MUHAMMED SURESİ

Hiç yorum yok
. 9

MUHAMMED SURESİ

Medine'de inmiştir. 38 âyettir.

Takdim

Muhammed sûresi Medine'de inen sûrelerdendir. Medine'de inen di­ğer sûreler gibi ahkâm yönüne ağırlık verir. Sûre savaş, esirler, ganimetler ve münafıkların durumları ile ilgili hususları kapsar. Fakat sûrenin ana ko­nusu, "Allah yolunda cihâd"dır.
Bu mübarek sûre, Allah ve peygamber düşmanı kâfirlere karşı açılan bir harbi ilan ederek enteresan bir üslupla başlar: O, kâfirler insanları Al­lah'ın (c.c.) dininden alıkoymak için İslama karşı savaşan, Peygamberi (s.a.v.) yalanlayan ve Muhammedi davetin önüne duran kimselerden "İnkâr edenlerin ve Allah yolundan alıkoyanların işlerini Allah boşa çıkarmıştır" buy urulm aktadır.
Sonra bu sûre, hiçbir güç ve kuvvetleri kalmayacak şekilde yer yüzünü kâfirlerin pisliğinden temizlemek için, mü'minlere onlarla savaş­mayı emreden ve mücâhidlerin kılıçlarıyla kâfirlerin ekin gibi biçilmesini ister. Çokça Öldürülüp yaralandıktan sonra da onların esir edilmelerini is­ter: "(Savaşta) inkâr edenle karşı karşıya geldiğinizde boyunlarını vurun. Neticede onları iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın.."
Daha sonra bu sûre, izzet ve zafere giden yolu açıklar ve Allah'ın, mü'min kullarına yardımı için gerekli olan şartları koyar. Yardım, Allah'ın şeriatına sarılmak ve dinine yardım etmek şartıyla gelir: "Ey iman edenler! eğer siz Allah'a yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarını­zı sağlam tutar."
Sûre, Mekke kâfirlerine, geçmiş milletlerden azgın zorbaları misal getirir. Suçları ve taşkınlıkları yüzünden, Allah'ın, onları nasıl yok ettiğini anlatır: "Onlar yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerinin sonunun nasıl olduğunu görmediler mi? Allah onları yere batırmıştı. Kâfirlere de onların benzeri vardır."
Bu sûre, İslama ve müslümanlara karşı korkunç bir tehlike sayılmala­rından dolayı, münafıkların niteliklerini genişçe anlatır. İnsanları onların hile ve pisliklerinden sakındırmak için, kötülüklerini ve rezilliklerini orta­ya çıkarır: Biz isteseydik onları sana gösterirdik de sen onları simalarından tanırdın"
Bu mübarek sûre, mü'minleri, Allah yolunda cihâd etmek, şer ve fesat kuvvetleri karşısında zaaf ve gevşekliğe düşmemek suretiyle izzet ve zafer yoluna girmeye davet ederek sona erer. Hayatta kalmaya ve yaşamaya düşkünlükten dolayı, düşmanları sulha çağırmaktan sakındırır. Çünkü dünya geçici ve fânidir. Allah katında olan, iyi kimseler için daha hayırlıdır:" Sakın gevşemeyin. Üstün olduğunuz halde barışa davet etmeyin. Allah si­zinle beraberdir. O, amellerinizi asla eksiltmez. Doğrusu dünya hayatı an­cak bir oyun ve eğlencedir. Eğer iman eder ve sakınırsanız, Allah size mükâfatınızı verir ve sizden mallarınızı istemez"
İşte böylece sûre, cihâda davetle başladığı gibi, yine ona davetle sona erer ki, mü'minleri gayrete getirip teşvik etsin ve en güzel bir şekilde sûrenin başı ile sonu uygun düşsün. [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. İnkâr edenlerin ve Allah yolundan alı koyan­ların işlerini Allah boşa çıkarmıştır.
2. İman edip yararlı işler yapanların, Rableri ta­rafından hak olarak Muhammed'e indirilen gerçeğe i-nananların günahlarını Aliah örtmüş ve hâllerini dü­zeltmiştir.
3. Bunun sebebi, inkâr edenlerin bâtıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olma­larıdır. İşte böylece Allah, insanlara kendilerinin mi­sallerini anlatır.
4. (Savaşta) inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onlara iyice vurup sindi­rince bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin. Du­rum şu ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fa­kat sizi birbirinizle denemek ister. Allah yolunda öldü­rülenlere gelince, Allah onların yaptıklarını boşa çıkar­maz.
5. Allah onları hidâyete iletecek ve durumlarını düzeltecek.
6. Onları, kendilerine tanıttığı cennete sokacak.
7. Ey iman edenler! Eğer siz Allah (in dinin)e yar­dım ederseniz, Allah da size yardım eder, ayaklarınızı
sağlam tutar.
8. İnkâr edenlere gelince, onlar yok olsunlar. Al­lah, onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır.
9. Bunun sebebi, Allah'ın indirdiğini beğenmeme­leridir. Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır.
10. Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Allah onları yok etmiştir. Kâfirlere de onların benzeri vardır.
11. Bu, Allah'ın, inananların yardımcısı olmasın­dan dolayıdır. Kâfirlere gelince onların yardımcıları
yoktur.
12. Muhakkak ki Allah, inanıp iyi işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar, inkâr eden­ler ise (dünyada) zevklerine göre yaşarlar, hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri ateştir.
13. Biz, seni yurdundan çıkaran şehirden daha kuvvetli nice şehirleri yok ettik, fakat onlara bir yardım eden çıkmadı.
14.Rabbinden apaçık bir delil üzerinde bulunan kimse, kötü işi kendisine süslendirilen ve heveslerine uyan kimse gibi olur mu?
15. Müttakîlere va'dolunan cennetin durumu şöy­ledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişme­yen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ır­maklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Orada mey­velerin her çeşidi onlarındır. Rablerinden de bağışlama vardır. Hiç bu, ateşte ebedî kalan ve bağırsaklarını par­ça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?
16. Onların arasında, seni dinleyenler vardır. Fa­kat senin yanından çıkınca kendilerine bilgi verilmiş olanlara "Az önce ne demişti" diye sorarlar. Bunlar, Allah'ın, kalblerini mühürlediğİ hevâ ve heveslerine uyan kimselerdir.
17. Doğru yolu bulanlara gelince, Allah onların hidâyetlerini artırır ve sakınmalarını sağlar.
18. Onlar, kıyamet gününün ansızın gelip çatması­nı mı bekliyorlar? Şüphesiz onun alâmetleri belirmiş­tir. Kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye ya­rar?
19. Bil ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. Hem kendi­nin hem de mü'min erkeklerin ve mü'min kadınların günahının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de, duracağınız yeri de bilir.

Kelimelerin İzahı

Giderdi, yok etti.
Onlardan çokça öldürüp, yaralayıp esir ettiniz. Misbâh ya­zarı şöyle der: Bir kimse düşman üzerine gidip de
onlardan çokça adam öldürdüğünde, denir. Maştan dır. Yara, bir kimseyi gev­şetip zayıf düşürdüğünde denir.[2]
Vesâk, bukağı ve bağlama ipi.
Menn, fidye almaksızın esiri salıvermek demektir.
Evzârahâ, "âletlerini ve ağırlıklarını" manasınadır. Yani, si­lahlar ve diğer harp levâzımatı. Harp bitip sona erdiğinde denir. Evzâr, aslında, silah ve at türü ağırlıklar demektir. Şair şöyle der:
Savaş için, ağırlıklarını hazırladım. Uzun mızraklar ve erkek atları...[3]
Ta'sen, bedbahtlık ve helak demektir.
Âsin; değişen, kokan.
Hamım, sıcak, ısısı şiddetli manasınadır.
Ânifen, şimdi, az önce. Bir kimse bir işe yeni başladığında denir. Ânîfen, Arapların bu sözünden alınmıştır. Erşât, "emareler, belirtiler" demektir. [4]

Âyetlerin Tefsiri

1. Bu Yüce Allah tarafından, kendisinin ve dininin düşmanlarına karşı bir savaş ilanıdır. Yani, Allah'ın âyetlerini inkâr edip İslamdan yüz çevirenler ve insanların İslama girmelerine engel olan­lar var ya, Allah onların amellerini boşa çıkarmış ve onları yok saymış ve sevapsız saymıştır. Zira bu ameller Allah için olmamış, bu ne­denle boşa çıkmıştır. Amellerden maksat; yemek yedirmek, sıla-i rahim yapmak ve misafir ağırlamak gibi iyi amellerdir. Zemahşerî şöyle der: Amelleri boşa çıkarmanın gerçek mânâsı, onları hiç ve kayıp saymaktır. Onları kabul edecek ve onlara karşı mükâfat verecek kimse yoktur. Onlar, koruyucusu ve ilgilenen kimsesi bulunmayan kayıp deveye benzerler. Bun­dan maksat, kâfir olarak yaptıkları ve "güzel ahlâk" diye isim verdikleri salih amelleridir Bunlar, sıla-i rahim, esirleri serbest bırakma, misafirleri ağırlama ve komşu haklarını korumadır.[5]
2. Samimi bir iman ile iman edip sâlih amel işleyenler Allah'ın, peygamberi Muhammed (a.s.)'e in­dirdiğini, seksiz ve şüphesiz, kesin olarak tasdik edenler... Âyetin bu bölümü, husûsî olanın umûmî olana atfıdır. Bundaki nükte, Hz. Muhammed (s.a)'e indirilene iman etmeden yapılan bir imanın tamam olmayacağına işaret etmek için, onun durumunu yüceltmek ve ona özen göstermektir.[6] Onun içindir ki, Yüce Allah, şu sözüyle bunu vurgulamıştır: Onun, Allah kelamı ve O'nun katından idirilmiş vahyi olduğu sabit ve ke­sindir. Bu, öncekini tekit mahiyetinde bir ara cümlesidir. Böyle yapanların, Allah, geçmiş günah ve hatalarını silip yok etmiştir. Din ve dünyaları hususunda hal ve durumlarını iyileştirmiştir. Bundan sonra Yüce Allah, kâfirlerin sapıklık, mü'minlerin de doğru yolu bulmalarının sebeblerini açıklamak üzere şöyle buyurdu: [7]
3. Kâfirlerin amellerini boşa çıkartma, on­ların sapıklık yoluna girmeleri ve bâtılı hakka tercih etmelerinden do­layıdır. İman edenlere gelince, onlar hidayet yoluna girmişler ve Allah katından indirilmiş olan kitaba imana ve gerçeğe sarılmışlardır. bu apaçık beyan gibi, Allah, mü'min ve kâfirlerden her iki grubun durumunu apaçık bir şekilde izah etti ki, insanlar ibret ve öğüt alsınlar... Yüce Allah kâfirlere karşı açılmış olan bu harbi ilan ettikten sonra, mü'minlere, cihâd etmelerini emretmek üzere şöyle buyurdu: [8]
4. Savaşta kâfirleri yakaladığınızda, onları kılıçlarla, ekin biçer gibi biçin. İbn Cüzeyy şöyle der: şeklindedir. Daha sonra fiil hazfedilmiş ve mastar onun yerine geçmiştir. "Onları öldürün" demektir. Öldürme işi daha çok boyun vurularak yapıldığı için, Yüce Allah, "öldürün" yerine "boyunlarını vurun" tabirini kullanmıştır.[9] Neticede onları hezimete uğratıp çokça öldürdüğünüz ve yaraladığınız ve onlarda size karşı koyacak güç kalmadığında onları esir alınız ve öldürmeyiniz. Zemahşerî şöyle der: İbaresinde, "öldürme" lafzında bulunmayan şiddet ve sertlik vardır. Çünkü bu, en kötü şekilde öldürmeyi tasvir etmektedir. Ki o da, boynu kesip, başı bedenden uçurmaktır. Bu sertlik, şu mealdeki âyette daha da fazladır: "Siz hemen boyunların üstüne vurun. Onların bütün par­mak uçlarına vurun"[10] Onları çokça öldürün ve onlara sert davranın, demektir. Onları esir alın, manasınadır. Vesâk, ip ve benzeri bağlamaya yarayan şeylerin adıdır.[11] Onları esir et sonra, şu ikisinden birini yapmakta serbestsiniz. Ya onlara lütufta bulunur, karşılı­ğında mal almaksızın serbest bırakırsınız, ya da onlardan, canlarına karşı­lık fidye alırsınız. Fakat bu, çokça öldürme ve yaralama suretiyle onların güçlerini kırdıktan ve zayıf düşürdükten sonra olmalıdır. Nihayet savaş, âletlerini ve ağırlıklarını bırakmak suretiyle sona erince ve müslümanlarla düşmanları arasındaki harp bitince bunları yapın. Bu da an­cak müslümanların üstün olması ve müşriklerin ezilmesiyle olur. Onlar hakkındaki durum, bu anlatılandır. Ey mü'minler! Allah dileseydi, sizi onlarla savaşmaya mükellef küm aks izin, gücüyle on­ları yok eder ve onlardan intikam alırdı. İbn Kesîr şöyle der: Allah dilesey­di, katından bir azap ve ibret olacak bir ceza ile onlardan intikam alırdı.[12] Fakat o, imanınızı ve sebatınızı denemek için, onlarla savaşmanızı emretti ki, samimi olarak iman edenin durumu diğerinden ay­rılsın. Nitekim Yüce Allah ntealen şöyle buyurmuştur: "Andolsun ki, içi­nizden cihat edenlerle sabredenleri anlayıncaya kadar sizi imtihan edece­ğiz"[13] Mü'minleri kâfirlerle, kâfirleri de mü'minlerle denemesi ve böylece mü'minlerden öldürülenlerin cennete, kâfirlerden öldürülenlerin de cehen­neme gitmesi için böyle yaptı. Onun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurdu: Allah yolunda şehit edilenler var ya! Allah onların amellerini kesinlikle boşa çıkarmaz. Aksine onları çoğaltır, kat kat edip artırır. [14]
5. Salih ameli işlemeye muvaffak kılmak ve onları, iyiler yurdu cennete giden yola iletmek suretiyle, Allah, dünya ve ahirette kendilerine yarar sağlayacak şeyi, onlara gösterecek ve durumlarını düzel­tecektir. [15]
6. Onları, kendilerine açıklamış olduğu nimetler yurdu cennete sokar. Allah cenneti onlara o şekilde açıklamışır ki, herbir yerini bilir ve oraya gider. Mücâhid şöyle der: Cennet ehli, sanki yaratıldık­larından beri oralarda oturuyorlarmış gibi, şaşırmadan evlerine giderler.[16] Hadiste şöyle buyrulmuştur: Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, onlardan herbiri, cennetteki yerini dünyada bulunduğu evden daha iyi bulur.[17]
7. Ey iman edenler! Siz Allah'ın di­nine yardım ederseniz, o da düşmanlarınıza karşı size yardım eder. Savaş yerlerinde sizi sabit kılar. [18]
8. Allah'ı ve âyetleri inkâr edenlere gelince, helak ve bedbahtlık onlara olsun. Bu; helak, ve ziyana uğramaları ve yardımsız kalmaları için onlara yapılan bir bedduadır. Allah onların amel­lerini boşa çıkartmıştır. Zira o ameller şeytana itaat uğrunda yapılmıştır. [19]
9. Bu helak ve amelleri boşa çıkarma, onların, Allah'ın indirdiği kitap ve şeriatlerden hoşlanmamalarından dolayıdır. Ze­mahşerî şöyle der: Onlar Kur'andan ve Allah'ın o Kur'an'da indirdiği hüküm­ler ve sorumluluklardan hoşlanmadılar. Çünkü onlar şehevî arzular ve zevk veren şeyler hususunda tembelliğe ve serbestliğe alışmışlardı. Dolayısıyla bu onlara zor ve ağır geldi.[20] Böylece Allah, onların amellerini boşa çıkarıp giderdi. Çünkü amellerin kabulü için, iman şarttır. Halbuki şirk, ameli boşa çıkarıcıdır.[21] Bundan sonra Yüce Allah, inkârın akibetinden korkutmak üzere şöyle buyurdu. [22]
10. Onlar yeryüzünde dolaşmadılar mı ki, kendilerinden önce gelip geçmiş olan Ad, Semûd, Lût kavmi ve diğer günahkâr azgın milletlerin başlarına gelenleri görsünler. Onların akibetleri ne olmuş? başlarına nasıl azap inmiş anlasınlar. Çünkü yurtlarının kalıntıları, onlardan haber vermektedir. Allah onları yok etmiş ve onlara tahsis ettiği mal, evlat ve mülkün kökünü kazımıştır. Sahip oldukları mal ve mülkler, bir enkaz yığını haline gelmiş, kendileri de bu enkazın altında kah vermişlerdir. Kelâmı, onları helak etti" kelâmından daha beliğdir. Çünkü " Allah onları malları, evleri ve çocuklarıyla birlikte helak etti. Helak onları tamamen sardı. Helak olmayan hiçbirşey kalmadı" demektir. Bu kor­kunç âkibet ve yok edici azabın benzerleri de Mekke kâfirlerini beklemektedir. [23]
11. Bu, Allah'ın, inananların dostu ve yardımcısı olmasındandır Kâfirlere gelince, onların ne bir yardımcısı vardır, ne de imdatlarına koşan.
Bundan sonra Yüce Allah, mü'min ve kâfir gruplardan herbirinin âhirette varcakları yeri açıklamak üzere şöyle buyurdu: [24]
12. Allah ina­nanları, içinde hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın aklına gelmeyen nimetlerin bulunduğu Naîm cennetlerine sokar. Dünyada inkâr edenler ise, dünyanın hoş ve lezzetlerinden faydalanır, hayvanlar gibi yerler. Karınlarından ve cinsel ilişkiden başka hiçbir şeyi düşünmezler. Onların âhiret-teki yerleri ve yurtları cehennemdir. Zemahşerî şöyle der: Yani onlar, az denecek kadar sayılı birkaç gün dünya nimetlerinden faydalanır ve âkibetlerini düşünmeden gaflet içinde yiyip içerler. Onların bu durumu, ke­silmek ve boğazlanmak üzere olduklarından habersiz olarak o dünyanın mera ve ahırlarmdaki ot ve yemleri yiyen hayvanların durumuna benzer. Âhirette onların yeri ve makamı ateştir.[25] Bundan sonra Yüce Allah, Rasulü (s.a.v)'nü teselli etmek üzere şöyle buyurdu: [26]
13. Seni Mekke'den çıkaran Mekkelilerden daha kuvvetli olan nice azgın ve zalim belde halkım[27] çeşitli azaplarla yok ettik. Hiçkimse onlara yardım edemedi. Biz bunlara da aynı şeyi yaparız. İbn Abbâs şöyle der: Rasulullah (s.a.v) Mekke'den çıkıp mağarada gizlendikten sonra Medine'ye hicret etmek üze­re yola çıkınca, Mekke'ye dönerek şöyle dedi: "Şüphesiz sen, Allah'ın en sevdiği beldesin. Bana göre de en sevimli beldesin. Eğer senin halkın beni senden çıkarmasaydı asla senden çıkmazdım." Bunun üzerine bu âyet indi.[28]
14. Dini konusunda bir delil ve hüccet, bir sebat ve kesin inanç üzerine olan kimse, çirkin ameli kendi­sine süslü gösterilen, böylece onu güzel gören ve sapıklığa dalıp neticede heva ve hevesini ma'bûd edinen kimse gibi olur mu? Bu ona benzemez. Heva ve heveslerine uyanlar, bölümü, o kelimesinin mânâsı göz önüne alınarak çoğul kipiyle gelmiştir. Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah, kelâmıyla Hz. Peygamber (a.s.)'i, sözü ile de EM Cehil'i ve Kureyş kâfirlerini kastetmiştir. Lafız daha genel­dir. Çünkü maksat, Allah'a ibadet edenle, heva ve hevesini ma'bûd edinen arasındaki farkı göstermektir. Bunun içindir ki Yüce Allah, bundan sonra, cennet ile cehennem arasındaki en büyük ayırıcı özelliği temsil yoluyla an­latarak şöyle buyurdu: [29]
15. Allah'ın, temiz kullarına va'dettiği ve takva sahibi hayırlı kulları için hazırladığı o enteresan cennetin durumu şöyledir: Orada akan, kokusu bozulmayan sudan ırmaklar vardır. İbn Mes'ûd şöyle der: Cennet ırmakları, misk dağından çıkar.[30] Yine orada, uzun süre durmakla ekşimeyen ve dünyadaki sütlerin bozulması gibi bozulmayan son derece beyaz, tatlı ve yağlı süt akan nehirler vardır. Bir merfû hadiste şöyle buyrulmuştur: "Bu süt, hayvan­ların memelerinden çıkmaz"[31] Yine cennette, içenlerin lezzet aldığı, tatlı şarap akan ırmakları vardır. İçenler ondan lez­zet alır. Çünkü "O içkide ne sersemletme vardır, ne de onunla sarhoş olur­lar"[32] Yüce Allah'ın, cennet içkisini "içenlere lezzet verir" diye kayıtladı. Zira, dünya içkisinin kötü bir tadı vardır. Bozuk tabiatlıdan başkası ondan lezzet almaz. Âhiret içkisinin ise, tadı ve kokusu hoştur. Cennet ehli onu, sadece lezzet almak için içer. Yine orada övle tmldan ırmaklar vardır ki, bal, son derece saf, rengi ve kokusu güzel olup arıların karınlarından çıkmamıştır. Ebussuûd der ki: Kendisine bal mumu ve an artığı karışmamış bal, demektir.[33] en" nette her cins meyve ve yemişlerin her çeşidi onlarındır. Şeyhzâde şöyle der: Meyvelerin içeceklerinden sonra zikredilmesi, cennet ehlinin, ihtiyaç için değil de lezzet için yediklerine işaret etmektedir.[34] Onlar için, bu güzel nimetlerden de öte, ruhî bir nimet vardır ki, O da, Allah'ın rahmetine, bağışlanması ve rızasına nail olmaktır. Bir kudsî hadiste şöyle buyrulmuştur: "Rızamı size helâl ediyorum. Artık bundan sonra size asla kızmam"[35] Sâvî şöyle der: Dünyadakinin aksine cennette, yedikleri ve iç­tikleri şeyler hususunda onlardan yükümlülük kaldılar. Zira dünya yiyecek­leri ve içeceklerinden dolayı hesap ve ceza vardır. Ahiret nimetlerinden dolayı ise, ne hesap vardır, ne de ceza"[36] İşte bu kimse, ce­hennemde ebedî kalan kimse gibi olur mu? Bu istifham, inkâr ifade eder. Yani, bu devamlı nimet içersinde olan kimse, cehennemde ebedî kalan ve o içecekler yerine, son derece kaynar, sıcak su içirilen bu suyun, aşırı sıcaklıktan dolayı bağırsaklarını parçaladığı kimse gibi olmaz. Tefsirciler der ki: Bu su son derece yakıcıdır. Onlara yaklaştığı zaman yüzlerini kızartır ve kafa derileri düşer, içtikleri zaman, bağırsakla­rını parçalar ve bunları arkalarından çıkartır.[37] Yüce Allah, kâfirlerin duru­munu anlattıktan sonra münafıkların durumunu anlatmak üzere de şöyle buyurdu: [38]
16. Ey Muhammedi O münafıklardan bir grup da vardır ki senin sözünü dinlerler. Nihayet senin meclisin­den çıktıklarında İbn Abbas ve İbn Mes'ûd gibi Sahabenin âlimlerine "Muhammed biraz önce ne dedi?" derler. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah münafıkların aptallıklarını ve anlayışlarının kıt olduğunu bildirmiştir. Çünkü onlar, Peygamber (s.a.) ile birlikte oturuyorlar, söylediklerini dinliyorlar fakat ondan bir şey anlamıyorladı. Onun yanından çıktıklarında da Sahabenin âlimlerine "Muhammed demin ne dedi?" diye soruyorlardı. Onun söylediğini anlamıyor ve ona aldırış etmiyorlardı"[39] Onlar o kimselerdir ki imkânları yüzünden Allah kalplerini mühürlemiş ve bâtıl arzularının peşinde gitmişlerdir. [40]
17. Takva sahibi mü'minlere gelince Allah onların hidâyetini artırmış ve rüşdlerini ilham etmiştir. Fahreddin Râzî şöyle der: Yüce Allah, münafığın dinleyip de faydalanmadığını, tekrar dinleyip istifâde etmediğini açıkladıktan sonra hidâyete ermiş mü'minin durumunun bunun tersi olduğunu açıkladı. Şüphesiz mü'min dinler, anlar ve bildiği ile amel eder. Burada bir fâide vardır ki o da münafığın özrünün ke­silmiş olmasıdır. Çünkü, "Kapalılığından dolayı önün sözünü anlamadım" deseydi. Ona "Mü'min anladı ve hüküm çıkardı. Sizin anlamanız, istenenin gizlilik ve kapalılığından değil, kalplerin körlüğündendir denirdi.[41]
18. Onlar kıyametin ansızın kop­masından ve onlar gafil ve şaşkın bir halde iken kıyametin onlara ansızın gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar ?! Kıyametin alâmetleri ve emareleri gelmiştir. Son peygamberin gönderilmesi bu alâmetlerdendir. Kıyamet geldiğinde, pişmanlık ve tevbenin fayda vermediği bir zamanda onlar için öğüt almak nerden !? [42]
19. Ey Muhammed! Sen Allah'ın birliğine dâir bilgin üzere yürümeye devam et. Allah'dan hem ken­din hem de mü'min erkek ve kadınlar için mağfiret dile. Allah dünyadaki faaliyetlerinizi ve âhirette varacağınız yeri bilir; o halde âhiret günü için azık hazırlayınız. [43]
20. İman etmiş olanlar "Keşke cihâd hakkında bir sûre indirilmiş olsaydı!" derler. Ama hükmü açık bir sûre indirilip de onda savaştan söz edilince, kalblerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığı geçiren kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. Onlara uygun olan da budur.
21. (Onların vazifesi) itaat ve güzel sözdür. İş cid­diye bindiği zaman Allah'a sadâkat gösterselerdi, elbet­te kendileri için daha hayırlı olurdu.
22. Geri dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yap­manız ve akrabalık bağlarını kesmeniz beklenmez mi sizden?
23. İşte bunlar, Allah'ın kendilerini lanetlediği, sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir.
24. Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalb-leri kilitli mi?
25. Şüphesiz ki, kendilerine doğru yol belli olduk­tan sonra, arkalarına dönenlere, şeytan bunu güzel göstermiş ve kendilerine ümit vermiştir.
26. Bunun sebebi; onların, Allah'ın indirdiğinden hoşlanmayanlara: "Bâzı hususlarda size itaat edeceğiz" demeleridir. Oysa Allah, onların gizlediklerini biliyor.
27. Ya melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vu­rarak canlarını alırken durumları nasıl olacak?
28. Bunun sebebi, onların Allah'ı gazaplandıran şeylerin ardınca gitmeleri ve O'nu razı edecek şeyler­den hoşlanmamalarıdır. Bu yüzden Allah onların işleri­ni boşa çıkarmıştır.
29. Yoksa kalblerinde hastalık olanlar, Allah'ın, kendilerine besledikleri kinlerini ortaya çıkarmayaca­ğını mı sandılar?
30. Biz dileseydik onları sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki sen onları, konuşma tavırlarından tanırsın. Allah işlediklerinizi bi­lir.
31. Andolsun ki içinizden cihâd edenlerle sabre­denleri belirleyinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz.
32. İnkâr edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine doğru yol belli olduktan sonra Peygamber'e karşı gelenler, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Allah onların yaptıklarını boşa çıkaracaktır.
33. Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygam­ber'e itaat edin. Ve işlerinizi boşa çıkarmayın.
34. İnkâr edip Allah yolundan alıkoyanları ve son­ra da kâfir olarak ölenleri Allah asla bağışlamaz.
35. Sakın gevşemeyin. Üstün olduğunuz halde barışa da'vet etmeyin. Allah sizinle beraberdir. O amellerinizi asla eksiltmeyecektir.
36. Doğrusu dünya hayâtı ancak bir oyun ve eğlen­cedir. Eğer îman eder ve sakınırsanız Allah size mükâ­fatınızı verir. Ve sizden mallarınızı istemez.
37. Eğer onları isteseydi ve size İsrar etseydi cim­rilik ederdiniz ve bu da sizin kinlerinizi ortaya çıkarır­dı.
38. İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağırılı-yorsunuz. İçinizden kiminiz cimrilik ediyor. Ama kim cimrilik ederse, ancak kendisine cimrilik etmiş olur. Allah zengindir. Siz ise fakirsiniz. Eğer O'ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, sonra da onlar sizin gibi olmazlar.

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

Sûrenin başlangıcı kâfirlerden söz etti. Daha sonra mü'minleri anlat­tı. Burada da sıra münafıklardan söz etmeye geldi. Münafıkların, Islama ve müslümanlara karşı korkunç bir tehlike arzetmeleri dolayısıyla bu konudaki açıklamalar sûrenin büyük bir kısmını kapsamaktadır. Bu mübarek âyetler, cihâddan ve münafıkların cihâd karşısıdaki durumlarından bahseder. [44]

Kelimelerin İzahı

Süsledi, kolaylaştırdı.
Edğan, gizli kinler. Cevherî şöyle der: kin demek­tir. cümlesi "Kavim kinleri gizledi" mânâsına gelir.[45] Sîmâ, alâmet demektir. es-Silmü, barışmak, düşmanlığı bırakmak. Israr eder. Bir kimse bir meselede ısrar ederse denir. ve kelimeleri de aynı mânâyadır.
Eksiltir. Bir kimse birinin hakkını eksik verdiğinde denir. [46]

Âyetlerin Tefsiri

20. Samimi mü'minler cihâdı sevdikleri ve sevabına düşkün olduklarından "İçinde cihâd emri bulunan bir sûre inse ya!" derler. Savaş emredildiğini açıkça ifade eden apaçık bir sûre Ey Muhammedi Kalplerinde kuşku ve nifak bulunan münafıkların, korkaklık ve sabırsızlıklarından dolayı, gözleri dikilmiş bir halde, sana baktıklarını görüsün. Onların bakışı, Ölümün yaklaşmasından dolayı, kendisine baygınlık gelen kimsenin bakışına benzer. Kurtubî şöyle der: Âyetteki den maksat, nesh olunmamış demektir. Katâde demiştir ki: İçinde cihâd anlatılan her sûre muhkemdir. Münafıklara en zor gelen sûre odur.[47] Onların vay haline! İbn Cüzeyy şöyle der: Bu tehdid ve beddua mânâsına gelen bir kelimedir. Nitekim Yüce Allah'ın şu sözü de böyledir: " Vay haline senin, vay!"[48]
21. Bu kelime mübteda' olup haberi hazfedilmiştir. Yani ey Muhammedi Sana itaat ve makûl söz, onlar için daha iyi ve daha güzeldir. Râzî şöyle der: Bu, müstakil bir cümlenin mübteda'sı olup haberi mahzuftur ve Onlar için daha iyi ve daha güzeldir" takdirindedir. Müpteda sıfat ile tamamlandığı için nekre ile başlamak caiz olmuştur. ifâdesi bunu gösterir. Yüce Allah sanki şöyle buyurmuştur: Samimî itaat ve makûl söz onlar için daha iyidir".[49]
Eğer niyetlerinde samimî olsalar ve doğ­ruluk ve kesin inançla cihâd etselerdi, bu, onlar için serkeşlik ve isyandan daha hayırlı olurdu. Bu cümle şartın cevabıdır. [50]
22. İslamdan yüz çevirirseniz belki de isyan etmek ve akrabalık bağlarını kesmek suretiyle, Câhiliyye döneminde yaşadığınız, yani yeryüzünde fesat çıkardığınız duru­ma döneceksiniz, öyle mi?! Katâde şöyle der: O kavim Allah'ın kitabından yüz çevirdiğinde onları nasıl gördünüz?! Haram olan kanı dökmediler mi? Akrabalık bağların kesmediler mi? Rahman'a isyan etmediler mi? Ebû Hayyan şöyle der: Katâde, Resûlullah (s.a)'m zamanından sonra cereyan etmiş olan fetret devrini (olaylarını) kastediyor.[51]
23. Onlar, Allah'ın, rahmetinden kovup uzak-laştırdığı kimselerdir. Hakkı dinlememeleri için kulak­larını sağır, hidayet yolunu bulmamaları için kalplerini kör etti. Artık onlar doğru yolu bulamazlar. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, kim bunu yaparsa, üzerine lanetin gerekli olacağını bildirdi ve onun kulak ve kalbinden fayda­lanmasını engelledi. Tâ ki, işitse dahi hakka boyun eğmesin. Yüce Allah onu, düşünemeyen hayvan haline getirdi.[52]
24. Bu soru kınama ifade eder. Yani, içindeki öğütleri ve yasakları görebilmeleri için Kur'an'ı düşünmeye ve anlamaya çalışmı­yorlar mı ki, içinde bulundukları helak edici tehlikelere düşmesinler. Buradaki edatı, manasınadır. Bu ise, onları düşünmeden do­layı kınamadan, kalplerinin, düşünme ve tefekkürü kabul etmeyecek dere­cede katılaşması ve kararmasından dolayı kınamaya geçiştir. Buna göre mânâ şöyle olur: Bilakis, onların kalpleri katılaşmış ve kararmıştır. Sanki demir kilitlerle kilitlenmiştir. Artık onlara ne nur girebilir, ne de iman. Fahreddin Râzî şöyle der: Kalp, gerçeği bilmek için yaratılmıştır. Onda bu bilme özelliği olmayınca, yok gibi olur. Bu, insana eziyet eden kimse hakkında söylenen şu söze benzer: "Bu bir insan değil, vahşi bir hayvandır. Bu kalp değil, bir taştır"[53]
25. İman ettikten ve apaçık deliller ve mucizeler sayesinde kendilerine hidayet yolu açıkça görüldük­ten sonra inkâra dönenler var ya, işte, şeytan onlara bu işi güzel gösterdi ve onları hayallerle ve uzun Ömür ümidiyle aldattı. [54]
26. Bu aldatma, onların, haset ve kıskançlıklarından dolayı Allah'ın indirdiği Kur'an'dan hoşlanmayan yahu-dilere, "Cihâddan geri durma, o hususta müslümanları engelleme ve benzeri hususlarda bize verdiğiniz emirlerin bir kısmında size itaat edeceğiz" demelerinden dolayıdır, Yüce Allah on­ların gizlediklerini ve tuzak, hile, İslama ve müslümanlara karşı hazırla­dıkları komploları bilir. Tefsirciler şöyle der: Münafıklar bunu yahudilere gizlice söylediler. Yüce Allah da ortaya çıkarıp onları rezil etti. [55]
27. Azap melekleri, ellerin­deki demir sopalarla onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canalarını al­mak için geldiklerinde halleri nasıl olacak ?! Kurtubî şöyle der: Bu, tehdit ve korkutma ifade eder. Azapları gecikse gecikse, ömürleri sona erene ka­dar gecikir.[56] İbn Abbas da şöyle der: Bir kimse masiyet işleyerek ölürse, mutlaka melekler onun yüzüne ve arkasına vururlar.[57]
28. Bu azap onların nifak yoluna girmeleri ve iman, cihat ve diğer, Allah'ı razı edecek itaatlardan hoşlanma­maları yüzündendir. Böylece Allah, onların, mü'min iken yap­tıkları iyi amelleri boşa çıkarır. [58]
29. Kalplerinde şüphe ve nifak bulunan münafıklar, durumlarını, Allah'ın, mü'min kullarına açık­lamayacağını mı sanıyorlar? Onların, İslama" ve müslümanlara karşı taşı­dıkları kin ve buğzu ortaya çıkarmayacağına mı inanıyorlar? Allah, mutlak onların durumunu açıklayıp rezil edecektir. [59]
30. Ey Muhammedi İsteseydik onları şahsen sana gösterirdik de sen onları alâmetlerinden tanırdın. Fakat Allah, onlara ve müslüman akrabalarına acıdığı için, belki tevbe ederler diye, on­ları şahsen göstermeyip gizli tuttu. Ey Muhammedi sen münafıkları, konuşma üslûpları ve sözlerinin mânâsından mutlaka tanırsın. Görünüşü iman ve İslam, iç yüzü ise inkâr ve sövme ifade eden sözleriyle, sana yaptıkları tarizden bilirsin Kelbî şöyle der: Bu âyet indikten sonra, yanında herhangi bir münafık konuştuğunda, Rasurullah (s.a.v) mutlaka onu tanırdı.[60] Amellerinizden hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. Maksadınıza göre, onların karşılığını size verir. Bu sözde hem va'd, hem tehdit vardır. [61]
31. Ey insanlar! Allah yolunda cihâd edenleri ve cihâdın güçlüklerine sabredenleri bilinceye kadar sizi ci­hat ve diğer zor yükümlülüklerle mutlaka imtihan edeceğiz. Burda "bilmek" ten maksat, Allah'ın bildiği şeyin ortaya çıkmasıdır. Amelleri­nizin iyisini ve kötüsünü birbirinden ayırmamız için bunu yapacağız. İbn Cüzey şöyle der: Yüce Allah'ın, biz bilinceye kadar" sözünden maksat şudur: Aleyhinize delil olacak şekilde ortaya çıkacak bir ilimle bi­linceye kadar.." Şüphesiz Allah eşyayı var olmadan önce bilir. Fakat o, kul­larının yaptığı fiilleri, kendi aleyhlerine delil getirmek istedi. Fudayl b. İyâz bu âyeti okuduğu zaman ağlar ve "Ey Allah'ım bizi imtihan etme. Çünkü imtihan edersen bizi rezil eder ve gizli olan şeylerimizi açığa çıka­rırsın" derdi.[62]
32. Delil ve mucizelerle Peygamberin doğruluğu ve Allah'ın rasulü olduğunu an­ladıktan sonra Allah'ın âyetlerini inkâr eden, insanların müslüman olmasını engelleyen ve Peygambere itaati bırakıp ona düşmanlık edenler var ya, Onlar inkârları ve engellemeleriyle, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Allah onların zekat ve benzeri amellerini de boşa çıkaracaktır. Âhirette onların sevabını göremeyeceklerdir. [63]
33. Ey iman edenler! Allah'ın ve peygamberinin emirlerine sarılın. O kâfir ve münafıkların amellerini boşa çakırdıkları inkâr, nifak, kendini beğenme ve riya gibi şeylerle amellerinizi boşa çıkarmayın. [64]
34. Allah'ın âyetlerini inkâr edip, insan­ları hidayet ve iman yolundan alıkoyanlar, sonra da kâfir ola­rak ölenler var ya, Allah onları hiçbir durumda asla bağışlamayacaktır. Bu âyet, kâfir olarak ölen kimseyi Allah'ın bağışlamayacağını kesin olarak göstermektedir. Zira Yüce Allah, mealen, "Kuşkusuz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz"[65] buyurmuştur. Ebussuûd şöyle der: Bu hükmün, "Ashâb-ı Kalîb"[66] hakkında indiği doğru da olsa, kâfir olarak ölen herkesi kapsayan bir hükümdür.[67]
35. Kâfirlerle savşatığmızda gevşeklik yapıp da onları sulha ve anlaşmaya çağırmayın, Mü'min olduğunuz için, üstün ve galip olan siz olduğunuz halde böyle yapmayın. Allah, yardım ve zaferiyle, sizin yanınızdadır. Amellerinizin seva­bından hiçbir şeyi size eksik vermez. İbn Kesir şöyle der: "Allah sizinle be­raberdir" sözünde, düşmana karşı, büyük bir yardım ve zafer müjdesi vardır.[68]
36. Dünya hayatı, sadece geçici ve fani bir hayattır. Kararı ve sebatı yoktur. Çocukların oyalandığı oyun ve eğlenceye benzer. Şeyhzâde şöyle der: Yüce Allah dünya ve onda bulunan nimetlerin, cihâda gitmeye ve âhirette sevap kazandıracak diğer şeylere engel ol­masının doğru olmayacağını açıkladı. Çünkü dünya hayatı, çabuk sona er­mesi hususunda, oyun ve eğlence gibidir. Ahiret hayatı ise sonsuz bir hayattır. Öyleyse dünya sevgisi ve onda bulunan lezzetli ve iştah çekici şeylere düşkünlüğün, gazadan korkmaya ve cihâddan geri durmaya sebep olması doğru olmaz.[69] Allah'a inanır ve ondan hakkıyle korkarsanız, amellerinizin sevabını size tam ola­rak verir ve sizden bütüm malınızı harcamanızı istemez. Aksine sadece, mallarda takdir edilen zekâtı ister. İbn Kesir şöyle der: Allah'ın size ih­tiyacı yoktur. Sizden bir şey istemez. Sadece fakir kardeşlerinize yardım olsun diye, mallarınızın zekâtını vermeyi size farz kıldı ki, bunun sevap ve faydası tekrar size dönsün.[70]
37. Aşırı bir şekilde mallarınızın hepsini ister ve onu harcamanız hususunda ısrar ederse cimrilik yaparsınız. ve Allah, kalplerinizdeki cimriliği ve hayır için mal harcamaktan hoşlan­madığınızı ortaya çıkarır. İbn Cüzey şöyle der: Bu şöyle olur. İnsan mal sevgisi üzerine yaratılmıştır. Sevdiği şey hakkında kiminle münakaşa edi­lirse sırlan ortaya çıkar. Yükümlülükler hususunda Allah'ın kullarına sert davranmaması onlara olan merhametindendir.[71]
38. Ey muhataplar topluluğu! Siz, Allah yolunda harcama yapmaya çağrılıyorsunuz. Kuşkusuz siz, gücünüzün yettiği şeylerle yükümlüsünüz. Sizden öylesi vardır ki, cimri­lik edip Allah yolunda harcamaz. Kim, Allah yo­lunda harcamayıp cimrilik ederse,cimriliğinin zararı ona aittir. Çünkü cimri­lik, sevap ve mükafattan onu alıkoy ar: Sâvî şöyle der: fiili, "çok cimri oldu" mânâsına geldiğinde harf-i çeri ile geçişli olur. Sadece "cimri oldu" mânâsında kullanıldığı zaman harf-i çeri ile geçişli olur.[72] Allah'ın, sizin harcamalarınıza ihtiyacı yoktur. Mallarınıza muh­taç değildir. Siz ise ona muhtaçsınız. Allah'a itaat­ten ve emirlerine uymaktan yüz çevrirseniz, yerinize, Allah'a sizden daha itaatli olacak başka bir kavim getirir. Sonra, Allah yolunda harcama hususunda sizin gibi cimri olmazlar. Bilakis onlar cömert ve ik­ram sahibi kişiler olur. [73]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek sûre birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. İnkâr edenlerin ve Allah yo­lundan alıkoyanların işlerini, Allah boşa çıkarmıştır" âyeti ile " İman edip yararlı işler yapanlar..." âyeti arasında mukabele vardır. Bu, güzelleştirici edebî sanatlardandır.
2. Daha önce, "iman edenler" denildikten sonra, " Muhammed'e indirilene iman edenler" kısmıyla, umumdan onra husus zik­redilmiştir. Bundaki nükte, Hz. Muhammed (a.s.)'e indirilenin şanının yüce olduğunu ve önemini ifade etmektir.
3. "Savaş, ağırlıklarım bırakmcaya kadar" cümle­sinde istiâre-i tebeiyye vardır. Yüce Allah istiâre-i tebeiyye yoluyla, savaşı bırakmayı, savaş âletlerini yere bırakmaya benzetmiş ve "yere bırakmak" mânâsına gelen vad' kelimesinden, "sona erer, bırakır" mânâsına gelen fiilini türetmiştir.
4. Ayaklarınızı sabit kılar" cümlesi, mecâz-ı mürseldir. Yüce Allah cüz'ü zikredip, "küll"ü kastetmiştir. "Sizi sabit kılar" demektir, sebat ve sarsıntı ayaklarda meydana geldiği için olayı bununla ifâde etmiştir. Bu, " iç ellerinizin kazandığı şeyler sebebiyle" âyetine benzer.
5. Karşılıksız ile fidye olarak, iman ettiler ile " inkâr ettiler" ve " zengin" ile 'Malili fakirler" arasında tıbâk vardır.
6. "İş ciddiye binince" âyetinde mecâz-ı aklî vardır. Zira, azim (ciddiye binme), işi yapana ait olduğu halde işe nisbet edilmiştir. Bu, Onun gündüzü oruçludur" sözüne benzer.
7. Dönerseniz, sizden... beklenmez mi?" âye­tinde iltifat vardır. Zira daha Önce III. şahıs olarak anlatılan kimseler, şid­detli kınama ve azarlama için, muhatap (II. şahıs) olarak ifâde edilmiştir.
8. "Yoksa kalpler üzerinde, kilitleri mi var?" âyetin­de istiâre-i tasrîhiyye vardır. Yüce Allah, kalpleri, kilitli kapılara benzetti. Zira o kalpler, hiçbir nasihatçmın nasihatma ve hiçbir kınayanın kınaması­na açılmaz. Bu, latîf istiarelerdendir.
İçinde, bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar vardır" âyetinde " nehirler" keli­mesi tekrar edilerek itnâb yapılmıştır. Bu, cennet nimetlerine daha fazla
teşvik içindir.
10. "Arkalarına döndüler" cümlesi, iman ettikten son-
ra inkâr etmelerinden kinayedir.
11. ve benzeri âyet sonlarında akıcı kuvvetli seci' vardır. Bu, güzelleştirici edebî sanatlardandır.
Yüce Allah'ın yardımıyle "Muhammed Sûresi"nin tefsiri bitti. [74]


[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/81-82.
[2] Misbâh, maddesi
[3] Beyit, A'şâ'nmdır. Bkz. Kurtubî, 16/229
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/86.
[5] Keşşaf, 4/250
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/87.
[6] Sâvi Haşiyesi, 4/81
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/87.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/87.
[9] Teshil, 4/46
[10] Enfâl sûresi, 8/12
[11] Keşşaf, 4/251
[12] Muhtsar-ı İbn Kesîr, 3/330
[13] Bu sûre, 31. âyet.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/87-88.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/89.
[16] Ebû Hayyân, Bahr, 8/75
[17] Buhârî, Rikâk, 48; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/13
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/89.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/89.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/89.
[20] Keşşaf, 4/253
[21] Seyyid Kutub şöyle der: "Amellerin boşa çıkarılması " ifadesi, Kur'an'ın tasvirdeki üslu­buna göre söylenmiş "tasvirî" bir ifadedir. Âyette geçen "ihbâf'ın aslı olan "hubût", hayvanın otlakta yediği, onu helake ve ölüme götürecek bir nevi ot veya zehirli bitkiden dolayı karnının şişmesidir. O kâfirler de böyledir. Âmeİleri şişip kabarmış sonra da yok olup git­mişlerdir. Şüphesiz bu durum, Allah'ın indirdiğinden hoşlanmayan, sonra da zehirli bitkiyi otlayınca şişen hayvanın karnı gibi kabarık ve şişkin amelleri ileövünen kimselerin haline uy­gun bir şekil ve harekettir. (Bkz. Fî Zilâli'l-Kur'ân, 25/60)
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/89.
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/89-90.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/90.
[25] Keşşaf, 4/253
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/90.
[27] Ayette muzâf hazfedilmiştir. Yani demektir. Bu, meşhur bir mecazdır.
[28] Cemel Haşiyesi, 4/145
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/90.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/91.
[30] Muhtasar-ı ibn Kesîr, 3/332
[31] İbn Kesîr, 7/295; Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/332
[32] Sâffât sûresi, 37/47
[33] Ebussuûd, 5/74
[34] Beyzâvî Haşiyesi 3/348
[35] Buhârî, Rikâk, 51, Tevhîd 38; Müslim, Cennet. 9
[36] Sâvî Haşiyesi, 4/84
[37] Kurtubî, 16/237
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/91-92.
[39] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/333
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/92.
[41] Tefsîr-i kebîr, 28/58
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/92.
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/92-93.
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/93.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/97.
[45] Cevherî, Sıhah maddesi.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/97.
[47] Kurtubî, 16/243.
[48] Kiyâme sûresi, 75/34; İbn Cüzeyy, Teshîl, 4/49. Bazı tefsirciler "Onlara daha layıktır" mânâsına geldiği görüşündedirler. Bunun haberi ise " itaat ve makul sözdür" olur. Bizim verdiğimiz mânâ daha açık olup
Kurtubî'nin de tercihidir.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/97-98
[49] Tefsîr-i kebîr, 28/62.
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/98.
[51] Bahr, 8/82
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/98.
[52] Kurtubî, 16/246
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/98.
[53] Tefsîr-i kebîr, 28/66
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/98-99.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/99.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/99.
[56] Kurtubî, 16/250
[57] Bahr, 8/84
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/99.
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/99.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/99.
[60] Kurtubî, 16/253
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/99-100.
[62] Teshil, 4/50
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/100.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/100.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/100.
[65] Nisa sûresi, 4/48
[66] Benî Mustalik gazvesinde, bir kuyu başında Peygamber (s.a.v.) ve Ashabı (r.anhum) hak­kında ileri geri konuşan münafıklar (mütercimler).
[67] Ebussuûd, 5/78
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/100-101.
[68] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/338
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/101.
[69] Beyzâvî Haşiyesi, 3/352
[70] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/338
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/101.
[71] Teshil, 4/50
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/101.
[72] Sâvî Haşiyesi, 4/89
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/101-102.
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 6/102-103.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder