilme aldandılar. Peygamberleri ve mucizeleri inkâr ve onlarla alay etmelerinin cezası başlarına indi. [140]
84. Azabın çetinliğini ve sıkıntılarını açık bir şekilde gördüklerinde, "Bir olan Allah'a inandık, İbadette Allah'a ortak koşmuş olduğumuz putları inkâr ettik" dediler. [141]
85. Azabı gördüklerinde, bu imanları onla­ra fayda verecek değildir. Çünkü o zorla yapılan imandır. Azabı gördüklerinde imanın fayda vermeyeceği kanunu Allah'ın, kullan hakkında koyduğu geçmişten bu yana süre gelen bir kanunudur, İşte o zaman, Rablannm ve Yaratıcılarının birliğini inkâr eden o kâfirler hüsrana uğramışlardır. [142]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek sûre birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "bizi öldürdün" ile bize hayat verdin", doğru" ile yalancı", " sabah" ile " akşam", " diriltir" Öldürür" ve " kör" ile " gören" arasında tıbâk sanatı vardır.
2. Bu şunun içindir ki, Allah'ı birlemeye davet edildiğinizde inkâr ettiniz, ona ortak koşulursa inanıyorsunuz. Yüce Allah kendisini birleme ve ortak koşmaya mukabil inkârı ve imanı zikretti. Aynı şekilde Ey kavmim! Kuşkusuz bu dünya hayatı geçici bir eğlencedir. Fakat âhiret gerçekten kalma yurdudur" âyetinde mukabele vardır. Yüce "Allah dünya hayatı ve geçici eğlenceye karşılık, âhireti ve kalma yurdunu zikret­ti. Bu güzelleştirici edebî sanatlardandır.
3. Sizin için gökten bir rızık indiriyor" âyetinde mecâz-ı mürsel vardır. Yüce Allah "rızkı" zikretmiş, "yağmur"u kastet­miştir. Çünkü su, bütün rızıkların sebebidir. Bu, neticeyi söyleyip sebebi kastetme türündendir.
4. Kör ile gören bir olmaz" âyetinde latîf bir is­tiare vardır. Yüce Allah kâfir için körü, mü'min için de göreni müsteâr ola­rak kullandı.
5. Gündüzü aydınlık kıldı" âyetinde mecâz-ı aklî vardır. Bu, bir şeyi, zamanına isnat etme türündendir. Çünkü gündüz, aydınlanma zamanıdır.
6. "Kendi emrinden vahyi indirir" âyetinde kinaye vardır. Burada ruh, vahyden kinayedir. Çünkü vahy bedendeki ruh gibidir.
7. Kelimeleri, aşırılık ifade eden mübalağa sıygalarıdır.
8. Sevinip şımarırsınız" ile böbürlenirsiniz" arasında cinâs-ı nakıs vardır. Aynı şekilde size şekil verdi" ile sizin şekilleriniz" arasında da cinâs-ı nakıs vardır.
9. Kıyamet mutlaka kopacaktır" cümlesi, ve ile pekiştirilmiştir.
10. Allah'ın âyetleri hakkında, inkâr edenlerden başka hiç kimse tartışmaz" cümlesinde hasr ifadesi vardır.
11. Peygamberler gönderdik" cümlesinde, arasmda cinâs-ı iştikak vardır.
12. Onlardan sana kıssalarını anlattıklarımız vardır" ile kıssalarını sana anlatmadıklarımız da vardır" cümleleri arasında tıbâkselb vardır.
13. Çok güzel seci' ve akılları alan bir ifâde ile birlikte, âyet sonları birbirine uygun olmuştur. Firavun hanedanından olan mü'minden, şu ilâhî ve muciz ifâde ile bahseden Kur'an'ın sözüne dikkat et ve ifadedeki parlaklığa bir bak:
Bu âyet-i kerîmeler inci dizilerinden daha parlaktır. Allah'ın yardımıyle Gâfir (Mü'min) Sûresi'nin tefsiri bitti. [143]


[1] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/359-360.
[2] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/360.
[3] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/365.
[4] Konu hakkında geniş bilgi için bkz. Bakara sûresinin evveli. Ğâfir sûresi, "Hâ mîm" harf­leriyle başlayan yedi sûreden biridir. Bunlara "Yedi Hâmîmler" veya "Hâmîm ailesi" denir.
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/365.
[5] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/365.
[6] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/365.
[7] Teshil, 4/2
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/365-366.
[8] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/235
[9] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/366.
[10] Taberî, 24/43
[11] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/366.
[12] Keşşaf, 4/118
[13] Bkz. Bahr, 7/451
[14] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/366-367.
[15] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/236
[16] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/367.
[17] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/367.
[18] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/237
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/367.
[19] Bu İbn Mes'ûd, İbn Abbâs ve Katâde'nin görüşüdür. Onlar, "Bu âyet Yüce Allah'ın şu mealdeki sözüne benzer" derler: "Ey kâfirler! Siz ölü (henüz yok) İken sizi dirilten, dünyaya getiren Allah'ı nasıl inkar ediyorsunuz? O sizi yine öldürecek, yine diriltecek (Bakara sûresi, 2/28).
[20] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/367-368.
[21] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/368.
[22] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/368.
[23] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/368.
[24] Muhtasar-ı tbn Kesîr, 3/238
[25] Ebussuûd, 5/5
[26] Kurtubî, 15/299
[27] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/238
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/368-369.
[28] Sâvî Haşiyesi 4/5
[29] Kurtubî, 15/300
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/369.
[30] Kurtubî, 15/301. Hadiste geçen kelimesi öğleyin istirahat etmek manasına gelen "i kaylûle" kelimesindendir.
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/369-370.
[31] Necm Sûresi, 53/57
[32] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/239
[33] Teshil, 4/4
[34] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/370.
[35] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/370.
[36] Ebussuûd, 5/7
[37] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/370.
[38] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/370-371.
[39] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/371.
[40] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/376.
[41] Kurtubî, 15/310
[42] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/376-377.
[43] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/377.
[44] Bahr, 7/459
[45] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/377.
[46] Sâvî Haşiyesi, 4/6
[47] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/377.
[48] Bahr, 7/459
[49] Merhum Seyyid Kutub şöyle der: "Sapık Firavun'un Mûsâ (a.s.) hakkında bu sözü söyle­mesinden daha garip bir şey var mı? Bu söz, her taşkın fesatçının her İslah edici davetçi hak­kında söylediği sözün aynısı değil mi? Bu söz, güzel yüzlü hakka karşı söylenmiş ekşi suratlı batılın sözü değil mi? Bu söz, sakin iman karşısında şüpheleri tahrik etmek için söylenmiş pis hileli sözün aynı değil mi. Tarih boyunca ve farklı yerlerde hak ile batıl, iman ile küfür, iyilik­le taşkınlık her karşılaştıkça tekrarlanan aynı mantıktır. Kıssa, zaman zaman ortaya çıkan eski bir kıssadır(Fî Zılâli'l-Kur'ân, 24/68}
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/377-378
[50] Teshil, 4/5
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/378.
[51]Kurtubî, 15/307
[52] Tefsîr-i kebîr, 27/59
[53] Bahr, 7/461
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/378-379.
[54] Tefsîr-i kebîr. 27/59
[55] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/379-380.
[56] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/380.
[57] Keşşaf, 4/128
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/380.
[58] Furkân sûresi, 25/13
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/380.
[59] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/380.
[60] Bahr, 7/464
[61] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/380-381.
[62] Bahr, 7/465
[63] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/381.
[64] Kurtubî, 15/314
[65] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/381.
[66] Zemahşerî şöyle der: Bir gey önce kapalı olarak anlatılır, sonra da açıklanırsa, bu onun şanının büyüklüğünü ifade eder. Firavun göklerin vasıtalarının büyüklüğünü ifade etmek iste­yince, önce kapalı olarak söyledi, sonra da onları açıkladı. (Keşşaf, 4/66).
[67] Bahr, 7/465
[68] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/381-382.
[69] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/382.
[70] Kurtubî, 15/317
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/382.
[71] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/245
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/382-383.
[72] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/383.
[73] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/383.
[74] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/383.
[75] Kurtubî, 15/318
[76] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/383.
[77] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/383.
[78] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/383.
[79] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/387.
[80] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/387.
[81] Tefsir-i kebîr, 27/74
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/387-388.
[82] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/388.
[83] Beyzâvî, 3/154
[84] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/388.
[85] Tefsir-i kebîr, 27/75
[86] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/388.
[87] Tefsîr-i kebîr, 27/75
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/388-389.
[88] Taberî, 24/52
[89] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/389.
[90] Ebussuûd, 5/12
[91] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/389.
[92] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/389.
[93] Tefsîr-i kebîr, 27/77
[94] Sâvî Haşiyesi, 4/11
[95] Muhtasar-i İbn Kesîr, 3/248
[96] Enbiyâ sûresi, 21/20
[97] Tefsîr-i kebîr, 27/78
[98] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/389-390.
[99] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/390.
[100] Teshil, 4/8
[101] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/390.
[102] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/249
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/390.
[103] Tefsîr-i kebîr, 27/80
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/390.
[104] Müfessirlerin çoğuna göre, "dua" dan maksat ibadettir. Kurtubî şöyle der: Yanı beni bi leyin ve bana İbadet edin ki, ibadetinizi kabul edeyim ve sizi bağışlayım... Bizim yukarc açıkladığımız görüş, İbn Kesir'in tercihidir. En açık olan da budur. Şihab da böyle demişti Fahreddin Razi de bunu tercih etmiştir.
[105] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/390-391.
[106] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/391.
[107] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/391.
[108] Savî Haşiyesi, 4/13.
[109] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/391.
[110] Tefsir-i kebîr, 27/84
[111] Keşşaf, 4/137
[112] Tîn sûresi, 95/4
[113] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/391-392.
[114] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/392.
[115] Sâvî Haşiyesi, 4/13
[116] Tefsîr-i kebîr, 27/85
[117] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/392.
[118] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/396.
[119] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/396.
[120] Tefsir-i kebîr, 27/85
[121] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/396-397.
[122] Ebussuûd 5/14
[123] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/397.
[124] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/397.
[125] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/397.
[126] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/397.
[127] Rahman sûresi, 55/44. Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/251
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/397.
[128] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/397-398.
[129] Sâvî Haşiyesi, 4/14
[130] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/398.
[131] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/398.
[132] Sâvî Haşiyesi, 4/15
[133] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/398.
[134] Kurtubî, 14/334 .
[135] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/398-399.
[136] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/399.
[137] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/399.
[138] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/399.
[139] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/399.
[140] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/400.
[141] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/400.
[142] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/400.
[143] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/400-401.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder