Maide Suresi(2)
Edebî Sanatlar
1. Mü'minlere
karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzetlidirler" Burada kelimeleri arasında
tıbak vardır. Bu, bedii sanatlardandır. Aynı şekilde, üstlerinden ve ayakların
altından lafızları arasında da tıbak sanatı vardır.
2. kınayanın
kınaması". Burada ve kelimelerinin nekre olarak getirilmesinin aşırılık ifade
ettiği açıktır. kelimesi
kökünden, mastar-ı binai
merredir,
3. Eğer mii'min
iseniz". Burada müslümanlan, Allah'ın uygun bulmadığı kimseleri dost edinmemeye
teşvik vardır.
4. Siz sadece,
iman ettiğimiz için bizi ayıplıyorsunuz". Bu tür ifadelere edebiyatçılar,
"zemme benzeyen bir şeyle medhi pekiştirmek" diye isim verirler. Bunun aksi de
olur. İmana sarılmayı kınama ve ayıplama sebebi saymışlardır. Halbuki durum
bunun aksidir.
5. Allah
katında sevap olarak".. Bu da alay kabil indendir. Zira "ceza" yerinde "Sevap"
kullanılmıştır.
6. Yer
bakımından daha kötü" Burada kötülük, rnekana nisbet edilmiştir. Gerçekte kötü
olan, o. yerdekilerdir. Bu da kınamada mübalağa ifade
eder.
7. Allah'ın eli
bağlıdır" Elin bağlı olması cimrilikten; açık olması da cömertlikten
kinayedir.
8. Harp için
ateş yaktılar" Harp için ateş yakılması istiaredir. Çünkü harbin ateşi yoktur.
Ateşin odunu yakıp yok ettiği gibi, savaş da, savaşanları yok ettiği için ateşe
benzetilmiştir.
9. Elbette
üstlerinden ve ayaklarının altlarından yerlerdi". Bu da onlara verilen nimetin
bolluğu ve rızkın genişliğinden istiaredir. Nitekim, bir kimsenin rızkı çok bol
olduğunda, Rızık, onun baştan ayağa her tarafını kuşatmıştır." denir. [172]
Faydalı Bilgiler
1. Rivayete
göre Hz. Ömer, Ebu Mûsâ el- Eş'arî'nin Hıristiyan bir katip istihdam ettiğini
haber alır ve Ebu Musa'ya şöyle yazar:
"Hıristiyanlara değer verme, çünkü Aİlah onları zelîl kılmıştır.Onlara güvenme,
çünkü Allah onların hâin olduğunu bildirmiştir. On lan
kendine yaklaştırma. Çünkü Allah onları uzaklaştırmıştır." Ebu Musa ona
şöyle cevap verdi. Bas-rayı ayakta tutan bu Hıristiyandır. Bunun üzerine Hz.
Ömer tekrar şöyle yazdı. "Kabul et ki o Hıristiyan öldü o zaman ne yapacaksın?[173]
2. Yalancı
peygamber Müseylime, Hz. Ebubekir (r.a.) zamanında Hamza'nın (r.a.) katili Vahşî
tarafından öldürüldü. Vahşî, Hz. Hamza'yı kasdederek Câhiliye döfteminde
insanların en hayırlısını Öldürdüm; yalancı peygamber Müseylimeyi kasdederek de,
Müslüman olduktan sonra insanların en
kötüsünü öldürdüm, derdi.[174]
3. Tefsirciler
şöyle der: fiili Allah için kullanıldığında gereklilik ifade eder. Çünkü cömert kimse iyilik edeceğine dair
birini umutlandırdırsa, onu yapar. Nefis o iyilikle ilgilendiği için onun bu
sözü vaad yerindedir.[175]
4. Din adamları
onlara mani olsalar ya! Beyzâvî der ki: "Bu âyet Yahudi alimlerinin onları
günahtan ve haramdan sakındırmasını teşvik eder. Çünkü mâzî fiilin başına
geldiğinde, kınama; muzâri' fiilin başına geldiğinde teşvik ifade eder.[176]
67. Ey Rasul!
Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini
yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah kâfirler
topluluğunu hidâyete iletmez.
68. "Ey kitab
ehli! Siz, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbi-nizden size indirileni hakkıyle
uygulamadıkça, doğru bir şey üzerinde değilsinizdir"de. Rabbinden sana
indirilen, onlardan çoğunun küfür ve azgaınlığını elbette artıracaktır.
Kâfirler topluluğuna üzülme.
69. İman
edenler ile Yahudiler, Sâbiîler ve Hıris-tiyanlardan Allah'a ve âhiret gününe
inanıp iyi amel işleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar üzülecek de
değillerdir.
70. Andolsun ki
İsrailoğullari'nın sağlam sözünü aldık ve onlara peygamberler gönderdik. Ne
zaman bir peygamber onlara nefislerinin arzu etmediğini getirdi ise, bir kısmını
yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.
71. Bir bela
olmayacak zannettiler de kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah tevbelerini kabul
etti. Sonra onların çoğu yine kör ve sağır oldu. Allah onların yaptıklarını
görmektedir.
72. Andolsun ki
"Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler kâfir olmuşlardır. Halbuki
Mesih: "Ey İsrailoğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz.
Biliniz ki kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar;
artık onun yeri ateştir ve zâlimler için yardımcılar yoktur"
demişti.
73. Andolsun
"Allah, üçün üçüncüsüdür"diyenler de kâfir olmuşlardır. Halbuki bir tek
Allah'dan başka hiçbir ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse,
içlerinden kâfir olanlara elem verici bir azap isabet
edecektir.
74. Allah'a
tevbe edip O'ndan bağışlanmayı dilemezler mi onlar? Allah çok bağışlayan,
merhamet edendir.
75. Meryem oğlu
Mesih ancak bir rasuldür. Ondan önce de rasuller gelip geçmiştir. Anası da çok
doğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak, inkâr edenlere delilleri
nasıl açıklıyoruz, sonra bak nasıl yüz çeviriyorlar.
76. De ki:
"Allah'ı bırakıp da sizin için fayda ve zarara gücü yetmeyen şeylere mi
tapıyorsunuz? Hakkıyla işiten ve bilen yalnız Allah'tır.
77. De ki: "Ey
Kitab ehli! Dininizde haksız yere haddi aşmayın. Daha önceden sapmış olan ve
birçoklarını da saptıran ve yolun doğrusundan uzaklaşan bir topluma
uymayın.
78.
İsraüoğullan'ndan kâfir olanlar, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle
lanetlenmişlerdir. Bunun sebebi, söz dinlememeleri ve sınırı
aşmalarıdır.
79. Onlar, işledikleri kötülükten, birbirini
vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yaptıkları ne kötüdür!
80. Onlardan
çoğunun, inkâr edenlerle dostluk ettiklerini görürsün. Nefislerinin onlar için
önceden hazırladığı şey ne kötüdür: Durum şu ki, Allah onlara ga zabetmiştir ve
onlar azap içinde devamlı kalıcıdırlar.
81. Eğer onlar
Allah'a, Peygamber'e ve ona indirilene iman etmiş olsalardı, onları dost
edinmezlerdi; fakat onların çoğu yoldan çıkmışlardır.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde,
mü'minleri kâfirlerle dost olmaktan sakındırdı. Peygamberlik görevinin içinde
kâfirlerin ve münafıkların durumlarını kınamak da vardır. Bu ise onların Hz.
Peygambere ve onun tabi-lerine düşmanca davranmalarına sebep oluyordu. Bu
âyetlerde Yüce Allah Peygamber (s.a.v.)'e, İslamı tebliğ etmesini emretti ve bu
hususta karşılaşabileceği tehlikelere karşı kendisine yardım edeceğini ve onu
koruyacağım va'detti. Bundan sonra da Ehl-i kitabın bâtıl inançlarından bir
kısmını, Özellikle, Hz. İsa'nın ilâh olduğuna ve üçün üçüncüsü olduğuna inanan
Hıristiyanların bâtıl inançlarını anlattı ve açık ve kesin delillerle onları
reddetti. [177]
Kelimelerin İzahı
Seni korur, tac ; himaye etmek,
korumak demektir.
Tuğyan, zulüm yaparak haddi aşmak
ve aşın gitmek demektir. Üzülürsün. kökündendir. üzülmek demektir. Şâir şöyle
der:
Aşın üzüntüden, gözlerinden yaş
aktı.[178]
Geçip gitti.
Sıddîk, çok doğru insan demektir.
kalıbı, aşırılık ifade eden kalıplardandır. Nitekim çok sessiz kimseye çok
sarhoş kimseye de denilir.
Haktan döndürülüyorlar demektir.
Bir kimse birisini bir şey-den çevirip döndürdüğünde denilir. Bizi döndürmek
için mi geldin?[179]
âyetinde de bu mânâda kullanılmıştır.
Aşırı gidiyorsunuz demektir.
sınırı geçmek, bir konuda aşın gitmek
manasınadır. Bir kimse, dini hususunda aşırı gider ve haddi aşarsa denilir. [180]
Nüzul Sebebi
a) İbn Abbas,
Rasulullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu rivayet eder: Yüce Allah beni
peygamberlik görevi ile gönderince çok darlandım ve insanların bir kısmının
beni yalanlıyacaklarını anladım. Bunun üzerine Yüce Allah, Ey Resul! Rabbinden
sana indirileni tebliğ et, âyetim indirdi.[181]
b) İbn Abbas'ın
şöyle dediği rivayet olunur: Yahudilerden bir grup Peygamber (s.a.v.)'e gelerek:
"Tevrat'ın hak bir kitap olup, Hak katından geldiğini sen itiraf etmiyor musun?
dediler. Rasulullah (a.s.v): "Evet" dedi. Yahudiler: "İşte biz ona inanıyoruz ve
ondan başkasına da inanmıyoruz" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: Ey Ehl-i
kitap! Siz Tevrat'ı ve İncil'i... uygulamadıkça doğru bir şey üzerinde
değilsiniz" âyetini indirdi.[182]
Âyetlerin Tefsiri
67. Bu hitap,
şereflendirici ve yüceltici bir hitaptır. Yüce Allah ,Rasülüne, en şerefli bir
vasıf olan "Rasüllük" vasfı ile hitap etti. Yani "Ey Rasul! Hiçkimseden
sakmmaksızın ve sana herhangi bir kötülüğün gelmesinden korkmaksızm Rabbinin
risaletini tebliğ et. Bunu yapmazsan, onun elçiliğini yapmamış olursun. İbn
Abbas şöyle der: "Yani, Rabbinden sana indirilen her şeyi tebliğ et. Ondan
herhangi bir şeyi saklarsan, Rabbinin elçiliğini yapmış olmazsın.[183]
Bu âyet Allah'ın şeriatından herhangi bir şeyi gizlemeleri için Rasulullah
(s.a.v.)'m ümmetinden ilim sahibi olanları yetiştirmekte ve u-yarmaktadır.
İnsanlardan sana gelebilecek bir kötülüğe karşı Allah seni koruyacaktır.
Zemahşerî şöyle der: Bu, Allah'ın onu koruyup himaye edeceğine dair bir
va'didir. Yani: Allah seni düşmanlarından koruyacağına dair garanti veriyor,
öyleyse onlardan korkman için ne mazeretin var? Rivayete göre Rasulullah
(s.a.v.) daha önceleri, muhafızlarla korunuyordu. Bu âyet inince, artık
muhafızlarla korunmaktan vazgeçti ve şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Artık gidiniz,
Allah beni koruması altına aldı[184]
Rasûlünı! Senin görevin sadece tebliğ etmektir. Allah hidâyeti dilediğine
verir. Kimin kâfirliğine hükmedilmişse, o asla hidâyet bulamaz. [185]
68. Ey
Muhammedi O Yahudi ve Hıristi yani ara de ki: "Tevrat ve İncil'dekilerle amel
etmedikçe ve hükümlerini tam manâsıyla uygulamadıkça, din hususunda doğru bir
yol üzerine olamazsınız. Hz. Muhammed'e iman etmek de, onlardaki hükümleri
uygulama kabilindendir. Aynı şekilde, Rabbinizden size indirilene inanmadıkça,
doğru bir yolda olamazsınız. İbn Abbas, bundan maksadın, Kur'an-ı Kerim
olduğunu söyler, Bu cümlenin başındaki "lâm" yemin ifade eder. Yani: "Ey
Muhammed! yemin ederim ki, sana indirilen bu Kur'an, onların bir çoğunun seni
yalanlamalarını, peygamberliğini inkârlarını[186]
ve inkâr ve sapıklıkta ısrarlarını artıracaktır. Kâfirler topluluğuna üzülme.
Çünkü peygamberleri yalanlamak onların adetleri ve gelenekleridir. Bu âyet,
Rasulullah'ı (s.a.v.) teselli etmektedir. Yoksa ona üzülmeyi yasaklamaz.[187]
Bundan sonra Yüce Allah şöyle buyurur: [188]
69. Allah ve
Rasulünü tasdik eden müslümanlar, Yahudiler, yıldızlara tapan bir grup
Hıristiyan ve Hz. İsa'nın peşinden giden Hıristiyanlar var ya, işte bunlardan
kim, şek ve şüphe katmaksızın, samimi bir şekilde Allah'a ve âhiret gününe iman
eder ve kendisini Allah'a yaklaştıracak iyi amel işlerse, insanlara
gösterilecek kıyamet şiddetinden onların korkuları olmaz, orada Allah'ın bol
mükafatını gördükten sonra, dünya nimetlerinden geride bıraktıkları şeylere de
üzülmez.[189]
İbn Kesir şöyle der: Bundan maksat şudur: Allah'a ve âhiret gününe iman eden ve
iyi amel işleyen gruplar var ya, ki bu da ancak, Hz. Muhammed'in ( s.a.v.) bütün
insanlara ve cinlere peygamber olarak gönderilmesinden sonra, onun şeriatına
uygun olarak amel etmekle olabilir. İşte kim bu vasıfları taşırsa, ilerde
karşılaşacakları şeylerde onlar için bir korku yoktur ve onlar arkada
bıraktıkları şeylere de üzülmezler.[190]
70.
Yahudilerden Allah'a ve peygamberlerine iman edeceklerine dair kuvvetli söz
aldık. Ebu Hayyân şöyle der: Bu, Yahudilerin atalarının, Allah'ın kendilerinden
aldıkları sözden döndüklerini, peygamberleri yalanlama ve bazılarım öldürme gibi
büyük suçlar işlediklerini, haber vermektedir. Bunlar onların halefleridir.
Dolayısıyle bunların Rasulullah (s.a.v.)'e yaptıkları eziyet ve isyanlar yeni
icat ettikleri bir şey değildir. Çünkü bu tür işler, onların atalarının da
âdetleri olup bunlara intikal etmiştir.[191]
Onları irşat etmek ve dini onlara açıklamak için kendilerine peygamberler
gönderdik. Allah'ın peygamberlerinden bir peygamber onlara, arzu ve isteklerine
uymayan bir şey getirdiğinde, hemen, peygamberlerden bir grubu yalanladılar,
diğer bir grubu da Öldürmektedirler. Beyzâvî şöyle der: Geçmişte olan bir olayı,
şimdi oluyormuş gibi muhatabın zihninde canlandırmak, öldürme olayının
büyüklüğünü ifade etmek, geçmişte ve gelecekte Yahudilerin adetlerinin böyle
olduğuna dikkat çekmek ve âyet sonlarındaki fasılalara riâyet etmek için, yerine
getirildi.[192]
71.
İsrailoğulları, Allah'ın kendilerine mühlet vermesine aldanarak, peygamberleri
yalanlamaları ve onları öldürmelerinden dolayı kendilerine bir bela ve azabın
gelmeyeceğini sandılar.
Kör ve sağır kesildiler. Yani
azgınlık ve bozgunculukta devam ettiler, hidâyeti görmediler ve hakkı
dinlemediler. Ayette Yahudiler kör ve sağırlara benzetilmiştir. Çünkü onlar,
dine bakmaktan yüz çevirdikleri için, dinde doğru yolu bulamazlar. Sonra Allah
onların tevbesini kabul etti. Kurtubî şöyle der: "Bu âyetle hazif vardır. Âyetin
takdiri şu mealdedir: Onların başlarına musibet geldi de tevbe ettiler. Allah
da tevbelerini kabul etti.[193]
Sonra onlardan birçoğu, hakkı açıkça, gördükten sonra kör ve sağır kesildiler.
Allah, onların yaptıklarını bilir. Bu âyet, Yahudiler için bir tehdit ve uyarı
ifade eder. Bundan sonra Yüce Allah Hıristiyanların Hz. İsa hakkındaki sapık
inançlarını anlatarak şöyle buyurur: [194]
72. Andolsun
ki, "Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesih'tir." diyenler kâfir olmuştur.
Ebussuûd şöyle der: Yüce Allah, daha önce Yahudilerin çirkin davranışlarını
açıkladıktan sonra, bu âyette de Hıristiyanların çirkin davranışlarını
açıklamaya ve bâtıl sözlerini reddetmeye başladı. Bunlar, Hz. Meryem'in bir ilâh
doğurduğuna inanan ve Allah'ın, Hz. İsa'nın zatına hulul ederek onunla
berliştiğini iddia eden "Ya'kûbî Hıristiyanlar"dır. Allah, bu gibi vasıflardan
münezzehtir.[195]
Halbuki Mesih: "Ey
İsrailoğulları!
Ben de. sizin gibi bir kulum. O
halde, beni de sizi de yaratana kulluk ediniz. Her şey ona boyun eğer ve her
varlık ona itaat eder." İbn Kesir şöyle der: Hz. İsa'nın, çocukluğunda ilk
söylediği söz, "Ben Allah'ın kuluyum" sözüdür. O, ne "Ben Allah'ım" ne de, "Ben
Allah'ın oğluyum" demiştir. Bilakis o: "Ben Allah'ın kuluyum. O bana kitabı
verdi ve beni peygamber yaptı,[196]
demiştir.[197]
Kurtubî şöyle der: Allah, Hıristiyanların bu inançlarını kesin delille
reddederek şöyle buyurdu: Halbuki Mesih, "Ey İsrailoğulları! Rab-bim ve Rabbiniz
olan Allah'a kulluk ediniz,"dedi. Hz.İsa, Allah'a "Yârabbİ" ve "Ya Allah" diye
hitap edince, kendisini nasıl çağıracak ve kendisine nasıl soracak? Bu
imkansızdır.[198]
Kim, Allah'tan başkasının ilâh olduğuna inanır ve Ona ortak koşarsa, Allah ona
cenneti haram kılar ve o asla cennete giremez. Çünkü cennet, bir olan Allah'a
inananların yurdudur, Onun varacağı yer cehennem ateşidir. Zâlimleri Allah'ın
azabından kurtaracak ne bir kurtarıcı ve ne de bir yardımcı vardır. [199]
73. "Allah, üç
ilâhın üçüncüsüdür" diyenler de kâfir olmuştur. Bu söz, kendilerine
"Nasturiyye" ve "Melkâniyye" denilen Hıristiyan
grupların sözüdür. Bunlar
teslis akidesine inanarak, "îlahlık; Allah İsa ve Meryem
arasında müşterektir. Bunların
herbiri ilâhtır" derler. Bundan
dolayı, "Baba oğul
ve Ruhu'l-kudüs" sözleri yaygındır.[200]
Halbuki varlık aleminde bir tek Allah'tan başka hiç bir ilâh yoktur. O tekdir, eşi ve benzeri olmaktan
münezzehtir, Eğer teslîs inançlarından vazgeçmezlerse, bilsinler ki, kâfirlere
dünyada ve âhirette elem verici bir azap isabet edecektir. [201]
74. Buradaki
soru kınama ifade eder. Yani onlar hâlâ bâtıl inanç ve iddialarına son
vermeyecek ve Allah'ın Hz. İsa'ya hulul ettiği ve onunla birleştiği şeklindeki
iddialarından dolayı Allah'tan mağfiret dilemiyecekler mi? Eğer tevbe ederlerse,
Allah onları bağışlar ve onlara merhamet eder. Beyzâvî şöyle der: Tevbe etmeyecekler mi?" cümlesindeki soru.
inkârda ısrar etmelerine karşı duyulan şaşkınlığım ifade eder. [202]
75. Meryem oğlu
İsa, kendisinden önce gelmiş geçmiş peygamberler gibi, sadece bir peygamberdir.
Allah, Özel olarak bazı peygamberlere
mucizeler verdiği gibi, ona da
doğruluğunu göstermek için açık bazı mucizeler vermiştir. Eğer Allah Hz. İsa vasıtasıyle Ölüleri
dirilttiyse, kuşkusuz Mûsâ vasıtasıyle asaya can verdi. Ve asâ sürünen bir
yılan oldu. Bu, ötekinden daha hayret vericidir. Eğer İsa babasız yaratıldıysa,
şüphesiz Âdem hem anasız, hem babasız yaratılmıştır. Bu daha gariptir. Bunların
hepsi, Yüce Allah'ın kalındandır. Mûsâ ve İsa, ancak Allah'ın fiil ve işlerinin
tecellî yerleri ve vasıtalarıdır. Onun annesi, çok doğru bir hanımdır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Yani İsa da,
diğer yaratılanlar gibi yaratılmıştır. Kemik, et, kan ve sinirlerden meydana
gelmiştir. Burada, yemek yiyen bir
kimsenin, mutlaka onu çıkarma ihtiyacı hissedeceğine latif bir işaret
vardır. Bu durumda olan kimseye nasıl ibadet edilir? Veya onun ilâh olduğu nasıl
düşünülür? Bak, onların inançlarının
bâtıl olduğuna dair, nasıl açık deliller getiriyoruz. Bu âyet, Hz. İsa (a.s.) ve
onun annesinin ilâh olduğunu iddia edenlerin durumlarının hayret verici olduğunu
ifade eder. Sonra bak ki, gündüzün ortasındaki güneşten daha açık olmasına
rağmen, bu açıklamadan sonra, hâlâ hakkı dinlemek ve düşünmekten nasıl yüz
çeviriyorlar?! [203]
76. Ey
Muhammedi De ki, Allah'ı bırakıp da, size fayda ve zarar veremeyen kimseye mi
ibadet ediyorsunuz?[204]
Sözlerinizi hakkıyle işiten, durumlarınızı hakkıyle bilen, yalnız Allah'tır. Bu
âyet, zararı defetmekten veya menfaat
sağlamaktan aciz olan Hz. İsa'ya ibadet ettikleri için Hıristiyanlar!
kınamaktadır. [205]
77. Ey Yahudi
ve Hıristiyanlar! Dininiz hakkında haddi aşmayın. Atalarınızın yaptığı gibi,
İsa'nın bir "ilâh" veya bir "ilâh oğlu" olduğunu söylerek aşırı gitmeyin.
Kurtubî şöyle der: Yahudiler, Hz. İsa hakkında, onun meşru çocuk olmayıp veled-i
zina olduğunu söyleyerek aşırı gittiler. Hıristiyanlar da, onun ilâh olduğunu
söyleyerek aşın gittiler.[206]
Hz. Muhammed (s.a.v.) gönderilmeden Önce sapıklık üzerinde bulunan atalarınızın
ve önderlerinizin peşinden gitmeyin. Onlar, vesvese vererek birçok halkı da
saptırmışlardı. Onlar açık ve doğru yoldan sapmışlardı. Kurtubî şöyle der:
Burada saptılar", fiilinin tekrar edilmesi, Yahudi ve Hıristiyanların önceden
de, sonradan da hak yoldan sapmış olduklarına işarettir. Burada sapan ve
saptıranlardan maksat Yahudi ve Hıristiyanların ileri
gelenlerinden sapıklıkta çığır
açan ve o
yolda yürüyenlerdir.[207]
78.
İsrailoğullarından kâfir olanlar, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle
lanetlenmişlerdir. Yani Allah onları Zebur'da ve İncil'de laneti emiştir. İbn
Abbas şöyle der: "Onlar, her dilde lanetlendi. Musa (a.s.) zamanında Tevrat'ta,
Davud (a.s.) zamanında Zebur'da, İsa (a.s.) zamanında İncil'de ve Hz. Muhammed
(s.a.v.) zamanında da Kur'an'da lanetlendiler.[208] Müfessirler şöyle der: Yahudiler cumartesi
günün hürmetini ihlal edince, Hz. Davud onlara beddua etti ve bunun üzerine
Allah onları maymunlara çevirdi. Ashâb-ı Mâide[209]
ise, Hz. İsa'yı inkâr edince İsa (a.s.) onlara beddua etti, onlar da domuzlara
çevrildiler. Onların bu şekilde lanetlenmeleri, isyanları ve haddi aşmalarından dolayıdır.
Bundan sonra Yüce Allah onların çirkin durumlarını anlatarak şöyle
buyurdu. [210]
79. İşledikleri
kötü fiilden birbirlerini sakındırmıyorlardı. Onların yaptıkları şey ne kötüdür.
Zemahşerî şöyle der: Bu âyet, Ehl-i kitabın yaptıkları kötülüğün hayret ve -rici
olduğunu yeminle ifade eder. Durum böyleyken, kötülüğe karşı birbirlerini
uyarmaktan yüz çeviren mü'minlerin vay haline! Bu konuda Allah'ın kitabında bir
çok âyet okumalarına rahmen, kötülüklere karşı uyarmak, sanki İsi amin emri
değilmiş gibi davranıyorlar,[211]
Ebu Hayyân şöyle der: Ehl-i kitabın lanetlenmesinin sebebi şudur: Onlar kötülüğü
açıktan yapıyorlar ve birbirlerini kötülükten nehyetmiyorlardı. Halbuki, bir
masiyet işlenmişse onun gizlenmesi
gerekir. Zira Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Sizden kim, bu
kötülüklerden birini işlemişse onu gizlesin,[212]
Eğer günah açıktan yapılır ve insanlar da bunu kınamayı uygun bulurlarsa bu
durum o işe bir teşvik ve onun yayılmasına ve çoğalmasına tahrik edici bir sebep
olur.[213]
80.
Yahudilerden bir çoğunu, Rasulullah (s.a.v.)'a ve mü'minlere kızgınlıklarından
dolayı, müşrikleri dost edindiklerini görürsün. Bunlardan maksat Ka'b b. Eşref
ve arkadaşlarıdır. Nefislerinin, âhiret hayatları için yaptıkları iş ne
kötüdür.
Kınanılacak şey budur. Onların
âhiretleri için takdim ettikleri şey yani âhirette görecekleri ceza ne
fenadır! Onlar cehennem azabında
ebedî olarak kalacaklardır. [214]
81. Eğer o
Yahudiler Allah'ı Peygamberlerini ve kendilerine gelen kitabı tasdik etselerdi,
müşrikleri dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu, imandan ve Allah'a itaatten
çıkmışlardır. [215]
Edebî Sanatlar
1. Hiç bir şey
üzerinde değilsiniz." Bu tabir sınırsız bir şekilde küçümseme ve hakir görme
ifade eder.[216]
2. Rabbinizden
size indirilen şeyler". Yüce Allah, davette onlara lütuf ile muamele etmek için,
ismini onların ismine muzaf kıldı.
3. Kâfir
toplumuna üzülme." Bu cümlede, onların derin bir inkar içinde bulunduklarını
tescil etmek için, şeklindeki zamir yerine zahir isim
getirilmiştir.
4. Allah,
yaptıklarını görür." Burada, onların yaptıkları hareketin korkunç şeklini
muhatabın zihninde canlandırmak ve bir de âyet sonlarındaki fasılalara riâyet
etmek için, yerine, geniş zaman için kullanılan muzari fiili
getirilmiştir.
5. Allah ona
cenneti haram kıldı." Burada zamir yerine
lafzı gelmiştir. Bu işin şiddetini ve korkutmanın büyüklüğünü ifade
eder.
6. Kör ve sağır
oldular." Bu arada körlük ve sağırlık, hidâyet ve imandan yüz çevirme yerine
müstear olarak kullanılmıştır.
7. Bak nasıl
açıklıyoruz", Sonra bak nasıl yüz çeviriyorlar." Ebussuûd şöyle der: Burada
"bak" emrinin tekarar edilmesi, olaya son derece hayret edilmesi gerektiğini
ifade eder. Lafzı ise, bu iki enteresan şey arasındaki farklılığı gösterir. Yani
bizim âyetleri açıklamamız son derece açık ve dikkat çekici gerçek bir olaydır.
Onların bundan yüz çevirmesi ise daha dikkat çekici ve garip bir olaydır.[217]
8. Yapmakta
oldukları şey ne kötüdür"Bu onların yaptıkları kötü amellerin çirkinliğini
ortaya kor ve olaya hayret edilmesi gerektiğini yeminle pekiştirerek
açıklar. [218]
Faydalı Bilgiler
De ki: Allah'ı bırakıp da, sizin
için fayda ve zarar gücü yetmeyen şeylere mi tapıyorsunuz?" Bazı ilim adamları,
bu âyetle ilgili olarak şöyle der: Peygamber İsa (a.s.) hakkında durum böyle
olunca, velilelerden herhangi biri hakkında ne dersin? İnsanlara fayda veya
zarar verebilir mi?! [219]
Bir Uyarı
İbn Kesir şöyle der: Annesi çok
doğru kadındır" âyeti, İbn Hazm ve diğerlerinin iddia ettiği gibi Hz. Meryem'in
peygamber olmadığını gösterir. İbn Hazm ve onun görüşünde olan diğer kişiler,
Meleklerin Hz. Sara ve Hz. Meryem ile konuşmalarını delil göstererek, Hz.
Meryem' in, Hz. Sâra'nın ve Hz. Musa'nın annesinin peygamber oldukları
kanaatinde-dirler. Cumhur ise, Biz senden öncede, elçi olarak, ancak kendilerine
vahyettiğimiz erkekleri gönderdik.[220]
âyetine dayanarak peygamberlerin sadece erkeklerden gönderildiği görüşündedir.
Eş'arî bu hususta icmâ bulunduğunu söyler.[221]
82. İnsanlar
içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak Yahudiler ile,
şirk koşanları bulacaksın. Onlar içinde îman edenlere sevgi bakımından en yakın
olarak da: "Biz Hıristiyanlarız" diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde
keşişler ve rahibler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.
83. Resule
indirileni duydukları zaman, hakkı anladıklarından dolayı gözlerinden yaşlar
boşandığını görürsün. Derler ki: Ey Rabbimiz! İman ettik, bizi şahid olanlarla
beraber yaz."
84. "Rabbimizin
bizi iyiler arasına katmasını umup dururken, niçin
Allah'a ve bize gelen gerçeğe i-man etmeyelim?"
85.
Söylekdikleri sözden dolayı Allah onlara, içinde devamlı kalmak üzere,
zemininden ırmaklar akan cennetleri mükafaat olarak verdi, iyi hareket edenlerin
mükafaatı işte budur.
86. İnkar eden
ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar
cehennemliklerdir.
87. Ey iman
edenler! Allah'ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri haram kılmayın ve
sınır aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez.
88. Allah'ın
size helal ve temiz olarak verdiği rı-zıklardan yeyin ve kendisine iman etmiş
bulunduğunuz Allah'tan korkun.
89. Allah,
kasıtsız olarak ettiğiniz yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat
bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da keffâreti,
ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek, yahut onları
giydirmek, yahut da bir köle âzâd etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç
tutmalıdır. Yemini bozduğunuz tekdirde yeminlerinizin keffâreti işte budur.
Yeminlerinizi koruyun, Allah size âyetlerini açıklıyor; umulur ki
şükredersiniz!
90. Ey iman
edenler! Şarap kumar, dikili taşlar, fal ve şans okları birer şeytan işi
pisliktir; bunlardan uzak durunki kurtuluşa eresîniz.
91. Şeytan
içkide ve kumarda, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı
anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil
mi?
92. Allah'a
itaat edin, Resule de itaat edin ve kötülüklerden sakının. Eğer yüz
çevirirseniz, bilin ki, Resulumuzun vazifesi apaçık duyurmak ve
bildirmektir.
93. İman eden
ve iyi işler yapanlara, hakkıyle sakınıp iman ettikleri ve iyi işler yaptıkları,
sonra yine hakkıyle sakınıp iman ettikleri, sonra da hakktyle sakınıp
yaptıklarını, ellerinden geldiğince güzel yaptıkları takdirde haram kılınmadan
önce tattıklarından dolayı günah yoktur. . Allah iyi ve güzel yapanları sever.
94. Ey iman
edenler; Allah si/i ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir av ile dener
ki, gizlide kendisinden kimin korktuğu ortaya çıksın. Kim bundan sonra sınırı
aşarsa onun için elem verici bir azap vardır.
95. Ey iman
edenler! İhramlı iken avı öldürmeyin. İçinizden kim onu kasten öldürürse, onun
cezası öldürdüğü hayvanın dengi bir cezadır. Buna Ka'beye varacak bir kurban
olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder.. Yahut onun keffâreti
fakirleri doyurmaktır, yahut bunun dengi oruç tutmaktır. Tâki işinin cezasını
tatmış olsun. Allah geçmişi affetmiştir. Kim bu suçu tekrar işlerse Allah onu
cezalandıracaktır. Allah daima galiptir, intikam alandır.
96. Hem size
hem de yolculara fayda olmak üzere deniz avı yapmak ve onu yemek size helâl
kılındı. İhramlı olduğunuz müddetçe kara avı size haram kılındı. Huzuruna
toplanacağınız Allah'tan korkun.
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde Yahudi
ve Hıristiyanların durumlarını ve içinde bulundukları sapıklıkları anlattıktan
sonra burada da Yahudilerir inüslümanlara aşırı derecede düşman olduklarını
bildirdi. Ve bu sebepli onları aşırı düşmanlıkta müşriklerle bir tuttu.
Hıristiyanların Yahudilerdei daha yumuşak huylu ve muslümanlara daha yakın
olduklarını anlattı. Ehl-kitapla münazarayı bitirince şer'î hükümleri açıklamaya
başladı ve bunlar dan yemin keffâretini, içki ve kumarın haram kılınmasını ve
ihramlı ikei av hayvanı öldürmenin cezasını anlattı. [222]
Kelimelerin İzahı
Kıss ve Kıssîs, âlim mânâsına olup
Hıristiyanların ileri gelenlerine verilen bir addır.
Ruhban, korku
mânâsına gelen "Rehbe"
kökünden olup "Rahib"in
çoğuludur. Ruhbâniyyet ve terehhüb, Hıristiyan mabetlerinde ibadet etmek
demektir.[223]
"Akar" demektir. kabın dolup
taşması manasınadır. Su tattığında göz
yaşı aktığında denilir. Şâir şöyle der:
Göz yaşlarım göğsümün üzerine o'"
kadar aktı ki, göz yaşım kılıç bağımı ıslattı.
Rics, pislik demektir. Zeccâc
şöyle der: Rics, pis kabul edilen her işe verilen isimdir. İnsan ve hayvan
pisliğine de "Rics" denir. Çünkü onlar da pislik ve
necasettir.
Cehîm, şiddetli yanan ate
demektir.
Sayd, kuş ve diğer avlanan
hayvanlardır. Yani, avlanan her ;ye sayd denilir. Şâir şöyle
der:
Kralların avı tavşanlar ve
tilkilerdir. Ben bineğime bindiğimde, benim avım
kahramanlardır.
a. İbn Abbas
şöyle der: Rasulullah (s.a.v.)Ta bir adam gelerek: "Ya Rasulalîah, Ben bu eti yediğimde, kadınlara karşı nefsim
uyanıyor ve şehvetime mağlup oluyorum. Onun için ben bu eti kendime haram
kıldım, dedi. Bunun üzerine Yüce Allah:
Ey iman edenler, Allah'ın size helal kıldığı helal ve temiz şeyleri
kendinize haram kılmayın, âyetini indirdi.[224]
b. Enes'in
şöyle dediği rivayet olunur: Şarap haram kılındığı gün, ben Ebu Talha'nm evinde
bir işret meclisinde sâkîlik yapıyordum. Onların içkileri sadece üzüm ve hurma
çeşitlerinden yapılan içkilerdi. Bir de baktık ki birisi: "Şarap haram kılındı,
diye sesleniyor.. Bunun üzerine Ebu Talha bana: Git şu şarabı dok dedi. Enes
diyor ki: Şaraplar Medine sokaklarına döküldü. Bazıları: Karınlarında içki
bulunduğu halde şehid olanlan var. (Bunların hali ne olacak? dediler. Bunun
üzerine Yüce Allah: îman edip de ameli salih işleyenlere, daha önce
tattıklarından dolayı günah yoktur, âyetini indirdi.[225]
Âyetlerin Tefsiri
82. Bu cümlenin
başındaki lâm yemin ifade eder. Yani, Ey Muhammed, yemin ederim ki, insanlar
içersinde mü'minlere en şiddetli düşman olarak Yahudi ve müşrikleri bulursun.
Onlar içinde, sevgi bakımından, iman edenlere en yakın olarak de "Biz
Hıristiyanız" diyenleri bulacaksın. Bu âyet Habeş kralı Necâşî ve arkadaşları
hakkında nazil ol- muştur. Zemahşerî şöyle der: Allah Yahudilerin katı huylarım
ve hakkı kabul etmedeki inatlarım anlattı. Hıristiyanların da yumuşak huylarını
ve İslama kolaylıkla yönelebileceklerini bildirdi. Mü'minlere aşırı düşmanlık
hususunda Yahudileri, müşriklerle bir tuttu. Hattâ onları müşriklerden önce
zikretmekle, düşmanlıklarının daha fazla olduğuna dikkat çekti.[226]
Bu bölüm, Hıristiyanların müsiümanlara karşı sempati duymalarının sebebini
gösterir. Yani onları sempati duymalarının sebebi, içlerinde âlim keşişler ve
rahiplerin bulunmasıdır. Onlar, ağırbaşlı oldukları için alçak gönüllüdürler ve
Yahudiler gibi kibirlenmezler. Beyzâvî şöyle der: Bu âyet gösteriyor ki; alçak
gönüllülük, ilim ve amele yönelme ve şehvetlerden yüz çevirme gibi davranışlar,
kâfir tarafından da yapılsa, övülen davranışlardır.[227]
83. Mü'minler,
Muhammed'e indirilen Kur'an'ı dinlediklerinde, kalplerinin yumuşaklığı ve Allah
kelâmından etkilenmeleri sebebiyle, Allah korkusundan gözlerinin yaşla dolup
taştığını görürsün.. Çünkü onlar Kur'an'm Allah kelâmı ve hak olduğunu bilirler.
Onlar, Ey Rabbimiz! Peygamberini tasdik ettik ve kitabına da inandık. Bizi
kıyamet gününde diğer ümmetlere şahitlik edecek Ümmet-i Muhammed'le birlikte yaz
derler. İbn Abbas şöyle der: Bu âyetler Necâşî ve arkadaşları hakkında nazil
olmuştur. Habeşistan'da Cafer b. Ebît âlib onlara Kur'an âyetlerini okuduğunda,
onlar o derece ağlamışlardı ki, göz yaşları ile sakallarını ıslatmışdı.[228]
84. Doğru yolu
ve paklak gerçeği gördüğümüz halde, iman etmemize ve hakka tâbi olmamıza engel
ne? Bunu, İslamı kabul etmelerinden dolayı onları ayıplayan Yahudilere cevap
olarak söylemişlerdir. Ebu Hayyân şöyle der: "Bu âyet, onların iman etmelerini
gerektiren hakkı bilmelerine rağmen iman etmemelerini garipsemekte ve
kınamaktadır.[229]
Halbuki Rabbimizin bizi iyi ve salih kullarıyla birlikte cennete sokmasını
umuyoruz. [230]
85. İnanmaları,
tasdik etmeleri ve hakkı kabul etmeleri sebebiyle mükâfaat olarak Allah onlara
zemininden ırmaklar akan cennetler verdi. Onlar orada ebedî kalacaklar, yok
olmayacaklar ve asla oradan çıkmayacaklardır. Bu sevap ve mükâfaat, niyeti
hâlis olan ve güzel amel işleyen kimseler içindir. Bnndan sonra Yüce Allah,
bedbahtların durumunu anlatarak şöyle buyurdu:
[231]
86.
Ayetlerimizi ve Muham-med (s.a.v)'in peygamberliğini inkâr edenlere gelince,
işte onlar cehennemliktir. Orada azap göreceklerdir. Ebussuûd şöyle der: Allah
özendirme ile korkutmayı birlikte yapmak için, âyetlerini tasdik edenlere
karşılık, bu âyette, inkâr edenlerin durumlarını zikretti.[232]
87. Ey mü'minler! Allah'ın size helal kıldığı
temiz şeyleri bırakarak ve zühd için bunlardan uzaklaşarak, "bunları kendimize
haram kıldık" deyip bu leziz nimetlerden kendinizi mahrum etmeyiniz, Taberî,
İkrime'nin şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v)'in Ashabından bazı
kimseler kendilerini iğdiş ettirmek, et yemeği ve kadınlarla münasebeti
terketmek istediler. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.[233]
Helal olanı harama gitmek suretiyle, Allah'ın sizin için helal kıldığı sınırlan
geçmeyin. Çünkü Allah sınırı geçenlere buğzeder. İslam, insanları ifrat ve
tefritten uzak ve dengeli olmaya çağırır. Bunun içindir ki Yüce Allah şöyle
buyurmuştur: [234]
88. Allah'ın
size helal ve temiz olarak verdiği azıklardan yeyin. Teshil yazarı şöyle der:
"Helal olan yiyeceklerden, kadınlardan ve diğer nimetlerden yararlanın"
demektir. İnsanın en büyük ihtiyacı yemek olduğu için burada özellikle o
zikredilmiştir.[235]
Kendisine iman etmiş olduğunuz Allah'tan korkun. Bu âyet en güzel bir şekilde,
insanları takvaya çağırmaktadır. Sanki şöyle diyor: Yüce Allah'a itaat hususunda
kusur göstererek imanınızı zayi etmeyiniz. Sonra büyük pişmanlık duyarsınız.
Çünkü Allah'a iman etmek, O'na karşı son derece takvalı davranmayı
gerektirir. [236]
89. "Evet
vallahi, hayır vallahi" gibi, yemin maksadı olmaksızın ağzınızdan çıkan
yeminlerden dolayı Allah sizi sorumlu tutmaz, Fakat maksatlı ve niyetli olarak
bir şey hakkında yemin edip de yemininizi bozarsanız sizi sorumlu tutar.
Bozulduğu takdirde yeminin keffâreti, ailenize yedirdiğiniz orta halli yemekten
on fakire yed irmen izdir. İbn Abbas şöyle der: Ailenize yedirdiğiniz orta
derecedeki yemekten yediriniz. İbn Ömer şöyle der: Yemeğin orta hallisi, ekmek
ile hurma veya ekmek ile kuru üzümdür. Ailemize yedirdiğimiz en iyi yemek de,
ekmek ile ettir.[237]
Yahut keffâret, bu on fakire bedenlerini örtecek elbise giydirmektir. Veya Allah
rızası için, bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır. Ebu Hayyân şöyle der:
Alimler, yeminin bozan kimsenin yedirme, giydirme ve köleyi hürriyetine
kavuşturmaktan herhangi birini yapma hususunda serbest olduğunda görüş
birliğine varmışlardır.[238]
Kim, bu anlatılanlardan hiçbirini yapma imkânı bulamazsa onun keffâreti üç gün
oruç tutmaktır.[239]
İşte, yemin edip te bozduğunuz zaman, yeminlerinizin şer'î keffâreti budur.
Yeminlerinizim koruyunuz ve zaruret olmaksızın rastgele yemin etmeyiniz. İbn
Abbas:"Yeminlerinizi koruyun demek, yemin etmeyin demektir." der. İbn Cerir:
"Yeminlerinizi bozduğunuz takdirde keffâretini Ödeyin, onu bırakmayın" diye
tefsir etmişti. İşte Allah, şer'î hükümleri bu şekilde açıklar ve izah eder ki,
size hidâyet verdiği ve o yolda muvaffak kıldığı için ona şükredesiniz. [240]
90. Ey iman
edenler! Şarap, kumar, putlar, fal okları, şeytan işi birer pisliktir. İbn Abbas
şöyle der: "Hamr, yani şarap sarhoşluk veren her türlü içki demektir. Meysir
ise, Arapların Câhiliyye devrinde oynadıkları kumar demektir. Ensâb, ibadet
için dikilmiş putlardır. Ezlânı, Beytullah'ın ve putların hizmetçilerinin
yanında bulunan oklardır." İbn Abbas ve Mücâhid şöyle der: Ensâb, yanlarında
kurbanlarını kestikleri taşlardır. Ezlâm, kısmet çektikleri oklardır.[241]
Bütün bunlar, akılların hoşlanmadığı birer pislik ve necasettir. Şeytanın
süslediği habis pisliklerdir. Büyük mükâfaatı kazanabilmek için bu pislikleri
bırakıp onlardan uzak durun. [242]
91. Şeytan bu
pisliklerle, içki içmeleri ve kumar oynamaları yüzünden mü'minler arasına
düşmanlık ve kin salmaktan başka bir şey istemez, içki ve kumarla şeytan,
dünyanız ve âhiretiniz için faydalı olan Allah'ı anmaktan ve dininizin direği
olan namazı kılmaktan sizi alıkoyar. Ebu Hayyân şöyle der: Yüce Allah içki ve
kumarın biri dünyevî, diğeri dinî olmak üzere iki kötülüğünün bulunduğunu
anlattı. Dünyevî olan şudur: İçki, kötülükleri ve kini tahrik eder ve içenler
arasında yakınlık bağlarını koparır. Kumar ise, kişi buna alıştığında bütün
servetini harcayıp beş parasız kalıncaya kadar kumar oynamaya devam eder.
Nihayet bir şeyi kalmayınca ya, ailesinin ve çoluk çocuğunun üzerine kumar
oynar. Dinî olana gelince: İçki, aşın keyif ve neşe verdiği için, kişiyi Allah'ı
anmak ve namaz kılmaktan alıkoyar.[243]
Artık bunlardan vazgeçtiniz değil mi? Cümle soru şeklinde olmakla birlikte, emir
mânâsı ifade eder. "Vazgeçtiniz" demektir. Bundan dolayı Hz. Ömer (r.a.):
"Vazgeçtik, Rabbirniz" demiştir. Ebu Hayyân şöyle der: Bu soru en beliğ
yasaklama ifâdelerindendir. Sanki şöyle denilmiştir. Mutlaka vazgeçmenizi
gerektiren içki ve kumardaki kötülükler size anlatıldı." Artık vaz mı
geçeceksiniz? Yoksa eskisi pibi devam mı edeceksiniz?[244]
92. Allah ve
Rasûlu'nun emirlerine itaat edin. Onlara muhalefetten sakının. Eğer yüz çevirir
de Allah ve Rasûlünün emriyle amel etmezseniz biliniz ki, sizi hidâyete iletmek
ona ait değildir. Onun görevi, sadece size risâleti tebliğ etmektir. Size
yaptıklarınızın karşılığını vermek bize aittir. Taberî şöyle der: Bu âyet, emir
ve nehyinden çevirenler için, Allah tarafından bir tehdittir. Yüce Allah onlara şöyle der :
Emrimden ve nehyimden yüz çeviriyorsanız, azabımı bekleyiniz. Gazabımdan
da sakınınız.[245]
Ebu Hayyân şöyle der: Bu âyette çok açık ve şiddetli bir tehdit vardır.
Çünkü âyet, "Sizi azablandırmayi
peygamber değil, onu gönderen üstlenmiştir." mânâsını taşımaktadır.[246]
93. İman eden
ve iyi işler yapanlara haram kılınmadan önce yaptıklarından dolayı bir günah
yoktur. îbn Abbas şöyle der: İçkiyi yasaklayan âyet inince, bazı kimseler: "Daha
önce içki içtikleri ve kumar parası
yedikleri halde ölenlerimiz ne olacak?" dediler. Bunun üzerin bu âyet indi. Yüce
Allah bununla, günahın ve kınamanın ancak, isyan etmekle ilgili olduğunu, içki
haram kılınmadan Önce ölenlerin ise âsi sayılmadı klan m bildirdi. Haram
kılınanlardan sakındıkları iman ve salih amellerde sebat ettikleri takdirde,
yedikleri içtikleri şeylerde onlar için
bir günah yoktur
Haram olduğuna inanarak, Allah'ın
haram kıldığı şeyden sakındıkları sonra Allah'tan korkmaya ve haramlardan
sakınmaya devam ettikleri ve kendilerini Allah'a yakınlaştıracak güzel ameller
işledikleri takdirde onlar için bir günah yoktur, Allah, sâlih amel işleyerek
kendisine yaklaşanları sever. Teshil yazarı şöyle der: Yüce Allah, mübalağa
ifade etmek için takvayı tekrar tekrar söyledi. Denildi ki Takvanın birinci
mertebesi şirkten sakınmak; ikincisi, masiyetlerden sakınmak; üçüncüsü ise
günahlardan korunmak için, yapılmasında bir beis olmayan şeylerden
sakınmaktır.[247]
94. Ey İman
edenler! Hacc veya umre için ihrama girdiğiniz zaman, Allah küçüklerine
ellerinizle, büyüklerine de mızraklarınızla yetişebildiğiniz av hayvanlarıyla
sizi mutlaka imtihan eder. Beyzâvî şöyle der: Bu âyet, Hudey-biye yılında nazil
oldu. Yüce Allah onları av hayvanları ile imtihan etti. Onlar bineklerinin
üstünde iken o hayvanları elleriyle yakalayarak veya mızraklarıyla yaralayarak
avlamaları mümkün oluyordu.[248]
Ebu Hayyân şöyle der: Avcılık, Arapların geçim kaynaklarından ve zevk aldıkları
işlerden biriydi. Onların avcılıkla ilgili şiir ve güzel tavsifleri vardır.[249]
Allah, imanı kuvvetli olduğu için, görmediği halde Allah'tan korkan ile,
imanı zayıf olduğu için korkmayan
birbirinden ayrılsın diye bu imtihanı yapar. Bu uyarı ve bildiriden sonra kim
avlanmaya yeltenirse, bilsin ki. onun için elem verici, şiddetli bir azab vardır. [250]
95. Ey
mü'minler! Hacc veya umre sebebiyle ihram giymiş iken, av hayvanını
öldürmeyiniz. İçinizden kim, ihramlı iken kasden av hayvanım öldürürse, onun
cezası, öldürdüğü hayvana denk gelecek
deve, sığır ve .koyun cinsinden bir hayvandır. , Hangi hayvanın denk olacağına
müslümanlardan iki âdil hakem hüküm verir. Bu da Ka'be'de kesilmek ve
fakirlererine sadaka olarak dağıtılmak üzere oraya gönderilen bir kurbandır.
Avlanan hayvan, serçe ve çekirge gibi bir hayvan olup deve, sığır ve koyun
cinsinden bir dengi yoksa, bu takdirde değerini sadaka olarak vermesi gerekir.
İhramiı kimse, öldürdüğü hayvanın dengini bulamazsa, öldürülen av hayvanın
değeri takdir edilerek bir mikdar yiyecek satın alınır ve her fakire ondan bir
müddet[251]
verilir, Veya, ihramın hürmetini ihlal etmenin cezasını çekmesi için, her müdde
karşılık bir gün oruç tutması gerekir. Teshîl yazarı şöyle der: Yüce Allah,
ihramlmın av hayvanını öldürmesi halinde gerekli olan cezaları saydı. Önce deve,
sığır ve koyun cinsinden olan cezalan, sonra da yiyecek şeyleri, daha sonra da
orucu anlattı. İmâm Mâlik ve Cumhura göre, ihramiı iken avlanan kimse, bunlardan
birini yerine getirmekte serbestür. veya edatı ile yapılan atıf bunu gerektirir.
îbn Abbas'a göre âyetteki tertibe riâyet gerekir.[252]
Haram kılınmadan önce öldürdüğünüz hayvanlardan dolayı meydana gelen günahı
Allah affetti.
Kim, ihramlı iken tekrar av
hayvanını öldürürse, Allah âhirette onun cezasını verir. Allah işinde gâlibtir,
kendisine isyan edenleri cezalandırır. [253]
96. Ey
insanlar! İster ihramlı, ister ihramsız olun, hem size menfaat ve azık hem de
yolculara yolculuklarında yiyeycekleri bir azık olmak üzere, balık ve benzeri
yenilebilen deniz hayvanlarım avlamak ve yemek size helal kılındı. İhramlı
olduğunuz sürece, kara avı size yasaklandı. Kıyamet gününüde huzuruna
toplanacağınız ve amellerinize göre sizi cezalandıracak olan Allah'tan korkunuz.
Bu âyet tehdit ifade etmektedir. [254]
Edebî Sanatlar
1. düşmanlık
ve dostluk kelimeleri arasında tıbak
sanatı vaıdır. Bu bedîî sanatlardandır.
2. yaş dolar"
demektir. Çok olduğu için taşıp dökülmek mânâsına gelen kelimesi dolmak
yerinde müsteâr olarak kullanılmıştır. Veya çok ağladıkları için bizzat gözlerin kendisi akıyormuş gibi
bir mânâ ifade eder.[255]
3. Boynu
hürriyete kavuşturmak" bu da mecâz-ı mürseldir. Cüz zikredilmiş, küll murad
edilmiştir. Bir insanı hürriyetine kavuşturmak demektir.
4. Artık son
verecek misiniz?" Burada sorudan maksad emirdir. Yani "artık son verin"
demektir, bu, en beliğ nehiy ifade lerindendir Ebussuûd şöyle der: Bu âyet-i
kerimede içki ve kumarın haram kılınışı çeşitli tekit sanatlarıyla
pekiştirilmiştir. Şöyle ki: Cümle, kasr edatı olan ile başlamış, içki ve kumar,
putlar ve fal oklarıyle birlikte zikredilmiş ve bunlar; şeytanın pisliklerinden
bir pislik olarak adlandırılmıştır. Bizzat kendilerinden sakınılmak emredilmiş
ve bu sakınma kurtuluş sebebi kılınmıştır. Daha sonra, onlarda mevcud olan dinî
ve dünyevî kötülükler zikredilmiş, daha sonra da "artık son verecek misiniz?"
şeklindeki soru cümlesiyle, bunlardan vaçgeçirmek için yapılan tevsik
tekrarlanmıştır. Bütün bunlar, sakındırma ve yasaklama emrinin son derece
vurgulu ve kuvvetli olduğunu ifade eder.[256]
Faydalı Bilgiler
Yüce Allah'ın, "oj^^li Ondan
sakınımnız" şeklindeki ifadesi, onun hararrj olduğuna bir delildir. Ancak bu
ifade, nehiy ve haram kılma konusunda , haram kılındı" lafzından daha edebîdir.
Çünkü bu, içkiden tamamen uzak durmak mânâsına gelir. Bu, zina hakkında
indirilen zinaya yaklaşmayın[257]
âyetine benzer. Çünkü zinaya yaklaşmak haram ise, onu yapmak haydi haydi haram olur. Burada durum
aynıdır. [258]
Bir Uyarı
Kur'an-ı Kerim'de şer'î hükümlerin
illetleri çok kısa olarak anlatılmıştır. Burada ise illet, çok geniş olarak
açıklanmıştır. Yüce Allah bu illetleri şöyle sıralar: Mü'minler arasına
düşmanlık ve kin sokmak, Allah yolundan ve onu zikretmekten engellemek ve
mü'minleri namazdan alıkoymak. Yüce Allah ayrıca, şarap ve kumarın birer pislik
ve şeytanın amellerinden bir amel olduğunu, şeytanın insanları aldatmak
istediğini anlattı. İşte bütün bunlar bu iki rezil şeyin, yani şarap, içki ve
kumarın zarar ve tehlikesini göster inektedir. Şu halde, Kur'an-ı Kerim'in
esrarını iyice düşünün.[259]
97. Allah,
Kâ'be'yi, o saygıya lâyık evi, haram ayı, hacc
kurbanını ve gerdanlıkları insanların kalkınmasına sebep kıldı. Bu da,
Allah'ın göklerde ve yerde ne varsa bildiğini ve Allah'ın her şeyi bilici
olduğunu bilmeniz içindir.
98. Biliniz ki
Allah'ın cezalandırması çetindir ve yine Allah'ın bağışlaması ve rahmeti
sınırsızdır.
99. Rasûle
düşen ancak duyurmadır. Allah açıkladığınızı da gizlediğinizi de
bilir.
100. De ki:
"Pis ve kötü ile temiz ve iyi bir değildir; pis ve kötünün çokluğu hoşunuza
gitse de bu böyledir. Öyleyse ey akıl sahipleri, Allah'ian korkunuz ki
kurtuluşa eresiniz.
101. Ey iman
edenler! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Eğer Kur'an
indirilirken onları sorarsınız size açıklanır. Allah onları affet-miştir. Allah
çok bağışlayıcıdır, aceleci değildir.
102. Sizden
önce de bir toplum onları sormuş, sonra da bunları inkâr eder
olmuştu.
103. Allah
bahîra, sâibe, vaîle ve hâm diye bir şey meşru kilmamıştır. Fakat kâfirler,
yalan yere Allah'a iftira etmektedirler ve onların çoğunun da kafaları
çalışmaz.
104. Onlara:
"Allah'ın indirdiğine ve Rasul'e gelin"
denildiği vakit: "Babalarımızı üzerinde bulduğunuz yol bize yeter"
derler. Ataları hiçbir şey bilmiyor
ve doğru yol üzerinde bulunmuyor
iseler de mi?
105. Ey iman
edenler! Siz kendinize bakın. Siz Idoğru yolda olunca sapan kimse size zarar
veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık O, size yaptıklarınızı
bildirecektir.
106. Ey iman
edenler! Birinize ölüm gelip çatınca vasiyet esnasında İçinizden iki adalet
sahibi iki kişi şâ-hid olsun. Eğer şüpheye düşerseniz o iki şahidi namazdan
sonra alıkor, "Bu vasiyet karşılığında hiçbir şey almayacağız, akraba da olsa;
Allah için yaptığımızı şâ-hidliği gizlemeyceğiz, bu takdirde biz elbette
günahkârlardan oluruz." diye Allah üzerinde yemin
ettirirsiniz.
107. Bu
şahîdlerin bir günah kazandıkları anlaşılırsa, şâhidlerin haklarına tecâvüz
ettiği, ölüye daha yakın olan mirasçılardan iki kişi onların yerini alır ve:
"Andolsun ki bizim şâhidliğimiz onların şâhidliğinden daha gerçekçidir ve biz
kimsenin hakkına tecâvüz etmedik, aksi takdirde biz, elbette zâlimlerden
oluruz" dîye Allah'a yemin ederler.
108. Bu usul,
şâhidliği gerektiği şekilde yapmaya yahut yeminlerinden sonra, yeminlerin
reddedilmesinden korkmalarına daha uygundur. Allah'tan korkun ve dinleyin.
Allah, yoldan çıkmışlar topluluğunu doğru yola iletmez.
Ayetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde
ihramlılar için avlanmanın haram olduğunu bildirdi ve ihramlı iken kuş ve diğer
yabanî hayvanları öldürmeyi yasakladı. Bu âyetlerdeki de, Ka'be'yi insanlar için
bir tutunma ve kalkın-ma yeri kıldığını bildirdi. Zira ona hürmet etme duygusunu
insanların kalplerine o şekilde yerleştirdi ki, orada hiç kimseye eziyet
edilmez. Nasıl ki Harem-i Şerif yabanî hayvnaların ve kuşların emniyeti için bir
sebeb İse, aynı şekilde insanların, âfetlerden ve korkulardan emniyeti için de
bir sebeptir. Ayrıca dünya ve âhiret mutluluklarım ve hayırlarını elde etmek
için de bir sebeptir. [260]
Kelimelerin İzahı
Bahire, yormak mânâsına gelen
kökündendir. Ebu Ubeyde şöyle der: Bahîra, sonuncusu erkek, olmak üzere beş
doğum yaptıktan sonra kulakları yanlan, serbest bırakılan, binilmeyen ve
sağılmayan devedir.[261]
Sâibe, adak ve benzeri sebeplerle
kendisinden faydalanılmamak üzere salıverilen devedir.
Vasile, koyundan olur. Yani koyun,
yedi defa doğum yapar ve son doğumunda biri erkek biri dişi olmak üzere çift
doğurursa, Araplar: Dişi, erkek kardeşini kurtardı." derler ve onun hürmetine
erkeği de kesmezlerdi. İşte böyle bir doğumu yapan koyuna vasîle denir.[262]
Hâm, dölünden on batın doğan erkek
devedir ki, böyle bir deveye Sırtını
korudu denir, ona binilmez ve hiçbir otlak ve sudan
menedilmez.
Görüldü, ortaya çıktı, demektir.
Bir kimse, bir başkasının bir hainliğini gördüğünde der.
Evleyânî, daha yakın, mânâsına
gelen kelimesinin tesni-yesidir. [263]
Nüzul Sebebi
a. İbn Abbas'ın
şöyle dediği rivayet olunur: Bazı kişiler Peygamber (s.a.v.)'e sorarlardı.
Meselâ biri: "Benim babam kimdir?" derdi. Bir diğeri devesini yitirir: "Devem
nerde?" diye sorardı. Bunun üzerine Yüce Allah Ey iman edenler! Açıklandığı
takdirde, hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın..." âyetini indirdi.[264]
b. İbn Abbas'ın
şöyle dediği rivayet olunur: Temîm-i Dârî ile Adiyy Beddâ Mekke'ye gider
gelirlerdi. Bir defasında Sehmoğullanndan bir genç onlarla birlikte yola çıktı
ve hiçbir müslümanın bulunmadığı bir yerde öldü. Ölmeden önce onlara, terikesini
ailesine vermelerini vasiyet etti. Onlar da terikeyi ailesine verdiler. Fakat
altın süslemeli gümüş bir tabağı vermediler. Durum Rasulullah (s.a.v.)' intikal
etti. Rasulullah (s.a.v.) da, on lardan tabağı gizlemediklerine ve
görmediklerine dair yemin aldı. Sonr; tabak Mekke'de bulundu. Tabağı almış
olanlar "Biz bunu Adiyy ve Te mîm'den satın aldık." dediler. Sehm kabilesinden
olan o gencin vârislerin den iki kişi gelerek, bu tabağın o gence ait olduğuna
yemin ettiler. Bizin şahitliğimiz Adiyy ve Temîm'in şâhidliğinden daha
gerçektir. Biz, kimse nin hakkına tecavüz etmedik dediler. Ve tabağı aldılar.
Bunun üzerine Ey mü'minler! Aranızda şahitlik...." diye başlayaı âyet nâzü
oldu.[265]
Âyetlerin Tefsiri
97. Allah,
Beyt-i Haram olan Kâ'be-i Muazzama'yı, insanların din ve dünya işlerini
yürütebilmeleri için bir fayda sağlama ve maişet temin etme yeri kıldı. Çünkü
Ka'be, din ve dünya işleri için bir maişet sebebidir. Korkan oraya sığınır,
güçsüz orada emniyet içinde olur. Tüccar orada kazanır, hacılar ve umre yapanlar
oraya yönelir. Haram aylarını (Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb) da, bu
aylarda savaş korkusundan emin oldukları için, maişetlerini temin zamanı kıldık.
Aynı zamanda Hareme gönderilen kurbanlık hayvanları, hem kendilerinin hem de
sahiplerinin emniyet içinde olmaları için, keza Harem'in bitkilerinden gerdanlık
takılmış olan develeri de Allah insanların maîşet temin etmelerine sebep kıldı.
Ey insanlar! Allah'ın Beyt-i Haram, Haram" aylar, Hareme gönderilen kurbanlar ve
gerdanlık asılmış kurbanlar için gösterilmesini istediği bu hürmet, O'nun,
göklerin ve yerlerin işlerini tafsilatı ile bildiğini, sizin yararınıza olan
şeylerden haberdar olduğunu, do-layısıyle Harem-i Şerifi, içinde her şeyin
barındığı emniyetli bir yer kıldığını bilmeniz içindir. İnkarlarına ve
sapıklıklarına rağmen, O'nun, kullarına yaptığı lutfa bir bakınız. [266]
98. Ey
insanlar! Bilesiniz ki, kendisine isyan edenler için Allah'ın azabı şiddetlidir.
Tevbe ve itaat edenler için ise, O' çok bağışlayıcı ve pek merhamet edicidir.
Öyleyse onun azabı sizi ümitsizliğe düşürmesin, rahmeti de sizi
ümitlendirmesin.[267]
99.
Peygamberlerin, risâlet görevini eda ve Şeriatı tebliğ etmekten başka bir
görevi yoktur. O da, üzerine vacip olanı tebliğ etmiştir. Artık, görevini
yerine getirmede kusur eden kimsenin hiçbir özrü yoktur. Allah sizin
gizlediklerinizi de, açığa çıkardıklarınızı da bilir. Amellerinizden ve
hallerinizden hiçbir şey ona gizli kalmaz. O, amellerinizin karşılığını
verecektir. Ebu Hayyân şöyle der: Bu cümlede tehdit vardır. Çünkü Yüce Allah kulunun gizli ve açık
hallerinden haberdar olduğunu
ve kendisinin gerek
sevap gerekse ceza bakımından bunların karşılığını
vereceğini ona haber vermiştir.[268]
100. Ey
Muhammed! De ki: Ey insanlar, pis olan şeyin çokluğu sizi hayrete düşürse de,
pis ile temiz bir değildir. Allah burada helal ile haramı, itaatkâr ile âsîyi,
âdi olan şeyle iyi olan şeyi birbirinden ayırmak için darb-ı mesel getirdi.
Kurtubî şöyle der: Bu lafız bütün işlere şâmildir. Kazançlarda, işlerde,
insanlarda, ilimde ve diğer hususlarda düşünülebilir. Bütün bunlardan pis olan,
çok olsa da, fayda vermez, değersizdir ve sonu güzel olmaz. İyi olanlar, az da
olsa, faydalıdır, değerlidir ve sonu güzeldir.[269]
Ebu Hayyân şöyle der: Açık olan şudur ki, habis (pis) ve tayyib (temiz)
kelimeleri umûmîdir. Malın helali ve haramı, amelin iyisi ve kötüsü, insanların
iyisi ve âdisi, inançların sağlamı ve bozuğu bunun ifade ettiği mânâya dâhildir.
A'râf sûresinde bulunan Rabbin izniyle güzel memleketin bitkisi güzel çıkar.
Kötü olandan ise, faydasız bitkiden başka bir şey çıkmaz[270]
âyeti, bu âyetin bir benzeridir.[271]
Ey akü sahipleri! Allah'ın
emirlerine sarılmak ve yasaklarından sakınmak suretiyle ondan korkunuz ki
kurtuluşa eresiniz ve Allah'ın rızasını ve ebedî nimetini kazanasıniz. [272]
101. Ey iman
edenler! Açıklandığı takdirde sizi üzecek olan ve muhtaç olmadığınız şeyleri,
peygambere sormayınız. Zemahşerî şöyle der: Peygambere çok soru sormayın. Böyle
yapmaya devam ederseniz neticede, size zor gelecek mükellefiyetleri ona sormuş
olursunuz. O da sorduğunuz şeyler hakkında size fetva verir ve onlarla sizi
mükellef tutarsa bu durum, sizi üzer, onları yapma zor gelir ve sorduğunuza
pişman olursunuz.[273]
Eğer bu zor mükellefiyetleri vahiy indiği zaman sorarsanız, sizi üzecek bu zor
şeyler size açıklanır. Öyleyse bunları sormayın.[274]
Allah, daha önce zaruret olmadan sorduğunuz soruları affetti ve âhirette sizi cezalandırmaktan vaz geçti. Artık tekrar
böyle şeyler yapmayın, Allah'ın mağfireti bol, lütuf ve ihsanı büyüktür.
Dolayısıyle sizi affetti ve cezalandırmakta acele etmedi. [275]
102. Sizden
önce de bir toplum, bu gibi sorular sormuştu. Kendilerine cevap verilip bazı
mükellefiyetler yüklenince onu inkâr etmişlerdi. Bundan dolayı Yüce Allah "Sonra onunla amel etmedikleri için kâfir
oldular" buyurdu. İsrailoğulları, peygamberlerinden bazı şeyleri sorarlar,
sordukları şey kendilerine emredilince de onu yerine getirmez ve bu sebeple
helak olurlardı. [276]
103. Allah
bahîra, sâibe vasî-le ve hâm diye bir şey meşru kırmamıştır. Câhiliyye halkı,
bir deve sonuncusu erkek olmak üzere beş doğum yaptığında onun kulaklarını
yarar ve ona binmeyi haram sayarlardı. İşte bu deveye bahîra denilir. Bir kimse:
"Yolculuğumdan dönersem" veya "hastalığımdan kurtulursam devem serbest olsun"
der ve bahira gibi, bu deveden yararlanmayı haram sayardı. İşte böyle deveye de
sâibe denir. Bir koyun dişi doğurursa o kendilerinin, erkek doğurursa
ilâhlarının olurdu. Bir erkek ve bir dişi olmak üzere ikiz doğurursa: kardeşini
kurtardı" derler ve erkeği ilâhları için kesmezlerdi. Bu kuzuya da vasîle
denir. Erkek devenin sulbünden on doğum meydana geldiğinde "sırtını korudu"
derler ve onun sırtına yük vurmazlardı. Böyle deveye de "hânı" denir, tslam
gelince, bu geleneklerin tümünü ortadan kaldırdı. Ne bahîra, ne sâibe, ne
vasîle ve ne de ham kaldı. Fakat Allah'ı inkâr edenler ona karşı yalan
uyduruyorlar ve bunları Allah'ın haram kıldığını söyleyerek: "Allah bize böyle
emretti" diyorlar. Halbuki onların çoğu bunun bir iftira olduğunu anlayamazlar.
Çünkü onlar bu hususta babalarını taklit ediyorlar. Bundan dolayı Yüce Allah
şöyle buyurdu: [277]
104. Bu
sapıklara: "Gelin, helal ve haram kıldığınız hususlarda, Allah ve Rasulünün
hükmüne gidelim" denildiğinde: "Babalarımızın dini bize yeter" derler,
Babaları, din hususunda bir şey bilmiyor ve hakka yöne1 emiyorlarsa yine
onların üzerinde bulundukları sapıklığa tabi mi olacaklar?! Bu âyetteki hemze
inkâr içindir, maksat ise kınamadır. [278]
105. Ey iman
edenler! kendinizi düzeltmeye bakın. Yani kendinizi, isyanlara dalmaktan ve
ısrarla günah işlemekten koruyun ve nefislerinizi ıslahtan ayrılmayın. Siz
hidâyete erince, insanlardan sapıklığa düşenlerin sapıklığı size zarar vermez.
Zemahşerî şöyle der: Müslümanlar, kâfirler için üzülüyorlar ve onların İslama
girmelerini arzu ediyorlardı. Onlara: "Siz kendi nefsinizi ıslah edin, hak
yolda yürüyün. Siz hidâyette olduğunuz sürece, dininizden olmayan sapıklar size
zarar veremez. Nitekim Yüce Allah peygamberine şöyle buyurdu: O halde onlar
uğruna üzüntülere dalarak canın sıkılıp
yıpranmasın.[279]
Ebussuûd şöyle der: Hiç kimse, âyette,
emr-i bi'1-maruf ve
nehy-i ani'l-münker (iyiyi
emretme, kötüden sakındırma) görevini bırakma hususunda bir ruhsat
bulunduğu vehmine kapılmasın. Çünkü bu görevi yapmak, hidâyetin bir parçasıdır.
Rivayet olduğuna göre Hz. Ebubekir es-Sıddîk (r.a.) bir gün minberde şöyle dedi:
"Ey insanlar! Siz bu âyeti okuyor fakat yanlış anlıyorsunuz. Ben, Rasulul-lah
(s.a.v)'m şöyle dediğini işittim: "İnsanlar kötü bir şeyi gördüklerinde onu
değiştirmezlerse Allah onlara umumi bir ceza verir.[280]
Sizin ve bütün mahlukatın dönüşü
Allah'adır, O, amellerinizin karşılığını verecektir. Beyzâvı şöyle der: Bu âyet
hak vt bâtıl gruplardan birisi için vaad, diğeri için tehdit ifade eder. Ayrıca,
hiç kimsenin, diğerinin günahından sorumlu tutulmayacağına dikkat çeker. [281]
106. Ey imai
edenler! Sizden biri ölmek üzere olup da, üzerinde ölüm belirtileri görül
düğünde, onun vasiyetine,
müslümanlar-dan iki âdil şahıs, veya sizden iki şahid bulamadığınız
takdirde gayr-müslimlerden iki kişi şahitlik etsin. Eğer siz yolculuğa çıkar da,
eceliniz gelir ve ölüm belirtileri görülürse böyle yapın. O iki şahidi ikindi
namazından sonra ahkorsunuz. Çünkü ikindi vakti, insanların toplanma vaktidir.Rasululla
(s.a.v) böyle yapmış ve ikindi namazından sonra minberin yanında Adib. Bedda ile
Temîmi Dârî'ye yemin ettirmiştir. Şahitliklerinden emin değilseniz ve şüpheye düşmüşseniz, Allah adır yemin
etsinler. Ebussuûd şöyle der: Eğer sizden bir vâris, iki şahidi hidâyetinden ve terikeden bir şey
almalarından kuşku duyarsa, onları tutı
ve Allah adına onlara yemin ettirin.[282]
Onlar şöyle diyerek yemin ederler: Biz bu şahitliğimizle kemseyi kayırmıyon ve
Allah adına yemin ederek bir dünyalık almıyoruz. Yani, lehinde yem ettiğimiz
kişi bir yanımızda olsa, mal için yalan söyleyerek Allah adıı yemin etmeyiz.
Allah'ın bize yerine geti meyi emrettiği şahitliği de gizlemeyiz. Eğer böyle
yaparsak günahkârla dan oluruz. [283]
107. Onlar
yemin ettikten sonra, hainlikL veya
yalancı şahitlikleri ortaya çıkarsa terikede hak sahibi olan vârislerden iki
adam, o iki hain yerir şahitlik eder. Bunlar, mirasa hak kazananların en
layıklarından olmalıd Bu iki şahit Allah adına yemin eden "Bizim şahitliğimiz
onların şahitliğinden daha doğru, dinlenmeye ve dikate alınmaya daha layıktır.
Çünkü onlar hainlik ettiler, Biz onların hakkında hain demekle zulmetmedik. Biz
onların ale hinde yalan söylersek zalimlerden oluruz. [284]
108. Bu hüküm,
gerçeği değiştirme* olduğu gibi şahitlik etmeye veya kendilerine sonra bir
başkasının yemin etmesi böylece yeminleri reddedilerek rezil ruma düşmekten
korkmalarını sağlamaya daha uygundur, Rabbinizden korkunuz ve emrine itaat
ediniz. kendisine itaatten çıkanları rahmetine ve cennetine iletmez. [285]
Edebî Sanatlar
1. Kurban ve
gerdanlık takılmış kurban." Burada kelimesinin üzerine atfı kabilindendir. Kendilerine gerdanlık takılmış kurbanların
sevabı daha çok olduğu ve haccın değeri de bunlarla daha iyi ortaya çıktığı
için, kalâid kelimesi özellikle zikredildi.
2. Peygamberin
görevi sadece tebliğ etmektir." Burada, mübalağa ifade etmek için mastarı
zikredildi, fakat onunla tebliğ kastedildi.
3. Pis ve
temiz", kelimeleri arasında tıbak, arasında da iştikak cinası vardır. Her ikisi
de edebî santiardandır.
4. aranızdaki
şahitlik.." Bu cümle, lafzan haber, manen inşa cümlesidir. Bununla "emir" murat
olunur. Yani "aranızda şahitlik etsin" demektir. [286]
Faydalı Bilgiler
İman Şâtıbî şöyle der : Çok soru
sormak yerilmiştir. Soru sormanın yerildiği bir çok yer vardır. Bunlardan on
tanesini yazıyoruz:
1. Dînî hiçbir
faydası olmayan şeyi sormak: Bir kimsenin peygam-ber'e (s.a.v.): "Babam kimdir?"
diye sorması gibi.
2. İhtiyaçtan
fazla olan şeyi sormak. Bir adamın, hac hakkında: "Her sene mi yapılacak?" diye
sorması gibi.
3. O anda
ihtiyacı olmadığı halde soru
sormak: "Sizi bıraktığım sürece siz de
beni bırakın[287]
hadisi buna delildir.
4. Zor ve kötü
meseleleri sormak. Nitekim, bilmece gibi yanıltıcı sözler kullanmak
yasaklanmıştır.
5. İbadetle
ilgili konularda hükmün illetini sormak. Hayızlı kadının, namazı değil de orucu
kaza etmesinin sebeb ve hikmetini sormak gibi.
6.
Derinleştirerek ve zorlaştırarak sormak.
İsrailoğullarının sığırı, mahiyetini ve rengini sormaları
gibi.
7. Kitap ve
Sünnetin rey ile çeliştiğini ortaya koymak için soru sormak. Bundan dolayı
Saîd: "Sen Irak'lı mısın?" demiştir.
8. Müteşâbihler
hakkında soru sormak. İmam Malik'e "İstiva" dan sorulması bu kabildendir. O:
"İstiva malûmdur...." şeklinde cevap vermişti.
9. Geçmiş
kimseler arasında meydana gelen olayları sormak. Ömer b. Abdülaziz şöyle demiştir: Allah, o kanlardan ellerimi
korudu. Ben artık dilimi onlara bulaştırmam.
10. Zora
sokmak, susturmak ve mücadelede galip gelmek için soru sormak. Hadiste şöyle
buyrulmuştur: Allah'ın ençok buğzettiği adam, aşın mücadeleci olan adamdır.[288]
109. Allah'ın,
peygamberleri toplayıp da: "Size ne cevap verildi?" dediği gün: "Bizim hiçbir
bilgimiz yok, şüphesiz ğaybları hakkıyle bilen ancak sensin" diyeceklerdir.
110. Allah o
zaman şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene verdiğim nimetimi
hatırla! Hani seni mukaddes ruh ile desteklemiştim; sen beşikte iken de yetişkin
çağında da insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı, hikmeti, Tevrat ve incil'i
öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan, kuş şeklinde bir şey yapıyordun da ona
üflüyordun, hemen benim iznimle o bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle anadan
doğma körü ve alacalıyı iyüeştiriyordun. Ölüleri benim iznimle hayata
diriltiyordun. Hani İsrailoğullarına mani olmuştum: kendilerine apaçık
deliller getirdiğin zaman inkâr edenler: "Bu apa- çık bir sihirden başkası
değildir" demişlerdi.
111. Hani
Havarilere: "Bana ve peygamberime iman
edin" diye ilham etmiştim. Onlar da : "îman ettik, bizim Allah'a teslim olmuş
kimseler olduğumuza sen de sahid ol." demişlerdi.
112. Hani
havariler: "Ey Meryem oğlu İsa Rabbin bize gökten, donatılmış bir sofra
indirebilir mi?" demişlerdi. O: "İman
etmiş kimseler iseniz Allah'tan korkun" demişti.
113. Onlar:
"İstiyoruz ki ondan yiyelim, kalblerimiz mutmain olsun, bize doğru söylediğini
bilelim ve onu gözleriyle görmüş şahidler olalım"
demişlerdi.
114. Meryem
oğlu İsa şöyle dedi: "Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki bizim için,
geçmiş ve geleceklerimiz için bayram ve senden bir âyet olsun. Bizi
rızıklandır; zaten sen, rızık verenlerin en hayırlısısın."
115. Allah da
şöyle buyurdu: "Ben onu size şüphesiz indireceğim; ama bundan sonra içinizden
kim inkâr ederse, kainatta hiçbir kimseye etmediğim azabı ona
edeceğim."
116. Allah: "Ey
Meryem oğlu İsa! İnsanlara: "Beni ve anamı, Allah'tan başka iki ilâh bilin"
diye sen mi dedin buyurduğu zaman o, şöyle
dedi: "Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana
yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini
bilirsin, halbuki ben senin zatında olanı bilmem. Ğaybları eksiksiz bilen
yalnızca sensin.
117. Ben
onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan
Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine
kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen
oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin.
118. Eğer
kendilerine azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır. Eğer onları
bağışlarsan, şüphesiz sen izzet ve hikmet sahibisin."
119. Allah
şöyle buyuracaktır: Bu, doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara;
içinde ebedî kalacakları,
zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar
da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve kazanç
budur.
120.
Göklerin, yerin ve içlerindeki her
şeyin mülkiyeti Allah'ındır, O,
her şeye hakkıyle
kadirdir.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde, ecel
yaklaştığında vasiyet edilmesini anlattı ve Allah'a karşı takva ile amel
edilmesini, emrinin dinlenip itaat edilmesini emretti. Bu âyetlerde de, Allah'ın
öncekileri ve sonrakileri hesap ve ceza için toplayacağı o korkunç kıyamet
gününden bahsetti. Daha sonra, kulu ve Rasulü Hz. İsa'yı desteklemek için
verdiği mucizeleri anlattı. Bunlardan birisi de, gökten sofranın inmesidir. Bu
mübarek sureyi, Hz. İsa'nın ilâhlık iddialarından uzak olduğunu bildirerek sona
erdirdi. [289]
Kelimelerin İzahı
Men ettim ve çevirdim. Görmekten
men olunduğu için amayada denilir.
Seni kuvvetlendirdim demektir.
Kuvvet mânâsına gelen kelimesinden
alınmıştır.
Vahyettim. Vahy: mânâyı, gizlice
kalbe atmak demektir. Vahy birkaç kısma ayrılır: İlham mânâsına olan vahy,
uykuda veya uyanıkken bildiri mânâsına vahy, Cebrail (a.s)'i peygambere
göndermek mânâsına vahy.[290]
Mâide, üzerinde yemek bulunan
masadır. Üzerinde yemek olmayan masaya sofra: denmez.[291]
Rakîb, murakıb ve yapılan işlere
şahit olan demektir. : Ebeden, kesintisiz demektir. [292]
Âyetlerin Tefsiri
109. Ey
insanlar! Allah'ın hesap ve ceza için peygamberleri ve bütün inaElûkâtı
toplayacağı o kokunç kıyamet gününü hatırlayın. O gün Allah peygamberlere :
"Ümmetleriniz size ne cevap verdi? Kavminizi imâna ve tevhide çağırdığınızda
size ne cevap verdiler?" der. Peygamberler: Senin ilminin yanında bizim
ilmimiz bir hiçtir. Muhakkakki sen gayıpları bilicisin. Sen bizim bilmediğimiz
açık ve kapalı şeylerin hepsini bilirsin. İbn Abbas şöyle der: "Biz neyi
biliyorsak, sen onu bizden daha iyi bilirsin" demektir.[293]
Ebussuûd şöyle der: Burada, peygamberlerin karşılaştıkları durumlar ve
çektikleri sıkıntılar sebebiyle şikâyetlerini izhâr ve işi Allah'ın ilmine
havale vardır. Aynı zamanda, bu âyet, kavimlerinden intikam alma hususunda
Rablerine sığındıklarını ifade eder.[294]
110. Allah o
zaman şöyle diyecek: Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene verdiğim nimetim
hatırla. İbn Kesir şöyle der: Yüce Allah, kulu ve Rasulü İsa b. Meryem
vasıtasıyle mucizeler ve harikulade olaylar göstererek ona ihsanda bulunduğunu
hatırlatıyor. Yani, seni erkeksiz bir anneden yaratmak ve kudretimin kemâline
kesin bir delil kılmak suretiyle sana olan nimetimi hatırla. Annene de ihsanda
bulunduk. Zira seni, zalimlerin, anneni itham ettiği fahişelik suçundan uzak
olduğuna delil kıldık.[295]
Kurtubî şöyle der: "Bu, kıyamet gününün vasıflarındandır. Sanki Yüce Allah
şöyle buyurdu: Allah'ın, peygamberleri topladığı ve İsa (a.s.)'ya da şöyle
dediği günü hatırla[296]
Yüce Allah, kıyametin yakın olduğunu vurgulamak için buyurarak mâzî siyğasını
kullandı. Çünkü gelecek olan her şey yakındır. Hatırla ki seni, Rûhu'l-kudüs ile
destekledim. Yani, seni mukaddes ve temiz Ruh Cebrail ile desteklediğimiz zamanı
da hatırla, insanlarla, bir çocuk olarak beşikte ve peygamber olarak da olgunluk
çağında konuşuyordun. Sana Tevrat ve İncil ile beraber yazmayı ve faydalı ilim
olan hikmeti öğrettiğim zamanki nimetimi hatırla. Yine hatırla ki, benim emrim
ve kolaylaştırmamla, çamura kuş sureti veriyordun.
O suret ve şekle üfürdüğün de,
Allah'ın emri ve dilemesiyle o bir kuş oluyordu. Görmeyen körlere, şifa bulmaz
alacalılara benim emrim ve dilememle şifa veriyordun. Benim emrim ve dilememle
ölüleri diriltiyordun. Hz" İsa'ya ilâhtık nisbet edenleri reddetmek, bu
harikulade hallerin Allah tarafından olduğunu ve mucize olarak onları Hz.
İsa'nın eliyle gösterdiğini açıklamak için, Yüce Allah iznimle" lafzını her
mucize ile tekrarladı, Hatırla o zamanı
ki, Yahudilere hüccetler ve mucizeler getirdiğinde, seni öldürmeye
azmetmişlerdi de ben Yahudilerin seni
öldürmesine mani olmuştum. Peygamberliğini inkâr edip sana iman etmeyenler:"Bu
harikulade olaylar, açık bir sihirden başka bir şey değildir" dediler. [297]
111. Bu da, Hz.
İsa'ya yapılan lütuflardandlr. Yani" hatırlaki, ben bir zamanlar Havarilere.
Beni ve peygamberim Meryem oğlu İsa'yı tasdik edin" diye emir ve ilham
etmiştim.
Onlar da: Ey Rabbimiz! Bize
emrettiğini tasdik ettik. Bizim bu iman ve tasdikte samimi olduğumuza ve senin
emrine boyun eğdiğimize şahit ol" demişlerdi.
[298]
112. Yine
hatırla ki, Havariler, "Ey İsa! Rabbin gökten bize bir sofra indirebilir mi?
diye sordular. Kurtubî şöyle der: Bu soru, başlangıç dönemlerinde Allah
hakkındaki bilgileri tam olarak oturmadan önce, idi. Bu sözün, onlarla beraber
bulunan Câhiller tarafından söylenmiş olması da mümkündür.
Nitekim Hz. Musa'nın kavminden
bazıları da Onların ilâhlan gibi, bize de bir ilâh yap[299]
demişlerdir.[300]
Ebu Hayyân şöyle der: Bu lafzın zahiri, onların, Allah'ın gökten bir sofra
indirmeye kadir olması hususunda şüpheye düştüklerini ifade eder. Zemahşerî'nin
görüşü de budur.[301] Diğer tefsircilere gelince, bunlar,
Havarilerin mü'min ve İsa (a.s)'nm yakın arkadaşları olduklarında ve Allah'ın
gökten bir sofra indirebileceğinde şüphe etmediklerinde ittifak etmişlerdir.
Hatta Hasan-ı Basrî Şöyle der: Onlar Allah'ın kudreti hususunda şüphe etmediler.
Sadece, indirip indirmeyeceğine dair bilgi isteyen kimsenin sorusu gibi soru
sordular. Eğer indirecekse, onu bizim için iste, dediler.[302] Onların sorulan, kalplerinin huzur ve
sükûnet bulması içindi, Hz. İsa onlara: "Eğer, Allah'ın kemâl-i kudretine
inanıyorsanız, böyle sorular sormak hususunda Allah'tan korkunuz. [303]
113. Havârîler
dediler ki: Biz sofra istemekle, teberrüken ondan yemek ve kalplerimizin yakın,
imanımızın artmasıyle sükunete erkmesini istiyoruz, Etrafında şaibe bulunmayan
kesin bir bilgi ile, senin peygamberlik davandaki doğruluğunu bilmek istiyoruz.
Bir de onu görmeyen insanların yanında onun hakkında şahitlik edelim. [304]
114. Meryem
oğlu İsa: " Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir" dedi. Hz. İsa, susturucu
bir delille onları susturmak için sofra isteklerine cevap verdi. Rivayet
edildiğine göre Hz. İsa dua etmek isteyince kıldan yapılmış bir cübbe ve yine
kıldan yapılmış bir aba giydi. Kalkıp namaz kılmaya, Rabbine dua etmeye ve
ağlamaya başladı. Ebussuûd şöyle der: Son derece yalvarıp yakardığmı göstermek
için Rabbine iki defa seslendi. Bir defa bütün kemal sıfatlarını toplamış olan
ilâhlık sıfatıyla , bir defa da terbiye bildiren Rablik sıfatıyla seslendi.[305]
Bu sofra bizim için ve bizden
sonra gelecekler için bir ferah ve sevinç günü ve senin Resulünün doğruluğuna
şahit, hüccet ve delil olsun. Ey Allahım! bize rızık ver. Şüphesiz sen nimet ve
rızık verenlerin en hayırlısısın. Çünkü sen zengin ve Övgüye layıksın. [306]
115. Allah İsa
(a.s.)'m duasını kabul ederek şöyle buyurdu: "Ben gökten Bu sofrayı size
indireceğim.
Artık bu açık mucizeden sonra kim
inkâr ederse ona, hiçbir insana yapmadığım bir şekilde azap edeceğim. Hadiste
şöyle buyrulmuştur; Gökten ekmek ve etle donanmış sofra indirildi. Onlara ertesi
güne saklamamaları ve hainlik etmemeleri emredildi. Fakat onlar hainlik etti ve
ertesi gün için kaldırıp sakladılar. Bunun üzerine maymun ve domuzlara
çevrildiler.[307]
Teshil yazarı şöye der: Bir mucize isteyip te bu mucize kendisine gösterildikten
sonra yine inkâr edenlere Allah'ın kanunu, ceza vermek suretiyle cereyan eder.
Bunların bazıları (sofra mucizesini gördükten sonra) yine inkâr
edince Allah onları domuzlara çevirdi.[308]
116. "Ey Meryem
oğlu fsa! İnsanlara: 'Beni ve anamı, Allah'tan başka iki ilâh bilin diye sen mi
dedin? buyurduğu zamanı hatırla ile başlayan kıssa üzerine atfedilmiştir. İbn
Abbas şöyle der: "Bu söz kıyamet gününde bütün mahlu-katın huzurunda Yüce Allah
tarafından söylenecek ki kâfirler kendilerini, bâtıl yolda olduklarını
anlasınlar.[309]
Buna göre mânâ şöyledir: Kâfirleri kınamak ve susturmak için Allah'ın âhirette
kulu ve elçisi Meryem oğlu İsa'ya hitap edeceği günü insanlara hatırlat. Allah
şöyle hitap edecek: Ey İsa! İnsanları sana ibadet etmeye, senin ve annenin ilâh
olduğuna inanmaya sen mi çağırdın?! Kurtubî şöyle der: Yüce Allah bu soruyu, Hz.
İsa'nın ilâh olduğunu iddia edenleri kınamak için soracak ki bu sorudan sonra
onları daha sert bir şekilde ayıplasın, kınasın ve onlara daha şiddetli muamele
etsin[310]
İsa şöyle dedi: Ey Rabbim! Sana layık
"olmayan şeylerden seni tenzih ederim. Söylemeye hakkım olmayan sözü söylemek
bana yakışmaz. Ben onu söyle-diysem şephesiz sen bilirdin. Çünkü sana hiçbir şey
gizli kalmaz. Benim söylemediğimi sen biliyorsun. Hz. İsa'nın bu ifadesi, onun
böyle bir söz söylemediğinin delili olup onun bundan uzak olduğunu gösterir.
Ayrıca onun, celal sahibi Yüce Allah'ın huzurunda son derecede edepli
davrandığmı, kendisinin zillet ve aczini ortaya koyduğunu ifade eder. Sen benim
zatımın hakikatim ve içindekileri bilirsin. Halbuki ben senih zatının hakikatini
ve onda bulunan kemal sıfatlarını bilemem. Sen bütün gizli şeyleri ve niyetleri
bilirsin. Senin ilmin, olmuşları ve olacakları kuşatır. [311]
117. Ben
onlara, ancak bana emrettiklerini söyledim. Râzî"şöyle der: Hz. İsa, kendisini
ve Allah'ı beraberce emredici durumuna sokmamak için, edebin gereğini yaparak,
"Onlara emrettim" yerine, "Onlara söyledim" demiştir, Onlara: Beni ve sizi
yaratan Allah'a ibadet edin. Ben de sizin gibi bir kulum"
dedim.
Onların aralarında bulunduğum
sürece, yaptıklarına şahit idim. Beni semaya kaldırarak kendine çekince, ey
Allah'ım, onların amellerinin gözetleyicisi ve yaptıklarının şahidi yalnız sen
oldun. Her şeyi gören sensin. Senden hiçbir şey gizli kalmaz. [312]
118. Eğer
onlara azap edersen, sen onların malikisin. Onlar hakkında istediğin gibi
tasarrufta bulunursun. Sana asla itiraz edilmez, Eğer onlardan tevbe edenleri
bağışlarsan, şüphesiz işinde galip olan, yaptıklarını bir hikmete göre yapan
sensin. [313]
119. Yüce Allah
şöyle buyuracaktır:
Bu, kıyamet günüdür. Bugün,
dünyada doğru olanlara, bu doğrulukları fayda verecektir. Çünkü bugün, yapılan
amellerin karşılıklarının verileceği bir gündür. Onlar için, köşklerinin ve
ağaçlarının altından ırmaklar akan, içinde devamlı kalıp hiç çıkmaycakları
cennetler vardır. Doğruluklarından dolayı, Allah'ın rızasına nail olmuşlar.
Kendilerine verdiği sevap ve mükafattan dolayı onlar da Allah'tan razı
olmuşlardır. İşte bu naim cennetlerini elde etme ve onlara kavuşma
nimetidir. [314]
120. Göklerin,
yerlerin ve bunlar arasındaki" şeylerin mülkü Allah'ındır. Yani bunların hepsi
Onun mülküdür. Onun idaresi ve dilemesi altmdıdır. O, her şeye kadirdir. [315]
Bir Uyarı
imâm Müslim'in, Sahîh'inde rivayet
ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v) Yüce Allah'ın İbrahim (a.s)'in söylediği:
"Rabbim, bu putlar insanlardan bir çoğunu saptırdılar. Artık kim bana uyarsa o
bendendir. Kim de bana karşı gelirse, şüphesiz sen çok bağışlayan, merhamet
edensin,[316]
mealindeki âyeti ile İsa (a.s)'nm söylediği: "Eğer kendilerine azap edersen,
şüphesiz onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz sen izzet ve
hikmet sahibisin[317]
mealindeki âyetini okudu, sonra ellerini kaldırarak: "Al-lahim! Ümmetim, ümetim"
dedi ve ağladı. Bunun üzerine Yüce Allah Cebrail (a.s)'e şöyle buyurdu:
Muhammed'e git Rabbin daha iyi bilmekle beraber Ona: "Seni ağlatan şey nedir?
diye sor. Cebrail (a.s) Hz. Peygamber (s.a.v)'ye geldi ve durumu sordu.
Rasulullah (s.a.v) kendisinin ne söylediğini ona haber verdi. Halbuki Allah,
onun ne söylediğini pekala bilir. Nihayet Allah: Ya Cibril, git Muhammed'e şunu
söyle : Biz ümmetin hakkında seni râzî ddeceğiz ve seni üzmeyeceğiz, buyurdu.[318]
Allah'ın yardımı ile Mâide
Sûresinin tefsiri bitti. [319]
[1] Kuitubî, 6/30
[2] Mâide sûresi, 5/24
[3] Maide suresi, 5/30
[4] Maide suresi 5/116
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/63-64.
[6] Ahmed b. Hanbel II/176
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/64.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/64.
[8] Kwşşaf, 2/466
[9] el-Bahr(3/410
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/68-69.
[11] TaberL 9/463
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/69.
[12] Taberî ve Zemahşerî bu görüşü tercih etmiştir. En çok
tercih edilen görüş ise, umum ifade etmesidir ki, bu da her türlü akdi yerine
getirmeyi emirdir. Ebıı Hayvan ve bir grup müfessirin tercihi budur. İbn Eşlem
şöyle der: Akitler allıdır: Allah'ın ahdi, antlaşma akdi, şirket akdi,
alış-veriş akdi. nikah akdi ve yemin akdi. İbn Kesir'de böyle
yazılıdır.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/69-70.
[14] Birinci görüş daha tercihe şayandır. Bu Taberi'nin
tercih ettiği görüştür. Çünkü âyet umumîdir.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/70.
[16] Keşşâf, 2/468
[17] Bu darb-ı meselin aslı şöyledir: İki adam bir bedeviye
misafir olur ve ayrı ayrı odalarda ağırlanırlar. Bedevi bunlardan birine sadece
fasîd ikram eder.Ertesi sabah o diğer misafir ar-kadaşına:"Bu akşam ev sahibi
sana ne ikram etti?" diye sorar. O da: Bana nefis yemekler ikram edilmedi.
Sadece fasîd verildi der. Bunun üzerine arkadaşı kendisine fasîd ikram edilen, yemekten
mahrum kalmıştır" der. Daha sonra bu söz, az bir şey ile kanaat el|ıne yerinde
darb-ı mesel olarak kullanılmıştır. Bakın, Asını Efendi, Kamus Tercemesi,
Fe-sdde maddesi. (Mütercimler)
[18] Taberî, 9/502
[19] Keşşaf, 2/469
[20] İşaret İsminin, "fal oklarıyla kısmet arama" ya ait
olduğunu kabul ettiğimiz takdirde böyle mana verilir. Zira, İşaret ismi, daha
önce geçenlerin en yakın olanına aittir. Bu, ibn Abbas'jn görüşüdür.
Tercih-olunan da budur. Taberî ise, işaret isminin, yukarıda haram kılınanların
tümüne ait olduğu görüşünü tercih eder. Bunların her ikisi de
doğrudur.
[21] Al-i Ümran, 3/85
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/70-72.
[23] Buhali, Vudu1, 33
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/72.
[25] Taberî, 9/591
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/72-73.
[27] Keşşaf, İ/474 Buhârî, ilim 3,30; Vudu 27,29 Müslim
Taharet 25-28 Rasulullah (s.a.v.) b hadis-i şerifi ayaklarını güzelce yıkamamış
ve Ökçelerinde biraz kuruluk kalmış olanla hakkında buyurmuştur. (Hamdi Yazır,
Hak Dini Kur'an Dili 3, 1585. Mütercimler)
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/73-74.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/74.
[30] Keşşaf, 2/476
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/74.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/74.
[32] el-Bahr, 3/441
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/74.
[33] Bakara sûresi, 2/98
[34] Zemahşerî böyle açıklar. Bkz. Keşşaf
2/473
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/74-75.
[36] Kurtubî, 6/31
[37] Buharı. K.Tefsir. 5.2: Müslim. K.Tefsir,
5
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/75-76
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/80.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/80-81.
[41] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/496
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/81.
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/81.
[43] Keşşaf, 2/478
[44] Beyzâvî, S.147. İbn Mâlik şöyle
der:
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/81-82.
[46] Ebu Hayyan'ın da anlattığı gibi bu, İbn Abbas'ın
görüşüdür.
[47] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/497
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/82-83.
[49] Muhtasar-i İbn Kesir, 2/498
[50] Tevbe sûresi, 9/85
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/83.
[52] et-Teshîl,
2/172
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/83-84.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/84.
[55] Ebu Hayyân şöyle der: Yüce Allah, Hıristİyanlardan bir
grubun, Hz. İsa'nın Allah olduğuna, bir grubun. Allah'ın oğlu olduğuna, bir
grubun da üçün üçüncüsü olduğuna inandıklarını açıkladı. Zahiren müslüman
görünen ve tasavvufa intisâb eden bir takım kimseler, Hıristiyanların bazı
inançlarından, Allah'ın güzel şekillere hulul ettiği hükmünü çıkarmıştır.
Onların kâfirlerinden, sözü vahdet-i vücûtculuğa kadar götürenler olmuştur.
Hallaç, Saffâr, Ibnu'l-Lebbâc ve benzerleri böyledir. Ben bu isimleri sırf
Allah'ın dini için nasihat olsun diyf* söyledim. Çünkü tasavvufa intisab
edenlerin cahilleri, bu kişilere hürmet etmeye ve bunların Allah'ın saf ve veli
kulları olduğunu iddia etmeye düşkündürler. (El-Bahru'1-Muhît, 3/448
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/84.
[57] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/499
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/84-85.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/85.
[60] Beyzâvî, 148
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/85.
[62] Beyzâvî, 148
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/86.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/86.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/86.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/86.
[68] Teshîl, 2/174
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/86.
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/87.
[71] M. tbn Kesir, 2/499
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/87.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/91.
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/91.
[74] Buhârî, Zekat 68; Müslim, Sckâme 10-11; Kurtubî,
6/148
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/91-92.
[75] Keşşaf, 2/484; Kûrlûbî,
6/134
[76] Beyzâvî, S.149
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/92.
[77] Keşşaf, 2/485
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/92-93.
[78] el-Bahr, 3/463
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/93.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/93.
[81] Kurtubî, 6/142
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/93.
[82] Beyzâvî, S.151
[83] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/509
[84] Tefsir-i Kebir, 2/211
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/93-94.
[86] Şâfİî şöyle der: Nefy, bir beldeden başka bir beldeye
olur. Suçlu, kaçma halinde devamlı takip edilir Ebu Hanife şöyle der: Nefy'den
maksat hapsetmektir. İbn Cerir ise, burada Nefy'den maksat, bir şehirden başka
bir şehire sürgün etmek ve orada hapsedilmektir, şeklindeki görüsü tercih
etmiştir.
[87] Râzî, Tefsir-i Kebîr, H/215
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/94-95.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/95.
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/95.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/95.
[91] Buhârî, Rikak 51; Müslim, Münâfikûn
52
[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/95.
[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/95-96.
[94] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/96.
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/96.
[96] Keşşaf, 2/488
[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/96.
[98] Fahr-ı Razi, 12/216
[99] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'I-mesîr,
2/354
[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/96-97.
[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/98.
[102] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/102.
[103] Tâhâ Süresi, 20/61
[104] Kurtubî, 6/210
[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/102-103.
[106] Tahmim: Zina eden kimseye liflerden Örülmüş, ziftlenmiş
bir kamçı ile, kırk kamçı vuı ma, yüzünü karalama ve eşeğe tersine bindirip
dolaştırarak teşhir etme cezasıdır.
[107] Müslim, Hudud, 28
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/103.
[108] Ebu Hayyan, el-Bahr, 3/488
[109] Ebu Hayyan, el-Bahr, 3/488
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/104.
[110] Muhtasar-1 İbn Kesîr, 2/519
[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/104-105.
[112] Fahr-ı Râzî, 12/236
[113] et-Teshîl, 2/178
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/105.
[115] Keşşaf, 2/496
[116] Ebu Hayyan, ei-Bahr, 3/492
[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/105-106.
[118] Muhtasar-ı Tbn Kesîr, 2/522
/
[119] Taberî, 10/369
[120] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/106.
[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/106.
[122] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/106.
[123] Keşşaf, 2/497
[124] Muhtasar-ı Tbn Kesir, 2/524
[125] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 2/524
[126] el-Bahr, 3/502
[127] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/107.
[128] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/107-108.
[129] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/108.
[130] Ebussuud, 2/27
[131] Telin su' 1 -beyân, s.31
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/108.
[132] Maide sûresi, 5/41
[133] " 5/67
[134] Fahr-ı RâTÎ, 12/231
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/108-109.
[135] Fî ZİIâli'l-Kur'ân, 6/183 (özetlenerek
alanmıştır).
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/109.
[136] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/113.
[137] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/113-114.
[138] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl,
s.114
[139] Bakara sûresi, 2/136
[140] Kurtubî, 2/233; Mecmau'l-beyân,
3/214
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/114.
[141] El-Bahr, 3/507
[142] Nesai, Kasame, 27; Keşşaf,
2/499
[143] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/114.
[144] Bu, Suddî'nin görüşüdür. İbn Abbas şöyle der: Bundan
maksat, Peygamberin (s.a.v.) ve müslümanların, düşmana karşı Allah'ın yardımıyle
bütün insanalar galip gelmesidir.
[145] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/115.
[146] Haşr sûresi, 59/11
[147] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/115.
[148] Âyet-i kerime, bazı müslümanların dinden döneceklerini
bildirmekdir. Bu ise, meydana gelmeden önce gaybı haber vermektir. Nitekim bir
çok grup İslamdan dönmüştür. Bunlardan bir kısmı Hz. Peygamber (s.a.v.), bir
kısmı da Hz. Ebubekir (r.a) zamanında dinden çıkm ştır. Müseylemetu'l-kezzâb'ın
kavmi olan Hanİfeoğullan Rasulullah (s.a.v) zamanında dinden çıkmış ve Müseyleme
Rasulullah (s.a.v)'a şöyle bir mektup yazmıştır: "Allah'ın Rasulu Müseyleme'den,
Allah'ın Rasulu Muhammed'e yeryüzünün yarısı bana, yarısı sana." Rasulullah
(s.a.v) ona şöyle cevap verdi: Allah'ın
Rasulu Muhammed'den, yalancı Müseyleme'ye Bilesin ki, yeryüzü Allah'ındır.
Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Sonuç
müttekilerindir.
[149] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 2/528
[150] Fetih sûresi, 48/29
[151] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/115-116.
[152] Teshîl, 2/181
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/116.
[153] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/116.
[154] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/116.
[155] el-Bahr, 3/515 Ebussuud bu âyetin tefsirinde şöyle der:
Rivayet edildiğine göre Medinclı bir Hıristiyan, müezzinin: *JJi J^-j x«« jl ^ dediğini işitince, "Allah,
yalan söyleyeni ateşti yaksın" derdi. Bir gece, aile efradı uyurken, hizmetçisi
bir ateşle içeri girdi. Ateşten bir kıvılcım sıçrayarak evini ve bütün aile
efradını yaktı. (Ebussuud 2/40)
[156] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/116-117.
[157] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 2/530
[158] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/117.
[159] Tevbe sûresi, 9/34
[160] Teshîl, 2/182
[161] İbn Kesîr, 2/531
[162] Kurtubî, 6/236
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/117-118.
[163] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/118.
[164] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/118.
[165] el-Behru'1-muhit, 3/522
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/118.
[166] Taberî, SO/452
[167] Ebussuud, 2/43
[168] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 2/532
[169] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/118-119.
[170] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/119.
[171] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/119.
[172] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/119-120.
[173] Ebu Hayyan el-Bahr, 112/507
[174] Kâsimî.Mahâsinut'-te'vî]
6/2084
[175] Râzî, Tefsîr-i Kebîr 12/16
[176] Beyzâvî 156
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/120-121.
[177] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/125.
[178] Kurtubî, 6/245
[179] Ahkâf sûresi, 46/22
[180] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/125-126.
[181] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl,
s.115
[182] Kurtubî, 6/245
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/126.
[183] Kurtubî, 6/242
[184] Keşşaf, 2/514; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'an, VI,
3046
[185] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/126-127.
[186] Taberî, 10/474
[187] Kurtubî, 6/245
[188] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/127.
[189] Taberî, 10/476
[190] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/535
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/127.
[191] Ebu Hayyân, el-Bahr, 3/531
[192] Beyzâvî, s.157
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/128.
[193] Kurtubî, 6/248
[194] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/128.
[195] Ebussuûd, 2/49
[196] Meryem sûresi 19/30
[197] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/536
[198] Kurtubî, 6/249
[199] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/128-129.
[200] Siiddî şöyle der: Bu âyet, Hıristiyanların, Hz. İsa'yı
ve annesini, Allah'la beraber iki ilâh
kabul etmeleri hakkında nazil olmuştur. Buna göre onlar Allah'ı üç ilâhın
Üçüncüsü saymışlardır. Ebu Hayyân şöyle der: Hıristiyanlar Allah'ın bir cevher
ve "baba, oğul ve Ruhu'1-k.udüs" olmak üzere üç şahıs olduğunu kabul ederler. Bu
üçü bir tek ilâhtır. Bu güneşin kuts, ışın ve ısı ihtiva etmesine benzer. Bunlar
baba, oğul ve Ruhu'l-kudus'ten her bî rinin birer ilâh olduğuna ve hepsinin bir
tek ilâh olduğunu iddia ederler. Üçün bir, birinde olmasının mümkün olmadığı,
aklen açıkça sabittir.
[201] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/129.
[202] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/129.
[203] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/130.
[204] Ebu Hayyân şöyle der: Yüce Allah, Hz. İsa'nın ilâh
olmadığını aklî ve naklî delillerde açıklayıp, Hıristiyanlar; tevbe ve istiğfara
çağırdıktan sonra, başka bir yönden olanları a-yıplayvp kınadı. O da, İsa
(a.s.)'nm kendisine gelecek bir zararı defetmekten ve kendine bir menfaal
sağlamatan aciz oluşudur. Kendisinden zararı defedemiyen bir kimse, sizden hiç
de-fedemez. (el-Bahr, 3/538)
[205] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/130.
[206] Kurtubî, 6/252
[207] Kurtubî, 6/652
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/130-131.
[208] Ebu Hayyân, el-Bahr, 3/539
[209] Ashâb-i Mâide, 112. âyette de geleceği gibi, Hz. İsa'dan
safra isteyenler demektir.
[210] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/131.
[211] Keşşaf, 2/519
[212] Muvatta', Hudûd 12 (Bir farklı
lafızla)
[213] El-Bahr, 3/540
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/131.
[214] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/131-132.
[215] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/132.
[216] Ebussuud, 2/46
[217] Ebussuud, 2/50
[218] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/132.
[219] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/132-133.
[220] Enbiyâ sûresi, 22/7
[221] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/537
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/133.
[222] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/137.
[223] Kurtubî, 6/256
[224] Hadis Timıizî, Tefsiru'l-Kur'an, VI, 3054 Vahidî,
Esbâbu'n-nüzûl, 118, Kurtubî, 6/260
[225] Buhârî, Mezâlim, 21; K. Tefsir. V, 11 Kurtubî, 6/293;
Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, 120
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/137-138.
[226] Keşşaf, 2/521
[227] Beyzâvî, s.159
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/138-139.
[228] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/539
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/139.
[229] el-Bahr, 4/6
[230] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/139.
[231] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/139-140.
[232] Ebussuûd, 2/55
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/140.
[233] Taberi, 2/514
[234] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/140.
[235] et-Teshîl, 2/186
[236] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/140.
[237] Muhtasar-ı İbn Kesir. T/543
[238] el-Bahr, 4/11
[239] Hanefî ve Hanbelîler, bu üç günün aralıksız olmasını
şyart koşmuşlardır. Şafiî ve Malik ise, "peşpeşe olması gerekmez" demişlerdir,
Taberî: İster peşpeşe, ister ayrı ayrı günlerde tul-sun, üç gün oruç tutması
yeter" şeklindeki görüşü tercih etmiştir. (Taberi,
10/562)
[240] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/140-141.
[241] el-Bahnı'1-muhît, 4/14
[242] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/141.
[243] el-Bahm'l-muhît, 4/15
[244] el-Bahru'1-muhît, 4/15
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/141-142.
[245] Taberî, 10/575
[246] el-Bahr, 4/15
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/142.
[247] Teshil, I/87
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/142.
[248] Beyzavî, s. 160
[249] el-Behr, 4/16
[250] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/143.
[251] Bir müdd, 171 dirhem ile bir dirhimen yedide üçüne
veznen eşinir. (Ö.N.Bilmen, LF. Kamusu, 2/452)
[252] Teshîl, 2/188. Tertipten maksat: Gücü yettiği takdirde
öncelikle kurban kesecek, buna gücü yetmezse fakirlere yedirecek, ona da gücü
yetmezse oruç tutacaktır (Mütercimler).
[253] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/143-144.
[254] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/144.
[255] Bakınız, Keşşaf Haşiyesi,
2/521
[256] Ebussuud, II/56
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/144.
[257] İsrâ sûresi, 17/32
[258] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/144-145.
[259] Revâiu'l-beyân
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/145.
[260] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/148.
[261] el-Bahr, 4/28
[262] Ebu Ubeyde, Garîbul-Kur'an, s.
147
[263] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/149.
[264] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s.
120
[265] Kurtub', 6/346
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/149.
[266] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/150.
[267] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/150.
[268] el-Bahr, 4/27
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/150.
[269] Kurtubî, 6/327
[270] A'râf sûresi, 7/58
[271] el-Bahr, 4/27
[272] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/150-151.
[273] Keşşaf, 2/533
[274] İbn Abbas bu âyetin tefsirinde şöyle der: Size habedr
verildiği takdirde sîzi üzecek çeleri sormayın. Bu şey, ya yapmanı gereken dinî
bir yükümlülük olur veya sizi üzecek bir haber olur. "Babam nerede?" diye soran
ve "Cehennemededir" diye cevap alan kimsenin durumu böyledir. Fakat kur'an
bir hüküm indirir de Rabbinİz size bir
şey emrederse, işte o zaman bunun açıklanmasını islerseniz onu size açıklapı
izah eder. (el-Bahr'1-muhît, 4/31'den nakleden)
[275] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/151.
[276] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/151.
[277] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/151-152.
[278] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/152.
[279] Fâtır sûresi, 35/8; Keşşaf,
2/538
[280] İbn Mâce, Fiten 20; İbn Hanbel, 2/25; Ebussuûd, 2/65
Aşağıdaki hadis de bu mânâyı destekler. "İyiliği emredin, kötülükten nehyedin.
Nihayet peşine düşülen bir cimrilik, kendisine uiuyulan bir heves, tercih edilen
bir dünya ve her görüş sahibini kendi görüşünü beğendiğini gördüğünde, kendini
düzeltmeye bak." Bu hadisi Hâkim rivayet etmişlir. (Ayrıca bkz, İbn Mâce, Fiten,
21)
[281] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/152-153.
[282] Ebussuûd, 2/66
[283] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/153.
[284] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/153.
[285] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/153.
[286] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/154.
[287] Müslim, Hacc 412; Fedâil 131
[288] Buhari, Ahkam 34 Mezalim 15 K Tefsir 37 Kasımi
Mehanisu’t- tevil 6/2176
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/154.
[289] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/158.
[290] Kurtubî, 6/363
[291] ed-bahr, 4/30
[292] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/158.
[293] Kurtubî, 6/361.. İbn Kesir şöyle der: Bu âyet, Allah'a
karşı nasıl edebli olunacağını öğreten âyetlerdendir. Yani, senin her şeyi
kuşatan ilmine nisbetle bizim hiç İlmimiz yoktur. Sen herşeyden haberdarsın.
Bizim ilmimiz, senin herşeyi kuşatan ilminin yanında "Yok"
gibidir.
[294] Ebussuûd, 2/70
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/158.
[295] İbn Kesir, 2/561
[296] Kurtubî, 6/362
[297] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/158-159.
[298] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/159.
[299] A'râf sûresi, 7/138
[300] Kurtubî, 6/364
[301] Zemahşerî şöyle der: Eğer sen: "onlar İman ve ihlastan
sonra, "Rabbin indirebilir mi?" diye nasıl sordular? dersen, derim ki: Allah
onalan iman ve ihlas ile vasıflandırmadı, sadece onların "ihlasli mü'min"
olduklarına dair iddalarını nakletti. Onların bu iddiaları bâtıldır ve onlar
şüphecidirler. Bu öyle bir sözdür ki, Rablerine tazim eden mü'minlerden böyle
bîr söz çıkmaz. (Keşşaf, T/540)
[302] el-Bahr, 4/53
[303] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/159-160.
[304] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/160.
[305] Ebussuûd Tefsiri, 2/73
[306] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/160.
[307] Tirmizî, Tcfsiru'l-kur'an, VI,
3061
[308] Teshil, 2/194
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/160-161.
[309] Ebu Hayyân, el-Bahr, 4/58
[310] Kurtubî, 6/375
[311] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/161.
[312] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/161-162.
[313] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/162.
[314] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/162.
[315] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/162.
[316] İbrahim sûresi, 14/46
[317] Mâide sûresi, 5/118
[318] Müslim, İmân, 346
[319] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/162.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder