Bakara suresi(3)
Faydalı Bilgiler
1. Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediği rivayet
edilmiştir: Yüce Allah, Yahudilere de, Hıristiyanlara da Ramazan orucunu farz
kıldı. Fakat Yahudiler bu ayda oruç tutmayı bırakıp senede bir gün oruç
tuttular. Bu günün de Fira-vun'urt boğulduğu gün olduğuna inanıyorlardı.
Hiristiyanlara gelince onlar, Ramazan ayında oruç tutmaya devam ettiler. Ancak bu ay, çok sıcak günlere tesadüf
edince[534] oruç zamanını değiştirip, onu sabit bir vakte aldılar. Böyle yaptıkları
için de onun süresini on gün artırdılar. Bir müddet sonra kralları hastalandı ve
bu hastalıktan kurtulmak için yedi gün oruç tutmayı adadı. Bu yedi günü de
ilave ettiler, Daha sonra başka bir kral geldi. Bu üç günü niçin tutmuyoruz
deyip üç gün de o ilave ederek süreyi elli güne çıkardı. İşte, "Allah'ı bırakıp
bilginlerini ve rahiplerini Rabblar edindiler[535] mealindeki âyetten
maksat budur.
2. Hafız tbn Kesir şöyle der: Oruç hükümleri
arasında, duaya teşvik eden âyetinin zikredilmesinde, oruç süresi
bittikten.sonra, hatta her iftar anında dua etmeye bir teşvik vardır. Zira
Rasulallah (s.a.v.) Şöyle buyurmuştur. "İftar anında oruçlunun yaptığı dua
reddolunmaz. Abdullah b. Ömer (r.a.) iftar anında şöyle dua ederdi: "Ey Allahım!
Herşeyi kuşatan rahmetin ile, Senden
beni bağışlamam istiyorum."
3. cümlesinin zahiri mânâsı, kulların Allah'ı
sorduklarını gösterir. Halbuki zât-ı bâri'den sorulmaz, ancak O'nun işlerinden
sorulur. Bunun cevabında gelen cümlesi, kulların, Allah'ın kendilerine
uzaklığı veya yakınlığım sorduklarını göstermektedir. Bu cevapta, diğer
âyetlerde gelen sorulara verilen
cevaplarda olduğu gibi, veya Jü lafızları kullanılmamıştır. Meselâ: "Rasû-lüm,
sana dağlar hakkkında sorarlar, de ki:Rabbim onları ufalayıp savuracak[536] âyetinde cevap, Jlâ ile başlamıştır. Yukarıdaki âyette ise, Yüce Allah
kullarına son derece yakın olduğunu, kendisinden bir şey isteyen ihtiyaç
sahipleri ile, kendisi arasında herhangi bir vasıta olmaksızın onların
isteklerine cevap verecek şekilde onlarla beraber olduğunu bildirmek için,
cevabı bizzat kendisi vermiştir.
4. İbn Teymiyye şöyle der: Yüce Allah Arş'ın
üstünde mahlukâtını gözetmekte, onları kollamakta ve her türlü hallerini görmektedir. Allah'ın
mahlukâtına yakın olduğuna inanmak da bu cümledendir. Sahih hadiste şöyle
zikredilmiştir. Dua etmekte olduğunuz Yüce Allah, size üzerine bindiğiniz
devenizin boynundan daha yakındır" Kitap ve sünnette zikredilen Allah'ın
mahlukâta yakınlığı ve onlarla beraberliği, O'nun, mahrukatının fevkinde ve
üstünde olduğuna dair zikredilen diğer nasslara aykırı değildir. Zira Yüce
Allah'ın bir benzeri yoktur.
5. Yüce Allah bize, kadınlar ve cinsiyetle ilgili
konulardaki edebî öğretmek için, eşler arasındaki cinsi münasebeti güzel bir
tabir ile ifade etti. İşte bundan
dolayıdır ki, İbn Abbas (r.a): Allah
(c.c) Kerîm'dir, Halîm'dir, kinayeli söz söyler" demiştir.[537] [538]
188. Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle
yemeyin. Kendiniz bile bile, insanların mallarından bir kısmını, haram
yollardan yemeniz için o malları hâkimlere vermeyin.
189. Sana, hilâl şeklinde yeni doğan ayları
sorarlar. De ki: Onlar insanlar ve özellikle hacc için vakit ölçüleridir. İyi
davranış, asla evlere arkalarından gelip girmeniz değildir. Lâkin iyi davranış,
korunan kimsenin davranışıdır. Evlere kapılarından girin, Allah'tan korkun,
umulur kî kurtuluşa erersiniz.
190. Size karşı savaş açanlara, siz de Allah
yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları
sevmez.
191. Onları yakaladığınız yerde öldürün. Sizi
çıkardıkları yerden siz
de onları çıkarın.
Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram'-da onlar sizinle
savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa
siz de onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir.
192. Eğer onlar (savaştan) vazgeçerlerse Allah
Ğafûr ve Rahîm'dir,
193. Fitne tamamen yok edilinceye ve din de
yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zâlimlerden başkasına
düşmanlık ve saldırı yoktur.
194. Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler
(dokunulmazlıklar) karşılıklıdır. Kim size saldırırsa siz de ona misilleme
olacak kadar saldırın. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah müttakîlerle
beraberdir.
195. Allah yolunda harcayın Kendi ellerinizle
kendinizi tehlikeye atmayın. Her türlü hareketinizde dürüst davranın. Çünkü
Allah dürüstleri sever.
Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde oruçla ilgili hükümleri
açıklayıp, Ramazan gelerinde mü'minlerin yeme, içme ve cinsî münasebette
bulunmalarının mubah olduğunu beyan ettikten sonra, bu âyetlerde de, haksız
yere insanların mallarını yemenin haram olduğunu açıkladı. Zira müslümanın, ne
Ramazan gecelerinde, ne de başka bir zaman haram yemesi doğru değildir. Oruçtan
bahsederken söz, hilâlin görülmesi konusuna geldi. Bu ise, akla hilâllerin ne
olduğu sorusunu getirmektedir. Bu sebeple âyet-i kerimeler, hilâllerin,
insanların oruçları ve Allah'a yaklaşmayı sağlayan diğer ibadetler için
vakitleri bildirdiğini açıklıyor. [539]
Kelimelerin İzahı
Bâtil, lügatte, giden ve yok olan demektir. Giden
ve yok olan bir şey için denilir. Terim mânâsı ise; gasp, hırsızlık, kumar ve
faiz gibi yollarla elde edilen "haram mal" demektir.
İdla'nm asıl mânâsı, kovayı kuyuya salmaktır. Daha
sonraları, fiil olsun, söz olsun yapılan veya konuşulan her şey için idlâ
tabiri kullanıldı. Bir kimse delil sevkedip getirdiği zaman: denilir. Burada
idlâ'dan maksat, rüşvet olarak hakime mal vermektir.
Ehille, ayın insanlar tarafından görülen ilk hali
mânâsına gelen "hilâl" kelimesinin çoğuludur, Daha sonra kamer olur. Dolunay
haline geldiği zaman ise "bedir" denir.
Mevâkit, mikat kelimesinin çoğuludur. Miad
kelimesinin va'd mânâsına geldiği gibi, mikat da vakit mânâsına gelir. Bir
görüşe göre mikat, vaktin sonudur.
Bir kimse bir şeye karşı üstünlük sağlayarak onu
tutup yakaladığı zaman denilir. demek, "yaşıtlarına hemen galebe çalan kişi"
demektir. Şâir şöyle der:
Eğer bana üstün gelirseniz beni Öldürün. Ben kime
üstün gelirsem artık onu yaşatmam.
Tehlüke, helak olmak demektir. [540]
Nuzûl Sebebi
Rivayet olunduğuna göre Sahabeden bazıları şöyle
dediler: "Ya Rasu-lallah! Hilâl niçin bazan ip gibi ince görünüyor, sonra içi
dolarak her tarafı aydınlık oluyor, sonra da tekrar ilk haline dönünceye kadar
ışığı azalıyor. Güneş gibi bir halde durmuyor?"
Bunun üzerine... âyeti nazil oldu.[541] Rivayete göre, Câhiliyye devrinde Ensar ihrama girdiği zaman, geri
döndüğünde eve kapısından girmez, arka tarafından açtığı bir delikten içeri
girer veya bir merdiven bularak onunla evin üstüne çıkar, Öyle girerdi. Bunun
üzerine âyeti nazil oldu.
[542]
Âyetlerin Tefsiri
188. Mallarınızı, aranızda haksız sebeplerle
yemeyin. Yani, bir kısmınız bir kısmınızın mallarını, Allah'ın mubah kılmadığı
bir şekilde yemesin. İnsanların mallarından bir kısmını haksız yere almanız
için, size yardım etsinler diye, bâtıl yolda olduğunuz ve haram yediğinizi bile
bile hâkimlere rüşvet olarak vermeyin. [543]
189. Ya Muhammedi Sana, niçin hilal önce ip gibi
oluyor, sonra büyüyüp yuvarlaklaşıyor, sonrada tekrar eski haline dönünceye
kadar ışığı azalıp inceliyor? diye soruyorlar. Onlara deki: Hilalin bu hallere
girmesi, sizin ibadet vakitlerinizi gösterir. Onlar sizin, oruç, hac ve zekat
vakitlerinizi bilmeniz için birer alamettir. İyi davranış, Câhiliyye devrinde
yaptığınız gibi, evlere arkalarından girmek değildir. lâkin iyi davranış, takva
sahibi kişinin Allah'ın haramlarından korunmak suretiyle işlediği ve sizi O'na
yaklaştıran salih ameldir. İnsanların normal zamanlarda yaptığı gibi, evlere
kapılarından girin. Mesut ve bahtiyar kişiler olabilmeniz ve Allah'ın rızasını
elde edebilmeniz için O'ndan korkun. [544]
190. Allah'ın dinini yüceltmek için, sizinle
savaşan kâfirlere karşı savaşın. Sakın aşın gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez.
Yani onlarla savaşa önce siz başlamayın. Zira Allah zulmedenleri ve aşın
gidenleri sevmez. Bu hüküm, İslama davetin başladığı yıllarda idi. Daha sonra
"Siz de müşriklere karşı topyekün
savaşın.[545] mealindeki âyetle kaldırıldı. Bir görüşe göre, bu hüküm, kendisinden
sonra gelen şu âyetin hükmüyle kaldmldı:[546]
191. Onları nerede bulursanız öldürün, yani ister
Harem'in dahilinde isterse Hill'de olsun,
onları yakaladığınız yerde öldürün. Onlar nasıl sizi Mekke'den
çıkarmışlarsa, sizde onları vatanlarından çıkarıp kovun. Mü'mini dininden
çevirmek, onu öldürmekten daha kötüdür, veya kâfirlerin küfrü, sizin onları
Harem dahilinde Öldürmenizden daha kötü bir iştir. Onlar, Harem dahilinde
savaşı büyük bir günah sayıyorlarsa, bilsinler ki onların küfrü daha büyüktür,
Onlar Mescid-i Haram'da size karşı savaşı başlatmadıkça, siz onlara karşı savaşa
başlamayın, Eğer savaşı onlar başlatırsa, o zaman siz de onlan öldürün. Çünkü
oranın hürmetini onlar bozmuş olurlar.
Kötülüğü başlatan daha zâlimdir. İşte, Allah'ı inkâr eden her kâfir
hakkında verilecek hüküm budur. [547]
192. Eğer onlar şirkten vazgeçer ve İslam'a
girerlerse, onları bırakın. Zira Allah, tevbe edip kendisine sığınan herkese
mağfiret ve merhamet eder.
[548]
193. Kâfirlerle, onların güçlerini kırıncaya,
yeryüzünde şirkten eser kalmaymcaya ve Allah'ın dini diğer bütün dinlere üstün
ve galip gelinceye kadar savaşın. Eğer sizlerle savaşmaktan veya şirkten
vazgeçerlerse, siz de onlarla savaşmayı bırakın. Kim, onlar savaşı bıraktıktan
sonra savaşmaya devam ederse zulmetmiş olur. Zâlimlerden başkasına düşmanlık ve
saldırı yoktur. [549]
194. Sonra Yüce Allah, müşriklerin düşmanlık ve
saldırılarını def etmek miçin, haram aylarda müslümanların onlarla
savaşmalarının mubah kılındığını açıkladı ve şöyle buyurdu: Haram ay, haram aya;
hürmetler hürmetlere kısastır. Yani onlar haram ayda sizinle savaşırlarsa, siz
de bu ayda onlarla savaşın. Onlar ayın hürmetini ihlal edip sizin kanınızı
akıtmayı helal sayarlarsa siz de onlara aynı şeyi yapın.[550] Kim size saldmrsa, siz de ona,
misliyle saldırın. Kendinizi, haddi aşmaktan alıkoyun. Siz Mescid-i Haram
dahilinde veya haram ayda savaş açana, misliyle karşılık vererek cezalandınn,
haddi aşmayın, Allah'tan korkun. Bütün iş ve davranışlarınızda Allah'ın emrini
göz Önünde bulundurun. Bilin ki O, dünya ve âhirette yardım ve desteğiyle, daima
takva sahipleriyle beraberdir. [551]
195. Cihad için ve Allah'a yaklaşmayı sağlayan
diğer ameller için harcayın, harcarken cimri davranmayın. Eğer Allah yolunda
harcamaz ve cimrilik yaparsanız belâya uğrar ve düşmana mağlup olursunuz.
Bazılarına göre bu âyetin mânâsı şöyledir: Mallarınız ve çoluk çocuklarınız ile
meşgul olarak, Allah yolunda cihadı terketmeyin, yoksa helak olursunuz. Bütün
amelleriniz de, Allah'ı görüyormuş sunuz gibi hareket edin ki, Allah sizi
sevsin ve kendisine yakın olan dostları arasına sizi de katsın. [552]
Edebî Sanatlar
1. Âyetinde, tariz nevilerinder olan ve üslub-u
hakîm adı" verilen edebî sanat vardır. Müşrikler Rasulallar (s.a.v.)'a yeni
doğan ayın niçin küçük olduğunu, daha sonra ışığı artara! niçin dolunay haline
geldiğini soruyorlar, Yüce Allah ise onları, hilâllerir bu şekilde olmasındaki
hikmeti beyana sevkediyor. Demek istiyor ki: "Sizin için faydalı olan ayın ilk
günlerinden itibaren ışığının artıp, sonun doğn yine azalmasının sebebini
sormanızı değil" hilallerin yaratılışındaki hik meti sormanızdır. İşte
edebiyatçılar bu sanata "uslûb-u hakîm" derler.
2. Bu cümlede, hazif yoluyla îcaz vardır. Takdiı
şöyledir: Haram ayın hürme tini ihlal etmek, karşılık olarak aynı ayın hürmetini
ihlal etmeyi gerektiril Bu sanata "hazif yoluyla icaz" ismi verilir.
3. cümlesinde Müşâkele sanatı vardıı Müşâkele,
lafızların aynı, mânâlarının farklı olmasıdır. Bu cümlede hadc aşmanın karşılığı
da haddi aşmak, diye isimlendirilmiştir. Nitekim Bir kötülüğün cezası, ona denk
bir kötülüktür,[553] âyetinde de aynı sanat vardır. Zeccâc der ki: Araplar, kendilerine
zulmeden bir kimseye ayniyle karşılık verdikleri zaman, * derler. [554]
Faydalı Bilgiler
1. Kur'an-ı Kerim'de kıtal veya cihad lafızları,
daima "fî sebilillah" kelimesiyle beraber zikredilmektedir. Bu, kıtalden
maksadın çok yüce ve şerefli bir gaye olduğunu gösterir ki, bu gaye de "Allah'ın
dinini yüceltmek"tir. Yoksa, hükümranlık, ganimet elde etmek, yeryüzünü istilâ
veya başka herhangi bir basit gaye değildir.
2.
Kur'an'da gibi, sual sıyğasıyla gelen her soruya, fâ
harfi kullanılmadan lafzıyle cevap verilmiştir. Sadece Tâhâ sûresinde şeklinde
gelen sual sıygasına, fâ harfi kullanılarak, "De ki, Rabbim onları ufalayıp
savuracak"[555] şeklinde cevap ve il mistir. Bunun hikmeti şudur: Diğer âyetlerde geçen
bütün cevaplar, soru sorulduktan sonra verilmiştir. Tâhâ sûresinde ise, soru
sorulmadan cevap verilmiştir. Takdiri şöyledir: "Sana dağlar hakkında soru sorulursa, de ki:
"Rabbim onları ufalayıp savuracak.[556]
3.
Rivayet edildiğine göre, müslümanlardan biri Rûm
ordusuna saldırarak aralarına girdi. Bunu görenler: "Sübhanellah! Adam kendi
elleriyle kendini tehlikeye attı" dediler. Ebu Eyyub el-Ensarî şöyle dedi: "Ey
Ensar topluluğu! Bu âyet bizim hakkımızda indi . Allah bu dini kuvvetlendirir ve
yardımcıları çoğalırken biz: "Mallarımızla meşgul olsak, da zayi olanları telâfi
etsek, dedik. Bunun üzerine: "Allah yolunda harcayın, kendi ellerinizle
kendinizi tehlikeye atmayın" mealindeki âyet nazil oldu. Buna göre asıl tehlike,
mallarla ve onların ıslâhı ile meşgul olup da, Allah yolunda cihadı
terketmektedir". Ebu Eyyup el-Ensarî, şehit oluncaya kadar Allah yolunda
savaştı ve Rûm diyarında şehit olarak oraya gömüldü. [557]
196. Haccı ve umreyi Allah için tam yapın. Eğer
alikonursamz kolayınıza gelen kurbanı gönderin. Kurban, yerine varıncaya kadar,
başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden her kim hasta olursa yahut başından bir
rahatsızlığı varsa, oruç veya sadaka veya kurban olmak üzere fidye gerekir.
Emin olduğunuz vakit kim hac günlerine
kadar umre ile faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir.
Kurban kesemeyen kimse hac günlerinde üç, memleketine döndüğü zaman yedi olmak
üzere oruç tutar ki, hepsi tam on gündür. Bu söylenenler, ailesi Mescid-i Haram
civarında oturmayanlar içindir. Allah'tan korkun. Biliniz ki Allah'ın vereceği
ceza ağırdır.
197. Hacc, bilinen aylardadır. Kim o aylarda
hacca niyet ederse, hac esnasında kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara
yönelmek, kavga etmek yoktur, ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. Azık edinin.
Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl Sahipleri! Benden
korkun.
198. Rabbinizden gelecek bir lütfü aramanızda
size harhangi bir günah yoktur. Arafat'dan ayrılıp akın ettiğinizde Meş'ar-i
Haram'da Allah'ı zikredin ve O'nu size gösterdiği şekilde anın. Şüphesiz, siz
daha önce yanlış gidenlerden idiniz.
199. Sonra insanların (Sel gibi) aktığı yerden
siz de akın. Allah'tan mağfiret isteyin. Çünkü Allah affedici ve
esirgeyicidir,
200. Hacc
ibadetlerinizi bitirince, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha
kuvvetli bir şekilde Allah'ı anın. İnsanlardan öyleleri var ki; "Ey Rabbi-miz!
Bize dünyada ver" derler. Böyle kimselerin âhi-retten hiç nasibi
yoktur.
201. Onlardan bir kısmı da "Ey Rabbimiz! Bize
dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru"
derler.
202.
İşte onlar için, kazandıklarından büyük bir nasip
vardır. Allah'ın hesabı çok sür'atlidir.
203. Sayılı günlerde Allah'ı anın. Kim iki gün
içinde acele edip dönmek isterse, ona günah yoktur. Kim geri kalırsa ona da
günah yoktur. Bunlar günahtan sakınanlar içindir. Allah'tan korkun ve bilin ki
hepiniz O'nun huzurunda toplanacaksınız.
Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Yüce Allah, önceki âyetlerde oruçla ilgili
hükümleri açıkladıktan sonra, bu âyetlerde de hacc ile ilgili hükümleri
açıkladı. Çünkü hacc ayları, oruç aylarından hemen sonra gelmektedir. Aradaki
kıtal âyetleri ise haram aylar ve o aylardaki savaş gibi, çok önemli bir konudan
bahsetmektedir. Bu âyetler Müslümanlar ihramlı iken müşriklerin saldırısına
uğrarlarsa, nefislerini korumak için karşı saldırıya geçmelerinin ve haram
aylarda savaşmalarının mubah olup olmadığım açıklamaktadır.
Önceki âyetler hilallerin hikmetini, onların oruç
ve hacc gibi ibadetlerin vakitlerini gösteren birer alâmet olduğunu beyan
ettikten sonra, müs-lümanların haram aylarda savaş durumlarını beyan etmiştir.
Rasulullah (s.a.v.) umre yapmak istediği zaman, müşrikler onun Mekke'ye
girmesine mani olmuşlar ve bunun üzerine Hudeybiye Sulhu yapılmıştır. Sonra
ertesi yıl kaza umresi yapmak isteyince, Ashabı ihramlı iken müşriklerin ahdi
bozarak kendilerine saldırmalarından korkmuşlardı. Bu âyetler, müslüman-ların,
haram ayların hürmetini ilk defa kendilerinin bozmamaları gerektiğini,
müşrikler bozdukları takdirde, karşılık olarak ve onların saldırılarını defetmek
için bu aylarda savaşabileceklerini beyan etmiştir. Daha sonraki âyetlerde ise,
haccın ve ihsarın hükümlerinden bahsedilmiştir. İşte, önceki âyetlerle bu
âyetler arasındaki münasebet budur. [558]
Kelimelerin İzahı
îhsar, hapsetmek ve engel olmak demektir. Bir kimse
diğerini seferden menettiği zaman denir. Bir kimse birini hapsedip ona engel
olduğunda denir. Ezherî şöyle der: Bir kimse hapse atılarak hareketten men
edildiği zaman Hastalık veya yolu kesilmek suretiyle seferden alıkonulursa
denir.
Hedy; deve, koyun ve sığır gibi hayvanlardır.
Beytullah'a götürülen hayvandır. En küçüğü koyundur.
Mahill, kurban kesmenin helal olduğu yerdir ki,
burası da Ha-rem-i Şerif veya mahsur kalan kimsenin mahsur kaldığı
yerdir.
Kulun, Allah için kesmiş olduğu kurban mânâsına
gelen "nesike" kelimesinin çoğuludur.
Cünah, ash orta yoldan sapmak mânâsına gelen cünüh
kökünden olup "günah" manasınadır.
"Ayrıldığınız zaman" demektir. Aslı, suyun
dökülerek akması mânâsına gelen
fiilindendir. demek, "Suyun akmasına benzer bir hızla Arafat'tan
ayrıldınız" demektir.
Halâk, Allah'ın rahmetinden nasib ve pay
almak demektir. : "Hesap için
toplanacaksınız" demektir.
[559]
Âyetlerin Nüzul Sebebi
1. İbn Abbas (r.a.)'m şöyle dediği rivayet
edilmiştir: "Yemenliler, azık ve yiyecek tedarik etmeden haccederler ve "Biz
Allah'a tevekkül ediyoruz" derlerdi. Mekke'ye geldikleri zaman da, dilencilik
yaparlardı. Bunun üzerine Yüce Allah: "Azık edinin, Bilin ki, azığın en
hayırlısı takvadır" mealindeki âyetini indirdi.[560]
2. Âişe (r.a.)'m şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Kureyşliler ve onlarla aynı dinde olanlar Müzdelife'de vakfe yapıyorlardı.
Hamâset-i diniyye iddialarından dolayı bunlara "Hums" ismi verilirdi. Diğer
Araplar ise Arafat'ta vakfe yapıyorlardı. İslam gelince, Yüce Allah
peygamberine Arafat'a gelip vakfe yaptıktan sonra oradan ayrılmasını emretti.
Kureyşliler, Meş'a-r-i Harâm'dan bir sel gibi toplu olarak akarlardı. Bunun
üzerine Yüce Allah: "Sonra insanların sel gibi akın ettiği yerden, siz de sel
gibi akın edin" mealindeki âyeti indirdi.[561]
Âyetlerin Tefsiri
196. Hacc ve umreyi, rükün ve şartlarına riayet
ederek, tam bir şekilde, Allah rızası İçin eda edin. Hastalık veya düşman
sebebiyle hac veya umreyi tamamlamanız engellenirse ve ihramdan çıkmak
isterseniz kolayınıza gelen deve, sığır veya koyundan birini kurban kesmeniz
gerekir. Kurbanlık hayvan, kesileceği yere varıncaya kadar, traş olarak veya
saçlarınızı kısaltarak ihramdan çıkmayınız. Kurbanın kesileceği yer, Ha-rem-i
Şerif veya mahsur kalman yerdir.: Ey ihram giymiş mü'minler! Sizden kimin
cildinde kıllarım kesmeyi gerektiren bir hastalığı olur da onları tıraş ederse
veya başında, bit ve başağrısı gibi kendisine eziyet verecek bir şey bulunduğu
için ihramli iken başını tıraş ederse, ona fidye vacip olur. Bu fidye ya üç gün
oruç tutmak veya altı fakire üç sa' miktarınca sadaka vermek veya en az bir
koyun olmak üzere bir kurban kesmektir. liti İşin başlangıcında emniyet içinde iseniz
veya ihsardan sonra emniyete ulaşırsanız, Bu takdirde, kim hacc aylarında umre
yapar ve ihramlı olmayanların faydalandığı güzel koku sürünme, kadınlara
yaklaşma ve benzeri diğer nimetlerden faydalanırsa, kolayına gelen bir kurban
kesmesi gerekir. Bu da, Allah'a şükrün bir ifadesi olarak keseceği bir koyundur.
Kim kurbanı alacak bir imkân bulamazsa, ongun oruç tutması gerekir. Bunun üç
gününü hacc için ihrama
girdiğinde, yedisini de
vatanına döndüğünde tutar. İşte bu, kurban yerine geçecek on gündür.
Sevabı da, eksiksiz olarak kurbanın sevabı kadardır. Bu temettü haccı veya bu
kurban, Harem-i Şerifte oturmayanlara mahsustur. Harem-i Şerifte oturanlar
haccı-ı temettü yapamazlar, onlar için bir kurban kesme de söz konusu değildir.
Allah'ın emirlerine sarılmak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle O'nun
azabından sakınınız. Biliniz ki, O'na muhalefet edene azabı şiddetlidir. Yüce
Allah bundan sonra haccın vaktini açıklayarak şöyle buyurur: [562]
197. Haccın mevsimi, insanlar arasında bilinen
Şevval ve Zilkade ayları ile Zilhicce ayının ilk ongunudur. Kim bu aylarda
ihrama girip telbiye yaparak hacca niyet ederse, artık onun için Hacc esnasında
hanımına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur.
Yani hacca niyet eden kimse kadınlara yaklaşamaz ve onlardan faydalanamaz.
Çünkü o, Allah'a yönelmiş ve O'nun rızasını istemiştir. Dolayısıyla şehevî
arzuları bırakması, masiyetleri, cedelleşmeyi ve arkadaşlarla kavga etmeyi terk
etmesi gerekir. İleriye, nefsiniz için hayırdan ne gönderirseniz, Allah onun
karşılığında size en güzel şekilde mükâfat verir. Âhiretiniz için takva azığı
hazırlayın. Çünkü o, en hayırlı azıktır. Ey akıl ve anlayış sahipleri! Benden
korkun ve azabımdan sakının.[563]
198. Rabbinizden gelecek bir lutfu aramanızda
size harhangi bir günah yoktur. Yani hacc esnasında ticaret yapmanızda size bir
günah ve bir vebal yoktur. Çünkü dünyalık ticaret dinî ibadete mani
değildir.
Daha önce müslümanlar hacc aylarında ticaret
yapmayı günah sayarlardı. Bu âyet inerek, müslümanlarm hacc aylarında ticaret
yapmalarım mubah kıldı.
Arafat'ta vakfe yapıp oradan ayrıldığınızda dua,
tazarru, tekbîr ve tehlîl ile, Müzdelife'de Meş'ar-i Haram'ın yanında Allah'ı
anınız. O'nun size gösterdiği gibi güzel bir şekilde O'nu anınız. Hidayet ve
iman nimetine karşılık O'na şükrediniz. Çünkü o sizi hidayete iletmeden önce,
siz imanı ve dinin hükümlerini bilmeyen sapıkların içindeydiniz. [564]
199. Sonra, Müzdelife'den değil insanlann bir sel
gibi akıp gittiği Arafat'tan siz de inin.
Bu hitap Kureyşli'leredir. Zira Kureyşliler,
kendilerini diğer insanlardan üstün görüyor ve onlarla birlikte Arafat'ta
durmak istemiyorlardı: "Biz Allah'ın dostları ve O'nun hareminin sakinleriyiz.
Oradan dışarı çıkmayız." diyorlar ve Harem sınırları içinde olduğundan
Müzdelife'de duruyorlar, sonra da oradan inip gidiyorlardı. Bunlara, "dindarlar"
mânâsına "hums" denilirdi. Yüce Allah Rasulüne Arafat'a çıkıp orada vakfe
yapmasını, sonra da oradan inmesini emretti.
Geçmiş günahlarınızdan dolayı Allah'tan af
dileyiniz. Çünkü Allah'ın bağışlaması çok, rahmeti geniştir. [565]
200. Hacc işlerini bitirip sona erdirdiğinizde,
babalarınızı andığınız ve övgü vesilelerini sayıp döktüğünüz gibi, hatta ondan
daha fazla Allah'ı anınız.
Müfessirlerin anlattığına göre Araplar, hac
menâsikini îfa ettikten sonra Mina'da Mescitle dağ arasında durarak,
babalarından intikal eden övgü vesilelerini, tarihî güzel günlerini anarlardı.
İşte bunun için, onlara sadece Allah'ı zikretmeleri emredildi.
Öyle insan vardır ki, sadece dünyayı düşünür ve
şöyle der: Allah'ım! Bana vereceğin mü -kâfatı ve lütfü sadece dünyada ver.
Böyle kimsenin âhirette bir payı, bir nasibi yoktur. [566]
201. İnsanlardan öylesi de vardır ki hem dünya ve
hem de âhiretin hayrını ister ve bizi
cehennem azabından koru, der. Bu, akıllı mü'mindir. Bu dua, bütün hayırları
toplar, bütün serleri de uzaklaştırır. Çünkü dünyadaki hasene (hayır); sıhhat,
afiyet, iyi bir ev, güzel bir eş, bol rızık ve daha bir çok iyi şeyleri kapsar.
Âhiretteki hayır da büyük korkudan emin olma, hesabı kolay verme, cennete girme,
Allah'ın cemalini görme ve benzeri hayırları kapsar. [567]
202. İşte' hem dünya ve hem de âhiret mutluluğunu
isteyen bu kimselerin yaptıkları iyi amellerden bolca nasipleri vardır.
Allah'ın hesaba çekmesi süratlidir. Mahlukâtı, göz açıp kapayıncaya kadar hesaba
çeker. [568]
203. Sayılı günlerde Allah'ı anın. Yani kurban
kesme gününden sonra üç gün namazlardan sonra ve şeytan taşlarken tekbir
getirerek Allah'ı zikrediniz. Kim acele ederek iki gün sonra Mina'dan aynhrsa
ona bir günah yoktur. Kim geri kalıp da üçüncü gün, ki buna ikinci ayrılış günü
denir, şeytan taşlarsa ona da bir günah yoktur. Zikredilen bu hükümler,
Allah'tan korkup haccını en güzel bir şekilde tamamlamak isteyenler içindir.
Allah'tan korkunuz ve biliniz ki, siz hesap için Allah'ın huzurunda
toplanacaksınız da, amellerinize göre sizi cezalandıracaktır. [569]
Edebî Sanatlar
1. Cümlesi, kurbanı ihsar yerinde kesmekten
kinayedir.
2. Burada hazif yoluyla icaz vardır. Yani, kim
hasta olduğu için tıraş olursa, veya başında kendisine eziyet verecek bir şey
bulunduğu için tıraş olursa ona fidye gerekir, demektir.
3. Burada gâibten muhataba dönüş vardır. Bu da
edebî güzelliklerdendir.
4. Burada tafsilden sonra icmal vardır. Bu, itnab
kabilinden bir sanattır. Oruca devam etmenin onu basite almamanın veya
günlerinin sayısını eksiltmemenin gerektiğini vurgular.
5. Cümlesinde, işin büyüklüğünü göstermek ve
kalblere korku salmak için, zamir yerine, Allah lafzı açık isim olarak
getirilmiştir.
6. Bu kelimelerin sıygası olumsuzluk bildirmekle
birlikte, hakikatte bunlar yasaklayıcı emirlerdir. Yani, "Kimse hanımınaj
yaklaşmasın ve fâsıkhk etmesin" demektir. Bu tür bir ifade, sarih bir
yasaklamadan daha vurguludur. Çünkü bu ibare, böyle bir işin kesinlikle
olmaması gerektiğini ifade eder. Zira hoş görülmeyen ve bizatihi çirkin olan
şeyin, hacc aylarında yapılması daha çirkindir. Bir şeyi haber sıygasıyla
getirip de nehyini murat etmek, daha mübalağalı ve daha açıktır.
7. Bu cümlede teşbih-i temsil vardır. Buna
"Mürsel-Mücmel" denilir. âyeti arasında latif bir mukabele sanatı
vardır. [570]
Faydalı Bilgiler
1.
kelimesi, aslında ibadet manasınadır. Kurban kesmek de,
mü'minin Allah'a yaklaşacağı şerefli ibadetlerden olduğu için, hayvanı kurban
etmeye de "nüsük" denir.
:
2.
Dünya azığı, nefsin istek ve arzularını yerine getirmeyi
temin eder. Âhiret azığı ise, ahiret nimetlerini elde etmeyi sağlar. Bundan
dolayı! Yüce Allah, faydalı olan âhiret azığım zikretti. Bu mânâda el-A'şâ şu
beyti söylemiştir.
Sen takva azığını almadan göçer de öldükten sonra
azığını almış kimse ile karşılaşırsan, onun gibi olmadığına ve onun âhireti
gözettiği gibi gözetmediğine pişman olursun. [571]
204. İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı
hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbindekine Allah'ı
şahit tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır.
205. O, dönüp gittiğinde yeryüzünde ortalığı
fesada vermek; ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah
bozgunculuğu sevmez.
206. Böylesine "Allah'tan kork!" denilince benlik
ve gurur kendini günaha sevkeder. Ona cehennem yeter. O ne kötü
yataktır.
207. İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah'ın
rızasını almak için kendini feda eder. Allah da kullarına
şefkatlidir.
208. Ey iman edenler! Hep birden İslam'a girin.
Sakın şeytanın peşinden gitmeyin.
Çünkü o, apaçık düşmanmızdır.
209.
Size apaçık deliller geldikten sonra, eğer
saparsanız, şunu iyi bilin ki Allah Azizdir, Hakimdir,
210. Onlar, ille de buluttan gölgeler içinde
Allah'ın ve meleklerin gelmesini mi beklerler? Halbuki iş bitirilmiştir. Bütün
işler yalnızca Allah'a döndürülür.
211. İsrailoğullarına sor. Onlara nice mucizeler
verdik. Kİm mucizeler kendisine geldikten sonra Allah'ın nimetini değiştirirse,
bilsin ki Allah'ın azabı şiddetlidir.
212. Kâfir olanlar için dünya hayatı cazip
kılındı. Onlar, iman edenler ile alay ederler. Oysa ki, inkârdan sakınanlar
kıyamet gününde onların üstündedir. Allah dilediğine hesapsız rizık
verir.
Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde, oruç, zekat ve hacc
gibi kalpleri temizleyen ve ruhları arındıran ibadetleri anlattı. İnsanlardan
bir kısmının sadece dünyayı istediğini, ondan öteye bir gayesi olmadığını; bir
kısmının ise, Allah rızasını kazanmak gibi yüce bir gayesi olduğunu bildirdi. Bu
âyetlerde ise, her iki grupla ilgili örnek verdi: Bunlardan birisi, kendini
şeytana kaptırmış dalâlet grubu, diğeri ise kendini Rahman'a vermiş hidayet
grubudur. Daha sonra Yüce Allah, şeytanın peşinden gitmekten sakındırdı ve
onun, bizim amansız düşmanımız olduğunu
bildirdi. [572]
Kelimelerin İzahı
Leded, şiddetli düşmanlık demektir. Taberî, eleddü
kelimesinin amansız düşman mânâsına olduğunu söyler. Hadiste "Allah katında en
sevimsiz kişi, husumeti şiddetli olandır" buyrulmuştur.
Hars, ekin demektir. Çünkü tohum önce ekilir, sonra
tarla sürülür.
Nesi, zürriyet ve çocuk demektir. Bu kelime,
aslında, süratle çıkmak manasınadır. "Rabblerine koşarak giderler[573] mealindeki âyette de bu mânâda kullanılmıştır. Çocuk anasının rahmine
süratle düştüğü için ona nesil denmiştir.
İzzet; gurur ve haysiyet demektir.
Hasb, fiil mânâsına isimdir. "O'na yeter"
demektir.
Mihâd, yatıp uyumak için hazırlanan
döşektir.
"Satıyor" manasınadır.
tbtiğâ, istemek demektir.
Bu kelime, sin harfi esre okunduğunda "İslam, üstün
okunduğunda "sulh" mânâsına gelir. Bunun aslı, boyun eğmek ve itaat etmek
mânâsına gelen "İstislam" kökündendir. Şair şöyle der:
Kabilemi İslam'a çağırdım. Neticede gördüm ki, yüz
çevirmiş kaçıyorlar.
Zelel, doğru yoldan sapmak demektir. Hakiki mânâda,
ayak kayması için kullanılır. Daha sonraları manevî işlerde
kullanılmıştır.
Zulel, zulle kelimesinin çoğuludur. Zulle ise,
güneş ışınlarını perdeleyip görünmesine mani olan şeydir. [574]
Nüzul Sebebi
1.
Rivayet edildiğine göre Ahnes b.Şureyk Peygamberimize
gelerek müslüman olduğunu bildirdi ve onu sevdiğine dair yemin etti. Halbuki
görünüşte müslüman, fakat içi çirkef dolu bir münafıktı. Biraz sonra Rasu-lullah
(s.a.v.)'m yanından ayrılıp gitti. Yolda mü s lüm ani ardan bir topluluğa ait
ekine ve eşeklere rastladı.' Ekini yaktı, eşekleri de öldürdü. Bunun üzerine Yüce Allah ifadesiyle başlayıp yi ile sona eren âyetleri
indirdi.[575]
2.
Rivayet edilir ki, Suheyb-i Rûmî Medine-i Münevvere'ye
hicret etmek istediğinde Kureyş müşriklerinden bir grup onu geri çevirmek için
arkasından yetiştiler. Bunun üzerine
bineğinden inip, çantasmdaki okları
çıkarttı, yayını aldı ve şöyle dedi: Ey Kureyş topluluğu! Benim, sizin en iyi okçunuz olduğumu biliyorsunuz.
Allah'a andolsun ki, çantamdaki okları atıp bitirinceye kadar bana
yaklaşamazsmız. Sonra, kılıcımdan elimde bir parça kaldığı müddetçe sizinle
savaşırım. Ondan sonra bana istediğinizi yapın". Müşrikler: "Sen bize geldiğinde
hiçbir şeyi olmayan fakir ve zayıf birisiydin. Şimdi zenginsin!! dediler. Bunun
üzerine Suheyb: "Malımın yerini size söylesem beni serbest bırakır mısınız?"
dedi. Müşrikler: "Evet"
dediler. Süheyb onlara Mekke'deki malının bulunduğu
yeri söyledi. Medine'ye geldiğinde Rasulallah (s.a.v.)'m huzuruna girdi.
Rasulallah (s.a.v.) ona: "Alışverişin kârlı olsun Ya Suheyb!" diye dua etti.
Bunun üzerine Yüce Allah âyetini indirdi.[576]
Âyetlerin Tefsiri
204.
Ey Muhammedi İnsanlardan öylesi vardır ki, sözü senin
hoşuna gider, tatlı dili ve kuvvetli ifadesiyle seni hayrete düşürür. Fakat o,
yalancı bir münafıktır. Onun bu davranışı sadece dünya hayatında etkisini
gösterir. Âhirete gelince, orada hükmedecek olan sadece, kalpleri gören,
sırlardan haberdar olan ve gayıplan bilen Yüce Allah'tır. münafık, sana iman
ettiğini söyler, fakat kalbindeki küfür ve nifakla Allah'a karşı savaşır. O,
amansız bir düşmandır. Görünüşte dindar, tatlı dilli, iyi birisi olmasına rağmen
bâtıl uğrunda savaşır.
[577]
205.
Senin yanından ayrılıp gittiği zaman, yeryüzünde fesat
çıkarır.
Bu âyet Ahnes hakkında nazil olmuştur. Fakat,
diliyle kalbi birbirini tutmayan her münafık hakkında geçerli umumî bir
hükümdür. Bu gibiler hakkında, şöyle bir Arap atasözü vardır: Diliyle tatlı
tatlı söyler, fakat tilki
gibi sana tuzak kurar,
İnsandan veya hayvandan türeyen nesli ve ekini
helak eder. Yani onun fesadı umumîdir. Şehirliyi de bedeviyi de kapsar. Hars,
ekin ve meyvelerin yetiştiği yer tarladır. Nesil, canlıların yavrularıdır.
İnsanları ayakta tutan da bu iki şeydir. Dolayısıyle bu ikisinin ifsadı,
insanlığı yok etmek demektir. Allah fesadı ve fesat çıkaranları sevmez.[578]
206.
Ona, "Allah'tan kork" denilince, günahları sebebiyle
benlik ve gurur onu yakalar. Yani bu günahkâr kişilere, "Çirkin söz ve
fiillerden vazgeçin" diye öğüt verilince, benlik ve cahili gururları onları
günah işlemeye ve kibirlilik taslayarak hakkı kabul etmemeye sevkeder. Neticede
bozgunculuk çıkarma ve inat işine iyice dalarlar. Yatak ve döşek olarak cehennem ona yeter. O,
ne kötü yataktır! [579]
207.
İnsanlardan bazıları da vardır ki, Allah'ın rızasını
elde etmek için kendini feda eder. Bunlar hayırlı ve iyi kimselerdir. Yüce Allah
münafıkların kötü vasıflarını anlattıktan sonra, mü'minlerin övgüye layık güzel
vasıflarını anlattı. Yani insanlar içinde hayır ve salah ehli bir grup vardır
ki, sadece Allah'ın rıza ve sevabını elde etmek için kendilerini Allah yolunda
feda ederler, yaptıkları amellerle O'nun rızasından başka bir şey talep
etmezler.
Allah, kullarına karşı engin rahmet sahibidir.
İyilikleri kat kat mükâfatlandırır, kötülükleri bağışlar, kendisine isyan
edenleri hemen cezalandırmaz. Sonra Yüce Allah mü'min kullarına, hükmüne boyun
eğmelerini, emirlerine uymalarını ve İslam dinine girmelerini emretti. Zira
Allah ondan başka hiçbir dini kabul etmez. [580]
208.
Ey iman edenler! İslam'a, o-nun bütün hükümlerine
tamamen uymak suretiyle girin, bir hükümle amel edip diğerini bırakmayın, mesela
namaz kılıp zekatı vermemezlik etmeyin. İslam bir bütündür, bölünmez. Şeytanın aldatmalarına kanarak onun size
gösterdiği bâtıl yollara girmeyin. O sizin apaçık bir düşmanmızdır. [581]
209.
Eğer İslamın hak olduğuna dair kesin ve apaçık
deliller geldikten sonra, tökezleyip ona girmekten yüz çevirirseniz Biliniz ki
Allah galiptir, kendisine isyan edenlerden intikam almaktan âciz değildir,
yarattığı ve yaptığı her şey bir hikmete bağlıdır. [582]
210. Onlar yüce olan Allah'ın, mahlukâtı arasında
h'üküm vermek için kendilerine gelmesinden başka bir şey beklemezler.[583] O gün de semâ yarılır ve buluttan gölgeler içinde Allah (c.c), Arş'ın
taşıyıcıları ve sayılarını Allah'tan başka kimsenin bilmediği melekler buluttan
gölgeler içinde inerler. Bu sırada melekler yüksek sesle şöyle teşbih ederler;
"Mülkün ve melekût âleminin sahibi olan Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih
ederiz. İzzet ve kudret sahibi olan Allah noksan sıfatlardan uzaktır. Hiç
ölmeyen, daima diri olan Allah'ı teşbih ederiz. Mahlukâtını öldürüp kendisi
ölmeyen Allah hertürlü eksiklikten yücedir. O her kötülükten münezzeh ve
mukaddestir, meleklerin ve Ruh'un Rabbidir. Artık mahluklar arasında hüküm
vererek, iyiyi kötüden ayırma işi bitmiştir. Bir grup cennete, bir grup
cehenneme gitmiştir. Bütün insanların dönüşü bir olan Allah'adır. Yüce Allah'ın
bu şekilde buyurmasından maksat, kıyamet gününün korkunçluğunu ve
dehşetini gözler önünde canlandırmak ve o gün, gerçek
hâkimin, hüküm ve kazasına asla karşı gelinemeyen Yüce Allah olduğunu beyan etmektir. Sonra Yüce Allah,
Rasulüne hitap ederek şöyle buyurur: [584]
211. Ey Muhammed! İsrâîloğullarma şu soruyu
sorarak onlar» kına: Musa'nın doğruluğuna delâlet eden, ne kadar açık ve kesin
deliller gördüler. Buna rağmen nasıl da küfredip iman etmediler? Kim,
mû'cizeler kendisine geldikten sonra, Allah'ın nimetlerini bırakıp onlara
karşılık küfür ve inkârı alırsa, bilsin ki, Allah'ın ona tattıracağı azap çok
şiddetli ve elem vericidir.
[585]
212. İnkâr edip kâfir olanlara dünya hayatı
süslendi. Yani dünyanın şehvet nimetleri onlara süslü gösterildi. Kalplerini
dünya sevgisi kuşattığı için âhireti unuttular. Şerre iyice dalarak ebediyyet
yurdu olan âhiretten yüz çevirdiler. Bu yüzden de, dünyayı bırakıp âhirete
yönelen mü'minleri geri zekalılıkla itham edip, onlarla alay ederler. Nitekim
onların bu durumu, "Dünyada günahkârlar, iman edenlere gülerlerdi[586] mealindeki âyette de anlatılmaktadır. Yüce Allah onların bu bâtıl
görüşlerini reddetmek için şöyle buyurur: Oysaki, iman edip Allah'ın azabından
korunanlar, onların çok üstünde olan mevkilerdedir. Mü'minler a'la-i illiyyînde,
kâfirler ise esfel-i sâfilîndedir. Mü'minler âhirette izzet ve ikramın
zirvesinde, kafirler ise zillet ve horluğun dibindedir. Allah, dilediğine
hesapsız rızık verir. Yani, "kendilerine hesapsız rızık verilmek üzere, cennete
girerler[587] mealindeki âyette
belirtildiği gibi, Yüce Allah, dostlarını bitmez tükenmez bol nzıklarla
rızıklandmr. Veya ister mü'min olsun, ister kâfir; ister iyi olsun ister
günahkâr, hikmet ve dilemesi icabı dilediği kuluna bol rızık verir. Bu hususta onu kimse hesaba çekemez. [588]
Edebî Sanatlar
1. Burada "izzet" lafzından sonra "ism" lafzı
zikredilmiştir. Edebiyatçılar bu
sanata "tetmim" (tamamlama) sanatı
derler. Çünkü izzet lafzı genellikle övülen bir vasfı akla getirir. Böyle
olmadığını bu izzetin yerilen bir izzet olduğunu göstermek için, ondan sonra
"ism" lafzı getirilmiştir.
2. Bu, bir nevi hakaret ve alaydır. Yani, nasıl
bir anne oğluna yumuşak yatak ve örtü ile hizmet edip ikramda bulunursa,
cehennem de öylece onlar için hazırlanmış bir döşektir!...
3. Buradaki istifham, olumsuzluk mânâsında
istifham-ı inkârîdir. Daha sonra gelen ^1 edatı bunu göstermektedir.
"Beklemezler" manasınadır.
4. Burada "zulel" lafzı, korkunçluk ve heybet
ifade etmesi için nekre gelmiştir. Zira bulutlar, içindekileri göstermeyecek
kadar yoğun olduğu için, son derece heybetli ve korkunç görünürler, cümlesinde
ki mâzî fiil, cümlesindeki muzâri fiile atfedilmiş tir. Onun sanki olmuş gibi
muhakkak tahakkuk edeceğini göstermek için böyle yapılmıştır.
5. Burada heybeti artırmak ve kalplere korku
salmak için, zamir yerine Allah lafzı kullanılmıştır.
6. Burada "süsleme" fiili, mâzî olarak
getirilmiştir. Zira dünyanın kâfirlere süslü gösterilmesi ve dünyayı süslü görme
vasfının onların tabiatlarına yerleştirilme işi tamamlanmıştır. Bu mâzî fiil
üzerine, muzâri fiilinin affedilmesinin sebebi ise, onların, mü'minlerle alay
etmelerinin devam etmesidir. Zira muzâri
sıygası devam ve süreklilik ifade eder. [589]
Bir Uyarı
İbn Teymiyye "Tedmuriyye" adlı risalesinde şöyle
der: Yüce Allah zâtını, "buluttan gölgeler içinde gelmek" ile
vasıflandır-mıştır. Burada "ityân" (gelmek) fiilini kullandığı gibi, başka bir
âyette de aynı manada "meçi" fiilini kullanmıştır. Gerek Kur'an'da, gerekse
sahih hadislerde, Allah'ın zâtı ile ilgili bunlara benzer lafızlar
kullanılmıştır. Bu lafızlar hakkında söylenecek bir söz vardır. O da Selefin ve
imamların görüşüdür. Onlar Yüce Allah'ı kendisinin ve Rasulünün vasfettiği
gibi, aynı lafızları kullanarak tahrifsiz, ta'dilsiz, keyfiyet belirtmeden ve
benzetme yapmadan vasfetmişlerdir. Zâtı hakkında ne söylenirse, sıfatlan
hakkında da aynı şey söylenir. Ne zatında, ne sıfatlarında, ne de fiillerinde
hiçbir şey O'na benzemez.
Eğer birisi: "Yüce Allah nasıl gelir? O'nun gelmesi
nasıldır?, diye sorarsa ona şöyle denir: O'nun zâtının nasıl olduğu bilinmediği
gibi, sıfatlarının da nasıl olduğu
bilinmez".[590]
213. İnsanlar bir tek ümmet îdi. Allah,
müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm
vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi.
İndirilen kitapta hiç kimse ayrılığa düşmedi.
Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten
sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa
düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri
gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola
iletir.
214.
Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler
size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara
öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki
mü'minler "Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?" dediler. Bilesiniz ki Allah'ın
yardımı yakındır.
215.
Sana ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Maldan
harcadığınız şey, ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için
olmalıdır. Şüphesiz Allah, yapacağınız her hayrı bilir.
216.
Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı.
Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için
daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, halbuki siz
bilmezsiniz.
217.
Sana haram ayı yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki:
"O ayda savaşmak büyük bir günahtır. Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr
etmek, Mescid-i Ha-ram'ın ziyaretine mani olmak ve halkını oradan çıkarmak ise, Allah katında daha büyük günahtır.
Fitne de adam öldürmekten daha büyük günahtır." Onlar eğer güçleri yeterse, sizi
dininizden döndürünceye kadar
size karşı savaşa devam ederler. Sizden kim, dininden döner de kâfir olarak
ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da âhirette de boşa gider. Onlar
cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar.
218.
İman edenler ve hicret edip Allah yolunda ci-had edenler
var ya, işte bunlar, Allah'ın rahmetini
uman kişilerdir. Allah, Ğafûr ve Rahîm'dir.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah bundan önceki âyetlerde insanlasın iki
grup olduğunu; bir grubun, tatlı dil ve ifade gücü ile insanları sapıklığa
düşürüp, yeryüzünde fesat çıkardığını, bir grubun ise, Allah rızasını gözetip
O'ndan başka hiç kimseden birşey beklemeyerek kendini hak uğruna feda ettiğini
anlattı. Hayır ile şer ehli arasında kavga ve münazara kaçınılmaz bir şey olduğu
gibi, hak için kılıca sarılmak da mutlaka yapılması gereken bir iştir. Bundan
dolayı Yüce Allah mü'minlere, hakkı müdafaa için kılıca sarılmalarını, zulüm,
taşkınlık ve düşmanlığı def etmek için cihad etmelerini meşru
kıldı. [591]
Kelimelerin İzahı
Bağy, azgınlık ve taşkınlık demektir.
Bu kelime, yer sarsıntısı mânâsına gelen "zelzele"
kelimesinden alınmıştır. Zelzele, şiddetle sarsmak, hareket ettirmek
demektir.
Kürh, nefsin hoşuna gitmeyen şey demektir. İbn
Kuteybe: "Kürh, meşakkat; kerh ise zorlama, zorla istediğini yaptırma
manasınadır" der.
Sadd, engellemek, mani olmak demektir. Bir kimse
diğerini birşey yapmaktan men ettiği zaman denir.
Dönüyor demektir. Riddet, imandan küfre dönmektir.
Rağıb el-İsfehanî şöyle der: "Irtidât ve Riddet, geldiği yoldan geri dönmek
demektir. Ancak riddet, sadece küfre geri dönmek mânâsına kullanılır. İrtidat
ise, küfre dönmek mânâsına kullanıldığı gibi, diğer hususlarda da geri dönmek
mânâsına kullanılır. Nitekim, "Hemen, izlerinin üzerine geri döndüler.[592] mealindeki âyette de bu
mânâdadır.[593]
Boşa gitti, yok oldu demektir. Lisânu'1-Arab
müellifi şöyle der: Habita: "Bir amel işledi, sonra onu ifsat etti." demektir.
Nitekim "Allah, onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır.[594] mealindeki âyette, bu kelime, "boşa çıkarmak, sevaplarını yok etmek"
mânâsında kullanılmıştır.[595]
Nüzul Sebebi
Rasulullah (s.a.v.), bir Kureyş kervanını
gözlemeleri için, Abdullah b. Cahş komutasında bir seriyye göndermişti. Kervanda
Amr b.Hadramî ve onunla beraber üç kişi vardı. Seriyye de olanlar Amr
b.Hadrami'yi öldürüp iki kişi de esir aldılar. Ticaret mallarıyle birlikte
kervanı alıp götürdüler.
Bu olay Recep ayının ilk günü meydana gelmiştir.
Seriyyedeki müslüman-lar ise, o günün, Cemaziye'l-âhir'in son günü olduğunu
zannediyorlardı. Bunu fırsat bilen Kureyşliler: "Muhammed, korkanların her
türlü tehlikeden emin olduğu, insanların kazanç elde etmek için her tarafa
rahatlıkla gittiği haram ayın hürmetini ihlal etti" dediler. Bu, müslümanlara
zor geldi. Bunun üzerine ... o âyeti nâzii oldu. [597]
Âyetlerin Tefsiri
213. İnsanlar bir tek ümmetti. Yani insanlar
imanlı ve doğru fıtratlı idiler. Daha sonra, ihtilaf edip birbirine düştüler.
Bunun üzerine Yüce Allah, insanları doğru yola iletmek için, mü'minlere cennet
nimetlerini müjdeleyen kâfirlere de cehennem azabını haber veren peygamberler
gönderdi. Onlarla beraber insanlığı hidayete iletmek ve ihtilafa düştükleri din
hususunda onları aydınlatmak ve aralarında hükmetmek üzere semavî kitaplar
gönderdi.
Kitabın doğruluğuna dair kendilerine apaçık ve
kesin deliller geldikten sonra, kâfirlerin mü'minleri kıskanmaları sebebiyle
kendilerine kitap verilenler yine de ihtilafa düştüler. Anlaşmazlığı ortadan
kaldırmak için hidayet kaynağı olan bu nurlu kitabın verildiği kimseler, tam
tersini yaptılar. Çünkü ihtilafı ortadan kaldırmak için gönderilen kitabı o
ihtilafın iyice derinleşmesine ve kuvvetlenmesine sebep kıldılar. Bunu gaflet ve
cehaletleri sebebiyle değil, açık delilleri görerek, bile bile yapıyorlardı.
Allah sapıkların ayrılığa düşüp ulaşamadıkları hakikate, lütfederek ve kolaylık
sağlıyarak mü'minleri ulaştırır. Allah dilediğini Naîm cennetlerine götüren
doğru yola iletir. [598]
214. Ey mü'minler! Yoksa imtihan olunmadan
cennete gireceğinizi mi sandınız? Halbuki sizden önce gelip geçen mü'minlerin
başına gelenler sizin başınıza gelmedi. Onların imtihan edildiği musibetlerle
imtihan olunmadınız. Onlara öylesine fakirlik, şiddetli belâ ve musibetler geldi
ve zelzele sarsar gibi Öylesine sarsıldılar ki bu sarsıntılar peygamber ve beraberindeki mü'minlerin:
"Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?" diyecekleri bir dereceye ulaştı. Zira onlar
aşırı bir şekilde bunaldıkları için yardımın geç kaldığı kanaatine varmışlardı.
Bu durum, imtihanın şiddetini çok güzel tasvir etmektedir. Peygamberler sabır
ve sebatta daha dirençli olmalarına rağmen, sabırları taştı ve bu derecede
sıkıntılı ve bunalımlı duruma geldiler. İşte bu hal, onlara gelen şiddetli
musibetin son noktaya ulaştığını göstermektedir. Yüce Allah onlara cevaben,
şöyle buyurur: "Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır. Size müjdeler olsun
artık Allah'ın yardımının zamanı gelmiştir" "Allah kendisine yardım edenlere
mutlaka yardım eder.[599]
Sahabeden bazıları, Ey Allah'ın Rasulü! Malımızdan
ne infak edelim ve nereye verelim?, dediler. Bunun üzerine aşağıdaki âyet nazil
oldu. [600]
215. Ey Muhammed! Sana, mallarından ne
harcayacaklarını ve kime harcayacaklarını soruyorlar. Onlara de ki:
"Mallarınızdan harcayacaklarınızı, anaya, babaya, yakınlara, yetimlere,
fakirlere ve yolda kalmışlara harcayın."
Şüphesiz Allah yapacağınız her iyiliği bilir ve ona karşılık size bolca
mükafat verir.
Bundan sonra Yüce Allah, savaşın meşru oluşunun
hikmetini anlatarak şöyle buyurur: [601]
216. Ey mü'minler! Kâfirlerle savaşmak size farz
kılındı. Savaşta mal heder edildiği ve can tehlikesi bulunduğu için hoşunuza
gitmez ve size güç gelir. Fakat bazen birşey tamamen faydalı ve'hayırlı
olmasına rağmen hoşunuza gitmeyebilir. Bazen de bir şey sizin için bütünüyle
tehlikeli ve zararlı olmasına rağmen hoşunuza gidebilir. Umulur ki, hoşunuza
gitmese bile, savaşta sizin için hayır vardır. Çünkü onda ya zafer ve ganimet
elde edilir veya şehitlik mertebesi ve sevap kazanılır. Savaşı bırakmak hoşunuza
gitse bile belki de sizin için kötü olur. Zira bunda zillet, fakirlik ve
sevaptan mahrum kalma vardır. İşlerin neticesini, dünya ve âhiretiniz hususunda
hangisinin daha hayırlı olduğunu Allah sizden daha iyi bilir. Şu halde o size
ne emrediyorsa onu hemen yapınız.[602]
217.
Ey Muhammed! Arkadaşların sana haram aylarında
savaşmanın helâl olup olmadığını soruyorlar. Onlara de ki: O aylarda savaşmak
büyük bir olay olup günahı da büyüktür. Fakat ondan daha büyük ve daha önemli
bir şey vardır ki o da Mü'minleri Allah'ın dininden alıkoymak, Allah'ı inkâr
etmek, mü'minlerin Mescid-i Haram'a yani Mekke'ye girmelerini engellemek ve siz
Mescid-i Haram'ın ehli ve koruyucusu olduğunuz halde sizi Mekke'den çıkarmak,
işte bunların hepsi Allah katında sizin müşrikleri öldürmenizden daha büyük
günahtır. Sizin haram aylarında onlara karşı savaşmanızı büyük bir olay
sayıyorlarsa bilsinler ki onların Peygamber (s.a.v.) ve mü'minler hakkında
işledikleri daha büyük ve daha çirkin bir olaydır. İman ettikten sonra
müslümanlan küfre döndürmek için dinleri
hakkında onları fitneye düşürmek, Allah katında öldürmekten daha
büyüktür.
Onlar, güçleri yetse, sizi küfür ve sapıklığa
döndürünceye kadar sizinle savaşa devam etmeye kararlıdırlar, küfür ve
düşmanlıklarından vazgeçmezler Sizden kim onların çağrısını kabul eder de
dininden döner sonra kâfir olarak Ölürse onun daha önce işlediği salih ameller
hem dünyada hem de âhirette boşa çıkar ve sevabı gider. Onlar cehennem ehlidir.
Orada ebedî kalacaklar, oradan asla çıkmayacaklar. [603]
218. Allah'ın dinini yüceltmek için ailelerini
ve vatanlarım terk edip düşmanla cihad eden mü'minler var ya işte anlatılan
vasıfları taşıyan o kimseler, Allah'ın rahmetini kazanmaya lâyık olanlardır.
Allah'ın bağışlaması çok, rahmeti geniştir. [604]
Edebî Sanatlar
1. Âyetinde hazif yoluyla i'caz vardır. Takdiri
şeklindedir. âyeti hazf edilmiş bölümü göstermektedir.
2. Cümlesindeki edatı, munkatıadır. Hemze inkar
ve uzaklaştırma içindir. Yani soru, istifhâm-ı inkârîdir. Takdiri şeklinde olup
"yoksa sandınız mı" demektir.
3. Cümlesi olumsuzluk ifade eder. Ancak
olumsuzlaştırılan şeyin yani öncekilerin başına gelen musibetlerin meydana
gelmesi de beklenmektedir. Nitekim Zemahşerî de böyle demiştir. Mânâsı
şöyledir: "Sizden öncekilerin
başına gelenler sizin başınıza henüz gelmedi.
Ancak yakında gelecektir. Geldiği zaman sabrediniz."
Müberred şöyle der: Zeyd bana gelmedi cümlesi "Zeyd
sana geldi mi" cümlesinin olumsuz cevabıdır, denilirse bu, Zeyd henüz bana
gelmedi, gelmesini bekliyorum, demek olur. Buna göre âyet mü'minlerin başına
musibetlerin gelmesinin beklendiğini, yakında geleceğini ifade eder.
4. Bu cümlede yardımın gerçekleşeceğim gösteren
birkaç tane tekit unsuru vardır.
a) Cümle pekiştirme ifade eden istiftah edatı, y\
ile başlamıştır.
b) Cümlede pekiştirme edatı olan [ vardır.
c) İsim cümlesi tercih edilmiştir. yakında size
yardım edilecek, şeklinde fiil cümlesi kullanılmamıştır. İsim cümlesi ise
pekiştirme ifade eder.
d) Yardım, herşeye gücü yeten, âlemlerin Rabbi
Allah'a izafe edilmiştir.
5.
Bu cümlede mübalağa ifade etmek için 6jÇ mastarı, ismi meful olan yerinde
gelmiştir. Nitekim Hansa da: "Savaş bazen zafer, bazen de hezimettir" cümlesinde
ikbâl ve idbâr mastarlarım ismi meful yerinde kullanmıştır.
6.
Cümleleri arasında edebiyatta güzel sanatlardan sayılan
"mukabele" sanatı vardır. Sevmek ile sevmemek, hayır ile şer birbirlerine karşı
olarak söylenmiştir.
Faydalı Bilgiler
Peygamberlere gönderilen kitaplar birkaç tane
olmakla birlikte bunların özünde ve cevherinde tek kitap olduğuna işaret etmek
için Yüce Allah peygamberlere gönderilen kitapları âyetinde tekil bir sıyga ile
ifade etti. Çünkü o kitaplar aslında bir tek şeriatı ihtiva ederler. Nitekim
Yüce Allah şöyle buyurur: "Allah dinden Nuh'a tavsiye ettiğini size kanun
yaptı...[606]
Bir Uyarı
Buharı, Habbab b.Eret'ın şö'yle dediğini rivayet
etti: Rasulullah (s.a.v.) Kâ'be'nin gölgesinde cübbesini yastık etmiş yatıyordu.
Biz ona gelerek durumumuzdan şikayette bulunduk ve "Bizim için Allah'tan yardım
istemiyor musun? Bizim için O'na dua etmiyor musun?" dedik. Bunun üzerine
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Sizden önceki ümmetlerde kişi yakalanır ve
yerde kendisi için kazılmış bir çukura konuı-du. Testere getirilip başından
başlayarak vücudu ikiye ayrılırdı. Demir taraklarla et ve kemiklerinden de
Öteye (sinirleri bile) taranırdı. Fakat bu işkence onu dininden döndüremezdi.
Yemin ederim ki Allah bu işi tamamlayacaktır! (O kadar emniyette olacaksınız
ki) bineğine binip Sanâ'dan Hadramut'a giden kişi sadece Allah'dan, bir de
kurtların davarlarım yemesinden korkacak. Fakat siz acele
ediyorsunuz. [607]
219. Sana, şarabı ve kumarı sorarlar. De ki: "Her
ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takını faydalar vardır. Ancak
onların günahı faydasından daha büyüktür". Yine sana iyilik yolunda ne
harcayacaklarmı sorarlar: "İhtiyaç
fazlasını" de. Allah size âyetleri böyle açıklar ki
düşünesiniz.
220.
Dünya ve âhireti düşünesiniz diye... Sana yetimleri
sorarlar. De ki: "Onları iyi yetiştirmek
daha hayırlıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir.
Allah, işleri bozanla düzelteni bilir. Eğer Allah dileseydi, sizi de zahmet ve
meşakkate sokardı. Çünkü Allah azizdir, hakimdir.
221.
İman etmedikçe putperest kadınlarla evlenmeyin.
Beğenseniz bile putperest bir kadından, imanlı bir câriye kesinlikle daha
iyidir. İman etmedikçe putperest erkekleri de kızlarınızla evlendirmeyin.
Beğen-seniz bile putperest bir kişiden inanmış bir köle kesinlikle daha iyidir.
Onlar cehenneme çağırır, Allah ise, izni ile cennete ve mağfirete çağırır.
Allah, düşünüp anlasınlar diye âyetlerini insanlara
açıklar.
222.
Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: "O, bir
rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun.
Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah'ın size
emrettiği yerden onlara yaklaşın, şunu iyi bilin ki Allah tevbe e-denleri de
sever, temizlenenleri de sever.
223.
Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza
nasıl dilerseniz öyle
varın. Kendiniz için
önceden hazırlık yapın. Allah'tan korkun, biliniz ki, siz O'na
kavuşacaksınız. Mü'minleri müjdele!..
224. İyi davranmanız, kötülüklerden korunmanız ve
insanlar arasını düzeltmeniz hususunda yeminlerinizi bozmaya Allah'ı engel
kılmayın. Allah işitir ve bilir.
225. Allah, sizi kasıtsız yeminlerinizden sorumlu
tutmaz. Lakin kasıtlı yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar.
Allah Gafûr'dur, Halîm'dir.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah Önceki âyetlerde savaşın hükümlerini ve
onun meşru kılmmasındaki yüce gayeyi açıkladı, O da hakka yardım, dini aziz
kılmak ve ümmeti dış düşmanların yutmasından korumaktır. Yüce Allah, bu
âyetlerde de yurt içinde, toplumun güzel ahlak ve fazilet esaslarına göre
eğitilip ıslah edilmesi ile ilgili prensipleri anlattı. Devleti ayakta tutan
unsurların sağlam temeller üzerine oturması ve kasırgaların bile tesir
edemeyeceği yüksek bir saray şeklinde kalabilmesi için elbette dahilî ve haricî
bir kısım ıslâhatın yapılması gerekmektedir. [608]
Kelimelerin İzahı
Hamr içkilerden sarhoş eden şey demektir. Aklı
örttüğü için buna hamr denilmiştir. Bir kimse, kabm kapağını kapattığında
der.
Meysir. kumar demektir. Kumar, meşekkatsiz ve
yorulmaksızın kazanılan bir şey olduğu için, buna, kolaylık mânâsındaki yüsr
kökünden türetilerek "Meysir" adı verilmiştir. Bir başka görüşe göre kumar
zenginlik sebebi olduğu için servet mânâsına gelen "yesâr"
kökündendir.
İsm, günah demektir. İçki içmek günaha sebep olduğu
için ona da "ism" denilmiştir. Şâir bu kelimeyi içki mânâsında kullanmıştır.
Sarhoş oluncaya kadar içki içtim. İşte içki, akılları böyle giderir.
Afv, ihtiyaç fazlası demektir.
Sizi
güçlük ve meşakkate
düşürür manasınadır. Anet, meşakkat demektir.
Emet, câriye demektir. Bunun zıddına hür denilir.
Çoğulu şeklindedir.
Mahid, hayız mânâsına mastardır. Ayş (hayat)
mânâsına gelen "maîş" de bunun gibidir. Hayzm asıl mânâsı akmaktır. Sel akıp
taştığı zaman denir. Keza ağacın suyu aktığı zaman denir. Ay hali gören kadına
"hâiz" denildiği gibi "hâize" de denir. Ferrâ, bir mısrasında şöyle der: Temiz
değilken kendisiyle zina edilen hayızlı kadın gibi...
Hars. toprağa tohum atmaktır. Bu tarif Ragıb
İsfehanî'nindir. Cevherî ise şöyle der: Hars, ekin demektir. Hariste ekini eken
mânâsına gelir. Ayetteki mânâsı ise çocuğun döllenme ve gelişme yeri demektir.
Burada kadın tarlaya benzetilmiştir.[609]
Urda, mani ve engel demektir. Herhangi bir şeye
karşı ve ona engel olan herşeye urda denir. Güneşin görünmesine engel olduğu
için buluta da urda denir.
Lağv, değeri olmayıp düşen şey demektir. Bu şeyin
söz veya başka bir şey olması fark etmez. Kuşun ötmesine de denir. [610]
Nüzul Sebebi
a) Ensardan, içlerinde Hz. Ömer'in de bulunduğu
bir grup, Rasulullah (s.a.v.)'e gelerek dediler ki: "İçki ve kumar hakkında bize
fetva ver. Bunlar aklı giderici, malı telef edici şeylerdir." Bunun üzerine Yüce
Allah sana içki ve kumarı soruyorlar..." âyetini indirdi.
b) İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet olunur: Yüce
Allah, yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar, tam bir iyi niyet taşımaksızın
yaklaşmayın..,[611] mealindeki âyeti indirince, yanında yetim malı bulunanlar gidip
yetimin yiyecek ve
içeceklerini kendi yiyecek
ve içeceklerinden
ayırdılar.Yetimlere fazla fazla veriyorlardı. O da ya yiyebiliyor veya zayi
oluyordu. Bu iş onlara güç gelmeye
başladı. Durumu Rasulullah (s.a.v.)'e arz ettiler. Bunun üzerine "Sana
yetimleri sorarlar. Deki: Onları iyi yetiştirmek daha hayırlıdır..." âyeti
nazil oldu.
c) Enes (r.a.)dan şöyle rivayet edilmiştir:
Yahudiler, bir kadın hayız olduğu zaman onu evden çıkarırlar, birlikte yemek yemezler, içmezler ve onunla cima etmezlerdi. Bu durum
Rasulullah (s.a.v.)'e soruldu. Bunun üzerine Yüce Allah ... "Sana kadınların ay
halini sorarlar. De ki: O bir rahatsızlıktır." âyetini indirdi. [612]
Âyetlerin Tefsiri
219. Ey Muhammedi Sana içki ve kumarın hükmünü
soruyorlar. Onlara de ki: içki içme ve kumar oynamada büyük bir zarar ve günah,
fakat bunun yanında insanların basit maddî menfaatleri vardır. Ancak bunların
günah ve zararı menfaatinden daha büyüktür. Çünkü aklın gitmesi, malın heder
olması, içki sebebiyle vücudun hastalıklara maruz kalması; kumar sebebiyle
ailelerin yıkılması, evlerin harap olması ve oynayanlar arasında kin ve
düşmanlıkların meydana gelmesi büyük bir zarardır. Bu zararlar görülüp müşahade
edilmektedir. Bu büyük zarar, basit maddi menfaatte mukayese edildiğinde çirkin
ve pis olan içki ve kumarın tehlikesi daha iyi anlaşılır. Sana, mallarından
hangisini hayır için harcayıp hangisini geriye bırakacaklarını soruyorlar.
Onlara de ki: ihtiyaç fazlasını harcayınız. İhtiyacınız için temin ettiğiniz
malı harcayıp ta kendinizi mahrum bırakmayın. Allah size hükümlerini açıkladığı
gibi, helâl ve haramı, yararlı ve zararlı olan şeyleri de açıklar ki,
düşünesiniz. [613]
220.
ve ve âhiret işlerinde düşünesiniz de dünyanın fânî,
âhiretin bakî olduğunu anlayasınız ve bunlardan iyi olanım elde etmeye
çalışasınız. Kuşkusuz akıllı kimse, kalıcı olanı geçici olana tercih
eder.
Ey Muhammedi Sana yetimlerin mallarını kendi
mallarına katsınlar mı katmasınlar mı? diye soruyorlar. Onlara de ki: İslah
etmek üzere onlara müdahale etmeniz, ayırıp yüz üstü bırakmanızdan daha iyidir.
Onlarla birlikte yaşayıp da daha yararlı olacak şekilde onların mallarını kendi
malınıza katarsanız, bilesiniz ki, onlar sizin din kardeşlerinizdir. Din
kardeşliği ise soy kardeşliğinden daha kuvvetlidir.
Beraber yaşadığınızda, İslah edecek ve yarar
sağhyacak şekilde onların mallarını sîzinkilere katmanız bu kardeşliğin hukuk
undandır. Allah, yetimlerin malını, hiyanet etmek ve telef etmek maksadıyla
kendi malına katanla, onlara menfaat sağlamak maksadıyla katanı bilir ve
herbirine ona göre karşılığını verir. Allah dileseydi işi zora koşar, sizi
güçlük ve meşakkate sokardı. Fakat o, rahme-tiyle dini, sizin için
kolaylaştırdı. Kuşkusuz o galiptir. Hiçbirşey onun yapmak istediğini
engelleyemez. Kulları için koymuş olduğu kanunlarda da hikmet
sahibidir.
Bundan sonra Yüce Allah semavî dine mensup olmayan müşrik kadınlarla
evlenmekten sakındırarak şöyle buyurur: [614]
221. Ey Müslümanlar! Ehl-i kitap olmayan müşrik
kadınlar Allah'a ve âhiret gününe iman etmedikçe onlarla evlenmeyin. Müşrik
kadınlar malları, güzellikleri ve soy, makam ve saltanat gibi diğer cazip
yönleriyle hoşunuza git-selerde kuşkusuz inanmış bir cariye müşrik bir hürden
daha iyi ve üstündür. Kızlarınızı, ister putperest, ister Ehl-i kitap olsun
Allah'a ve Rasulüne iman etmedikçe, müşriklerle evlendirmeyin. Soy, sop ve
güzellik bakımından müşrikler hoşunuza gitse bile onları mü'min bir köle ile
evlendirmeniz elbette müşrik bir hür ile evlendirmenizden daha hayırlıdır,
kendileriyle evlenmeniz ve evlilik yoluyla akraba olmanız haram kılman o müşrik
kadın ve erkekler, sizi cehenneme götürecek şeye yani küfür ve fıska çağırırlar.
Size gereken, onlarla evlenmemek ve kızlarınızı onlarla evlendirmem
ektir.
Halbuki Yüce Allah sizin iyiliğinizi istiyor ve
sizi mutluluğa götürecek şeye çağırıyor. O da günahların bağışlanmasını ve
cennete girmeyi sağlıyan iyi ameldir, Allah, hüccet ve delillerini açıklıyor ki
öğüt alsınlar da iyi ile kötüyü, pis ile temizi birbirinden
ayırsınlar.
Yüce Allah bundan sonra hayzın hükümlerini
açıklayarak şöyle buyurur.
[615]
222. Ey Muhammed! Sana ay halinde kadınlarla
cinsel ilişkide bulunmanın helâl mı haram mı olduğunu soruyorlar. Onlara de ki:
O, pis bir şeydir. Bu halde kadınlarla cinsel ilişkide bulunnıak eşler için bir
eziyettir. Öyle ise, hayız halinde kadınlarla cinsel ilişkiden uzak durunuz,
Hayız kanları kesilip de boy abdesti
alıncaya kadar onlarla cinsel ilişkiye yaklaşmayınız. Bundan maksat, bu halde
iken onlarla cinsel ilişkide bulunmamaktır. Yoksa kadınları hayızlı iken
Yahudilerin yaptığı gibi yaklaşmamak, onlarla oturup kalkmamak ve birlikte
yiyip içmemek değildir, Onlar boy abdesti alıp temizlendiklerinde Allah'ın sizin
için helâl değil üreme yolu olan ön taraftan onkıldığı taraftan, yani arkadan
değil, çocuk üreme yolu olan ön taraftan onlarla cinsel ilişkide
bulunabilirsiniz, Allah günahlarından tevbe edenleri, fuhuş ve pisliklerden uzak
duranları sever. [616]
223. Kadınlarınız ekin tarlalarınız ve nesil
üretme yerlerinizdir, çocuk
onların rahimlerinde oluşur. Dolayısıyla onlara başka bir taraftan değil,
nesil ve zürriyet üretme yolundan istediğiniz şekilde yaklaşınız. İbn Abbas,
"Bitkini, biteceği yerde sula" demiştir. "İstediğiniz şekilde"den maksat, nesil
üretme yeri olan normal yerinden olmak şartıyle ayakta, oturarak, yatarak,
nasıl isterseniz o şekilde yapınız demektir. Bu âyet Yahudilerin, "Kişi eşiyle
arka taraftan gelerek cima ederse doğan çocuk şaşı olur." şeklindeki sözlerini
reddeder. Ahirette sizin için azık olacak salih amelleri önceden gönderiniz.
Allah'a karşı günah işlemekten sakınmak suretiyle ondan korkunuz ve biliniz ki
dönüşünüz O'nadır. O, size amellerinize göre karşılık verecektir. Mü'minleri
naîm cennetlerinde büyük bir kazanç ile müjdele. [617]
224. Allah adına yemin etmeyi, hayır yapmaya mani
bir sebep saymayın. Yani sizden biriniz: "Ben o şeyi yapmamaya Allah adına yemin
ettim. Yeminimi yerine getirmek istiyorum" diyerek onu, hayra mani olan bir
sebep kılmasın: Bilakis yeminleriniz için keffaret verip hayrı yapınız.[618] İbn Abbas (r.a) şöyle der: "Sakın, hayır yapmamak için, yeminini bozmaya
Allah'ı bir engel sayma. Fakat hayrı yap, yeminine de
keffaret ver"
Allah'ı iyilik, takva ve insanlar arasını
düzeltmeye mani bir sebep kılmayın. Bu âyet Abdullah b. Revâha hakkında nazil
olmuştur. O, eniştesi Numan b. Beşir ile konuşmamaya ve kızkardeşiyle onun
arasını düzeltmemeye yemin etmişti. Bunun üzerine bu âyet indi. Allah
sözlerinizi işiten, hallerinizi bilendir.. [619]
225. Yemin kasdetmeden, sizin, "belâ vallahi" ve
"lâ vallahi" şeklinde, sadece dilinizle Allah'ın adını söylemenizden dolayı,
Allah sizi sorumlu tutmaz. Kastederek ve kalben yaptığınız yeminleri bozduğunuz
zaman sizi sorumlu tutar. Allah'ın mağfireti geniştir. Kullarını cezalandırmada
acele etmez. [620]
Edebî Sanatlar
1. Bu cümlede hazif yoluyla i'caz vardır.
Takdiri şeklindedir.
2. Bu cümle icmalden sonra tafsil kabilindendir.
Belagatta buna "itnâb" ismi verilir.
3. Bu cümlede mürsel mücmel teşbih
vardır.
4. Bu âyette muslih ve müfsid kelimeleri arasında
"tıbâk" sanatı vardır. Bu da edebi güzelliklerdendir.
5. Burada da "cennet" ve "nar" kelimeleri
arasında tıbak sanatı vardır.
6. Bu cümlede teşbih-i belîğ vardır. Çünkü
benzetme edatı ile benzetme yönü gizlenmiş, böylece belîğ olmuştur. Bunun aslı
şeklinde olup mübalağa ifade etmek için hazf edilmiştir. Bu Arapların "Ali
aslandır" şeklindeki teşbihleri kabilindendir.
7.
Onlara yaklaşmayın. Bu, cimadan kinaye olup "onlarla
cima etmeyin" demektir.
8.
Burada muzaf hazfediimiştir. Takdiri şeklindedir.
Veya teşbih vardır. Kadın tarlaya, meni tohuma ve çocuk bitkiye benzetilmiştir.
Bu takdir de hars, "ekin ekilen yer"
manasınadır. Mübalağa ifade etmek için böyle kullanılmıştır. [621]
Faydalı Bilgiler
1. İçki, her türlü çirkin fiilerin sebebi olduğu
için ona kötülüklerin anası mânâsına gelen "ümmü'l-habâis" ismi verilmiştir.
Nesâî'nin Hz. Osman (r.a.)'dan rivayetine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu: "İçkiden sakınınız. Çünkü o, kötülüklerin anasıdır. Biliniz ki sizden
öncekilerden abid bir adam vardı. Ona âşufte bir kadın musallat oldu. Ona
cariyesini göndererek: Seni şahitliğe davet ediyoruz, dedi. Adam kalkıp cariye
ile birlikte gitti. Eve geldiklerinde, her kapıdan girdikçe cariye arkasından
kapıyı kilitledi. Nihayet güzel bir kadının yanma geldiler. Kadının yanında bir
çocuk ve bir şişe şarap vardı. Dedi ki: Ben seni şahitlik için çağırmadım. Fakat
seni, benimle cima etmen veya bu şaraptan bir kadeh içmen, ya da şu çocuğu
öldürmen için çağırdım. Adam dedi ki: Bu şaraptan bir kadeh ver, dedi. Kadın ona
bir kadeh içirdi. İçince bir kadeh daha istedi. Getirdiler. Sarhoş oluncaya
kadar içti. Neticede kadınla zina etti, çocuğuda öldürdü. Onun için siz içkiden
sakının. Zira, Allah'a yemin ederim ki, ayyaşlıkla iman bir arada bulunmaz.
Bunlar bir araya geldiğinde mutlaka biri diğerini
çıkarır."
2. İçki aklı ve malı giderdiği halde, onda nasıl
bir takım faydalar olabilir? Bu soruya şöyle cevap verilebilir: Âyetteki
menfaatlerden maksat, maddî menfaatlerdir. Zira insanlar içki ticareti yapar ve
ondan aşırı kazanç sağlarlar. Veya menfaatten maksat; lezzet ve var zannedilen
neş'edir. Şâir bu neş'eyi şiirinde şöyle ifade eder:
Biz o şarabı içeriz. Bizi aslanlar ve krallar
haline getirir. Ölüm bizi onu içmekten engelleyemez.
Kurtubî şöyle der: İçki içen, akıllı kimselerin
maskarası olur. Sarhoş, sidiği ve dışkısıyla oynar. Bazen de bunları yüzüne
sürebilir. Hatta bazı sarhoşların,
sidiklerini yüzlerine sürdüğü ve: Ey AUahım! Beni tevbe edenlerden ve
temizlenenlerden kıl" dediği görülmüştür. Bazı sarhoşların da, yüzünü köpek
yalarken: "Senin bana ikram ettiğin gibi, Allah da sana ikram etsin" dediği
görülmüştür.[622]
3. Zemahşerî şöyle der: Kadınlardan uzak durun,
Allah'ın emrettiği taraftan ve lyls karılarınıza istediğiniz şekilde geliniz,
cümleleri, latif kinayeler ve güzel ta'rizlerdir. Allah'ın kelamında bulunan bu
ve benzeri âyetler güzel edeplerdendir. Mü'minlerin bunları öğrenmeleri, onlarla
edeplenmeleri ve konuşma ve yazışmalarında bu tür ifadeler kullanmaları
gerekir.[623]
226. Kadınlara yaklaşmamağa yemin edenler dört
ay beklerler. Eğer
kadınlarına dönerlerse, şüphesiz Allah çokça bağışlayan ve
esirgeyendir.
227. Eğer boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar).
Biliniz ki, Allah işitir ve bilir.
228. Boşanmış kadınlar, kendi başlarına üç defa
ay hali beklesinler. Eğer onlar Allah'a ve âhiret gününe gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde
Allah'ın yarattığını gizlemeleri
kendilerine helâl olmaz. Eğer kocalar bu arada barışmak isterlerse, boşadıkları
kadınları geri almağa daha fazla hak sahibidirler. Erkeklerin kadınlar
üzerindeki haklan gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır.
Ancak erkekler, bu haklarda kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler.
Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.
229. Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya
iyilikle tutmak, ya da güzellikle salıvermektir. Kadınlara ver-diklenizden bir
şey almanız size helal olmaz. Ancak
erkek ve kadın evlilik işinde Allah'ın sınırlarında tam koruyamamaktan tatbik edememekten korkarlarsa, müstesna.
Siz de karı ile kocanın, Allah'ın sınırlarını, hakkıyla muhafaza etmelerinden
kuşkuya düşerseniz, kadının fidye vermesinde her iki taraf için de günah
yoktur. Bu söylenenler Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar
zâlimlerdir.
230. Eğer erkek karısını (üçüncü defa) boşarsa,
ondan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedîkçe onu tekrar alması kendisine
helâl olmaz. Eğer bu kişi de o-nu boşarsa, Allah'ın sınırlarını muhafaza
edeceklerine inandıkları takdirde, yeniden evlenmelerinde beis yoktur. Bunlar
Allah'ın sınırlarıdır. Allah bunları, bilmek, öğrenmek isteyenler için
açıklar.
Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Yüce Allah bundan önceki âyetlerde toplumun
bünyesini kemiren, düzeni bozan ve insanlar arasına kin ve düşmanlık sokan İçki
ve kumar gibi sosyal hastalıklardan bahsetti. Sonra söz sırası, iyi ve ahlâklı
bir toplumun ilk çekirdeğini teşkil etmesi itibariyle aileye geldi. Zira aile
iyi ise toplum da iyi, aile bozuksa toplum da bozuk olur. Aile ile ilgili
hükümlerden de, önce eşler arasındaki alâkadan bahsetti. Bu ilişkinin sevgi,
merhamet ve samimiyet bağlan ile kuvvetlendirilmiş olarak devam edebilmesi için,
tercihte din ve inanç esasının gözönünde bulundurulması gerektiğine dikkat
çekti. Müşrik bir kadının bir müslümanın nikahı altında, mü'min bir kadının da
müşrik bir erkeğin sultası altında bulunması helâl olamazdı. Bundan dolayı
İslam, müşrik kadınlarla evlenmeyi ve mü'min kadınların müşrik erkeklerle
evlendirilmelerini haram kıldı. Yüce Allah bu âyetlerde de ailede meydana gelen
ve onun varlığını tehdit eden bazı hastalıkları açıklamaktadır. Bu hastalıklar
arasında ilâ, talak ve para veya mal karşılığı hanımım boşamak mânâsına gelen
hul' gibi aile hukuku ile ilgili konuları saymakta ve aile müessesesini yıkan bu
müşkillerin, nasıl tedavi edilerek giderileceğini açıkladı. [624]
Kelimelerin İzahı
îlâ, lügatte "yemin etmek" demektir. kalıbındandir.
Sair bu kelimeyi şöyle kullanmıştır.
"Yemin ettim, sürekli olarak, ona benden sonra
mesel olacak bir kaside söylüyorum"
İlâ'nın ıstılahı mânâsı, hanımı ile cinsi
münasebette bulunmamaya yemin etmektir.
Tarabbus, beklemek demektir. Nitekim, "De ki:
Bekleyin. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim[625] mealindeki
âette de bu mânâda kullanılmıştır.
Fey, geri dönmek demektir. Gölge, güneşin
hareketine göre batıdan doğuya döndüğü için ona da fey' denilir. Ferrâ şöyle
der: Araplar, Öfkesi hemen yatışan kimseye derler. Şâir bu kelimeyi şöyle
kullanmıştır:
Kadın, istediği ihtiyacı karşılanmadan döndü,
insanın bazı ihtiyaçları vardır ki, karşılanmaz.
Kuru', kar' kelimesinin çoğuludur. Kar': zıt manalı
kelimelerden olup, kadınların hem temizlik, hem de hayız hallerine verilen
isimdir. Kar' kelimesinin asıl mânâsı, toplanmak, bir araya gelmektir. Kan
rahimde toplandığı için, hayza bu isim verilmiştir. Kâmûs müellifi şöyle der:
Kar' ve Kur' kelimeleri; hayız, temizlik ve vakit mânâlarına gelir. Temizlik
mânâsına çoğulu kuru', hayız mânâsına
çoğulu akrâ'dır.
"Koca" mânâsına gelen "bal" kelimesinin çoğuludur.
"Bu kocam da bir ihtiyar[626] mealindeki âyette de bu manada kullanılmıştır. Müennesi ba'le
şeklindedir.
Derece, yüksek mevki demektir.
Talak, nikah bağını çözmektir. Aslı; bırakmak,
salıvermek demektir. Başıboş olarak meraya salıverilmiş olan deveye denir. Yolu
açılıp, serbest bırakılan kadına da, bu mânâda "Talik" denilmiştir, demek,
kadını boşadım, salıverdim, serbest bıraktım demektir.
Tesrîh,
bir şeyi salıvermek
demektir. Saçların birbirine karışmaması için salıverilmesine
denir. sürüyü salıverdi demektir. Ragıb şöyle der: Deveyi salıvermek mânâsında
kullanılan talâk kelimesi boşama anlamında da müstear olarak kullanıldığı gibi,
yine develeri salıvermek anlamında kullanılan tesrîh kelimesi de boşamak için
müstear olarak kullanılmıştır.[627]
Nüzul Sebebi
Câhiliyye devrinde bir adam, dilediği kadar talâkla
karısını boşar, sonra iddeti bitmeden onu geri alırdı. Bin defa boşasa dahi geri
alma hakkı vardı. Bir adam, karısına zulüm kastiyle "seni himayeme almayacağım,
serbest de bırakmıyacağım" dedi. Karısı "bunu nasıl yapacaksın?" diye sordu.
Adam: "Seni boşayacağım. İddetinin bitmesine yakın tekrar alacağım" cevabım
verdi. Kadın, bu durumu Hz. Peygamber (s.a.v.)'e şikayet etti. Bunun üzerine
âyeti nazil oldu. [628]
Âyetlerin Tefsiri
226. Hanımlarına zarar vermek için, onlarla cinsi
münasebette bulunmamaya yemin edenler için dört ay mühlet vardır, Eğer bu müddet içinde, hanımlarına yaklaşmak
suretiyle iyilikle onlara dönerlerse, yani yeminlerini bozup onlarla cinsî
münasebette bulunurlarsa, şüphesiz
Allah, onların işlemiş olduğu kötülüğü bağışlar ve onlara
merhamet eder. [629]
227. Eğer onlarla beraber olmamaya ve cinsî
münasebette bulunmamaya karar verirlerse bilsinler ki, Allah onların sözlerini
duyar, niyetlerini bilir.
Âyetten kastedilen mânâ şudur: Eğer koca, hanımına
yaklaşmamaya yemin ederse, hanımı onu dört ay bekler. Bu müddet içinde kocası
hammıyle münasebette bulunursa ne ala, iyi bir iş yapmış olur. Ancak yeminini
bozduğu için keffâret vermesi gerekir. Eğer bu müddet içinde ona yaklaşmazsa,
Ebu Hanife'ye göre müddet bitince talâk ve ayrılık vuku bulur. Şafiî şöyle der:
Kadın meseleyi hakime aksettirir. Hakim, kocaya, ya hanımına geri dönmesini veya
boşamasını emreder. Eğer koca her ikisini de kabul etmezse, hakim boşanma karan
verir. İşte îlâ hükmünün hulasası budur.
Bundan sonra Yüce Allah şer'î talakı ve iddetin
hükümlerini açıklar.
[630]
228. Eşleriyle cinsî münasebette bulunmuş hür
kadınlar, kocaları tarafından boşandıkları zaman üç defa ay hali
beklesinler.
İmam Şafiî ve İmam Mâlik'e göre üç temizlik
müddeti, İmam Ebu Hanîfe ve İmam Ahmed'e göre üç hayız müddeti beklerler. İddet
bittikten sonra, isterlerse evlenebilirler. Bu hüküm, evlendikten sonra
eşleriyle cinsî temasta bulunan kadınlar hakkındadır. Cinsî münasebette
bulunmayan kadmlıarın, iddet beklemeleri gerekmez. Zira Allah "Mü'min kadınları
nikahlayıp da, henüz dokunmadan onları boşarsanız, onları iddet müddetince
bekletmeniz gerekmez.[631] buyurmuştur.
Boşanan kadınlar, eğer gerçekten Allah'a ve âhiret
gününe inanıyorlar ve* O'nun azabından korkuyorlarsa, iddet çabuk bitsin ve
kocanın geri dönme hakkı kaybolsun diye hamile veya hayızlı olduklarım
gizlemeleri helâl olmaz. Bu, onların eksiksiz veya fazlasız olarak gerçeği
haber vermeleri için bir uyarıdır. Zira bunlar ancak onların haber vermesiyle
öğrenilebilen şeylerdir. kadınların iddeti bozulmamış olduğu halde, kocaları
onlara zarar vermek için değil de İslah maksadryle tekrar geri almak isterlerse,
onlarla evlenmeye başkalarından daha fazla hak sahibidirler. Bu, hüküm ric'î
talâkta olur. Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da
erkekler üzerinde, Allah'ın emrettiği iyi geçim, zarar vermeme ve benzeri
davranışlara dayak haklan vardır. Ancak erkeklerin kadınlar üzerine bir
üstünlüğü vardır. Bu üstünlük, Allah'ın emrettiği gibi çoluk çocuğunun işlerini
görüp nafakalarını temin etmek, aile reisliğini yapmak ve verdiği emirlere
uyulmak gibi üstünlüklerdir. Dikkat edilirse bunlar, sorumluluk yükleyen
üstünlükler olup, şereflendirme üstünlüğü değildir. Zira "Muhakkak ki Allah
yanında en değerli ve en üstün olanınız, O'ndan en çok korkamnızdır.[632] mealindeki âyet gereğince, üstünlük takvaya bağlıdır.
Allah galiptir; kendisine isyan edenlerden intikam
alır. Verdiği emirlerde ve koyduğu kanunlarda hikmet sahibidir.
Sonra Yüce Allah şer'î talâkın nasıl olduğunu beyan
ederek şöyle buyurur:
[633]
229. Kocanın tekrar hanımına dönebilme hakkına
sahip olduğu meşru talâk ki buna ric'î talâk denir İki defadır. Bu iki talâktan
sonra, ya iyi geçinme ve iyi muamele yaparak geri almak veya kadının hakkını
yememek, onu kötülükle anmamak ve insanların ondan nefret etmesine sebep olacak
davranışlarda bulunma-mak suretiyle salıvermek vardır. Ey kocalar! Boşadığımz
kadınlara daha önce verdiğiniz mehirlerden, az da olsa, bir şeyi geri almanız
helal olmaz.
Ancak eşler, Allah'ın emretmiş olduğu karı-koca
haklarına riayet edememekten ve kötü muameleden korkarlarsa bu durum müstesna.
Ey mü mınler! Sız de karı-koca arasında geçimsizlik vuku bulup da onların,
Allah'ın hadlerini yerine getiremeyeceklerinden korkarsanız, kadın da,
kocasının kendisini boşaması için mehrini almaktan vazgeçerek bağışlar veya
malından kocasına verirse, kadının bunları vermesinde ve kocanın almasında bir
günah yoktur. talâk, ric'at, hul' ve benzerleri ile ilgili bu yüce hükümler,
Allah'ın koymuş olduğu kanun ve hükümlerdir. Onlara muhalefet etmeyin ve
Allah'ın meşru kılmadığı şeyleri yaparak haddi aşmayın. Kim haddi aşar ve
Allah'ın hükümlerine muhalefet ederse, kendini Allah'ın gazap ve öfkesine dûçâr
eder. İşte onlar, şiddetli azaba müstehak olan zâlimlerdendir. [634]
230. Eğer koca, karısını üçüncü defa boşarsa,
kadın başka bir erkekle evlenip birbirlerinin bal-cağızmdan tattıktan yani
onunla cinsî münasebette bulunduktan sonra, ondan boşanmadıkça ilk kocasına
helâl olmaz. Nitekim hadis-i şerifte de bu şekilde açıklanmıştır. Bu, karısını
seven bir kocanın, onu üçüncü defa boşamasını engelleyici bir tedbirdir. Zira
şahsiyet sahibi olan herkes, hanımının başka biriyle yatmasını çirkin
görür.
Eğer ikinci kocası onu boşarsa, aralarında uyum ve
iyi geçim olacağını gösteren deliller bulunduğu takdirde, iddeti bittikten sonra
ilk kocasına dönmesinde bir beis yoktur. Bunlar, Allah'ın kanun ve hükümleridir.
O, bu hükümleri, yaptıkları işlerinin sonunu görebilen ilim ve idrâk sahibi
kişilere açıklar. [635]
Edebî Sanatlar
1. Bu haber cümlesi, tehdit mânâsı ifade
etmektedir.
2. "Boşanan kadınlar beklerler": Bu, emir mânâsı
ifade eden bir haber cümlesidir. Aslı; "boşanan hanımlar beklesin"
takdirindedir. Zemahşerî şöyle der: "Haber sıygasıyle emretmek, emri vurgular ve
emredilen şeyin hemen yapılması gerektiğini anlatır. Bu cümlede, boşanan
kadınlar, sanki hemen bekleme emrine uymuşlarda Yüce Allah onların
bu durumunu haber veriyormuş gibi
bir mânâ vardır. Cümlenin isim cümlesi olması da mânâyı daha fazla
kuvvetlendirmektedir.
3. "Allah'a inanıyorlarsa" sözünden maksat,
konunun sadece Allah'a imanla mukayyed olduğunu ifade etmek değildir.
Nefislerine korku, heyecan ve dehşet salmak içindir.
4. Bu cümlede, beyan ilmini bilenlere kapalı
kalmayacak derecede eşsiz bir i'caz sanatı vardır. Zira J±« lafzından sonra
gelen karine ile öncekinden, önce gelen karineyle de sonrakinden hazifler
yapılmıştır. Takdiri şöyledir: "Erkeklerin onlar üzerindeki hakları gibi,
onların da erkekler üzerinde hakları vardır."
Bu cümlede ayrıca ve lafızları arasında tıbak
sanatı vardır. Bu, iki harf arasında bulunan bir tıbak sanatı olup edebî
güzelliklerdendir.
5. "İmsak" ve "tesrîh" lafızları arasında tıbak
sanatı vardır.
6. Heybeti artırmak ve ruhlara korku salmak için,
zamir yerine Allah ismi getirilmiştir.
Yasağın ardından tehdidin getirilmesi, onun şiddetini vurgulamak
içindir.
Faydalı Bilgiler
islam da ilk hulu', Sabit b.Kays'in hanımına
uygulanmıştır. Sabit'in hanımı Rasulullah (s.a.v.)'e gelerek: Allah, benim
başımla onun başını asla bir araya ,getirmesin. Vallahi, ben onu huyu ve
dindarlığı konusunda ayıplamıyorum. Lakin ben İslama girmişken küfrü gerektiren
bir şey yapmaktan çekmiyorum" dedi. Rasulullah (s.a.v.) "Ona bahçesini iade
eder misin? diye sordu. Kadın: "Evet" dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.)
onları birbirinden ayırdı. [637]
Bir Nükte
Abdullah b. Abbas (r.a.)'ın şöyle dediği rivayet
edilmiştir: Hanımımın benim için süslendiği gibi, ben de onun için süslenmek
istiyorum. Zira Yüce Allah buyurmuştur. [638]
231. Kadınları boşadığımz ve onlar da bekleme
müddetlerini bitirdikleri vakit, ya onları iyilikle tutun yahut iyilikle
bırakın. Fakat haksızlık ederek ve zarar vermek için onları nikah altında
tutmayın. Kim bunu yaparsa muhakkak kendine kötülük etmiş olur. Allah'ın
âyetlerini eğlenceye almayın. Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini size öğüt
vermek üzere indiği Kitab'ı ve hikmeti hatırlayın. AHahtan korkun. Bilesiniz ki
Allah, her şeyi bilir.
232. Kadınları boşadığımz ve onlar da bekleme
müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde,
onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. İşte bununla içinizden
Allah'a ve âhiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız
kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah her şeyi bilir, siz ise
bilmezsiniz.
Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Bu âyet-i kerimeler talâkın hükümlerini anlatmaya,
usûl, âdap v şartlarını açıklamaya devam etmekte, eziyet ve zarar vermeyi
yasakla maktadır. O halde, bu âyetlerin
öncekilerle münasebeti
açıktır. [639]
Kelimelerin İzahı
"Kadınlar, bekleme müddetlerinin sonuna
yaklaştıkları zaman" demektir.
"Zarar verme kastiyle" demektir. Keffâl: "Dırar,
zarar vermektir" der. Nitekim: "(mü'minlere) zarar vermek için bir zarar
mescidi kuranlar vardır.[640] mealindeki âyette de zarar vermek mânâsında kullanılmıştır. ^ Adi,
zorlamak ve men etmek demektir. Bir mesele müşkil hale gelip çare bulmak zorlaşmca denilir. demek,
doktorları aciz bırakan, tedavisi zor hastalık demektir, Ezherî: Aslında bu
kelime, doğum yapması kolay olmadığı zaman, deve hakkında kullanılan sözünden alınmıştır.[641] der.
Tavsiye edilir, emredilir demektir. Ezka; daha
artıcı daha faydalı demektir. Ekin çoğaldığı ve bereketlendiği zaman denilir.
Taharet, pislik ve kötülüklerden uzak olmak demektir. [642]
Nüzul Sebebi
Rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.v.)
zamanında Ma'kil b. Ye-sar kızkardeşini mü si umanlardan birisiyle evlendirdi.
Kızkardeşi kocasıyla bir müddet evli kaldı. Sonra kocası onu boşadı ve iddeti
doluncaya kadar, evliliği sürdürmek için karısına geri dönmedi. Bir müddet
sonra, tekrar birbirleriyle evlenmek îstediler. Kocası bir elçi ile birlikte
gidip onu kardeşi Ma'kil'den tekrar istedi. Ma'kil ona: "Ey alçak herif! Onu
sana verip seninle evlendirdim. Sen ise onu boşadin. Vallahi o sana asla
dönemez" dedi. Halbuki Yüce Allah, bu eski karı-kocanm birbirlerine
ihtiyaçlarını biliyordu. Bunun üzerine âyetini indirdi. Ma'kil bu âyeti
dinleyince: "Rabbimin emri başımın üstüne" dedi, sonra eniştesini çağırıp ona:
"Seni tekrar kardeşimle evlendiriyorum ve onu sana ikram ediyorum"
dedi.[643]
Âyetlerin Tefsiri
231. Ey erkekler! Kadınları,talak-i ric'î ile
boşayıp da iddetlerinin sona ermesi yaklaşınca Ya zarar ve eziyet vermeksizin
onları geri alın veya iddetlerini uzat-maksızın iyilikle bırakın, iddetlerini
doldursunlar Onları fidyeye zorlayarak zarar vermek maksadıyla geri almayın.
Böyle yaparsanız onlara zulmetmiş olursunuz.
Bu âyetle, halk arasında öteden beri yapıla gelen
bir âdet yasaklanmıştır. Daha önce koca hanımını boşar, iddet süresinin bitmesi
yaklaşınca, ona karşı duyduğu bir arzudan değil de, iddet süresini uzatıp ona
zarar vermek için geri alırdı. İşte âyet bu hususu yasaklamıştır.
Kim, kadına zarar vermek veya onu fidyeye zorlamak
maksadıyle onu salıvermez de tutarsa, böyle yapmakla kendine zulmetmiş olur.
Zira o, kendini Allah'ın azabına itmiştir.
Allah'ın hükümleri, emir ve nehiyleri ile alay
etmeyin. Yani O'nun şeriatına muhalefet ederek onu alay konusu yapmayın.
Allah'ın sizi İslam'a erdirmek ve size Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i seniyyeyi
ihsan etmek suretiyle verdiği nimetini hatırlayınız. Allah size Öğüt verir ve
Kita-b'ı ve Rasulünün sünneti ile, sizi dünya ve âhiret saadetine iletir.
Allah'tan korkunuz, bütün işlerinizde O'nun rızasını gözetiniz ve biliniz ki,
sizin hiçbir haliniz O'na kapalı kalmaz. Sonra Yüce Allah kadınların velilerine,
kocalarına dönmek isteyen kadınlara engel olunmamasını emrederek şöyle
buyurur: [644]
232. Kadınlarınızı boşadığmızda iddet süreleri
bitince Ey kadın velileri! Eşler arasındaki durumlar iyileşir ve pişmanlık
alâmetleri görülür de eşler birbirine dönmeye ve Allah'ın hoşuna gidecek şekilde
hareket etmeye razı olurlarsa artık onların kocalarına dönmelerine engel
olmayınız Zarar verme ve engellemeyi size yasaklamamızdan, Allah'a ve ahiret
gününe iman edenler öğüt alır. Çünkü dini nasihatlerden yararlananlar onlardır.
Bu anlatılanlardan öğüt almak ve Allah'ın
emirlerine sarılmak, sizin için daha hayırlı, daha yararlı ve günahları ve
onların pisliklerini daha temizleyicidir. Sizin için daha yararlı olan hüküm ve
kanunları Allah bilir, siz bilmezsiniz. Öyleyse bütün yaptıklarınızda ve
yapmadıklarınızda O'nun emir ve yasaklarını uygulayın. [645]
Edebî Sanatlar
1. Yani iddetlerinin sona ermesine
yaklaştıklarında. Bu cümlede iddet süresinin tümüne verilen isim ekserisine
verilmiştir. Bu, mecâz-ı mürseldir. Zira iddetin tümü sona ermiş olursa kocanın
kadını tutması mümkün değildir. Halbuki Yüce Allah onları iyilikle tutun,
buyuruyor.
2.
Allah'ın size verdiği nimetini ve size indirdiği
kitap ve sünneti hatırlayınız. Bu
âyette hususî olan şey umumî olan üzerine atf edilmiştir. Çünkü önce
geçen nimetten maksat Allah'ın nimetleridir. Daha sonra onun üzerine atfedilen
kitap ve sünnet ise bu nimetlerin bir kısmıdır.
3.
Bu cümledeki kelimeleri arasında güzel sanatlardan
iştikak cinası denilen sanat vardır.
4. Kocalarıyla evlenmelerine... Burada
kocalarından maksat kendilerini boşamış olan kocalardır. Bu ifade "İtibarî
mekân" yani geçmişteki durumları alakasıyla mecâz-ı mürsel olur. [646]
Faydalı Bilgiler
İmam Fahreddin Râzî şöyle der: İslam hukukunda
boşanan kadının id-deti bitmeden erkeğin onu geri alma hakkının var oluşundaki
hikmet şudur: İnsan eşiyle birlikte yaşadığı müddetçe ayrılmanın kendisine zor
gelip gelmeyeceğini bilemez. Bunu ancak eşinden ayrıldığında anlar. Eğer bir
defa boşamak eşi geri almaya engel olsaydı insanın meşakkati daha da büyürdü.
Çünkü sevgi bazen ayrıldıktan sonra ortaya çıkar. Sonra bir defada tam manâsıyla
tecrübe edilemediği için Yüce Allah iki defa boşama ve geri aima hakkı tanıdı.
Bu da Yüce Allah'ın rahmetinin sonsuzluğuna ve kulla-rina gösterdiği
şefkatin kemâline delalet
eder.[647]
[1] Bakara,
2/40
[2] Bakara,
2/124
[3] Bakara sûresi, 2/ 278,
279
[4] Bakara .sûresi,
2/281
[5] Bakara *ûresi,
2/286
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/43-44.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/44-45.
[8] Müslim, Müsafirin, 212;
Tirmizî, Fezailu'l Kur' an, 2,
[9] Müslim, Müsafirin,
252
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/45.
[10] el-Keşşaf,
I/27
[11] er-Rağıp el-İsfehani,
el-müfredat, s. 367, Beyrut, ty
[12] Mecâzü’I-Kurıan
29
[13] Mecâzü’I-Kurıan
29
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/49.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/49-50.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/50.
[17] Taberı, 1/79. Mısır-
1321; Muhtasar-ı İbn Kesir 1/29, Celâleyn
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/50-51.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/51.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/51.
[21] Muhtasar-ı İbn Kesir, I
/ 30
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/51.
[22] Hadid Sûresi,
57/20
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/52.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/52.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/52-53.
[26] En-Nisa, 4/155. Geniş
bilgi için bakınız, Muhtasar-ı İbn Kesir, 7/32. Beyrut,
1981.
[27] Eî-Bahru'l - Muhît,
1/51
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/53.
[29] Şerif Radî.
Telhisu'l-bevan. 1/3: Ebu Havva. el-Bahru'1-Muhît. T/51
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/53-54
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/57.
[31] Ezherî, Tezhibu'
1-luğa; Cevheri, Sıharı; Fİruzâbâdî, el-Kâmusu' 1- muhît, {Sefeh
maddesi)
[32] el-Hakka sûresi,
69/11
[33] Tefsir-i Kebir,
n/71
[34] Saffat sûresi,
37/10
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/57-58.
[36] Fahr-ı Râzi, Tefsir-i
Kebir, n/6
[37] Beyzâvî Tefsiri, 1/
11
[38] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/33
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/59.
[40] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/33
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/59-60.
[42] Fâtır sûresi,
35/8
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/60.
[44] Beyzâvî, 1/
12
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/60.
[45] Beyzâvî, Aynı
yer
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/60-61.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/61.
[48] A'raf sûresi,
7/183
[49] İlm-i beyanda bu sanata
"müşâkele" denilir. Müşâkele: İki cümlenin lafızda aynı, manâda farklı
olmasıdır. Şâirin sözünde de böyledir:
[50] Şûra Sûresi, 42/40 "Bu
mecazı en mükemmel hale getiren bir edebî sanattır" Keşşaf,
1/3-
[51] Bakara Sûresi,
2/194
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/61.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/62.
[54] Mühtasar-ı İbn Kesir,
1/36
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/62.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/62.
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/62-63.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/63.
[58] ez-Zemahgerî şöyle der:
Bu, mecazı en mükemmel hâle getiren edebî sanattır Keşşaf,
1/35
[59] Fahr-ı Râzi şöyle der:
Burada, son derece doğru bir benzetme vardır. Çünkü onlar önce iman etmekle bir
nur elde ettiler, sonra münafıklık yaparak bu nuru kaybettiler ve büyük bir
şaşkınlığa düştüler. Zira dindeki şaşkınlıktan daha büyük bir şaşkınlık yoktur;
bu durumdaki kişiler ebediyyen zarar içindedir. Tefsir-i Kebir, 11/73
[60] Biz burada edebî
sanatlardan misaller verdik. Yoksa,
âyetlerde geçen edebî sanatlar sadece bu kadar değildir. Maksadımız, okuyucunun
Kur'an'da bulunan güzelliklerden bir miktar tatmasidır. Yoksa, Allah'ın kelâmı
bir mucizedir. Onda insanın zevk alıp da dilin anlatamaya cağı birçok edebî güzellik vardır.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/ 63-65.
[61] Ankebût Sûresi,
29/43
[62] Muhtasar-ı İbni Kesir,
1/33
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/65.
[63] Bakara sûresi,
2/257
[64] En'am Sûresi,
6/1
[65] Aynı sûre,
153
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/65-66.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/68.
[68] KurtubL
1/230
[69] Keşşaf, 1/
72
[70] Kurtubî
1/238
[71] Beyzâvî, 1/
18
[72] Tevbe Sûresi,
9/34
[73] A'râf Sûresi,
7/19
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/68-69.
[75] Beyzâvî.
1/16
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/69-70.
[77] Aynı kaynak, aynı
sayfa. Asrımızda astronotların dünya çevresinde dol aşmaları ndan asırlarca
önce Beyzâvî. dünyanın yuvarlaklığını açık bir şekilde ifade etmiştir. Beyzâvî.
T/ 16
[78] Muhtas;ır-ı İbn Kesir.
1/38
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/70.
[80] Beyzâvî,!/
17
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/70-71.
[82] İsra Suresi,
17/88
[83] Muhtasar-ı Tbn Kesir
1/45
[84] Enbiya Suresi
21/98
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/71-72.
[86] Hadiste, cennet
ırmaklarının yataksız aktığı zikredilmiştir. Keşşaf, 1/257, Beyrut, ty (Bu
hadisi kaynaklarında
bulamadık ancak Keşşafta
bulabildik)
[87] Bazı müfessirler, "Bu,
bundan Önce bize verilenlerdendir." mealindeki âyetin manasının "daha Önce bize dünyada
verilenlerdendir" şeklinde olduğunu
savunmuşlardır. Bu, kabul görmeyen bir görüştür. Sahih olan, ibn Abbas (r.a.) ve
diğerlerinden gelen rivayettir. Buna
göre nimetler, cennetle daha önce verilenlerin benzeridir. Dünyada, cennette
olan nimeüerin sadece isimleri vardır.
(Bakınız. Kadı Beydâvî, Mecmûatu't-tefâsîr, c.l,
s.86.)
[88] Vakıa sûresi,
56/35-37
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/72.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/72-73.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/75.
[92] Keşşaf.
1/85
[93] Râzi, Tefsir-i Kebir, 11/147
[94] Nahl suresi,
16/92
[95] Nisa suresi, 4/155
[96] Sâvi Haşiyesi, 1/19,
Keşşaf, 1/92
[97] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/75-76.
[98] Kurtubi, 1/244, Sâvi,
1/17
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/ 76.
[99] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/76.
[100] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/76-77.
[101] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/77.
[102] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/77.
[103] Zemahşerî bunu böyle söylemiştir. Keşşaf, 1/263,
Beyrut, ty
[104] el-Bahru'1-Muhit,
1/136
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/77-78.
[105] Ankebut suresi,
29/41
[106] Hacc suresi,
22/73
[107] Keşşaf.
1/83
[108] Ebussuûd Tefsiri,
1/60
[109] Nazi ât suresi,
79/30
[110] el-Teshîl,
1/43
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/78-79.
[111] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 81.
[112] Kurtubî
J/262
[113] Sâd suresi,
38/26
[114] TaVha b. Ubeydullah
şöyle rivayet etmiştir: "Subhânellah' in tefsirini Rasuîullah (s.a.v.)' a
sordum. Şöyle cevap verdi: O, her türlü kötülükten Allah' ı (c.c.) tenzih etmektir." Kurtu-bi,î/276
[115] Müzzemmil
suresi,73/7
[116] MüsLim,Salât. 223 (8
l)Sâd suresi, 38/67
[117] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/81-82.
[118] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/82.
[119] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/82-83.
[120] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/83.
[121] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/83.
[122] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/83-84.
[123] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
1/49
[124] et-Teshîl,
T/43
[125] Kehf suresi,
18/50
[126] Mehâsinu't-te'vîl, 11/
104
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/84.
[127] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/86.
[128] Muhtasar-i-Taberî,
1/42
[129] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/86-87.
[130] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/87.
[131] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/87.
[132] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/87.
[133] A'raf sûresi,
7/23
[134] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/87.
[135] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/87-88.
[136] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/88.
[137] İsra sûresi,
17/32
[138] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/88.
[139] Keşşaf,
1/95
[140] Tâhâ sûresi,
20/122
[141] Ebu Hayyan,
el-Bahru'l- muhît, 1/141
[142] Tahrim sûresi,
66/6
[143] Kehf sûresi,
18/50
[145] Geniş bilgi için,
"en-Nübüvve ve'1-Enbiya" adlı kitabımıza bakınız
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/88-89.
[146] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/90-91.
[147] Al-i İmrân sûresi,
3/93
[148] En' am sûrsei,
6/9
[149] Tevbe sûresi,
9/103
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/91.
[150] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/91-92.
[151] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/92.
[152] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/92.
[153] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/92.
[154] Bakara sûresi, 2/16
[155] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/92.
[156] Bakara sûresi,
2/152
[157] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/92-93.
[158] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/94.
[159] İsmail b. Muhammed
el-Aclunî, Keşfu'1-hafa, 1/336, Beyrut, 1985
[160] Tevbe sûresi,
9/67
[161] Tâhâ sûresi, 20/115
[162] Tâhâ sûresi,
20/108
[163] Kurtubî Tefsiri,
1/374
[164] Mccazu'l-Kur'an,
39
[165] Hakka sûresi,
69/20
[166] Kehf sûresi, 18/53
(lll)Sâvî, T/365
[167] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/94-95.
[168] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/95.
[169] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/96.
[170] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/96.
[171] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/96.
[172] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/96.
[173] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/96.
[174] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/96-97.
[175] Ebu Davud, Salât,
312
[176] Ebu Davud, Edeb,
86
[177] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/97.
[178] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/99.
[179] Keşşaf,
1/102
[180] Enbiya sûresi,
21/35
[181] İsra sûresi,
17/106
[182] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 99.
[183] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/100.
[184] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/100.
[185] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/100.
[186] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/100.
[187] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/100.
[188] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/100-101.
[189] Teshil,
1/47
[190] Ebussuûd,
1/81
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/101.
[191] Zeccâc bu görüştedir.
Zcmahşerİ de bunu tercih etmiştir. Zeccâc...; Keşşaf, 1/281, Beyrut,
ty
[192] Ebu Hayyan,
el-Bahru11- Muhît, 1/194
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/101-102.
[193] A'râf sûresi,
7/155
[194] Muhtasar-ı tbn Kesir,
1/66
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/104.
[195] Mecâzu' 1- Kur'an ,
T/41
[196] A'raf sûresi,
7/İ34
[197] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/104-105.
[198] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/105.
[199] Maide sûresi,
5/24
[200] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/105.
[201] Bu, Rabi b. Enes'in
görüşüdür.
[202] Bu, tefsircilerin
çoğunluğunun görüşüdür.
[203] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/105-106.
[204] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/106.
[205] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/106.
[206] Fütûhat-ı İlâhiyye,
1/57
[207] EbussuÛd Tefsiri,
1/83
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/106-107.
[208] Mehasinu' t-te' vil,
n/135
[209] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/109.
[210] cl-Bahru'1-muhit.
1/226
[211] A'raf sûresi,
7/160
[212] Misbah'ta da
böyledir.
[213] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/
109-110.
[214] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/110.
[215] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/110-111.
[216] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/111.
[217] Ebussuûd'un da işaret
ettiği gibi buna istiâre-i mekniyye denir. Bakınız, cilt 1, s.
107
[218] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/111-112.
[219] Keşşaf,
1/107
[220] Kurtubî,
1/425
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/112.
[221] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/
113.
[222] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/
114.
[223] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/114.
[224] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/114.
[225] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/114.
[226] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/114.
[227]
el-Fûtûhâtu'1-ilâhiyye, 1/63
[228] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/114-115.
[229] Mu'minûn sûresi,
40/67
[230] el-Bahru'1-muhit,
1/243
[231] el-Bahru'1-muhit,
1/243
[232] Zâriyât sûresi,
51/55
[233] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/115.
[234] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/117.
[235] el-
Bahru'l-muhît,I/248
[236] Muhtasarut-Taberî,
1/47
[237] Kegfu'1-Hafâ,
1/73
[238] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/117-118.
[239] Muhtasar-ı îbn Kesir,
1/76
[240] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/
119.
[241] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/119.
[242] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/119.
[243] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/119-120.
[244] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/120.
[245] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/120.
[246] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/120.
[247] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/120.
[248] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/120-121.
[249] Ebussuûd Tefsin,
1/90
[250] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/121.
[251] Ebussuûd Tefsiri,
1/90
[252] Bakara sûresi,
2/56
[253] Bakara sûresi,
2/73
[254] Bakara sûresi,
2/243
[255] Bakara sûresi,
2/259
[256] Bakara sûresi,
2/260
[257] Büyük âlim İbn Kesir
bunu böyle açıklamıştır
[258]
Saffâtsûresi,37/147
[259] İsra sûresi,
17/44
[260] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/122-123.
[261] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/125.
[262] Mutaffifın sûresi,
83/1
[263] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/125-126.
[264] el-Bahru'1-muhit,
1/271
[265] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/82
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/126.
[266] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/126-127.
[267] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/127.
[268] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/127.
[269] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/127.
[270] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/127-128.
[271] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/128.
[272] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/128.
[273] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/128.
[274] Teihîsu"l-beyân,
1/8
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/128-129.
[275] Ebussuûd Tefsiri,
1/94
[276] Maide sûresi,
5/13
[277] Hicr sûresi,
15/9
[278] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/82
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/129-130.
[279] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/132.
[280] Necm sûresi,
53/29
[281] el-Bahru'1-muhît,
1/281
[282] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/132-133.
[283] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/133.
[284] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/133.
[285] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/133-134.
[286] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/134.
[287] Muhatsar-ı Ibn Kesir,
1/85
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/134.
[288] Ebussuûd Tefsiri,
1/96
[289] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/134-135.
[290] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/135.
[291] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/137.
[292] Keşşaf,
1/122
[293] el-Bahru'1-muhît,
1/298
[294] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/137-138.
[295] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/138.
[296] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/138-139.
[297] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/139.
[298] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/139.
[299] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/139.
[300] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/139.
[301] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/140.
[302] Nahl sûresi,
16/102
[303] Mehâsinu't-Tevil,
11/186
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/140.
[304] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/142.
[305] Kurtubî,
U731
[306] Müslim,Kader, 34; İbn
Mace, Makaddime, 10, Zühd, 14
[307] Âl-i İmran sûresi,
3/185
[308]
el-Futiihâtu'1-İlâhiyye, 1/82
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/142-143.
[309] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/143.
[310] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/143.
[311] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/143-144.
[312] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/144.
[313] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/144.
[314] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/144.
[315] Telhisu'l-beyan, sayfa
9.
[316] Hûd sûresi,
11/87
[317] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/144-145.
[318] A'râf sûresi,
7/179
[319] Sâvi,
1/49
[320] Kurtubî,
11/33
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/145-146.
[321] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/148.
[322] Kurtubî,
ü/40
[323] Taberî,
ü/407
[324]
es-Sihah
[325] Buharı, Tıb, 51;
Nikah, 47 Müslim, Cuma,47
[326] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/
148-149.
[327] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/149.
[328] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/149.
[329] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/149-150.
[330] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/150.
[331] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/150.
[332] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/151.
[333] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/151.
[334] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/153.
[335]
Hûdsûresi,II/13
[336] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/153-154.
[337] Keşşaf, 1/131. Neshin
hikmeti ve hükümleri hakkında geniş bilgi için Revaiu'l-beyan adlı kitabımıza
bakın: 1/100
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/154.
[338] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/154.
[339] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/155.
[340] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/155.
[341] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/155.
[342] Nisa sûresi,
4/153
[343] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/155.
[344] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/155.
[345] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/155.
[346] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/156.
[347] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/156.
[348] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/158.
[349] A'raf sûresi,
7/156
[350] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/158.
[351] Muhtasar-1 İbn Kesir,
1/108
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/159.
[352] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/159.
[353] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/159.
[354] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/159.
[355] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/159-160.
[356] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/160.
[357] Telhisu'l-beyan,
10
[358] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/160-161.
[359] Kasas sûresi,
28/88
[360] Tefsir-i Kebir,
4/4
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/161.
[361] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/163.
[362] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/163-164.
[363] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/164.
[364] Kamer sûresi;
54/50
[365] Muhammed Ali
Es-Sabu1ni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/164.
[366] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/164-165.
[367] Ra'd sûresi,
13/40
[368] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/165.
[369] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/165.
[370] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/165.
[371] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/165.
[372] Müddesir sûresi,
74/48
[373] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/165.
[374] Ebussuûc
efeiriJ/117
[375] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/166.
[376] Müslim, Zekât 69.
Kurtubî 2/87
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/166-167.
[377] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/169.
[378] İbrahim sûresi,
14/30
[379] Şems sûresi,
91/9
[380] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/169-170.
[381] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/170.
[382] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/170-171.
[383] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/171.
[384] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/171.
[385] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/171-172.
[386] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/172.
[387] Al-i tmran sûresi,
3/97
[388] Ebussuûd Tefsiri,
1/124
[389] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/172.
[390] Suyutî, ed-
Durru'l-mensûrJ/11
[391] Mehâsinu't-te'vil,
11/247.
[392] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/173.
[393] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/175.
[394] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/175.
[395] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/175.
[396] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/175.
[397] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/175.
[398] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/175-176.
[399] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/176.
[400] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/
176.
[401] el-Bahru'1-muhît,
1/401
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/176-177.
[402] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/177.
[403] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/179.
[404] Keşşaf,
1/145
[405] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/179-180.
[406] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/180.
[407] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/180.
[408] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/180-181.
[409] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/181.
[410] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/181.
[411] Âl-i İmrân sûresi,
3/67
[412] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/181.
[413] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/181-182.
[414] Şerif Râdî,
Telhisu'l-beyan, s.11
[415] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/182.
[416] el-Bahru'1-muhît,
1/416
[417] Vahidî,
Esbâbu'n-nüzûl, s,22
[418] Buharı, TefsiıM Sûre
2, bab 11
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/182.
[419] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/184.
[420] Muhtasar-ı Taberî,
1/55
[421] Dârimî, Vudû',
2
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/184.
[422] Vahidî,
Esbâbu'n-nüzût, 23
[423] Buhârî,
Salât31
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/185.
[424] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/185.
[425] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/185.
[426] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/186.
[427] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/186.
[428] Buharı, Tefsir-i sûre
2, bab 13
[429] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/186-187.
[430] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/189.
[431] Hacc sûresi,
22/55
[432] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/189-190.
[433] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/190.
[434] A'râf sûresi,
7/157
[435] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/190.
[436] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/190.
[437] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/190-191.
[438] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/191.
[439] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/191.
[440] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/191-192.
[441] Muhtasar-ı İbn Kesir
1/140
[442] Mehâsinu't-te'vîl
11/305
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/192.
[443] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/194.
[444] Enbiya sûresi,
21/35
[445] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/194.
[446] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/194.
[447] Muhtasar-ı İbn Kesir
1/142
[448] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/194-195.
[449] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/195.
[450] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/195.
[451] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/195.
[452] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/195.
[453] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/195.
[454] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/195-196.
[455] Tirmizî. Cenâiz.
36
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/196
[456] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/198.
[457] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/198.
[458] Buharî, Tefsir-i Sâre
2, bab 21 Bakınız Suyutî ed- Dürrü'l-mensûr 1/159
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/ 198.
[459] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/198-199.
[460] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/199.
[461] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/199.
[462] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/199.
[463] Zuhruf sûresi
43/75
[464] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/199.
[465] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/199-200.
[466] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/200.
[467] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/202.
[468] Karia suresi
101/4
[469] Nur suresi
24/44
[470] Zumer sûresi 39/
56
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/202-203.
[471] Vahidî, Esbâbu'n-nüzûl
s,25; Kurtubî 11/191
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/203.
[472] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/203.
[473] el-Bahru'1-muhît,
1/476
[474] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/203-204.
[475] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/204.
[476] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/204.
[477] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/204-205.
[478] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/205.
[479] Rûm sûresi,
30/46
[480] Araf sûresi,
7/57
[481] Hakka sûresi,
69/6
[482] Zariyat sûresi,
51/41
[483] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/205-206.
[484] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/208.
[485] Yusuf sûresi,
12/25
[486] Saffat sûresi,
37/69
[487] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/208-209.
[488] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/209.
[489] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/209-210.
[490] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/209.
[491] Furkan sûresi,
25/44
[492] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/210.
[493] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/210.
[494] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/210-211.
[495] Mü'minun sûresi
23/108
[496] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/211.
[497] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/211.
[498] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/211.
[499] Fahri Râzî, s:
11
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/211-212.
[500] Telhîsu'i-beyân,
5:11
[501] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/212.
[502] Bu hadisi Hafız İbn.
Merdiveyh tahric etmiştir.
[503] Mehâsinu't-te'vil
3/368
[504] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/212-213.
[505] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/215.
[506] Kasas sûresi, 28/11
[507] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/215-216.
[508] Suyutî,
ed-Dürru'l-mensur 1/173
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/ 216.
[509] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/216-217.
[510] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/217.
[511] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/217.
[512] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/218.
[513] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/218.
[514] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/218.
[515] Ebu Hayyan, e]
Bahru'l-muhît. 2/3
[516] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/218-219.
[517] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/219-230.
[518] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/223.
[519] Müfredâtu'İ-Kıtf'ıtfı,
S. 312
[520] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/223-224.
[521] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/224.
[522] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/224.
[523] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/224.
[524] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/224-225.
[525] Kaf sûresi
50/16
[526] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/225.
[527] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/225-226.
[530] Bakara sûresi,
2/187
[531] Revaiu'l- beyan 1/190;
Şerif Râdî, Telhisu'l-beyan, s.12
[532]
KeşşâfI/175
[533] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/226-227.
[534] Oruç ibâdeti, kamerî
ay sistemine göre farz kılınmıştır. Kamerî aylar her yıl on gün önce gelmektedir. Dolayısıyla Ramazan
ayı yılın her
mevsimine rastlamaktadır.
Hıristiyanlara yaz sıcaklarında oruç tutmak zor geldiği için orucun zamanını
değiştirerek güneş sistemine almışlar ve yılın kısa ve değişmeyen serin
günlerinde oruç tutmaya başlamışlardır.
(Mütercimler).
[535] Tevbe sûresi,
9/31
[536] Tâhâ sûresi,
20/105
[537] Ahmed b. Hanbel
4/402
[538] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/227-228.
[539] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/230.
[540] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/230-231.
[541] Fahreddin Râzî,
Tefsir-i Kebîr, V/ 132 Vahidî,
Esbübu'n-nüzûl s. 28
[542] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/231.
[543] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/231.
[544] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/231-232.
[545] Tevbe sûresi,
9/36
[546] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/232.
[547] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/232.
[548] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/232.
[549] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/232.
[550] Bazıları bu âyeti
şöyle tefsir ederler: Mekke'ye girdiğiniz haram ay, Hudeybiye yılınd oraya
girmekten men edildiğiniz haram aya karşılıktır. Kâfirler, Nebi (a.s.)'yi
Hudeybiye yılının Zilkade ayında Mekke'ye girmekten
alıkoymuşlardı.
[551] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/232-233.
[552] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/233.
[553] Şûra sûresi
42/40
[554] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/
233-234.
[555] Tâhâ sûresi
20/105
[556] el-Fütühâtu'l-iIâhiyye
1/152
[557] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/
234.
[558] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/237.
[559] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/237.
[560] Vahidî,
Esbâbu'n-nuzûl, 32
[561] Vahidî, a.g.e. 32
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/238.
[562] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/238-239.
[563] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/239.
[564] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/239.
[565] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/239-240.
[566] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/240.
[567] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/240.
[568] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/240.
[569] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/240.
[570] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/240-241.
[571] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/241.
[572] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/243
[573] Yasin sûresi,
36/51
[574] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/243-244.
[575] Fahri Râzî, V/215; Vahidî, Esbâbu'n-nüzûl,
34
[576] Aynı
kaynaklar
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/244-245.
[577] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/245.
[578] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/245.
[579] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/245.
[580] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/245-246.
[581] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/246.
[582] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/246.
[583] şey beklemezler"
şeklindedir. Ona göre, bu âyette muzaf hazf edilmiştir. Şöyle der: Bu, mecaz
için en meşhur misal olan Köy (halkı)'e sor" ayetine benzer. Meselâ: Emir, filan
kimseyi dövdü, filan kimseyi astı veya filan kimseye verdi" denilir. Hakikatte,
emir, bunları emretti demektir. Fahreddin er-Râzi, yaptığı bu yoruma delil
olarak da şu ayeti getirir: "Onlar kendilerine meleklerin veya Rablerînin
emrinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? (Nahl suresi, 16/ 33), İbn
Kesir Tefsirinde zikredilen Selefin görüşüne göre burada yorum yapılmamalı ve
ayetin manası Allah'a havale edilmelidir.
Fahreddin er-Râzîrye göre, âyetinin mânâsı:
"Onlar, Allah'ın emri ve azabının kendilerine gelmesinden başka bir
[584] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/246-247.
[585] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/247.
[586] Mutaffifin sûresi,
83/29
[587] Mü'min sûresi,
40/40
[588] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/247.
[589] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/247-248.
[590] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/248.
[591] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/251.
[592] Kehf sûresi
18/64
[593] Rağıb el-İsfehânî,
Müfredatu'l-Kur'ân
[594] Muhammed sûresi,
47/9
[595] İbn Manzur,
Lisânu'1-Arab, habita maddesi
[596] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/251.
[597] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/251-252.
[598] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/253.
[599] Hacc sûresi,
22/40
[600] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/252-253.
[601] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/253.
[602] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/253.
[603] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/253-254.
[604] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/254.
[605] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/254-255.
[606] Şûra sûresi,
42/13
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/255.
[607] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/255.
[608] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/257-258.
[609] Cevheri, Sıhah, Hars
maddesi.
[610] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/258.
[611] İsrâ sûresi,
17/34
[612] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/258-259.
[613] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/259.
[614] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/259-260.
[615] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/260.
[616] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/260-261.
[617] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/261.
[618] Bir görüşe göre âyetin
mânâsı şöyledir: Çokça yemin edip de Allah'ı yeminlerinize hedef kılmayınız.
İyilik yapmış olmak, kötülükten korunmak ve insanların arasını düzeltmek
maksadıyle az çok, büyük-küçük herşeyde Allah'ın ismini çok söylemeyin. Zira çok
yenıir eden ne iyilik yapmış olabilir ne de takva
sahibi.
[619] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/261.
[620] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/261-262.
[621] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/262.
[622] Kurtubî,
TU/57
[623] Keşşaf,
1/202
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/262-263.
[624] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/265.
[625] Tûr sûresi,
52/31
[626] Hud sûresi,l
t/72
[627] el-Müfredât, s.
229
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/266.
[628] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/
267.
[629] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/267.
[630] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/267.
[631] Ahzab sûresi,
33/49
[632] Hucurat sûresi,
49/13
[633] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/267-268.
[634] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/268-269.
[635] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/269.
[636] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/269-270.
[637] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/270.
[638] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/270.
[639] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/271.
[640] Tevbe sûresi,
9/107
[641] Tehzibu'1-lüğa, Adi
maddesi.
[642] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/272.
[643] Bu hadisi Buhârî
rivayet etmiştir. Bakınız Tac IV/63
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir,
Ensar Neşriyat: 1/272.
[644] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/272-273.
[645] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/273.
[646] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/273-274.
[647] Tcfiiîr-i Kebîr,
6/105
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/274.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder