NÛH SURESİ

Hiç yorum yok
. 7

NÛH SURESİ

Mekke'de inmiştir. 28 ayettir.

Takdim

Nûh Sûresi Mekke'de inmiştir. Bu sûrenin durumu da Mekke'de inen ve akâid esasları ile iman temellerinin tesbitine önem veren diğer sûreler gibidir. Bu sûre, peygamberlerin şeyhi Nuh'un (a.s.) kıssasını, daveti başla­masından Tufan olayının sonuna kadar genişçe ele alır. Yüce Allah bu olayda, Nûh (a.s.)'un kavminden yalanlayanları boğmuştur. İşte bu kıssa sebebiyle bu sûreye "Nûh sûresi" adı verilmiştir. Bu .sûrede, Allah'ın dave­tinden sapıp uzaklaşan milletler hakkındaki Yüce Allah'ın kanunu; çeşitli asır ve zamanlarda, peygamberler ile suçluların sonu açıklanmıştır.
Bu mübarek sûre, Yüce Allah'ın, Nûh (a.s.)'u peygamber olarak gön­dermesini ve onun daveti tebliğ ve kavmim Allah'ın azabından sakın­dırmasını anlatarak başlar: "Kendilerine yakıcı bir azap gelmeden önce kavmini uyar diye Nuh'u kendi kavmine gönderdik."
Daha sonra sûre Nûh (a.s./un cihâdını, sabrım ve daveti tebliğ uğruna yaptığı fedakarlığı anlatır. O, kavmini gece gündüz, gizli ve açık olarak imana çağırdî. Fakat onun bu daveti, kavminin sapıklık ve isyana dalma­larını artırmaktan başka bir şey yapmadı: «Nûh "Rabbim, doğrusu ben kav­mimi gece gündüz davet ettim. Fakat benim davetim sadece kaçmalarını artırdı." dedi.»
Daha sonra sûre, Nûh (a.s.)'un diliyle, kâfirlere Allah'ın lütuf ve ihsa­nını ard arda saymaya ve hatırlatmaya başladı ki Allah'a itaata çalışsınlar ve onun bu kâinattaki kudretinin eserlerini ve rahmetini görsünler: "Görmediniz mi, Allah yedi göğü bir biri üstüne nasıl yaratmış? Onların içinde ayı bir nur kılmış, güneşi de bir kandil yapmıştır. Allah sizi, yerden ot bitirir gibi bitirmiştir. Sonra sizi yine oraya döndürecek ve yeniden çıkaracaktır."
Bütün bu öğüt, nasihat ve irşada rağmen kavmi inkâr, inat ve sapıklıkta devam etti. Peygamberleri Nûh (a.s.)'un davetini hafîfe aldılar da sonunda Allah, Tufan ile onları yok etti: «Nûh dedi ki: "Rabbim, doğrusu bunlar bana karşı geldiler. Malı ve çocuğu, ziyanını artırmaktan başka şeye yaramayan kimseye uydular. Bunlar büyük hile ve tuzaklar kurdular. Sakm ilahlarınızı bırakmayın. Hele Vedd, Suvâ1, Yağûs, Yaûk ve Nesr'den asla vazgeçmeyin" dediler.»
Bu mübarek sûre, Nûh (a.s.)'un, kavminin helak ve yok olması için yaptığı beddua ile sona erer. Nûh (a.s.) kavmi arasında 950 sene onları Allah'a (c.c.) davet ederek yaşamış fakat ne kalpleri yumuşamış, ne de öğüt ve uyarıların faydası olmuştur. İşte Nûh (a.s.) bundan sonra beddua etmiştir: «Nûh: "Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden hiç kimseyi bırakma. Sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar, sadece ahlaksız ve nankör insanları doğu­rurlar. Rabbim! Beni, ana-babami, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkek ve kadınları bağışla. Zâlimlerin ancak helakini artır." dedi.» [1]
Bismillâhirrahmânirrahim
1. "Kendilerine yakıcı bir azap gelmeden önce kavmini uyar" diye Nuh'u kendi kavmine gönderdik.
2, 3, 4. Nuh dedi ki: Ey kavmim! Şüpheniz olmasın ki, ben sizi, "Allah'a kulluk edin; O'ndan korkun ve bana itaat edin ki, Allah bir kısım günahlarınızı bağış­lasın ve sizi belli bir va'deye kadar tehir etsin" diyerek açıktan açığa uyaran bir kimseyim. Bilinmeli ki Allah' in ta'yin ettiği va'de gelince, artık o ertelenmez. Keşke bilseydiniz!
5. "Rabbim! dedi, doğrusu ben kavmimi gece gün­düz (imana) da'vet ettim;
6. Fakat benim davetim, ancak kaçmalarını artırdı.
7. Gerçekten de, günahlarını bağışlaman için on­ları ne zaman davet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine hüründüler, ayak dirediler, ki-birlendikçe kibirlendiler.
8. Sonra, ben kendilerine açık açık davatte bulun­dum.
9. Sonra, onlarla hem açıktan açığa, hem de gizli gizli konuştum.
10. Dedim ki: Rabbinizden mağfiret dileyin; çün­kü O, çok bağışlayıcıdır,
11. (Mağfiret dileyin ki), üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin,
12. Mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bah-
çeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın.
13. Size ne oluyor ki, Allah'a büyüklüğü yakıştıra-mıyorsunuz?"
14. "Oysa, sizi türlü merhalelerden geçirerek O yaratmıştır."
15. "Görmediniz mi, Allah yedi göğü birbiriyle ahenktar olarak nasıl yaratmış?
16. Onların içinde ayı bir nur kılmış, güneşi de bir çerağ yapmıştır.
17. Allah, sizi de yerden ot (bitirir) gibi bitirmiş­tir.
18. Sonra sizi yine oraya döndürecek ve sizi yeni­den çıkaracaktır.
19, 20. Allah, onda geniş yollar edinip dolaşabilesiniz diye, yeryüzünü sizin için bir sergi yapmıştır."
21. Nuh, "Rabbim! dedi, doğrusu bunlar bana kar­şı geldiler de, malı ve çocuğu kendi ziyanını artırmak­tan başka yaramayan kimseye uydular."
22. "Bunlar da, büyük hileler, büyük desiseler kurdular!
23. Ve dediler ki: Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; hele Vedd'den. Suvâ'dan Yeğûs'tan, Ye'ûk'tan ve Nesr' den asla vazgeçmeyin!"
24. "(Böylece onlar gerçekten birçoklarını saptır­dılar. Sen de bu zâlimlerin ancak şaşkınlıklarını ar­tır!"
25. Günahları yüzünden suda boğuldular, ardın­dan da ateşe sokuldular ve o zaman Allah'a karşı yardımcılar da bulamadılar.
26. Nûh, "Rabbim! dedi, yeryüzünde kâfirlerden hiç kimseyi bırakma!
27. Çünkü sen onları bırakırsan kullarını saptı­rırlar; yalnız ahlâksız, nankör (insanlar) doğururlar.
28. Rabbim! Beni, ana - babamı, îman etmiş olarak evime girenleri, îman eden erkekleri ve îman eden ka­dınları bağışla, zâlimlerin de ancak helakini artır."

Kelimelerin İzahı

Örttüler, kapattılar. " Onu örttü" demektir. örtü ma­nasınadır.
Midrâr; bolca, arka arkaya demektir.
Atvâr; peşpeşe gelen çeşitli durumlar manasınadır. Şâir şöyle der:
Kişi, aşamalardan sonra gelen bir aşamada yaratılır.[2]
Ficâc, geniş yol mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. KUS" Kübbâr, son derece büyük manasınadır.
Deyyâr, yeryüzünde hareket eden veya dolaşan kimse demek­tir.
Tebâr, helak ve yok olma manasınadır. [3]

Âyetlerin Tefsiri

1. Biz, peygamberlerin şeyhi Nuh'u, Arap yarıma­dası sakinlerine gönderdik. Ahisi" şöyle der: Nûh (a.s.)'un Küfe topraklarında oturduğu ve orada peygamber olarak gönderildiği bilinmektedir.[4] Kavmin iman etmediği takdirde; onları elem verici bir azaptan sakındır ve korkut diye gönderdik. Bu azap, dünyada Tu­fan, âhirette ise cehennem azabıdır. [5]
2. Nûh (a.s.) kavmini Allah'a davet etti ve on­lara; "Ben sizin için bir uyarıcı ve işin gerçeğini açıklayan biriyim. Sizi uyarıyor ve Allah'ın azabından korkutuyorum. Benim işim açık, davetim or­tadadır." Tefsirciler şöyle der: Nûh (a.s.), gönderilen ilk peygamberdir. Ona (peygamberlerin şeyhi denir. Çünkü o, peygamberlerin en uzun ömürlüsüdür. Kavmi arasında, Kur'ânKerfm'de anlatıldığı gibi "950 sene"[6] kalmış ve :onları Allah'a davet etmiştir. Bu uzun vakte rağmen onunla birlikte çok az kişi iman etti. Kur'ân onun kıssasına müstakil olarak bu sûreyi ayırmış ve bu olayı, davetin başlangıcından sonuna kadar Nûh sûresi denilen bu sûrede anlatmıştır. Bu sûre sonunda Yüce Allah, Nûh (a.s.)'un kavmini tufanla yok etmiştir. Nûh (a.s.) Ulû'1-azm büyük peygamberlerden biridir. Bunlar beş tanedir. Nûh, İbrahim, Mûsâ, Tsâ ve Muhammed'dir. Allah'ın salat ve sela­mı .hepsinin üzerine olsun. Nûh (a.s.)'un zamanında küfür yaygınlaşmış, kavmi, putlara tapmakla şöhret bulmuş; çokça taşkınlık, zulüm ve isyanda bulunmuşlardır. Bunun üzerine Yüce Allah onlara Nûh (a.s.)'u göndermiştir.
Onların, peygamberleri ile olan olaylarını, Yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm'de bize şöyle anlatır: [7]
3. Nûh onlara dedi ki: Tek olan Allah'a kulluk edin. Haramlarını bırakın. Günahlarından çekinin. Allah'a itaat etmek ve putlara ibadeti terketmek gibi size emrettiğim hususlarda bana itaat edin. [8]
4. Size emretiğimi yaparsanız, Allah işlemiş olduğu­nuz günahları siler. Yüce Allah'n, "günahlarınızdan" demesinden maksat, İslamdan önce meydana gelen günahlarınızdır. Çünkü iman. İslam-dan sonraki günahları değil, öncekileri silip atar.[9] Ömürlerinizi, Allah'ın bilgisinde takdir edilmiş ve kararlaştırılmış olan müddete kadar uzatır ve bunu mutlu hayattan faydalanıp refah içinde yaşa­yarak geçirirsiniz. Tefsirciler şöyle der: Ecelin tehirinden maksat, azap et­meden tehirdir. Yani, dünyada azap etmeden onlara ecellerinin sonuna ka­dar mühlet verir. Ömüre gelince, o sınırlıdır. Ne ileri gider, ne geri kalır. "Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler"[10] Bunun içindir ki Yüce Allah daha sonra şöyle buyurmuştur: Allah'ın eceli geldiğinde ertelenmez. Yani insan ömrü Allah katında sınırlıdır. Artmaz ve eksilmez. Eceli yazan ve tesbit eden Yüce Allah olduğu için "Allah'ın eceli" denilmiştir.[11] Bunu bil­seydiniz, imana koşardınız. [12]
5. Nûh (a.s.) bütün gücünü harcayıp çare­siz kalınca şöyle dedi: Rabbim! Ben, ara vermeden ve gevşemeden gece gündüz kavmimi iman ve itaata çağırdım. [13]
6. Benim onları imana çağırmam, onların haktan kaçıp uzaklaşmalarını ve ondan yüzçevirmelerini artırmaktan başka bir şey yapmadı.
Sonra Nûh (a.s.) onların kaçışlarını ve haktan yüzçevirmelerini en güzel bir şekilde tasvir ederek şöyle dedi: [14]
7. Ben onları, günahların bağışlanmasına vesile olsun diye, Allah'ın birliğini ikrar etmeye ve O'na itaata çağırdıkça daveti­mi dinlemediler. İbn Cüzeyy şöyle der: Nûh (a.s.) davetin sebebi olan imai yerine mağfireti zikretti ki, onların imandan yüzçevirmelerinin çirkinliğ ortaya çıksın. Çünkü onlar, mutluluklarından yüzçevirmişlerdir.[15] Ben çağırdıkça onlar davetimi duymamak için, kulaklarını tıkadılar, sözlerimi duymamak veya beni görmemek için, el­biseleri ile başlarını ve yüzlerini örttüler, Ebû Hayyân şöyle der: Açık olan, bunun kinaye değil hakikat oluşudur. Yani Nûh (a.s.)'un kendilerini çağırdı­ğı şeyi duymamak için kulaklarını tıkadılar. Nasihati işitmek ve nasihatçi- görmek istemedikleri ve nefret ettiklerinden dolayı elbiseleri ile baş ve yüzlerini örttüler. Bu ifadenin, Nûh (a.s.)'un onları çağırdığı şeyden tama­men yüzçevirmelerinden kinaye olması da caizdir. Buna göre onlar, kulak­larım tıkayan ve gözlerini kapayan kimse yerindedirler.[16] İnkâr ve taşkınlıkta devam ettiler. Büyük bir kibirlilikle iman etme­diler. Burada onların aşın inatlarına ve iyice sapıklığa daldıklarına işaret vardır. [17]
8. Sonra onları, korkup çekinmeden, açık bir davetle, herkesin önünde davet ettim. [18]
9. Daha sonra onlara gizli ve açık ola­rak gerçeği haber verdim. Onları sana davet hususunda her türlü yolu dene­dim. Tefsirciler şöyle der: ile yapılan atıftan anlaşılıyor ki, son yapılan gizli ve açık davet, Nûh (a.s.)'un davet yaparken sırf gizli ve sırf açık meto­dun dışında uyguladığı üçnücü bir metoddur. Bu üçüncü metodda, açıktan davet yapmanın faydalı olduğu yerde onları açıktan davet ediyor; gizli da­vetten fayda beklediği yerde de gizli davet ediyordu.
Bundan sonra Nûh (a.s.) gizli ve açıktan onlara yaptığı nasihati açık­layarak şöyle dedi: [19]
10. Dedim ki: Allah'a iman edin. İnkâr ve isyandan tevbe edin. Zira Rabbiniz çok merhametli ve tevbeyi çokça kabul ;dendir. Günahı bağışlar, tevbeyi kabul eder. [20]
11. O, gökten üzerinize sicim gibi yağan bolca yağmur gönderir. [21]
12. Size, mallarınızı ve çocuklarınızı çoğaltarak yardım eder. Size, gölgeli ve meyveli ağaçları olan geniş bahçeler verir. Bu bahçeler arasından akan ırmaklar verir. Nûh (a.s.), bu hazinelerin anahtarlarını elinde bulunduran Allah'a iman ettikleri takdirde, göklerin ve yerin bereketlerini elde edeceklerine dâir onları he­veslendirdi. Duygularını tahrik etmek, içinde bulundukları kuraklık ile, rızik ve zürriyetten mahrum olmalarının sebebini açıklamak için onlara kalpten yaklaştı. Bunun sebebinin, yağmurları gönderme, rızkı bollaştırma mal ve oğullarla yardım etme selahiyeti elinde bulunan tek Allah'ı inkâr itmeleri olduğunu ve bu güçlü ilahı inkâr edip, fayda ve zarar veremeyen, uydurdukları diğer ilahlara tapmalarının onlara yakışmadığını bildirdi.
Daha sonra Nûh ( a.s.), anlatma üslûblarından bir başkası ile onların ruhlarını sarsmış ve onları imana doğru çevirmiştir: [22]
13. Ey kavim! Allah'ın büyüklüğü ve gücünden korkmuyor veO'nıın makamı karşısında titremiyor musunuz? İbn Abbâs şöy­le der: Niçin, büyüklüğüne yakışır şekilde Allah'a saygı göstermiyorsunuz?[23]
14. O sizi çeşitli safha ve farklı aşamalarda yarat­mıştır. Meni, embriyon, et parçası ve diğer harikulade safhalar... Yaratıcı­ların en güzeli olan Allah yüceler yücesidir.
Bundan sonra Yüce Allah, bu geniş kainatta dağılmış olan, kudret ve birliğini gösteren delillere dikkat çekerek şöyle buyurdu: [24]
15. Ey kavim topluluğu! Allah'ın büyüklük ve kudretini görmediniz mi? İbret, düşünce ve tefekkür gözüyle bakmadınız mı? O Yüce Allah, yedi göğü birbiri üstünde, kat kat, son dere­ce güzel ve sağlam olarak nasıl yarattı?! [25]
16. Ayı, nasıl, dünya semasında, gece karanlığında yeryüzünü aydınlatan bir nur kıldı? Fahreddin Râzî şöyle der: Ay, bütün göklerde değil, sadece yere yakın olan semadadır. Bu şöyle demeye benzer: Sultan Irak'tadır. Bundan maksat, sultan Irak'ın her tarafındadır demek değildir. Aksine Sultan, Irak topraklarının bir cüzündedir. Ayetteki durum da böyledir.[26] Ebû Hayyân da, şöyle der: Ay, yere yakın göktedir. Göklerin aya zarf olması doğrudur. Çünkü mazrufun zarfı doldurması gerekmez. Sen, "Zeyd, şehirdedir" dersin. Halbuki o, şehrin bir kısmındadır.'[27] Güneşi, aydınlatıcı bir kandil kıldı. İnsanlar evlerinde kandille aydınlandığı gibi, dünyadakiler de güneşle aydınlanır. Güneşin nuru ayın nurundan daha fazla ve tam, faydalanma hususunda da daha mükemmel olduğu için Yüce Allah, güneşi "sirâc" yani kandil diye ifade etti. Çünkü bizzat kendisi aydınlatır. Ayı da "nur" diye ifade etti. Çünkü o, nurunu yani ışığını başkasından alır. Astronomi ilminin verileri de bunu destekler. Astronomi ilmine göre, güneşin aydınlığı kendisindendir. Ayın nuru ise ârizîdir. Güneşin nurundan alınmıştır. Her şeyi ilmiyle kuşatan Allah, nok­san sıfatlardan uzaktır. [28]
17. Yüce Allah, dış âlemdeki delili anlattıktan sonra burada iç âlemdeki delili anlattı. Çünkü bu işlerin zikrinde, Allah'ın büyüklüğüne, gücüne ve yaptıklarının parlaklığına apaçık bir delil vardır. Yani, bitkileri yerden çıkardığı gibi, sizi de topraktan yaratıp yetiştirdi. Bitkiyi topraktan sıyırıp çıkardığı gibi, sizi de yeryüzü toprağından sıyırıp çıkardı. Tefsirciler şöyle der: İnsanların çıkarılması ve büyütülmesi ancak, yeryüzünden alman hayvanı ve nebatî gıda unsurlarını alarak tamamlanın­ca, bu yönden, gıdasını yerden emerek gelişen bitkilere benzemiş oldular. Bunun içindir ki, insanların yaratılması ve geliştirilmesine, bitirmek mânâ­sına gelen ismi verildi veya bu olay, Hz. Âdem'in (a.s.) yaratılışına bir İşarettir. Şöyle ki o, topraktan yaratılmıştır. Daha sonra zürriyeti ondan gel­miştir. Dolayisıyle insanların yeryüzünden bitirilmeye nisbet edilmeleri doğru olur.[29]
18. Sonra Allah, öldükten sonra sizi tekrar toprağa döndürür ve ona gömülürsünüz. Sonra da kıyamet günü, hesap ve ceza için sizi oradan çıkarır. Bu olayın, kesinlikle meydana geleceğini vur­gulamak için, çıkarma fiilini " çıkarmak" mastarı İle pekiştirdi. Bu âyet, Yüce Allah'ın "Sizi topraktan yarattık, yine oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız'[30] mealindeki âyetine benzer. [31]
19. Allah yeryüzünü sizin için geniş ve uzun bir yaygı kıldı. Kişinin yaygı üzerinde sağa sola döndüğü gibi yeryüzünde dolaşırsınız. İbn Cüzeyy şöyle der: Yüce Allah yeryüzünü uzunluk, genişlik ve insanların onun üzerine yerleşmeleri hususunda yaygıya benzetti. Bazı âlimler, bu âyetten, yerin yuvarlak olmadığı mânâsını çıkardılar. Bu, zayıf ve tenkide değer bir görüştür.[32] Âlûsî de şöyle der: Bu âyette, yerin yuvarlak olmadığına, düz olduğuna delil yoktur. Çünkü büyük kürenin üstünde bulu­nan herkes, kendisine yakın olan mıntıkayı düz görür. Sonra yerin yuvarlak olduğuna veya olmadığına inanmak, şeriatı ilgilendiren bir şey değildir. Lakin yuvarlak oluşu, yakın bir iş gibidir. "Onu yaygı kıldı"dan maksat, yaygı gibi onun üzerinde dolaşırsınız demektir.[33]
20. Yeryüzünde yolculuk yaparken ve bir yerinden diğer yerine taşınırken geniş yollara giresiniz diye böyle yarattı.
Nûh (a.s)'un kavmi isyanda ısrar edip, peygambere en çirkin söz ve fiillerle karşılık verince, Nûh (a.s.), onlarla arasında geçen ve Kur'an'ın an­lattığı şu olayı nakletti: [34]
21. Nûh dedi ki: Rabbim! Onlar aşırı derecede beni yalanlayıp bana isyan ettiler. Mal ve evlatların şımarttığı zengin ve ileri gelen kişilere tabi oldular. Böylece helak olarak, dünya ve âhiret mutluluğunu kaybettiler. İleri gelen ve şıma­rık o kişiler, ziyanda onlara örnek oldular. [35]
22. İleri gelenler onlara, son derece büyük bir tuzak kurdular. Âlûsî şöyle der: Kübbâr, son derece büyük demektir. Bu, din husu­sunda onlara tuzak kurmak, dine girmelerini engellemek ve Nûh (a.s.)'a eziyet etmeye onları teşvik ve tahrik etmektir.[36]
23. Dediler ki, sakın putlara ibadeti bırakıp ta, Nuh'un Rabbine tapmayasınız. Özellikle şu beş putu, yani Vedd, Suvâ', Yeğûs, Yeûk, Nesr'i sakın bırakmayınız. Sâvî şöyle der: Bunlar, Nûh (a.s.) kavminin taptığı putların isimleridir. Onlara göre, bunlar en büyük putlardır. Dolay isiyle, özel olarak onları zikrettiler.[37] Bu onların inkârlarının şiddetinden, tuzak ve hileye iyice bulaşmalarından ileri gelmektedir. Samimi öğütçü kılığına giriyor ve zayıf kimseleri ata­larına ibadette tutmak için çeşitli hile ve tuzak yollarına başvuruyorlardı. [38]
24. İleri gelenleri, aldanma ve sapma yollarını onlara süslü göstererek birçok insanı saptırdılar. Bundan sonra Nûh (a.s.) da on­ların sapmaları için beddua etti: Rabbim! Taşkınlık ve zulümlerine karşı, onların, sapıklık üzerine sapıklıklarını artır. Tefsirciler şöyle der: Nûh.(a.s), Allah'ın, "Kavminden iman etmiş olanların dışında artık hiç kimse asla inanmayacak"[39] mealindeki âyetiyle haber vermesi sayesinde, iman etmelerinden ümit kestiği için onlara beddua etti. Allah da duasını kabul edip onları suda boğdu. Bunun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurdu: [40]
25. Suç ve günah işlemeleri, inkâr ve taşkın­lıktaki ısrarları yüzünden tufanla boğuldular ve ateşe sokuldular. İbn Cü­zeyy şöyle der: Bu, Allah'ın sözündendir. Onların durumunu bildirmek için söylemiştir. daki zâid olup pekiştirmek içindir. Bu öne alınması da pekiştirmek içindir. Onların tufanla boğulmaları ve ateşe sokulma­larının, sadece hatâları, yani inkâr ve diğer günahları sebebiyle olduğunu açıklamak için böyle yapılmıştır.[41] Kendilerine yardım edecek veya Allah'ın azabını savacak hiç kimse bulamadılar. Ebus-suûd şöyle der: Bu âyette, onların Allah'tan başka ilahlar edindiklerine ve bu ilahların onlara yardım edemediklerine bir tariz ve onlarla alay vardır.[42]
26. Nûh dedi ki; Ey Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden hiçkimseyi bırakma. Ibn Cüzey şöyle der: Deyyâr, genel olumsuzlukta kullanılan isimlerdendir. "Evde hiç kimse yok" mânâ­sına denilir.[43]
Sonra Nûh (a.s.) şu sözüyle bunun sebebini açıkladı: [44]
27. Çünkü Sen. onlardan biri­ni bırakırsan, kullarını doğru yoldan saptırırlar ve onların soyundan her türlü kâfir ve günahkârdan başkası gelmez. Fahreddin Râzî şöyle der: Eğer, "Nûh (a.s.) bunu nasıl bildi?" denilirse, şöyle cevap veririz: Nûh (a.s.) bunu is­tikra yani tümevarım yoluyla bilmiştir. Çünkü o, 950 sene onların içinde kaldı. Huylarını anladı ve onları denedi. Kişi oğlunu Nûh (a.s.)'a götürüyor ve şöyle diyordu: "Oğlum! Bu adamdan sakın. Kuşkusuz o çok yalancıdır. Babam da bana böyle vasiyet etmişti". Bu şekilde, büyükler ölür, küçükler büyürdü. İşte bunun içindir ki Nûh (a.s), "Onlar sadece inkarcı kâfir doğurur­lar" demiştir.
Nûh (a.s.) kafirlere beddua ettikten sonra, ardından mü'minlere dua ederek şöyle dedi: [45]
28. Rabbim! Beni, ana-babamt, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkek ve kadınları bağışla. Nûh (a.s.) kendisiyle başladı. Sonra anne ve babasını zik­retti. Sonra da bütün erkek ve kadınları içine alacak şekilde duasını ge-nelleştirdi ki, daha etkili ve kapsamlı olsun. Rabbim! Ayetlerini inkâr edip peygamberlerini yalanlayanların, dünya ve âhirette helak ve hüsrandan başka bir şeylerini artırma. [46]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek sûre, birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "Açıktan davet ettim" ile "gizli davet ettim" "açıktan" ile "gizlice" "geceleyin" ile " gündüzleyin" ve "sizi iade eder" ile " sizi çıkarır" arasında tıbâk vardır.
2. "Parmaklarını kulaklarına tıkadılar" âyetinde mecâz-ı mürsel vardır. Parmaklardan maksat uçlarıdır. Bu, zikr-i kûll ira-de-i cûz türündendir.
3. "Allah sizi yeryüzünden bitirdi" âyetinde istiâre-i tebeiyye vardır. Yüce Allah onların yaratılma ve çeşitli aşamalar­da geliştirilmelerini yeryüzünün çıkarmış olduğu bitkiye benzetti ve istiâ­re-i tebeiyye yoluyla lafzından fiilini türetip müsteâr olarak kul­landı.
4. "Ve sizi çıkarır "Onları gizlice çağırdım" ve Kibirlendiler." cümlelerindeve gibi mastarlar mânâyı te'kîd etmek için zikr edilmişlerdir. Edebiyat­ta buna ıtnâb denilir.
5. "Dediler ki: Sakın ilah­larınızı bırakmayın! Özellikle Vedd'i, Suvâ'ı ve ... bırakmayın!" âyetinde umûmdan sonra hususun zikri vardır. "Rabbim! Beni, ana-babamı, mü'min olarak evime girenleri, mü'min erkekleri ve mü'min kadınları bağışla!" âyetinde ise öncekinin ak­sine husustan sonra umûm zikredilmiştir. Her ikisi de ıtnâb babmdandır. Bu da güzelleştirici edebî sanatlardandır.
6. gibi âyet sonlarının birbirine uygunluğu gözetilerek seci' murassa yapılmıştır. [47]

Faydalı Bilgiler

Tefsir âlimleri Yüce Allah'ın "Hataları sebebiyle boğduruldular ve ateşe sokuldular!" mealindeki âyetini, kabir azabına delil getirdiler. Dediler ki: Bundan maksat kabir ateşi ve kabir azabıdır. Çünkü Yüce Allah "Ateşe sokuldular" Fiilini" ile at­fetti, ti ise takip ile birlikte tertip ifade eder. Yani boğdurulmalarının ardından hemen ateşe sokulduklarım belirtir. Halbuki onlar âhiret ateşini henüz tatmamışlardır. Bu durum, azaptan maksadın kabir azabı olduğunu gösterir. Bu, güzel bir deli İlendirmedi r.
Yüce Allah'ın yardımıyle "Nûh Sûresi"nin tefsiri bitti. [48]


[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/65-66.
[2] Bahr, 8/337
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/70.
[4] Rûhu'l-meâni, 29/68 ;
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/70.
[6] Ankebût sûresi, 29/14
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/70-71.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/71.
[9] Bu, Ebû Hayyân'ın, Bahr'da tercih eniği görüştür. Taberî is'e şu görüşü tercih eder: Bu "bazı" mânâsına değildir. O sadece «"den,-dan"» manasınadır. Ayet takdı rinde olup, "Allah bütün günahlarınızı bağışlar" demektir. Birinci görüş, daha tercih şayandır.
[10] Nahl sûresi, 16/61
[11] Sâvi Haşiyesi, 4/249
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/71.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/71.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/71.
[15] Teshil, 4/149
[16] Bahr, 8/338
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/71-72.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/72.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/72.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/725.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/72.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/72-73.
[23] Taberî, 29/59
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/73.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/73.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/73.
[26] Tefsir-i Kebir, 30/140
[27] Ben derim ki: Bu ibareden başka, aym, göklerin içersinde bulunduğunu bildiren açık bir ibare yoktur. Bunun yorumunu da gördün. Ay, yıldızların yere en yakım olunca ve Allah'ın, yıldızları göğün süsü ve onları yakın gökte yarattığı kesin delille "Andolsun ki biz en yakın göğü kandillerle süsledik." (Mülk sûresi, 67/5) sabit olunca insanların aya ulaşması uzak görülemez. Çünkü o, birinci göğün altındadır. Nitekim zamanımızda uzay gemisi ona ulaşmış ve modern ilim bunun mümkün olduğunu göstermiştir. Şu halde, uzay ve yıldız savaşlarının dini bir sakıncası yoktur. Fakat göğe ulaşmak ve onları geçmek ise imkansız bir iştir. Bunun önünde bir engei vardır. Zira Yüce Allah meâlen, "Biz gökyüzünü korunmuş bir tavan gibi yaptık. Oniar ise, gökyüzünün âyetlerinden yüzçevirirler." (Enbiyâ sûresi, 21/32) buyurmuştur.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/73-74.
[29] Bkz, Ebû Hayyân, Bahr, 8/340; Abdulkâdir el-Mağribî, Tebâreke cüzü tefsiri, s. 131
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/74.
[30] Tâhâ sûresi, 20/55
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/74.
[32] Teshil, 4/151
[33] Rûhû'l-meânî, 29/76. Yerin yuvarhklığı konusunda, bkz, bu tefsir, Lukmân sûresi.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/74.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/74-75.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/75.
[36] Rûhû'l-meâiıî, 29/76
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/75.
[37] Sâvî Haşiyesi, 4/251
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/75.
[39] Hûd süresi, 11/36
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/75.
[41] Teshil, 4/151
[42] Ebussuûd, 5/199
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/75-76.
[43] Teshil, 4/151
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/76.
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/76.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/76.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/76-77.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/77.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder