Bakara suresi(2)

Hiç yorum yok

Edebî Sanatlar

1. Bu cümle, cümle-i mu'teriza olup, onların davalarının batıl ve yalancı bir dava olduğunu vurgular.
2. "De ki, delilinizi getirin." Buradaki "delilinizi ge­tiriniz" emri, onları susturmak ve kınamak içindir.
3. "Kim yüzünü Allah'a teslim ederse" Yüz, azaların en şereflisi olduğu için burada özel olarak zikredilmiştir. "Vech" kelimesi burada müsteâr olarak kullanılmıştır. Yani, "Kim Allah'a ibadete yönelir ve bütün vücudunu O'na çevirirse" demektir.[357]
4. "İnde" kelimesinin "Rabb"e izafeti şereflendirmek içindir. ûaic "Allah'ın katında" denmeyip de, Rabb kelimesinin fiilinin failine yani müslümana izafeti "Onun Rabbi'nin katında" denmesi, kula ve­rilecek lutfun çokluğunu gösterir.
5. "Bilmeyenler dediler ki." Burada Ehl-i kitap ağır bir şekilde kınanmaktadır. Çünkü onlar, bilmelerine rağmen kendilerini, asla birşey bilmeyen kimselerle bir tutmuşlardır.
6. Bu soru nefy ifade eder. Yani: "Ondan daha zâlim hiçkim-se yoktur" demektir.
7. "Hızy" kelimesinin nekre olarak getirilmesi kor­kunçluk ifade eder. Yani onların dünyadaki cezası, şiddetinden dolayı anlatılamayacak derecede korkunç bir zillettir.
8. Alîm feîl vezninde mübalağa siygasıdır. ilmi geniş" demektir. [358]

Faydalı Bilgiler

Fahreddin-i Râzî şöyle der: Yüzü Allah'a teslim etmek, kendini Al­lah'a itaate vermek demektir. "Vech" kelimesi bazan, nefs (zât) yerine ki­naye olarak kullanılır. Nitekim: "O'nun zatından başka herşey yok olacaktır.[359] mealindeki âyette de vech kelimesi bu mânâda kullanılmıştır. Zeyd b. Nüfeyl de bu kelimeyi şiirin de şöyle kullanmıştır.
Kendimi, ağır kayalar taşıyan yerin teslim olduğu kimseye teslim ettim. Kendimi, tatlı saf sular yağmur taşıyan bulutların teslim olduğu kimseye teslim ettim.[360]
116. "Allah çocuk edindi" dediler. Haşa; O, bundan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur, hepsi O'na boyun eğmiştir.
117. (O), göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Bir şeyi dilediğinde ona sadece "Ol!" der, o da hemen olu­verir.
118. Bilmeyenler dediler ki: "Allah bizimle ko­nuşmalı, ya da bize bir âyet gelmeli değil miydi? Onlar­dan öncekiler de işte tıpkı onların dediklerini de­mişlerdi. Kalbleri nasıl da birbirine benzedi? Gerçek­leri iyice bilmek isteyenlere âyetleri apaçık gösterdik.
119. Doğrusu biz seni Hak ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehennemliklerden so­rumlu değilsin.
120. Sen dinlerine uymadıkça Yahudilerde Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki, "Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur." Sana gelen ilimden sonra bilfarz onların arzularına uyacak olur­san, andolsun ki, Allah'a karşı seni koruyacak ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.
121. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, onu, hakkını gözeterek okurlar. Çünkü onlar, ona iman e-derler. Onu inkâr edenlere gelince, işte gerçekten za­rara uğrayanlar onlardır.
122. Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti ve sizi cümle aleme üstün kılmış olduğumu hatırlayın.
123. Ve bir günden sakının ki, o günde hiçkimse başkası namına bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiçkimseye şefaat fayda vermez! Onlar hiçbir yardım da görmezler.

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah, Yahudi ve Hristiyanlann iftiralarını ve cennetin kendile­rine mahsus olup başka hiç kimsenin oraya giremiyeceği iddialarını anlat­tıktan sonra bu âyetlerde de yine onların ve müşriklerin, Allah'ın çocuğu olduğuna dair batıl iddialarını anlatır. Zira Yahudiler Uzeyr (a.s.)'in, Hris-tiyanlar da İsa (a.s.)'nm Allah'ın oğlu olduklarını. Müşrikler ise meleklerin, Allah'ın kızları olduğunu iddia etmişlerdi. Yüce Allah onları yalanladı ve kesin delillerle iddialarını reddetti. [361]

Kelimelerin İzahı

Sübhân, mânâsına olan fiilinin mastarıdır. Mânâsı: Yüce Allah'ı, O'na lâyık olmayan şeylerden tenzih etmek ve uzak tutmak demektir.
Kanitûn, itaat ve boyun eğmek mânâsına gelen "kunut" mas­tarından ismi fail olup "itaat edenler, boyun eğenler" demektir.
Bedi', ibda' mastarından ism-i fail mânâsında bir sıfat-ı müşeb-behe olup, yaratan demektir. İbda' ise, bir şeyi örneği olmaksızın yaratmak demektir.
Kadâ, istedi ve takdir etti demektir.
Beşîr, "mübeşşir" manasınadır. Müjdeleyen, sevindiren, doğru bir şeyi haber veren demektir.
Nezîr, Münzir manasınadır. Sakınılması için korkunç şeyleri haber veren demektir.
Cehîm; alevli, şiddetli ateş demektir.
"Onların dini" Millet, din demektir. Çoğulu "milel" gelir. Mil­let kelimesinin aslı, girilen yol demektir. Bilahare, Allah'ın indirmiş oldu­ğu dine isim olmuştur.
Adi; fidye demektir. [362]

Âyetlerin Tefsiri

116. "Allah, kendine çocuk edindi" dediler. Bu söz Yahudi, Hristiyan ve müşriklerin sözüdür. Yahudiler: "Uzeyr, Allah'ın oğlu; Hıristiyanlar; "İsâ, Allah'ın oğlu"; Müşrikler de: "Melekler, Allah'ın kızlarıdır" dediler. Yüce Allah onların hepsinin iddiasını yalanlıyarak şöyle buyurdu: "Onların iddia ettiği şeylerden Allah uzak ve beridir. Bu cümledeki "bel edatı, bir şeyden yüz çevirmek mânâsına gelen "idrab" içindir. Yani, Hayır! Durum onların iddia ettiği gibi değildir. Bilakis O, bütün mevcudatın yaratıcısıdır. Uzeyr, İsâ ve Melekler de bu varlıkların içindedirHer şey O'na itaat eder. Hiçbir varlık O'nun dilemesine, takdirine ve yaratmasına karşı gelemez. [363]
117. O, örneksiz olarak göklerin ve yerin ya­ratıcısıdır. Bir şeyi dilediğinde ona "ol" der, o da oluverir. Yani bir şeyi yaratmak istediğinde o şey emre itaat ede­rek hemen oluverir. Birşey istediğinde, göz açıp kapayacak kadar bir zaman geçmeden o şey vücuda gelir. O'nun isteği hemen yerine gelir, buyruğu ge­ciktirilmez. Bu mânâyı Yüce Allah "Bizim buyruğumuz, bir anlık bir bakış gibi bir tek sözden başka bir şey değildir.[364] mealindeki âyetle de teyit etmiştir. [365]
118. Câhil müşrikler Ku-reyş kâfirleri: "Allah, senin peygamber olduğuna dair bizimle yüzyüze veya vahiy indirmek suretiyle konuşsa ya, veya bize senin peygamberliğini doğrulayacak bir delil ve bir hüccet gelse ya." dediler. Onlar bu sözleri sırf kibir ve inatlarından dolayı söylediler. On­lardan önceki yalancılar da, peygamberlerine tıpkı onların dedikleri bâtıl ve saçma sözleri söylemişlerdir. Körlük, inat ve peygamber­leri yalanlamada, bunların kalpleri de Öncekilerin kalplerine benzemiştir. Bu âyetle Peygamber (s.a.v.) teselli edilmektedir.
Kuskusuz biz hakkı ve kesin bilgiyi arayan topluluk için açıkça kati delil­ler getirdik. Bu delillerin tümü, senin getirdiğin kitab'ın doğruluğunu göstermektedir. [366]
119. Ey Muhammedi Biz seni nurlu şeriat ve doğru bir dinle, mü'minlere naîm cennetlerini müjdeleyici, kâfirleri cehennem­ azabından korkutucu olarak gönderdik. Sen onları hakka çağırmada gayret sarfettikten sonra artık onların iman etmeyenlerinden sorumlu değilsin. "Sana ancak tebliğ etmek düşer. Hesap yal­nız bize aittir.[367] [368]
120. Yahudi ve Hıristiyan gruplar, sen nurlu İslam dinini bırakıp da onların eğri dinine tabi olma­dıkça, senden asla razı olmazlarEy Muhammed! On­lara de ki: "Doğru yol ancak Allah'ın yoludur." Yani Hak din İslâm dinidir. Bunun dışındakiler sapıklıktır. Ap­açık ve kesin delillerle sen hakkı gördükten sonra onların bâtıl görüşleri ve fasit arzularına tabi olursan, Seni koruyacak veya Allah'ın şiddetli azabım senden uzaklaştıracak ne bir dostun ne de bir yar­dımcın bulunur. [369]
121. Yahudi ve Hıristiyanlardan, Kur'an'ı indirildiği gibi okuyan müslüman bir grup var ya , İşte onlar hakiki mü'minlerdir. İnatçı ve Allah'ın kelâmını tahrif edenler değil. ile başlayan cümle mübteda, diye başlayan cümle ise haberdir . Kim Kur'an'ı inkâr ederse, işte onlar dünyada ve âhirette hüsrana uğrayanlardır. [370]
122. Ey îsrailoğullan! Size ve babalarınıza verdiğim, bol nimetimi hatırlayınız. Ve yine hatırlayınız ki, ben sizi zamanınızdaki diğer milletlere üstün kılmış­tım. [371]
123. O korkunç günden korkun ki, o gün hiçkimse başkasının yerine bir şey Ödeyemez ve Allah'ın azabından hiç bir şeyi ondan uzaklaştıramaz. Çünkü her nefis kendi kazandığının karşılı­ğında bir rehinedir. Ondan hiçbir fidye kabul edilmez, Ona hiç bir kimsenin şefaati fayda vermez. Zira O, Allah'ı in­kâr etmiştir. "Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez[372] Onlara yardım da edilmez. Yani, Allah'ın azabını onlardan hiç kimse uzaklaştıramaz ve Allah'ın azabına karşı kimse onlara eman veremez. [373]

Edebi Sanatlar

1. Cümle-i mu'teriza olup zâlimlerin iddialarının bâtıl olduğunu açıklar. Onlar, Allah'ın çocuğu olduğunu iddia eden kimselerdir. Ebussuud şöyle der; Sübhan kelimesinin ten türemiş, tefil kalıbına nakledilmiş ve mastara dönüşmüş olmasında kimseye gizli kalmayan belli bir tenzih ifadesi vardır. Mânâsı şöyle olur: "Allah'ı ona yakışır bir şekilde tenzih ederim.[374]
2. "Hepsi ona itaat eder." Bu cümlede, akıllarına mahsus olan çoğul sıygası kullanıldığı için tağlîb sanatı vardır. Yani akıllılar, di­ğerlerine üstün tutulmuştur. Tağlîb sanatı, edebiyatta kabul edilen güzel sanatlardandır.
3. Kâfir ve yalancıların Cehennem ehli kelimesiyle i-fade edilmeleri bu inatçıların kalpleri mühürlenen kimselerden olduğunu, bunların küfür ve sapıklıktan iman ve iz'ana dönmelerinin umulamı-yacağmı gösterir.
4. "İşte hidayet odur" ifadesinde kelimesinin zamir-i fasih ile müptedâdan ayrılması ve takısı ile marife olarak getirilmesi, hidayetin sadece Allah'ın dinine mahsus olduğunu ifade eder. Bu ifade, sıfatın mevsufa kasrı kabilindendir. İslâmın tümü hidayettir. Bunun dışındakiler heva, heves ve körlükten ibarettir.
5. "Onların arzularına uysan": Heyecanlandırma ve uyarı kabilindendir. [375]

Bir Uyarı

Kurtubî der ki: demek, tarifsiz ve örneksiz olarak gökleri ve yeri icat eden, yaratan, inşâ eden ve güzel yapan demektir. Örneği olmaksızın birşey inşa eden kimseye mübdi' denir. "Ehl-i bid'at" ta­biri de bu köktendir. Bid'atı söyleyen kimse onu, herhangi bir imamın söz veya fiili olmaksızın icat ettiği için bid'at ismi verilmiştir. Buharî'de bulu­nan "Bu (Ramazan orucunu tutmak), ne güzel bid'attır." hadisindeki bid'at kelimesi bu manada kullanılmıştır. Kurtubî sonra şöyle devam eder: "Yaratıklardan meydana gelen her bid'atm şeriatte ya aslı vardır veya yoktur. Eğer onun şeriatte aslı varsa, o övgüye lâyık bir bid'­attır. Hz.Ömer (r.a.)'m: Bu ne güzel bid'attır." Sözüde bunu pekiştirir. Eğer bid'atm şeriatte aslı yoksa, o da kınanır ve inkâr edilir. Aşağıdaki hadis-i şerif bunu açıklamıştır:
"Kim İslâm'da güzel bir çığır açarsa, O-na, yaptığının mükafatı ve o yolda gidenlerin mükafatı kadar mükafat verilir. Kim de İslâm'da kötü bir çığır açarsa Ona, yaptığının günahı ve o yol­dan gidenlerin günahı kadar günah yüklenir.[376]
124. Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım ke­limelerle imtihan etmiş, onları tam olarak yerine geti­rince, "Ben seni insanlara önder yapacağım demişti. "Soyumdan da olsun" dedi. Allah, ahdim zâlimlere er­mez buyurdu.
125. Biz, Beyt'i insanlara toplantı ve güven yeri kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail'e: "Tavaf edenler için Evim'i temiz tutun" diye emretmiştik.
126. İbrahim de demişti ki, "Ey Rabbim! Burayı emin bir şehir yap, halkından Allah'a ve âhiret gününe inananları çeşitli meyvelerle besle". Allah buyurdu ki: İnkâr edenleri de az bir süre faydalandırır, sonra onu
cehennem azabına sürüklerim. Ne kötü varılacak yer­dir orası!
127. Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor, "Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur, şüphesiz sen işitensin, bilen­sin" (diyorlardı).
128. "Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin."
129. "Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikme­ti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gön­der. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin."

Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde İsrailoğull arına vermiş olduğu nimetle­ri hatırlattıktan ve onların bu nimetlere karşı nasıl inatla nankörlük ettik­lerini ve nasıl çirkin sözler söyleyip yakışıksız davranışlarda bulunduk­larını açıkladıktan sonra söz, Yahudi ve Hıristiyanların, kendisine mensup olduklarını iddia ettikleri ve faziletini kabul ettikleri, Peygamberler (a.s.) babası Hz. İbrahim (a.s.) kıssasına geldi: Eğer onlar bu sözlerinde doğru ol­salardı, elbette bu Muhterem Peygamber Muhammed (s.a.v.)'e de uymaları ve Onun dosdoğru dinine girmeleri gerekirdi. Zira O, Mekke halkım İslam'a çağıran Hz. İbrahim'in izini takip etmişti. Sonra O, İsmail (a.s.)'in soyun-dandı. Dolayısıyle ona uymak ve Onun, İbrahim (a.s.)'in şeriatı ile aynı olan yüce hanif dinine sarılmak daha evlâdır. [377]

Kelimelerin İzahı

İmtihan etti demektir. İbtilâ, imtihandır. Tam ve mükemmel bir şekilde onları yaptı. İmam, sözlerinde ve fiillerinde kendisine uyulan önder de­mektir.
öl£« : Mesabe, merci demektir. Bu kelime birinci babtan olup, bir kimse geri döndüğünde "sabe" denilir. Yani insanlar, senden müstağni ol­maksızın sürekli olarak oraya gider gelirler. Şâir şöyle der:
Beyt, onlara merci (varılacak yer) kılındı. Hiçbir zaman ondan müs­tağni kalamazlar.
Emn, korkudan selamet bulmak, kendi ve ehli hakkında huzur ve sükûna ulaşmak demektir.
Emrettik ve vahyettik demektir.
"Tâifîn tavaf edenler." Tâif kelimesinin çoğulu olup, birşeyin etrafında dönmek mânâsına gelen tavaf kökündendir. Kabe'nin etrafında dönenler demektir.
"Âkifîn, oturanlar." Akif kelimesinin çoğulu olup, bir yerde durmak ve ondan ayrılmamak mânâsına gelen ukûf kökündendir. ibadet maksadıyla Harem'de ibadet edenler ve ordan ayrılmayanlar demektir.
"Onu faydalandırırım." Temtî' mastarından geniş zamandır. İnsana faydalanabileceği bir şeyi vermek demektir. "De ki: Faydalanınız. Dönüp varacağınız yer cehennemdir..[378]
Kavâid, temel, esas mânâsına gelen "kaide" kelimesinin çoğuludur.
"Bizim ibadetlerimiz" İbadet ve taat mânâsına olan "mensik" kelimesinin çoğuludur.
Hikmet, kendisiyle amel edilen faydalı ilim. Burada maksat, Hz. Peygamberin Sünnet-i seniyyesidir.
Aslında, artırmak mânâsına gelen tezkiye mas tanrıdandır. Araplar, ekin büyüdüğünde f derler. Daha sonra bu kelime "nefsî te­mizlik" mânâsında kullanılmıştır. Burada:"Onların nefislerini temizler, de­mektir." Nefsini kötülüklerden arındıran, kurtuluşa ermiştir.[379] mealindeki âyet de bu mânâyadır. [380]

Âyetlerin Tefsiri

124. Ey Muhammedi Rabbinin, kulu İbrahim (a.s.)'i imtihan ettiği ve gerek emir, gerek nehiy bütün şer'î mükellefiyetlerle onu mükellef kıldığı zamanı hatırla. O bunları tam ve mükemmel bir şekilde yerine getirmişti, Rabbi Ona, "Kuşkusuz ben seni insanlar için bir önder ve onlara yol gösterici kıldım" dedi. İbrahim; "Ya Rabbi! Soyumdan da önderler kıl" dedi.
Yüce Allah da: Bu büyük lutfa, kâfirlerden hiçbiri nail olamaz buyurdu. [381]
125. Hatırla ki, biz Kâ'be-i Muazzamâ'yı, insanların her taraftan yönelip gelecekleri bir merci (varış noktası) ve em­niyet yeri kıldık. Oraya sığman herkes emniyettedir. Bu da Allah'ın, Bey-tullah'a karşı Arapların kalbine tazim ve hürmet duygusu yerleştirmesindendir. İnsanlara, "İbrahim'in makamım namaz kılacak yer edinin" yani "Orada namaz kılın" dedik. Bu makam, Kâ'be'yi bina ederken, Hz. İbrahim (a.s.)'in üzerinde durduğu taştır, «- Biz, İbrahim ve oğlu İsmail'e, beyti pisliklerden ve putlardan temizleyip korumalarını emrettik ki, onun etrafında tavaf edenlere, orda devamlı ibadet edenlere ve namaz kılanlara bir sığınak olsun. Âyet-i kerime Beyt-i Haram'da ibadet eden üç sınıfı bir araya getirmiştir. Bunlar tavaf edenler, i'tikafta bulunanlar ve na­maz kılanlardır. Yüce Allah sonra İbrahim (a.s.)'den haber verir ve şöyle buyurur: [382]
126. Hani İbrahim; "Ey Rabbim! Bu yeri yani Mekke-i Mükerreme'yi halkının güven ve istikrar içerisinde bulu­nacağı emniyetli bir şehir kıl." Ve ey Rabbim! Oranın halkından ve sakinlerinden mü'min olanları çeşitli meyvelerle rızıklandır ki sana itaata yönelsinler ve sana ibadet için vakit bulsunlar diye dua etmişti. Hz. İbrahim duasında sadece mü'minlerin nzıklandırılmasıni istedi. Buna cevaben Yüce Allah şöyle buyurdu: Mü'minleri rızıklandırdığım gibi, kâfirleri de rızıklandır irim. Mahlukâtı yaratıp sonra rızıksız mı bırakacağım?Ancak kâfiri, dünyada az bir nimetle rızıklandırırım. Bu da onun, dünyada yaşadığı kısa bir süredeki
rızkıdır. Sonra onu ahirette cehennem azabına sevke-derim. Ordan kurtuluş bulamaz,: Kâfirin varacağı yer olan cehen­nem ne kötü bir gidiş ve varış yeridir. İbrahim (a.s.), rızkı imametle kıyaslayarak sadece mü'minlere rızık verilmesini istedi. Bunun Üzerine Yüce Allah onu uyararak, rızkın dünyevî bir rahmet olduğunu, iyileri de kötüleri de içine aldığını, imametin ise bunun tersine olup mü'minlerin yüksek tabakasına mahsus olduğunu vurguladı.
Sonra Yüce Allah, Kâ'be'nin bina ediliş kıssasını anlatarak şöyle bu­yurur: [383]
127. Ey Muhammed! İki büyük peygamber İbrahim ve İsmail (a.s.)'in yaptıkları önemli işi hatırla. Onlar Beyt'in temellerini atarak onun binasını yükseltiyorlar ve hürmet ve tazim içinde Allah'a şöyle diyorlardı . "Ey Rabbimiz, bizden bunu kabul buyur. Şüphesiz sen işitensin, bilensin." Yani onlar Kâ'be'yi bina edip duvarlarını yükseltirken şu mübarek duaları ediyorlar ve: Ey Rabbimiz! Bu amelimizi kabul et, onu senin yüce rızana muvafık kıl. Zira sen dualarımızı işiten ve niyetlerimizi bilensin" diyorlardı. [384]
128. Ey Rabbimiz! Bizi sana itaat eden ve senin hükmüne boyun eğen kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olan ve senin azametine boyun eğen ümmet meydana getir,
Bize ibadet yollarım ve haccm yapılış şekillerini Öğret.
Tevbemizi kabul buyur ve bize acı. Çünkü se­nin mağfiretin büyük, rahmetin geniştir. [385]
129. Ey Rabbimiz! O Müslüman ümmetin içinden, onlara senin kitabının âyetlerini okuyacak, Kur'an-ı Kerim'i ve Sünnet-i Seniyye'yi öğretecek ve onları şirk pisliğinden temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü sen güçlüsün, kimse sana galip ve üstün gelemez. Hikmet sa­hibisin, hikmet ve maslahatın gerektirdiğinden başkasını yapmazsın.
Bu dua, İbrahim ve İsmail (a.s.)'in mübarek duaları cümlesindendir. Yüce Allah onların dualarını kabul buyurmuş ve Hz. Muhammed (s.a.v.)'i peygamber olarak göndermiştir. [386]

Edebî Sanatlar

1. "Rabbi, İbrahim'i imtihan etti" Burada Rabb kelimesi­nin, Hz. İbrahim (a.s.)'e ait zamire muzaf olmasından maksat, İbrahim (a.s.)'i şereflendirmek ve bu imtihanın onu yetiştirmek ve önemli bir işe hazırlamak için olduğunu bildirmektir. Mânâsı şudur: Yüce Allah ona, im­tihan ediyormuş gibi muamele etti. Zira,onu büyük imamete (önderliğe) lâyık olduğunu meydana çıkaracak bir çok emir ve yasaklarla yükümlü kıldı.
2. "Emin" mastarının ism-i fail yerine kullanılması mübalağa ifade eder. Buradaki isnad mecazidir. Yani "Orayı, içine girenler için em­niyetli kıldık" demektir. Nitekim, "Oraya giren emniyette olur.[387] âyeti, bunun en güzel tefsiri olup bu mânâyı kuvvetlendirmektedir.
3. Evimi temizle "cümlesinde, beyt kelimesinin Allah'a ait bir zamire izafeti, o eve şeref ve yücelik vermek içindir.
4. "İbrahim yükselttiği zaman" Bu âyetle, mâzîde ce­reyan eden bir olay şimdiki zaman sıyğasıyla ifade edilmiştir. Bu sanat, Arap edebiyatında bilinen güzel sanatlardandır. Burada geçmişte olan bir olay, şimdi gözler önünde cereyan ediyormuş gibi tasvir edilmekte ve gözler önüne serilmektedir. Dinleyici sanki, İbrahim ve İsmail (a.s.) binayı yükseltirken, binanın yükselişine bakıyor ve onu görüyormuş gibi olur. Ebussuûd şöyle der: Geçmiş bir olayı nakletmek için muzâri sıygasının kullanılması, o olayın apaçık bir mucizeyi haber veren fevkalade bir olay olduğunu gözler önüne sermek içindir.[388]
5. "Tevbeleri çok kabul eden, çok merhamet eden" Bu iki kelime, mübalağa ifade eder. Çünkü Fa'âl ve faîl kalıpları mübalağa sıygalarındandır. [389]

Faydalı Bilgiler

1. "Rabbi, İbrahimi imtihan etti" cümlesinde, tümlecin öne alınması gereklidir. Çünkü, mef ûle ait bir zamir faile bitişik gelmiştir. Eğer fail öne alınmış olsaydı, zamirin, hem lafzan hem rütbeten, kendisin­den sonra gelen bir isme âit olması gerekirdi.
İbn Mâlik, bu nahiv kaidesini şöyle açıklar:
"Ömer, Rabbindan korktu" şekli yaygındır. "(Ağacın) nuru, ağacı süsledi" şekli şazdır.
2. İhtibar, aslında şahsın doğruluk ve yalancılığını anlamak için, onu bir şeyle imtihan etmek manasınadır. Fakat bu, Allah hakkında muhaldir. Çünkü Allah, imtihan etmeden önce de bunu bilir. Maksat, Allah ona im­tihan eden kimse gibi muamele etti ki, insanlar durumu anlasınlar.
3. Allah'ın, İbrahim (a.s)'i imtihan ettiği kelimeler hakkında müfes-sirler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunların en doğrusu, ibn Abbas'tan rivayet edilen şu görüştür: "Allah'ın İbrahim'i imtihan ettiği ve onun da ye­rine getirdiği yükümlülükler şunlardır: Kavminden ayrılması emredil-diğinde, Allah yolunda onlardan ayrılması, Allah hakkında Nemrud ile mü­cadelesi, kendisini yakmak için ateşe atmalarına sabretmesi, kavminden ayrılması emredildiğinde vatanını terk etmesi ve oğlu İsmail'i kesmekle imtihan edilmesi[390]
4. Âyet-i kerimede geçen "İmamlık"tan maksat, "din hususunda ön-derlik"tir. Bu da, Allah'ın zâlimlere nasip etmediği peygamberlik şerefidir Eğer imamlıktan maksat, dünyevî önderlik olsaydı, gerçeğe aykırı olurdu. Çünkü zâlimlerden bir çoğu dünyevî liderliği elde etmiştir. Buradan da: âyetteki imamlıktan maksadın, özellikle din hususunda olduğu anlaşılır.
5. Büyük âlim İbnu'l-Kayyim der ki: Beytullah'm faziletli kılınma­sının sırrı kalpleri cezbetmesi ve gönüllerin onu sevmesi ve onu görmey arzu etmesi hususunda açıkça görülür. Onun, kalpleri kendine çekmesi mıknatısın demiri çekmesinden daha kuvvetlidir. İnsanlar dünyanın dört bi tarafından onu ziyarete gelir fakat ziyarete doymazlar. Hatta, ne kadar faz lâ ziyaret ederlerse, ona karşı arzuları o kadar artar.
Şâir şöyle der:
Göz onu görünce, ona bakmaktan başka tarafa dönemez. Arzu ve iş­tiyakla sürekli olarak ona bakar.[391] [392]
130. İbrahim'in dininden kendini bilmezlerden »aşka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada önder seçtik, şüphesiz O, âhirette de, iyilerdendir.
131. Çünkü Rabbi ona: "Müslüman ol" demiş, O da "Âlemlerin Rabbine boyun eğdim demişti.
132. Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet |etti. Ya'kub da: "Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti. O halde sadece müslümanlar olarak ölünüz" (dedi).
133. Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman Ya'kub oğullarına: "Benden sonra neye tapacaksınız" demişti. Onlar," Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilahı olan tek Allah'a kul­luk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuşuzdur." de­diler.
134. Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.

Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Yüce Allah, Halil İbrahim (a.s.)'in yaptığı güzel işleri ve tevhid meşalesi olan Beytullah'ı yapmasını anlattıktan sonra, Yahudi, Hıristiyan ve müşriklerden onun dinine muhalif olanları şiddetle kınadı. Zayıf görüşlü, aklı az ve şeytanın adımlarına uyan her kötü kimseden başkasının onun di­ninden yüz çevirmeyeceğini vurguladı. [393]

Kelimelerin İzahı

Kendini düşürdü, nefsini alçaktı, Sefeh'in asıl mânâsı ha­fifliktir. Hafif yulara denir.
Onu kirşiz, tertemiz kıldık. Bu kelime "safvet" kelimesin­den türemiştir. Mânâsı: "En temizini seçmek" demektir. Maksat, Yüce Allah'ın peygamberliğe, dostluğa ve büyük imamete Hz. İbrahim (a.s.)'i seçmesidir.
Tavsiye, başkasına, kendisinde iyilik ve Allah'a yakınlık olan şeyi göstermektir.
Şüheda, hazır ve mevcut mânâsına gelen "şâhid"in çoğulu­dur.
Geçti, yok oldu demektir. [394]

Âyetlerin Tefsiri

130. "İbrahimin dininden ve onun yüce şeriatından, kendini bilmez, alçak ve sefihten başkası yüz çevirmez. Peygamberlik ve önderliğe, insanların arasından onu seçtik.: Şüphesiz o, âhirette de salih kullarımızdan, yani bize yakın, yüksek derecelere nail olan kullarımızdandır. [395]
131. Hatırla ki, Rabbin ona: "Rabbinin emrine teslim ol ve O'na candan kulluk et" demişti de, "O, âlemlerin Rabbi Allah'ın emrine teslim oldum ve hükmüne boyun eğdim" diye cevap vermişti. [396]
132. İbrahim (a.s.) oğullarına kendi dinine tabi olmalarını vasiyet etti. Aynı şekilde Yakup (a.s.) da İbrahim (a.s.)'in dinine uymaları hususunda oğullarına vasiyette bulundu. Her ikisi de dedi­ler ki:: Ey oğullarım! Allah size din olarak İslam'ı seçti. Öyleyse siz de, size ölüm gelinceye kadar İslam'da sebat edin ve bu dine bağlı olarak ölünüz. [397]
133. Yoksa Yakup ölmek üzere olup ta Ona ölüm geldiği ve oğullarına Hz. İbrahim'in dinine tabi olmalarını va­siyet ettiği zaman siz orada hazır mıydınız?
Hani Yakup, oğullarına, "Benden sonra neye tapacaksınız?" demişti Onlar: "Biz tek ilah olan, âlemlerin Rabbi, Allah'tan başkasına tapmayız. O, senin babalarının ve geçmiş ataların İbrahim, İsmail ve İshak'm ilahıdır. Biz sadece O'na itaat eder ve O'na boyun eğeriz" demişlerdi. Maksat, şirkten uzak olduklarını ifade etmektir. Yüce Allah, bu temiz nesle işaret ederek şöyle buyurur: [398]
134. Onlar, yani İbrahim ve oğulları gelip geçmiş bir cemaat ve bir nesildir. Onların kazandıklarının sevabı kendilerinin, sizin kazandığınızın sevabı da sizindir. Kıyamet gününde onların dünyada yaptıkları size sorulmaz. Bi­lakis herkes, kazanmış olduğu kötülüğün yükünü tek başına taşıyacaktır. [399]

Edebî Sanatlar

1. Buradaki soru, inkâr ve kınama ifade eder. Olumsuz mânâsı vardır. Yani, "Kendini bilmezden başkası, İbrahim'in dininden yüz çevirmez" demektir. Cümle, kafirleri kınamak için söylenmiştir.
2. O,"Ahirette salih kişilerdendir" cümlesi, ile tekit edilmiştir. Çünkü bu olay, ahirete ait gaip bir şeyden ha­ber verdiği için tekide ihtiyaç duyulmuştur. Dünyanın durumu buna benze­mez. O bilinmekte ve müşahede edilmektedir.
3. Hani, Rabbin ona "müslüman ol" demişti. Bu cümlede iltifat sanatı vardır. Çünkü âyetin akışı denilmeyi gerektirir. İltifat sanatı, belagatın güzelliklerindendir <uj terkibinde, rububiyet unvanı­nın kullanılması, verilen lutfun ve Hz. İbrahim'in yetiştirilmesine gösterilen itinanın fazlalığım ifade eder. Nitekim Hz. İbrahim'in "Âlemle­rin Rabbinin emrine teslim oldum" şeklindeki cevabı da bu minval üzerine gelmiştir. Hz. İbrahim'in: "Sana teslim oldum demeyip de, "âlemlerin Rab-bine teslim oldum" demesi onun müslümanlığmın kemalini gösterir ve âlemlerin Rabbi olan bir zatın emrine boyun eğme ve O'na güzel bir şekilde itaat etmenin gereğine işaret eder.
4. "Babaların" Bu ifade, amca baba ve dedeyi kapsar. Dede İbrahim (a.s.), amca İsmail (a.s.), baba ise İshak (a.s.)'dır. Burada tağlîb sa­natı vardır. Bu sanat, fasih kelamda bilinen mecazlardandır. [400]

Faydalı Bilgiler

Ebu Hayyan şöyle der: Burada, ölümün belirtileri yerine Ölümün zik­redilmesi kinayedir. Çünkü Ölümün kendisi gelmiş olsa, muhtazar (yani ölmek üzere olan kişi) bir şey söyleyemez. ifadesinde, güzel bir kinaye vardır. Bu da, ölümün mutlaka gelecek olan bir gaib olmasıdır. Bundan dolayı, dua ederken şöyle denir: Olumu, gaibten gelmesini beklediğimiz en hayırlı şey kıl.[401]

Bir Uyarı

Yüce Allah'ın: "Ancak müslüman olarak ölün" mealindeki ayetinin zahirî mânâsı, ölürken müslümanlıktan başka bir hal üzere ölmeyi yasak­lar. Maksat ise, ölüm gelinceye kadar İslam dini üzerinde sebat etmeyi em­retmektir. Yani: "İslam dini üzerinde sebat ediniz, ondan asla ayrılmayınız ve kamil bir müslüman olarak size ölüm gelinceye kadar Onun dosdoğru nurlu yolunda yürüyünüz" demektir. "Namaz kılarken "mutlaka huşu içinde ol" ifadesi, bu âyetin bir benzeridir. Yani "namazda huşu içinde sebat et" demektir. [402]
135. "Yahudi ya da Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulaşınız." dediler. De ki "Hayır! Biz, hanif olan İbra­him'in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi.
136. "Biz, Allah'a ve bize indirilene; İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve esbât'a indirilene, Musa ve İsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer peygam­berlere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah'a teslim ol­duk" deyin.
137. Eğer unlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar; Yüz çevirirler­se mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, bilendir.
138. Allah'ın verdiği renk ile boyandık. Allah'tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O'na kulluk ederiz (deyin).
139. De ki: "Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz olduğu halde, O'nun hakkında bizimle tartış­maya mı girişiyorsunuz? Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O'na gönülden bağla­nanlarız."
140. "Yoksa siz, İbrahim, İsmail,İshak, Ya'kub ve esbâtın Yahudi, yahut Hıristiyan olduklarını mı söylü­yorsunuz?" De ki, "Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Al­lah mı?" Allah tarafından kendisine (bildirilmiş) bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.
141. Onlar bir ümmetti; gelip geçti. Onların ka­zandıkları onlara, sizin kazandıklarınız da size aittir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.

Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Yüce Allah Hz. İbrahim'in dininin yüce hanif dini olduğunu, ona iman etmeyen ve ondan yüz çeviren kimselerin son derece cehalet ve sefahet içinde olduklarını zikrettikten sonra, bu ayetlerde de Ehl-i kitabın, sadece Yahudilik ve Hıristiyanlığa tabi olmakla hidayete erilebileceği şeklindeki batıl iddialarını anlattı ve bu iddianın bir delile dayanmadığını veya bir •şüphe olmadığını, bilakis mücerret bir inat ve inkar olduğunu açıkladı. Bun­dan sonrada Hak dinin, bütün peygamberlerin dini olan İslam dini olduğunu bildirdi. [403]

Kelimelerin İzahı

Hanif, batıl dine karşılık hak dine meyleden demektir. Hanf meyletmektir. Ayaklarının birinde eğiklik olan kişiye "ahnef" ismi verilir. Şâir şöyle der:
Biz yaratıldığımızda, bütün batıl dinlerden uzak, hanif dini üzerine yaratıldık.[404]
Esbat, "sıbt" kelimesinin çoğuludur. Torunlar demektir.
Ya'kup (a.s.)'m on iki oğlu vardı. Bunların İsrail oğulları içerisindeki duru­mu, Araplar içerisinde kabilelerin durumu gibidir.
Şikak, muhalefet ve düşmanlık demektir. Bunun aslı, yan mânâ­sına gelen "Şıkk" kökündendir. Yani, "birisi bir tarafta, diğeri başka bir ta­rafta olmuştur." demektir.
Korumak mânâsına gelen kifayet kökünden olup, "onlara karşı Allah sana yeter, onlara karşı seni korur" demektir.
Sıbğa, bir şeyi herhangi bir renge boyamak mânâsına olan Sabğ kökünden, alınmıştır. Buradaki maksat dindir.
Mücadele mânâsına olan Muhâcce mastarından olup "bizim­le mücadele mi ediyorsunuz?" demektir.
"İhlaslı kişiler" İhlas, amelde sadece Allah rızasını gözet­mektir. [405]

Ayetlerin Tefsiri

135. Yahudiler dediler ki: Bizim dini­miz "Yahudiliği kabul edin ki hidayet bulaşınız." Hıristiyanlar da: "Hıristiyan olun ki doğru yolu bulaşınız" dediler. Gruplardan herbİri insan­ları kendi eğri dinine çağırıyordu. Ey Muhammedi Onlara de ki: Bilakis biz yüce haniflik dinine tabi oluruz. O, bütün dinlerden yüz çevirip doğru dine meyleden İbrahim (a.s.)'in dinidir. İbrahim (a.s.) müşriklerden değil bilakis muvahhid bir mü'min idi. Bu â-yette Ehl-i kitaba ta'riz edilmekte ve onların yaptıklarının şirk ve sapıklık olduğu bildirilmektedir. [406]
136. Ey mü'minler! "Allah'a ve bize indirilen Kur-an'ı Kerim'e iman ettik "deyiniz, Yine biz, İbrahim'e indirilen sahifelere ve peygamberlerin kendisiyle amel ettiği hükümlere de inandık. Yine İbrahim ve İshak (a.s.)'m torunlarının amel ettiği, -çünkü peygamberlik bunlarda de­vam etmiştir- hükümlere de inandık. Musa'ya verilen Tevrat'a ve İsa'ya ve­rilen İncil'e inandık Uy Diğer bütün peygamberlere indiri­lenlerin hepsine inanırız ve Allah katından getirdikleri açık âyet ve muci­zeleri tasdik ederiz. Yahudi ve Hıristiyanların yaptığı gibi bir kısmına inanıp bir kısmını inkar ederek onların birini diğerinden ayırmayız. Biz, Allah'ın emrine boyun eğer ve hükmüne rıza gösteririz, deyiniz. [407]
137. Ey mü'minler topluluğu! Eğer Ehl-i kitap sizin iman ettiğiniz şeye aynen iman ederlerse, sizin doğru yolu bul­duğunuz gibi onlar da doğru yolu bulurlar Eğer, sizin imana davet ettiğiniz şeyden yüz çevirirlerse, bil ki, onlar sana düşmanlık ve muhalefet etmek istiyorlar. Hakkı arama hususunda herhangi bir problemleri yoktur. Ey Muhammedi Onların kötülüğüne ve eziyet­lerine karşı Allah sana yeter. O seni, onlardan koruyacaktır. işiten ve bilendir. Onların konuştuklarını işitir ve kalplerinde gizledikle­ri hile ve kötülüğü bilir. [408]
138. Allah'ın verdiği renk ile boyandık. Kim Allah'tan daha güzel renk verebilir? Yani bizim inandığımız din Al­lah'ın dinidir. Bize bu rengi O verdi ve O bizi bu renkte yarattı. Dolayısıyla, boyanın elbisede göründüğü gibi, dinin eseri de bizim üzerimizde göründü. Din bakımından Allah'tan daha üstün kimse yoktur, Biz ancak O'na kulluk ederiz. O'ndan başka hiç kimseye ibadet etmeyiz. [409]
139. De ki: "Siz, Allah'ın oğulları ve dostları oldu­ğunuzu; peygamberlerin sadece sizden geleceğini, başkalarından gelme­yeceğini iddia ederek Allah hakkında bizimle mücadele mi ediyorsunuz?" Halbuki O, eşit olarak herkesin Rabbidir. Hepimiz O'nun kul­larıyız. Bizim amellerimizin karşılığı bize, sizin amellerinizin karşılığı size aittir. Hiç kimse diğerinin yükünü yüklenmez. Biz O'nun samimi kullarıyız. Din ve amel hususunda sa­dece Allah'ın emrine uyarız. [410]
140. Ey Ehl-i kitap! Yoksa siz İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kup ve bunların torunlarının Yahudi ve Hristiyan olduklarım mı iddia ediyorsunuz? De ki: Onların dinlerini siz mi daha iyi bilirsiniz yoksa Allah mı? Kuşkusuz Allah onların İslam dini üzere olduklarına şehadet etmiş ve on­ları Yahudilik ve Hristiyanlıktan uzak tutmuştur: "İbrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyan idi. Fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman idi.[411] Durum böyle olduğu halde, onların sizin dininizde olduğunu nasıl iddia ediyorsunuz? Tevrat ve İncil'in âyetlerinde bildirilen Rasulullah (s.a.v.)'m geleceğine dair müjdeyi gizleyenden daha zalim kimse yoktur. Veya peygamberlerin, İslam dini üzere olduğuna dair Yüce Allah'ın haber verdiği şeyleri gizleyenden daha zalim kimse yok­tur. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir. Amelleri­nize muttalidir, onlara göre size ceza verecektir. Bu âyette şiddetli bir teh­dit vardır. [412]
141. Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin ka­zandıklarınız da size aittir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.
Bu âyet, tehdit ve korkutma mânâsı ihtiva ettiği için, Yüce Allah bunu tekrarladı. Yani bu peygamberler yüceliklerine ve derecelerinin üstünlüğüne 'rağmen kazandıklarıyla hesaba çekileceklerine göre, siz bu işe daha layıksınız. Bu ayetin tefsiri daha önce geçtiği için burada tekrarlanmamıştır. [413]

Edebî Sanatlar

1. "Yahudi veya Hıristiyan olun dediler" cümlesinde hazifle i'câz vardır. Takdiri Yahudiler "Yahudi olun"; Hıristiyanlar da "Hıristiyan olun" dediler, şeklindedir. Her iki grup da aynı şeyleri söyleyerek: "Yahudi veya Hıris­tiyan olun" dememişlerdir. Çünkü her grup diğerinin dinini bâtıl saymak­tadır.
2. "Allah onlara karşı seni korur". Bunda i'câz olduğu açıktır. "Allah, onların şerrinden seni koruyacak" demektir. Fiilin başına değil de harfinin getirilmesi, Rasulullah (s.a.v.) onlara, yakın bir zamanda galip geleceğini gösterir.
3. Bu iki kelime mübalağa sığalarından dır. Manası: Al­lah'ın işitmesi ve bilgisi herşeyi kuşatmıştır, demektir.
4. "Allah'ın boyası" Bu terkipte istiare yoluyla "dine" "boya" ismi verilmiştir. Zira boyanın rengi elbisede görüldüğü gibi, dinin alâmeti de mü'min üzerinde görülür.[414]
5. "Allah hakkında bizimle mücadele mi ediyorsu­nuz?" Buradaki soru, kınama ve tenkit ifade etmektedir. [415]

Faydalı Bilgiler

1. "Allah, yaptıklarınızdan gafil-değildir". Bu ayet Kur'an-ı Kerim'de bir çok yerde tekrarlanmıştır. Ebu Hayyan der ki: Bu cümle, masiyet işlemeyi anlatan cümlelerin peşinden gelir. Tehdit manası ifade eder ve Allah'ın, bu isyankârları başıboş bırakmayacağını bildirir.[416]
2. İbn Abbas fr.a.) şöyle der: Hristiyanların bir çocukları doğduğunda, üzerinden yedi gün geçtikten sonra, onu temizlemek için kendilerine mah­sus ma'mûdî (vaftiz suyu) denilen bir suya sokarlar ve: "Sünnet olma yerine bu bir temizliktir" derlerdi. Bunu yaptıklarında çocuğun hakkıyle Hıristiyan olduğuna inanırlardı. Bunun üzerine âyeti nazil oldu.[417]
3. Ehl-i kitap Tevrat'ı İbranice okuyor ve müslümanlara Arapça tefsir ediyorlardı. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ehl-i kitabı tasdik de etmeyiniz, in­kâr da etmeyiniz. "Biz Allah'a ve bize indirilen kitaba iman ettik" deyiniz.[418]
142. İnsanlardan bir kısım beyinsizler, "Yönel­mekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir?" diyecekler. De ki: "Doğu da batı da Allah'ındır. O dile­diğini doğru yola iletir."
143. İşte böylece sizi, insanlığa şahitler olmanız, Resul'ün de size şahit olması için mutedil bir millet kıl­dık. Biz daha önce yöneldiğin (Kudüs'ü), ancak Pey­gambere uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırt-etmemiz için kıble yapmıştık. Bu, Allah'ın hidayet ver­diği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah si­zin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah in­sanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.
144. Biz, senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Ha­ram tarafına çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, Ehl-i kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğu­nu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta oldukların­dan habersiz değildir.

Bu Âyetlerin Önceki Ayetlerle Münasebeti

Yahudi ve Hıristiyanlar, Hz. ibrahim ve onunla birlikte diğer pey­gamberlerin Yahudi ve Hıristiyan olduklarını, peygamberlerin kıblesinin Beyt-i Makdis olduğunu iddia ettiler. Rasulullah (s.a.v.)'da Mekke dönemin de Beyt-i Makdis'e dönerek namaz kılardı. Kâ'be-i Muazzama'ya dönmesi emredilince, Yahudiler onun peygamberliğine sataştılar ve İslamdan inti­kam almak için bunu bir vesile edinerek şöyle dediler: "Muhammed, doğ­duğu yeri özledi. Yakında kavminin dinine de dönecektir". Bunun üzerine Yüce Allah, sefihlerin söyleyeceği şeyi Rasulüne haber verdi ve ona kuv­vetli bir delil telkin etti ki onlara cevap versin ve onlardan ansızın gelebi­lecek istenmeyen eziyetlere karşı kendini alıştırsın. Bu haber Kıblenin tah­vilinden Önce Rasulullah (s.a.v.)'a bir mucize olarak bildirilmiş ve aynen tahakkuk etmiştir. [419]

Kelimelerin İzahı

Süfehâ, câhil, zayıf görüşlü, menfaat ve zararını iyi bileme­yen mânâsına gelen sefih kelimesinin çoğuludur. Sefehin aslı, hafiflik ve inceliktir. Dokusu hafif ve ince olan elbiseye " denilmesi bu kabil­dendir.
Onları çevirdi manasınadır. Bir kimseyi bir şeyden çevirmek için bir kimsenin bir şeyden dönmesi için de kelimeleri kul­lanılır.
Vasatan, Taberî der ki: "Arap dilinde vasat, "seçkin demektir. Bir başka görüşe göre vasat'tan maksat "âdil" demektir.[420] Bu şöyle kul­lanılır: "En hayırlı şey orta olan şeydir." Fazlalık ve nok­sanlık zemmedümiştir.
Topuk mânâsına gelen akîb kelimesinin ikilidir. : Kebîra, ağır ve meşakkatli demektir. Şatr, lügatte, cihet manasınadır. Şair şöyle der:
O, kibirli bir şekilde Necid tarafından bize saldırıyor." Bu ke­lime "yarı" mânâsına da gelir. Nitekim: "Temizlik imanın yarısıdır" hadisinde bu mânâda kullanılmıştır.[421]

Âyetlerin Nüzul Sebebi

Berâ (r.a.)'nın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasulullah (s.a.v.) Me­dine'ye geldikten sonra 16 veya 17 ay Beyt-i Makdis'e doğru namaz kıldı. Namaz kılarken Kâ'be'ye doğru dönmeyi arzu ediyordu. Bunun üzerine Yüce Allah: "(Ya Muhammed) biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu görüyoruz" mealindeki âyetini indirdi. Bu âyet nazil olunca, be­yinsiz Yahudiler : Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren ne­dir? dediler. Yüce Allah: "De ki: Doğu da batı da Allah'ındır" buyurdu.[422] Bu hadisi Buharî rivayet etmiştir.[423]

Âyetlerin Tefsiri

142. İnsanlardan bir kısım zayıf görüşlüler diyecek ki: Daha önce yönelerek namaz kıldıkları, onların ve onlardan önce gelen peygamberlerin kıblesi olan Beyt-i Mak-dis'ten onları çevirip döndüren nedir? Ey Muhammed! onlara de ki: Bütün yönler Allah'ındır. Doğu da batı da onundur. Yüzümüzü nereye çevirsek Allah'ın rızası oradadır. O, mü'min kullarını dünya ve âhiret mutluluğuna götüren doğru yola iletir. [424]
143. Ey mü'minler topluluğu! Sizi İslam di­nine ilettiğimiz gibi âdil ve seçkin bir ümmet kıldık ki Siz kıyamet gününde diğer ümmetlerin peygam­berlerinin onlara tebliği ulaştırdığına şahitlik edesiniz. Peygamber de size tebliğ ettiğine dair şahitlik etsin, Biz sırf insanların imanını deneyelim de peygam­ber (s.a.v.)'i tasdik edenler ile imanı zayıf olduğu için dinde şüpheye düşüp küfre dönenleri biribirinden ayıralım diye sana, önce Beyt-i Makdis'e yönelmeni emrettik, sonra da seni buradan Kâ'be'ye çevirdik. Kuşkusuz bu değiştirme Allah'ın hidayet nasip ettiği kimselerden başkasına güç ve zor gelir Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Yani Allah'ın Beyt-i Makdis'e doğru yönelerek kılmış olduğunuz namazları zayi edeceği doğru değildir. Bilakis Ao namazlarınızdan dolayı size sevap verecektir.
Rasulullah (s.a.v.)'e Beyt-i Makdis'e doğru namaz kılıp da Kıblenin çevrilmesinden Önce ölenlerin namazlarının durumu soruldu. Bunun üzerine yukarıdaki âyet nazil oldu.
çırj Bu âyet Önceki hükmün sebebini bildirir. Yani Yüce Allah'ın kullarına rahmeti boldur. Onların işlemiş oldukları salih amelleri zayi etmez. [425]
144. Ey Muhammed kıblenin değiştiril­mesini arzu ettiğin için çok zaman gözlerini semâya çevirdiğini görüyoruz. İşte seni sevdiğin bir kıbleye, Ata'n İbrahim'in kıblesi olan Kâ'be'ye çeviriyoruz. Artık namazda yüzünü Kâ'be-i Muazzama yönüne çevir, Ey Mü'min-ler! Siz de nerede olursanız olunuz, namazda yüzünüzü Kâ'be tarafına çeviriniz, Yahudi ve Hıristiyanlar kıbleyi değiştirmenin Allah tarafından gelen bir gerçek olduğunu pek iyi bilirler. Fakat onlar insanların kalplerine şüphe atarak onları fitneye düşü­rürler. Oysa Allah onların yaptıklarından habersiz değildir, onların amellerinden hiçbir şey ona gizli kalmaz, Allah onları amellerine göre cezalandıracaktır. Bu âyette Ehl-i Kitab'ı uyarı ve onlar için tehdit vardır. [426]

Edebî Sanatlar

1. "Ökçeleri üzerine döner" cümlesi istiare-i temsilî-yedir. Zira, dininden dönen kimseler, ökçeleri üzerine geri dönen kimselere benzetilmiştir. İmam Fahreddin Râzî bu şekilde açıklamıştır.
2. Re'fet, aşırı merhamet demektir. Burada âyetin fasılası göz önüne alınarak daha mübalağalı olan Rauf sıygası öne alınmıştır. Fasıla, âyetlerinin sonlarındaki "mîm" dir. Rauf ve Rahîm kelimelerinin her ikisi de mübalağa sıyğalarmdandır.
3. "Yüzünü çevir" Burada vech (yüz) zikredilmiş "zât" murat edilmiştir. Rabbinin zâtı bakîdir" âyetinde de durum böyle­dir. Bu sanata, edebiyatta mecâz-ı mürsel denilir. Zikr-i cüz, irâde-i kül kabilindendir. [427]

Faydalı Bilgiler

1. Buhârî'nin Sahih'inde rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kıyamet günü Nûh (a.s.) çağrılır. O da: "Ya Rabbi, emrine hazırım, buyur" der. Yüce Allah: "Dinimi tebliğ ettin mi?" diye sorar. Nûh (a.s) : "Evet" der. Ümmetine, "size tebliğ etti mi? diye sorulur. Onlar: "Bi­ze herhangi bir uyarıcı gelmedi" derler. Yüce Allah Nuh (a.s)'a: Tebliğ ettiğine dair şahidin var mı?" diye sorar. O da: "Muhammed ve ümmeti" diye cevap verir. Bunun üzerine Muhammed ve Ümmeti, Nûh (a.s).'in, Al­lah'ın dinini tebliğ ettiğine şahitlik ederler. "Sizin insanlara Şahitler ol­manız Rasul'un de size şahit olması için.." âyetinin mânâsı budur.[428]
2. "Allah sizin imanınızı yani namazınızı zayi edecek değildir" âyetinde Yüce Allah namaza "iman" ismini verdi. Çünkü iman ancak namazla kâmil olur. Aynı zamanda namaz niyet, söz ve amele şâmil olduğu için imanı da ihtiva etmektedir.
3. Kâ'be yerine Mescid-i Haram tabirinin kullanılması, bizzat Ka'-be'nin kendisine değil de, o tarafa yönelmenin vacip olduğuna işarettir. Çünkü uzaktan Kâ'be'nin kendisine yönelmekte, insanlar için büyük bir güçlük vardır. [429]
145. Yemin olsun kî sen Ehl-i kitaba her türlü âyeti getirsen yine de onlar senin kıblene dönmezler. Sen de onların kıblesine dönecek değilsin. Onlar da birbirlerinin kıblesine dönmezler. Sana gelen ilimden sonra eğer, onların arzularına uyacak olursan, işte o za­man sen zâlimlerden olursun.
146. Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlar­dan bir gurup, bile bile gerçeği gizler.
147. Gerçek olan, Rabbİnden gelendir. O halde kuşkulananlardan olma!
148. Herkesin yöneldiği bir kıblesi vardır. (Ey mü'minler) Siz hayır işlerinde yarışın. Nerede olursanız olun sonunda Allah hepinizi bir araya getirir. Çünkü Allah her şeye kadirdir.
149. Nereden yola çikarsan çık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Bu emir Rabbinden sana gelen gerçektir. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
150. Nereden yola çikarsan çık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Nerede olursanız olunuz, yüzü­nüzü o yana çevirin ki insanlar için aleyhinize bir hüccet bulunmasın. Ancak hiçbir hüccet kabul etmeyen inatçı zâlimler müstesna. Sakın onlardan korkmayın! Yalnız benden korkun. Böylece size olan nimetimi tamamlayayım da doğru yolu bulaşınız.

Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Yüce Allah, Kıblenin Kudüs'teki Beyt-i Makdis'den Kâ'be-i Muazza-ma'ya çevrilmesi esnasında beyinsiz Yahudilerin ne söyleyeceklerini an­latıp Rasulüne, namaz kılarken Kâ'be-i Muazzama'ya dönmesini emrettik­ten sonra, bu âyetlerde de Ehl-i Kitab'ın, İslamı kabul etmelerinden ümit kestirecek dereceye varan inat ve kibirlerinden bahsetti. Ve buyurdu ki: "Çünkü onlar delil getirilerek giderilebilecek arızî bir şüpheden dolay: değil, inat ve kibirlerinden dolayı muhalefet ederek senin kıbleni kabul et mediler." Burada, Ehl-i Kitab'ın inkâr ve yalanlamalarına karşı Rasulullal (s.a.v.)'ı teselli vardır. [430]

Kelimelerin İzahı

Âyet, alâmet ve delil demektir.
Onların arzulan": Ehvâ, kelimesinin çoğuludur. Nefsin hevâsı, nefsin istediği ve arzu ettiği şey demektir,
"Şüpheye düşenler." İmtirâ, şüphe demektir. Bir şey hususun da şüpheye düşen kimse için denilir. Mira ve Mirye kelimt leri de bu köktendir. "İnkâr edenler hâlâ Kur'an hakkında şüplı içindedirler[431] mealindeki âyette de "mirye" kelimesi şüphe mânâsın kullanılmıştır.
"Viche" Ferrâ şöyle der: Vichet, cihet ve vecih aynı mânâyadı Burada vichet'ten maksat kıbledir.
"O, o tarafa yüzünü çevirir" demektir. Âyette "yüz" kelime zikredilmemiştir. Ferrâ: "Ona döner" diye terceme etmiştir.
"Koşun, acele edin" demektir.
Hayrat, hayre kelimesinin çoğulu olup salih ameller demektir. Onlardan korkmayın. Haşyet, korku demektir. [432]

Âyetlerin Tefsiri

145. Ey Muhammedi Vallahi sen Yahudi ve Hıristiyanlara, kıble hususunda doğru olduğuna dair bütün mucizeleri getirsen, yine de sana uymaz ve senin kıblene doğru na­maz kılmazlar. Allah seni onların kıblesinden çevirdikten sonra, artık sen de onların kıblesine dönecek değilsin. Bu ayet Ehl-i kitabın boş ümitlerini kesmek için indirilmiştir. Çünkü Yahudiler, Rasulullah (s.a.v.)'ı aldatmak için: "Eğer sen bizim kıblemize devam etseydin, senin beklemekte olduğumuz peygamber olacağını ümit ederdik" dediler. Onlar birbirlerinin kıblelerine de dönmezler. Yani Yahu­diler Hıristiyanların kıblesine dönmedikleri gibi, Hristiyanlar da Yahudile­rin kıblesine dönmezler. Çünkü, her iki grup da İsrailoğullanndan olmasına rağmen, aralarında şiddetli ihtilaf ve düşmanlık vardır. Farz edelim ki, sana vahy yoluyla apaçık deliller geldik­ten sonra sen, onların arzulan yönünde yürüdün ve onların isteklerine uy­dun. Hiç şüphesiz bu takdirde, en çirkin zulmü işleyen za­limlerden olursun.
Burada bu âyet, farazi ve takdirî bir mânâ ifade eder. Yoksa Rasulul­lah (s.a.v.) mücrim kâfirlerin arzularına uymaktan uzaktır. Bu ifade, hak yolda sebat etmeye teşvik kabilindendir. [433]
146. Kendilerine kitap ver­diğimiz Yahudi ve Hıristiyanlar, çocuklarını kesin olarak tanıdıkları gibi, Muhammed (s.a.v.)'i de yakinen tanırlar. Onların ileri gelen ve bilginlerinden bir grup bile bile hakkı gizlerler ve onu açıklamazlar. Peygamber (s.a.v)'in vasıfları, kitaplarında apaçık bir şekilde yazılı olduğu halde onları gizlerler. "Yanlarındaki Tevrat ve incil'de yazılı buldukları o elçiye o ümmi peygambere uyanlar (var ya)[434] mealindeki âyette bu husus anlatılmaktadır. Bile bile onun vasıflarını giz­lerler. [435]
147. Ey Muhammed! Kıble ve din ile ilgili olarak Allah sana ne vahyettiyse o haktır. Sakın şüpheye düşenlerden olma. Bu hitap peygamberedir, ancak maksat ümmetidir. [436]
148. Ümmetlerden herbirinin, yüzlerini döndüreceği bir kıblesi vardır. Ey Mü'minler! Hayır işlere koşmaya ve onlarda acele etmeye bakınız. Siz nerede olursanız olun; ister yeryüzünün en derin yerlerinde, isterse dağların
tepelerinde bulunun, Allah sizin hepinizi hesap için toplayacak ve doğru yolda gidenle yanlış yolda gideni birbirinden ayıracaktır. Bedenleriniz ve cisimleriniz parçalanıp dağılsa da, şüphesiz Allah si­zin bu parçalarınızı yeryüzünden toplayıp biraraya getirmeye kadirdir. [437]
149. Sefere nereden çıkarsan çık, namazda yüzünü Kâ'be tarafına çevir. Bilesin ki bu kıblenin çevrilmesi Rabbinden gelen bir haktır. Allah sizin yaptığınızdan gafil de değildir. Bu âyetin tefsiri daha önce geçti. Yüce Allah, kıble hususunda sefer ile hazar halinin hükmünün aynı olduğunu bildirmek için âyeti tekrarlamıştır. [438]
150. Ey Rasulüm! Nereden yola çıkarsan çık, namazda yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Nerede olursanız olunuz, namazda yüzünüzü o yana çevirin.
Bu âyetle, Kabe'yi Muazzama'ya dönmek üçüncü defa emredildi. Bu emrin tekrarlanmasında şu fayda vardır: Beyt-i Makdis'e dönmek, ilk nesh-edilen şer'î hükümdür. Şüpheyi gidermek, emrin muhtevasını gönüllere yerleştirmek ve tekit etmek için tekrara ihtiyaç duyulmuştur.
Allah kıble işini size öğretti ki, Yahudiler aleyhinize delil getirip de: "Dinimizi inkâr ediyor, kıblemize uyuyor" demesinler, sizin aleyhinize onların elinde bir hüccet bulunmasın. Veya Müşrikler: "Muhammed, İbrahim'in dinine uyduğunu iddia ediyor, faka: onun kıblesine uymuyor demesinler. Ancak insanlardan, Kâ'be'nin değiştirilmesi ile ilgili hiçbir sebep kabul et­meyen inatçı zâlimler müstesna. Onlara hüccet de getirseniz kabul etmez­ler. Onlardan da korkmayın, benden korkun, Size olan nimetimi tamamlayayım da doğru yolu bulaşınız. Yani, kıblenizi Atanız İbrahim'in kıblesine çevirdik ki size olan nimetimizi tamamla­yalım ve size dünya ve âhiret saadetini nasip edelim. [439]

Edebî Sanatlar

1. "Kendilerine kitap verilenler" cümlesinde zamir yerine ism-i mevsul kullanılması, Ehl-i kitab'm, inatlarından dolayı son derece kötü bir durumda bulunduklarım açıklamak içindir.
2. "Sen onların arzularına uysan" Bu cümle, hakta sebatı sağlamak için yapılan teşvik ve tahrik kabilindendir.
3- "Sen onların kıblesine uymazsın" cümlesi, olumsuz ifadesinde: "Onlar senin kıblene uymazlar" cümlesin­den daha mübalağalıdır. Çünkü birincisi isim cümlesidir. Ayrıca olumsuz­luğu "U" harf-i çeri ile tekit edilmiştir. El-Futûhâtu'1-İlâhiyye Sahibi bunu böyle açıklamıştır.
4. "Kendi oğullarını bildikleri gibi" Bu cümle de mürsel mufassal bir teşbih vardır. Yani: "Ehl-i kitap, kendi soylarından ge­len çocuklarını nasıl tanıyorlarsa, Hz. Muhammed'i (a.s.)'da açık bir şekil­de Öyle tanırlar"
demektir. [440]

Faydalı Bilgiler

1. Rivayete göre Hz. Ömer (r.a.) Abdullah b. Selâm'a; "Sen çocuğunu tanıdığın gibi Muhammed'i tanıyor musun?" diye sordu. O da: "Daha iyi tanıyorum", dedi. Çünkü onun vasıflarını gökten güvenilir biri, yerdeki güvenilir birine getirdi. Ben onu tanıdım. Onun peygamber olduğunda her­hangi bir şüphem yoktur. Çocuğuma gelince annesinin durumunu bilmiyo­rum, belki de ihanet etmiş olabilir. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) Abdullah'ın başını Öptü.[441]
2. Âlimlerin tehdit edilmesi, diğerlerininkinden daha şiddetlidir. Bundan dolayı Yüce Allah "Bile bile" kaydı ile Ehl-i kitab'ı aşırı derecede kınamıştır. Çünkü bilmeyerek günah işleyen kimse, bilerek işleyen gibi değildir.
3. Kâ'be'ye yönelme emri üç defa tekrarlanmıştır. Kurtubî, bu tekrarın hikmetini şöyle anlatır: Birinci emir Mekkeliler için, ikinci emir diğer şehirlerde olanlar için, üçüncü emir de sefere çıkanlar içindir.[442]
151. Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran; size Kitab'ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Rasul gönderdik.
152. Öyle ise siz beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!
153. Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah'­tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabreden­lerle beraberdir.
154. Allah yolunda öldürülenlere "Ölüler" deme­yin. Bilakis onlar dirilerdir, lâkin siz anlayamazsınız.
155. Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallar­dan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma île dene­riz. Sabredenleri müjdele!
156. O sabredenler, kendilerine bir bela geldiği zaman "Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz" derler.
157. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet on­laradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.

Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Kur'an-ı Kerim, mü'minlerin ibret ve öğüt almaları için Yahudilerin birçok günahlarım saymıştır. İşte Yüce Allah, geçen âyetlerde de İsrâîl-oğullarından bahsetmiş, onların nankörlük ve küfürle karşılık verdikleri ni­metleri, surenin üçte birinden daha çok bölümünde geniş geniş anlatmıştır. Yahudilerle ilgili bu geniş açıklamadan sonra, sıra mü'minlere Allah'ın yüce nimetlerini ve onların dünya ve âhiret saadetlerini temin edecekleri hikmetli kanunlarını hatırlatmaya geldi. Dolay isiyle bu mübarek âyetler mü'minlere hitapla ve son peygamberi göndermek lütfunda bulunan Allah'ın yüce nimetlerini hatırlatmakla başladı. [443]

Kelimelerin İzahı

Kitap, Kur'an-ı Kerim'dir.
Hikmet, Peygamber (a.s.)'in sünnetidir.
"Beni anın" : Zikir aslında, zikredilen şey için kalbi uyar­maktır. Dille zikir, kalben zikrin alâmeti olduğu için ona da zikir den­miştir.
"Sizi mutlaka imtihan edeceğiz". Belânın aslı imtihandır. Bu kelime bazan hayırda bazan serde kullanılmıştır. "Bir deneme olarak sizi hayırla da şerle de imtihan ederiz[444] mealindeki âyette her iki mânâ­da kullanılmıştır.
Musibet, mü'minin canına, malına veya çocuğuna isabet edip ona eziyet veren her şeydir.
Salevât, aslında dua mânâsına olan salât kelimesinin çoğulu­dur. Allah'tan olursa rahmet; meleklerden olursa istiğfar mânâsına gelir. [445]

Âyetlerin Tefsiri

151. Bu âyet, daha önce geçen âyetiyle ilgilidir. Mânâsı şöyledir: Size nimetimi tamamladığım gibi, içinizden size bir de peygamber gönderdim. peygamber size Kur'an'ı okuyor, çirkin fiillerden ve şirkten sizi temizliyor, size yüce kitabın hükümlerini ve mübarek sünnet-i seniyyeyi, dünya ve din işlerinden bilmediğiniz daha birçok şeyi öğretiyor. [446]
152. İbadet ve itaatla beni hatırlayın ki, ben de mağfiret ve sevabla sizi hatırlayayım. Size verdiğim nimetime şükredin, isyan ve inkârla ona nankörlük etmeyin.
Rivayete göre Hz. Musa (a.s): Ey Rabbim! Sana nasıl şükredeyim? diye sordu. Rabbi ona: Beni hatırlarsın ve beni unutmazsın. Beni hatırladığında bana şükretmiş olursun, beni unuttuğunda da nimetlerime nankörlük etmiş olursun, dedi.[447]
Sonra Yüce Allah mü'min kullarına "Ey iman edenler" diye seslendi-ki, mü'minler, himmetlerini O'nun ilahî emirlerine sarılmaya yöneltsinler. Bu nida, bu mübarek sûrede gelen ikinci nidadır: [448]
153. Ey mü'minler! Dünya ve âhiret işlerinizde sabır ve namaz ile Allah'dan yardım isteyin. Çünkü sabır sayesinde her türlü iyiliğe kavuşursunuz. Namaz sayesinde de her türlü kötülükten sakınırsınız. Allah zafer, yardım, koruma ve des-teklemesiyle sabırlılarla beraberdir. [449]
154. Allah yolunda şehit olanlara ölüler demeyin. Bilakis onlar diriler olup Rablerinin katında rızıklandırılmaktadırlar. Fakat siz bunun farkına varamazsınız. Çünkü onlar bu hayattan daha yüce olan berzah hay atadadırlar. [450]
155. Andolsun ki biz sizi korku, açlık, mallarınızın bir kısmının telef olması, dost­larınızın bir kısmının ölmesi, meyve ve ekinlerinizin bir kısmının zayi ol­ması gibi muhtelif belalarla imtihan edeceğiz. ve musi­betlere sabredenleri naîm cennetleriyle müjdele. Sonra Yüce Allah, sabredenleri şöyle tarif etti: [451]
156. Sabredenler o kimselerdir ki, kendilerine bir sıkıntı, veya bir belâ veya hoşa gitmeyen bir şey geldiğinde: lil "Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz" derler. Yani bu davranışlarıyla Allah'a döneceklerini ifade eder, kendilerinin Allah'ın kul­ları olduklarını, Onun, dilediğini yapabileceğim kabul ederler. [452]
157. Yukanda anla­tılan vasıfları taşıyanlar var ya, işte Allah onları, övmüş, şereflendirmiş ve onlara merhamet etmiştir. Saadet yoluna erenler de onlardır. [453]

Edebî Sanatlar

1. "Gönderdik" ve "elci" kelimeleri arasında iştikak ci­nası vardır. Bu da edebî güzelliklerdendir.
2. "Size kitabı ve hikmeti öğretir" cümlesinden
sonra "Size bilmediklerinizi öğretir cümlesmır gelmesi, hususîden sonra umumînin zikri kabilinden olup kapsam ifade eder. Belagatta buna "İtnâb" denilir.
3. İfadesinde hazif sebebiyle icaz vardır. Takdiri: şeklindedir. Bu iki kelime arasında tibâk sanatı vardır.
4. Terkibinde şey'in kelimesinin nekre gelmesi, azlıkti Salavât ve Rahmet kelimelerindeki tenviri ifade eder. "Az bir şeyle" demektir.
5. Salavât ve Rahmet kelimelei azamet ifade eder. Rabb kelimesinin, müminlere ait bir zamire muzaf ola­rak gelmesi, onlara gösterilen ilginin çokluğunu ifade eder.
6. Burda kasr sanatı vardır. Bu, sıfatın mevsufa tahsisi kabilindendir. [454]

Faydalı Bilgiler

1. Rivayete göre Hz. Ömer (r.a.) şöyle demiştir: "Bana gelen her mu­sibette üç nimet buldum." Birincisi, bu musibet dinim hususunda değildi. İkincisi, olduğundan daha büyük değildi. Daha beteri olabilirdi. Üçüncüsü, Allah ona karşılık büyük bir mükâfat verecektir. Sonra şu âyeti okudu:
2. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur; Kulun çocuğu öldüğünde Yüce Allah meleklere: "Kulumun çocuğunu mu öldürdünüz? der. Melekler: "Evet" derler. Yüce Allah : "Onun gönlünün meyvesini mi aldınız? der. Melekler: "Evet" derler. Yüce Allah: "Peki kulum ne dedi?" diye sorar. Melekler: "Sana hamd etti ve dedi" derler. Yüce Allah: "Öyleyse kuluma cennette bir ev yapın ve ona "Beytu'1-hamd" ismini verin" der.[455]
158. Şüphe yok ki; Safa ile Merve Allah'ın koy­duğu nişanlardandır. Her kim Beytullah'ı ziyaret eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir günah yoktur. Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir.
159. İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanla­ra apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere, hem Allah, hem de bütün la'net ediciler, la'net eder.
160. Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeyi çokça kabul e-den ve çokça merhamet edenim.
161. İnkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların la1 neti onla­rın üzerinedir.
162. Onlar ebediyen la'net içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir, ne de onların yüzlerine bakılır.

Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Yüce Allah kendisinin zikir edilmesini ve verdiği nimetlere şükredilmesini emredip mü'minleri sabır ve namazdan faydalanmaya çağırdıktan sonra haccın önemini ve onun, dinin esaslarından olduğunu be -yan etti. Bundan sonra da ilmi yaymanın, onu gizlememenin gerektiğine dikkat çekti. Allah'ın indirdiği hüccetleri ve hidayete götüren vesileleri gizlemenin tehlikesini anlattı. Nitekim Yahudi ve Hıristiyanlar kitapların­daki bu hüccetleri gizlemişler, dolayısıyla la'net, gazap ve helake müstehak olmuşlardı. [456]

Kelimelerin İzahı

Şeâir, lügatte alâmet mânâsına gelen şeira kelimesinin çoğuludur. Şiar da bu köktendir. Bir kimse kurbanlık hayvanını tanımak için ona işaret koyduğunda denilir. Şeâir: Tavaf, sa'y, ezan ve benze­ri dinî işlerle Allah'a kulluk ettiğimiz her şeye denir.
Hacc, lügatte kastetmek demektir. Istılahta ise, tavaf ve sa'y gibi haccla ilgili ibadetleri eda etmek için Ka'be-i Muazzama'yı ziyaret et­mektir.
Umre yaptı demektir. Lügatte umre, ziyaret manasınadır. Daha sonra ibadet maksadıyla Beytullah'ı ziyaret için özel isim olmuştur.
Cünah, günaha meyletmek demektir. Başka bir görüşe göre de günahın kendisidir. Batıla meyletmekten ibaret olduğu için bu ismi almıştır. Bir kimse bir şeye meylettiği zaman denir. İbnu'1-Esir şöyle der: Nerede gelirse gelsin, bu kelime, günah ve meyil manasınadır. : Kitman, gizlemek ve Örtmek demektir. "Onlara mühlet verilir" demektir. [457]

Nuzûl Sebebi

Enes (r.a.)'e Safa ve Merve sorulduğunda şöyle cevap verdi: Biz iki­sini Câhiliye işlerinden sanıyorduk. İslam gelince, onlardan uzak durduk. Bunun üzerine âyeti indirildi.[458]

Âyetlerin Tefsiri

158. Safa ve Merve, Beyt-i Hârâm'a yakın iki tepenin adıdır. Bunlar Allah'ın dininin alâmetlerinden ve kulluğumuzu gösterme vesilelerindendir. Kim hacc veya umre mak­sadıyla Beytullah'ı ziyaret ederse Bu iki tepe ara­sında koşmasında bir günah ve vebal yoktur. Müşrikler bu iki tepe arasında koşuyor ve putlara el sürüyorlarsa, siz de âlemlerin Rabbi Allah için koşunuz ve müşriklere benzeme korkusuyla, o iki tepe arasında koşmayı bırakmayın. Kim farz olan haccını eda et­tikten sonra nafile olarak hacc ve umre yaparsa veya farz olsun, nafile ol­sun hayırlı bir iş yaparsa, şüphesiz Yüce Allah onun itaatini kabul eder ve onu en güzel şekilde mükâfatlandırır. Çünkü Allah, kullarının yaptığı bütün amelleri bilir. Güzel amel işleyenlerin mükâfatı O'nun katında zayi ol­maz. [459]
159. Kendilerine Tevrat'ta veya semavî kitaplarda açıkça bilgi verdikten sonra, Muhammed (s.a.v.)'in doğruluğunu göstermek üzere indirdiğimiz açık delil ve hüccetleri gizleyenler var ya, İşte bu çirkin amelleri yapanlar, âyet-i kerimede "yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye uyanlar..." denildiği halde peygamberin vasıflarını giz­leyenler, Tevrat'ın hükümlerini tahrif edenler var ya, işte Allah onları la­netler ve rahmetinden uzaklaştırır, melekler ve mü'mmler de onlara lanet eder. [460]
160. Ancak, yaptıklarına piş­man olanlar, âyetleri gizlemek suretiyle ifsad ettiklerini, gerçeği açıklayarak ıslâh edenler ve Allah'ın indirdiği hakikati insanlara anlatanlar müstesna. Allah bunların tevbelerini kabul eder ve bunlara rahmet eder. Ben kullarımın tevbesini çok çok kabul ederim. Rahmetim on­ları kuşatmıştır, işlemiş oldukları günahları bağışlarım. [461]
161. Allah'ı inkâr etmiş ve küfürde de­vam etmiş, nihayet bu hal üzere ölmüş olanlara gelince, İşte onları Allah, melekler ve yeryüzündekilerin tümü hatta kafirler lanetler. Zira kafirler de kıyamet günü birbirlerini lanetleyeceklerdir. [462]
162. "Onlar cehennemde ebedi kalacaklardır, lafzında, zahir isim yerine zamir kullanılması, işin korkunçluğunu gösterir. Onların cehennemdeki azapları süreklidir, ne kesilir, ne de bir an hafifletilir. "Onların azabı hafifletilmeyecektir. Onlar azab içinde kurtuluştan ümit kesmişlerdir.[463] Onlara mühlet de verilmez veya azaptan tehir edilmez. Bilakis, dünyadan ayrılır ayrılmaz azapları on­ları karşılar. [464]

Edebî Sanatlar

1. "Allah'ın alâmetlerinden" Burada hazif yoluyla icaz vardır, "Allah'ın dininin alâmetlerinden" demektir.
2. "İtaata sevap verir" demektir. Ebussuûd şöyle der: Allah kullarına bolca ihsan edeceğini bildirmek için, itaata karşı sevap verir ye­rine, "itaatini kabul eder" buyurdu. Şükrü zikretti, mecazın, onun karşılığı olan mükafatı kastetti.
3. "Allah onlara la'net eder". Bu cümlede, birinci şahıs za­mirinden üçüncü şahıs zamirine dönüş vardır. Zira bunun aslı "Onları la'netleriz" dir. Ancak cümlesinde Allah lafzının açıkça zikredil­mesi, kalbe korku ve heybet vermektedir.
4. "La'netçiler onlara lanet eder". Bu cümlede iştikak ci­nası vardır. Bu da edebî güzelliklerdendir.
5. Onlar la'nette veya cehennemde ebedî kalıcıdırlar. Bura­da işin korkunçluğunu ve şiddetini ifade etmek için cehennem ismi yerine zamir -kullanılmıştır.
6. "Onlara mühlet verilmez". Olumsuzluğun sürekliliğini ve devamını ifade etmek için isim cümlesi tercih edilmiştir. [465]

Faydalı Bilgiler

1. Safa tepesinde İsaf, Merve tepesinde ise Naile denilen bir put bu­lunuyordu. Müşrikler bu iki tepe arasında sa'y ettiklerinde, bu putlara sürünüyorlardı. Müslümanlar, Câhilliye ehline benzemekten korktukları için, bu iki tepe arasında sa'y etmeyi günah saydılar.Bunun üzerine bu âyet indi. Safa ile Merve'nin Allah'ın dininin alâmetlerinden olduğunu ve bu iki tepe arasında sa'yetmede, müslümanlar üzerine bir günah olmadığını açıkladı. Zira müslümanlar putlar için değil, Allah için sa'y ediyorlardı.
2. Şükrün mânâsı, nimet ve ihsana, bunları vereni överek ve tanıyarak karşılık vermektir. Allah hakkında bu mânâ muhaldir. Zira hiç kimsenin O'na bir iyilik ve yardımı yoktur ki, Allah bunlara karşılık ona şükretsin. Bundan dolayı âlimler buradaki şükrün mânâsını sevap ve mükâfat vermek­le yorumlamışlardır. Yani: Yüce Allah ona sevap verir, amel edenlerin mükâfatını zayi etmez. Kanaatimce doğru olan, Selefin "Allah'ın sıfatları­nı, âyet ve hadiste geldiği gibi kabul etme" görüşüdür. Buna göre, Allah'ın şükrü, O'nun azamet ve kemâline lâyık bir şükürdür. [466]
163. İlahınız bir tek Allah'tır. Ondan başka ilâh yoktur. O, Rahmandır, Rahimdir.
164. Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insan­lara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın indirip de kurumuş toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yay­masında, rüzgarları ve yer ile gök arasında emre amade bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir top­luluk için bir çok deliller vardır.
165. İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Al­lah'a eş tanrılar edinir de onları Allah'ı sever gibi se­verler. İman edenler ise Allah'ı daha çok severler. Keşke zâlimler azabı gördükleri zaman, bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.
166. O zaman kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşmışlar, azabı gör­müşler ve nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalan­mıştır.
167. (Kötüklere) uyanlar şöyle diyecekler: “”Ah keşke dünyaya bir daha geri gitmemeiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de on­lardan uzaklaşsaydık!" Böylece Allah onlara, işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar.

Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Yüce Allah daha önce, âyetlerini inkâr eden kâfirlerin durumunu ve onlara âhirette terettüp edecek azap ve cezayı anlattıktan sonra burada da kudret ve birliğini gösteren delilleri zikretti ve hikmet sahibi yaratıcının varlığını gösteren deliller getirdi: Bu âyetlere önce ulvî, sonra suflî âlemi zikrederek başladı. Sonra sırasıyla gece ve gündüzün ard arda gelişini, de­nizlerin dalgalarını yararak giden gemileri, ekinlere ve nefislere hayat ve­ren yağmurları, yeryüzüne yayılmış acayip hayvan türlerini, rüzgarları, in­sanların fâidesi için emre âmâde kılınmış bulutları zikretti. Bütün bunların sonunda Allah'ın sanatının ve yaratıkların güzelliklerini düşünmeyi ve bu konularda akıllarını kullanmalarını insanlara emretti ki, aklını kullanan, eserlerine bakarak bunları yaratanın varlığına, sanata bakarak, hikmetle ya­ratanın büyüklüğüne delil getirsin. [467]

Kelimelerin İzahı

"İlâhınız". İlâh, hak veya batıl ma'bud demektir. Buradaki maksat hak olan ma'buddur ki, o da âlemlerin Rabbi olan Allah'tır.
Fülk. büyük gemi demektir. Tekil ve çoğul için kullanılır.
Besse; yaydı, dağıttı demektir. "Yayılmış pervaneleri gibi" mea­lindeki[468] âyette bu mânâda kullanılmıştır.
Dâbbe, lügatte: Yeryüzünde yürüyen her türlü insan ve hayvan demektir. "Yavaş yavaş yürümek" mânâsında olan "debîb" kelimesinden alınmıştır. Ancak örfte, sadece hayvanlar için kullanılır. "Allah her hay­vanı sudan yarattı, işte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde, kimi dört ayağı üstünde'yürür.[469] meak'ndeki âyet1 de bu kelimenin lügat mânâsını açıklar. Dâbbe lafzı hem sürüngenleri, hem insan­ları, hem de hayvanları kapsar.
"Rüzgarların çeşitli yönlere çevirmesi". Riyâh, rîh keli­mesinin çoğuludur. Rîh de, hava esintisi demektir. Onun tasrifi, onu çeşitli yönlere çevirmek ve bir hâlden diğer hâle nakletmektir. Buna göre, rüzgar bazen sıcak, bazan soğuk; bazan şiddetli; bazanda hafif eser. Bitkileri bazan aşılar, bazan da kısır bırakır.
Kolaylaştırma ve zelil kılma mânâsına gelen teshir mas­tarından olup, emre hazır kılınmış demektir.
Denk ve mümasil mânâsına gelen nidd kelimesinin çoğuludur. Buradaki mânâsı "putlar" demektir.
Aslında "ip" mânâsına gelen sebep kelimesinin çoğuludur. Bu­radaki mânâsı insanlar arasında mevcut olan soy veya dostluk gibi bağ­lardır.
Kerre, önceki hale dönmek, avdet etmek demektir.
Haserât, hasret kelimesinin çoğuludur. Hasret ise, elde etme imkânı varken elden kaçırılan şeye şiddetli pişmanlık duymak ve üzül­mektir. Âyet-i Kerimede de bu mânâda kullanılmıştır: "Kişinin "Allah'a -karşı aşırı gitmemden dolayı bana yazıklar olsun" diyeceği günden sa­kının[470]

Nüzul Sebebi

Ata b. Ebi Rabah'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Medine'de "Sizin ilâhınız tek ilâhtır" âyeti nazil olunca Mekke'deki Kureyş Kâfirleri: Bir ilâh bu insanlara nasıl yetecek?" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah âyetini indirdi.[471]

Âyetlerin Tefsiri

163. Sizin, ibadet edilmeye müstehak olan ilâhınız bir tek ilâhdır. O'nun ne zatında, ne sıfatlarında ne de fiillerinde bir benzeri vardır. O'ndan başka ibadete lâyık bir ilâh yoktur. O, Rahman ve Rahimdir. Nimetlerin sahibi, lütufların kaynağı O'dur. [472]
164. Sanatın inceliklerini ve kudretin delillerini gösteren göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün sağlam bir nizam içinde birbirlerini takip etmesinde, gecelerin uzayıp gündüzlerin kısalmasında, gündüzlerin uzayıp gecelerin kısal­masında Allah'ın kudretini gösteren deliller vardır, İnsanların ihtiyacı olan ticaret veya diğer eşyalardan meydana gelen ağır yükler yüklenmiş olarak denizde yüzen büyük gemilerde, Allah'ın buluttan, ülkelerin ve kul­ların hayat sebebi olan yağmuru indirerek bununla kurumuş ve çatlamış, bitkisiz ve meyvesiz bir hale gelmiş olan yeryüzünde ekinleri ve ağaçları, canlandırmasında, yeryüzünde hacimleri, şekilleri, renk­leri ve sesleri farklı birçok hayvan türlerini yaratıp yaymasında, rüzgarların esişini güneyden kuzeye, kuzeyden güneye çevirmesinde, sıcak ve soğuk, hafif ve şiddetli hallere sokmasında, Gök ve yer arasında Allah'ın kudretiyle emrine hazır hale getiril­miş bol su yüklenip yeryüzüne damlalar halinde yağdıracak şekilde Alla­h'ın istediği yere doğru giden bulutlarda, Kavrayacak aklı, idrak edecek ve bu işlerin kadir ve hikmet sahibi bir ilahın sanatı olduğunu düşünebilecek basireti olan bir topluluk için, Allah'ın üstün gücünü, engin hikmetini ve geniş rahmetini gösteren somuz deliller ve hüccetler vardır. Ka'bu'l-Ahbar şöyle der: "Bulutlar yağmurların kalburlarıdır. Bulutlar ol­masa, yağmur düştüğü yeri harap eder.[473]
Yüce Allah bundan sonra, kendisinden başka şeylere tapan müşrikle­rin kötü sonlarını haber vererek şöyle buyurur: [474]
165. İnsanlardan bazılarının cehaleti o dereceye varmıştır ki, reislerini ve putları Allah'a ortak koşmuşlardır. O putları, mü'minlerin Allah'ı sevdikleri gibi sever, onlara hürmet gösterir ve boyun eğerler. Mü'minlere ge­lince, onların Allah'ı sevmeleri, müşriklerin putları sevmelerinden daha fazladır. Eğer zâlimler, kıya­met gününde kendileri için hazırlanmış olan azabı gördüklerinde, bütün gücün tek Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının şiddetli elem verici olduğunu bilselerdi, başlarına, anlatılamayacak dere­cede korkunç ve şiddetli bir azabın geleceğini anlarlardı. [475]
166. O za­man, azabı görürler, aralarındaki bağlar kopar, sevgi yok olur. Kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar. [476]
167. Uyanlar: "Ah! Keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı, şimdi onların biz­den uzaklaştıkları gibi bizde onlardan uzaklaşsaydık" derler. Yani, kötülükte önderlere uyanlar dünyaya bir daha geri dönmeyi isterler ki, orada kendilerini doğru yoldan saptırıp da şimdi bu şiddetli günde kendilerinden uzak duran bu Önderlerden uzaklaşsınlar. Yüce Allah, onlara azabının şiddetini göstereceği gibi, onların çirkin amel­lerini ve bunların neticesi olan şiddetli nedametleri ve cehennem kıvılcımları gibi zaman zaman onların kalplerini yakan pişmanlıkları da gösterecektir. Onlar artık ateşten çıkacak değillerdir. Yani onlar için ateşten çıkacak bir yol yoktur. Bilakis onlar ebedî bir azap ve bedbahtlık içinde kalacaklardır. [477]

Edebî Sanatlar

1. "Sizin ilâhınız bir ilâhtır." Bu cümlede, Allah'ı inkâr eden, inkâr etmeyen kimse mevkiine konulduğu için, haber te'kitsiz gel­miştir. Zira onların önünde güçlü ve kesin delillerden Öyleleri vardır ki, eğer onlar düşünseler, Allah'ın birliğine tam manâsıyla kanaat getirecek­lerdir.
2. "Âyetler." Âyet kelimesi, azamet ifade etmek için nekre getirilmiştir. Yani, "Bu sayılanlarda Allah'ın üstün gücünü ve engin hik­metini gösteren oüyük deliller vardır." demektir.
3. "Allah sevgisi gibi." Bu terkipte mürsel ve mücmel teş­bih vardır. Çünkü teşbih edatı zikredilmiş, vech-i şebeh hafzedilmiştir.
4. "Allah'ı daha çok seven". Eşcddü kelimesini açıkça kullanarak, mukayese yapmak; şeklinde mukayese yapmaktan daha mübalağalıdır. Yüce Allah: "Artık kalpleriniz taş gibi, hatta daha da katı" mealindeki âyette de: kasveti (katılığı) mukayese ederken demek uy­gun düştüğü halde daha aşırılık ifade etmesi için buyurmuştur.
5. "Zulmedenler görse" cümlesinde, şeklin­deki zamir yerine zahir isim gelmiştir. Bu, dinleyicinin zihninde olayı canlandırmak, tasvir etmek ve şiddetli azabın sebebi olan korkunç zulmü tescil içindir.
6. "Azabı gördüler "Sebebler kesildi." âyetlerinin sonunda seci' vardır. Buna Arap edebiyatında tersîl denilir.
7. "Onlar ateşten çıkamazlar." Burada, azabın sürekli ve ebedî oluşunu ifade etmek için isim cümlesi getirilmiştir., [478]

Faydalı Bilgiler

1. Yüce Allah, eserlerinden ibret alınmasına dikkat çekmek ve bir­liğine delil getirmek üzere bu âyetlerde yaratıklarından harikulade sekiz türünü açıkladı: Birincisi; Göklerin ve onda bulunan ay, güneş ve yıldız­ların yaratılışı. İkincisi; Yerküresi ve orada bulunan dağlar, denizler, ağaçlar, nehirler, madenler ve cevherler. Üçüncüsü; Gece ve gündüzün uzayıp kısalarak birbirini takip etmesi ve havanın aydınlanıp kararması. Dördüncüsü; Sabit dağlar gibi büyük gemilerin, ağır yük ve insanlarla dolu olarak rüzgar vasıtasıyla denizde yürümesi ve ileri geri gidip gelmesi Beşincisi; Allah'ın, yeryüzündeki bitki ve diğer canlılardan oluşan yarlıklar için hayat sebebi kıldığı yağmur ve yağmurun zaman zaman belli miktarlarda indirilmesi. Altıncısı; Yeryüzüne dağıtmış olduğu renkleri, şekilleri ve suretleri farklı insan ve hayvanları. Yedincisi; Rüzgarların esişini iste­diği yöne çevirmesi. Hava, latif bir cisimdir. Buna rağmen o derecede kuv­vetlidir ki kayaları ve ağaçları kökünden söker ve büyük binaları yıkar. Bu­nunla birlikte o, varlıkların hayat unsurudur. Hava akımı bir an durduru­lacak olsa ruh sahibi her varlık ölür ve yeryüzünde bulunan herşey kokar. Sekizincisi; İçinde büyük miktarda sıi taşıyan, yağdığında büyük vadilerden seller akıtan bulutlar. İşte bu bulutlar, tutunacakları bir bağ ve dayanacak­ları bir direk olmaksızın yerle gök arasında durmaktadır. Bir ve her şeye galip olan Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim.
2. Riyâh lafzı Kur'an-ı Kerim'de hem tekil hem de çoğul olarak kul­lanılmıştır. Rahmet için kullanıldığında çoğul, azap için kullanıldığında ise tekil gelmiştir. Rahmet için geldiğine misal: "(Hayat ve bereket) müj­decileri olarak rüzgarları göndermesi de Allah'ın alâmetlerindendir...[479] "Rüzgarları, rahmetinin önünde, müjde olarak gönderen odur...[480] Azap hakkında tekil geldiğine misâl:"Âd kavmi ise uğultulu, azgın bir rüzgar ile helak edildiler[481] "Âd kavminde ibretler vardır. Onlara kasıp kavuran rüzgarı göndermiştik.[482]
Rüzgar estiği zaman Rasulullah (s.a.v.) Allahım onu bizim için hayırlara vesile olacak rüzgarlar kıl, musibet geti­ren rüzgar kılma, diye dua ederek bu kelimeyi rahmet hakkında çoğul, mu­sibet hakkında ise tekil olarak kullanmıştır. [483]
168. Ey İnsanlar! Yeryüzünde bulunanların helal ve temizlerinden yeyiniz. Şeytanın peşinden gitmeyiniz. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.
169. O size kötü ve çirkin şeyleri yapmanızı ve Allah hakkında bilmediklerinizi söylemenizi emreder.
170. Onlara "Allah'ın indirdiğine uyun" denildiği zaman onlar, "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bul­duğumuz yola uyarız" dediler. Ya ataları bir şey anla­mamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?
171. Kâfirlerin hali, bağırıp çağırma dışında bir şey anlamayan hayvanlara bağıran çobanın haline benziyor. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir, düşünmezler.
172. Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yeyin, eğer siz yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız; O'na şükredin.
173. Allah size ancak leşi, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur. Şüphe yok ki Allah, çokça bağışlayan çokça esirgeyendir.
174. Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte onların yeyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır.
175. Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onîar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar.
176. O azabın sebebi, Allah'ın kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. Farklı yorum yapıp kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüş­lerdir.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah, önceki âyetlerde tevhidi ve delillerini zikredip takva sa­hibi mü'minler için verilecek mükâfat ile âsî kâfirlerin çarptırılacakları azabı açıkladıktan sonra bu âyetlerde de küfrün, nimetin kesilmesine tesir etmediğini göstermek için hem mü'mine hem de kâfire verdiği nimetleri açıkladı. Çünkü Yüce Allah, âlemlerin Rabbidir. O'nun ihsanı iyi, kötü; mü'min, kâfir ayırımı olmaksızın bütün insanlığı içine alır. Daha sonra Yüce Allah, mü'minleri, nimeti verene şükretmeye, Allah'ın mubah kıldığı temiz nimetlerden yemeğe ve haram kıldığı pis şeylerden de kaçınmaya çağırdı. [484]

Kelimelerin İzahı

Hutuvât, hutva kelimesinin çoğuludur. Hutva aslında yürürken iki ayak arasındaki bir adımlık mesafeye denir. İzlerin takibinde mecaz olarak kullanılır.
insanı üzen kötü şey demektir. Söz fiil ve itikad olacak işlenen günaha denilir. Çünkü günah, işleyeni ya hemen veya âhirette üzecektir. Fahşâ, büyük ve çirkin günah demektir. Fahşâ günahların en büyüğüdür.
Luiil : Bulduk demektir. "Kapının önünde O'nun efendisini buldular.."[485] ve "Çünkü onlar atalarım dalâlette buldular.[486]
Haykınp çağırıyor demektir. Çoban davara bağırıp onu sevk ve idare ettiğinde denir. Şâir Ahtal bu kelimeyi şöyle kul­lanmıştır:
Ey Cerir! Sen koyunlarına seslen. Çünkü sen yalmz kaldığında nefsin sana sadece sapıklık temenni ettirir.
İhlal, sesi yükseltmek demektir. İhrama giren kimse telbiye ya­parak sesini yükselttiğinde denir. Doğduğu zaman çocuğun ağlamasına da denir. Müşrikler, hayvan kestiklerinde yüksek sesle Lât ve Uzza'nm adım anarlardı. Buna da ihlal denirdi.
Mecbur kaldı, yani zaruret onu haramlardan yemeye zorladı de­mektir.
Bağı, bağy kökünden; adi ise udvan kökünden gelmekte
olup her ikisi de zulüm ve haddi tecavüz etmek manasınadır.
"Onları temizlemez" temizlemek mânâsına gelen tezkiye mastarındandır. Allah onları temize çıkarmaz demektir.
Şikâk, ihtilâf ve düşmanlık demektir. [487]

Âyetlerin Tefsiri

168. Bu hitap bütün insanlığa şâmildir. Yani Ey İnsanlar! Allah'ın, sizin için helâl kıldığı bizatihi temiz, akla ve bedene zarar vermeyen nzıklardan yeyiniz. Şeytanın süsleyip size güzel gösterdiği fuhuş ve günahlardan onun izlerine uyup ardından gitmeyiniz. Çünkü o sizin için büyük bir düşmandır. Onun düşmanlığı akıllı kimselere kapalı kalmayacak kadar açıktır. [488]
169. Şeytan size hayırlı bir şeyi emretmez. O size ancak günahları, kötü şeyleri son derecede çirkin ve rezil şeyleri em­reder, Ve Allah hakkında bilmediklerinizi söyle­menizi emreder. Yani Allah'ın size helâl kıldıklarını haram, haram kıldıklarını da helâl sayarak kendiliğinizden helâl ve haram kılıcı hükümler koy­mak suretiyle Allah'a iftira etmenizi emreder. [489]
170. Müşriklere Allah'ın peygambere indirdi­ği vahye ve Kur'an'a tabi olun, cehalet ve sapıklığı bırakın denildiğinde on­lar: Bilakis biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" derler.
Yüce Allah onlara cevaben buyurur ki: babalan beyinsiz ve aptal iseler, onları kötülükten koruyacak akılları ve onların yolunu aydınlatacak basiretleri yoksa yinede onlara mı uyacak­lar? Buradaki soru inkâr, kınama ve onların körü körüne babalarını taklid etme durumlarına karşı hayret ifade eder.
Sonra Yüce Allah kafirler için son derecede açık ve vazıh misal ge­tirerek şöyle buyurur: [490]
171. Kur'an'dan ve onun parlak delillerinden faydalanamayan kâfirlerin ve onları hidayete ça­ğıran kimsenin durumu, davara bağırıp onu sevk eden çobanın durumuna ve çobanın söz ve maksadından bir şey anlamaksızın sadece onun ses ve çağrısını işiten davarın durumuna benzer.
İşte bu kâfirler, mer'âdaki hayvan sürüleri gibidir ki senin, kendilerini çağırdığın şeyi anlayıp idrâk etmezler. Kur'an'ı işitirler fakat ona karşı ku­laklarını tıkarlar. "Gerçekten onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar daha da yoldan sapmışlardır.[491] Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurur: Onlar sağırdırlar hakkı dinlemezler, dilsizdirler hakkı söyle­mezler, kördürler onu göremezler. Kendilerine söyleneni anlamazlar. Çün­kü onlar sapıklıkta hayvanlar gibidirler, akılları ermez. Bu misalin creti -Allah daha iyi bilir şöyledir: Kâfir olanların hali, mânâsını anlamaksı­zın , çobanın sözünü işiten hayvanların haline benzer. İbn Abbas'm sözünün Özeti budur. [492]
172. Yüce Allah bu âyette mü'minlere hitap etti. Çünkü Rabbani tevcihlerden faydalananlar onlardır. Mânâ şöyledir: Ey Mü'minler! Allah'ın size rızık olarak verdiği helâl, te­miz ve lezzetli olan şeylerden yiyiniz. Eğer siz sadece Allah'a ibadet ediyor, ondan başkasına, tapmıyorsanız size verdiği sayılamayacak kadar nimetlerine karşı Allah'a şükrediniz. [493]
173. Allah size ancak ölü (leş), kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlar gibi domuz pis şeyleri haram kıldı. "Burada Allah'tan başkası, adına kesilenden maksat Alladın adı değil Lât ve Uzza gibi putların adı zikredilerek kesilen hay­vanlardır."
Kim haram olan şeylerden yemeğe mec­ k şartıyla bir Kim haram olan bur kalırsa, fesada gitmemek ve ihtiyaç miktarını aşmamak şartıyla bir miktar yemesinde bir günah yoktur. Şüphe yok ki Allah çok­ça bağışlayan, merhamet edendir. O günahları bağışlar kullarına merhamet eder, haram olan şeyleri zaruret anında mubah kılması, onun rahmetindendir. [494]
174. Allah'ın indirdiği kitapta yani Tevratta Peygamber (s.a.v.)'in zikredilen vasıflarını gizleyip onu dünya malından az bir karşılıkla değiştiren Yahudiler var ya işte onlar, başka birşey değil, kıyamet gününde karınlarında alevlenecek ateş yerler. Çünkü bu haram malı yemek onları ötürecektir Kıyamet gününde Allah ateşe götürecektir. mü'minlerle konuştuğu gibi onlarla hoşnut bir şekilde konuşmayacak, bila­kis kızgın bir şekilde konuşacaktır. Nitekim âyet-i kerimede "Orada alçaldıkça alçalm! Benimle konuşmayın artık[495] buyurulmuştur. Allah onları günah kirinden de temizlemez. Onlar için elem verici bir azap vardır. O da cehennem azabıdır.
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, Yahudilerin ileri gelenleri Pey­gamber (s.a.v.)'in evsafını gizledikleri zaman bu âyet onlar hakkında nazil olmuştur. [496]
175. İşte onlar hidayeti dalâletle, imanı küfürle, mağfireti azapla ve cenneti cehennemle değiştirenlerdir. Cehennem ateşine karşı ne kadar da sabırlılar! Bu âyet kâfirlerin çeşitli günahlar işlemeye gösterdikleri cürete karşı mü'minleri hayrete düşürür. Sonra Yüce Allah bu ibret verici azabın sebebim şöyle açıklar: [497]
176. Bu elem verici azabın sebebi şudur: Yüce Allah hakkı açıklamak üzere kitabı Tevrat'ı indirdi de Yahudiler hakki gizlediler ve Tevrat'taki âyetleri tahrif ettiler. Kitabın yorumu ve tahrifinde ihtilafa düşenler elbette haktan ve doğrudan uzak şiddetli azabı gerektiren derin bir anlaşmazlığa.düşmüşlerdir. [498]

Nuzûl Sebebi

İbn. Abbas'dan rivayet edildiğine göre bu âyetler Kâ'b b.Eşref, Malik b. Sayf ve Huvey b. Ahtap gibi Yahudi ileri gelenleri hakkında inmiştir. "Bunlar kendilerine tabi olanlardan hediyeler alarak menfaat sağlıyorlardı Rasulullah (s.a.v.) gönderilince bu menfaatlerinin kesilmesinden korktula ve Hz. Muhammed (s.a.v.) ve şeriatıyla ilgili emirleri gizlediler; Bunun üzerine.... âyeti indi.[499]

Edebi Sanatlar

1. "Şeytanın izleri" terkibi şeytana uyma ve onun izle­rine tabi olmaktan istiaredir. Telhîsu'l-beyân yazarı şöyle der: Bu ifade şeytanın emirlerine itaatten ve birşey yapmaya davet ettiği sözünü kabul etmekten sakındırma konusunda en beliğ ifadedir.[500]
2. Özel bir ifadenin genel olana atfı kabilindendir. Çün­kü kötülük mânâsına olan kelimesi bütün günahları kapsar. Fahşâ ise günahların en çirkinidir.
3. "İnkâr edenlerin durumu" bu cümlede mürsel ve mücmel teşbih vardır. Edat zikredildiği için mürsel, benzetme yönü hafze-dildiği içinde mücmeldir. Kâfirler, çağıranın sesini işitip sözün mânâsını ve maksadını anlamayan hayvanlara benzetilmiştir.
4. "Sağırlar, dilsizler, körler." Burada, teşbih (benzetme) edatı veya benzetme yönü gizlendiği için, teşbih-i beliğ vardır. Yani onlar hakkı işitmede sağırlar gibi Kur'anm nurundan faydalanmada da körler ve dilsizler gibidirler.
5. "Karınlarında sadece ateş yerler" bu cümle ileride olacağı nazar-ı itibara alınarak mecazi mürsel olur. Yani onlar an­cak kendilerini cehenneme götürecek haram mal yerler demektir.
terkibi ise onların hallerinin çirkinliğini ve adîliğini ifade eder ve onları cehennemin kızgın taşlarım yiyen kimseler olarak vasıflandırır. Bu da en korkunç bir işitme ve en şiddetli elem veren şeydir
6. Bu istiaredir. Maksat "iman'ı küfürle değiştirdiler" demektir. Bu istiarenin izahı sûrenin baş taraflarında geçmiş­tir. [501]

Faydalı Bilgiler

1. İbn-Abbas şöyle der: Peygamber (s.a.v) yanında âyeti okundu. Sa'd b.Ebi Vakkas: "Ya Rasulullah! Allah'a dua et de beni, duası kabul olanlardan eylesin" dedi. Rasulullah buyurdu ki Ey Sa'd! Güzel şeyler ye ki, duası kabul olanlardan olasın. Muhammed'in canı kudret elinde olan Allah'a and olsun ki karnına haram lokma sokan kişinin kırk gün duası kabul olunmaz. Her kim ki, haram ve faizle beslen­mişse ona ateş daha lâyıktır.[502]
2. Selefden bazıları şöyle der: Allah'a karşı işlenen her günah ve masiyetlerle ilgili adanan her adak şeytanın izlerine uymaktır. Şa'bî şöyle der: Bir adam oğlunu kurban kesmeyi adadı, Mesrûk ona bir koç kesmesi için fetva verdi ve böyle bir adak, şeytanın izlerindendir, dedi.[503]
3. İbnu'l-Kayyim E'lâmu'l-Muvakkiîn adlı kitabında "Kâfirlerin hali bağırıp çağırma dışında birşey duymadan haykıran kimsenin hâline benzer" mealindeki âyetini şöyle açıklar: Bu teşbihi teşbih-i mürekkep de yapabili­riz, teşbih-i mufarrak da. Eğer teşbih-i mürekkep kabul edersek, anlamama­ları ve faydalanmamaları hususunda kâfirleri koyun sürüsüne benzetmiş ol-uruzki çoban onlara bağırır çağırır fakat onlar çobanın sözlerinden, sadece haykırıp çağırmaktan ibaret olan mücerred bir ses olarak işitir. Ondan birşey anlamazlar. Eğer bu teşbihi teşbih-i mufarrak kabul edersek, bu tak­dirde kâfirler, hayvanlar yerinde kabul edilir. Onları hidayete ve doğru yola çağıran kimse de bağırıp çağıran çobana, hidayete çağrılmaları ise mânâsı anlaşılmayan haykırma ve çağrıya benzetilir. Onların mücerred haykırma ve çağırmayı anlamaları ise hayvanların sadece çobanın sesini işitmeleri gibidir. Allah daha iyisini bilir. [504]
177. İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin iyiliğidir ki, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygam­berlere inanır. Yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan har­car, namaz kılar, zekat verir. Andlaşnıa yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş za­manlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!
178. Ev iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi tarafından bir miktar bağışlanırsa, artık sonunda iyiye yönelmesi, öldürülenin velisine güzellikle ödemesi gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bun­dan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.
179. Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat , vardır. Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız.
180. Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır mal bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur.
181. Her kim bunu işittikten ve kabullendikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı onu değiştirenlere­dir. Şüphesiz Allah işitir ve bilir.
182. Her kim, vasiyet edenin haksızlığa yahut günaha meyletmesinden endişe eder de (alâkalıların) aralarını bulursa kendisine günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, hem de merhemet edendir.

Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Buradan itibaren bu mübarek sûrenin yaklaşık olarak İkinci yansı başlamaktadır, Sûrenin geçen yansı dinin esasları ve İsrailoğullarmm çirkinlikleriyle ilgiliydi. Bu yarısı ise genellikle dinî-hukukî hükümlerle İl­gilidir. Bu âyetlerin öncekilerle ilgisi şöyledir: Yüce Allah geçen âyetlerde Ehl-i kitabın dinleri hususunda büyük bir ihtilafa düştüklerini bu yüzdende asla anlaşamadıklarını açıkladı. Bu anlaşmazlıklardan biri de kıble meselesidir. Çünkü Ehli kitap bu konuya çok eğildi ve müslüman-iarın Kâ'be'ye yönelerek namaz kılmalarını kabul etmediler. Yahudi ve Hristiyan gruplardan herbiri hidayetin kendi kıblelerine yönelmekte olduğunu iddia ediyorlardı. Yüce Allah bu âyetlerde bunların iddiaların reddederek gerçek ibadetin ve iyi amelin insanın doğuya veya batiye yönelmesinde değil, sadık ve derin bir imanla Allah'a itaat ve onun emirle rine sarılmakta olduğunu açıkladı. [505]

Kelimelerin İzahı

Bir, iyilik mânâsına olup bütün itaat ve hayırlı amelleri kapsa yan bir isimdir.
Aslında boyun mânâsına olan Rakabe kelimesinin çoğuludur. Ayn (göz) kelimesi casus yerinde kullanıldığı gibi bu kelimede beden ye­rinde kullanılır. Âyetteki maksat, esirler ve köleler demektir.
Be'sâ fakirlik demektir.
Darra', hastalık ve ağrı manasınadır.
Be's lügatte şiddet mânâsına olup burada savaş manasınadır.
Farz kılındı manasınadır.
Kısas, izi takip etme mânâsına gelen kas kelimesinden türemiştir. Buradaki mânâsı öldürme veya yaralamalarda misliyle ceza­landırmaktır. " Annesi Musa'nın ablasına onun izini takip et dedi[506] mea­lindeki âyette de izlemek mânâsında kullanılmaktadır,
Katıl kelimesinin çoğuludur. "Öldürülenler" demektir. Müzek -ker ve müennes için kullanılır. Öldürülmüş adam" denildiği gibi "öldürülmüş kadın" da denir.
Elbab, Lübb'ün çoğulu olup akıllar demektir. Hurma ağacının Özü ve halisi mânâsına olan den alınmıştır.
İsm, günah demektir.
Cenef, hata ederek haktan ayrılmak demektir. [507]

Nüzul Sebebi

Katade'den şöyle rivayet edilmiştir: Câhiliye devri insanlarında zu­lüm ve şeytana itaat hüküm sürüyordu. Onlardan, güçlü olan bir kabilenin kölesini başka bir kabilenin kölesi öldürdüğünde, "buna karşılık kesinlikle hür bir adamdan başkasını öldürmeyi kabul etmeyiz" derlerdi. Diğer kabile­lerden bir kadın bunlardan bir kadını Öldürdüğünde de "bunun yerine bir er­kekten başkasını öldürmeyi kabul etmeyiz" derlerdi. Yüce Allah, bu hak­sızlığı ortadan kaldırmak için "Hüre hür, köleye köle, kadına kadın öldürü­lür" mealindeki âyeti indirdi.[508]

Âyetlerin Tefsiri

177. Hayırlı iş ve amel-i salih, sadece insanın namaz kılarken doğuya vaye batıya yönelmesinde değildir. Lâkin gerçek hayır Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere inananların imanıdır, ve kişinin sevdiği malından yakın­larına vermesidir. Çünkü onlar yardıma daha layıktır. Yine babalarını yitirmiş yetimlere, malı olmayan yoksullara, malından mülkünden uzakta kalmış ihtiyaç içindeki yolculara ihtiyaçlarını gidermek için yardım isteyen dilencilere yardım etmesi, fidyelerini vererek köle ve esirleri hürriyetine kavuşturması dır. Yine iyilik kişinin, İslamın en mühim esaslarından olan namazı dosdoğru kılması ve zekatı vermesidir. Söz verdiklerinde sözlerini yerine getirip vaadlerin-den dönmeyenlerin davranışı ile, fakirlik, hastalık ve savaş zamanlarında şiddet ve sıkıntılara ve Allah yolunda savaşa katlananların sabrıdır. Bunlar övgüye lâyık kimselerdir. İşte bu vasıfları taşıyanlar gerçekten iman edenler ve takvada kemâle erenlerdir. Bu âyette iyiler Övülmekte, ulaşacakları huzur ve güzel hayırlara işaret edilmektedir. [509]
178. Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Yani zulüm ve düşmanlık etmeksizin eşit bir şekilde muamele ederek maktulün katiline kısas uygulamanız farz kılındı. Ancak kısası sadece suçluya uygu­layınız. Hür bir erkek, hür bir erkeği öldürürse Öldürülene karşılık siz de ka­tili öldürün. Köle köleyi Öldürürse siz de katil köleyi öldürün. Kadınlar için de durum aynıdır. Bir kadın başka bir kadını öldürürse sizde ona kısas uygu­layın. Kısası misliyle uygulayınız. Suçludan başkasını öldürerek haddi aşmayınız. Zira suçludan başkasını cezalandırmak kısas değil bilakis zulüm ve haddi tecavüzdür, Kime öldürülen kardeşinin kanından birşey bağışlanırsa yani öldürü­lenin velisi diyet almaya razı olur da kısası düşürürse, diyeti, şiddet kullan­madan ve kan dökmeksizin iyilikle katilden istemelidir. Katilinde diyeti geciktirmeden ve eksiksiz olarak maktulün velisine ödemesi gerekir, Katilin affedilip te kısas yerine diyetin alınmasını meşru kılması sizin için Rabbinizden bir hafifletme ve bir rahmettir. Diye­tin meşru kılınmasında katil için kolaylık ve hafiflik, maktulün velileri için de fayda vardır. İslam, öldürme fiilinin cezasında adaletle rahmeti bir araya toplamıştır. Maktulün velileri istedikleri takdirde kısas onlara bir hak olarak verilmiştir. Bu adalettir. Kısastan vazgeçtiklerinde de diyet al­maları meşru kılınmıştır. Bu da rahmettir. Kim diyeti kabul ettikten sonra katile zulüm ederse âhirette onun için elim bir azap vardır. [510]
179. Ey akıl sahipleri! Meşru kıldığım kısasta sizin için hayat vardır. Hem de ne hayat! Çünkü bir kimse başkasını Öldürdüğünde kendisinin de Öldürüleceğini bilirse bu işten geri çekilir, Öldürmekten vazgeçer. Böylece hem kendi hayatını, hem de öldürmek iste­diği şahısın hayatını korumuş olur. İşte insanların kanları ve hayatları bu­nunla korunur, Umulur ki Allah'ın yasakladığı şeylerden sakımı ve günahlardan kaçınırsınız. [511]
180. Birinize ölüm geldiği vakit, bif hayır ve birçok mal bırakacaksa anaya, babaya ve yakınlara adaletli bir şekilde yani malın üçte birini aşmamak ve zengin akrabaları için vasiyet edipte fakirleri bırakmamak üzere vasiyet etmesi onun üzerine farz kılındı Bu vasiyet Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur. Miras âyeti inmeden önce bu hüküm farz idi. Sonra miras âyeti ile kaldırıldı. [512]
181. Vâsî veya şahitten her kim işitip öğrendikten sonra bu vasiyeti değiştirirse bunun günahı değişti­renleredir. Çünkü onlar hıyanet etmiş ve dinin hükmüne aykırı davran­mışlardır. Şüphesiz Allah her şeyi işitir ve bilir. Bu âyette vasiyeti değiştirenleri şiddetli bir tehdit vardır. [513]
182. Her kim de vasiyet edenin hata ederek veya kasten günah işleyerek haktan ayrıldığını anlarsa veya öyle sanar da vasiyet edenle vasiyet edilen kişinin arasını bulursa bu değiştirmeden dolayı ona bir günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. Islah ve düzeltmek maksadıyla arabuluculuk eden kimseler için Allah'ın rahmet ve mağfireti geniştir. [514]

Edebî Sanatlar

1. Cümlesinde mübalâğa yoluyla iyilik, iman edenin kendisi sayılmıştır. Bu tür ifade edebiyatçıların sözlerinde bilinmektedir. Onlar şöyle der: Cömertlik Züheyr'dir. Yani cömertlik Ha-tim'in cömertliğidir. Şiir de Züheyr'in şiiridir, Sibeveyh de bu âyeti böyle a-çıklamıştır. Zira o kitabında şöyle deri Yüce Allah buyurdu. Ancak bunun takdiri şefcüfidedif[515] Bunun benzeri şöyledir. Cömertlik bir dirhem har­canan değildir. Fakat cömertlik binlerictır. fakat cömert binleri harcıyandff demek münasip değildir.
2. Burada hazifle vardır. Takdiri şeklinde­dir. Esirlerin fidyesini vermek manas Rıkab iafzmda mecazi mürsel vardır. Çünkü Rakaba (boyun) kelimesi kişinin kendisi kasdedilmiştir. Bu mecaz zikri cüz irade-i kiil bilindendir.
3. Aslında bu kelimesi, gibi merfu yani şeklinde okunması gereklidir. Ancak burada ihtisas üzere nasb okun­muştur. takdirindedir.. Özellikle savaşta sabredenleri zikrederim, manasınadır. Bu üslup edebiyatçılar arasında bilinir. Övmek veya yermek için bir takım sıfatlar zikredilir de i'râb bakımından farklılık gösterirlerse buna tefenmm (sanat çeşittemçsi) denir. B«na k,at' (kesme) denir. Çünkü alışılagelmiş şeyi değiştirmek o şeyin fazla önemli olduğunu ve onu dinlemeye teşvik edildiğini gösterir.
4. Bu cümlede haber fiil-i mâzî olarak gelmiştir. Bu, tahkik ifade etmek ve sadakatin onlardan vaki ve mevcut olduğunu ifade etmek içindir. İkinci haber ise şeklinde isim cümlesi olarak gelmiştir. Bu da takva sıfatının mü'minlerde sabit olduğunu zaman zaman meydana gelen bir olay değil rnü'minlerin karakter ve seciyeleri olduğunu göstermek ayrıca fasılaya riayet etmek içindir.
5. Burada muttakilerin zikri teşvik ve tahrik içindir.
6. kelimeleri ile kelimeleri arasında tıbak sanatı vardır. [516]

Faydalı Bilgiler

1. "Kime, öldürdüğü kardeşinin kanından bir şey bağışlanırsa" âyetinde, kardeşliğin zikredilmesi bağışlamaya sebep olan bir şefkat ifadesidir. Yüce Allah, din kardeşliğini ve insaniyeti hatırlatmak için, katili maktulün velisine kardeş kıldı ki, bunların birbirlerine karşı şefkatlerini tahrik etsin de, aralarında bağışlama, iyiliğe uyma ve güzellik­le eda etme meydana gelsin.
2. İsrail oğullarında kısas vardı, fakat diyet yoktu. Hıristiy anlarda ise diyet vardı, kısas yoktu. Yüce Allah, Muhammed (s.a.v.) ümmetine lûtufta bulunup onları kısas, diyet ve affetme hususunda serbest bıraktı. İşte bu, peygamberlerin efendisi Hz. Muhammed (s.a.v)'in getirdiği Şeriat-ı Garrâ'nın kolaylıklarındandır.
3. Edebiyatçılar, âyetinde, belagatın en yüksek de­recesinin bulunduğunda ittifak ederler. Bu manada Araplardan şöyle bir atasözü nakledilmiştir. "Öldürmeyi en iyi önleyen şey katili öldürmektir". Ancak bu hikmetli sözün Kur'an'da ifade ediliş şekli, edebî bakımdan diğerinden üstündür. Eğer sen Kur'an'm belagatının ve mertebes­inin yüksekliğinin, edebiyatçıların söylediği sözlerin mertebesinden daha üstün olduğunu anlamak istersen, her iki söze de bir bak. O zaman, hâlikin sözü ile mahlûkun sözü arasındaki farkı görmeni sağlayacak i'caz esintile­rini göreceksin: a) Kur'anî hikmete gelince o, ceza olarak misli misline Öldürmekten ibaret olan kısası hayat sebebi kılmış, Arap atasözü ise öldürmeyi hayat sebebi kılmıştır. Halbuki bazen zulmen öldürme olabilir. Bu takdirde öldürmek, yaşamaya değil yok olmaya sebep olur. Buna göre Arap atasözünü şöyle tashih edebiliriz: Zulm ile öldürmeyi en iyi önleyen şey, kısas ile Öldürmektir." b) Âyette lafzı tekrar yoktur. Atasözünde ise "kati" lafzı tekrar edilmiştir. Bu tekrar Arap ata­sözüne ifade ağırlığı getirmiştir. Bu ağırlık âyette yoktur, c) İki söz arasındaki ince farklardan biri de şudur: Âyet, kısası hayat için sebep kıldığı halde, atasözü öldürmeyi, katli önlemeye sebep kılmıştır. Katli önlemek ise, her zaman hayat sebebi olamaz. Âlimler, Kur'an'm bu âyeti ile Arap atasözü arasında yirmi yönden fark saymışlardır. Süyutî bu farkları Itkân'ında anlatmıştır. Oraya bakarsan tatmin olacağın bilgiyi bulursun. [517]
183. Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip -geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılın­dı. Umulur ki korunursunuz.
184. Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa diğer günlerde kaza eder. Oruç tutmağa güçleri yetmeyen (ere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla be­raber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.
185. Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğru­nun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'm indirildiği aydır. Öyle ise sizden Ramazan ayını idrâk edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık Allah'ı ta'zim etmeniz, şükretmeniz içindir.
186. Kullarım sana, beni sorarlarsa ben çok yakı­nım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde benim davetime uysunlar ve bana i-nansınlar ki doğru yolu bulalar.
187. Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettik­lerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın. Mescidler-de ibadete çekilmiş olduğunuz zamanlarda kadınlara yaklaşmayın. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sa­kın bu sınırlara yaklaşmayın. İşte böylece Allah âyetle­rini insanlara açıklar. Umulur ki korunurlar.

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah geçen ayetlerde kısas ile ana, baba ve akrabalara yapılan vasiyet hükmünü anlattıktan sonra fett âyetlerde de, oruç hükümlerini geniş bir şekilde açıkladı. Zira bu rnü&Srek sûrenin bu bölümü, fıkhı hükümleri ele almaktadır. Oruç da İslaimn önemli esaslarından biri olduğu için Yüce Allah kullarım yüce makamlara ve takva sahibi iyi kimselerin yükseldiği mevkilere hazırlamak için bu âyetler de orucu anlattı. [518]

Kelimelerin İzahı

Siyam, lügatte, bir şeyden kendini tutmaktır. Ebu Ubeyde der ki; Yemekten, konuşmaktan veya yürümekten kendini tutan herkes sâimdir. Şâir bu kelimeyi şöyle kullanmıştır.
Bir grup atlar, serbest, toz duman içinde hareket halindedir. Diğer grupta ise tutulup bağlanmış, gemleri gevelemektedirler. Istılahta siyam kelimesi, kişinin niyetle birlikte gündüzün yemekten, içmekten ve cinsî münasebetten kendini tutmasidır.
Güçlük ve meşakkatle oruç tutuyorlar demektir. Rağıb şöyle der: "Takat, insanın güçlükle yapabildiği şeyin miktarıdır. Bir şeyi kuşatan halkaya benzetilmiştir.[519]
Fidye, insanın kendini kurtarmak İçin verdiği mal ve benzeri şeylerdir.
Şehr, açığa çıkma mânâsında olan iştihar mastarından olup Türkçedeki karşılığı "ay" dır.
Ramazan, şiddetli sıcaklık manasına olan "Ramd" kökündendir. Güneşin ısısının şiddetine Ramda denilir. Ramazan, günahları yaktığı için bu ismi almıştır.
Refes, cima "ve sebepleri demektir. Bu kelime aslında çirkin söz manasınadır. Daha sonra çımadan kinaye olarak kullanılmıştır. Şâir de bu kelimeyi çirkin söz mânâsına kullanmıştır.
O kadınlar aşk sözleri duyduklarında zinâkar görülürler. Erkeklerin çirkin sözlerinden ise nefret duyarlar.
"Hıyanet ediyorsunuz" demektir. Lisânu'1-Arap yazarı bu ke limeyi şöyle açıklar: Bu kelime* sulâsiden hâne, iftiâl babından ihtâne vez­ninde kullanılır. Mimli mastar olan mehanet mastarıda da hıyanet kökündendir. Hıyanet ise emanetin zıddıdır. Birisine kılıcın ne olduğu so­ruldu da o, "Sana hıyütiet utşe de kardeşindir" diye cevap verdi.
Lügatte i'tikaf, bir yerde durmak ve ayrılmamak demektir. Istılahta ise, ibadet maksadıyle mescitte durmak manasınadır.
Hadd lügatte, men etmek demektir. Bu kelime aslında, birbi­rine karşı olan iki şey arasındaki engel manasınadır. Hak ile bâtılı birbirin­den ayırdığı için hükümlere "hudûd" ismi verilmiştir. [520]

Nuzûl Sebebi

Rivayet edildiğine göre bedevi Araplardan bir grup Rasulallah1 (s.a.v)'a dediler ki: Ya Muhammed! Rabbimiz bize yakınsa O'na alçak sesle, yok eğer uzaksa yüksek sesle dua edelim". Bunun üzerine âyeti nazil oldu. [521]

Âyetlerin Tefsiri

183. Ey iman edenler! Ramazan orucu sizden önceki milletlere farz kılındığı gibi sizin üzerinize de farz kılındı ki, Allah'ın emirlerini uygula­yanlar, yasaklarından da sakınanlardan olasınız. Yüce Allah bu âyette mü'minlerin itaat duygularını harekete geçirmek ve onlardaki iman ateşini tutuşturmak için "Ey mü'minler! " diye hitap etti.[522]
184. Oruç günleri az ve sayılı günlerdir. Yükünüzü hafif­letmek ve size merhamet etmek için, devamlı oruç tutmak size farz kılınmadı. Sizden kimin bir has­talığı olur veya yolcu olur da orucunu bozarsa, Ramazanın dışındaki günlerde oruç tutamadığı günlerin sayısınca kaza etmesi gerekir,
İhtiyarlık veya zayıflıktan dolayı orucunu güçlükle tutabilenler oruçlarını bozarlarsa, her gün için, bir fakir doyumu kadar fid­ye vermesi gerekir. Kim fidye hakkında zikredilen miktardan fazla olarak birşey verirse, bu kendisi için daha hayırlıdır, Eğer bilirseniz, orucu bozup fidye vermektense onu tutmak sizin için daha hayırlı olur. Oruçtaki ecir ve fazileti bilseniz böyle yaparsınız. [523]
185. Yüce Allah daha sonra orucun vaktini açıklayarak şöyle buyurur: Ey müminler! Orucu, size farz kıldığım o sayılı günler Ramazan ayından ibarettir. İnsan­lar için bir hidayet vesilesi olan Kur'an, bu ayda inmeye başlamıştır. Onda hak ile batılı birbirinden ayıran açık âyetler vardır. O insanları irşâd eder, karşı çıkanları da aciz bırakır. Sizden kim bu aya ulaşırsa, oruç tutsun. Her kim hasta olur veya sefere çıkar da orucunu bozarsa, tutamadığı günler sayısınca baş­ka günlerde oruç tutması gerekir. "Sizden kim o aya ulaşırsa oruç tutsun" ifadesi umumî olması sebebiyle hasta ve yolcularla ilgili önceki hükmü neshettiği zannını vermemesi için âyetin bu bölümü tekrar edilmiştir. A1lan bu ruhsatı verme­kle size kolaylık murat eder, güçlük murat etmez. Allah, tutamadığınızı, kaza ederek Ramazan günlerinin sayısını ta­mamlamanızı size dinin alâmetleri olan doğru yolu gösterdiği için O'na ta­zim etmenizi, O'nun lütuf ve ihsanına karşı şükretmenizi is­ter.
Daha sonra Yüce Allah, kullarına, dualarına icabet edecek ve ihtiyaç sahibi olanların ihtiyacını karşılayacak kadar yakın olduğunu açıklayarak şöyle buyurur: [524]
186. Kullanm sana beni sorarlarsa, ben yakınım, onlarla beraberim, dualarını işitir, yakarmalarım görür ve halleri­ni bilirim. "Biz ona şah damarından daha yakınız.[525]
Bana iman ve kalb huzuru ile dua edenin duasını kabul ederim. O halde kullarım da benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki, doğru yolu bulsunlar. Yani madem ki, ben sizin Rabbini-zim ve size muhtaç değilim, buna rağmen duanızı kabul ediyorum. Öyleyse siz de bana iman edip itaat ederek davetime icabet ediniz ve imanda sebat ediniz ki, doğru yolu bulan bahtiyar kimselerden olasınız. Yüce Allah, ken­disinin yakınlığını ve duayı kabul edeceğini bildiren âyetleri zikrettikten sonra, orucun hükümlerini tamamlayan âyetleri açıklamaya başlar:[526]
187. Ey oruçlular! Oruç gecelerinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. İbn Abbas (r.a) bu âyeti: "Onlar sizin için bir sükûnet, sizde onlar için bir sükûnet sebebisi­niz" şeklinde tefsir etmiştir. Allah sizin oruç gecelerinde kadınlarınızla cima sebebiyle kendinize hiyanet ettiğinizi bil­di. İslamın başlangıcında oruç gecelerinde de cima etmek haramdı. Bu hüküm sonra neshedildi. Buharî, Berâ (r.a)'nın şöyle dediğini rivayet eder: Ramazan orucu farz kılındığında mü'minler, bütün Ramazan boyu hanım -larına yaklaşmıyorlardı. Fakat bazı erkekler kendilerine hıyanet ederek emre riayet etmiyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah "Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi de" ayetini indirdi, Allah tevbenizi kabul etti, hüküm kaldırılmadan önce yaptıklarınızı da affetti. Şimdi onlara yak­laşıp oruç gecelerinde onlarla cima edin ve bu cimâdan çocuk talep edin, sırf şehevî tatmine ulaşmak için onlara yaklaşmayınız. Sabahın beyaz ipliği siyah ipliğinden ayırt edilinceye kadar, yani tanyeri ağarmcaya kadar yeyin, için.
Sonra, geceye kadar orucu tamamlayın. Yani güneş batıncaya kadar yeme, içme ve çımadan kendinizi tutun. Siz mescitlerde itikafta olduğunuz müddetçe, gece veya gündüz onlara yaklaşmayın. İşte bunlar Allah'ın emirleri, ya­sakları ve sizin için koymuş olduğu hükümleridir. Onlara muhalefet etmey­iniz. İlte böylece Allah âyetlerini insanlara açıklar ki, haramlardan sakınsınlar. [527]

Edebî Sanatlar

1. Buradaki benzetme mahiyet bakımından değil farz oluş bakımındandır. Yani oruç sizden önceki ümmetlere de size de farz kılındı demektir. Bu teşbihe "mürsel-mücmel" teşbih denir.
2. âyetinde hazif yoluyla icaz vardır.
Takdiri şöyledir:
Yani kim hasta olur veya sefere çıkar da orucunu bozarsa, tutmadığı günlerin sayısı kadar kaza etmesi gerekir.
3. Celâleyn Tefsir'inin yazan, burada "11" nın hazfedildiğini kabul eder ve şeklinde takdir eder. Halbuki burada "mâh-zuf bir U nın varlığını kabul edecek bir zaruret yoktur. Çünkü âyetin mânâsı, son derece güçlük içerisinde oruç tutabilenler demektir, Bunlar da ihtiyar­lar gebe ve emzikli kadınlar ve benzeri kimselerdir ki, bunlar ancak çok fazla güçlükle oruç tutabilirler. Takat ise, bir şeyi güçlük ve meşakkat- le yapmaya kadir olan kimsenin gücü için verilen bir isimdir.
4. Bu âyette edebî sanatlardan "Tıbâk-i Selb" vardır.
5. Refes, cinsî temastan kinayedir. "Ulaşmak" mânâsı taşıdığı için harf-i çeri ile geçişli kılınmıştır. Güzel kinayelerdendir. "Eşini sarıp örtünce..[528] "Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın[529] ve "Şimdi onlara yaklaşın[530] meallerindeki âyetlerde de bu güzel kinayeler vardır. İbn Abbas (r.a): Yüce Allah kerim­dir, halimdir, kinaye yapan[531] buyurmuştur.
6. Burada güzel bir istiare vardır. Çünkü eşlerden her biri diğerine sarılıp kucakladığı için, giyineni örten elbiseye benzetilmiştir. Telhisu'l-beyân yazarı şöyle der: "Bundan maksat, eşlerin birbirlerine yaklaşmaları; elbiselerin, bedenleri örttüğü gibi birbirlerini örtmeleridir. Libas kelimesi istiaredir.[532]
7. Şerif Râdî bu âyeti şöyle açıklar: Bu, güzel bir istiaredir. Maksat, sahanın beyazlığı ve gecenin karanlığıdır. Bu­rada iplikler mecaz olarak kullanılmıştır. Sabahın beyazlığı, tan yeri ilk ağardığında hafif bir aydınlık şeklinde olur. Gecenin karanlığı ise yok olup gitme durumunda oldukları ve her ikisi de zayıf oldukları için ipliklere ben­zetilmişlerdir. Ancak beyazlık gittikçe artar, karanlık ise gittikçe azalır. Zemahşerî bunun teşbih-i beliğ olduğu görüşündedir. [533]

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder