Bakara suresi(3)

Hiç yorum yok

Faydalı Bilgiler

1. Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Yüce Allah, Ya­hudilere de, Hıristiyanlara da Ramazan orucunu farz kıldı. Fakat Yahudiler bu ayda oruç tutmayı bırakıp senede bir gün oruç tuttular. Bu günün de Fira-vun'urt boğulduğu gün olduğuna inanıyorlardı. Hiristiyanlara gelince onlar, Ramazan ayında oruç tutmaya devam ettiler. Ancak bu ay, çok sıcak günlere tesadüf edince[534] oruç zamanını değiştirip, onu sabit bir vakte aldılar. Böyle yaptıkları için de onun süresini on gün artırdılar. Bir müddet sonra kralları hastalandı ve bu hastalıktan kurtulmak için yedi gün oruç tut­mayı adadı. Bu yedi günü de ilave ettiler, Daha sonra başka bir kral geldi. Bu üç günü niçin tutmuyoruz deyip üç gün de o ilave ederek süreyi elli güne çıkardı. İşte, "Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini Rabblar edindiler[535] mealindeki âyetten maksat budur.
2. Hafız tbn Kesir şöyle der: Oruç hükümleri arasında, duaya teşvik eden âyetinin zikredilmesinde, oruç süresi bittikten.sonra, hatta her iftar anında dua etmeye bir teşvik vardır. Zira Rasulallah (s.a.v.) Şöyle buyurmuştur. "İftar anında oruçlunun yaptığı dua reddolunmaz. Abdullah b. Ömer (r.a.) iftar anında şöyle dua ederdi: "Ey Allahım! Herşeyi kuşatan rahmetin ile, Senden beni bağışlamam istiyorum."
3. cümlesinin zahiri mânâsı, kulların Allah'ı sorduk­larını gösterir. Halbuki zât-ı bâri'den sorulmaz, ancak O'nun işlerinden so­rulur. Bunun cevabında gelen cümlesi, kulların, Allah'ın kendileri­ne uzaklığı veya yakınlığım sorduklarını göstermektedir. Bu cevapta, diğer âyetlerde gelen sorulara verilen cevaplarda olduğu gibi, veya Jü lafız­ları kullanılmamıştır. Meselâ: "Rasû-lüm, sana dağlar hakkkında sorarlar, de ki:Rabbim onları ufalayıp savuracak[536] âyetinde cevap, Jlâ ile başlamıştır. Yukarıdaki âyette ise, Yüce Allah kullarına son derece yakın olduğunu, kendisinden bir şey isteyen ih­tiyaç sahipleri ile, kendisi arasında herhangi bir vasıta olmaksızın onların isteklerine cevap verecek şekilde onlarla beraber olduğunu bildirmek için, cevabı bizzat kendisi vermiştir.
4. İbn Teymiyye şöyle der: Yüce Allah Arş'ın üstünde mahlukâtını gözetmekte, onları kollamakta ve her türlü hallerini görmektedir. Allah'ın mahlukâtına yakın olduğuna inanmak da bu cümledendir. Sahih hadiste şöyle zikredilmiştir. Dua etmekte olduğunuz Yüce Allah, size üzerine bin­diğiniz devenizin boynundan daha yakındır" Kitap ve sünnette zikredilen Allah'ın mahlukâta yakınlığı ve onlarla beraberliği, O'nun, mahrukatının fevkinde ve üstünde olduğuna dair zikredilen diğer nasslara aykırı değildir. Zira Yüce Allah'ın bir benzeri yoktur.
5. Yüce Allah bize, kadınlar ve cinsiyetle ilgili konulardaki edebî öğretmek için, eşler arasındaki cinsi münasebeti güzel bir tabir ile ifade etti. İşte bundan dolayıdır ki, İbn Abbas (r.a): Allah (c.c) Kerîm'dir, Halîm'dir, kinayeli söz söyler" demiştir.[537] [538]
188. Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle ye­meyin. Kendiniz bile bile, insanların mallarından bir kısmını, haram yollardan yemeniz için o malları hâkim­lere vermeyin.
189. Sana, hilâl şeklinde yeni doğan ayları sorar­lar. De ki: Onlar insanlar ve özellikle hacc için vakit ölçüleridir. İyi davranış, asla evlere arkalarından gelip girmeniz değildir. Lâkin iyi davranış, korunan kimse­nin davranışıdır. Evlere kapılarından girin, Allah'tan korkun, umulur kî kurtuluşa erersiniz.
190. Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşı­rıları sevmez.
191. Onları yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram'-da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaş­mayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir.
192. Eğer onlar (savaştan) vazgeçerlerse Allah Ğafûr ve Rahîm'dir,
193. Fitne tamamen yok edilinceye ve din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zâlimlerden başkasına düş­manlık ve saldırı yoktur.
194. Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmet­ler (dokunulmazlıklar) karşılıklıdır. Kim size saldı­rırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Al­lah'tan korkun ve bilin ki Allah müttakîlerle bera­berdir.
195. Allah yolunda harcayın Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Her türlü hareketiniz­de dürüst davranın. Çünkü Allah dürüstleri sever.

Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde oruçla ilgili hükümleri açıklayıp, Ra­mazan gelerinde mü'minlerin yeme, içme ve cinsî münasebette bulunma­larının mubah olduğunu beyan ettikten sonra, bu âyetlerde de, haksız yere insanların mallarını yemenin haram olduğunu açıkladı. Zira müslümanın, ne Ramazan gecelerinde, ne de başka bir zaman haram yemesi doğru de­ğildir. Oruçtan bahsederken söz, hilâlin görülmesi konusuna geldi. Bu ise, akla hilâllerin ne olduğu sorusunu getirmektedir. Bu sebeple âyet-i keri­meler, hilâllerin, insanların oruçları ve Allah'a yaklaşmayı sağlayan diğer ibadetler için vakitleri bildirdiğini açıklıyor. [539]

Kelimelerin İzahı

Bâtil, lügatte, giden ve yok olan demektir. Giden ve yok olan bir şey için denilir. Terim mânâsı ise; gasp, hırsızlık, kumar ve faiz gibi yollarla elde edilen "haram mal" demektir.
İdla'nm asıl mânâsı, kovayı kuyuya salmaktır. Daha sonraları, fiil olsun, söz olsun yapılan veya konuşulan her şey için idlâ tabi­ri kullanıldı. Bir kimse delil sevkedip getirdiği zaman: denilir. Burada idlâ'dan maksat, rüşvet olarak hakime mal vermektir.
Ehille, ayın insanlar tarafından görülen ilk hali mânâsına gelen "hilâl" kelimesinin çoğuludur, Daha sonra kamer olur. Dolunay haline gel­diği zaman ise "bedir" denir.
Mevâkit, mikat kelimesinin çoğuludur. Miad kelimesinin va'd mânâsına geldiği gibi, mikat da vakit mânâsına gelir. Bir görüşe göre mi­kat, vaktin sonudur.
Bir kimse bir şeye karşı üstünlük sağlayarak onu tutup yaka­ladığı zaman denilir. demek, "yaşıtlarına hemen galebe çalan kişi" demektir. Şâir şöyle der:
Eğer bana üstün gelirseniz beni Öldürün. Ben kime üstün gelirsem artık onu yaşatmam.
Tehlüke, helak olmak demektir. [540]

Nuzûl Sebebi

Rivayet olunduğuna göre Sahabeden bazıları şöyle dediler: "Ya Rasu-lallah! Hilâl niçin bazan ip gibi ince görünüyor, sonra içi dolarak her tarafı aydınlık oluyor, sonra da tekrar ilk haline dönünceye kadar ışığı azalıyor. Güneş gibi bir halde durmuyor?"
Bunun üzerine... âyeti nazil oldu.[541] Rivayete göre, Câhiliyye devrinde Ensar ihrama girdiği zaman, geri döndüğünde eve kapısından girmez, arka tarafından açtığı bir delikten içeri girer veya bir merdiven bularak onunla evin üstüne çıkar, Öyle girerdi. Bu­nun üzerine âyeti nazil oldu. [542]

Âyetlerin Tefsiri

188. Mallarınızı, aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Yani, bir kısmınız bir kısmınızın mallarını, Allah'ın mubah kıl­madığı bir şekilde yemesin. İnsanların mallarından bir kısmını haksız yere almanız için, size yardım etsinler diye, bâtıl yolda olduğunuz ve haram yediğinizi bile bile hâkimlere rüşvet olarak vermeyin. [543]
189. Ya Muhammedi Sana, niçin hilal önce ip gibi oluyor, sonra büyüyüp yuvarlaklaşıyor, sonrada tekrar eski haline dönünceye kadar ışığı azalıp inceliyor? diye soruyorlar. Onlara deki: Hilalin bu hallere girmesi, sizin ibadet vakitlerinizi gösterir. Onlar sizin, oruç, hac ve zekat vakitlerinizi bilmeniz için birer alamettir. İyi davranış, Câhiliyye devrinde yaptığınız gibi, evlere arkalarından girmek değildir. lâkin iyi davranış, tak­va sahibi kişinin Allah'ın haramlarından korunmak suretiyle işlediği ve sizi O'na yaklaştıran salih ameldir. İnsanların normal zaman­larda yaptığı gibi, evlere kapılarından girin. Mesut ve bahtiyar kişiler olabilmeniz ve Allah'ın rızasını elde edebilmeniz için O'ndan korkun. [544]
190. Allah'ın dinini yüceltmek için, si­zinle savaşan kâfirlere karşı savaşın. Sakın aşın gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez. Yani onlarla savaşa önce siz başlamayın. Zira Allah zulmedenleri ve aşın gidenleri sevmez. Bu hüküm, İslama davetin başladığı yıllarda idi. Daha sonra "Siz de müşriklere karşı topyekün savaşın.[545] mealindeki âyetle kaldırıldı. Bir görüşe göre, bu hüküm, kendisinden sonra gelen şu âyetin hükmüyle kaldmldı:[546]
191. Onları nerede bulursanız öldürün, yani ister Harem'in dahilinde isterse Hill'de olsun, onları yakaladığınız yerde öldürün. Onlar nasıl sizi Mekke'den çıkarmışlarsa, sizde onları vatanlarından çıkarıp kovun. Mü'mini dininden çevirmek, onu öldürmekten daha kötüdür, veya kâfirlerin küfrü, sizin onları Harem dahilinde Öldürmenizden daha kötü bir iştir. Onlar, Harem dahilin­de savaşı büyük bir günah sayıyorlarsa, bilsinler ki onların küfrü daha bü­yüktür, Onlar Mescid-i Haram'da size karşı savaşı başlatmadıkça, siz onlara karşı savaşa başlamayın, Eğer savaşı onlar başlatırsa, o zaman siz de onlan öldürün. Çünkü oranın hürmetini onlar bozmuş olurlar. Kötülüğü başlatan daha zâlimdir. İşte, Allah'ı inkâr eden her kâfir hakkında verile­cek hüküm budur. [547]
192. Eğer onlar şirkten vazgeçer ve İslam'a gi­rerlerse, onları bırakın. Zira Allah, tevbe edip kendisine sığınan herkese mağfiret ve merhamet eder. [548]
193. Kâfirlerle, onların güçlerini kırıncaya, yeryüzünde şirkten eser kalmaymcaya ve Allah'ın dini diğer bütün dinlere üstün ve galip gelinceye kadar savaşın. Eğer sizlerle savaşmaktan veya şirkten vazgeçerlerse, siz de onlarla savaşmayı bırakın. Kim, onlar savaşı bıraktıktan sonra savaşmaya devam ederse zulmetmiş olur. Zâlimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur. [549]
194. Sonra Yüce Allah, müşriklerin düşmanlık ve saldırılarını def etmek miçin, haram aylarda müslümanların onlarla savaşmalarının mubah kılındığını açıkladı ve şöyle buyurdu: Haram ay, haram aya; hürmetler hürmetlere kısastır. Yani onlar haram ayda sizinle savaşırlarsa, siz de bu ayda onlarla savaşın. Onlar ayın hür­metini ihlal edip sizin kanınızı akıtmayı helal sayarlarsa siz de onlara aynı şeyi yapın.[550] Kim size saldmrsa, siz de ona, misliyle saldırın. Kendinizi, haddi aşmaktan alıkoyun. Siz Mes­cid-i Haram dahilinde veya haram ayda savaş açana, misliyle karşılık vere­rek cezalandınn, haddi aşmayın, Allah'tan kor­kun. Bütün iş ve davranışlarınızda Allah'ın emrini göz Önünde bulundurun. Bilin ki O, dünya ve âhirette yardım ve desteğiyle, daima takva sahiple­riyle beraberdir. [551]
195. Cihad için ve Allah'a yaklaşmayı sağlayan diğer ameller için harcayın, harcarken cimri davran­mayın. Eğer Allah yolunda harcamaz ve cimrilik yaparsanız belâya uğrar ve düşmana mağlup olursunuz. Bazılarına göre bu âyetin mânâsı şöyledir: Mallarınız ve çoluk çocuklarınız ile meşgul olarak, Allah yolunda cihadı terketmeyin, yoksa helak olursunuz. Bütün amelleri­niz de, Allah'ı görüyormuş sunuz gibi hareket edin ki, Allah sizi sevsin ve kendisine yakın olan dostları arasına sizi de katsın. [552]

Edebî Sanatlar

1. Âyetinde, tariz nevilerinder olan ve üslub-u hakîm adı" verilen edebî sanat vardır. Müşrikler Rasulallar (s.a.v.)'a yeni doğan ayın niçin küçük olduğunu, daha sonra ışığı artara! niçin dolunay haline geldiğini soruyorlar, Yüce Allah ise onları, hilâllerir bu şekilde olmasındaki hikmeti beyana sevkediyor. Demek istiyor ki: "Si­zin için faydalı olan ayın ilk günlerinden itibaren ışığının artıp, sonun doğn yine azalmasının sebebini sormanızı değil" hilallerin yaratılışındaki hik meti sormanızdır. İşte edebiyatçılar bu sanata "uslûb-u hakîm" derler.
2. Bu cümlede, hazif yoluyla îcaz vardır. Takdiı şöyledir: Haram ayın hürme tini ihlal etmek, karşılık olarak aynı ayın hürmetini ihlal etmeyi gerektiril Bu sanata "hazif yoluyla icaz" ismi verilir.
3. cümlesinde Müşâkele sanatı vardıı Müşâkele, lafızların aynı, mânâlarının farklı olmasıdır. Bu cümlede hadc aşmanın karşılığı da haddi aşmak, diye isimlendirilmiştir. Nitekim Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür,[553] âyetinde de aynı sanat vardır. Zeccâc der ki: Araplar, kendilerine zulmeden bir kimseye ayniyle karşılık verdikleri zaman, * derler. [554]

Faydalı Bilgiler

1. Kur'an-ı Kerim'de kıtal veya cihad lafızları, daima "fî sebilillah" kelimesiyle beraber zikredilmektedir. Bu, kıtalden maksadın çok yüce ve şerefli bir gaye olduğunu gösterir ki, bu gaye de "Allah'ın dinini yüceltmek"tir. Yoksa, hükümranlık, ganimet elde etmek, yeryüzünü istilâ veya başka herhangi bir basit gaye değildir.
2. Kur'an'da gibi, sual sıyğasıyla gelen her soruya, fâ harfi kul­lanılmadan lafzıyle cevap verilmiştir. Sadece Tâhâ sûresinde şeklinde gelen sual sıygasına, fâ harfi kullanılarak, "De ki, Rabbim onları ufalayıp savuracak"[555] şeklinde cevap ve il mistir. Bunun hikmeti şudur: Diğer âyetlerde geçen bütün cevaplar, soru so­rulduktan sonra verilmiştir. Tâhâ sûresinde ise, soru sorulmadan cevap ve­rilmiştir. Takdiri şöyledir: "Sana dağlar hakkında soru sorulursa, de ki: "Rabbim onları ufalayıp savuracak.[556]
3. Rivayet edildiğine göre, müslümanlardan biri Rûm ordusuna saldı­rarak aralarına girdi. Bunu görenler: "Sübhanellah! Adam kendi elleriyle kendini tehlikeye attı" dediler. Ebu Eyyub el-Ensarî şöyle dedi: "Ey Ensar topluluğu! Bu âyet bizim hakkımızda indi . Allah bu dini kuvvetlendirir ve yardımcıları çoğalırken biz: "Mallarımızla meşgul olsak, da zayi olanları telâfi etsek, dedik. Bunun üzerine: "Allah yolunda harcayın, kendi elleri­nizle kendinizi tehlikeye atmayın" mealindeki âyet nazil oldu. Buna göre asıl tehlike, mallarla ve onların ıslâhı ile meşgul olup da, Allah yolunda ci­hadı terketmektedir". Ebu Eyyup el-Ensarî, şehit oluncaya kadar Allah yo­lunda savaştı ve Rûm diyarında şehit olarak oraya gömüldü. [557]
196. Haccı ve umreyi Allah için tam yapın. Eğer alikonursamz kolayınıza gelen kurbanı gönderin. Kur­ban, yerine varıncaya kadar, başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden her kim hasta olursa yahut başından bir ra­hatsızlığı varsa, oruç veya sadaka veya kurban olmak üzere fidye gerekir. Emin olduğunuz vakit kim hac günlerine kadar umre ile faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir. Kurban kesemeyen kimse hac günlerinde üç, memleketine döndüğü zaman yedi olmak üzere oruç tutar ki, hepsi tam on gündür. Bu söylenenler, ailesi Mescid-i Haram civarında oturma­yanlar içindir. Allah'tan korkun. Biliniz ki Allah'ın ve­receği ceza ağırdır.
197. Hacc, bilinen aylardadır. Kim o aylarda hac­ca niyet ederse, hac esnasında kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur, ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. Azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl Sahipleri! Benden korkun.
198. Rabbinizden gelecek bir lütfü aramanızda size harhangi bir günah yoktur. Arafat'dan ayrılıp akın ettiğinizde Meş'ar-i Haram'da Allah'ı zikredin ve O'nu size gösterdiği şekilde anın. Şüphesiz, siz daha önce yanlış gidenlerden idiniz.
199. Sonra insanların (Sel gibi) aktığı yerden siz de akın. Allah'tan mağfiret isteyin. Çünkü Allah affedi­ci ve esirgeyicidir,
200. Hacc ibadetlerinizi bitirince, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı anın. İnsanlardan öyleleri var ki; "Ey Rabbi-miz! Bize dünyada ver" derler. Böyle kimselerin âhi-retten hiç nasibi yoktur.
201. Onlardan bir kısmı da "Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver. Bizi cehen­nem azabından koru" derler.
202. İşte onlar için, kazandıklarından büyük bir nasip vardır. Allah'ın hesabı çok sür'atlidir.
203. Sayılı günlerde Allah'ı anın. Kim iki gün içinde acele edip dönmek isterse, ona günah yoktur. Kim geri kalırsa ona da günah yoktur. Bunlar günahtan sakınanlar içindir. Allah'tan korkun ve bilin ki hepiniz O'nun huzurunda toplanacaksınız.

Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Yüce Allah, önceki âyetlerde oruçla ilgili hükümleri açıkladıktan sonra, bu âyetlerde de hacc ile ilgili hükümleri açıkladı. Çünkü hacc ayları, oruç aylarından hemen sonra gelmektedir. Aradaki kıtal âyetleri ise haram aylar ve o aylardaki savaş gibi, çok önemli bir konudan bahsetmektedir. Bu âyetler Müslümanlar ihramlı iken müşriklerin saldırısına uğrarlarsa, nefis­lerini korumak için karşı saldırıya geçmelerinin ve haram aylarda savaş­malarının mubah olup olmadığım açıklamaktadır.
Önceki âyetler hilallerin hikmetini, onların oruç ve hacc gibi ibadet­lerin vakitlerini gösteren birer alâmet olduğunu beyan ettikten sonra, müs-lümanların haram aylarda savaş durumlarını beyan etmiştir. Rasulullah (s.a.v.) umre yapmak istediği zaman, müşrikler onun Mekke'ye girmesine mani olmuşlar ve bunun üzerine Hudeybiye Sulhu yapılmıştır. Sonra ertesi yıl kaza umresi yapmak isteyince, Ashabı ihramlı iken müşriklerin ahdi bozarak kendilerine saldırmalarından korkmuşlardı. Bu âyetler, müslüman-ların, haram ayların hürmetini ilk defa kendilerinin bozmamaları gerek­tiğini, müşrikler bozdukları takdirde, karşılık olarak ve onların saldırılarını defetmek için bu aylarda savaşabileceklerini beyan etmiştir. Daha sonraki âyetlerde ise, haccın ve ihsarın hükümlerinden bahsedilmiştir. İşte, önceki âyetlerle bu âyetler arasındaki münasebet budur. [558]

Kelimelerin İzahı

îhsar, hapsetmek ve engel olmak demektir. Bir kimse diğerini seferden menettiği zaman denir. Bir kimse birini hapsedip ona engel olduğunda denir. Ezherî şöyle der: Bir kimse hapse atıla­rak hareketten men edildiği zaman Hastalık veya yolu kesilmek suretiyle seferden alıkonulursa denir.
Hedy; deve, koyun ve sığır gibi hayvanlardır. Beytullah'a götü­rülen hayvandır. En küçüğü koyundur.
Mahill, kurban kesmenin helal olduğu yerdir ki, burası da Ha-rem-i Şerif veya mahsur kalan kimsenin mahsur kaldığı yerdir.
Kulun, Allah için kesmiş olduğu kurban mânâsına gelen "nesike" kelimesinin çoğuludur.
Cünah, ash orta yoldan sapmak mânâsına gelen cünüh kökün­den olup "günah" manasınadır.
"Ayrıldığınız zaman" demektir. Aslı, suyun dökülerek akması mânâsına gelen fiilindendir. demek, "Suyun akmasına benzer bir hızla Arafat'tan ayrıldınız" demektir.
Halâk, Allah'ın rahmetinden nasib ve pay almak demektir. : "Hesap için toplanacaksınız" demektir. [559]

Âyetlerin Nüzul Sebebi

1. İbn Abbas (r.a.)'m şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Yemenliler, azık ve yiyecek tedarik etmeden haccederler ve "Biz Allah'a tevekkül edi­yoruz" derlerdi. Mekke'ye geldikleri zaman da, dilencilik yaparlardı. Bunun üzerine Yüce Allah: "Azık edinin, Bilin ki, azığın en hayırlısı takvadır" mealindeki âyetini indirdi.[560]
2. Âişe (r.a.)'m şöyle dediği rivayet olunmuştur: Kureyşliler ve onlar­la aynı dinde olanlar Müzdelife'de vakfe yapıyorlardı. Hamâset-i diniyye iddialarından dolayı bunlara "Hums" ismi verilirdi. Diğer Araplar ise Ara­fat'ta vakfe yapıyorlardı. İslam gelince, Yüce Allah peygamberine Arafat'a gelip vakfe yaptıktan sonra oradan ayrılmasını emretti. Kureyşliler, Meş'a-r-i Harâm'dan bir sel gibi toplu olarak akarlardı. Bunun üzerine Yüce Allah: "Sonra insanların sel gibi akın ettiği yerden, siz de sel gibi akın edin" mea­lindeki âyeti indirdi.[561]

Âyetlerin Tefsiri

196. Hacc ve umreyi, rükün ve şartlarına riayet ederek, tam bir şekilde, Allah rızası İçin eda edin. Hastalık veya düşman sebebiyle hac veya umreyi tamamlamanız en­gellenirse ve ihramdan çıkmak isterseniz kolayınıza gelen deve, sığır veya koyundan birini kurban kesmeniz gerekir. Kurbanlık hayvan, kesileceği yere varıncaya kadar, traş olarak veya saçlarınızı kısaltarak ihramdan çıkmayınız. Kurbanın kesileceği yer, Ha-rem-i Şerif veya mahsur kalman yerdir.: Ey ihram giymiş mü'minler! Sizden kimin cil­dinde kıllarım kesmeyi gerektiren bir hastalığı olur da onları tıraş ederse veya başında, bit ve başağrısı gibi kendisine eziyet verecek bir şey bulun­duğu için ihramli iken başını tıraş ederse, ona fidye vacip olur. Bu fidye ya üç gün oruç tutmak veya altı fakire üç sa' miktarınca sadaka vermek veya en az bir koyun olmak üzere bir kurban kesmektir. liti İşin başlangıcında emniyet içinde iseniz veya ihsardan sonra emniyete ulaşırsanız, Bu takdirde, kim hacc aylarında umre yapar ve ihramlı olmayanların faydalandığı güzel koku sürünme, kadınlara yaklaşma ve benzeri diğer nimetlerden faydalanırsa, kolayına gelen bir kurban kesmesi gerekir. Bu da, Allah'a şükrün bir ifadesi olarak keseceği bir koyundur. Kim kurbanı alacak bir imkân bulamazsa, ongun oruç tutması gerekir. Bu­nun üç gününü hacc için ihrama girdiğinde, yedisini de vatanına döndüğünde tutar. İşte bu, kurban yerine geçecek on gündür. Sevabı da, eksiksiz olarak kurbanın sevabı kadardır. Bu temettü haccı veya bu kurban, Harem-i Şerifte otur­mayanlara mahsustur. Harem-i Şerifte oturanlar haccı-ı temettü yapamaz­lar, onlar için bir kurban kesme de söz konusu değildir. Allah'ın emirlerine sarılmak ve yasaklarından kaçınmak sure­tiyle O'nun azabından sakınınız. Biliniz ki, O'na muhalefet edene azabı şiddetlidir. Yüce Allah bundan sonra haccın vaktini açıklayarak şöyle buyurur: [562]
197. Haccın mevsimi, insanlar arasında bilinen Şevval ve Zilkade ayları ile Zilhicce ayının ilk ongunudur. Kim bu aylarda ihrama girip telbiye yaparak hacca niyet ederse, artık onun için Hacc esnasında hanımına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur. Yani hacca ni­yet eden kimse kadınlara yaklaşamaz ve onlardan faydalanamaz. Çünkü o, Allah'a yönelmiş ve O'nun rızasını istemiştir. Dolayısıyla şehevî arzuları bırakması, masiyetleri, cedelleşmeyi ve arkadaşlarla kavga etmeyi terk et­mesi gerekir. İleriye, nefsiniz için hayırdan ne gön­derirseniz, Allah onun karşılığında size en güzel şekilde mükâfat verir. Âhiretiniz için takva azığı hazırlayın. Çünkü o, en hayırlı azıktır. Ey akıl ve anlayış sahipleri! Benden kor­kun ve azabımdan sakının.[563]
198. Rabbinizden gelecek bir lutfu aramanızda size harhangi bir günah yoktur. Yani hacc esnasında ticaret yapmanızda size bir günah ve bir vebal yoktur. Çünkü dünyalık ticaret dinî ibadete mani değildir.
Daha önce müslümanlar hacc aylarında ticaret yapmayı günah sa­yarlardı. Bu âyet inerek, müslümanlarm hacc aylarında ticaret yapmalarım mubah kıldı.
Arafat'ta vakfe yapıp ora­dan ayrıldığınızda dua, tazarru, tekbîr ve tehlîl ile, Müzdelife'de Meş'ar-i Haram'ın yanında Allah'ı anınız. O'nun size gösterdiği gibi güzel bir şekilde O'nu anınız. Hidayet ve iman nimetine karşılık O'na şükrediniz. Çünkü o sizi hidayete iletmeden önce, siz imanı ve dinin hükümlerini bilmeyen sapıkların içindeydiniz. [564]
199. Sonra, Müzdelife'den değil insanlann bir sel gibi akıp gittiği Arafat'tan siz de inin.
Bu hitap Kureyşli'leredir. Zira Kureyşliler, kendilerini diğer insanlar­dan üstün görüyor ve onlarla birlikte Arafat'ta durmak istemiyorlardı: "Biz Allah'ın dostları ve O'nun hareminin sakinleriyiz. Oradan dışarı çıkmayız." diyorlar ve Harem sınırları içinde olduğundan Müzdelife'de duruyorlar, sonra da oradan inip gidiyorlardı. Bunlara, "dindarlar" mânâsına "hums" deni­lirdi. Yüce Allah Rasulüne Arafat'a çıkıp orada vakfe yapmasını, sonra da oradan inmesini emretti.
Geçmiş günahlarınızdan dolayı Allah'tan af dileyiniz. Çünkü Allah'ın bağışlaması çok, rahmeti geniştir. [565]
200. Hacc işlerini bitirip sona erdirdiğinizde, babalarınızı andığınız ve övgü vesilelerini sa­yıp döktüğünüz gibi, hatta ondan daha fazla Allah'ı anınız.
Müfessirlerin anlattığına göre Araplar, hac menâsikini îfa ettikten sonra Mina'da Mescitle dağ arasında durarak, babalarından intikal eden övgü vesilelerini, tarihî güzel günlerini anarlardı. İşte bunun için, onlara sadece Allah'ı zikretmeleri emredildi.
Öyle insan var­dır ki, sadece dünyayı düşünür ve şöyle der: Allah'ım! Bana vereceğin mü -kâfatı ve lütfü sadece dünyada ver. Böyle kimsenin âhirette bir payı, bir nasibi yoktur. [566]
201. İnsanlardan öylesi de vardır ki hem dünya ve hem de âhiretin hayrını ister ve bizi cehennem azabından koru, der. Bu, akıllı mü'mindir. Bu dua, bütün hayırları toplar, bütün serleri de uzaklaştırır. Çünkü dünyadaki hasene (ha­yır); sıhhat, afiyet, iyi bir ev, güzel bir eş, bol rızık ve daha bir çok iyi şeyleri kapsar. Âhiretteki hayır da büyük korkudan emin olma, hesabı kolay verme, cennete girme, Allah'ın cemalini görme ve benzeri hayırları kapsar. [567]
202. İşte' hem dünya ve hem de âhiret mutluluğunu isteyen bu kimselerin yaptıkları iyi amellerden bol­ca nasipleri vardır. Allah'ın hesaba çekmesi süratlidir. Mahlukâtı, göz açıp kapayıncaya kadar hesaba çeker. [568]
203. Sayılı günlerde Allah'ı anın. Yani kurban kesme gününden sonra üç gün namazlardan sonra ve şeytan taşlarken tekbir getirerek Allah'ı zikrediniz. Kim acele ederek iki gün sonra Mina'dan aynhrsa ona bir günah yoktur. Kim geri kalıp da üçüncü gün, ki buna ikinci ayrılış günü denir, şeytan taşlarsa ona da bir günah yoktur. Zikredilen bu hükümler, Allah'tan korkup haccını en güzel bir şekilde tamamlamak isteyenler içindir. Allah'tan korkunuz ve biliniz ki, siz hesap için Allah'ın huzurunda toplanacaksınız da, amellerinize göre sizi cezalandıracaktır. [569]

Edebî Sanatlar

1. Cümlesi, kurbanı ihsar yerinde kesmekten kinayedir.
2. Burada hazif yoluyla icaz vardır. Yani, kim hasta olduğu için tıraş olursa, veya başında kendisine eziyet verecek bir şey bulunduğu için tıraş olursa ona fidye gerekir, demektir.
3. Burada gâibten muhataba dönüş vardır. Bu da edebî güzelliklerdendir.
4. Burada tafsilden sonra icmal vardır. Bu, itnab kabi­linden bir sanattır. Oruca devam etmenin onu basite almamanın veya gün­lerinin sayısını eksiltmemenin gerektiğini vurgular.
5. Cümlesinde, işin büyüklüğünü göstermek ve kalblere korku salmak için, zamir yerine, Allah lafzı açık isim olarak getirilmiştir.
6. Bu kelimelerin sıygası olumsuzluk bildirmekle bir­likte, hakikatte bunlar yasaklayıcı emirlerdir. Yani, "Kimse hanımınaj yak­laşmasın ve fâsıkhk etmesin" demektir. Bu tür bir ifade, sarih bir yasak­lamadan daha vurguludur. Çünkü bu ibare, böyle bir işin kesinlikle olma­ması gerektiğini ifade eder. Zira hoş görülmeyen ve bizatihi çirkin olan şeyin, hacc aylarında yapılması daha çirkindir. Bir şeyi haber sıygasıyla getirip de nehyini murat etmek, daha mübalağalı ve daha açıktır.
7. Bu cümlede teşbih-i temsil vardır. Buna "Mürsel-Mücmel" denilir. âyeti arasında latif bir mukabele sanatı vardır. [570]

Faydalı Bilgiler

1. kelimesi, aslında ibadet manasınadır. Kurban kesmek de, mü'minin Allah'a yaklaşacağı şerefli ibadetlerden olduğu için, hayvanı kur­ban etmeye de "nüsük" denir. :
2. Dünya azığı, nefsin istek ve arzularını yerine getirmeyi temin eder. Âhiret azığı ise, ahiret nimetlerini elde etmeyi sağlar. Bundan dolayı! Yüce Allah, faydalı olan âhiret azığım zikretti. Bu mânâda el-A'şâ şu beyti söylemiştir.
Sen takva azığını almadan göçer de öldükten sonra azığını almış kimse ile karşılaşırsan, onun gibi olmadığına ve onun âhireti gözettiği gibi gözetmediğine pişman olursun. [571]
204. İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbindekine Allah'ı şahit tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır.
205. O, dönüp gittiğinde yeryüzünde ortalığı fesa­da vermek; ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.
206. Böylesine "Allah'tan kork!" denilince benlik ve gurur kendini günaha sevkeder. Ona cehennem ye­ter. O ne kötü yataktır.
207. İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah'ın rıza­sını almak için kendini feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir.
208. Ey iman edenler! Hep birden İslam'a girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanmızdır.
209. Size apaçık deliller geldikten sonra, eğer sa­parsanız, şunu iyi bilin ki Allah Azizdir, Hakimdir,
210. Onlar, ille de buluttan gölgeler içinde Al­lah'ın ve meleklerin gelmesini mi beklerler? Halbuki iş bitirilmiştir. Bütün işler yalnızca Allah'a döndürülür.
211. İsrailoğullarına sor. Onlara nice mucizeler verdik. Kİm mucizeler kendisine geldikten sonra Alla­h'ın nimetini değiştirirse, bilsin ki Allah'ın azabı şid­detlidir.
212. Kâfir olanlar için dünya hayatı cazip kılındı. Onlar, iman edenler ile alay ederler. Oysa ki, inkârdan sakınanlar kıyamet gününde onların üstündedir. Allah dilediğine hesapsız rizık verir.

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde, oruç, zekat ve hacc gibi kalpleri temiz­leyen ve ruhları arındıran ibadetleri anlattı. İnsanlardan bir kısmının sa­dece dünyayı istediğini, ondan öteye bir gayesi olmadığını; bir kısmının ise, Allah rızasını kazanmak gibi yüce bir gayesi olduğunu bildirdi. Bu âyetlerde ise, her iki grupla ilgili örnek verdi: Bunlardan birisi, kendini şeytana kaptırmış dalâlet grubu, diğeri ise kendini Rahman'a vermiş hida­yet grubudur. Daha sonra Yüce Allah, şeytanın peşinden gitmekten sakın­dırdı ve onun, bizim amansız düşmanımız olduğunu bildirdi. [572]

Kelimelerin İzahı

Leded, şiddetli düşmanlık demektir. Taberî, eleddü kelimesinin amansız düşman mânâsına olduğunu söyler. Hadiste "Allah katında en se­vimsiz kişi, husumeti şiddetli olandır" buyrulmuştur.
Hars, ekin demektir. Çünkü tohum önce ekilir, sonra tarla sürülür.
Nesi, zürriyet ve çocuk demektir. Bu kelime, aslında, süratle çıkmak manasınadır. "Rabblerine koşarak giderler[573] mealindeki âyette de bu mânâda kullanılmıştır. Çocuk anasının rahmine süratle düştüğü için ona nesil denmiştir.
İzzet; gurur ve haysiyet demektir.
Hasb, fiil mânâsına isimdir. "O'na yeter" demektir.
Mihâd, yatıp uyumak için hazırlanan döşektir.
"Satıyor" manasınadır.
tbtiğâ, istemek demektir.
Bu kelime, sin harfi esre okunduğunda "İslam, üstün okun­duğunda "sulh" mânâsına gelir. Bunun aslı, boyun eğmek ve itaat etmek mânâsına gelen "İstislam" kökündendir. Şair şöyle der:
Kabilemi İslam'a çağırdım. Neticede gördüm ki, yüz çevirmiş kaçı­yorlar.
Zelel, doğru yoldan sapmak demektir. Hakiki mânâda, ayak kay­ması için kullanılır. Daha sonraları manevî işlerde kullanılmıştır.
Zulel, zulle kelimesinin çoğuludur. Zulle ise, güneş ışınlarını perdeleyip görünmesine mani olan şeydir. [574]

Nüzul Sebebi

1. Rivayet edildiğine göre Ahnes b.Şureyk Peygamberimize gelerek müslüman olduğunu bildirdi ve onu sevdiğine dair yemin etti. Halbuki görünüşte müslüman, fakat içi çirkef dolu bir münafıktı. Biraz sonra Rasu-lullah (s.a.v.)'m yanından ayrılıp gitti. Yolda mü s lüm ani ardan bir topluluğa ait ekine ve eşeklere rastladı.' Ekini yaktı, eşekleri de öldürdü. Bunun üzerine Yüce Allah ifadesiyle başlayıp yi ile sona eren âyetleri indirdi.[575]
2. Rivayet edilir ki, Suheyb-i Rûmî Medine-i Münevvere'ye hicret et­mek istediğinde Kureyş müşriklerinden bir grup onu geri çevirmek için ar­kasından yetiştiler. Bunun üzerine bineğinden inip, çantasmdaki okları çıkarttı, yayını aldı ve şöyle dedi: Ey Kureyş topluluğu! Benim, sizin en iyi okçunuz olduğumu biliyorsunuz. Allah'a andolsun ki, çantamdaki okları atıp bitirinceye kadar bana yaklaşamazsmız. Sonra, kılıcımdan elimde bir parça kaldığı müddetçe sizinle savaşırım. Ondan sonra bana istediğinizi yapın". Müşrikler: "Sen bize geldiğinde hiçbir şeyi olmayan fakir ve zayıf birisiydin. Şimdi zenginsin!! dediler. Bunun üzerine Suheyb: "Malımın ye­rini size söylesem beni serbest bırakır mısınız?" dedi. Müşrikler: "Evet"
dediler. Süheyb onlara Mekke'deki malının bulunduğu yeri söyledi. Me­dine'ye geldiğinde Rasulallah (s.a.v.)'m huzuruna girdi. Rasulallah (s.a.v.) ona: "Alışverişin kârlı olsun Ya Suheyb!" diye dua etti. Bunun üzerine Yüce Allah âyetini indirdi.[576]

Âyetlerin Tefsiri

204. Ey Muhammedi İnsanlardan öylesi vardır ki, sözü senin hoşuna gider, tatlı dili ve kuvvetli ifadesiyle seni hayrete düşürür. Fakat o, yalancı bir münafıktır. Onun bu davranışı sa­dece dünya hayatında etkisini gösterir. Âhirete gelince, orada hükmedecek olan sadece, kalpleri gören, sırlardan haberdar olan ve gayıplan bilen Yüce Allah'tır. münafık, sana iman ettiğini söyler, fakat kalbindeki küfür ve nifakla Allah'a karşı savaşır. O, amansız bir düşmandır. Görünüşte dindar, tatlı dilli, iyi birisi olmasına rağmen bâtıl uğrunda savaşır. [577]
205. Senin yanından ayrılıp gittiği za­man, yeryüzünde fesat çıkarır.
Bu âyet Ahnes hakkında nazil olmuştur. Fakat, diliyle kalbi birbirini tutmayan her münafık hakkında geçerli umumî bir hükümdür. Bu gibiler hakkında, şöyle bir Arap atasözü vardır: Diliyle tatlı tatlı söyler, fakat tilki
gibi sana tuzak kurar,
İnsandan veya hayvandan türeyen nesli ve ekini helak eder. Yani onun fesadı umumîdir. Şehirliyi de bedeviyi de kapsar. Hars, ekin ve meyvelerin yetiştiği yer tarladır. Nesil, canlıların yavruları­dır. İnsanları ayakta tutan da bu iki şeydir. Dolayısıyle bu ikisinin ifsadı, insanlığı yok etmek demektir. Allah fesadı ve fesat çıkaranları sevmez.[578]
206. Ona, "Allah'tan kork" denilince, günahları sebebiyle benlik ve gurur onu yakalar. Yani bu günahkâr kişilere, "Çirkin söz ve fiillerden vazgeçin" diye öğüt verilince, benlik ve cahili gu­rurları onları günah işlemeye ve kibirlilik taslayarak hakkı kabul etme­meye sevkeder. Neticede bozgunculuk çıkarma ve inat işine iyice dalarlar. Yatak ve döşek olarak cehennem ona yeter. O, ne kötü yataktır! [579]
207. İnsanlardan bazıları da vardır ki, Allah'ın rızasını elde etmek için kendini feda eder. Bunlar hayırlı ve iyi kimselerdir. Yüce Allah münafıkların kötü vasıflarını anlattıktan sonra, mü'minlerin övgüye layık güzel vasıflarını anlattı. Yani insanlar içinde hayır ve salah ehli bir grup vardır ki, sadece Allah'ın rıza ve sevabını elde etmek için kendilerini Allah yolunda feda ederler, yaptıkları ameller­le O'nun rızasından başka bir şey talep etmezler.
Allah, kullarına karşı engin rahmet sahibidir. İyilikleri kat kat mükâfatlandırır, kötülükleri bağışlar, kendisine isyan edenleri he­men cezalandırmaz. Sonra Yüce Allah mü'min kullarına, hükmüne boyun eğmelerini, emirlerine uymalarını ve İslam dinine girmelerini emretti. Zi­ra Allah ondan başka hiçbir dini kabul etmez. [580]
208. Ey iman edenler! İslam'a, o-nun bütün hükümlerine tamamen uymak suretiyle girin, bir hükümle amel edip diğerini bırakmayın, mesela namaz kılıp zekatı vermemezlik etme­yin. İslam bir bütündür, bölünmez. Şeytanın aldatmalarına kanarak onun size gösterdiği bâtıl yollara girmeyin. O sizin apaçık bir düşmanmızdır. [581]
209. Eğer İslamın hak olduğuna dair ke­sin ve apaçık deliller geldikten sonra, tökezleyip ona girmekten yüz çevirirseniz Biliniz ki Allah galiptir, kendisine isyan edenlerden intikam almaktan âciz değildir, yarattığı ve yaptığı her şey bir hikmete bağlıdır. [582]
210. Onlar yüce olan Allah'ın, mahlukâtı arasında h'üküm vermek için kendilerine gelmesinden başka bir şey beklemezler.[583] O gün de semâ yarılır ve buluttan gölgeler içinde Allah (c.c), Arş'ın taşıyıcıları ve sayılarını Allah'tan başka kimse­nin bilmediği melekler buluttan gölgeler içinde inerler. Bu sırada melekler yüksek sesle şöyle teşbih ederler; "Mülkün ve melekût âleminin sahibi olan Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederiz. İzzet ve kudret sahibi olan Allah noksan sıfatlardan uzaktır. Hiç ölmeyen, daima diri olan Allah'ı teşbih ede­riz. Mahlukâtını öldürüp kendisi ölmeyen Allah hertürlü eksiklikten yüce­dir. O her kötülükten münezzeh ve mukaddestir, meleklerin ve Ruh'un Rabbidir. Artık mahluklar arasında hüküm vererek, iyiyi kötüden ayırma işi bitmiştir. Bir grup cennete, bir grup cehenneme gitmiştir. Bütün insanların dönüşü bir olan Allah'adır. Yüce Allah'ın bu şe­kilde buyurmasından maksat, kıyamet gününün korkunçluğunu ve dehşetini gözler önünde canlandırmak ve o gün, gerçek hâkimin, hüküm ve kazasına asla karşı gelinemeyen Yüce Allah olduğunu beyan etmektir. Sonra Yüce Allah, Rasulüne hitap ederek şöyle buyurur: [584]
211. Ey Muhammed! İsrâîloğullarma şu soruyu sorarak onlar» kına: Musa'nın doğruluğuna delâlet eden, ne kadar açık ve kesin deliller gördüler. Buna rağmen nasıl da küfredip iman etme­diler? Kim, mû'cizeler kendisine geldikten sonra, Allah'ın nimetlerini bırakıp onlara karşılık küfür ve inkârı alırsa, bilsin ki, Allah'ın ona tattıracağı azap çok şiddetli ve elem vericidir. [585]
212. İnkâr edip kâfir olanlara dünya hayatı süslendi. Yani dünyanın şehvet nimetleri onlara süslü gösterildi. Kalplerini dünya sevgisi kuşattığı için âhireti unuttular. Şerre iyice dalarak ebediyyet yurdu olan âhiretten yüz çevirdiler. Bu yüzden de, dünyayı bırakıp âhirete yönelen mü'minleri geri zekalılıkla itham edip, on­larla alay ederler. Nitekim onların bu durumu, "Dünyada günahkârlar, iman edenlere gülerlerdi[586] mealindeki âyette de anlatılmaktadır. Yüce Allah onların bu bâtıl görüşlerini reddetmek için şöyle buyurur: Oysaki, iman edip Allah'ın azabından korunanlar, onların çok üstünde olan mevkilerdedir. Mü'minler a'la-i illiyyînde, kâfirler ise esfel-i sâfilîndedir. Mü'minler âhirette izzet ve ikramın zirvesinde, kafirler ise zillet ve horluğun dibindedir. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir. Yani, "kendilerine hesapsız rızık verilmek üzere, cennete girer­ler[587] mealindeki âyette belirtildiği gibi, Yüce Allah, dostlarını bitmez tükenmez bol nzıklarla rızıklandmr. Veya ister mü'min olsun, ister kâfir; ister iyi olsun ister günahkâr, hikmet ve dilemesi icabı dilediği kuluna bol rızık verir. Bu hususta onu kimse hesaba çekemez. [588]

Edebî Sanatlar

1. Burada "izzet" lafzından sonra "ism" lafzı zikredil­miştir. Edebiyatçılar bu sanata "tetmim" (tamamlama) sanatı derler. Çünkü izzet lafzı genellikle övülen bir vasfı akla getirir. Böyle olmadığını bu izzetin yerilen bir izzet olduğunu göstermek için, ondan sonra "ism" lafzı getirilmiştir.
2. Bu, bir nevi hakaret ve alaydır. Yani, nasıl bir anne oğluna yumuşak yatak ve örtü ile hizmet edip ikramda bulunursa, cehen­nem de öylece onlar için hazırlanmış bir döşektir!...
3. Buradaki istifham, olumsuzluk mânâsında istifham-ı inkârîdir. Daha sonra gelen ^1 edatı bunu göstermektedir. "Beklemezler" manasınadır.
4. Burada "zulel" lafzı, korkunçluk ve heybet ifade et­mesi için nekre gelmiştir. Zira bulutlar, içindekileri göstermeyecek kadar yoğun olduğu için, son derece heybetli ve korkunç görünürler, cümlesinde ki mâzî fiil, cümlesindeki muzâri fiile atfedilmiş tir. Onun sanki olmuş gibi muhakkak tahakkuk edeceğini göstermek için böyle yapılmıştır.
5. Burada heybeti artırmak ve kalplere korku salmak için, zamir yerine Allah lafzı kullanılmıştır.
6. Burada "süsleme" fiili, mâzî olarak getirilmiştir. Zira dünyanın kâfirlere süslü gösterilmesi ve dünyayı süslü görme vasfının onların tabiatlarına yerleştirilme işi tamamlanmıştır. Bu mâzî fiil üzerine, muzâri fiilinin affedilmesinin sebebi ise, onların, mü'minlerle alay etmelerinin devam etmesidir. Zira muzâri sıygası devam ve süreklilik ifade eder. [589]

Bir Uyarı

İbn Teymiyye "Tedmuriyye" adlı risalesinde şöyle der: Yüce Allah zâtını, "buluttan gölgeler içinde gelmek" ile vasıflandır-mıştır. Burada "ityân" (gelmek) fiilini kullandığı gibi, başka bir âyette de aynı manada "meçi" fiilini kullanmıştır. Gerek Kur'an'da, gerekse sahih ha­dislerde, Allah'ın zâtı ile ilgili bunlara benzer lafızlar kullanılmıştır. Bu lafızlar hakkında söylenecek bir söz vardır. O da Selefin ve imamların gö­rüşüdür. Onlar Yüce Allah'ı kendisinin ve Rasulünün vasfettiği gibi, aynı lafızları kullanarak tahrifsiz, ta'dilsiz, keyfiyet belirtmeden ve benzetme yapmadan vasfetmişlerdir. Zâtı hakkında ne söylenirse, sıfatlan hakkında da aynı şey söylenir. Ne zatında, ne sıfatlarında, ne de fiillerinde hiçbir şey O'na benzemez.
Eğer birisi: "Yüce Allah nasıl gelir? O'nun gelmesi nasıldır?, diye so­rarsa ona şöyle denir: O'nun zâtının nasıl olduğu bilinmediği gibi, sıfatları­nın da nasıl olduğu bilinmez".[590]
213. İnsanlar bir tek ümmet îdi. Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitap­ları da gönderdi. İndirilen kitapta hiç kimse ayrılığa düşmedi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Al­lah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir.
214. Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi san­dınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve berabe­rindeki mü'minler "Allah'ın yardımı ne zaman gele­cek?" dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır.
215. Sana ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Maldan harcadığınız şey, ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır. Şüphesiz Allah, ya­pacağınız her hayrı bilir.
216. Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, halbuki siz bilmezsiniz.
217. Sana haram ayı yani onda savaşmayı soruyor­lar. De ki: "O ayda savaşmak büyük bir günahtır. Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Ha-ram'ın ziyaretine mani olmak ve halkını oradan çıkar­mak ise, Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de adam öldürmekten daha büyük günahtır." Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sizden kim, dininden döner de kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da âhirette de boşa gider. Onlar cehennemlik­tirler ve orada devamlı kalırlar.
218. İman edenler ve hicret edip Allah yolunda ci-had edenler var ya, işte bunlar, Allah'ın rahmetini uman kişilerdir. Allah, Ğafûr ve Rahîm'dir.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah bundan önceki âyetlerde insanlasın iki grup olduğunu; bir grubun, tatlı dil ve ifade gücü ile insanları sapıklığa düşürüp, yeryüzünde fesat çıkardığını, bir grubun ise, Allah rızasını gözetip O'ndan başka hiç kimseden birşey beklemeyerek kendini hak uğruna feda ettiğini anlattı. Hayır ile şer ehli arasında kavga ve münazara kaçınılmaz bir şey olduğu gibi, hak için kılıca sarılmak da mutlaka yapılması gereken bir iştir. Bun­dan dolayı Yüce Allah mü'minlere, hakkı müdafaa için kılıca sarılmalarını, zulüm, taşkınlık ve düşmanlığı def etmek için cihad etmelerini meşru kıl­dı. [591]

Kelimelerin İzahı

Bağy, azgınlık ve taşkınlık demektir.
Bu kelime, yer sarsıntısı mânâsına gelen "zelzele" kelimesin­den alınmıştır. Zelzele, şiddetle sarsmak, hareket ettirmek demektir.
Kürh, nefsin hoşuna gitmeyen şey demektir. İbn Kuteybe: "Kürh, meşakkat; kerh ise zorlama, zorla istediğini yaptırma manasınadır" der.
Sadd, engellemek, mani olmak demektir. Bir kimse diğerini birşey yapmaktan men ettiği zaman denir.
Dönüyor demektir. Riddet, imandan küfre dönmektir. Rağıb el-İsfehanî şöyle der: "Irtidât ve Riddet, geldiği yoldan geri dönmek demektir. Ancak riddet, sadece küfre geri dönmek mânâsına kullanılır. İrtidat ise, küfre dönmek mânâsına kullanıldığı gibi, diğer hususlarda da geri dönmek mânâsına kullanılır. Nitekim, "Hemen, izlerinin üzerine geri döndüler.[592] mealindeki âyette de bu mânâdadır.[593]
Boşa gitti, yok oldu demektir. Lisânu'1-Arab müellifi şöyle der: Habita: "Bir amel işledi, sonra onu ifsat etti." demektir. Nitekim "Al­lah, onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır.[594] mealindeki âyette, bu kelime, "boşa çıkarmak, sevaplarını yok etmek" mânâsında kullanılmıştır.[595]
Umuyorlar manasınadır. Recâ, faydalı bir şeyin meydana gel­mesini ummak, beklemek demektir. [596]

Nüzul Sebebi

Rasulullah (s.a.v.), bir Kureyş kervanını gözlemeleri için, Abdullah b. Cahş komutasında bir seriyye göndermişti. Kervanda Amr b.Hadramî ve onunla beraber üç kişi vardı. Seriyye de olanlar Amr b.Hadrami'yi öldürüp iki kişi de esir aldılar. Ticaret mallarıyle birlikte kervanı alıp götürdüler.
Bu olay Recep ayının ilk günü meydana gelmiştir. Seriyyedeki müslüman-lar ise, o günün, Cemaziye'l-âhir'in son günü olduğunu zannediyorlardı. Bu­nu fırsat bilen Kureyşliler: "Muhammed, korkanların her türlü tehlikeden emin olduğu, insanların kazanç elde etmek için her tarafa rahatlıkla gittiği haram ayın hürmetini ihlal etti" dediler. Bu, müslümanlara zor geldi. Bu­nun üzerine ... o âyeti nâzii oldu. [597]

Âyetlerin Tefsiri

213. İnsanlar bir tek ümmetti. Yani insanlar imanlı ve doğru fıtratlı idiler. Daha sonra, ihtilaf edip birbirine düştüler. Bunun üzerine Yüce Allah, insanları doğru yola ilet­mek için, mü'minlere cennet nimetlerini müjdeleyen kâfirlere de cehen­nem azabını haber veren peygamberler gönderdi. Onlarla beraber insanlığı hidayete iletmek ve ihtilafa düştükleri din hususunda onları aydınlatmak ve aralarında hükmetmek üzere semavî kitaplar gönderdi.
Kitabın doğruluğuna dair kendilerine apaçık ve kesin deliller gel­dikten sonra, kâfirlerin mü'minleri kıskanmaları sebebiyle kendilerine ki­tap verilenler yine de ihtilafa düştüler. Anlaşmazlığı ortadan kaldırmak için hidayet kaynağı olan bu nurlu kitabın verildiği kimseler, tam tersini yaptılar. Çünkü ihtilafı ortadan kaldırmak için gönderilen kitabı o ihtilafın iyice derinleşmesine ve kuvvetlenmesine sebep kıldılar. Bunu gaflet ve ce­haletleri sebebiyle değil, açık delilleri görerek, bile bile yapıyorlardı. Allah sapıkların ayrılığa düşüp ulaşa­madıkları hakikate, lütfederek ve kolaylık sağlıyarak mü'minleri ulaştırır. Allah dilediğini Naîm cennetlerine götüren doğru yola iletir. [598]
214. Ey mü'minler! Yoksa imtihan olunmadan cennete gireceğinizi mi sandınız? Halbuki sizden önce gelip geçen mü'minlerin başına gelenler sizin başınıza gelme­di. Onların imtihan edildiği musibetlerle imtihan olunmadınız. Onlara öylesine fakirlik, şiddetli belâ ve musibetler geldi ve zelzele sarsar gibi Öylesine sarsıldılar ki bu sarsıntılar peygamber ve beraberindeki mü'minlerin: "Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?" diyecekleri bir dereceye ulaştı. Zira onlar aşırı bir şekilde bunaldıkları için yardımın geç kaldığı kanaatine varmışlar­dı. Bu durum, imtihanın şiddetini çok güzel tasvir etmektedir. Peygamber­ler sabır ve sebatta daha dirençli olmalarına rağmen, sabırları taştı ve bu derecede sıkıntılı ve bunalımlı duruma geldiler. İşte bu hal, onlara gelen şiddetli musibetin son noktaya ulaştığını göstermektedir. Yüce Allah onlara cevaben, şöyle buyurur: "Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır. Size müjdeler olsun artık Allah'ın yardımının zamanı gelmiştir" "Allah kendisine yardım edenlere mutlaka yardım eder.[599]
Sahabeden bazıları, Ey Allah'ın Rasulü! Malımızdan ne infak edelim ve nereye verelim?, dediler. Bunun üzerine aşağıdaki âyet nazil oldu. [600]
215. Ey Muhammed! Sana, mallarından ne harcaya­caklarını ve kime harcayacaklarını soruyorlar. Onlara de ki: "Mallarınızdan harcayacak­larınızı, anaya, babaya, yakınlara, yetimlere, fakirlere ve yolda kalmışlara harcayın." Şüphesiz Allah yapacağınız her iyi­liği bilir ve ona karşılık size bolca mükafat verir.
Bundan sonra Yüce Allah, savaşın meşru oluşunun hikmetini anlata­rak şöyle buyurur: [601]
216. Ey mü'minler! Kâfirlerle savaşmak size farz kılındı. Savaşta mal heder edildiği ve can tehlikesi bulunduğu için hoşunuza gitmez ve size güç gelir. Fakat ba­zen birşey tamamen faydalı ve'hayırlı olmasına rağmen hoşunuza gitmeye­bilir. Bazen de bir şey sizin için bütünüyle teh­likeli ve zararlı olmasına rağmen hoşunuza gidebilir. Umulur ki, hoşunuza gitmese bile, savaşta sizin için hayır vardır. Çünkü onda ya zafer ve gani­met elde edilir veya şehitlik mertebesi ve sevap kazanılır. Savaşı bırakmak hoşunuza gitse bile belki de sizin için kötü olur. Zira bunda zillet, fakirlik ve sevaptan mahrum kalma vardır. İşlerin neticesini, dünya ve âhiretiniz hususunda hangisinin daha hayırlı olduğunu Allah siz­den daha iyi bilir. Şu halde o size ne emrediyorsa onu hemen yapınız.[602]
217. Ey Muhammed! Arkadaşların sana haram aylarında savaşmanın helâl olup olmadığını soruyorlar. Onlara de ki: O aylarda savaşmak büyük bir olay olup günahı da büyüktür. Fakat ondan daha büyük ve daha önemli bir şey vardır ki o da Mü'minleri Allah'ın dinin­den alıkoymak, Allah'ı inkâr etmek, mü'minlerin Mescid-i Haram'a yani Mekke'ye girmelerini engellemek ve siz Mescid-i Haram'ın ehli ve koruyu­cusu olduğunuz halde sizi Mekke'den çıkarmak, işte bunların hepsi Allah katında sizin müşrikleri öldürmenizden daha büyük günahtır. Sizin haram aylarında onlara karşı savaşmanızı büyük bir olay sayıyorlarsa bilsinler ki onların Peygamber (s.a.v.) ve mü'minler hakkında işledikleri daha büyük ve daha çirkin bir olaydır. İman ettikten sonra müslümanlan küfre döndürmek için dinleri hakkında onları fitneye düşürmek, Allah katında öldürmekten daha büyüktür.
Onlar, güçleri yetse, sizi küfür ve sapıklığa döndürünceye kadar sizinle savaşa devam etmeye kararlıdırlar, küfür ve düşmanlıklarından vaz­geçmezler Sizden kim onların çağrısını kabul eder de dininden döner sonra kâfir olarak Ölürse onun daha önce işlediği salih ameller hem dünyada hem de âhirette boşa çıkar ve sevabı gider. Onlar cehennem ehlidir. Orada ebedî kalacaklar, oradan asla çıkmayacaklar. [603]
218. Allah'ın dinini yücelt­mek için ailelerini ve vatanlarım terk edip düşmanla cihad eden mü'minler var ya işte anlatılan vasıfları taşıyan o kimseler, Allah'ın rahmetini kazanmaya lâyık olanlardır. Allah'ın bağışlaması çok, rahmeti geniştir. [604]

Edebî Sanatlar

1. Âyetinde hazif yoluyla i'caz vardır. Takdiri şeklindedir. âyeti hazf edilmiş bölümü göstermektedir.
2. Cümlesindeki edatı, munkatıadır. Hemze inkar ve uzaklaştırma içindir. Yani soru, istifhâm-ı inkârîdir. Takdiri şeklinde olup "yoksa sandınız mı" demektir.
3. Cümlesi olumsuzluk ifade eder. Ancak olumsuzlaştırılan şeyin yani öncekilerin başına gelen musibetlerin meydana gelmesi de bek­lenmektedir. Nitekim Zemahşerî de böyle demiştir. Mânâsı şöyledir: "Siz­den öncekilerin başına gelenler sizin başınıza henüz gelmedi. Ancak yakında gelecektir. Geldiği zaman sabrediniz."
Müberred şöyle der: Zeyd bana gelmedi cümlesi "Zeyd sana geldi mi" cümlesinin olumsuz cevabıdır, denilirse bu, Zeyd henüz bana gelmedi, gelmesini bekliyorum, demek olur. Buna göre âyet mü'minlerin başına musibetlerin gelmesinin beklendiğini, yakında ge­leceğini ifade eder.
4. Bu cümlede yardımın gerçekleşeceğim gösteren birkaç tane tekit unsuru vardır.
a) Cümle pekiştirme ifade eden istiftah edatı, y\ ile başlamıştır.
b) Cümlede pekiştirme edatı olan [ vardır.
c) İsim cümlesi tercih edilmiştir. yakında size yardım edi­lecek, şeklinde fiil cümlesi kullanılmamıştır. İsim cümlesi ise pekiştirme ifade eder.
d) Yardım, herşeye gücü yeten, âlemlerin Rabbi Allah'a izafe edil­miştir.
5. Bu cümlede mübalağa ifade etmek için 6jÇ mastarı, ismi meful olan yerinde gelmiştir. Nitekim Hansa da: "Savaş bazen zafer, bazen de hezimettir" cümlesinde ikbâl ve idbâr mas­tarlarım ismi meful yerinde kullanmıştır.
6. Cümleleri arasında edebiy­atta güzel sanatlardan sayılan "mukabele" sanatı vardır. Sevmek ile sev­memek, hayır ile şer birbirlerine karşı olarak söylenmiştir.
7. Cümlesinde tıbak bi's-selb, yani olumlu cümle ile olumsuz cümlenin birbirine uyumu vardır. [605]

Faydalı Bilgiler

Peygamberlere gönderilen kitaplar birkaç tane olmakla birlikte bun­ların özünde ve cevherinde tek kitap olduğuna işaret etmek için Yüce Allah peygamberlere gönderilen kitapları âyetinde tekil bir sıyga ile ifade etti. Çünkü o kitaplar aslında bir tek şeriatı ihtiva ederler. Nite­kim Yüce Allah şöyle buyurur: "Allah dinden Nuh'a tavsiye ettiğini size kanun yaptı...[606]

Bir Uyarı

Buharı, Habbab b.Eret'ın şö'yle dediğini rivayet etti: Rasulullah (s.a.v.) Kâ'be'nin gölgesinde cübbesini yastık etmiş yatıyordu. Biz ona gelerek durumumuzdan şikayette bulunduk ve "Bizim için Allah'tan yardım istemiyor musun? Bizim için O'na dua etmiyor mu­sun?" dedik. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Sizden önceki ümmetlerde kişi yakalanır ve yerde kendisi için kazılmış bir çukura konuı-du. Testere getirilip başından başlayarak vücudu ikiye ayrılırdı. Demir ta­raklarla et ve kemiklerinden de Öteye (sinirleri bile) taranırdı. Fakat bu işkence onu dininden döndüremezdi. Yemin ederim ki Allah bu işi tamam­layacaktır! (O kadar emniyette olacaksınız ki) bineğine binip Sanâ'dan Hadramut'a giden kişi sadece Allah'dan, bir de kurtların davarlarım yeme­sinden korkacak. Fakat siz acele ediyorsunuz. [607]
219. Sana, şarabı ve kumarı sorarlar. De ki: "Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takını faydalar vardır. Ancak onların günahı faydasından daha büyüktür". Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarmı sorarlar: "İhtiyaç fazlasını" de. Allah size âyetleri böyle açıklar ki düşünesiniz.
220. Dünya ve âhireti düşünesiniz diye... Sana ye­timleri sorarlar. De ki: "Onları iyi yetiştirmek daha hayırlıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, işleri bozanla düzelteni bilir. Eğer Allah dileseydi, sizi de zahmet ve meşakkate so­kardı. Çünkü Allah azizdir, hakimdir.
221. İman etmedikçe putperest kadınlarla evlen­meyin. Beğenseniz bile putperest bir kadından, imanlı bir câriye kesinlikle daha iyidir. İman etmedikçe put­perest erkekleri de kızlarınızla evlendirmeyin. Beğen-seniz bile putperest bir kişiden inanmış bir köle kesin­likle daha iyidir. Onlar cehenneme çağırır, Allah ise, izni ile cennete ve mağfirete çağırır. Allah, düşünüp an­lasınlar diye âyetlerini insanlara açıklar.
222. Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: "O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlar­dan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaş­mayın. Temizlendikleri vakit, Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın, şunu iyi bilin ki Allah tevbe e-denleri de sever, temizlenenleri de sever.
223. Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. Kendiniz için önceden hazırlık yapın. Allah'tan korkun, biliniz ki, siz O'na kavuşacaksınız. Mü'minleri müjdele!..
224. İyi davranmanız, kötülüklerden korunmanız ve insanlar arasını düzeltmeniz hususunda yeminlerini­zi bozmaya Allah'ı engel kılmayın. Allah işitir ve bilir.
225. Allah, sizi kasıtsız yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Lakin kasıtlı yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar. Allah Gafûr'dur, Halîm'dir.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah Önceki âyetlerde savaşın hükümlerini ve onun meşru kılmmasındaki yüce gayeyi açıkladı, O da hakka yardım, dini aziz kılmak ve ümmeti dış düşmanların yutmasından korumaktır. Yüce Allah, bu âyetlerde de yurt içinde, toplumun güzel ahlak ve fazilet esaslarına göre eğitilip ıslah edilmesi ile ilgili prensipleri anlattı. Devleti ayakta tutan unsurların sağlam temeller üzerine oturması ve kasırgaların bile tesir ede­meyeceği yüksek bir saray şeklinde kalabilmesi için elbette dahilî ve haricî bir kısım ıslâhatın yapılması gerekmektedir. [608]

Kelimelerin İzahı

Hamr içkilerden sarhoş eden şey demektir. Aklı örttüğü için buna hamr denilmiştir. Bir kimse, kabm kapağını kapattığında der.
Meysir. kumar demektir. Kumar, meşekkatsiz ve yorulmaksızın kazanılan bir şey olduğu için, buna, kolaylık mânâsındaki yüsr kökünden türetilerek "Meysir" adı verilmiştir. Bir başka görüşe göre kumar zenginlik sebebi olduğu için servet mânâsına gelen "yesâr" kökündendir.
İsm, günah demektir. İçki içmek günaha sebep olduğu için ona da "ism" denilmiştir. Şâir bu kelimeyi içki mânâsında kullanmıştır. Sarhoş oluncaya kadar içki içtim. İşte içki, akılları böyle giderir.
Afv, ihtiyaç fazlası demektir.
Sizi güçlük ve meşakkate düşürür manasınadır. Anet, meşakkat demektir.
Emet, câriye demektir. Bunun zıddına hür denilir. Çoğulu şeklindedir.
Mahid, hayız mânâsına mastardır. Ayş (hayat) mânâsına ge­len "maîş" de bunun gibidir. Hayzm asıl mânâsı akmaktır. Sel akıp taştığı zaman denir. Keza ağacın suyu aktığı zaman denir. Ay hali gören kadına "hâiz" denildiği gibi "hâize" de denir. Ferrâ, bir mısrasında şöyle der: Temiz değilken kendisiyle zina edilen hayızlı kadın gibi...
Hars. toprağa tohum atmaktır. Bu tarif Ragıb İsfehanî'nindir. Cevherî ise şöyle der: Hars, ekin demektir. Hariste ekini eken mânâsına ge­lir. Ayetteki mânâsı ise çocuğun döllenme ve gelişme yeri demektir. Bura­da kadın tarlaya benzetilmiştir.[609]
Urda, mani ve engel demektir. Herhangi bir şeye karşı ve ona engel olan herşeye urda denir. Güneşin görünmesine engel olduğu için bulu­ta da urda denir.
Lağv, değeri olmayıp düşen şey demektir. Bu şeyin söz veya başka bir şey olması fark etmez. Kuşun ötmesine de denir. [610]

Nüzul Sebebi

a) Ensardan, içlerinde Hz. Ömer'in de bulunduğu bir grup, Rasulullah (s.a.v.)'e gelerek dediler ki: "İçki ve kumar hakkında bize fetva ver. Bunlar aklı giderici, malı telef edici şeylerdir." Bunun üzerine Yüce Allah sana içki ve kumarı soruyorlar..." âyetini indirdi.
b) İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet olunur: Yüce Allah, yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar, tam bir iyi niyet taşımaksızın yaklaş­mayın..,[611] mealindeki âyeti indirince, yanında yetim malı bulunanlar gidip yetimin yiyecek ve içeceklerini kendi yiyecek ve içeceklerinden ayırdılar.Yetimlere fazla fazla veriyorlardı. O da ya yiyebiliyor veya zayi oluyordu. Bu iş onlara güç gelmeye başladı. Durumu Rasulullah (s.a.v.)'e arz ettiler. Bunun üzerine "Sana yetimle­ri sorarlar. Deki: Onları iyi yetiştirmek daha hayırlıdır..." âyeti nazil oldu.
c) Enes (r.a.)dan şöyle rivayet edilmiştir: Yahudiler, bir kadın hayız olduğu zaman onu evden çıkarırlar, birlikte yemek yemezler, içmezler ve onunla cima etmezlerdi. Bu durum Rasulullah (s.a.v.)'e soruldu. Bunun üzerine Yüce Allah ... "Sana kadınların ay hali­ni sorarlar. De ki: O bir rahatsızlıktır." âyetini indirdi. [612]

Âyetlerin Tefsiri

219. Ey Muhammedi Sana içki ve kumarın hükmünü soruyorlar. Onlara de ki: içki içme ve kumar oynamada büyük bir zarar ve günah, fakat bunun yanında insanların basit maddî menfaatleri vardır. Ancak bunların günah ve zararı menfaatinden daha büyüktür. Çünkü aklın gitmesi, malın heder olması, içki sebebiyle vücudun hastalıklara maruz kalması; kumar sebe­biyle ailelerin yıkılması, evlerin harap olması ve oynayanlar arasında kin ve düşmanlıkların meydana gelmesi büyük bir zarardır. Bu zararlar görülüp müşahade edilmektedir. Bu büyük zarar, basit maddi menfaatte mukayese edildiğinde çirkin ve pis olan içki ve kumarın tehlikesi daha iyi anlaşılır. Sana, mallarından hangisini hayır için harcayıp hangisini geriye bırakacaklarını soruyorlar. Onlara de ki: ihtiyaç fazlasını harcayınız. İhtiyacınız için temin ettiğiniz malı harcayıp ta kendinizi mahrum bırakmayın. Allah size hükümle­rini açıkladığı gibi, helâl ve haramı, yararlı ve zararlı olan şeyleri de açıklar ki, düşünesiniz. [613]
220. ve ve âhiret işlerinde düşünesiniz de dünya­nın fânî, âhiretin bakî olduğunu anlayasınız ve bunlardan iyi olanım elde etmeye çalışasınız. Kuşkusuz akıllı kimse, kalıcı olanı geçici olana tercih eder.
Ey Muhammedi Sana yetimlerin mallarını kendi mallarına katsınlar mı katmasınlar mı? diye soruyorlar. Onlara de ki: İslah etmek üzere onlara müdahale etmeniz, ayırıp yüz üstü bırakmanızdan daha iyidir. Onlarla birlikte yaşayıp da daha yararlı olacak şekilde onların mallarını kendi malınıza katarsanız, bi­lesiniz ki, onlar sizin din kardeşlerinizdir. Din kardeşliği ise soy kardeşli­ğinden daha kuvvetlidir.
Beraber yaşadığınızda, İslah edecek ve yarar sağhyacak şekilde on­ların mallarını sîzinkilere katmanız bu kardeşliğin hukuk undandır. Allah, yetimlerin malını, hiyanet etmek ve telef etmek maksadıyla kendi malına katanla, onlara menfaat sağlamak maksadıyla ka­tanı bilir ve herbirine ona göre karşılığını verir. Allah dileseydi işi zora koşar, sizi güçlük ve meşakkate sokardı. Fakat o, rahme-tiyle dini, sizin için kolaylaştırdı. Kuşkusuz o galiptir. Hiçbirşey onun yapmak istediğini engelleyemez. Kulları için koymuş olduğu kanunlarda da hikmet sahibidir.
Bundan sonra Yüce Allah semavî dine mensup olmayan müşrik kadınlarla evlenmekten sakındırarak şöyle buyurur: [614]
221. Ey Müslümanlar! Ehl-i kitap olmayan müşrik kadınlar Allah'a ve âhiret gü­nüne iman etmedikçe onlarla evlenmeyin. Müşrik kadınlar malları, güzel­likleri ve soy, makam ve saltanat gibi diğer cazip yönleriyle hoşunuza git-selerde kuşkusuz inanmış bir cariye müşrik bir hürden daha iyi ve üstündür. Kızlarınızı, ister putperest, ister Ehl-i kitap olsun Allah'a ve Rasulüne iman etmedikçe, müşriklerle evlendirmeyin. Soy, sop ve güzellik bakımından müşrikler hoşunuza gitse bile onları mü'min bir köle ile evlendirmeniz elbette müşrik bir hür ile evlendirmenizden daha hayırlıdır, kendileriyle evlenmeniz ve evlilik yoluyla akraba olmanız haram kılman o müşrik kadın ve erkekler, sizi cehenneme götürecek şeye yani küfür ve fıska çağırırlar. Size gereken, onlarla evlenmemek ve kızlarınızı onlarla evlen­dirmem ektir.
Halbuki Yüce Allah sizin iyiliğinizi isti­yor ve sizi mutluluğa götürecek şeye çağırıyor. O da günahların bağışlan­masını ve cennete girmeyi sağlıyan iyi ameldir, Allah, hüccet ve delillerini açıklıyor ki öğüt alsınlar da iyi ile kötüyü, pis ile temizi birbirinden ayırsınlar.
Yüce Allah bundan sonra hayzın hükümlerini açıklayarak şöyle buyu­rur. [615]
222. Ey Muhammed! Sana ay halinde kadınlarla cinsel ilişkide bulunmanın helâl mı haram mı olduğunu soruyor­lar. Onlara de ki: O, pis bir şeydir. Bu halde kadınlarla cinsel ilişkide bulunnıak eşler için bir eziyettir. Öyle ise, hayız halinde kadınlarla cinsel ilişkiden uzak durunuz, Hayız kanları kesilip de boy abdesti alıncaya kadar onlarla cinsel ilişkiye yaklaşmayınız. Bundan maksat, bu halde iken onlarla cinsel ilişkide bulunmamaktır. Yoksa kadınları hayızlı iken Yahudilerin yaptığı gibi yaklaşmamak, onlarla otu­rup kalkmamak ve birlikte yiyip içmemek değildir, Onlar boy abdesti alıp temizlendiklerinde Allah'ın sizin için helâl değil üreme yolu olan ön taraftan onkıldığı taraftan, yani arkadan değil, çocuk üreme yolu olan ön taraftan on­larla cinsel ilişkide bulunabilirsiniz, Allah günahlarından tevbe edenleri, fuhuş ve pisliklerden uzak duranları sever. [616]
223. Kadınlarınız ekin tarlalarınız ve nesil üretme yerlerinizdir, çocuk onların rahimlerinde oluşur. Dolayısıyla onlara başka bir taraftan değil, nesil ve zürriyet üretme yolundan istediğiniz şekilde yaklaşınız. İbn Abbas, "Bitkini, biteceği yerde sula" demiştir. "İstediğiniz şekilde"den maksat, nesil üretme yeri olan nor­mal yerinden olmak şartıyle ayakta, oturarak, yatarak, nasıl isterseniz o şekilde yapınız demektir. Bu âyet Yahudilerin, "Kişi eşiyle arka taraftan gelerek cima ederse doğan çocuk şaşı olur." şeklindeki sözlerini reddeder. Ahirette sizin için azık olacak salih amelleri önceden gönderiniz. Allah'a karşı günah işlemekten sakınmak suretiyle ondan korkunuz ve biliniz ki dönüşünüz O'nadır. O, size amellerinize göre karşılık verecektir. Mü'minleri naîm cennet­lerinde büyük bir kazanç ile müjdele. [617]
224. Allah adına yemin etmeyi, hayır yapmaya mani bir sebep saymayın. Yani sizden biriniz: "Ben o şeyi yapmamaya Allah adına yemin ettim. Yeminimi yerine getirmek istiyorum" diyerek onu, hayra mani olan bir sebep kılmasın: Bilakis yeminleriniz için keffaret verip hayrı yapınız.[618] İbn Abbas (r.a) şöyle der: "Sakın, hayır yapmamak için, yeminini bozmaya Allah'ı bir engel sayma. Fakat hayrı yap, yeminine de keffaret ver"
Allah'ı iyilik, takva ve insanlar ara­sını düzeltmeye mani bir sebep kılmayın. Bu âyet Abdullah b. Revâha hakkında nazil olmuştur. O, eniştesi Numan b. Beşir ile konuşmamaya ve kızkardeşiyle onun arasını düzeltmemeye yemin etmişti. Bunun üzerine bu âyet indi. Allah sözlerinizi işiten, hallerinizi bilendir.. [619]
225. Yemin kasdetmeden, sizin, "belâ val­lahi" ve "lâ vallahi" şeklinde, sadece dilinizle Allah'ın adını söylemenizden dolayı, Allah sizi sorumlu tutmaz. Kas­tederek ve kalben yaptığınız yeminleri bozduğunuz zaman sizi sorumlu tu­tar. Allah'ın mağfireti geniştir. Kullarını cezalandırmada acele etmez. [620]

Edebî Sanatlar

1. Bu cümlede hazif yoluyla i'caz vardır. Tak­diri şeklindedir.
2. Bu cümle icmalden sonra tafsil kabilindendir. Belagatta buna "itnâb" ismi verilir.
3. Bu cümlede mürsel mücmel teşbih vardır.
4. Bu âyette muslih ve müfsid kelimeleri arasında "tıbâk" sanatı vardır. Bu da edebi güzelliklerdendir.
5. Burada da "cennet" ve "nar" kelimeleri arasında tıbak sanatı vardır.
6. Bu cümlede teşbih-i belîğ vardır. Çünkü benzetme edatı ile benzetme yönü gizlenmiş, böylece belîğ olmuştur. Bunun aslı şeklinde olup mübalağa ifade etmek için hazf edilmiştir. Bu Arapların "Ali aslandır" şeklindeki teşbihleri kabilindendir.
7. Onlara yaklaşmayın. Bu, cimadan kinaye olup "onlarla cima etmeyin" demektir.
8. Burada muzaf hazfediimiştir. Takdiri şeklindedir. Veya teşbih vardır. Kadın tarlaya, meni tohuma ve çocuk bit­kiye benzetilmiştir. Bu takdir de hars, "ekin ekilen yer" manasınadır. Mübalağa ifade etmek için böyle kullanılmıştır. [621]

Faydalı Bilgiler

1. İçki, her türlü çirkin fiilerin sebebi olduğu için ona kötülüklerin anası mânâsına gelen "ümmü'l-habâis" ismi verilmiştir. Nesâî'nin Hz. Os­man (r.a.)'dan rivayetine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "İçkiden sakınınız. Çünkü o, kötülüklerin anasıdır. Biliniz ki sizden öncekilerden abid bir adam vardı. Ona âşufte bir kadın musallat oldu. Ona cariyesini göndererek: Seni şahitliğe davet ediyoruz, dedi. Adam kalkıp cariye ile bir­likte gitti. Eve geldiklerinde, her kapıdan girdikçe cariye arkasından kapıyı kilitledi. Nihayet güzel bir kadının yanma geldiler. Kadının yanında bir çocuk ve bir şişe şarap vardı. Dedi ki: Ben seni şahitlik için çağırmadım. Fakat seni, benimle cima etmen veya bu şaraptan bir kadeh içmen, ya da şu çocuğu öldürmen için çağırdım. Adam dedi ki: Bu şaraptan bir kadeh ver, dedi. Kadın ona bir kadeh içirdi. İçince bir kadeh daha istedi. Getirdiler. Sarhoş oluncaya kadar içti. Neticede kadınla zina etti, çocuğuda öldürdü. Onun için siz içkiden sakının. Zira, Allah'a yemin ederim ki, ayyaşlıkla iman bir arada bulunmaz. Bunlar bir araya geldiğinde mutlaka biri diğerini
çıkarır."
2. İçki aklı ve malı giderdiği halde, onda nasıl bir takım faydalar olabilir? Bu soruya şöyle cevap verilebilir: Âyetteki menfaatlerden mak­sat, maddî menfaatlerdir. Zira insanlar içki ticareti yapar ve ondan aşırı ka­zanç sağlarlar. Veya menfaatten maksat; lezzet ve var zannedilen neş'edir. Şâir bu neş'eyi şiirinde şöyle ifade eder:
Biz o şarabı içeriz. Bizi aslanlar ve krallar haline getirir. Ölüm bizi onu içmekten engelleyemez.
Kurtubî şöyle der: İçki içen, akıllı kimselerin maskarası olur. Sarhoş, sidiği ve dışkısıyla oynar. Bazen de bunları yüzüne sürebilir. Hatta bazı sarhoşların, sidiklerini yüzlerine sürdüğü ve: Ey AUahım! Beni tevbe eden­lerden ve temizlenenlerden kıl" dediği görülmüştür. Bazı sarhoşların da, yüzünü köpek yalarken: "Senin bana ikram ettiğin gibi, Allah da sana ikram etsin" dediği görülmüştür.[622]
3. Zemahşerî şöyle der: Kadınlardan uzak durun, Allah'ın emrettiği taraftan ve lyls karılarınıza iste­diğiniz şekilde geliniz, cümleleri, latif kinayeler ve güzel ta'rizlerdir. Allah'ın kelamında bulunan bu ve benzeri âyetler güzel edeplerdendir. Mü'minlerin bunları öğrenmeleri, onlarla edeplenmeleri ve konuşma ve yazışmalarında bu tür ifadeler kullanmaları gerekir.[623]
226. Kadınlara yaklaşmamağa yemin edenler dört ay beklerler. Eğer kadınlarına dönerlerse, şüphesiz Allah çokça bağışlayan ve esirgeyendir.
227. Eğer boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Biliniz ki, Allah işitir ve bilir.
228. Boşanmış kadınlar, kendi başlarına üç defa ay hali beklesinler. Eğer onlar Allah'a ve âhiret gününe gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarat­tığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Eğer kocalar bu arada barışmak isterlerse, boşadıkları kadınları ge­ri almağa daha fazla hak sahibidirler. Erkeklerin ka­dınlar üzerindeki haklan gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır. Ancak erkekler, bu hak­larda kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.
229. Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle tutmak, ya da güzellikle salıvermektir. Kadınlara ver-diklenizden bir şey almanız size helal olmaz. Ancak er­kek ve kadın evlilik işinde Allah'ın sınırlarında tam ko­ruyamamaktan tatbik edememekten korkarlarsa, müs­tesna. Siz de karı ile kocanın, Allah'ın sınırlarını, hak­kıyla muhafaza etmelerinden kuşkuya düşerseniz, kadı­nın fidye vermesinde her iki taraf için de günah yoktur. Bu söylenenler Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın on­ları aşmayın. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar zâlimlerdir.
230. Eğer erkek karısını (üçüncü defa) boşarsa, ondan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedîkçe onu tekrar alması kendisine helâl olmaz. Eğer bu kişi de o-nu boşarsa, Allah'ın sınırlarını muhafaza edecekleri­ne inandıkları takdirde, yeniden evlenmelerinde beis yoktur. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Allah bunları, bil­mek, öğrenmek isteyenler için açıklar.

Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Yüce Allah bundan önceki âyetlerde toplumun bünyesini kemiren, düzeni bozan ve insanlar arasına kin ve düşmanlık sokan İçki ve kumar gibi sosyal hastalıklardan bahsetti. Sonra söz sırası, iyi ve ahlâklı bir toplumun ilk çekirdeğini teşkil etmesi itibariyle aileye geldi. Zira aile iyi ise top­lum da iyi, aile bozuksa toplum da bozuk olur. Aile ile ilgili hükümlerden de, önce eşler arasındaki alâkadan bahsetti. Bu ilişkinin sevgi, merhamet ve samimiyet bağlan ile kuvvetlendirilmiş olarak devam edebilmesi için, tercihte din ve inanç esasının gözönünde bulundurulması gerektiğine dikkat çekti. Müşrik bir kadının bir müslümanın nikahı altında, mü'min bir kadının da müşrik bir erkeğin sultası altında bulunması helâl olamazdı. Bundan do­layı İslam, müşrik kadınlarla evlenmeyi ve mü'min kadınların müşrik er­keklerle evlendirilmelerini haram kıldı. Yüce Allah bu âyetlerde de ailede meydana gelen ve onun varlığını tehdit eden bazı hastalıkları açıklamak­tadır. Bu hastalıklar arasında ilâ, talak ve para veya mal karşılığı hanımım boşamak mânâsına gelen hul' gibi aile hukuku ile ilgili konuları saymakta ve aile müessesesini yıkan bu müşkillerin, nasıl tedavi edilerek gideri­leceğini açıkladı. [624]

Kelimelerin İzahı

îlâ, lügatte "yemin etmek" demektir. kalıbındandir. Sair bu kelimeyi şöyle kullanmıştır.
"Yemin ettim, sürekli olarak, ona benden sonra mesel olacak bir ka­side söylüyorum"
İlâ'nın ıstılahı mânâsı, hanımı ile cinsi münasebette bulunmamaya yemin etmektir.
Tarabbus, beklemek demektir. Nitekim, "De ki: Bekleyin. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim[625] mealindeki âette de bu mânâda kullanılmıştır.
Fey, geri dönmek demektir. Gölge, güneşin hareketine göre batıdan doğuya döndüğü için ona da fey' denilir. Ferrâ şöyle der: Araplar, Öfkesi hemen yatışan kimseye derler. Şâir bu kelimeyi şöyle kul­lanmıştır:
Kadın, istediği ihtiyacı karşılanmadan döndü, insanın bazı ihtiyaçları vardır ki, karşılanmaz.
Kuru', kar' kelimesinin çoğuludur. Kar': zıt manalı kelimelerden olup, kadınların hem temizlik, hem de hayız hallerine verilen isimdir. Kar' kelimesinin asıl mânâsı, toplanmak, bir araya gelmektir. Kan rahimde top­landığı için, hayza bu isim verilmiştir. Kâmûs müellifi şöyle der: Kar' ve Kur' kelimeleri; hayız, temizlik ve vakit mânâlarına gelir. Temizlik mânâsına çoğulu kuru', hayız mânâsına çoğulu akrâ'dır.
"Koca" mânâsına gelen "bal" kelimesinin çoğuludur. "Bu kocam da bir ihtiyar[626] mealindeki âyette de bu manada kullanılmıştır. Müennesi ba'le şeklindedir.
Derece, yüksek mevki demektir.
Talak, nikah bağını çözmektir. Aslı; bırakmak, salıvermek de­mektir. Başıboş olarak meraya salıverilmiş olan deveye denir. Yolu açılıp, serbest bırakılan kadına da, bu mânâda "Talik" denilmiştir, demek, kadını boşadım, salıverdim, serbest bıraktım demektir.
Tesrîh, bir şeyi salıvermek demektir. Saçların birbirine karışmaması için salıverilmesine denir. sürüyü sa­lıverdi demektir. Ragıb şöyle der: Deveyi salıvermek mânâsında kullanılan talâk kelimesi boşama anlamında da müstear olarak kullanıldığı gibi, yine develeri salıvermek anlamında kullanılan tesrîh kelimesi de boşamak için müstear olarak kullanılmıştır.[627]

Nüzul Sebebi

Câhiliyye devrinde bir adam, dilediği kadar talâkla karısını boşar, sonra iddeti bitmeden onu geri alırdı. Bin defa boşasa dahi geri alma hakkı vardı. Bir adam, karısına zulüm kastiyle "seni himayeme almayacağım, serbest de bırakmıyacağım" dedi. Karısı "bunu nasıl yapacaksın?" diye sor­du. Adam: "Seni boşayacağım. İddetinin bitmesine yakın tekrar alacağım" cevabım verdi. Kadın, bu durumu Hz. Peygamber (s.a.v.)'e şikayet etti. Bu­nun üzerine âyeti nazil oldu. [628]

Âyetlerin Tefsiri

226. Hanımlarına zarar vermek için, onlarla cinsi münasebette bulunmamaya yemin edenler için dört ay mühlet vardır, Eğer bu müddet içinde, hanımlarına yaklaşmak suretiyle iyilikle onlara dönerlerse, yani yeminlerini bozup on­larla cinsî münasebette bulunurlarsa, şüphesiz Allah, onların işlemiş olduğu kötülüğü bağışlar ve onlara merhamet eder. [629]
227. Eğer onlarla beraber olmamaya ve cinsî münasebette bulunmamaya karar verirlerse bilsinler ki, Allah on­ların sözlerini duyar, niyetlerini bilir.
Âyetten kastedilen mânâ şudur: Eğer koca, hanımına yaklaşmamaya yemin ederse, hanımı onu dört ay bekler. Bu müddet içinde kocası hammıyle münasebette bulunursa ne ala, iyi bir iş yapmış olur. Ancak yeminini bozduğu için keffâret vermesi gerekir. Eğer bu müddet içinde ona yaklaş­mazsa, Ebu Hanife'ye göre müddet bitince talâk ve ayrılık vuku bulur. Şafiî şöyle der: Kadın meseleyi hakime aksettirir. Hakim, kocaya, ya hanımına geri dönmesini veya boşamasını emreder. Eğer koca her ikisini de kabul et­mezse, hakim boşanma karan verir. İşte îlâ hükmünün hulasası budur.
Bundan sonra Yüce Allah şer'î talakı ve iddetin hükümlerini açıklar. [630]
228. Eşleriyle cinsî münasebette bu­lunmuş hür kadınlar, kocaları tarafından boşandıkları zaman üç defa ay hali beklesinler.
İmam Şafiî ve İmam Mâlik'e göre üç temizlik müddeti, İmam Ebu Hanîfe ve İmam Ahmed'e göre üç hayız müddeti beklerler. İddet bittikten sonra, isterlerse evlenebilirler. Bu hüküm, evlendikten sonra eşleriyle cinsî temasta bulunan kadınlar hakkındadır. Cinsî münasebette bulunmayan kadmlıarın, iddet beklemeleri gerekmez. Zira Allah "Mü'min kadınları ni­kahlayıp da, henüz dokunmadan onları boşarsanız, onları iddet müddetince bekletmeniz gerekmez.[631] buyurmuştur.
Boşanan kadınlar, eğer gerçekten Allah'a ve âhiret gününe inanıyorlar ve* O'nun azabından korkuyorlarsa, iddet çabuk bitsin ve kocanın geri dönme hakkı kaybolsun diye hamile veya hayızlı olduklarım gizlemeleri helâl ol­maz. Bu, onların eksiksiz veya fazlasız olarak gerçeği haber vermeleri için bir uyarıdır. Zira bunlar ancak onların haber vermesiyle öğrenilebilen şeylerdir. kadınların iddeti bo­zulmamış olduğu halde, kocaları onlara zarar vermek için değil de İslah maksadryle tekrar geri almak isterlerse, onlarla evlenmeye başkalarından daha fazla hak sahibidirler. Bu, hüküm ric'î talâkta olur. Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde, Allah'ın emrettiği iyi geçim, zarar vermeme ve benzeri davranış­lara dayak haklan vardır. Ancak erkeklerin kadınlar üzerine bir üstünlüğü vardır. Bu üstünlük, Allah'ın emrettiği gibi çoluk çocuğunun işlerini görüp nafakalarını temin etmek, aile reisliğini yapmak ve verdiği emirlere uyulmak gibi üstünlüklerdir. Dikkat edilirse bunlar, so­rumluluk yükleyen üstünlükler olup, şereflendirme üstünlüğü değildir. Zira "Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstün olanınız, O'ndan en çok korkamnızdır.[632] mealindeki âyet gereğince, üstünlük takvaya bağlıdır.
Allah galiptir; kendisine isyan edenlerden intikam alır. Verdiği emirlerde ve koyduğu kanunlarda hikmet sahibidir.
Sonra Yüce Allah şer'î talâkın nasıl olduğunu beyan ederek şöyle bu­yurur: [633]
229. Kocanın tekrar hanımına dönebilme hakkına sahip olduğu meşru talâk ki buna ric'î talâk denir İki defadır. Bu iki talâktan sonra, ya iyi geçinme ve iyi muamele ya­parak geri almak veya kadının hakkını yememek, onu kötülükle anmamak ve insanların ondan nefret etmesine sebep olacak davranışlarda bulunma-mak suretiyle salıvermek vardır. Ey ko­calar! Boşadığımz kadınlara daha önce verdiğiniz mehirlerden, az da olsa, bir şeyi geri almanız helal olmaz.
Ancak eşler, Allah'ın emretmiş olduğu karı-koca haklarına riayet edememekten ve kötü muameleden korkarlarsa bu durum müstesna. Ey mü mınler! Sız de karı-koca arasında geçimsizlik vuku bulup da onların, Allah'ın hadlerini yerine getiremeyeceklerinden korkarsanız, kadın da, ko­casının kendisini boşaması için mehrini almaktan vazgeçerek bağışlar veya malından kocasına verirse, kadının bunları vermesinde ve kocanın al­masında bir günah yoktur. talâk, ric'at, hul' ve benzerleri ile ilgili bu yüce hükümler, Allah'ın koymuş olduğu kanun ve hükümlerdir. Onlara muhalefet etmeyin ve Allah'ın meşru kılmadığı şeyleri yaparak haddi aşmayın. Kim haddi aşar ve Allah'ın hükümlerine muhalefet ederse, kendini Allah'ın gazap ve öfkesine dûçâr eder. İşte onlar, şiddetli azaba müstehak olan zâlimlerden­dir. [634]
230. Eğer koca, karısını üçüncü defa boşarsa, kadın başka bir erkekle evlenip birbirlerinin bal-cağızmdan tattıktan yani onunla cinsî münasebette bulunduktan sonra, on­dan boşanmadıkça ilk kocasına helâl olmaz. Nitekim hadis-i şerifte de bu şekilde açıklanmıştır. Bu, karısını seven bir kocanın, onu üçüncü defa boşamasını engelleyici bir tedbirdir. Zira şahsiyet sahibi olan herkes, hanımının başka biriyle yatmasını çirkin görür.
Eğer ikinci ko­cası onu boşarsa, aralarında uyum ve iyi geçim olacağını gösteren deliller bulunduğu takdirde, iddeti bittikten sonra ilk kocasına dönmesinde bir beis yoktur. Bunlar, Allah'ın kanun ve hükümleridir. O, bu hükümleri, yaptıkları işlerinin sonunu görebilen ilim ve idrâk sahibi kişilere açıklar. [635]

Edebî Sanatlar

1. Bu haber cümlesi, tehdit mânâsı ifade etmektedir.
2. "Boşanan kadınlar beklerler": Bu, emir mânâsı ifade eden bir haber cümlesidir. Aslı; "boşanan hanımlar beklesin" takdirindedir. Zemahşerî şöyle der: "Haber sıygasıyle emretmek, emri vurgular ve emredilen şeyin hemen yapılması gerektiğini anlatır. Bu cümlede, boşanan kadınlar, sanki hemen bekleme emrine uymuşlarda Yüce Allah onların bu durumunu haber veriyormuş gibi bir mânâ vardır. Cümlenin isim cümlesi olması da mânâyı daha fazla kuvvetlendirmekte­dir.
3. "Allah'a inanıyorlarsa" sözünden maksat, konunun sadece Allah'a imanla mukayyed olduğunu ifade etmek değildir. Nefisle­rine korku, heyecan ve dehşet salmak içindir.
4. Bu cümlede, beyan ilmini bilenlere kapalı kal­mayacak derecede eşsiz bir i'caz sanatı vardır. Zira J±« lafzından sonra ge­len karine ile öncekinden, önce gelen karineyle de sonrakinden hazifler yapılmıştır. Takdiri şöyledir: "Erkeklerin onlar üzerindeki hakları gibi, onların da erkekler üzerinde hakları vardır."
Bu cümlede ayrıca ve lafızları arasında tıbak sanatı vardır. Bu, iki harf arasında bulunan bir tıbak sanatı olup edebî güzelliklerdendir.
5. "İmsak" ve "tesrîh" lafızları arasında tıbak sanatı vardır.
6. Heybeti artırmak ve ruhlara korku salmak için, zamir yerine Allah ismi getirilmiştir. Yasağın ardından tehdidin getirilmesi, onun şiddetini vurgulamak içindir.
7. Burada sıfat mevsufa tahsis edilmiştir. [636]

Faydalı Bilgiler

islam da ilk hulu', Sabit b.Kays'in hanımına uygulanmıştır. Sabit'in hanımı Rasulullah (s.a.v.)'e gelerek: Allah, benim başımla onun başını asla bir araya ,getirmesin. Vallahi, ben onu huyu ve dindarlığı konusunda ayıplamıyorum. Lakin ben İslama girmişken küfrü gerektiren bir şey yap­maktan çekmiyorum" dedi. Rasulullah (s.a.v.) "Ona bahçesini iade eder misin? diye sordu. Kadın: "Evet" dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) on­ları birbirinden ayırdı. [637]

Bir Nükte

Abdullah b. Abbas (r.a.)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Hanımı­mın benim için süslendiği gibi, ben de onun için süslenmek istiyorum. Zira Yüce Allah buyurmuştur. [638]
231. Kadınları boşadığımz ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, ya onları iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın. Fakat haksızlık ederek ve zarar vermek için onları nikah altında tutmayın. Kim bunu yaparsa muhakkak kendine kötülük etmiş olur. Allah'ın âyetlerini eğlenceye almayın. Allah'ın sizin üzeriniz­deki nimetini size öğüt vermek üzere indiği Kitab'ı ve hikmeti hatırlayın. AHahtan korkun. Bilesiniz ki Allah, her şeyi bilir.
232. Kadınları boşadığımz ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle an­laştıkları takdirde, onların (eski) kocalarıyla evlenme­lerine engel olmayın. İşte bununla içinizden Allah'a ve âhiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz.

Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Bu âyet-i kerimeler talâkın hükümlerini anlatmaya, usûl, âdap v şartlarını açıklamaya devam etmekte, eziyet ve zarar vermeyi yasakla maktadır. O halde, bu âyetlerin öncekilerle münasebeti açıktır. [639]

Kelimelerin İzahı

"Kadınlar, bekleme müddetlerinin sonuna yaklaştıkları zaman" demektir.
"Zarar verme kastiyle" demektir. Keffâl: "Dırar, zarar vermek­tir" der. Nitekim: "(mü'minlere) zarar vermek için bir zarar mescidi kuran­lar vardır.[640] mealindeki âyette de zarar vermek mânâsında kullanılmıştır. ^ Adi, zorlamak ve men etmek demektir. Bir mesele müşkil hale gelip çare bulmak zorlaşmca denilir. demek, doktor­ları aciz bırakan, tedavisi zor hastalık demektir, Ezherî: Aslında bu ke­lime, doğum yapması kolay olmadığı zaman, deve hakkında kullanılan sözünden alınmıştır.[641] der.
Tavsiye edilir, emredilir demektir. Ezka; daha artıcı daha faydalı demektir. Ekin çoğaldığı ve bere­ketlendiği zaman denilir. Taharet, pislik ve kötülüklerden uzak olmak demektir. [642]

Nüzul Sebebi

Rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.v.) zamanında Ma'kil b. Ye-sar kızkardeşini mü si umanlardan birisiyle evlendirdi. Kızkardeşi kocasıyla bir müddet evli kaldı. Sonra kocası onu boşadı ve iddeti doluncaya kadar, evliliği sürdürmek için karısına geri dönmedi. Bir müddet sonra, tekrar bir­birleriyle evlenmek îstediler. Kocası bir elçi ile birlikte gidip onu kardeşi Ma'kil'den tekrar istedi. Ma'kil ona: "Ey alçak herif! Onu sana verip seninle evlendirdim. Sen ise onu boşadin. Vallahi o sana asla dönemez" dedi. Hal­buki Yüce Allah, bu eski karı-kocanm birbirlerine ihtiyaçlarını biliyordu. Bunun üzerine âyetini indirdi. Ma'kil bu âyeti dinleyince: "Rabbimin emri başımın üstüne" dedi, sonra eniştesini çağırıp ona: "Seni tekrar kardeşimle evlendiriyorum ve onu sana ikram ediyorum" dedi.[643]

Âyetlerin Tefsiri

231. Ey erkekler! Kadınları,talak-i ric'î ile boşayıp da iddetlerinin sona ermesi yaklaşınca Ya zarar ve eziyet vermeksizin onları geri alın veya iddetlerini uzat-maksızın iyilikle bırakın, iddetlerini doldursunlar On­ları fidyeye zorlayarak zarar vermek maksadıyla geri almayın. Böyle ya­parsanız onlara zulmetmiş olursunuz.
Bu âyetle, halk arasında öteden beri yapıla gelen bir âdet yasak­lanmıştır. Daha önce koca hanımını boşar, iddet süresinin bitmesi yak­laşınca, ona karşı duyduğu bir arzudan değil de, iddet süresini uzatıp ona zarar vermek için geri alırdı. İşte âyet bu hususu yasaklamıştır.
Kim, kadına zarar vermek veya onu fidyeye zorlamak maksadıyle onu salıvermez de tutarsa, böyle yapmakla kendine zulmetmiş olur. Zira o, kendini Allah'ın azabına itmiştir.
Allah'ın hükümleri, emir ve nehiyleri ile alay etmeyin. Yani O'nun şeriatına muhalefet ederek onu alay konusu yapma­yın. Allah'ın sizi İslam'a erdirmek ve size Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i seniyyeyi ihsan etmek sure­tiyle verdiği nimetini hatırlayınız. Allah size Öğüt verir ve Kita-b'ı ve Rasulünün sünneti ile, sizi dünya ve âhiret saadetine iletir. Allah'tan korkunuz, bütün işlerinizde O'nun rızası­nı gözetiniz ve biliniz ki, sizin hiçbir haliniz O'na kapalı kalmaz. Sonra Yüce Allah kadınların velilerine, kocalarına dönmek isteyen kadınlara en­gel olunmamasını emrederek şöyle buyurur: [644]
232. Kadınlarınızı boşadığmızda iddet süreleri bitince Ey kadın velileri! Eşler arasındaki durumlar iyileşir ve pişmanlık alâmetleri görülür de eşler birbirine dönmeye ve Allah'ın hoşuna gidecek şekilde hareket et­meye razı olurlarsa artık onların kocalarına dönmelerine engel olmayınız Zarar verme ve engelle­meyi size yasaklamamızdan, Allah'a ve ahiret gününe iman edenler öğüt alır. Çünkü dini nasihatlerden yararlananlar onlardır.
Bu anlatılanlardan öğüt almak ve Allah'ın emirle­rine sarılmak, sizin için daha hayırlı, daha yararlı ve günahları ve onların pisliklerini daha temizleyicidir. Sizin için daha ya­rarlı olan hüküm ve kanunları Allah bilir, siz bilmezsiniz. Öyleyse bütün yaptıklarınızda ve yapmadıklarınızda O'nun emir ve yasaklarını uygulayın. [645]

Edebî Sanatlar

1. Yani iddetlerinin sona ermesine yaklaştıklarında. Bu cümlede iddet süresinin tümüne verilen isim ekserisine verilmiştir. Bu, mecâz-ı mürseldir. Zira iddetin tümü sona ermiş olursa kocanın kadını tut­ması mümkün değildir. Halbuki Yüce Allah onları iyilikle tutun, buyuruyor.
2. Allah'ın size ver­diği nimetini ve size indirdiği kitap ve sünneti hatırlayınız. Bu âyette hu­susî olan şey umumî olan üzerine atf edilmiştir. Çünkü önce geçen nimet­ten maksat Allah'ın nimetleridir. Daha sonra onun üzerine atfedilen kitap ve sünnet ise bu nimetlerin bir kısmıdır.
3. Bu cümledeki kelimeleri arasında güzel sanatlardan iştikak cinası denilen sanat vardır.
4. Kocalarıyla evlenmelerine... Burada kocalarından maksat kendilerini boşamış olan kocalardır. Bu ifade "İtibarî mekân" yani geçmişteki durumları alakasıyla mecâz-ı mürsel olur. [646]

Faydalı Bilgiler

İmam Fahreddin Râzî şöyle der: İslam hukukunda boşanan kadının id-deti bitmeden erkeğin onu geri alma hakkının var oluşundaki hikmet şudur: İnsan eşiyle birlikte yaşadığı müddetçe ayrılmanın kendisine zor gelip gel­meyeceğini bilemez. Bunu ancak eşinden ayrıldığında anlar. Eğer bir defa boşamak eşi geri almaya engel olsaydı insanın meşakkati daha da büyürdü. Çünkü sevgi bazen ayrıldıktan sonra ortaya çıkar. Sonra bir defada tam manâsıyla tecrübe edilemediği için Yüce Allah iki defa boşama ve geri aima hakkı tanıdı. Bu da Yüce Allah'ın rahmetinin sonsuzluğuna ve kulla-rina gösterdiği şefkatin kemâline delalet eder.[647]


[1] Bakara, 2/40
[2] Bakara, 2/124
[3] Bakara sûresi, 2/ 278, 279
[4] Bakara .sûresi, 2/281
[5] Bakara *ûresi, 2/286
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/43-44.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/44-45.
[8] Müslim, Müsafirin, 212; Tirmizî, Fezailu'l Kur' an, 2,
[9] Müslim, Müsafirin, 252
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/45.
[10] el-Keşşaf, I/27
[11] er-Rağıp el-İsfehani, el-müfredat, s. 367, Beyrut, ty
[12] Mecâzü’I-Kurıan 29
[13] Mecâzü’I-Kurıan 29
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/49.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/49-50.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/50.
[17] Taberı, 1/79. Mısır- 1321; Muhtasar-ı İbn Kesir 1/29, Celâleyn
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/50-51.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/51.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/51.
[21] Muhtasar-ı İbn Kesir, I / 30
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/51.
[22] Hadid Sûresi, 57/20
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/52.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/52.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/52-53.
[26] En-Nisa, 4/155. Geniş bilgi için bakınız, Muhtasar-ı İbn Kesir, 7/32. Beyrut, 1981.
[27] Eî-Bahru'l - Muhît, 1/51
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/53.
[29] Şerif Radî. Telhisu'l-bevan. 1/3: Ebu Havva. el-Bahru'1-Muhît. T/51
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/53-54
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/57.
[31] Ezherî, Tezhibu' 1-luğa; Cevheri, Sıharı; Fİruzâbâdî, el-Kâmusu' 1- muhît, {Sefeh maddesi)
[32] el-Hakka sûresi, 69/11
[33] Tefsir-i Kebir, n/71
[34] Saffat sûresi, 37/10
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/57-58.
[36] Fahr-ı Râzi, Tefsir-i Kebir, n/6
[37] Beyzâvî Tefsiri, 1/ 11
[38] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/33
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/59.
[40] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/33
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/59-60.
[42] Fâtır sûresi, 35/8
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/60.
[44] Beyzâvî, 1/ 12
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/60.
[45] Beyzâvî, Aynı yer
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/60-61.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/61.
[48] A'raf sûresi, 7/183
[49] İlm-i beyanda bu sanata "müşâkele" denilir. Müşâkele: İki cümlenin lafızda aynı, manâda farklı olmasıdır. Şâirin sözünde de böyledir:
[50] Şûra Sûresi, 42/40 "Bu mecazı en mükemmel hale getiren bir edebî sanattır" Keşşaf, 1/3-
[51] Bakara Sûresi, 2/194
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/61.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/62.
[54] Mühtasar-ı İbn Kesir, 1/36
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/62.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/62.
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/62-63.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/63.
[58] ez-Zemahgerî şöyle der: Bu, mecazı en mükemmel hâle getiren edebî sanattır Keşşaf, 1/35
[59] Fahr-ı Râzi şöyle der: Burada, son derece doğru bir benzetme vardır. Çünkü onlar önce iman etmekle bir nur elde ettiler, sonra münafıklık yaparak bu nuru kaybettiler ve büyük bir şaşkınlığa düştüler. Zira dindeki şaşkınlıktan daha büyük bir şaşkınlık yoktur; bu durumdaki kişiler ebediyyen zarar içindedir. Tefsir-i Kebir, 11/73
[60] Biz burada edebî sanatlardan misaller verdik. Yoksa, âyetlerde geçen edebî sanatlar sa­dece bu kadar değildir. Maksadımız, okuyucunun Kur'an'da bulunan güzelliklerden bir miktar tatmasidır. Yoksa, Allah'ın kelâmı bir mucizedir. Onda insanın zevk alıp da dilin anlatamaya cağı birçok edebî güzellik vardır.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 63-65.
[61] Ankebût Sûresi, 29/43
[62] Muhtasar-ı İbni Kesir, 1/33
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/65.
[63] Bakara sûresi, 2/257
[64] En'am Sûresi, 6/1
[65] Aynı sûre, 153
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/65-66.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/68.
[68] KurtubL 1/230
[69] Keşşaf, 1/ 72
[70] Kurtubî 1/238
[71] Beyzâvî, 1/ 18
[72] Tevbe Sûresi, 9/34
[73] A'râf Sûresi, 7/19
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/68-69.
[75] Beyzâvî. 1/16
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/69-70.
[77] Aynı kaynak, aynı sayfa. Asrımızda astronotların dünya çevresinde dol aşmaları ndan asır­larca önce Beyzâvî. dünyanın yuvarlaklığını açık bir şekilde ifade etmiştir. Beyzâvî. T/ 16
[78] Muhtas;ır-ı İbn Kesir. 1/38
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/70.
[80] Beyzâvî,!/ 17
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/70-71.
[82] İsra Suresi, 17/88
[83] Muhtasar-ı Tbn Kesir 1/45
[84] Enbiya Suresi 21/98
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/71-72.
[86] Hadiste, cennet ırmaklarının yataksız aktığı zikredilmiştir. Keşşaf, 1/257, Beyrut, ty (Bu hadisi kaynaklarında
bulamadık ancak Keşşafta bulabildik)
[87] Bazı müfessirler, "Bu, bundan Önce bize verilenlerdendir." mealindeki âyetin manasının "daha Önce bize dünyada verilenlerdendir" şeklinde olduğunu savunmuşlardır. Bu, kabul görmeyen bir görüştür. Sahih olan, ibn Abbas (r.a.) ve diğerlerinden gelen rivayettir. Buna göre nimetler, cennetle daha önce verilenlerin benzeridir. Dünyada, cennette olan nimeüerin sadece isimleri vardır. (Bakınız. Kadı Beydâvî, Mecmûatu't-tefâsîr, c.l, s.86.)
[88] Vakıa sûresi, 56/35-37
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/72.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/72-73.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/75.
[92] Keşşaf. 1/85
[93] Râzi, Tefsir-i Kebir, 11/147
[94] Nahl suresi, 16/92
[95] Nisa suresi, 4/155
[96] Sâvi Haşiyesi, 1/19, Keşşaf, 1/92
[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/75-76.
[98] Kurtubi, 1/244, Sâvi, 1/17
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 76.
[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/76.
[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/76-77.
[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/77.
[102] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/77.
[103] Zemahşerî bunu böyle söylemiştir. Keşşaf, 1/263, Beyrut, ty
[104] el-Bahru'1-Muhit, 1/136
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/77-78.
[105] Ankebut suresi, 29/41
[106] Hacc suresi, 22/73
[107] Keşşaf. 1/83
[108] Ebussuûd Tefsiri, 1/60
[109] Nazi ât suresi, 79/30
[110] el-Teshîl, 1/43
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/78-79.
[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 81.
[112] Kurtubî J/262
[113] Sâd suresi, 38/26
[114] TaVha b. Ubeydullah şöyle rivayet etmiştir: "Subhânellah' in tefsirini Rasuîullah (s.a.v.)' a sordum. Şöyle cevap verdi: O, her türlü kötülükten Allah' ı (c.c.) tenzih etmektir." Kurtu-bi,î/276
[115] Müzzemmil suresi,73/7
[116] MüsLim,Salât. 223 (8 l)Sâd suresi, 38/67
[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/81-82.
[118] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/82.
[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/82-83.
[120] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/83.
[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/83.
[122] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/83-84.
[123] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 1/49
[124] et-Teshîl, T/43
[125] Kehf suresi, 18/50
[126] Mehâsinu't-te'vîl, 11/ 104
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/84.
[127] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/86.
[128] Muhtasar-i-Taberî, 1/42
[129] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/86-87.
[130] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/87.
[131] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/87.
[132] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/87.
[133] A'raf sûresi, 7/23
[134] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/87.
[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/87-88.
[136] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/88.
[137] İsra sûresi, 17/32
[138] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/88.
[139] Keşşaf, 1/95
[140] Tâhâ sûresi, 20/122
[141] Ebu Hayyan, el-Bahru'l- muhît, 1/141
[142] Tahrim sûresi, 66/6
[143] Kehf sûresi, 18/50
[144] " " , 18/50
[145] Geniş bilgi için, "en-Nübüvve ve'1-Enbiya" adlı kitabımıza bakınız
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/88-89.
[146] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/90-91.
[147] Al-i İmrân sûresi, 3/93
[148] En' am sûrsei, 6/9
[149] Tevbe sûresi, 9/103
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/91.
[150] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/91-92.
[151] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/92.
[152] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/92.
[153] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/92.
[154] Bakara sûresi, 2/16
[155] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/92.
[156] Bakara sûresi, 2/152
[157] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/92-93.
[158] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/94.
[159] İsmail b. Muhammed el-Aclunî, Keşfu'1-hafa, 1/336, Beyrut, 1985
[160] Tevbe sûresi, 9/67
[161] Tâhâ sûresi, 20/115
[162] Tâhâ sûresi, 20/108
[163] Kurtubî Tefsiri, 1/374
[164] Mccazu'l-Kur'an, 39
[165] Hakka sûresi, 69/20
[166] Kehf sûresi, 18/53 (lll)Sâvî, T/365
[167] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/94-95.
[168] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/95.
[169] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/96.
[170] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/96.
[171] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/96.
[172] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/96.
[173] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/96.
[174] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/96-97.
[175] Ebu Davud, Salât, 312
[176] Ebu Davud, Edeb, 86
[177] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/97.
[178] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/99.
[179] Keşşaf, 1/102
[180] Enbiya sûresi, 21/35
[181] İsra sûresi, 17/106
[182] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 99.
[183] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/100.
[184] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/100.
[185] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/100.
[186] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/100.
[187] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/100.
[188] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/100-101.
[189] Teshil, 1/47
[190] Ebussuûd, 1/81
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/101.
[191] Zeccâc bu görüştedir. Zcmahşerİ de bunu tercih etmiştir. Zeccâc...; Keşşaf, 1/281, Beyrut, ty
[192] Ebu Hayyan, el-Bahru11- Muhît, 1/194
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/101-102.
[193] A'râf sûresi, 7/155
[194] Muhtasar-ı tbn Kesir, 1/66
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/104.
[195] Mecâzu' 1- Kur'an , T/41
[196] A'raf sûresi, 7/İ34
[197] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/104-105.
[198] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/105.
[199] Maide sûresi, 5/24
[200] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/105.
[201] Bu, Rabi b. Enes'in görüşüdür.
[202] Bu, tefsircilerin çoğunluğunun görüşüdür.
[203] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/105-106.
[204] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/106.
[205] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/106.
[206] Fütûhat-ı İlâhiyye, 1/57
[207] EbussuÛd Tefsiri, 1/83
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/106-107.
[208] Mehasinu' t-te' vil, n/135
[209] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/109.
[210] cl-Bahru'1-muhit. 1/226
[211] A'raf sûresi, 7/160
[212] Misbah'ta da böyledir.
[213] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 109-110.
[214] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/110.
[215] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/110-111.
[216] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/111.
[217] Ebussuûd'un da işaret ettiği gibi buna istiâre-i mekniyye denir. Bakınız, cilt 1, s. 107
[218] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/111-112.
[219] Keşşaf, 1/107
[220] Kurtubî, 1/425
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/112.
[221] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 113.
[222] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 114.
[223] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/114.
[224] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/114.
[225] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/114.
[226] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/114.
[227] el-Fûtûhâtu'1-ilâhiyye, 1/63
[228] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/114-115.
[229] Mu'minûn sûresi, 40/67
[230] el-Bahru'1-muhit, 1/243
[231] el-Bahru'1-muhit, 1/243
[232] Zâriyât sûresi, 51/55
[233] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/115.
[234] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/117.
[235] el- Bahru'l-muhît,I/248
[236] Muhtasarut-Taberî, 1/47
[237] Kegfu'1-Hafâ, 1/73
[238] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/117-118.
[239] Muhtasar-ı îbn Kesir, 1/76
[240] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 119.
[241] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/119.
[242] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/119.
[243] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/119-120.
[244] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/120.
[245] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/120.
[246] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/120.
[247] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/120.
[248] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/120-121.
[249] Ebussuûd Tefsin, 1/90
[250] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/121.
[251] Ebussuûd Tefsiri, 1/90
[252] Bakara sûresi, 2/56
[253] Bakara sûresi, 2/73
[254] Bakara sûresi, 2/243
[255] Bakara sûresi, 2/259
[256] Bakara sûresi, 2/260
[257] Büyük âlim İbn Kesir bunu böyle açıklamıştır
[258] Saffâtsûresi,37/147
[259] İsra sûresi, 17/44
[260] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/122-123.
[261] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/125.
[262] Mutaffifın sûresi, 83/1
[263] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/125-126.
[264] el-Bahru'1-muhit, 1/271
[265] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/82
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/126.
[266] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/126-127.
[267] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/127.
[268] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/127.
[269] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/127.
[270] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/127-128.
[271] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/128.
[272] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/128.
[273] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/128.
[274] Teihîsu"l-beyân, 1/8
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/128-129.
[275] Ebussuûd Tefsiri, 1/94
[276] Maide sûresi, 5/13
[277] Hicr sûresi, 15/9
[278] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/82
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/129-130.
[279] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/132.
[280] Necm sûresi, 53/29
[281] el-Bahru'1-muhît, 1/281
[282] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/132-133.
[283] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/133.
[284] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/133.
[285] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/133-134.
[286] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/134.
[287] Muhatsar-ı Ibn Kesir, 1/85
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/134.
[288] Ebussuûd Tefsiri, 1/96
[289] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/134-135.
[290] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/135.
[291] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/137.
[292] Keşşaf, 1/122
[293] el-Bahru'1-muhît, 1/298
[294] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/137-138.
[295] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/138.
[296] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/138-139.
[297] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/139.
[298] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/139.
[299] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/139.
[300] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/139.
[301] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/140.
[302] Nahl sûresi, 16/102
[303] Mehâsinu't-Tevil, 11/186
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/140.
[304] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/142.
[305] Kurtubî, U731
[306] Müslim,Kader, 34; İbn Mace, Makaddime, 10, Zühd, 14
[307] Âl-i İmran sûresi, 3/185
[308] el-Futiihâtu'1-İlâhiyye, 1/82
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/142-143.
[309] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/143.
[310] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/143.
[311] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/143-144.
[312] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/144.
[313] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/144.
[314] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/144.
[315] Telhisu'l-beyan, sayfa 9.
[316] Hûd sûresi, 11/87
[317] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/144-145.
[318] A'râf sûresi, 7/179
[319] Sâvi, 1/49
[320] Kurtubî, 11/33
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/145-146.
[321] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/148.
[322] Kurtubî, ü/40
[323] Taberî, ü/407
[324] es-Sihah
[325] Buharı, Tıb, 51; Nikah, 47 Müslim, Cuma,47
[326] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 148-149.
[327] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/149.
[328] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/149.
[329] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/149-150.
[330] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/150.
[331] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/150.
[332] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/151.
[333] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/151.
[334] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/153.
[335] Hûdsûresi,II/13
[336] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/153-154.
[337] Keşşaf, 1/131. Neshin hikmeti ve hükümleri hakkında geniş bilgi için Revaiu'l-beyan adlı kitabımıza bakın: 1/100
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/154.
[338] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/154.
[339] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/155.
[340] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/155.
[341] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/155.
[342] Nisa sûresi, 4/153
[343] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/155.
[344] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/155.
[345] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/155.
[346] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/156.
[347] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/156.
[348] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/158.
[349] A'raf sûresi, 7/156
[350] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/158.
[351] Muhtasar-1 İbn Kesir, 1/108
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/159.
[352] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/159.
[353] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/159.
[354] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/159.
[355] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/159-160.
[356] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/160.
[357] Telhisu'l-beyan, 10
[358] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/160-161.
[359] Kasas sûresi, 28/88
[360] Tefsir-i Kebir, 4/4
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/161.
[361] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/163.
[362] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/163-164.
[363] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/164.
[364] Kamer sûresi; 54/50
[365] Muhammed Ali Es-Sabu1ni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/164.
[366] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/164-165.
[367] Ra'd sûresi, 13/40
[368] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/165.
[369] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/165.
[370] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/165.
[371] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/165.
[372] Müddesir sûresi, 74/48
[373] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/165.
[374] Ebussuûc efeiriJ/117
[375] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/166.
[376] Müslim, Zekât 69. Kurtubî 2/87
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/166-167.
[377] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/169.
[378] İbrahim sûresi, 14/30
[379] Şems sûresi, 91/9
[380] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/169-170.
[381] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/170.
[382] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/170-171.
[383] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/171.
[384] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/171.
[385] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/171-172.
[386] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/172.
[387] Al-i tmran sûresi, 3/97
[388] Ebussuûd Tefsiri, 1/124
[389] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/172.
[390] Suyutî, ed- Durru'l-mensûrJ/11
[391] Mehâsinu't-te'vil, 11/247.
[392] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/173.
[393] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/175.
[394] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/175.
[395] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/175.
[396] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/175.
[397] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/175.
[398] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/175-176.
[399] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/176.
[400] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 176.
[401] el-Bahru'1-muhît, 1/401
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/176-177.
[402] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/177.
[403] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/179.
[404] Keşşaf, 1/145
[405] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/179-180.
[406] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/180.
[407] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/180.
[408] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/180-181.
[409] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/181.
[410] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/181.
[411] Âl-i İmrân sûresi, 3/67
[412] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/181.
[413] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/181-182.
[414] Şerif Râdî, Telhisu'l-beyan, s.11
[415] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/182.
[416] el-Bahru'1-muhît, 1/416
[417] Vahidî, Esbâbu'n-nüzûl, s,22
[418] Buharı, TefsiıM Sûre 2, bab 11
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/182.
[419] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/184.
[420] Muhtasar-ı Taberî, 1/55
[421] Dârimî, Vudû', 2
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/184.
[422] Vahidî, Esbâbu'n-nüzût, 23
[423] Buhârî, Salât31
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/185.
[424] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/185.
[425] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/185.
[426] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/186.
[427] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/186.
[428] Buharı, Tefsir-i sûre 2, bab 13
[429] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/186-187.
[430] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/189.
[431] Hacc sûresi, 22/55
[432] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/189-190.
[433] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/190.
[434] A'râf sûresi, 7/157
[435] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/190.
[436] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/190.
[437] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/190-191.
[438] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/191.
[439] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/191.
[440] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/191-192.
[441] Muhtasar-ı İbn Kesir 1/140
[442] Mehâsinu't-te'vîl 11/305
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/192.
[443] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/194.
[444] Enbiya sûresi, 21/35
[445] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/194.
[446] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/194.
[447] Muhtasar-ı İbn Kesir 1/142
[448] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/194-195.
[449] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/195.
[450] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/195.
[451] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/195.
[452] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/195.
[453] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/195.
[454] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/195-196.
[455] Tirmizî. Cenâiz. 36
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/196
[456] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/198.
[457] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/198.
[458] Buharî, Tefsir-i Sâre 2, bab 21 Bakınız Suyutî ed- Dürrü'l-mensûr 1/159
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 198.
[459] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/198-199.
[460] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/199.
[461] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/199.
[462] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/199.
[463] Zuhruf sûresi 43/75
[464] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/199.
[465] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/199-200.
[466] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/200.
[467] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/202.
[468] Karia suresi 101/4
[469] Nur suresi 24/44
[470] Zumer sûresi 39/ 56
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/202-203.
[471] Vahidî, Esbâbu'n-nüzûl s,25; Kurtubî 11/191
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/203.
[472] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/203.
[473] el-Bahru'1-muhît, 1/476
[474] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/203-204.
[475] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/204.
[476] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/204.
[477] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/204-205.
[478] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/205.
[479] Rûm sûresi, 30/46
[480] Araf sûresi, 7/57
[481] Hakka sûresi, 69/6
[482] Zariyat sûresi, 51/41
[483] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/205-206.
[484] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/208.
[485] Yusuf sûresi, 12/25
[486] Saffat sûresi, 37/69
[487] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/208-209.
[488] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/209.
[489] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/209-210.
[490] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/209.
[491] Furkan sûresi, 25/44
[492] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/210.
[493] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/210.
[494] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/210-211.
[495] Mü'minun sûresi 23/108
[496] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/211.
[497] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/211.
[498] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/211.
[499] Fahri Râzî, s: 11
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/211-212.
[500] Telhîsu'i-beyân, 5:11
[501] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/212.
[502] Bu hadisi Hafız İbn. Merdiveyh tahric etmiştir.
[503] Mehâsinu't-te'vil 3/368
[504] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/212-213.
[505] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/215.
[506] Kasas sûresi, 28/11
[507] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/215-216.
[508] Suyutî, ed-Dürru'l-mensur 1/173
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 216.
[509] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/216-217.
[510] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/217.
[511] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/217.
[512] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/218.
[513] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/218.
[514] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/218.
[515] Ebu Hayyan, e] Bahru'l-muhît. 2/3
[516] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/218-219.
[517] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/219-230.
[518] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/223.
[519] Müfredâtu'İ-Kıtf'ıtfı, S. 312
[520] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/223-224.
[521] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/224.
[522] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/224.
[523] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/224.
[524] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/224-225.
[525] Kaf sûresi 50/16
[526] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/225.
[527] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/225-226.
[528] Araf sûresi, 7/189
[529] Bakara sûresi, 2/223
[530] Bakara sûresi, 2/187
[531] Revaiu'l- beyan 1/190; Şerif Râdî, Telhisu'l-beyan, s.12
[532] KeşşâfI/175
[533] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/226-227.
[534] Oruç ibâdeti, kamerî ay sistemine göre farz kılınmıştır. Kamerî aylar her yıl on gün önce gelmektedir. Dolayısıyla Ramazan ayı yılın her mevsimine rastlamaktadır. Hıristiyanlara yaz sıcaklarında oruç tutmak zor geldiği için orucun zamanını değiştirerek güneş sistemine almışlar ve yılın kısa ve değişmeyen serin günlerinde oruç tutmaya başlamışlardır. (Mütercimler).
[535] Tevbe sûresi, 9/31
[536] Tâhâ sûresi, 20/105
[537] Ahmed b. Hanbel 4/402
[538] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/227-228.
[539] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/230.
[540] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/230-231.
[541] Fahreddin Râzî, Tefsir-i Kebîr, V/ 132 Vahidî, Esbübu'n-nüzûl s. 28
[542] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/231.
[543] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/231.
[544] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/231-232.
[545] Tevbe sûresi, 9/36
[546] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/232.
[547] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/232.
[548] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/232.
[549] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/232.
[550] Bazıları bu âyeti şöyle tefsir ederler: Mekke'ye girdiğiniz haram ay, Hudeybiye yılınd oraya girmekten men edildiğiniz haram aya karşılıktır. Kâfirler, Nebi (a.s.)'yi Hudeybiye yılının Zilkade ayında Mekke'ye girmekten alıkoymuşlardı.
[551] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/232-233.
[552] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/233.
[553] Şûra sûresi 42/40
[554] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 233-234.
[555] Tâhâ sûresi 20/105
[556] el-Fütühâtu'l-iIâhiyye 1/152
[557] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 234.
[558] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/237.
[559] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/237.
[560] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, 32
[561] Vahidî, a.g.e. 32
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/238.
[562] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/238-239.
[563] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/239.
[564] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/239.
[565] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/239-240.
[566] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/240.
[567] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/240.
[568] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/240.
[569] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/240.
[570] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/240-241.
[571] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/241.
[572] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/243
[573] Yasin sûresi, 36/51
[574] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/243-244.
[575] Fahri Râzî, V/215; Vahidî, Esbâbu'n-nüzûl, 34
[576] Aynı kaynaklar
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/244-245.
[577] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/245.
[578] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/245.
[579] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/245.
[580] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/245-246.
[581] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/246.
[582] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/246.
[583] şey beklemezler" şeklindedir. Ona göre, bu âyette muzaf hazf edilmiştir. Şöyle der: Bu, mecaz için en meşhur misal olan Köy (halkı)'e sor" ayetine benzer. Meselâ: Emir, filan kimseyi dövdü, filan kimseyi astı veya filan kimseye verdi" denilir. Hakikatte, emir, bunları emretti demektir. Fahreddin er-Râzi, yaptığı bu yoru­ma delil olarak da şu ayeti getirir: "Onlar kendilerine me­leklerin veya Rablerînin emrinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? (Nahl suresi, 16/ 33), İbn Kesir Tefsirinde zikredilen Selefin görüşüne göre burada yorum yapılmamalı ve aye­tin manası Allah'a havale edilmelidir.
Fahreddin er-Râzîrye göre, âyetinin mânâsı: "Onlar, Allah'ın emri ve azabının kendilerine gelmesinden başka bir
[584] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/246-247.
[585] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/247.
[586] Mutaffifin sûresi, 83/29
[587] Mü'min sûresi, 40/40
[588] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/247.
[589] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/247-248.
[590] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/248.
[591] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/251.
[592] Kehf sûresi 18/64
[593] Rağıb el-İsfehânî, Müfredatu'l-Kur'ân
[594] Muhammed sûresi, 47/9
[595] İbn Manzur, Lisânu'1-Arab, habita maddesi
[596] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/251.
[597] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/251-252.
[598] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/253.
[599] Hacc sûresi, 22/40
[600] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/252-253.
[601] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/253.
[602] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/253.
[603] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/253-254.
[604] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/254.
[605] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/254-255.
[606] Şûra sûresi, 42/13
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/255.
[607] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/255.
[608] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/257-258.
[609] Cevheri, Sıhah, Hars maddesi.
[610] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/258.
[611] İsrâ sûresi, 17/34
[612] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/258-259.
[613] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/259.
[614] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/259-260.
[615] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/260.
[616] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/260-261.
[617] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/261.
[618] Bir görüşe göre âyetin mânâsı şöyledir: Çokça yemin edip de Allah'ı yeminlerinize he­def kılmayınız. İyilik yapmış olmak, kötülükten korunmak ve insanların arasını düzeltmek maksadıyle az çok, büyük-küçük herşeyde Allah'ın ismini çok söylemeyin. Zira çok yenıir eden ne iyilik yapmış olabilir ne de takva sahibi.
[619] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/261.
[620] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/261-262.
[621] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/262.
[622] Kurtubî, TU/57
[623] Keşşaf, 1/202
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/262-263.
[624] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/265.
[625] Tûr sûresi, 52/31
[626] Hud sûresi,l t/72
[627] el-Müfredât, s. 229
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/266.
[628] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 267.
[629] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/267.
[630] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/267.
[631] Ahzab sûresi, 33/49
[632] Hucurat sûresi, 49/13
[633] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/267-268.
[634] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/268-269.
[635] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/269.
[636] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/269-270.
[637] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/270.
[638] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/270.
[639] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/271.
[640] Tevbe sûresi, 9/107
[641] Tehzibu'1-lüğa, Adi maddesi.
[642] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/272.
[643] Bu hadisi Buhârî rivayet etmiştir. Bakınız Tac IV/63
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/272.
[644] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/272-273.
[645] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/273.
[646] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/273-274.
[647] Tcfiiîr-i Kebîr, 6/105
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/274.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder