MUHAMMED SURESİ
. 9
MUHAMMED SURESİ
Medine'de inmiştir. 38
âyettir.
Takdim
Muhammed sûresi Medine'de inen
sûrelerdendir. Medine'de inen diğer sûreler gibi ahkâm yönüne ağırlık verir.
Sûre savaş, esirler, ganimetler ve münafıkların durumları ile ilgili hususları
kapsar. Fakat sûrenin ana konusu, "Allah yolunda cihâd"dır.
Bu mübarek sûre, Allah ve
peygamber düşmanı kâfirlere karşı açılan bir harbi ilan ederek enteresan bir
üslupla başlar: O, kâfirler insanları Allah'ın (c.c.) dininden alıkoymak için
İslama karşı savaşan, Peygamberi (s.a.v.) yalanlayan ve Muhammedi davetin önüne
duran kimselerden "İnkâr edenlerin ve Allah yolundan alıkoyanların işlerini
Allah boşa çıkarmıştır" buy urulm aktadır.
Sonra bu sûre, hiçbir güç ve
kuvvetleri kalmayacak şekilde yer yüzünü kâfirlerin pisliğinden temizlemek için,
mü'minlere onlarla savaşmayı emreden ve mücâhidlerin kılıçlarıyla kâfirlerin
ekin gibi biçilmesini ister. Çokça Öldürülüp yaralandıktan sonra da onların esir
edilmelerini ister: "(Savaşta) inkâr edenle karşı karşıya geldiğinizde
boyunlarını vurun. Neticede onları iyice vurup sindirince bağı sıkıca
bağlayın.."
Daha sonra bu sûre, izzet ve
zafere giden yolu açıklar ve Allah'ın, mü'min kullarına yardımı için gerekli
olan şartları koyar. Yardım, Allah'ın şeriatına sarılmak ve dinine yardım etmek
şartıyla gelir: "Ey iman edenler! eğer siz Allah'a yardım ederseniz, Allah da
size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam tutar."
Sûre, Mekke kâfirlerine, geçmiş
milletlerden azgın zorbaları misal getirir. Suçları ve taşkınlıkları yüzünden,
Allah'ın, onları nasıl yok ettiğini anlatır: "Onlar yeryüzünde gezip de
kendilerinden öncekilerinin sonunun nasıl olduğunu görmediler mi? Allah onları
yere batırmıştı. Kâfirlere de onların benzeri vardır."
Bu sûre, İslama ve müslümanlara
karşı korkunç bir tehlike sayılmalarından dolayı, münafıkların niteliklerini
genişçe anlatır. İnsanları onların hile ve pisliklerinden sakındırmak için,
kötülüklerini ve rezilliklerini ortaya çıkarır: Biz isteseydik onları sana
gösterirdik de sen onları simalarından tanırdın"
Bu mübarek sûre, mü'minleri, Allah
yolunda cihâd etmek, şer ve fesat kuvvetleri karşısında zaaf ve gevşekliğe
düşmemek suretiyle izzet ve zafer
yoluna girmeye davet ederek sona erer.
Hayatta kalmaya ve yaşamaya düşkünlükten dolayı, düşmanları sulha çağırmaktan
sakındırır. Çünkü dünya geçici ve fânidir. Allah katında olan, iyi kimseler için
daha hayırlıdır:" Sakın gevşemeyin. Üstün olduğunuz halde barışa davet etmeyin.
Allah sizinle beraberdir. O, amellerinizi asla eksiltmez. Doğrusu dünya hayatı
ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer iman eder ve sakınırsanız, Allah size
mükâfatınızı verir ve sizden mallarınızı istemez"
İşte böylece sûre, cihâda
davetle başladığı gibi, yine ona davetle sona erer ki, mü'minleri gayrete
getirip teşvik etsin ve en güzel bir şekilde sûrenin başı ile sonu uygun
düşsün. [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. İnkâr
edenlerin ve Allah yolundan alı koyanların işlerini Allah boşa
çıkarmıştır.
2. İman edip
yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilen
gerçeğe i-nananların günahlarını Aliah örtmüş ve hâllerini
düzeltmiştir.
3. Bunun
sebebi, inkâr edenlerin bâtıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka
uymuş olmalarıdır. İşte böylece Allah, insanlara kendilerinin misallerini
anlatır.
4. (Savaşta)
inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onlara iyice
vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona
erince
de artık ya karşılıksız veya fidye
karşılığı salıverin. Durum şu ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı.
Fakat sizi birbirinizle denemek ister. Allah yolunda öldürülenlere gelince,
Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz.
5. Allah onları
hidâyete iletecek ve durumlarını
düzeltecek.
6. Onları,
kendilerine tanıttığı cennete sokacak.
7. Ey iman
edenler! Eğer siz Allah (in dinin)e yardım ederseniz, Allah da size yardım
eder, ayaklarınızı
sağlam tutar.
8. İnkâr
edenlere gelince, onlar yok olsunlar. Allah, onların yaptıklarını boşa
çıkarmıştır.
9. Bunun
sebebi, Allah'ın indirdiğini beğenmemeleridir. Allah da onların amellerini boşa
çıkarmıştır.
10. Yeryüzünde
dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Allah
onları yok etmiştir. Kâfirlere de onların benzeri vardır.
11. Bu,
Allah'ın, inananların yardımcısı olmasından
dolayıdır. Kâfirlere gelince
onların yardımcıları
yoktur.
12. Muhakkak ki
Allah, inanıp iyi işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar,
inkâr edenler ise (dünyada) zevklerine göre yaşarlar, hayvanların yediği gibi
yerler. Onların yeri ateştir.
13. Biz, seni
yurdundan çıkaran şehirden daha kuvvetli nice şehirleri yok ettik, fakat onlara
bir yardım eden çıkmadı.
14.Rabbinden
apaçık bir delil üzerinde bulunan kimse, kötü işi kendisine süslendirilen ve
heveslerine uyan kimse gibi olur mu?
15. Müttakîlere
va'dolunan cennetin durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı
değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme
baldan ırmaklar vardır. Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır. Rablerinden de
bağışlama vardır. Hiç bu, ateşte ebedî kalan ve bağırsaklarını parça parça
edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu
gibi olur mu?
16. Onların
arasında, seni dinleyenler vardır. Fakat senin yanından çıkınca kendilerine
bilgi verilmiş olanlara "Az önce ne demişti"
diye sorarlar. Bunlar,
Allah'ın,
kalblerini mühürlediğİ hevâ ve
heveslerine uyan kimselerdir.
17. Doğru yolu
bulanlara gelince, Allah onların hidâyetlerini artırır ve sakınmalarını
sağlar.
18. Onlar,
kıyamet gününün ansızın gelip çatmasını mı bekliyorlar? Şüphesiz onun
alâmetleri belirmiştir. Kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye
yarar?
19. Bil ki,
Allah'tan başka ilâh yoktur. Hem kendinin hem de mü'min erkeklerin ve mü'min
kadınların günahının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de,
duracağınız yeri de bilir.
Kelimelerin İzahı
Giderdi, yok etti.
Onlardan çokça öldürüp, yaralayıp
esir ettiniz. Misbâh yazarı şöyle der: Bir kimse düşman üzerine gidip
de
onlardan çokça adam öldürdüğünde,
denir. Maştan dır. Yara, bir kimseyi gevşetip zayıf düşürdüğünde denir.[2]
Vesâk, bukağı ve bağlama
ipi.
Menn, fidye almaksızın esiri
salıvermek demektir.
Evzârahâ, "âletlerini ve
ağırlıklarını" manasınadır. Yani, silahlar ve diğer harp levâzımatı. Harp bitip
sona erdiğinde denir. Evzâr, aslında, silah ve at türü ağırlıklar demektir. Şair
şöyle der:
Savaş için, ağırlıklarını
hazırladım. Uzun mızraklar ve erkek atları...[3]
Ta'sen, bedbahtlık ve helak
demektir.
Âsin; değişen, kokan.
Hamım, sıcak, ısısı şiddetli
manasınadır.
Ânifen, şimdi, az önce. Bir kimse
bir işe yeni başladığında denir. Ânîfen, Arapların bu sözünden alınmıştır.
Erşât, "emareler, belirtiler" demektir. [4]
Âyetlerin Tefsiri
1. Bu Yüce
Allah tarafından, kendisinin ve dininin düşmanlarına karşı bir savaş ilanıdır.
Yani, Allah'ın âyetlerini inkâr edip İslamdan yüz çevirenler ve insanların
İslama girmelerine engel olanlar var ya,
Allah onların amellerini boşa çıkarmış ve onları yok saymış ve sevapsız
saymıştır. Zira bu ameller Allah için olmamış, bu nedenle boşa çıkmıştır.
Amellerden maksat; yemek yedirmek, sıla-i rahim yapmak ve misafir ağırlamak gibi
iyi amellerdir. Zemahşerî şöyle der: Amelleri boşa çıkarmanın gerçek mânâsı,
onları hiç ve kayıp saymaktır. Onları kabul edecek ve onlara karşı mükâfat
verecek kimse yoktur. Onlar, koruyucusu ve ilgilenen kimsesi bulunmayan kayıp
deveye benzerler. Bundan maksat, kâfir olarak yaptıkları ve "güzel ahlâk" diye
isim verdikleri salih amelleridir Bunlar, sıla-i rahim, esirleri serbest
bırakma, misafirleri ağırlama ve komşu haklarını korumadır.[5]
2. Samimi bir
iman ile iman edip sâlih amel işleyenler Allah'ın, peygamberi Muhammed (a.s.)'e
indirdiğini, seksiz ve şüphesiz, kesin
olarak tasdik edenler... Âyetin bu
bölümü, husûsî olanın umûmî olana atfıdır. Bundaki nükte, Hz. Muhammed (s.a)'e
indirilene iman etmeden yapılan bir imanın tamam olmayacağına işaret etmek için,
onun durumunu yüceltmek ve ona özen göstermektir.[6]
Onun içindir ki, Yüce Allah, şu sözüyle bunu vurgulamıştır: Onun, Allah kelamı
ve O'nun katından idirilmiş vahyi olduğu sabit ve kesindir. Bu, öncekini tekit
mahiyetinde bir ara cümlesidir. Böyle yapanların, Allah, geçmiş günah ve
hatalarını silip yok etmiştir. Din ve dünyaları hususunda hal ve durumlarını
iyileştirmiştir. Bundan sonra Yüce Allah, kâfirlerin sapıklık, mü'minlerin de
doğru yolu bulmalarının sebeblerini açıklamak üzere şöyle buyurdu: [7]
3. Kâfirlerin
amellerini boşa çıkartma, onların sapıklık yoluna girmeleri ve bâtılı hakka
tercih etmelerinden dolayıdır. İman edenlere gelince, onlar hidayet yoluna
girmişler ve Allah katından indirilmiş olan kitaba imana ve gerçeğe
sarılmışlardır. bu apaçık beyan gibi, Allah, mü'min ve kâfirlerden her iki
grubun durumunu apaçık bir şekilde izah etti ki, insanlar ibret ve öğüt
alsınlar... Yüce Allah kâfirlere karşı açılmış olan bu harbi ilan ettikten
sonra, mü'minlere, cihâd etmelerini emretmek üzere şöyle buyurdu: [8]
4. Savaşta
kâfirleri yakaladığınızda, onları kılıçlarla, ekin biçer gibi biçin. İbn Cüzeyy
şöyle der: şeklindedir. Daha sonra fiil hazfedilmiş ve mastar onun yerine
geçmiştir. "Onları öldürün" demektir. Öldürme işi daha çok boyun vurularak
yapıldığı için, Yüce Allah, "öldürün" yerine "boyunlarını vurun" tabirini
kullanmıştır.[9]
Neticede onları hezimete uğratıp çokça
öldürdüğünüz ve yaraladığınız ve onlarda size karşı koyacak güç kalmadığında
onları esir alınız ve öldürmeyiniz. Zemahşerî şöyle der: İbaresinde, "öldürme"
lafzında bulunmayan şiddet ve sertlik vardır. Çünkü bu, en kötü şekilde
öldürmeyi tasvir etmektedir. Ki o da, boynu kesip, başı bedenden uçurmaktır. Bu
sertlik, şu mealdeki âyette daha da fazladır: "Siz hemen boyunların üstüne
vurun. Onların bütün parmak uçlarına vurun"[10]
Onları çokça öldürün ve onlara sert
davranın, demektir. Onları esir alın,
manasınadır. Vesâk, ip ve benzeri bağlamaya yarayan şeylerin adıdır.[11]
Onları esir et sonra, şu ikisinden
birini yapmakta serbestsiniz. Ya onlara lütufta bulunur, karşılığında mal
almaksızın serbest bırakırsınız, ya da onlardan, canlarına karşılık fidye
alırsınız. Fakat bu, çokça öldürme ve yaralama suretiyle onların güçlerini
kırdıktan ve zayıf düşürdükten sonra olmalıdır. Nihayet savaş, âletlerini ve
ağırlıklarını bırakmak suretiyle sona erince ve müslümanlarla düşmanları
arasındaki harp bitince bunları yapın. Bu da ancak müslümanların üstün olması
ve müşriklerin ezilmesiyle olur. Onlar hakkındaki durum, bu anlatılandır. Ey
mü'minler! Allah dileseydi, sizi onlarla savaşmaya mükellef küm aks izin,
gücüyle onları yok eder ve onlardan intikam alırdı. İbn Kesîr şöyle der: Allah
dileseydi, katından bir azap ve ibret olacak bir ceza ile onlardan intikam
alırdı.[12]
Fakat o, imanınızı ve sebatınızı denemek
için, onlarla savaşmanızı emretti ki, samimi olarak iman edenin durumu
diğerinden ayrılsın. Nitekim Yüce Allah ntealen şöyle buyurmuştur: "Andolsun
ki, içinizden cihat edenlerle sabredenleri anlayıncaya kadar sizi imtihan
edeceğiz"[13]
Mü'minleri kâfirlerle, kâfirleri de mü'minlerle denemesi ve böylece mü'minlerden
öldürülenlerin cennete, kâfirlerden öldürülenlerin de cehenneme gitmesi için
böyle yaptı. Onun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurdu: Allah yolunda şehit
edilenler var ya! Allah onların amellerini kesinlikle boşa çıkarmaz. Aksine
onları çoğaltır, kat kat edip artırır. [14]
5. Salih ameli
işlemeye muvaffak kılmak ve onları, iyiler yurdu cennete giden yola iletmek
suretiyle, Allah, dünya ve ahirette kendilerine yarar sağlayacak şeyi, onlara
gösterecek ve durumlarını düzeltecektir. [15]
6. Onları,
kendilerine açıklamış olduğu nimetler yurdu cennete sokar. Allah cenneti onlara
o şekilde açıklamışır ki, herbir yerini bilir ve oraya gider. Mücâhid şöyle der:
Cennet ehli, sanki yaratıldıklarından beri oralarda oturuyorlarmış gibi,
şaşırmadan evlerine giderler.[16]
Hadiste şöyle buyrulmuştur: Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, onlardan
herbiri, cennetteki yerini dünyada bulunduğu evden daha iyi bulur.[17]
7. Ey iman
edenler! Siz Allah'ın dinine yardım ederseniz, o da düşmanlarınıza karşı size
yardım eder. Savaş yerlerinde sizi sabit kılar.
[18]
8. Allah'ı ve
âyetleri inkâr edenlere gelince, helak ve bedbahtlık onlara olsun. Bu; helak, ve
ziyana uğramaları ve yardımsız kalmaları için onlara yapılan bir bedduadır.
Allah onların amellerini boşa çıkartmıştır. Zira o ameller şeytana itaat
uğrunda yapılmıştır. [19]
9. Bu helak ve
amelleri boşa çıkarma, onların, Allah'ın indirdiği kitap ve şeriatlerden
hoşlanmamalarından dolayıdır. Zemahşerî şöyle der: Onlar Kur'andan ve Allah'ın
o Kur'an'da indirdiği hükümler ve sorumluluklardan hoşlanmadılar. Çünkü onlar
şehevî arzular ve zevk veren şeyler hususunda tembelliğe ve serbestliğe
alışmışlardı. Dolayısıyla bu onlara zor ve ağır geldi.[20]
Böylece Allah, onların amellerini boşa çıkarıp giderdi. Çünkü amellerin kabulü
için, iman şarttır. Halbuki şirk, ameli boşa çıkarıcıdır.[21]
Bundan sonra Yüce Allah, inkârın akibetinden korkutmak üzere şöyle buyurdu. [22]
10. Onlar
yeryüzünde dolaşmadılar mı ki, kendilerinden önce gelip geçmiş olan Ad, Semûd,
Lût kavmi ve diğer günahkâr azgın milletlerin başlarına gelenleri görsünler.
Onların akibetleri ne olmuş? başlarına nasıl azap inmiş anlasınlar. Çünkü
yurtlarının kalıntıları, onlardan haber vermektedir. Allah onları yok etmiş ve
onlara tahsis ettiği mal, evlat ve mülkün kökünü kazımıştır. Sahip oldukları mal
ve mülkler, bir enkaz yığını haline gelmiş, kendileri de bu enkazın altında kah
vermişlerdir. Kelâmı, onları helak etti" kelâmından daha beliğdir. Çünkü " Allah
onları malları, evleri ve çocuklarıyla birlikte helak etti. Helak onları tamamen
sardı. Helak olmayan hiçbirşey kalmadı" demektir. Bu korkunç âkibet ve yok
edici azabın benzerleri de Mekke kâfirlerini beklemektedir. [23]
11. Bu,
Allah'ın, inananların dostu ve yardımcısı olmasındandır Kâfirlere gelince,
onların ne bir yardımcısı vardır, ne de imdatlarına koşan.
Bundan sonra Yüce Allah, mü'min ve
kâfir gruplardan herbirinin âhirette varcakları yeri açıklamak üzere şöyle
buyurdu: [24]
12. Allah
inananları, içinde hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir
insanın aklına gelmeyen nimetlerin bulunduğu Naîm cennetlerine sokar. Dünyada
inkâr edenler ise, dünyanın hoş ve lezzetlerinden faydalanır, hayvanlar gibi
yerler. Karınlarından ve cinsel ilişkiden başka hiçbir şeyi düşünmezler. Onların
âhiret-teki yerleri ve yurtları cehennemdir. Zemahşerî şöyle der: Yani onlar, az
denecek kadar sayılı
birkaç gün dünya
nimetlerinden faydalanır ve âkibetlerini düşünmeden gaflet içinde
yiyip içerler. Onların bu durumu, kesilmek ve boğazlanmak üzere olduklarından
habersiz olarak o dünyanın mera ve ahırlarmdaki ot ve yemleri yiyen hayvanların
durumuna benzer. Âhirette onların yeri ve makamı ateştir.[25]
Bundan sonra Yüce Allah, Rasulü (s.a.v)'nü teselli etmek üzere şöyle
buyurdu: [26]
13. Seni
Mekke'den çıkaran Mekkelilerden daha kuvvetli olan nice azgın ve zalim belde
halkım[27]
çeşitli azaplarla yok ettik. Hiçkimse onlara yardım edemedi. Biz bunlara da aynı
şeyi yaparız. İbn Abbâs şöyle der: Rasulullah (s.a.v) Mekke'den çıkıp mağarada
gizlendikten sonra Medine'ye hicret etmek üzere yola çıkınca, Mekke'ye dönerek
şöyle dedi: "Şüphesiz sen, Allah'ın en sevdiği beldesin. Bana göre de en sevimli
beldesin. Eğer senin halkın beni senden
çıkarmasaydı asla senden
çıkmazdım." Bunun üzerine bu âyet indi.[28]
14. Dini
konusunda bir delil ve hüccet, bir sebat ve kesin inanç üzerine olan kimse,
çirkin ameli kendisine süslü gösterilen, böylece onu güzel gören ve sapıklığa
dalıp neticede heva ve hevesini ma'bûd edinen kimse gibi olur mu? Bu ona
benzemez. Heva ve heveslerine uyanlar, bölümü, o kelimesinin mânâsı göz önüne
alınarak çoğul kipiyle gelmiştir. Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah, kelâmıyla
Hz. Peygamber (a.s.)'i, sözü ile de EM Cehil'i ve Kureyş kâfirlerini
kastetmiştir. Lafız daha geneldir. Çünkü maksat, Allah'a ibadet edenle, heva ve
hevesini ma'bûd edinen arasındaki farkı göstermektir. Bunun içindir ki Yüce
Allah, bundan sonra, cennet ile cehennem arasındaki en büyük ayırıcı özelliği
temsil yoluyla anlatarak şöyle buyurdu: [29]
15. Allah'ın,
temiz kullarına va'dettiği ve takva sahibi hayırlı kulları için hazırladığı o
enteresan cennetin durumu şöyledir: Orada akan, kokusu bozulmayan sudan ırmaklar
vardır. İbn Mes'ûd şöyle der: Cennet ırmakları, misk dağından çıkar.[30]
Yine orada, uzun süre durmakla ekşimeyen ve dünyadaki sütlerin bozulması gibi
bozulmayan son derece beyaz, tatlı ve yağlı süt akan nehirler vardır. Bir merfû
hadiste şöyle buyrulmuştur: "Bu süt, hayvanların memelerinden
çıkmaz"[31]
Yine cennette, içenlerin lezzet aldığı, tatlı şarap akan ırmakları vardır.
İçenler ondan lezzet alır. Çünkü "O içkide ne sersemletme vardır, ne de onunla
sarhoş olurlar"[32]
Yüce Allah'ın, cennet içkisini "içenlere lezzet verir" diye kayıtladı. Zira,
dünya içkisinin kötü bir tadı vardır. Bozuk tabiatlıdan başkası ondan lezzet
almaz. Âhiret içkisinin ise, tadı ve kokusu hoştur. Cennet ehli onu, sadece
lezzet almak için içer. Yine orada övle tmldan ırmaklar vardır ki, bal, son
derece saf, rengi ve kokusu güzel olup arıların karınlarından çıkmamıştır.
Ebussuûd der ki: Kendisine bal mumu ve an artığı karışmamış bal, demektir.[33]
en" nette her cins meyve ve yemişlerin her çeşidi onlarındır. Şeyhzâde şöyle
der: Meyvelerin içeceklerinden sonra zikredilmesi, cennet ehlinin, ihtiyaç için
değil de lezzet için yediklerine işaret etmektedir.[34]
Onlar için, bu güzel nimetlerden de öte, ruhî bir nimet vardır ki, O da,
Allah'ın rahmetine, bağışlanması ve rızasına nail olmaktır. Bir kudsî hadiste
şöyle buyrulmuştur: "Rızamı size helâl ediyorum. Artık bundan sonra size
asla
kızmam"[35]
Sâvî şöyle der: Dünyadakinin aksine cennette, yedikleri ve içtikleri şeyler
hususunda onlardan yükümlülük kaldılar. Zira dünya yiyecekleri ve
içeceklerinden dolayı hesap ve ceza vardır. Ahiret nimetlerinden dolayı ise, ne
hesap vardır, ne de ceza"[36]
İşte bu kimse, cehennemde ebedî kalan kimse gibi olur mu? Bu istifham, inkâr
ifade eder. Yani, bu devamlı nimet içersinde olan kimse, cehennemde ebedî
kalan ve o içecekler yerine, son derece
kaynar, sıcak su
içirilen bu suyun, aşırı sıcaklıktan dolayı
bağırsaklarını parçaladığı kimse gibi olmaz. Tefsirciler der ki: Bu su son
derece yakıcıdır. Onlara yaklaştığı zaman yüzlerini kızartır ve kafa derileri
düşer, içtikleri zaman, bağırsaklarını parçalar ve bunları arkalarından
çıkartır.[37]
Yüce Allah, kâfirlerin durumunu anlattıktan sonra münafıkların durumunu
anlatmak üzere de şöyle buyurdu: [38]
16. Ey
Muhammedi O münafıklardan bir grup da vardır ki senin sözünü dinlerler. Nihayet
senin meclisinden çıktıklarında İbn Abbas ve İbn Mes'ûd gibi Sahabenin
âlimlerine "Muhammed biraz önce ne dedi?" derler. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah münafıkların aptallıklarını ve
anlayışlarının kıt olduğunu
bildirmiştir. Çünkü onlar, Peygamber (s.a.) ile birlikte oturuyorlar,
söylediklerini dinliyorlar fakat ondan bir şey anlamıyorladı. Onun yanından
çıktıklarında da Sahabenin âlimlerine "Muhammed demin ne dedi?" diye
soruyorlardı. Onun söylediğini anlamıyor ve ona aldırış etmiyorlardı"[39]
Onlar o kimselerdir ki imkânları
yüzünden Allah kalplerini mühürlemiş ve bâtıl arzularının peşinde
gitmişlerdir. [40]
17. Takva
sahibi mü'minlere gelince Allah onların hidâyetini artırmış ve rüşdlerini ilham
etmiştir. Fahreddin Râzî şöyle der: Yüce Allah, münafığın dinleyip de
faydalanmadığını, tekrar dinleyip istifâde etmediğini açıkladıktan sonra
hidâyete ermiş mü'minin durumunun bunun tersi olduğunu açıkladı. Şüphesiz mü'min
dinler, anlar ve bildiği ile amel eder. Burada bir fâide vardır ki o da
münafığın özrünün kesilmiş olmasıdır. Çünkü, "Kapalılığından dolayı önün sözünü
anlamadım" deseydi. Ona "Mü'min anladı ve hüküm çıkardı. Sizin anlamanız,
istenenin gizlilik ve kapalılığından değil, kalplerin körlüğündendir denirdi.[41]
18. Onlar
kıyametin ansızın kopmasından ve onlar gafil ve şaşkın bir halde iken kıyametin
onlara ansızın
gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar ?!
Kıyametin alâmetleri ve emareleri gelmiştir.
Son peygamberin gönderilmesi bu alâmetlerdendir. Kıyamet geldiğinde,
pişmanlık ve tevbenin fayda vermediği bir zamanda onlar için öğüt almak nerden
!? [42]
19. Ey
Muhammed! Sen Allah'ın birliğine dâir bilgin üzere yürümeye devam et. Allah'dan
hem kendin hem de mü'min erkek ve kadınlar için mağfiret dile. Allah dünyadaki
faaliyetlerinizi ve âhirette varacağınız yeri bilir; o halde âhiret günü için
azık hazırlayınız. [43]
20. İman etmiş
olanlar "Keşke cihâd hakkında bir sûre indirilmiş olsaydı!" derler. Ama hükmü açık bir sûre indirilip de
onda savaştan söz edilince, kalblerinde hastalık olanların,
ölüm baygınlığı geçiren
kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. Onlara uygun olan da
budur.
21. (Onların
vazifesi) itaat ve güzel sözdür. İş ciddiye bindiği zaman Allah'a sadâkat
gösterselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu.
22. Geri
dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmanız ve akrabalık bağlarını kesmeniz
beklenmez mi sizden?
23. İşte bunlar,
Allah'ın kendilerini lanetlediği, sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği
kimselerdir.
24. Onlar
Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalb-leri kilitli mi?
25. Şüphesiz
ki, kendilerine doğru yol belli olduktan sonra, arkalarına dönenlere, şeytan
bunu güzel göstermiş ve kendilerine ümit vermiştir.
26. Bunun
sebebi; onların, Allah'ın indirdiğinden hoşlanmayanlara: "Bâzı hususlarda size
itaat edeceğiz" demeleridir. Oysa Allah, onların gizlediklerini
biliyor.
27. Ya melekler
onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nasıl
olacak?
28. Bunun
sebebi, onların Allah'ı gazaplandıran şeylerin ardınca gitmeleri ve O'nu razı
edecek şeylerden hoşlanmamalarıdır. Bu yüzden Allah onların işlerini boşa
çıkarmıştır.
29. Yoksa
kalblerinde hastalık olanlar, Allah'ın, kendilerine besledikleri kinlerini
ortaya çıkarmayacağını mı sandılar?
30. Biz
dileseydik onları sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın.
Andolsun ki sen onları, konuşma tavırlarından tanırsın. Allah
işlediklerinizi bilir.
31. Andolsun ki
içinizden cihâd edenlerle sabredenleri
belirleyinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan
edeceğiz.
32. İnkâr
edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine doğru yol belli olduktan
sonra Peygamber'e karşı gelenler, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Allah onların
yaptıklarını boşa çıkaracaktır.
33. Ey iman
edenler! Allah'a itaat edin, Peygamber'e itaat edin. Ve işlerinizi boşa
çıkarmayın.
34. İnkâr edip
Allah yolundan alıkoyanları ve sonra da kâfir olarak ölenleri Allah asla
bağışlamaz.
35. Sakın gevşemeyin. Üstün olduğunuz halde barışa
da'vet etmeyin. Allah
sizinle beraberdir. O amellerinizi asla
eksiltmeyecektir.
36. Doğrusu
dünya hayâtı ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer îman eder ve sakınırsanız Allah
size mükâfatınızı verir. Ve sizden mallarınızı istemez.
37. Eğer onları
isteseydi ve size İsrar etseydi cimrilik ederdiniz ve bu da sizin kinlerinizi
ortaya çıkarırdı.
38. İşte
sizler, Allah yolunda harcamaya çağırılı-yorsunuz. İçinizden kiminiz cimrilik
ediyor. Ama kim
cimrilik ederse, ancak kendisine cimrilik
etmiş olur. Allah zengindir. Siz ise fakirsiniz. Eğer O'ndan yüz çevirirseniz,
yerinize sizden başka bir toplum getirir, sonra da onlar sizin gibi
olmazlar.
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Sûrenin başlangıcı kâfirlerden söz
etti. Daha sonra mü'minleri anlattı. Burada da sıra münafıklardan söz etmeye
geldi. Münafıkların, Islama ve müslümanlara karşı korkunç bir tehlike
arzetmeleri dolayısıyla bu konudaki açıklamalar sûrenin büyük bir kısmını
kapsamaktadır. Bu mübarek âyetler, cihâddan ve münafıkların cihâd karşısıdaki
durumlarından bahseder. [44]
Kelimelerin İzahı
Süsledi,
kolaylaştırdı.
Edğan, gizli kinler. Cevherî şöyle
der: kin demektir. cümlesi "Kavim kinleri gizledi" mânâsına gelir.[45]
Sîmâ, alâmet demektir. es-Silmü, barışmak, düşmanlığı bırakmak. Israr eder. Bir
kimse bir meselede ısrar ederse denir. ve kelimeleri de aynı
mânâyadır.
Eksiltir. Bir kimse birinin
hakkını eksik verdiğinde denir. [46]
Âyetlerin Tefsiri
20. Samimi
mü'minler cihâdı sevdikleri ve sevabına düşkün olduklarından "İçinde cihâd emri
bulunan bir sûre inse ya!" derler. Savaş emredildiğini açıkça ifade eden apaçık
bir sûre Ey Muhammedi Kalplerinde kuşku ve nifak bulunan münafıkların, korkaklık
ve sabırsızlıklarından dolayı, gözleri dikilmiş bir halde, sana baktıklarını
görüsün. Onların bakışı, Ölümün yaklaşmasından dolayı, kendisine baygınlık gelen
kimsenin bakışına benzer. Kurtubî şöyle der: Âyetteki den maksat, nesh olunmamış
demektir. Katâde demiştir ki: İçinde cihâd anlatılan her sûre muhkemdir.
Münafıklara en zor gelen sûre odur.[47]
Onların vay haline! İbn Cüzeyy şöyle
der: Bu tehdid ve
beddua mânâsına gelen bir kelimedir.
Nitekim Yüce Allah'ın şu sözü de böyledir: " Vay haline senin, vay!"[48]
21. Bu kelime
mübteda' olup haberi hazfedilmiştir. Yani ey Muhammedi Sana itaat ve makûl söz,
onlar için daha iyi ve daha güzeldir. Râzî şöyle der: Bu, müstakil bir cümlenin
mübteda'sı olup haberi mahzuftur ve Onlar için daha iyi ve daha güzeldir"
takdirindedir. Müpteda sıfat ile tamamlandığı için nekre ile başlamak caiz
olmuştur. ifâdesi bunu gösterir. Yüce Allah sanki şöyle buyurmuştur: Samimî
itaat ve makûl söz onlar için daha iyidir".[49]
Eğer niyetlerinde samimî olsalar
ve doğruluk ve kesin inançla cihâd etselerdi, bu, onlar için serkeşlik ve
isyandan daha hayırlı olurdu. Bu cümle şartın cevabıdır. [50]
22. İslamdan
yüz çevirirseniz belki de isyan etmek ve akrabalık bağlarını kesmek suretiyle,
Câhiliyye döneminde yaşadığınız, yani yeryüzünde fesat çıkardığınız duruma
döneceksiniz, öyle mi?! Katâde şöyle der: O kavim Allah'ın kitabından yüz
çevirdiğinde onları nasıl gördünüz?! Haram olan kanı dökmediler mi? Akrabalık
bağların kesmediler mi? Rahman'a isyan etmediler mi? Ebû Hayyan şöyle der:
Katâde, Resûlullah (s.a)'m zamanından sonra cereyan etmiş olan fetret devrini
(olaylarını) kastediyor.[51]
23. Onlar,
Allah'ın, rahmetinden kovup uzak-laştırdığı kimselerdir. Hakkı dinlememeleri
için kulaklarını sağır, hidayet yolunu bulmamaları için kalplerini kör etti.
Artık onlar doğru yolu bulamazlar. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, kim bunu
yaparsa, üzerine lanetin gerekli olacağını bildirdi ve onun kulak ve kalbinden
faydalanmasını engelledi. Tâ ki, işitse dahi hakka boyun eğmesin. Yüce Allah
onu, düşünemeyen hayvan haline getirdi.[52]
24. Bu soru
kınama ifade eder. Yani, içindeki öğütleri ve yasakları görebilmeleri için
Kur'an'ı düşünmeye ve anlamaya çalışmıyorlar mı ki, içinde bulundukları helak
edici tehlikelere düşmesinler. Buradaki edatı, manasınadır. Bu ise, onları
düşünmeden dolayı kınamadan, kalplerinin, düşünme ve tefekkürü kabul etmeyecek
derecede katılaşması ve kararmasından dolayı kınamaya geçiştir. Buna göre mânâ
şöyle olur: Bilakis, onların kalpleri katılaşmış ve kararmıştır.
Sanki
demir kilitlerle kilitlenmiştir. Artık
onlara ne nur girebilir, ne de iman. Fahreddin Râzî şöyle der: Kalp, gerçeği
bilmek için yaratılmıştır. Onda bu bilme özelliği olmayınca, yok gibi olur. Bu,
insana eziyet eden kimse hakkında söylenen şu söze benzer: "Bu bir insan değil,
vahşi bir hayvandır. Bu kalp değil, bir taştır"[53]
25. İman
ettikten ve apaçık deliller ve mucizeler sayesinde kendilerine hidayet yolu
açıkça görüldükten sonra inkâra dönenler var ya, işte, şeytan onlara bu işi
güzel gösterdi ve onları hayallerle ve uzun Ömür ümidiyle aldattı. [54]
26. Bu aldatma,
onların, haset ve kıskançlıklarından dolayı Allah'ın indirdiği Kur'an'dan
hoşlanmayan yahu-dilere, "Cihâddan geri durma, o hususta müslümanları engelleme
ve benzeri hususlarda bize verdiğiniz emirlerin bir kısmında size itaat
edeceğiz" demelerinden dolayıdır, Yüce Allah onların gizlediklerini ve tuzak,
hile, İslama ve müslümanlara karşı hazırladıkları komploları bilir. Tefsirciler
şöyle der: Münafıklar bunu yahudilere gizlice söylediler. Yüce Allah da ortaya
çıkarıp onları rezil etti. [55]
27. Azap
melekleri, ellerindeki demir sopalarla onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak
canalarını almak için geldiklerinde halleri nasıl olacak ?! Kurtubî şöyle der:
Bu, tehdit ve korkutma ifade eder. Azapları gecikse gecikse, ömürleri sona erene
kadar gecikir.[56]
İbn Abbas da şöyle der: Bir kimse masiyet işleyerek ölürse, mutlaka melekler
onun yüzüne ve arkasına vururlar.[57]
28. Bu azap
onların nifak yoluna girmeleri ve iman, cihat ve diğer, Allah'ı razı edecek
itaatlardan hoşlanmamaları yüzündendir. Böylece Allah, onların, mü'min iken
yaptıkları iyi amelleri boşa çıkarır. [58]
29. Kalplerinde
şüphe ve nifak bulunan münafıklar, durumlarını, Allah'ın, mü'min kullarına
açıklamayacağını mı sanıyorlar? Onların, İslama" ve müslümanlara karşı
taşıdıkları kin ve buğzu ortaya çıkarmayacağına mı inanıyorlar? Allah, mutlak
onların durumunu açıklayıp rezil edecektir. [59]
30. Ey
Muhammedi İsteseydik onları şahsen sana gösterirdik de sen onları alâmetlerinden
tanırdın. Fakat Allah, onlara ve müslüman akrabalarına acıdığı için, belki tevbe
ederler diye, onları şahsen göstermeyip gizli tuttu. Ey Muhammedi
sen
münafıkları, konuşma üslûpları ve
sözlerinin mânâsından mutlaka tanırsın. Görünüşü iman ve İslam, iç yüzü ise
inkâr ve sövme ifade eden sözleriyle, sana yaptıkları tarizden bilirsin Kelbî
şöyle der: Bu âyet indikten sonra, yanında herhangi bir münafık konuştuğunda,
Rasurullah (s.a.v) mutlaka onu tanırdı.[60]
Amellerinizden hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. Maksadınıza göre, onların
karşılığını size verir. Bu sözde hem va'd, hem tehdit vardır. [61]
31. Ey
insanlar! Allah yolunda cihâd edenleri ve cihâdın güçlüklerine sabredenleri
bilinceye kadar sizi cihat ve diğer zor yükümlülüklerle mutlaka imtihan
edeceğiz. Burda "bilmek" ten maksat, Allah'ın bildiği şeyin ortaya çıkmasıdır.
Amellerinizin iyisini ve kötüsünü birbirinden ayırmamız için bunu yapacağız.
İbn Cüzey şöyle der: Yüce Allah'ın, biz bilinceye kadar" sözünden maksat şudur:
Aleyhinize delil olacak şekilde ortaya çıkacak bir ilimle bilinceye kadar.."
Şüphesiz Allah eşyayı var olmadan önce bilir. Fakat o, kullarının yaptığı
fiilleri, kendi aleyhlerine delil getirmek istedi. Fudayl b. İyâz bu âyeti
okuduğu zaman ağlar ve "Ey Allah'ım bizi imtihan etme. Çünkü imtihan edersen
bizi rezil eder ve gizli olan şeylerimizi açığa çıkarırsın" derdi.[62]
32. Delil ve
mucizelerle Peygamberin doğruluğu ve Allah'ın rasulü olduğunu anladıktan sonra
Allah'ın âyetlerini inkâr eden, insanların müslüman olmasını engelleyen ve
Peygambere itaati bırakıp ona düşmanlık edenler var ya, Onlar inkârları ve
engellemeleriyle, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Allah onların zekat ve
benzeri amellerini de boşa çıkaracaktır. Âhirette onların sevabını
göremeyeceklerdir. [63]
33. Ey iman
edenler! Allah'ın ve peygamberinin emirlerine sarılın. O kâfir ve münafıkların
amellerini boşa çakırdıkları inkâr, nifak, kendini beğenme ve riya gibi şeylerle
amellerinizi boşa çıkarmayın. [64]
34. Allah'ın
âyetlerini inkâr edip, insanları hidayet ve iman yolundan alıkoyanlar, sonra da
kâfir olarak ölenler var ya, Allah onları hiçbir durumda asla
bağışlamayacaktır. Bu âyet, kâfir olarak ölen kimseyi Allah'ın bağışlamayacağını
kesin olarak göstermektedir. Zira Yüce Allah, mealen, "Kuşkusuz Allah, kendisine
ortak koşulmasını asla bağışlamaz"[65]
buyurmuştur. Ebussuûd şöyle der: Bu
hükmün, "Ashâb-ı Kalîb"[66]
hakkında indiği doğru da olsa, kâfir olarak ölen herkesi kapsayan bir
hükümdür.[67]
35. Kâfirlerle
savşatığmızda gevşeklik yapıp da onları sulha ve anlaşmaya çağırmayın, Mü'min
olduğunuz için, üstün ve galip olan siz olduğunuz halde böyle yapmayın. Allah,
yardım ve zaferiyle, sizin yanınızdadır. Amellerinizin sevabından hiçbir şeyi
size eksik vermez. İbn Kesir şöyle der: "Allah sizinle beraberdir" sözünde,
düşmana karşı, büyük bir yardım ve zafer müjdesi vardır.[68]
36. Dünya
hayatı, sadece geçici ve fani bir hayattır. Kararı ve sebatı yoktur. Çocukların
oyalandığı oyun ve eğlenceye benzer. Şeyhzâde şöyle der: Yüce Allah dünya ve
onda bulunan nimetlerin, cihâda gitmeye ve âhirette sevap kazandıracak diğer
şeylere engel olmasının doğru olmayacağını açıkladı. Çünkü dünya hayatı, çabuk
sona ermesi hususunda, oyun ve eğlence gibidir. Ahiret hayatı ise sonsuz bir
hayattır. Öyleyse dünya sevgisi ve onda bulunan lezzetli ve iştah çekici şeylere
düşkünlüğün, gazadan korkmaya ve cihâddan geri durmaya sebep olması doğru
olmaz.[69]
Allah'a inanır ve ondan hakkıyle korkarsanız, amellerinizin sevabını size tam
olarak verir ve sizden bütüm malınızı harcamanızı istemez. Aksine sadece,
mallarda takdir edilen zekâtı ister. İbn Kesir şöyle der: Allah'ın size
ihtiyacı yoktur. Sizden bir şey istemez. Sadece fakir kardeşlerinize yardım
olsun diye, mallarınızın zekâtını vermeyi size farz kıldı ki, bunun sevap ve
faydası tekrar size dönsün.[70]
37. Aşırı bir
şekilde mallarınızın hepsini ister ve onu harcamanız hususunda ısrar ederse
cimrilik yaparsınız. ve Allah, kalplerinizdeki cimriliği ve hayır için mal
harcamaktan hoşlanmadığınızı ortaya çıkarır. İbn Cüzey şöyle der: Bu şöyle
olur. İnsan mal sevgisi üzerine yaratılmıştır. Sevdiği şey hakkında kiminle
münakaşa edilirse sırlan ortaya çıkar. Yükümlülükler hususunda Allah'ın
kullarına sert davranmaması onlara olan merhametindendir.[71]
38. Ey
muhataplar topluluğu! Siz, Allah yolunda harcama yapmaya çağrılıyorsunuz.
Kuşkusuz siz, gücünüzün
yettiği şeylerle yükümlüsünüz. Sizden
öylesi vardır ki, cimrilik edip Allah yolunda harcamaz. Kim, Allah yolunda
harcamayıp cimrilik ederse,cimriliğinin zararı ona aittir. Çünkü cimrilik,
sevap ve mükafattan onu alıkoy ar: Sâvî şöyle der: fiili, "çok cimri oldu"
mânâsına geldiğinde harf-i çeri ile geçişli olur. Sadece "cimri oldu" mânâsında
kullanıldığı zaman harf-i çeri ile
geçişli olur.[72]
Allah'ın, sizin harcamalarınıza ihtiyacı yoktur. Mallarınıza muhtaç değildir.
Siz ise ona muhtaçsınız. Allah'a itaatten ve emirlerine uymaktan yüz
çevrirseniz, yerinize, Allah'a sizden daha itaatli olacak başka bir kavim
getirir. Sonra, Allah yolunda harcama hususunda sizin gibi cimri olmazlar.
Bilakis onlar cömert ve ikram sahibi kişiler olur. [73]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. İnkâr
edenlerin ve Allah yolundan alıkoyanların işlerini, Allah boşa çıkarmıştır"
âyeti ile " İman edip yararlı işler yapanlar..." âyeti arasında mukabele vardır.
Bu, güzelleştirici edebî sanatlardandır.
2. Daha önce,
"iman edenler" denildikten sonra, " Muhammed'e indirilene iman edenler"
kısmıyla, umumdan onra husus zikredilmiştir. Bundaki nükte, Hz. Muhammed
(a.s.)'e indirilenin şanının yüce olduğunu ve önemini ifade
etmektir.
3. "Savaş,
ağırlıklarım bırakmcaya kadar" cümlesinde istiâre-i tebeiyye vardır. Yüce Allah
istiâre-i tebeiyye yoluyla, savaşı bırakmayı, savaş âletlerini yere bırakmaya
benzetmiş ve "yere bırakmak" mânâsına gelen vad' kelimesinden, "sona erer,
bırakır" mânâsına gelen fiilini
türetmiştir.
4. Ayaklarınızı
sabit kılar" cümlesi, mecâz-ı mürseldir. Yüce Allah cüz'ü zikredip, "küll"ü
kastetmiştir. "Sizi sabit kılar" demektir, sebat ve
sarsıntı ayaklarda meydana
geldiği için olayı
bununla ifâde etmiştir. Bu, " iç ellerinizin kazandığı şeyler sebebiyle"
âyetine benzer.
5. Karşılıksız
ile fidye olarak, iman ettiler ile "
inkâr ettiler" ve " zengin" ile 'Malili fakirler" arasında tıbâk
vardır.
6. "İş ciddiye
binince" âyetinde mecâz-ı aklî vardır. Zira, azim (ciddiye binme), işi yapana
ait olduğu halde işe nisbet edilmiştir. Bu,
Onun gündüzü oruçludur" sözüne
benzer.
7. Dönerseniz,
sizden... beklenmez mi?" âyetinde iltifat vardır. Zira daha Önce III. şahıs
olarak anlatılan kimseler, şiddetli kınama ve azarlama için, muhatap (II.
şahıs) olarak ifâde edilmiştir.
8. "Yoksa
kalpler üzerinde, kilitleri mi var?" âyetinde istiâre-i tasrîhiyye vardır. Yüce
Allah, kalpleri, kilitli kapılara benzetti. Zira o kalpler, hiçbir nasihatçmın
nasihatma ve hiçbir kınayanın kınamasına açılmaz. Bu, latîf
istiarelerdendir.
İçinde, bozulmayan sudan ırmaklar,
tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar vardır"
âyetinde " nehirler" kelimesi tekrar edilerek itnâb yapılmıştır. Bu, cennet
nimetlerine daha fazla
teşvik içindir.
10. "Arkalarına
döndüler" cümlesi, iman ettikten son-
ra inkâr etmelerinden
kinayedir.
11. ve benzeri
âyet sonlarında akıcı kuvvetli seci' vardır. Bu, güzelleştirici edebî
sanatlardandır.
Yüce Allah'ın yardımıyle "Muhammed
Sûresi"nin tefsiri bitti. [74]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/81-82.
[2] Misbâh,
maddesi
[3] Beyit, A'şâ'nmdır. Bkz. Kurtubî, 16/229
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/86.
[5] Keşşaf, 4/250
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/87.
[6] Sâvi Haşiyesi, 4/81
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/87.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/87.
[9] Teshil, 4/46
[10] Enfâl sûresi, 8/12
[11] Keşşaf, 4/251
[12] Muhtsar-ı İbn Kesîr, 3/330
[13] Bu sûre, 31. âyet.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/87-88.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/89.
[16] Ebû Hayyân, Bahr, 8/75
[17] Buhârî, Rikâk, 48; Ahmed b. Hanbel, Müsned,
3/13
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/89.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/89.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/89.
[20] Keşşaf, 4/253
[21] Seyyid Kutub şöyle der: "Amellerin boşa çıkarılması "
ifadesi, Kur'an'ın tasvirdeki üslubuna göre söylenmiş "tasvirî" bir ifadedir.
Âyette geçen "ihbâf'ın aslı olan "hubût", hayvanın otlakta yediği, onu helake ve
ölüme götürecek bir nevi ot veya zehirli bitkiden dolayı karnının şişmesidir. O
kâfirler de böyledir. Âmeİleri şişip kabarmış sonra da yok olup gitmişlerdir.
Şüphesiz bu durum, Allah'ın indirdiğinden hoşlanmayan, sonra da zehirli bitkiyi
otlayınca şişen hayvanın karnı gibi kabarık ve şişkin amelleri ileövünen
kimselerin haline uygun bir şekil ve harekettir. (Bkz. Fî Zilâli'l-Kur'ân,
25/60)
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/89.
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/89-90.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/90.
[25] Keşşaf, 4/253
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/90.
[27] Ayette muzâf hazfedilmiştir. Yani demektir. Bu, meşhur
bir mecazdır.
[28] Cemel Haşiyesi, 4/145
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/90.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/91.
[30] Muhtasar-ı ibn Kesîr, 3/332
[31] İbn Kesîr, 7/295; Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/332
[32] Sâffât sûresi, 37/47
[33] Ebussuûd, 5/74
[34] Beyzâvî Haşiyesi 3/348
[35] Buhârî, Rikâk, 51, Tevhîd 38; Müslim, Cennet.
9
[36] Sâvî Haşiyesi, 4/84
[37] Kurtubî, 16/237
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/91-92.
[39] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/333
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/92.
[41] Tefsîr-i kebîr, 28/58
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/92.
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/92-93.
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/93.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/97.
[45] Cevherî, Sıhah
maddesi.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/97.
[47] Kurtubî, 16/243.
[48] Kiyâme sûresi, 75/34; İbn Cüzeyy, Teshîl, 4/49. Bazı
tefsirciler "Onlara daha layıktır" mânâsına geldiği görüşündedirler. Bunun
haberi ise " itaat ve makul sözdür" olur. Bizim verdiğimiz mânâ daha açık olup
Kurtubî'nin de
tercihidir.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/97-98
[49] Tefsîr-i kebîr, 28/62.
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/98.
[51] Bahr, 8/82
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/98.
[52] Kurtubî, 16/246
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/98.
[53] Tefsîr-i kebîr, 28/66
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/98-99.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/99.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/99.
[56] Kurtubî, 16/250
[57] Bahr, 8/84
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/99.
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/99.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/99.
[60] Kurtubî, 16/253
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/99-100.
[62] Teshil, 4/50
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/100.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/100.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/100.
[65] Nisa sûresi, 4/48
[66] Benî Mustalik gazvesinde, bir kuyu başında Peygamber
(s.a.v.) ve Ashabı (r.anhum) hakkında ileri geri konuşan münafıklar
(mütercimler).
[67] Ebussuûd, 5/78
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/100-101.
[68] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/338
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/101.
[69] Beyzâvî Haşiyesi, 3/352
[70] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/338
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/101.
[71] Teshil, 4/50
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/101.
[72] Sâvî Haşiyesi, 4/89
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/101-102.
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 6/102-103.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder