Enam Suresi(1)
EN'AM SURESİ
Mekke'de inmiştir. 165.
âyettir.
Takdim
En'âm sûresi Mekke'de nazil olan
uzun sûrelerden biridir. Genellikle akîde ve îman esaslarını konu alır. Bu sûre
hedef ve gayeleri bakımından, bundan önce geçen ve Medine'de nazil olan Bakara,
Âl-i İmrân, Nisa ve Mâide gibi sûrelerden farklıdır. Bu sûre oruç, hac, cezalar
ve aile hukuku gibi, müslüman toplumun nizamını sağlayan hükümlerden bahsetmez.
Ehl-i kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlarla münafıklardan bahsetmediği gibi
savaşla ilgili meselelerden ve İslam davetine karşı çıkanlarla savaşmaktan da
bahsetmez. Bu sûre sadece akîde ve îman esaslarının ana meselelerinden
bahseder. Bu meseleleri aşağıdaki şekilde özetlemek
mümkündür.
1. İlâhlık
meslesi,
2. Vahy ve
risâlet meselesi,
3. öldükten
sonra dirilme ve hesap meselesi.
Bu sûrede İslam davetinin esasları
üzerinde çokça durulduğunu ve bahsedildiğini görmekteyiz. Bu hususta, ikna etme
ve susturma için kullandığı silâhın kesin, engin ve susturucu deliller olduğunu
görmekteyiz. Çünkü bu sûre Mekkede müşrik bir kavme inmiştir. Bu mübarek surede
dikkat çeken hususlardan biri de onun iki açık üslup ile hitap etmesidir ki, bu
üslupları, bu kadar çok olarak diğer sûrelerde hemen hemen görememekteyiz.
Bunlar:
1. Takrîr
üslûbu
2. Telkin
üslûbudur.
1. Takrîr üslûbu: Şüphesiz Kur'an,
Allah'ın birliği, varlığı, kudreti, gücü ve üstünlüğünü gösteren delilleri,
herkesin itirazsız kabul edebileceği bir şekilde sunar. Bunun için, duyu
organlarıyla algılanamayan fakat kalpte hazır olan bir şahsa ait bir zamirle, o
şekilde hitap eder ki, hiç bir akl-ı selim ve kalb-i selim, kainatın
yaratıcısının, lütuf ve ihsan sahibi Allah olduğuna şüphe etmez. O bunun için,
her şeyi hikmetle idare eden yaratıcıyı gösteren O zamirini kullanır. Yüce Allah'ın şu
âyetlerine bir kulak ver: O, sizi çamurdan yaratandır". O, göklerin ve yerin
Allah'ıdır." O geceleyin sizi uyutandır." O, kullarının üstünde kuvvet sahibi
olandır." O, gökleri ve yeri hak ile yaratandır"....
2. Telkin üslûbu: Bu uslûb, Yüce Allah'ın
Peygamber'e (s.a.v.) hüccet telkinini öğretmesi esnasında açıkça
görülmektedir. Peygamber (s.a.v.)
hüccetleri hasmına o şekilde sunar ki, onun kalbine ve kulağına hakim olur.
Artık hasmı ondan kurtulamaz. Bu, soru-cevap üslûbudur. Yüce Allah onlara
sorar, sonra kendisi cevap verir. Şu âyet-i kerimeleri bir dinle: Göklerde ve yerde olanlar kimindir" diye
sor... "Allah'ındır" de. O, merhamet
etmeyi kendi zatına farz laldı." De ki: "Şahitlik yönünden frangı şey daha
büyüktür?" De ki, "Benimle sizin aranızda Allah şahittir."
De ki: "Ne dersiniz, eğer Allah
kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör eder, kalplerinizi de mühürlerse, bunları
size geri verecek Allah'tan başka bir ilah var mı?"
"Keşke Ona Rabbinden bir mucize
indirilseydi" dediler. De ki: "Şüphesiz Allah mucize indirmeye kadirdir. Fakat
onların çoğu bilmezler."
İşte böylece bu mübarek sûre
müşriklerle münakaşa ve onları susturmak için, bâtılın belini kıracak kesin
deliller ve parlak hüccetler getirin Buradan anlaşılıyor ki En'âm sûresi, yoğun
bir şekilde İslam daveti yapmak bakımından Mekke'de inen sûreler arasında, büyük
bir önem taşımaktadır.[1]
Bu sûre, İslam davetinin hakikatlerini açıklar onu ayakta tutan unsurları
sağlamlaştırır ve münazara ve mücadelede çeşitli enteresan deliller getirerek
muarızlarının şüphelerini giderir. Yaratma, îcât etme, kanun koyma ve İbadet
hususlarında Yüce Allah'ın tek olduğunu zikreder, peygamberleri yalanlayanların
durumlarını ve geçmiş toplumlarda onların benzerlerinin başlarına gelenleri
anlatır. Onların vahy ve peygamberlik hakkındaki şüphelerini, öldükten sonra
dirilme ve hesap gününü zikreder. Bütün bunları insanın kendisinde dış dünyada
ve şiddet ve rahatlık anlarmdaki beşerî tabiatlarda bulunan delillere dikkat
çekerek geniş geniş anlatır. Peygamberlerin babası İbrahim'i ve onun peygamber
olan çocuklarından bir grubu anlatır. Meşakkatlere katlanma ve sabretme
hususunda Peygamber (s.a.v.)'e onların yolundan gitmesini ve onlara uymasını
tavsiye eder. İnkarcıların kıyamet günündeki hallerini tasvir eder, bunu farklı
şekillerde çokça izah eder. Helâl ve haram kılma hususlarında, şirklerinin sebep
olduğu Câhiliyye tasarruflarından bir çoğunu açıklar. Onların geçersiz ve bâtıl
olduklarına hükmeder. Bundan sonra sûre, tam bir açıklıkla önceki kitaplarda
mevcut ve bütün peygamberlerin, kendisine çağırdığı vasiyetlerle son bulur: De
ki, Gelin, Rabbinizin size haram kıldıklarını okuyayım". Sûre, bu hayatta,
insanın Rabbinin katındaki yerini açıklayan tek âyetle sona erer ki o da insanın
yeryüzünde halife oluşu ve Yüce Allah'ın kâinatın imarını insan eline vermiş
olmasıdır. İnsan, kâinatta nesilden nesile devam eder. Geçmişlerin yerine
yenileri gelir. Yine bu âyette, Yüce Allah'ın yüce bir gaye ve büyük bir hikmete
binaen insan fertlerine farklı lutuflarda bulunduğu açıklanmıştır ki o hikmet
de, bu hayatın gereklerini yerine getirirken, insanın bir takım şeylerle
imtihan edilmesi ve de-nenmesidir. Bu öyle bir durumdur ki, insanın kemâli ona
bağlıdır. Yaratmaktan ve nizamdan maksat da budur:
Sizi yeryüzünün halifeleri kılan,
size verdiği nimetler hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden
derecelerle üstün tutan odur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır. Ve
gerçekten O, bağışlayan merhamet edendir.[2]
Sûrenin İsimlendirilmesi
Allah'ın yarattığı ekinlerle
hayvanlardan Allah'a pay ayırdılar...[3]
âyetinde hayvanlar, lafzı geçtiği için, sûreye "En'âm sûresi" denilmiştir.
Ayrıca müşriklerin o hayvanlarla putlarına yaklaşmak için yaptıkları
cahillikleri açıklayan hükümlerin çoğu bu surede zikredilmiş olması da, sûrenin
bu ismi almasının sebeplerindendir. İbn Abbas'tan rivayet edilen şu hadis, bu
surenin özelliklerinden birini gösterir: "En'âm sûresi Mekke'de, bir gecede
toptan indi. Etrafında 70 bin melek yüksek sesle teşbih ediyorlardı.[4]
Rahman ve Rahim olan Allah'ın
adıyla.
1. Hamd,
gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı vareden Allah'a mahsustur.
Bunca âyet ve delillerden sonra kâfir olanlar hâlâ putları Rabb'leri ile denk
tutuyorlar.
2. Sizi bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanını
takdir eden ancak O'dur. Bir de O'nun katında muayyen bir ecel vardır. Siz hâlâ
şüphe ediyorsunuz.
3. O, göklerde
ve yerde tek Allah'tır. Sizin gizlinizi, açığınızı, ne kazanacağınızı
bilir.
4. Rablerinin
âyetlerinden onlara bir âyet gelme-yedursun, o âyetlerden ille de yüz
çevirirler.
5. Gerçekten
onlar, kendilerine Hak geldiğinde onu yalanlamışlardı. Fakat yakında onlara alay
ettikleri şeyin haberleri gelecektir.
6. Görmediler
mi ki, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz bütün
imkânları kendilerine
verdiğimiz, gökten üzerlerine bol bol yağmurlar indirip evlerinin altlarından
ırmaklar akıttığımız nice nesilleri helak ettik. Biz onları, günahları sebebiyle
helak ettik ve onların ardından başka nesiller yarattık.
7. Eğer sana
kâğıt üzerine yazılmış bir kitap indirseydik de onlar elleriyle onu tutmuş
olsalardı, yine de inkar ediciler: "Bu apaçık büyüden başka bir şey değildir."
derlerdi.
8. Muhammed'e
"Bir melek indirilseydi ya!" dediler. Eğer biz öyle bir melek indirseydik
elbette iş bitirilmiş olur, artık kendilerine göz bile
açtırılmazdı.
9. Eğer
Peygamberi bir melek kılsaydık muhakkak ki onu insan suretine sokar onları yine
düşmekte oldukları kuşkuya düşürürdük.
10. Senden
önceki peygamberlerle de alay edilmiş, bu yüzden içlerinden alay edenleri
eğlenceye aldıkları şey kuşatıvermişti.
11. De ki :
"Yeryüzünde dolaşın, sonra yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna
bakın!"
12. "Göklerde
ve yerde olanlar kimindir?" diye sor... "Allah'ındır."de. O, merhamet etmeyi
kendi zatına farz kıldı. Sizi, varlığında şüphe olmayan kıyamet gününde elbette
toplayacaktır. Kendilerini ziyana sokanlar var ya işte onlar
inanmazlar.
13. Gecede ve gündüzde barınan her şey O'nun-dur.
O her şeyi işitendir, bilendir.
14. De ki:
"Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah'tan
başkasını mı dost edineceğim!" De ki: "Bana müslüman olanların ilki olmam
emredildi ve "Sakın müşriklerden olma!" denildi.
15. De ki: "Ben, Rabbim'e isyan edersem
gerçekten büyük bir günün azabından
korkarım."
16. O gün kim azaptan kurtarılırsa, gerçekten
Allah onu esirgemiştir. İşte bu da kesin kurtuluştur.
17. Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa, onu
kendisinden başka giderecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır verirse, şüphesiz O
herşeye kadirdir.
18. O,
kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir. O, hüküm ve hikmet sahibidir,
herşeyden haberdardır.
Kelimelerin İzahı
Allah'la başkasını bir tutuyorlar,
ona denk ve ortak koşuyorlar. Bir kimse birini bir başkası ile eşit tutarsa
denir.
Kuşkulanıyorsunuz. Bir kimse, bir
konuda kuşkuya düştüğünde denir.
Karn, belli bir zaman içerisinde
yaşamış insan topluluğudur. Ümmetlerin en hayırlısı, benim zamanımdaki
ümmetimdir.[5]
Hadisinde bu mânâda kullanılmıştır. Karn kelimesi aslında "yüz sene" için
kullanılan bir isimdir. Daha sonra o asırda yaşıyan insan topluluğuna isim
olmuştur.-Şâir şöyle der:
Senin içinde yaşadığın toplum yok
olur gider de, sen başka bir toplum içinde kalırsan, garipsin demektir.[6]
Midrâr, bol ve daimi, demektir.
Kırtas, üzerine yazı yazılan sahife. Karıştırdık, demektir. Bir kimse bir şeyi,
başkasına karışık gelecek şekilde kanştırırsa der.
Başlarına geldi ve isabet etti,
demektir. Veli, yardımcı, manasınadır. [7]
Nüzul Sebebi
Rivayete göre Mekke müşrikleri
şöyle dediler: Ey Muhammedi Bu kitabın Allah katından olduğuna ve senin
peygamberliğine şahitlik edecek dört melekle beraber Allah katından bize bir
kitap getirmedikçe vallahi sana inanmayız. Bunun üzerine Yüce Allah: "Eğer sana
kağıt üzerine yazılmış bir kilap indirseydik de onlar elleriyle onu tutmuş
olsalardı, yine de inkâr ediciler: "Bu apaçık bir büyüden başka bir şey
değildir." derlerdi." âyetini indirdi.[8]
Âyetlerin Tefsiri
1. Hamd,
gökleri ve yeri yaratan Allah'a mahsustur. Yüce Allah, kullarının, kenisine
bütün ta'zîm, hürmet ve kemal çeşitlerini kapsayan bu cümle ile hamd etmelerini
öğretmek ve kendisinin bütün övgülere lâyık olduğunu, ortağı, dengi ve benzeri
bulunmadığını bildirmek için bu sureye, kendisine hamd ile başladı. Âyetin
mânâsı şudur: Size çeşitli ihsan ve ikramlarla lutufta bulunan Rabbiniz Allah'a
hamd edin. O gökleri ve yeri içlerinde, insanı hayrete düşüren güzelliklerle
birlikte yoktan yaratan, icâd ve inşâ edendir. O gökler ve yerde insanı
şaşırtan, hikmet dolu güzel şeyler vardır. Onlar akılları ve fikirleri dehşete
düşürür. Bütün bunlar, basiret sahipleri için bir ibret ve öğüttür. Allah,
karanlıkları, nuru ve âlemlerin faydası için varlıkta birbirini takip eden gece
ve gündüzü bunların yanında akim ve fikrin kabul edemiyeceği birçok şeyi
yaratandır. Dalâlet yolları çok ve çeşitli olduğu için kelimesi çoğul olarak
getirilmiştir. Nurun kaynağı ise, kâinatı aydınlatan bir olan Allah olduğu için,
kelimesi müfret getirilmiştir. Teshil yazarı şöyle der: Bu âyet, Mecûsîlerin
ateşe ve benzeri aydınlıklara tapmalarını ve hayrın nurdan, şerrin de
karanlıktan olduğuna dair inançlarını reddeder. Çünkü yaratılan şey, ne ilâh
olabilir, ne de sonradan olan şeylerin yaratıcısı olabilir.[9] Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren bu
kesin ve açık delillerden sonra, kâfirler, Rablerine ortak koşup elleriyle
yonttukları putları ve hayallerinin ürünleri olan bir takım kuruntu ve
vehimleri ona denk tutuyorlar. Bu âyet, yaptıklarının hayret verici olduğunu
ifade eder ve onları kınar. İbn Atıyye şöyle der: Âyet, kafirlerin yaptıklarının
çirkinliğine delâlet eder. Zira Allah'ın gökleri, yeri ve diğer şeyleri
yaratmış olduğu anlaşıldı, mucizeleri görüldü, bunları ihsan ettiği ortaya
çıktı. Bütün bunlardan sonra kâfirler Rabblerine ortak koştular. Bu ifade şöyle
demeye benzer: Ey falan! Sana lütuf, ihsan ve ikramda bulundum. Bütün bunlar
açıkça yapıldıktan sonra sen bana sövüyorsun.[10]
2. O, sizi yani
babanız Âdem'i çamurdan yaratan, sonra da sizin için bir müddet takdir edendir.
O müddet sona erince ölürsünüz.
Hepinizin dirilmesi için Onun katında tayin edilmiş başka bir ecel vardır.
Birinci ecel ölümdür, ikincisi ise, Öldükten sonra dirilme ve haşirdir. Sonra
siz ey kâfirler! Öldükten sonra dirilme hususunda şüpheye düşüyor ve bu büyük
mucizelerin ortaya çıkmasından sonra dahi onu inkâr ediyorsunuz. [11]
3. O, göklerde
ve yerde kendisine ibadet ve tazim edilen Allah'tır. İbn Kesir şöyle der:
Göklerde ve yerde ne varsa, O'na şirk koşmaz, tevhid eder O'na ibadet eder,
ilâhlığını ikrar eder, korku ve ümitle dua eder ve O'na "Allah" diye isim
verirler.[12]
O sizin gizlinizi, açığınızı ve hayır ve serden ne kazanacağınızı bilir ve size
ona göre karşılığını verir.
Bundan sonra Yüce Allah Onların
inatlarım ve yüzçevirdiklerini haber vererek şöyle buyurur: [13]
4. Onlara ne
kadar delil, mucize veya Kur'an âyetlerinden bir âyet geldiyse mutlaka bunlar
hakkında düşünmeyi terkettiler ve dönüp bakmadılar. Kurtubî şöyle der: Bundan
maksat, Allah'ın birliğine delil
edinmeleri gereken âyetler ve peygamberin Rabbinden getirdiği şeylerin tümünün
doğru olduğuna delil olmak üzere Allah'ın ona verdiği mucizelerin üzerinde
düşünmeyi terketmeleridir.[14]
5. Şüphesiz onlar Allah tarafından kendilerine
gelen Kur'an'ı yalanladılar, Er veya geç onlara ceza gelecek ve alay ettikleri
şeyin haberini göreceklerdir. Bu âyet, alay etmelerine karşılık onlara azap ve
ceza verileceğine dair bir tehdit ifade eder. Bundan sonra Yüce Allah onları,
geçmiş milletlerden ibret almaya teşvik ederek şöyle buyurdu: [15]
6.
Kendüerineden önce gelen ve peygamberleri yalanladıkları için helak ettiğimiz
ümmetlerden ibret almıyorlar mı? Bunu bilmiyorlar mı? Ey Mekke halkı! Biz, size
vermediğimiz bolluk, geçim ve yeryüzünde yerleşme gibi nimetleri onlara
vermiştik. Gökten onların üzerine,
sicim gibi yağan bol yağmurlar indirdik. Evlerinin ve ağaçlarının altından
ırmaklar akıttık da nehirler ve meyveler arasında bolluk ve refah içinde
yaşadılar. Fakat bütün bunlardan sonra inkâr ve isyan ettiler de günahları
yüzünden onları helak ettik. Bu âyet geçmiş
kavimlerin, kuvvetlerine ve yeryüzünde
yerleşmiş olmalarına rağmen
başlarına gelen musibetlerin
benzerinin, bu kafirlere
gelebi-leceğine dair bir tehdit
ifade eder. inkarcıları helak ettikten sonra, onların dışanda başka bir
kavim yarattık. Ebu Hayyan şöyle der: Bu âyette, öncekilerin helak edildiği
gibi, isyan ettikleri takdirdemuhâtablarm da helak edileceği, imâ yoluyla
anlatılmaktadır.[16]
7. Ey Muhammedi
Sana, onların teklif ettikleri gibi, kağıda yazılmış bir kitap indirseydik,
onlar da bunu açık açık görseler ve bütün şüphelerinin gitmesi
için onu elleriyle tutsalardı, Mutlaka kâfirler, bu açık âyeti
gördüklerinde, inat ve küfürlerinden
dolayı: "Bu apaçık bir sihirden başka bir şey değildir" derlerdi. Yani: Onlara
en açık mucize ve deliller gelse bile onlar iman etmezler. [17]
8. Kâfirler,
"Muhammed'e, onun doğruluğuna ve peygamber olduğuna şahitlik edecek bir melek
indirilse ya" dediler. Buradaki edatı,
teşvik ifade eden ^ manasınadır. Ebussuûd şöyle der:
Yani:,
"Ona, görebileceğimiz ve bize onun
peygamber olduğunu söyleyecek bir melek indirilse ya" dediler. Bu, onların her
çaresiz kaldıkları ve başka sebep bulamadıkları zaman, ileri sürdükleri,
yaldızlı hurafeleri ve hakikatmış gibi göstermeye çalıştıkları batıllarıdır.[18]
Onların teklif ettikleri gibi bir melek indirseydik ve onlar onu açık açık
görüp de inkâr etselerdi, mutlaka helak olurlardı.[19]
Nitekim Allah'ın kanunu şöyle cereyan etmiştir: Kim bir mucize ister, mucizeyi
gördükten sonra da iman etmezse, Allah onu anında helak eder. Sonra onlara
mühlet verilmez ve cezaları ertelenmez. Bu âyet, onların isteklerinin kabul
edilmeyişinin sebebini gösterir. Onlar bu teklifleri ile kendi kuyusunu kazan
kimseye benzemektedirler. [20]
9. Eğer
Peygamberi bir melek kilsaydık, elbette o da bir erkek şeklinde olacaktı. Çünkü
onların, meleği kendi şeklinde görmeye takatleri yoktur. Ve mutlaka onları, hem
kendilerini hem de kendilerinden zayıf olanları düşürdükleri şüpheye
düşürürdük. Çünkü onlar meleği insan şeklinde gördükleri zaman, bu bir insandır,
melek değildir, derler. İbn Abbâs (r.a.) şöyle der: Eğer onlara bir melek
gelseydi, erkekten başka şekilde gelmezdi. Çünkü onlar, nurdan yaratılmış
meleklere bakamazlar.[21]
Bundan sonra Allah, Peygamber (s.a.v.)'i
teselli etmek için şöyle buyurdu: [22]
10. Allah'a
andolsun ki, bütün milletlerin kâfirleri, kendilerine gönderilen peygamberlerle
alay etmişlerdir. Peygamberlerle alay eden bu kimseleri, alaylarının akıbeti
kuşatmıştır. Bu haber, kâfirler için bir tehdittir. [23]
11. Muhammedi O
alaycılara de ki: Geçmiş milletlerin kalıntılarından ibret almanız için yer
yüzünde yolculuk yapın da bakın ve sizden Önceki kâfirlerin başına gelen cezayı
ve acıklı azabı bir düşünün. Allah onları nasıl helak etti ve ibret a-labilecek
kimseler için nasıl bir ibret olduklarını görün. [24]
12. Ey
Muhammedi De ki: Bu kâinatın tümü kimindir? Onu kim yarattı, kimin mülkü ve
kimin tasarruf undadır.? Bu soru, kâfirlere karşı delil getirmek için
sorulmuştur. Susturma sorusudur. Zihinlerine iyice yerleştirmek ve uyarmak için
onlara de ki: "Onlar Allah'ındır. Çünkü kâfirler bunu mecburen kabul
edeceklerdir. Zira onlar, Allah'ın her
şeyin yaratıcısı olduğunu ya itiraf ederler veya kendilerine bu konuda delil
getirildiği için kabul ederler, Allah bir lütuf ve ihsan olarak, merhamet etmeyi
kendi nefsine farz kıldı. Bundan maksat, onları imâna çağırma ve Rahman'a
dönmeleri hususunda lütufla muamele etmesidir. Allah sizi, amellerinizin
karşılısını vermek için kabirlerinizden kaldırıp varlığında şüphe olmayan
kıyamet gününde toplayacaktır.[25]
Dünyada inkarları ve kötü amelleri sebebiyle kendilerim ziyana sokmuş olanlar
var ya, işte onlar iman etmezler. Bundan dolayı onlar için âhirette bir mizan
kurulmaz, orada onların cehennem ve elem verici azaptan başka bir payları
yoktur. [26]
13. Gecede ve
gündüzde inen ve olan şeyler O'nundur. Hepsi O'nun kulu ve mahlukudur. O'nun
hükmü ve tasarrufu altındadır. Âyet, Allah'ın mülkünün her şeyi kuşattığını
ifade etmektedir, O, kullarının
sözlerini işiten ve hallerini bilendir. [27]
14. Ya
Muhammed! o müşriklere de ki: Ben Allah'tan başkasını mı dost edineyim?
Buradaki soru, kınama ifade eder. O, gökleri ve yeri, daha önce bir benzeri
olmadığı halde yoktan var eden ve yaratandır. O besler, fakat Kendisi
beslenmekten münezzehtir. İbn Kesir şöyle der: Yani o, mahlukatma ihtiyacı
olmadiği halde onlara rızık verip besleyendir.[28]
Ya Muhammed! Onlara de ki: Rabbim bana,
bu ümmet içersinde Allah'a teslim olanlardan ilki olmamı emretti. Bana: "Asla
Allah'a ortak koşanlardan olma" denildi. Zemahşerî der ki: Âyetin mânâsı şudur:
Bana müslüman olmam emredildi, müşrik olmam yasaklandı.[29]
15. Yine onlara
de ki: Eğer ben Rabbime isyan eder ve ondan başkasına taparsam, büyük bir günün,
yani kıyamet gününün azabından korkarım. [30]
16. Kim azaptan
kurtarılışa, gerçekten Allah ona merhamet etmiştir, İşte bu, açık bir
kurtuluştur. [31]
17. Ya
Muhammed! Eğer Allah sana bir zarar verirse, yani senin başına fakirlik ve
hastalık gibi bir sıkıntı gelirse, Allah'tan başka kimse onu senden
çeviremez. Senden o sıkıntıyı, Allah'tan
başka kimse gideremez, Ve eğer, sana sıhhat ve refah gibi bir hayır verirse,
onun sana gelmesine kimse engel olamaz. Çünkü hayır ve şer vermeye gücü yeten
tek varlık O'dur. Teshil yazarı şöyle der: Âyet, Allah'ın birliğine delildir.
Çünkü hayrı ve zararı sadece o verir. Aynı şekilde, bundan sonra anlatılan
vasıfları da Onun birligine delalet etmekte ve müşrikleri reddetmektedir.[32]
18. O
kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahip olan, her şeyi yerli yerinde yapan
ve her şeyden haberdar olandır. Ibn Kesir şöyle der: Bütün boyunlar onun önünde
eğilmiş, zorbalar onun üstünlüğünü kabul ederek önünde zelil ve hakir olmuş,
yüzler ona çevrilmiştir. O her şeye üstün gelmiştir. Her yaptığını bir hikmete
göre yapar, neyin nerede olduğundan haberi vardır.[33]
Edebî Sanatlar
1. Hamd,
Allah'a mahsustur. Bu cümle hasr ifade eder. "Hamde ve övgüye, âlemlerin Rabbi
olan Allah'tan başka kimse lâyık değildir" demektir. .
2. Karanlıkları
ve nuru yarattı". Burada edebî sanatlardan tıbak yardır.
3. Sonra,
Rabblerini inkâr edenler, başkasını O'na denk tutarlar. Ayet, Allah'ın kudretini
gösteren bu kadar açık delillerden sonra, başkasını O'na denek tutmalarının çok
uzak bir şey olduğunu ifade eder.
4. Sizin
sırrınız" ile sizin açıktan yaptığınız şeyler" lafızları arasında tıbak sanatı
vardır.
5. Bir asırdan"
Bu "aynı asırda yaşayanlardan" demektir. Burada mecaz-ı mürsel
vardır.
6. Üzerinize
semayı bolca indirdik, Burada "yağmur indirdik" yerine "semayı indirdik"
denilmiştir. Çünkü yağmur semadan iner. Bu da aynı şekilde
mecazdır.
7. Birçok
peygamberle alay edildi. Burada büyüklük ve çokluk ifade etmek için kelimesi
nekre olarak getirilmiştir.
8. Çok işiten
ve çok bilen". Bu iki kelime mübalağa ifade eden sıygalardandır. [34]
Faydalı Bilgiler
Kur'an-ı Kerim'de beş sûre ile
başlar. Bunlar : Fatiha sûresi : En'âm sûresi: Kehf sûresi: Sebe' sûresi: ve Fâtır süresidir: [35]
19. De ki:
Şahitlik yönünden hangi şey daha büyüktür? De ki: Benimle sizin aranızda Allah
şahittir. Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi u-yarmam için
vahyolundu. Yoksa siz, Allah ile beraber başka ilâhlar olduğuna şahitilik mi
ediyorsunuz? De ki: "Ben buna şahitlik etmem. O ancak bir tek Allah'tır, ben
sizin ortak koştuğunuz şeylerden kesinlikle uzağım.
20. Kendilerine
kitap verdiklerimiz onu, oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini
ziyana sokanlar var ya, işte onlar inanmazlar.
21. Allah'a
karşı yalan sözlerle iftira edenden veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha
zâlim kimdir? Şüphe yok ki, zâlimler kurtuluşa ermezler!
22. Unutma o
günü ki, onları hep birden toplayacağız sonra da, Allah'a ortak koşanlara:
"Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız"
diyeceğiz.
23. Sonra
onların cevabı ancak, "Rabbimiz Allah hakkı için biz ortak koşanlar değildik!"
oldu.
24. Gör ki,
kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler ve uydurdukları şeyler kendilerinden
nasıl kaybolup gitti!
25. Onlardan
seni dinleyenler de vardır. Fakat O'nu anlamalarına engel olmak için kalblerinin
üstüne perdeler, kulaklarına da ağırlık verdik. Onlar her türlü mu'cizeyi
görseler bile yine de ona inanmazlar. Hattâ o kâfirler sana geldiklerinde, "Bu
Kur'an eskilerin masallarından başka bir şey değildir.." diyerek seninle
tartışırlar.
26. Onlar, hem
insanları Peygamber'e yaklaşmaktan vazgeçirmeye çalışırlar hem de kendileri
ondan uzaklaşırlar. Onlar birşeyi helak ediyorlarsa, o da ancak kendileridir.
Bunun da farkında değiller.
27. Onların,
ateşin karşısında durdurulup, "Ah, n'olur keşke dünyaya geri gönderilsek de bir
daha Rab-bimizin âyetlerini yalanlamasak ve müslümanlardan olsak" dediklerini
bir görsen!..
28. Hayır! Daha
önce gizlemekte oldukları şeyler kendilerine göründü. Eğer onlar, geri
gönderilseler yine men'olundukları şeylere döneceklerdir. Zira onlar gerçekten
yalancıdırlar.
29. Onlar,
hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdan ibarettir; biz, bir daha da diriltilecek
değiliz; demişlerdi.
30.
Rablerinin huzurunda
durduruldukları zaman sen onları bir
görsen! Allah onlara: "Bu hak değil-miymiş?" diyecek. Onlar da "Rabbimize
andolsun ki evet!" diyecekler.
Allah: "Öyle ise inkâr ettiğinizden
dolayı azabı tadın!" buyuracak.
31. Allah'ın
huzuruna çıkmayı yalanlayanlar gerçekten ziyana uğramıştır. Nihayet onlara
Kıyamet vakti ansızın gelip çatınca,
onlar, günahlarını sırtlarına yüklenerek diyecekler ki "Dünyada
iyi amelleri terket-memizden dolayı vah bize!" Yüklendikleri şey ne
kötüdür!
32. Dünya
hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Muttaki olanlar için
âhiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdiremiyor
musunuz?
33. Onların
dediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni
yalanlamıyorlar, fakat o zâlimler Allah'ın âyetlerini inkâr
ediyorlar.
34. Andolsun ki
senden önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet
edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti. Allah'ın
kelimelerini değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur. Muhakkak ki peygamberlerin
haberlerinden bazısı sana da geldi.
35. Eğer
onların yüz çevirmesi sana ağır geldi ise, yapabilirsen yerin içine inebileceğin
bir tünel, ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven ara ki, onlara bir mu'-cize
getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidâyet üzerinde toplayıp
birleştirirdi, o halde sakın câhillerden olma!
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah bu mübarek sûrenin
evvelinde, birliğine ve kudretine dair birçok delil getirdi. Burada da, Muhammed
(s.a.v.)'in peygamberliğine şahitlik ettikten sonra, Kur'an'ı inkâr edenlerin ve
vahyi yalanlayanların durumlarını ve onların kıyamet günü duyacakları şiddetli
hasreti anlattı. [36]
Kelimelerin İzahı
Sizi korkutmak için. tnzâr,
korkutarak haber vermektir.
Onların imtihanı. Fitne, imtihan
etmek, denemek demektir.
Ekinne, örtü ve perde mânâsına
gelen kelimesinin çoğulu olup "perdeler" demektir.
Vakr, ağırlık demektir. Bir
kimsenin kulağı ağır işittiği veya sağır olduğu zaman
denir.
Esâtîr, hurafeler ve batıllar
demektir, kelimesinin çoğuludur. Cevheri şöyle der: Esâtîr, bâtıl ve faydasız
sözler demektir.[37]
Uzaklaşıyorlar. Bir kimse
birşeyden uzaklaştığı zaman denir.
Bağteten, ansızın mânâsınadır.Bir
kimse, ansızın birisinin karşısına çıktığı zaman denir.
Kusurlu davrandık. Kusurlu
davranmaması mümkün olduğu halde kusur işledi, demektir. Ebu Ubeyd der ki:
kaybetti demektir.
Evzârahüm, günahları demektir.
Evzâr, kelimesinin çoğuludur.
Taşıyorlar.
Lehv, Nefsi ciddiyetten
uzaklaştırıp, eğlenceye çevirmektir. Herhangi bir şey kişiyi meşgul ettiği
zaman denir. [38]
Nüzul Sebebi
a. Rivayet
olunduğuna göre Mekke'nin reisleri Hz. Peygamber (s.a.v.) e dedilerki: Ya
Muhammed! peygamberlikle ilgili olarak söylediklerinde, seni doğrulayan hiç
kimse göremiyoruz. Seni Yahudilere ve Hıristiyanlar sorduk, kitaplarında, adının
ve sıfatlarının geçmediğini söylediler. İddia ettiğin gibi bir peygamber
olduğuna dair, bize lehinde şahitlik yapacak birini göster. Bunun üzerine Yüce
Allah: "De ki: "Şahitlik yönünden hangi şey daha büyüktür?" De ki: "Benimle
sizin aranızda Allah şahittir.." mealindeki âyeti indirdi.[39]
b. İbn
Abbâs'tan rivayet olunduğuna göre Ebu Süfyan, Velid b. Muğire ve Nadr b. Haris
Rasulullah (s.a.v.) Kur'an okurken onun yanına oturdular. Nadr'a: "Muhammed ne
diyor?" diye sordular. Nadr: Benim size geçmiş milletler hakkında anlattığım
gibi, eskilerin hikayelerini anlatıyor, dedi. Bunun üzerine Yüce Allah:
"Onlardan seni dinleyenler de vardır. Eakat onu anlamalarına engel olmak için
kalplerinin üstüne perdeler koyduk" mealindeki âyeti indirdi.[40]
c. Rivayet
olunduğuna göre Ahnes b. Şüreyk, Ebu Cehil b. Hişam'a rastladı, ona dedi ki: Ey
Ebu'l- hakem! Muhammed doğru mu söylüyor, yoksa yalan mı? Bana haber ver. Bak,
yanımızda hiç kimse de yok. Ebu Celil dedi ki: Vallahi, Muhammed doğru söylüyor.
O, asla yalan söylemedi. Fakat Kusayyoğulları sancağı, hacılara su verme ve
Beytullah'a hizmet edip onu koruma görevlerini ve peygamberliği alınca, diğer
Kureyşlilere ne kalacak? Bunun üzerine Yüce Allah: "Onların dediklerinin
hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni
yalanlamıyorlar..." mealindeki âyeti indirdi.[41]
Ayetlerin Tefsiri
19. Ey
Muhammed! Onlara de ki: Hangi şey benim peygamberlik iddiamdaki doğruluğuma
şahitlik edecek en büyük şahittir!.. Onlara sen cevap ver ve de ki: Benim
peygamberliğime Allah şahitlik ediyor. Allah'ın şahitliği bana yeter. İbn.
Abbâs şöyle der: Allah, Rasulu Muhammed (s.a.v.)'e buyurdu ki: "Onlara hangi şey
en büyük şahittir?" de. Eğer sana cevap verirlerse ne âlâ. Cevap vermezlerse
onlara de ki: Benimle sizin aranızda Allah şahittir.[42] Ey Mekke halkı! Bu Kur'an bana vahyolundu ki
sizi ve Kur'an'ın kendilerine ulaştığı kıyamet gününe kadar gelecek olan Arap ve
Arap olmayan tüm insanları uyarıyım. İbn Cezzî şöyle der: Bu âyetten maksat,
Rasulullah (s.a.v.)'in doğruluğuna, en büyük şahit olan Yüce Allah'ı şahit
tutmaktır. Allah'ın bu husustaki şahitliği ise Efendimiz Muhammed (s.a.v.)'in
peygamberliğinin doğruluğunu bilmesi ve onun doğruluna delalet eden mucizesini
göstermesidir.[43]
Bu soru kınama ifade eder. Yani, Ey müşrikler! Siz gerçekten Allah'la beraber
başka ilâhların varlığını ikrar mı ediyorsunuz? Allah'ın birliğine dair açık
deliller ve hüccetler getirildikten sonra onunla beraber başka ilâhların
varlığına nasıl şahitlik ediyorsunuz? "Onlara, ben buna şahitlik edemem." de. Ey
Muhammed deki: Ben ancak Allah'ın bir ve tek olduğuna ve herkesin ona muhtaç
olup kendisinin kimseye muhtaç olmadığına şahitlik ederim, Ben şüphesiz sizin
ortak koştuğunuz bu putlardan uzağım. Bundan sonra Yüce Allah kâfirlerin câhil
ve inatçı olduklarını anlatarak şöyle buyurdu.
[44]
20. Peygamber
Efendimiz (s.a.v.)'i tanıyıp ta inatçılık eden Yahudi ve Hıristiyanlar onu
Tevrat ve İncil de zikredildiği üzere şekil ve şemailinden tanırlar. Onlardan
biri kendi çocuğunu nasıl tanırsa Hz. Muhammed'i (s.a.v.) de o şekilde tanıyıp
bu hususta asla şüphe etmez. Zemahşerî şöyle der: Bu âyet Ehl-i kitabın. Hz.
Peygamberi (s.a.v.) tanımasını, dolayısıyla onun peygamberliğinin doğruluğunu
Mekkelilere karşı şahit olarak göstermektedir.[45]
tşte onlar kendilerine ziyan edenlerdir. Çünkü onlar apaçık âyetler geldiği
halde Muhammed'e (s.a.v.) iman etmediler. [46]
21. Bu soru
ayıplama ve kınama ifade eder. Mânâsı olumsuzdur. Yani Allah'a karşı yalan
uydurandan, veya Kur'an'ı ve açık mucizeleri yalanlayıp onlara "sihir" adını
verenden daha zalim hiç kimse yoktur. Ebussuûd şöyle der: 3 t Edatı iftira ve yalanlamadan herbirinin tek başına ne kadar büyük bir zulüm olduğunu
göstermektedir. Durum böyleyken onlar bu suçların ikisini de işlemişler,
Allah'ın yok dediğine var demişler, var dediğine yok demişlerdir.[47]
Bu takdirde zulmün derecesi nasıl olur?
Allah canlarım alsın nasıl da yüz çeviriyorlar Kuşkusuz ne iftiracı ne de
yalanlayıcı felah bulur. Bu âyet gösteriyor ki peygamberlik iddiasında bulunan
kimse eğer yalancı olsa Allah'a karşı iftira etmiş olur. Bu takdirde mucizeler
gösterme imkânı olmaz. [48]
22. Hesap İçin
onların hepsim toplayacağımız ve onlara insanların huzurunda "Allah'a ortak
koştuğunuz ilâhlarınız nerede? diye soracağımız günü hatırla" Beyzâvî şöyle
der: Bu sorudan maksat onları kınamaktır fiilinin ilii
Tkdiri şöyledir Beyzâvî şöyle deki mefulu hazfedilmiştir. Takdiri
şöyledir. Belki de kıyamet gününde fayda umdukları ilâhlarından ayrı olmaları
için o gün ilâhları ile kendileri arasına bir engel girer.[49]
İbn Abbâs şöyle der: Kur'an'da geçen bütün (zu'mlar) yalan ifade eder. [50]
23. Bu soruyla
imtihana çekildikleri ve hakikatleri gördükleri zaman onların cevabı ancak,
"Rabbi-miz Allah hakkı için biz ortak koşanlar olmadık!" demelerinden başka bir
şey olmayacaktır. Yani, Ey Rabbimiz!
Biz müşriklerden değildik, şeklindeki sözlerinde yalan
söyleyerek yemin ederler. Kurtubî şöyle der: Müşrikler Allah'ın, müminleri
bağışladığını ve günahlarından vazgeçtiğini görünce şirkten uzak olduklarını
böyle birşey yapmadıklarını söyleyecekler. İbn Abbas şöyle der: Allah samimi
müslümanlann günahlarını bağışlayacak. Müşrikler bunu görünce diyecekler ki:
"Gelin biz de: "Şüphesiz biz günahkardık, müşrik değildik, diyelim." Bunun
üzerine ağızlarına mühür vurulur. Yapmakta olduklarını elleri söyler ve
ayakları şahitlik eder.[51]
24. Ey
Muhammed! şirk koşmadıklarını söyleyerek gaypları pekiyi bilen Allah'ın
huzurunda kendilerine karşı nasıl yalan söylüyorlar?! Bu âyet, onların açık
yalanlarından dolayı hayret ifade eder. Şefaatlerini umdukları ilâhları dağıldı
ve yok olup gitti ve Allah'a iftira edip ona ortak koştukları şeyler kaybolup
gitti.
Bundan sonra Yüce Allah
müşriklerin Kur'an'ı dinleme esnasındaki durumlarını anlatarak şöyle
buyurdu: [52]
25. Ey
Muhammed! Sen Kur'an'ı okurken o müşriklerden bazıları seni dinler, Kur'an'ı
anlamamaları için onların kalplerini perdelerle örttük; Kulaklarına da
işitmelerini engelleyecek ağırlık ve sağırlık verdik. İbn Cezzî, âyetin mânâsı
şöyledir der: Onlar Kur'an'ı dinlerlerken Allah onların Kur'an'ı anlamalarına
engel oldu. Bunu daha vurgulu ifade etmek içinperdeler ve Onlar ne kalamar sağırlık" kelimeleri ile ifade etti.[53]
Onlar ne ka dar mucize ve açık deliller görürlerse görsünler, aşırı derecede
inat oldukları için inanmazlar, Onlar kibir ve yalanlamada o kadar ileri
gittiler ki seninle cedelleşmek üzere geldiklerinde Kur'an hakkında "Bu
öncekilerin hurafeleri ve bâtıl
sözlerinden başka bir şey
değildir." derler. [54]
26. O
yalanlayıcı müşrikler insanları Kur'an'a ve Hz. Muhammed'e uymaktan vazgeçirmeye
çalışırlar, kendileri de ondan uzak dururlar, Onlar bu yaptıkları ile
kendilerinden başkasını helak etmezler. Fakat bunun farkmda değillerdir. İbn
Kesir şöyle der: Onlar bu iki çirkin fiili bir arada yaptılar. Kendileri
Kur'-an'dan faydalanmadıkları gibi, başkalarının da faydalanmasına müsaade
etmiyorlar. Bunun vebali sadece onlara aittir, fakat farkına varamazlar.[55]
27. Ey
Muhammedi O müşrikler ateşe arzedildikleri zaman sen onları bir görsen sen büyük
bir olay görmüş olursun. Bu öyle bir olaydır ki, onun şiddetinden saçlar ağarır.
Beyzâvî şöyle der edatının cevabı mahzuftur. Takdiri : Elbette korkunç bir olay
görmüş olurdun" şeklindedir.[56]
Muhatabın düşünebileceği en korkunç bir
olay olduğunu ifade etmek için hazfedilmiştir. O zaman onlar, "ah ne olur, keşke
dünyaya geri gönderilsek de, bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve
inananlardan olsak", derler. Dünyaya geri dönüp iyi amel işlemeyi, Allah'ın
âyetlerini yalanlamamayı ve mü'minlerden olmayı temenni ederler. "Dünyaya
dönersek Allah'ı tasdik edeceğiz ve O'na sadık bir iman ile iman edeceğiz"
derler. Amellerini düzeltmek ve eksikliklerini gidermek için dünyaya dönmek
isterler. Yüce Allah onların bu isteğini reddederek şöyle buyurdu: [57]
28. Bilakis
onların dünyada gizledikleri kusur ve kabahatleri kıyamet günü kendilerine
gösterilmiştir. Onun için, dünyaya dönmeyi isterler. Ölümden sonra dünyaya geri
dönmek yoktur ama, farzedelim ki dünyaya geri
gönderildiler, mutlaka yine inkar ve sapıklığa dönerler. Şüphesiz onlar,
iman edeceklerine dair verdikleri sözlerde yalancıdırlar. [58]
29. O kâfirler:
"Hayat, bu dünya hayatından ibarettir. Öldükten sonra tekrar dirilmek yoktur "
derler. [59]
30. Suçlu
kölenin, cezalandırılmak için efendisinin huzurunda durdurulduğu gibi onların,
Alemlerin Rabbi olan Allah'ın huzurunda hesap için durduruldukları zamanki
hallerini bir görsen. Bu duruşun korkunçluğunu ifade etmek için edatının cevabı
hazfedilmiştir. Allah, "Öldükten sonra dirilmek hak değilmiymiş?! der. Buradaki
soru edatı hemze, onların yalanlamalarını kınamak içindir. Onlar: "Evet,
Rabbimiz Allah'a andolsun ki, o haktır" derler. Allah: "Öyleyse dünyadaki
inkarınız ve Allah'ın peygamberlerini yalanlamanız sebebiyle şimdi azabı
tadınız, der. Bundan sonra Yüce Allah, o kafirlerin durumlarını bildirerek şöyle
buyurur. [60]
31. Öldükten
sonra dirilmeyi yalanlayanlar, şüphesiz ziyana uğramışlardır. Nihayet
bilemedikleri bir anda ansızın kıyamet geldiğinde onlar: "Dünyada iyi amelleri
yapmadığımızdan ve kusur ettiğimizden dolayı, vah bize!" derler. Kurtubî şöyle
der: Kıyamet gününde hesap süratli olacağından ona, bir an ismi verilmiştir.[61]
Onlar, günahlarının ağırlıklarını sırtlarına yüklenmiş olarak bu sözleri
söylerler.
Beyzâvî şöyle der:' Bu, onların
günahlarının ağırlığını taşımaya müstehak olduklarım ifade eden bir temsildir.[62]
Genellikle ağır yükler sırtta taşındığı için Allah" sırtlarında" buyurdu. İbn-i
Cüzeyy şöyle der: Bu, onların günahlarını yüklenmelerinden kinayedir. Onlann,
günahlarını gerçekten sırtlarına yükleneceğini söyleyenler de vardır. Rivayet
edildiğine göre, kafirin ameli en çirkin bir şekilde girip sahibine göründükten
sonra, onun sırtına biner. Mü'minin ameli ise sahibi için en güzel bir şekli
aldıktan sonra sahibi ona biner.[63]
Dikkat ediniz, yüklendikleri günah ne kötüdür.
[64]
32. Dünya hayatının müddeti kısa ve lezzeti de
geçici olduğu için, o, bir aldanma ve oyalanmadan başka bir şey değildir.
Âhiret ve ordaki çeşitli nimetler, Allah'ın muttaki kulları için bu fani
dünyadan daha hayırlıdır. Çünkü âhiret devamlıdır. Onun nimetlerinden devamlı
olarak istifade ederler ve sevinçleri yok olmaz, Âhiretin dünyadan hayırlı
olduğuna akıl erdiremiyorlar mı?
Bundan sonra Yüce Allah, kavminin
yalanlamalarına karşılık peygamberini (s.a.v.) teselli ederek şöyle buyurur:[65]
33. Onlann seni
yalanlamalarını, üzmelerini ve onların davranışlarına karşı olan üzüntü
duyduğunu mutlaka biliyoruz. Hasan-ı Basrî şöyle der; Müşrikler Peygambere
(s.a.v.)"Sihirbaz, şâir, kâhin ve deli" diyorlardı, Onlar seni kalben
yalanlamıyorlar, senin doğruluğuna inanıyorlar. Fakat inatlarından dolayı inkar
ediyorlar. Onların yalanlamasına üzülme. İbn Abbas şöyle der: Rasulullah
(s.a.v.)'a "Emîn" ismi verilmişti. Onun hiçbir hususta yalan söylemeyeceğini
biliyorlardı. Fakat yine de onu inkâr ediyorlar. Ebu Cehil şöyle diyordu: Ey
Muhammedi Biz sana yalancısın demiyoruz. Bize göre sen doğru bir insansın. Biz
ancak, senin bize getirdiğin kitabı yalanlıyoruz.[66]
34. Kuşkusuz
senden önceki peygamberler de yalanlandı. Onlar kavimlerinden gördükleri
yalanlama ve alaya karşı kendilerine Allah'ın yardımı gelinceye kadar
yalanlanmalarına ve çektikleri
eziyetlere sabrettiler. Âyet-i kerimede sabırlı olma tavsiye
edilmekte ve Peygamber'e (s.a.v.) zafer vaad edilmektedir. Allah'ın
kelimelerini değiştirecek hiç kimse yoktur.
İbn Abbas şöyle der: Kelimeden
maksat Allah'ın vaadleridir. Bu söz, va'din mutlaka yerine getirileceğini ifade
eder. Şüphesiz, yalanlanan ve kendilerine eziyet edilen peygamberlerin bazı
haberleri, onları nasıl kurtardığımız ve kavimlerine karşı nasıl yardım
ettiğimize dair bilgiler sana geldi. Sen bunlarla kendini teselli et ve üzülme.
Çünkü Allah, onlara yardım ettiği gibi, sana da yardım edecektir. [67]
35. Ey Muhammedi Eğer onların İslamdan yüz
çevirmesi zor ve ağır geliyorsa Onlara, teklif ettikleri bir mucizeyi getirmen
için yeraltında bir yol, tünel veya göklerde yükselmek için bir merdiven arayıp
bulmaya gücün yeterse yap. Allah dileseydi, elbette onlara iman yolunu
gösterirdi. Ey Muhammedi Sen, Allah'ın hikmetini ve ezeli dilemesini bilmeyen
Câhillerden olma. [68]
Edebî Sanatlar
1.
Oğullarını tanıdıkları gibi"
Burada mürselmücmel denilen bir teşbih vardır.
2. İddia
ettiğiniz kimseler", Burada hazif yoluyla îcâz vardır." Ortak olduklarını iddia
ettiğiniz kimseler." takdirindedir.
3.Bak nasıl
yalan söylüyorlar!" Bu ibare, onların garip yalanlarının hayret verici olduğunu
ifade eder.
4. Kulaklarında
bir ağırlık vardır." ifadesini kullandı. Bu onların Kur'an'dan yüz çevirmelerini
istiare yoluyla gösteren bir temsildir.
5. Kâfirler
diyorlar." Burada, onların küfrünü tescil etmek için, zamir yerine zahir isim
kullanıldı.
6. Yasaklarlar
ve uzak dururlar" Bu iki fül arasında edebî sanatlardan olan "nakıs cinas"
vardır.
7. Muhakkak
onlar yalancıdırlar" Yalancılığın, onların tabiatları haline geldiğine dikkat
çekmek için bu cümle, birisi jl diğeri J olmak üzere, iki pekiştirme edatı ile pekiştirilmiştir.
8. Dünya
hayatı, sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir." Burada teşbih-i beliğ vardır.
Zira mübalağa ifade etmek için dünya, oyun ve eğlencenin kendisi gibi ifade
edilmiştir. Nitekim, Hansâ'nm şu sözünde de durum böyledir : Dünya ancak talih
ve talihsizlikten ibarettir."
9. Akıl
erdiremiyor musunuz? Bu soru kınama ifade eder.
10. Birçok
peygamber yalanlandı." Burada kelimesinin tenvini, büyüklük ve çokluk ifade
eder. [69]
Bir Uyarı
Fahreddin Râzî şöyle der: Ateşin
karşısında tutuldukları zaman bir görsen." Bu şartın bir cevabı olması gerekir.
Ancak olayın azametini ve şanının büyüklüğünü ifade etmek için bu cevap
hazfe-dilmiştir. Kur'an ve şiirde bunun benzerleri çoktur. Bu tür yerlerde
cevabın hazfedilmesi, mânâ bakımından, zikredilmesinden daha beliğdir. Sen
kölene: "Vallahi, eğer kalkarsam.., dedikten sonra, ne yapacağım söylemeyip
susarsan, kölenin aklına dövmek, öldürmek ve bir yerini kırmak gibi çeşitli
cezalar gelir ve daha çok korkar. Çünkü o, bu ceza türlerinden hangisini
uygulamak istediğini bilemez. Eğer sen: "Vallahi kalkarsam, mutlaka seni
döverim" diyerek şartın cevabını da söylersen, köle senin dövmekten başka bir
şey yapmayacağını anlar. Anlaşılıyor ki, şartın cevabım hazfetmek, korkutmak
için daha etkilidir.[70]
36. Davete
ancak dinleyenler icabet eder. Ölülere geliAce, Allah onları diriltecek, sonra
da O'na döndürülecekler.
37. "Keşke O'na
Rabbinden bir mu'cize indirilseyai!"
dediler. De ki: "Şüphesiz Allah
mu'cize indirmeye kadirdir. Fakat onların çoğu
bilmezler."
38. Yeryüzünde
yürüyen hayvanlar ve iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa, hepsi ancak sizin
gibi canlılar topluluğudur. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet
toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler.
39.
Ayetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu
şaşırtır, dilediği kimseyi de doğru yola iletir.
40. De ki: "Ne
dersiniz; size Allah'ın azabı veya o kıyamet
saati gelse, Allah'tan başkasına
mı yalvarırsınız? Doğru sözlü
iseniz (söyleyin bakalım)!"
41. Bilakis
yalnız Allah'a yalvarırsınız; O da kendisi ne yalvardığınız belâyı dilerse
kaldırır; ve siz de I ortak koştuğunuz şeyleri
unutursunuz.
42. Andolsun
ki, senden önceki ümmetlere
de elçiler gönderdik. Ardından boyun eğsinler diye, onları darlık ve
hastalıklara uğrattık.
43. Hiç olmazsa
onlar azabımız geldiği zaman boyun eğselerdi! Fakat kalbleri iyice katüaştı ve
şeytan da onlara yaptıklarını cazip gösterdi.
44. Kendilerine
yapılan uyarıları unuttuklarında üzerlerine herşeyin kapılarım açtık. Nihayet
kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman, onları ansızın yakaladık,
birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler.
45. Böylece
zulmeden toplumun kökü
kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.
46. De ki: "Ne
dersiniz? Eğer Allah kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör eder, kalblerinizi de
mühürlerse bunları size Allah'tan başka geri verecek bir ilâh var mı?!" Bak,
delilleri nasıl ayrıntılı bir şekilde
açıklıyoruz. Onlar hâlâ yüz çeviriyorlar.
47. De ki:
"Söyler misiniz! Size Allah'ın azabı ansızın veya açıkça gelirse, zâlim
toplumdan başkası mı helak olur?"
48. Biz,
peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman
eder ve kendini düzeltirse onlara korku
yoktur. Onlar üzüntü
de çekmeyecekler.
49. Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, yoldan
çıkmaları yüzünden onlar azap çekeceklerdir.
50. De ki: "Ben
size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır demiyorum! Ben gaybı da bilmem. Size,
ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolu-nana uyarım," De ki: Kör
ile gören hiç bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?
51.
Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Onunla uyar.
Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir aracı vardır, belki
sakınırlar.
52. Rablerinin
rızasını isteyerek sabah akşam O'na
yalvaranları kovma! Onların hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da
onlara herhangi bir sorumluluk yoktur, ki onları kovup ta
zâlimlerden olasın!
53. "Aramızdan
Allah'ın kendilerine lütuf ve ihsanda bulunduğu kimseler de bunlar mı!" demeleri için biz onların bir kısmını
diğerleri ile işte böyle imtihan ettik. Allah, şükredenleri daha iyi bilmez
mi?
54.
Âyetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: "Selam size! Rabbiniz
merhamet etmeyi kendisine yazdı. Durum şu ki: Sizden kim, bilmeyerek bir
kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini İslah ederse, bilsin ki
Allah, Gafurdur, Rahimdir."
55. Böylece
suçluların yolu belli
olsun diye âyetleri iyice
açıklıyoruz.
56. De ki:
"Allah'ın dışında taptığınız şeylere tapmak bana yasak edildi." De ki: "Ben
sizin arzularınıza uymam, böyle yaparsam sapıtırım da hidâyete erenlerden
olmam."
57. De ki:
"Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu
yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz azap
benim yanımda değildir. Hüküm
ancak Allah'ındır. O, hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en
hayırlısıdır."
58. De ki:
"Acele istediğiniz şey benim elimde oldaydı, elbette benimle sizin aranızda iş
bitirilmişti. Allah zalimleri daha iyi bilir."
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde,
müşriklerin Kur'an'dan ve Hz. Peygambere iman etmekten yüz çevirmelerini
anlattıktan sonra, bu âyetlerde de bunun sebebini açıkladı. Sebep şudur:
Kur'ân-ı Kerim nûr ve şifâdır. Mü'minler onunla doğru yolu bulurlar. Kâfirler
ise işitmeyen ve cevap vermeyen Ölüler gibidirler. Dolayısıyla ondan yüz
çevirirler. Bundan sonra Yüce Allah, müşriklerin bazı mucizeler teklif
etmelerini anlattı ve onları kafası çalışmayan sağır ve dilsizlere
benzetti. [71]
Kelimelerin İzahı
Boyun eğdiler. Tedarru, zillet mânâsına gelen kökünden türetilmiş bir mastardır. Bir kimse,
bir şeye boyun eğdiğinde bu şahsa da denilir.
Be'sâ darlık, demektir. Fakirlik
mânâsına gelen kökünden
türemiştir.
Darrâ hastalık demektir. Bela
mânâsına gelen kökündendir. Kurtubî şöyle der:
mallarda, bedenlerde olur. Bu, cumhurun görüşüdür,[72]
Mublis, hayırdan
ümit kesen manasınadır. Bir kimse, hayırdan ümit kestiğinde denilir.
Şeytan, Allah'ın rahmetinden ümit kestiği için ona da" iblis" denilmiştir.[73]
Dâbir, sonuncu demektir. Bir
kavmin, neslinden son gelenlere denilir. Kutrub, bu kelimeye "helak oldular,
kökleri kesildi" şeklinde tefsir etmiştir. Şâir şöyle
der:
Köklerim kesen bir azap ile helak
oldular. O azabı defetmeye güçleri yetmedi ve ona galip gelemediler.[74]
Yüz çeviriyorlar. Bir kimse bir
şeyden yüz çevirdiğinde denir.
Kovarsın, demektir. Tard, hakaret
ederek uzaklaştırmak demektir.
Fâsılîn, hükmedenler
demektir. [75]
Nüzul Sebebi
İbn Mes'ud'un şöyle dediği rivayet
olunur: Rasulullah (s.a.v.)'ın yanında Suheyb, Habbâb, Bilâl, Ammâr ve diğer
güçsüz müslümanların bulunduğu bir sırada Kureyş'in ileri gelenlerinden bir
grup gelerek dediler ki: Ey Muhammedi Sen kavminin yerine bunları mı tercih
ettin! Biz onların peşinden mi gideceğiz! Allah'ın lütfuna nail olanlar bunlar
mı! Onları kendinden uzaklaştır. Onlan uzaklaştırırsan belki sana uyarız. Bunun
üzerine Yüce Allah: Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam ona yalvaranları
kovma!" âyetini indirdi.[76]
Âyetlerin Tefsiri
36. Samimiyetle
ve kabul edecek bir şekilde dinleyenler ancak imanı kabul eder. Önceki cümle
burada tamamlanmıştır. Bundan sonra gelen yeni bir cümledir. Ölülere gelince,
Allah onları diriltecektir. İbn Kesir
şöyle der: Ölülerden maksat kafirlerdir. Çünkü onların kalpleri Ölüdür.
Allah onları bedenen ölülere benzetmiştir. Bu, onlarla alay etme ve onları
ayıplama kabilindendir.[77]
Taberî şöyle der: Yani kafirelere gelince, Allah onlan ölülerle birlikte
diriltecektir. Yüce Allah böyle demekle onları hiçbir ses işitmeyen, herhangi
bir çağrıyı idrak edemeyen ve hiçbir sözü anlamayan ölülerin içinde saymıştır.
Çünkü onlar Allah'ın delillerini düşünemiyor, onun mucizelerinden ibret ve öğüt
alıp da Allah'ın peygamberlerini yalanlamaktan vazgeçemiyorlar.[78]
Sonra onların dönüşü Allah'adır. Allah,
onların amellerinin karşılığını verecektir. [79]
37. Mekke
kâfirleri: "Deve, âsâ ve mâide (sofra) gibi, Muhammed'in doğruluğunu gösterecek
bir mucize indirilse ya" dediler. Kurtubî şöyle der: Bir sûresinin benzerini
getirmekten aciz kaldıkları Kur'an hakkında hüccet ve delillerin
getirilmesinden sonra, onlar inatlarından dolayı böyle diyorlardı.[80]
De ki: Allah onların teklif ettikleri bu mucizeyi getirmeye kadirdir. Fakat
onların çoğu, o mucizenin indirilmesinin kendileri için bela ve musibet
getireceğini bilmezler. Çünkü Allah onların isteklerine uygun olarak bir mucize
indirir de onlar inanmazsa, Allah hemen onları cezalandırır. Nitekim geçmiş
milletlere de böyle yapmıştır. [81]
38. Yeryüzünde
yürüyen hayvanlar ve gökyüzünde iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa, hepsi
ancak sizin gibi yaratılmış varlıklardır. Allah onları yarattı, hallerini,
rızıklarını ve ecellerini takdir etti. Beyzâvî şöyle der: Bundan maksat,
Allah'ın kudretinin kemalini, ilminin ve tedbirinin genişliğini göstermektir.
Bu da onun mucize göstermeye kadir olduğuna delildir.[82]
Din hususunda insanların muhtaç olduğu ne varsa hepsini Kur'an'da açıkladık,
onları bırakmadık ve onlardan gafil olmadık.Bir görüşe göre, Kitaptan maksat,
Levh-i Mahfuzdur. Buna göre mânâ şöyle olur: Levh-i Mah-fuz'da yazmadığımız
hiçbir şey bırakmadık.[83]
Nihayet hepsi Rabblerinin huzurunda toplanacaklar ve o, onların aralarında
hükmedecek. Zemahşerî şöyle der: Bütün hayvan ve kuşlar toplanacak. Allah
onların hakkını birbirlerine Ödettirecek. Nitekim hadiste: Allah, boynuzsuz
koyunun hakkını boynuzlu koyundan alacaktır.[84]
buyuruldu.[85]
39. Kur'an'ı
yalanlayanlar var ya, onlar sağırlardır, Allah kelâmını kabul edecek şekilde
dinlemezler; dilsizlerdir, hakkı söyleyemezler, inkar karanlıklarında bocalarlar. İbn Kesir
şöyle der: Bu
bir temsildir. Yani
onların cehalet, bilgisizlik ve anlayışsızlık hususundaki halleri hiçbir
şeyi göremez bir halde karanlıklar içinde kalan sağır ve dilsiz bir kimseye
benzer ki, o ne işitebilir, ne de konuşabilir. Böyle bir kimse, yolunu nasıl
bulabilir veya bulunduğu kötü durumdan nasıl çıkabilir![86]
Allah kimi şaşırtmak isterse onu
şaşırtır. Kimin de
hidâyetini dilerse onu hidâyete iletir ve müslüman olmayı nasip
eder. [87]
40. De ki:
Söyleyin bana, eğer, sizden öncekilere geldiği gibi, Allah'ın azabı size de
gelirse veya ansızın kıyamet koparsa, kime dua edersiniz? Bu soru hayret ifade
eder. Sizden sıkıntıyı gidermesi için Allah'tan başkasına mı dua edersiniz?
Putların size fayda vereceği iddianızda doğru iseniz, söyleyin bakalım,
hangisine dua edersiniz?[88]
41. Bilakis
şiddet anlarında sadece Allah'a dua edersiniz. Kaldırılması için dua ettiğiniz
musibeti, dilerse o kaldırır. Allah'a ortak koştuğunuz ilâhları terkedip
unutursunuz. Onlara dua etmezsiniz. Çünkü artık sıkıntıyı, başkası değil, sadece
Allah'ın kaldırabileceğine inandınız. [89]
42. Bu âyet,
Rasulullah (s.a.v.)'ı teselli etmektedir. Yani andolsun ki, senden önce bir çok
millete peygamberler gönderdik de, onlar bu peygamberleri yalanladılar. Allah'a
dönüp ona boyun eğmeleri için, biz onları fakirlik, hastalık ve ağrılarla
cezalandırdık. [90]
43. Buradaki
edatı teşvik ifade eder. Yani, hiç olmazsa, onlara azabımız geldiğinde boyun
eğselerdi. Bu, duayı terket-melerinden dolayı bir kınamadır. Boyun eğip
yakarmalarını gerektiren sebepler varken boyun eğmediklerini haber vermektedir.
Fakat onlar bunun tam tersini yaptılar. Zira kalpleri katılaştı ve iman için
yumuşamadı. Şeytan onlara isyanı ve dalalette ısrar etmeyi güzel gösterdi. [91]
44. Kendilerine
yapılan öğüt ve nasihati unutup gereğini yapmayınca, Onlara herşeyin kapısını
açtık ve derece derece nimetlerini ve mallarını çoğalttık. Nihayet bu nimetler
sebebiyle sevindiler ve aşırı derecede sunardılar. Azabımızla onları ansızın
yakaladık. Bir de baktık ki onlar, her türlü iyilikten ümitlerini
kesmişler. [92]
45. Zulmeden
kavmin kökü kesilip, son ferdine kadar helak oldular, Hamd peygamerlere yardımı
ve kâfirleri helak etmesine karşılık âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
Ha-san-ı Basrî şöyle der: Ka'be'nin Rabbine yemin olsun ki, bu kavme tuzak
kuruldu. Bu kavim bir tuzağa düştü. Önce ihtiyaçları giderildi, sonra
cezalandırıldılar.[93]
Hadiste şöyle rivayet edilmiştir: Masiyet işlemesine rağmen, Allah'ın bir kula
istediği dünya nimetlerini verdiğini gördüğünde, bil ki o istidractır.[94]
Sonra da bu âyeti okudu: Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında üzerlerine
herşeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları
zaman, onları ansızın yakaladık. Birdenbire onlar bütün ümitlerini
yitirdiler. [95]
46. Ey
Muhammed! Mekkelilerden o inatçı yalanlayıcılara de ki: "Söyleyin bana, eğer
Allah duyu organlarınızı yok eder de sizi sağır ve kör ederse akıl erdiremeyecek ve anlayamayacak bir
şekilde kalplerinizi mühürlerse işte
bunları Allah sizden aldığında, O'ndan başka bunları size geri verebilecek
herhangi bir kimse var mı? Bak, birliğimize delâlet eden âyetleri nasıl
açıklıyoruz. Bütün bunlardan sora yine de onlar, âyetlerimizden yüz çeviriyor ve
ibret almıyorlar. [96]
47. O
yalanlayıcılara de ki: "Söyleyin bana, Allah'ın acil azabı gece veya gündüz,
ansızın veya açıkça gelirse zâlim kavimden başkası mı helak olur? Buradaki soru
inkâr için olup olumsuzluk mânâsı ifade eder. Yani, o azap ile, sizden başkası
helak olmaz. Çünkü siz inkar ve inat ettiniz.
[97]
48.
Peygamberleri ancak, müminlere sevabı müjdelemek, kafirlere de azabı haber
vermek için göndeririz. Onlar, kafirlerin teklif ettikleri mucizeleri getirmek
için gönderilmezler. Kim o peygamberlere inanır ve salih amel işlerse, onlar
için âhirette bir korku yoktur. Onlar üzülmezler de. Yani ne korkarlar, ne de
üzülürler. Çünkü âhiret takva sahibi kimseler için mükâfat yurdudur. [98]
49. Allah'ın
âyetlerini yalanlayanlara gelince, fısklan ve Allah'a itaatten çıkmaları
sebebiyle onlara acıklı bir azap dokunacaktır. İbn Abbâs: "Fısklan sebebiyle
demek, inkarları sebebiyle demektir" der.[99]
50. Ey
Muhammedi Sana mucizeler ve harikulade şeyler indirmeyi teklif eden o kafirlere
de ki: Ben, Allah'ın hazinelerinin bana bırakıldığını iddia etmiyorum ki, bana
mucizeler indirmeyi teklif ediyorsunuz. Ben ğaybı bildiğimi de iddia etmiyorum
ki, azabın ne zaman indirileceğini benden soruyorsunuz. Ben size meleklerden
olduğumu da söylemiyorum ki, bana göklere yükselmemi, çarşı ve pazarlarda
yürümememi, yemememi ve içmememi teklif ediyorsunrz. Sâvî şöyle der: Bu âyet,
müşriklerin Rasulullah (s.a.v.)'a: "Eğer peygambersen, Rabbinden bize bol rızık
vermesini, fakirliğimizi gidermesini, yararımıza ve zararımıza olan şeyleri bize
haber vermesini iste" dedikleri zaman nazil oldu. Rasulullah (s.a.v.) onlara,
bunun kendi elinde değil, Allah'ın elinde olduğunu haber verdi.[100]
Âyetin mânâsı şöyledir: Ben bu üç şeyden
hiçbirini iddia etmiyorum ki, bunlara cevap vermememi, peygamberliğimin
doğru olmadığına delil sayasınız. Sizi çağırdığım şeyde, ben,
Allah'ın bana vah yettiğinden başka bir şeye uymam. De ki: Kâfirle mü'min,
sapıkla doğru yolda giden bir olur mu? Bu soru kınama ve azarlama ifade eder.
Yani, siz dinleyip de düşünmüyor musunuz? demektir. [101]
51. Ey
Muhammedi Bu Kur'an ile Allah'ın vadine ve azabına inanan mü'minleri korkut.
Onlar haşir gününün azabının geleceğine inanırlar. Ebu Hayyan şöyle der: Sanki
şöyle denilmiştir: Bu Kur'an'la, iman etmesi ümit edilen kimseleri korkut. Yüz
çeviren kafirlere gelince, onları kendi görüşleri ile başbaşa bırak.[102]
Onlann Allah'tan başka kendilerine yardım edecek ne bir dostları ve ne de şefaat
edecek bir şefaatçileri vardır, İnkâr ve isyandan sakınmaları için onları
uyar. [103]
52. Muhammedi
Allah'a ve onun rızasına yakın olmak maksadıyla, sabah akşam devamlı o-larak
Rabblerine ibadet eden o zayıf mü'minleri meclisinden kovma. Tabe-rî şöyle der:
Bu âyet, zayıf mü slüm ani ardan bir grup hakkında nazil olmuştur. Müşrikler
Rasulullah (s.a.v.)'a dediler ki: Eğer bunları yanından kovarsan, sana gelir ve
meclisinde hazır bulunuruz.[104]
Rasulullah (s.a.v.) onların müslümanhğı kabul etmeleri ümidiyle bunu yapmak
istedi. İşte o zaman bu âyet indi. Onların amelleri ve günahları yüzünden sana
bir sorumluluk yoktur. Nitekim Hz. Nuh da: Onların hesapları ancak Rabbinıe
aittir[105]
demiştir. Sâvî şöyle der: Ayetin bu bölümü, önceki bölümün sebebi gibidir. Yani,
sen onların günahlarından ve senin yanında bulunmakla, Allah'ın rızasından başka
istedikleri takdirde, kalplerinde bulunan şeyden sorumlu değilsin. Bu,
müşriklerin söylediklerinin doğru olduğunu farzettiğimiz takdirde böyledir.
Yoksa Yüce Allah, Onun rızasını isteyerek" lafzıyla mü'minlerin ihlaslı
olduklarına şahitlik etmiştir. Bu tekit, kelâmda uygunluk içindir. Mânâsı
şöyledir: Sen onların hesabından sorumlu tutulmazsın, onlar da senin hesabından
sorumlu tutulmazlar. Onları niçin kovuyorsun? Bir görüşe göre "hesap"tan maksat
"rızık"tır. Buna göre mânâ şöyle olur: Ne onların rızkı senin üzerine, ne senin
rızkın onların üzerinedir. Senin rızkını da, onların rızkını da, ancak âlemlerin
Rabbi olan Allah verir.[106]
Sakın onları kovma. Çünkü onları kovarsan zâlimlerden olursun. Bu âyet, böyle
bir durumda verilecek hükmü açıklar. Yoksa hâşâ, Peygamber (s.a.v.)'den böyle
bir şeyin meydana gelmesi mümkün değildir. Kurtubî şöyle der: Bu âyet, Allah'a
ortak koşarsan, şüphesiz amelin boşa gider,[107]
âyeti gibidir. Halbuki Allah, onun şirk koşmayacağını ve amelinin boşa
gitmeyeceğini biliyor.[108]
53. İşte
böylece biz, zengini fakir ile, asilzadeyi asilzade olmayanlarla imtihan ettik
ki, asıl zade ve zenginler: "Allah, aramızdan bu zayıf ve fakirlere mi hidâyet
ve bizden önce müslüman olma şerefi ihsan etti" desinler. Bunu ayıplama ve alay
etmek için dediler. Nitekim Rasulullah(s.a.v.) hakkında da Bu mu, Allah'ın
peygamber olarak gönderdiği?[109]
diye alay etmişlerdi. Yüce Allah onların bu sözlerini reddederek şöyle buyurdu:
Allah şükredenleri daha iyi bilmez mi? Yani Allah, kimin şükredeceğini daha iyi
bilir ve ona hidâyet verir, kimin inkar edeceğini bilir, onu da rezil eder.
Buradaki soru takrir ifade eder. Yani "Allah daha iyi bilir" demektir. [110]
54.
Âyetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara: "Selâmün Aleyküm, Selâm size" de.
Kurtubî şöyle der: Bu âyet Yüce Allah'ın Peygamberine, kendilerini kovmamasını
emrettiği kimseler hakkında inmiştir. Rasulullah (s.a.v.) onları gördüğünde
selam verir ve şöyle derdi: Allah'a hamdolsun O Allah ki, ümmetin içersinde
ken-dilerine selam vermemi emrettiği kimseler yarattı.[111] Bu zayıf müslüman-larm kalplerini hoş tutmak
ve onlara değer vermek için Rasulullah (s.a.v.)' m onlara selam vermesi
emredildi. Rabbiniz, kendisinden bir lütuf ve ihsan olarak, merhamet etmeyi
kendisine farz kıldı, Durum şu ki: Sizden kim bilmeyerek bir hatâ işlerse, Bu
günahtan sonra tevbe edip amelini düzeltirse, Allah onu bağışlar ve merhamet
eder. Bu âyet, tevbe edip amelini düzeltenlerin bağışlanacağına ve merhamet
edileceğine dair bir vaad-dir. Mücâhid şöyle der: "Bilmeyerek hata işlemek" ten
maksat, helal ve haramı bilmeden, ve Cehaletle bir iş yapmak demektir. [112]
55. Bu sûrede,
müşriklerin sapıklıklarına dâir hüccet ve delilleri açıkladığımız gibi, din
işlerini de sizin için açıklıyor ve izah ediyoruz, Bunu, suçluların yolu meydana
çıksın, yaptıkları anlaşılsın diye yapıyoruz.
[113]
56. Ey
Muhammedi O müşriklere de ki: Sizin, ilâh olduklarını iddia ettiğiniz ve
Allah'ı bırakıp taptığınız şu putlara tapmak bana yasaklandı. De ki: Allah'tan
başkasına ibadet etme hususundaki arzularınıza uyacak değilim. Burada, onların
dalâletlerinin sebebine dikkat çekilmektedir. Sizin arzularınıza uyduğum
takdirde sapıtırım ve hidâyete erenlerin zümresinden olamam. [114]
57. De ki:
Şüphesiz ben, Rabbimin bana vahyettiği şeriat deliline dayanmaktayım, Halbuki
siz, Allah katından bana gelen bu hakkı yalanladınız. Sizin acele istediğiniz
ve çabucak size getireceğim azap benim elimde değildir. Zemahşerî şöyle der:
Bundan maksat, Üzerimize gökten taş yağdır[115]
âyetinde bildirilen acele istedikleri azaptır.[116]
azap işinde, gerekse diğer hususlarda hüküm yalnız Allah'ındır. Allah doğruyu
haber verir ve yeterli açıklamayı yapar. O, kulları arasında en iyi hüküm
verendir. [117]
58. De ki:
Eğer, acele istediğiniz azap işi benim elimde olsaydı sizden kurtulmak için,
acele cezalandırırdım ve elbette aramızdaki iş bitmiş olurdu. Fakat o, Allah'ın
elindedir. İbn Abbâs şöyle der: Bu iş benim elimde olsaydı size bir an bile
mühlet vermez, hemen helak ederdim.[118]
Allah zâlimleri daha iyi bilir. Dilerse onlara acele ceza verir, dilerse,
cezalarım erteler. Bu âyette bir tehdit vardır.
[119]
Edebî Sanatlar
1. Ölülere
gelince Allah, onları diriltecektir." Burada istiare vardır. Zira, kalpleri ölü
olduğu için kafirlere "Ölüler" denilmiştir.
2. İki
kanadıyla uçar." Bu cümle, kuş" kelimesinin mecaz olduğu ihtimalini gidermek
için tekit olarak gelmiştir. Çünkü kelimesi, bazan mecaz olarak iş için
kullanılır. Nitekim Her insanın amel
defterini boynuna astık[120] âyetinde bu mânâda
kullanılmıştır.
3. Sağır ve
dilsizdirler." Burada teşbih-i beliğ vardır. Yani "işitememede ve
konuşamamada sağır ve
dilsiz gibidirler" demektir. Teşbih edatı ile vech-i şebeh
hazfedilmiştir.
4. Yalnız O'na
dua edersiniz. Burada kasr sanatı vardır Yani sıkıntının kaldırılması için
başkasına dua etmezsiniz. Bu kasr, sıfatı mevsufa tahsisi
kabilindendir.
5. Sonuncular
kesildi." Bu, onların kökleri kesilmek suretiyle helak edilmelerinden
kinayedir.
6. Kör ve
gören." Bunlar, kâfir ile mü'min yerinde istiâr olarak
kullanılmıştır.
7. Onların
hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da onlara bir sorumluluk
yoktur." Bu iki cümlede bedîî sanatlardan "Reddu's-sadr ale'1-acez" sanatı
vardır. [121]
Faydalı Bilgiler
Böylece zulmeden toplunu kökü
kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur," Zemahşer bu âyetin
tefsirinde şöyle der: Bu âyet, zâlimler helak olduğu zaman hamdetmek gerektiğini
ve bunun büyük bir lütuf ve ihsan olduğunu göstermektedir.[122]
Bazı müfessirler şöyle der: Duada
vacip olan, onun ihlâs ile yapılmasıdır. Zira Yüce Allah: O'nun rızasını
istiyorlar" buyuruyor. İşte bütün ibadetler böyledir. Dünyevî her hangi bir
maksatla yapılmamalıdır. [123]
59. Gayb'ın
anahtarları Allah'ın yanındadır; onları ancak O bilir. O, karada ve denizde ne
varsa bilir, O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıkları
içindeki tek bir taneyi dahî bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir
kitaptadır.
60.
Geceleyin sizi öldüren,
gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel
tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten O'dur. Sonra dönüşünüz yine O'nadır.
Sonunda, O, yaptıklarınızı size haber
verecektir.
61. O, kulların
üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucu melekler gönderir.
Nihayet birinize ecel geldi mi, elçilerimiz onun canını alırlar. Onlar vazifede
kusur etmezler.
62. Sonra
insanlar gerçek sahipleri olan Allah'a döndürülürler. Bilesiniz ki, hüküm yalnız
O'nundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur!
63. De ki:
Karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarır ki? Siz O'na gizlice ve
aşikâr olarak yalvarır da şöyle dua edersiniz: "Eğer bizi bundan kurtarırsan,
andolsun şükredenlerden olacağız".
64. De ki: "Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır. Sonra siz yine O'na
ortak koşarsınız."
65. De ki:
"Allah, size üstünüzden veya ayaklarınızın^ altından bir azap göndermeğe, ya da
sizi guruplar halinde birbirinize
düşürüp kiminize kiminizin
hıncını tattırmaya gücü yeter." Bak,
anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz!
66. Kur'an hak
olduğu halde kavmin onu yalanladı. De ki: "Ben size vekil
değilim."
67. "Her haberin
gerçekleşeceği bir zaman vardır. Yakında siz de gerçeği
bileceksiniz."
68. Âyetlerimiz
hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze
geçinceye kadar kendilerinden uzak dur. Eğer şeytan sana unuttu-rursa,
hatırladıktan sonra artık o zâlimler topluluğu ile oturma.
69. Takva
sahiplerine, inanmayanların hesabından herhangi bir sorumluluk yoktur. Fakat,
belki korunurlar diye hatırlatmak gerekir.
70. Dinlerini
bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve kendilerini dünya hayatının aldattığı
kimseleri bırak! Kazandıkları sebebiyle hiç bir nefsin felakete dûçâr olmaması
için Kur'an ile nasihat et. Felâkete uğrayan nefis için Allah katında ona
yardım edecek ne bir dost vardır, ne de şefaatçi. O, bütün varını fidye olarak
verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları yüzünden helake
sürüklenmiş kimselerdir. İnkâr ettiklerinden dolayı kendileri için kaynar sudan
ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır.
71. De ki:
"Allah'ı bırakıp da bize fayda ya da zarar veremeyecek olan şeylere mi tapalım?
Allah bizi doğru yola ilettikten sonra, şeytanların saptırıp şaşkın olarak
yeryüzünde dolaştırmak istedikleri, arkadaşlarının ise: "Bize gel!" diye doğru
yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri mi döndürüleceğiz?" De ki:
Allah'ın hidayeti doğru yolun ta kendisidir. Bize âlemlerin Rabbine teslim
olmamız emredilmiştir."
72. Bize
"Namazı dosdoğru kılın ve Allah'tan korkun denildi." O, huzuruna varıp
toplanacağınız Allah'tır.
73. O, gökleri
ve yeri hak ile yaratandır. "Ol!" dediği gün oluverir. O'mın sözü gerçektir.
Sûr'a üflendiği gün de hükümranlık O'nundur. Gizliyi ve açığı bilendir ve O,
hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde
varlığını ve birliğini gösteren delilleri getirdikten sonra, burada da kudsî
sıfatlarını yanı ilim, kudret, azamet, celâl ve diğer cemal ve celal sıfatlarını
gösteren delilleri zikretti. Bundan sonra da, kullarım musibetlerden kurtarmak
suretiyle onlara lütfettiği nimetleri ve emrine mahalefet edip peygamberine
isyan edenlerden intikam alma gücüne sahip olduğunu bildirdi. [124]
KELİMELERİN İZAHI
Kerb, cam sıkan keder, gam
demektir.
Siya', fırkalar manasınadır. Şîa:
Başkasına tabi olan fırka demektir. Çoğulu , şu ve şeklinde
gelir.
Helak oldular demektir. İbsal,
insanın kendini helak olmaya teslim etmesi manasınadır.
Adi, fidye
demektir.
Hamîm, kaynar su
demektir.
Hayran, şaşkın manasınadır.
Hayret: Bir işte çıkış yolu bulamayıp tereddüt etmek
demektir.
Gayb, duyu organları ile
algılanamayan şey demektir. : Şehadet,
açıkça görünen şey demektir. Toplanırsınız. [125]
Ayetlerin Tefsiri
59. Gaybın
hazineleri Allah'ın ya-rjmdadır. Bunlar, gizli olan gayb işleridir. Allah'tan
başkası onları bilmez.
Ondan başka hiçkimsenin ilmi
onları kuşatamaz. O, karada ve denizde olan canlıları ana hatlanyle de, detaylı
olarak da bilir. Onun ilmi ve kudreti, bütün âlemlerde olan acaip ve garip
şeyleri kuşatır.. Ağaçtan düşen her yaprağın düştüğü zamanı ve yeri bilir. Bu
âyet, Allah'ın ilminin teferruatı ihata ettiğini kuvvetli bir şekilde ifade
eder. Toprak içinde bulunan küçük bir tohumun yerini, bitip bitmeyeceğini, bu
tohumdan ne kadar ürün meydana geleceğini ve bunu kimin yiyeceğini bilir. Yaş ve
kuru ne varsa hepsi Allah katında bilinmektedir. Levh-i Mahfuz'da yazılıdır.[126]
Ebu Hayyan şöyle der: Bu
bilgilerin terkip edilişindeki güzelliğe bak: Yüce Allah önce, akılla bilinen,
duyularımızla anlayamıyacağmıız şeyleri zikretti. O da, "gaybın anahtarları"dır.
İkinci olarak, çoğunu duyularımızla anlayabileceğimiz şeyleri bildirdi ki, bu da
karalar ve denizlerdir. Üçüncü olarak da iki lâtif cüz'î şeyi açıkladı.
Bunlardan biri ulvîdir ki bu ağaç yapraklarının yüksekten düşmesidir. İkincisi
süflidir ki, bu da tohumun toprak içinde gizlenmesidir. Bu, Allah'ın, külliyâtı
ve cüz'iyâtı bildiğini göstermektedir.[127]
60.
Geceleyin sizi öldüren, yani uyutan, gündüzün ne işlediğinizi bilen O'dur.
Kurtubî şöyle der: Bu hakiki bir ölüm değil, sadece ruhların alınmasıdır.[128]
İbn Abbâs şöyle der: Uykunuzda ruhlarınızı alan Allah'tır.[129]
Bu âyette öldükten sonra dirilmeye bir delil vardır. Sonra hayatınızın sona
ermesi için tayin edilen müddete varasınız diye, gündüzün sizi uyandıran O'dur.
deki zamir, "gündüz"e râcidir. Çünkü
uyanıklık genellikle gündüzün, uyku ise, gece olur. Sonra kıyamet gününde
dönüşünüz sadece Allah'adır. Sonra da yaptıklarınızı size bildirir ve onların
karşılığında size, hayırsa hayır, şer ise şer verir. Yüce Allah bundan sonra
kendisinin azamet ve büyüklüğünü anlatarak şöyle buyurur: [130]
61. O,
kullarının üstünde herşeye hükmedicidir. Her şey onun azamet ve büyüklüğüne
boyun eğmiştir. Sizin üzerinize, amellerinizi tesbit edecek melekler gönderir.
Bunlar "yazıcı melekler" dir. Ebussuûd şöyle der: Bunda güzel bir hikmet ve
büyük bir nimet vardır. Çünkü mükellef, amellerinin tesbit edilip korunduğunu ve
insanların huzurunda arzedileceğini bilirse, bu durum onun için, masiyet ve
günah işlemeye karşı daha caydırıcı olur.[131]
Nihayet insanın eceli sona
erdiğinde, ruhları almakla görevli melekler onu öldürür. Bunun manası şudur:
Eceller sona erdiğinde, meleklerin şahısları koruması da son bulur. Çünkü onlar,
Ademoğlu sağ olduğu müddetçe onu korumakla görevlidirler. Âdemoğlunun eceli sona
erince, meleklerin onu koruma görevi de son bulur.
Melekler, kendilerine emredilen
koruma ve öldürme görevlerinde kusur etmezler.
[132]
62. Sonra
kullar, ahirette diriltildikten sonra yaratıcıları je mâlikleri olan Allah'a
döndürülür. O, öyle bir Allah'tır ki, hüküm ve tasarruf yalnız O'na aittir. O,
sadece adaletle hükmedendir.Bilesiniz ki, kıyamet gününde hükmetmek, sadece Yüce
Allah'a aittir. O, hak ile bâtılı ayıracak ve hasımlar arasında hükmünü
verecektir. Onu hiçbir hesap diğer hesaptan ve hiçbir iş diğer işten alıkoyamaz.
Dünya günlerinden bir günün yarısı kadar bir zaman içerisinde, bütün mahlukâtın
hesabım görür. Nitekim hadiste de böyle bildirilmiştir. Allah'ın, bir koyun
sağacak kadar zaman içersinde insanları hesaba çekeceği de rivayet
edilmiştir. [133]
63. Ey
Muhammedi O kâfirlere de ki: Yolculuklarınızda sizi karaların ve denizlerin
şiddet ve korkularından kim kurtaracak? Bu şiddetleri gördüğünüzde Rabbinize
ihlas ile dua ejier, O'na açıktan yalvarır, yakarırsımz. Dilinizle açıkça,
kalbinizle gizlice yalvarırsınız. İbn Abbâs
âyetin mânâsı şöyledir der: Açıktan ve gizlice: diyerek dua edersiniz.
Yani: "Bizi bu karanlıklardan ve şiddetlerden kurtarırsan, mutlaka şükreden
mü'minlerden olacağız" dersiniz. Netice şudur: Helak olmaktan korktuğunuz zaman
Allah'a dua edersiniz. Sizi kurtardığında ise O'nu inkâı edersiniz. Kurtubî
şöyle der: "Allah sıkıntılı anlarda
yalnız kendisine dua edip, rahat hallerde ise onunla beraber başkalarına dua
etmelerinden dolayı onları kınadı.[134]
64. De ki sizi
o sıkıntılardan ve bütün gam ve kederlerden kurtaran yalnız Allah'tır, Siz bütün
bunları bildikten ve bunlar tahakkuk ettikten sonra, hâlâ Allah'a ortak koşuyor
ve iman etmiyorsunuz. Bu cümle, kınama ve ayıplama ifade eder. [135]
65. Ey
Muhammedi O kâfirlere de ki: "Şüphesiz Yüce Allah gökten yıldırımlar
göndermekle, volkanların attığı taşlar ve lâvlarla, üzerinize taş yağdırmakla,
tufan, gök gürültüsü ve kasırgalarla sizi helak etmeye kadirdir. Nitekim sizden
öncekilere bu tür cezalar vermiştir. Kârûn ve Medyen halkına yapıldığı gibi sizi
de yere batırmak, deprem ve yer sarsıntısı gibi, ayaklarınızın altından gelecek
azaplar ile de cezalandırmaya kadirdir. Veya sizi birbirleriyle savaşan hizipler
haline getirir. Beyzâvî şöyle der: Sizi, her biri farklı isteğe sahip olan
fırkalar haline getirir de aranızda savaş çıkar.[136]
İbn Abbâs şöyle der: Allah aranızda farklı görüş ve istekler yayar da gruplara
ayrılırsınız.[137]
Bu mânâların hepsi birbirine yakındır.
Bundan maksat tehdittir. Bak onlara anlasınlar ve Allah'ın âyetleri, delilleri
ve hüccetleri hakkında düşünsünler diye, öğüt ve ibretler yoluyla ayetlerimizi
nasıl açıklayıp izah ediyoruz. Câbir b. Abdullah'ın şöyle dediği rivayet olunur:
"De ki, Allah size üstünüzden bir azap göndermeye kadirdir" bölümü inince,
Rasulullah (s.a.v.): "Sana sığınırım, yâ Rabbî!" dedi. "Veya ayaklarınızın
altından.." bölümü inince yine: "Yâ Rabbî, sana sığınırım" dedi. "Ya da, sizi
gruplar halinde birbirinize düşürüp, kiminize kiminizin şiddetini tattırır"
bölümü inince: "Bu daha hafif ve daha kolay" dedı.[138]
66. Ey
Muhammedi Senin kavmin Kureyş, bu Kur'an'ı inkâr etti. Halbuki o, hak olarak
indirilmiş bir kitaptır. Ben sizin kontrolcünüz ve başınıza musallat olmuş biri
değilim. Ben ancak bir uyarıcıyım. [139]
67. Allah'ın
verdiği her haberin meydana geleceği bir zaman vardır. O, söylediğinden
vazgeçmez ve ertelemez de. Yakında başınıza gelecek olan azabı bileceksiniz. Bu
cümle kuvvetli tehdit ifade eder. [140]
68. kâfirlerin
Kur'an'ı tenkit, yalanlama ve alay etmeye daldıklarını gördüğünde onlarla
oturma, başka bir söze dalıp da Kur'an'la alay etmeyi bırakın-caya kadar onların
yanından kalk git. Süddî şöyle der: Müşrikler Mü'minlerle oturduklarında
Rasulullah (s.a.v.) ve Kur'an hakkında dedikodu eder söver ve onunla alay
ederlerdi. Allah, başka bir söze dalmcaya kadar, mü'mirilerin onlarla beraber
oturmalarını nehyetti.[141] Eğer şeytan sana onlarla oturmanın yasak
olduğunu unutturur da, oturursan, daha sonra da bunun yasak olduğunu hatırlarsan
Kur'an ve dinle alay eden bu kâfir ve fasıklarla oturmanın yasak olduğunu
hatırladıktan sonra, artık onlarla oturma. İbn Abbâs şöyle der: Bu yasağı
hatırladığın zaman kalk, müşriklerle beraber oturma. [142]
69. Mü'mİnler,
kâfirlerden uzaklaşıp onlarla beraber oturmadıkları takdirde, onların Kur'an'la
alay etmeleri ve başkalarını saptırmaları sebebiyle verecekleri hesaptan
müminlere bir sorumluluk yoktur. Fakat mümkün olduğu kadar Öğüt ve nasihat
yoluyla, müminlerin onları uyarmaları ve yaptıkları çirkin fiillere engel olmaya
çalışmaları[143]
ve hoşlanmadıklarım göstermeleri gerekir. Böyle yaptıkları takdirde belki onlar,
mü'minlerden utanarak Kur'an hakkında dedikoduya dalmaktan uzak dururlar. Çünkü
mü'minler onları bu halde gördüklerinde meclislerini terkedeceklerdir. İbn
Atıyye şöyle der; Mü'minin inkarcılara, Kur'an hakkında cedelleşenlere ve
dedikoduya dalanlara karşı, bu ayetin hükmüne sarılması gerekir.[144]
70. Hürmet ve saygı gösterilmesi gereken dini,
onunla alay ederek oyun ve eğlence haline getiren günahkarları bırak. Bu fani
dünya hayatı onları aldattı da, nihayet bundan sonra asla bir hayat olmadığını
iddia ettiler. Hiçbir nefsin, kötü amelinden dolayı helake sürüklenmemesi ve
rehin alınmaması için, Kur'an ile insanlara öğüt ver. O nefsi Allah'ın azabından
kurtaracak herhangi bir yardımcısı ve Allah katında ona şefaat edecek herhangi
bir şefaatçisi yoktur, Bu nefis her türlü fidyeyi verse bile, onun fidyesi kabul
edilmez. Katâde şöyle der: Yer dolusu altın getirse, altını kabul edilmez.[145]
Onlar öyle kimselerdir ki, çirkin amelleri ve kötü inançları yüzünden Allah'ın
azabına teslim edilmişlerdir.
Bu sapıklar için, karınlarında
gurultu edecek ve barsaklarım parçalayacak kaynar sudan şaraplar ve sürekli
inkârları sebebiyle bedenlerini yakacak ateş vardır. Bu kaynar şarabın yanında
onlar için elem verici azap ve sürekli bir zillet vardır. [146]
71. Ey
Muhammedi Onlara de ki, Allah'ı bırakıp da, kendilerine dua ettiğiniz takdirde
bize fayda vermeyen, kendilerini tekettiğimiz takdirde bize bir zararı
dokunmayan putlara mı ibadet edelim? Allah bize İslam'ı nasip edip hidayete
erdirdikten sonra tekrar dalalete mi döndürüleceğiz? O takdirde bizim durumumuz,
şeytanların çarpıp saptırdığı, çöllerde ve helak yerlerinde dolaştırdığı ve
nereye gideceğini bilemeyecek kadar şaşkın bir halde, derin bir çukura attığı
kimsenin durumuna benzer, O şaşkının, bize gel, diye doğru yola çağıran
arkadaşları vardır. Fakat o, çağrılarım kabul edip onlara uymaz. O kâfirlere de
ki: "Bizim kabul ettiğimiz İslam dini, hidayetin kendisidir. Bunun ötesinde ne
varsa sapıklıktır. Bize bütün hal ve hareketlerimizde âlemlerin Rabbi olan
Allah'a teslim olmamız ve sadece O'na ibadet etmemiz emredildi. Bu, İslama
çağrıldığı halde icabet etmeyip hidayetten sapan bir kimsenin durumunu temsil
yoluyla anlatmaktır. İbn Abbâs şöyle der: Bu, ilâhlar, onlara tapanlar ve
bunları Allah'a çağıranlar hakkında Allah'ın getirdiği bir darb-ı meseldir. Bu
şaşkın bir şekilde yoldan sapan bir adama benzer. Biri ona: "Ey falan oğlu
falan! yola gel" diye çağırarak yoldan çıkarmaktadır. Öte yandan onu, "Ey falan!
yola gel" diye doğru yola çağıran arkadaşları vardır. Eğer bu şahıs birinci
çağırıcıya uyarsa, o onu, helak olacağı yere atmcaya kadar götürür. Eğer doğru
yola çağıranlara uyarsa, doğru yolu bulur. İbn Abbâs der ki: Allah'ı bırakıp da
bu ilahlara ibadet edenlerin durumu böyledir. Ölünceye kadar kendisinin doğru
bir yolda olduğunu zanneder. Ölüm gelince, pişmanlık ve helak ile karşı karşıya
kalır.[147]
72. Ve namazı
dosdoğru kılmamız, bir de bütün hallerde Allah'tan korkmamız bize emredildi. O,
öyle bir Allah'tır ki, kıyamet gününde onun huzurunda toplanacaksınız ve O,
herkesin amelininin karşılığım verecektir.[148]
73. Gökleri,
yeri ve bunların içindekileri hak ile yaratan, onların sahibi ve onları idare
edendir. Onları boş yere yaratmadı. Onun "ol" dediğinde her şeyin olacağı gün,
O'ndan, O'nun azab ve cezasından korkun. Ebu Hayyan şöyle der: Bu, bir şeyi
yokluk âleminden varlık alemine çıkarmayı ve bunun sür'atini gösteren bir
temsildir. Yoksa burada kendisine emir verilen bir şey yoktur. Her şey o
istediği an meydana gelir.[149]
Allah'ın sözü doğrudur, şüphesiz meydana gelecektir. Kıyamet gününde mülk
onundur. İsrafil'in sûra ikinci Üfürüşü
üfürdüfü gün de mülk onundur. Bu, diriltmek için yapılan üfürmedir. Allah
gizliyi, açığı, duyu organlarınm ve gözlerin idrâk edemediği şeyleri ve gece ve
gündüz gördüklerinizi bilir. O, yaptıklarında hikmet sahibidir, kullarının
işleri iden haberdardır. [150]
Edebî Sanatlar
1. Gaybın
hazineleri O'nun yanındadır". Burada "gayb işıer" yerine müstear olarak kapısı
açılan mahzenler" ifadesi kullanılmış ve içlerinde gayp şeylerin saklandığı
mahzenlere benzetilmiştir. Zemahşerî şöyle der: Yüce Allah istiare yoluyla,
"gayb" için "anahtarlar" kelimesini kullanmıştır. Çünkü kapıları kilitli
mahzenlerde bulunan şeylere anahtarla ulaşılır. Gaybları sadece[151]
Allah bilir.
2. O geceleyin
sizi öldürendir." Burada müstear olarak, "uyku" yerine "ölmek" kelimesi
kullanılmıştır. Çünkü her ikisinde de duyu organlarının görevi ve temyiz gücü
yok olur gibi bir ortaklık vardır.
3. Öğütten
sonra artık zâlim kavimle oturma." Doğrulamaları ve hürmet etmeleri gerekirken,
yalanlama ve alay etme yolunu tutmaları sebebiyle onların işledikleri işin
çirkinliğini iyice göstermek için zamiri yerine zahir isim
kullanılmıştır.
4.
Topuklarımızın üzerine döndürülürüz." Burada işin çirkinliğini ve kötülüğünü
daha fazla vurgulamak için putperestliğe dönmeyi, topuklarının üzerine geri
dönmek şeklinde ifade etti.
5. Her türlü
fidyeyi verse de" Burada ile kelimeleri arasında iştikak cinası
vardır.
6. Yaş ile
kuru, gece ile gündüz, üst ile alt, bize
fayda verir ile bize zarar verir, gayb ile görülen kelimeleri arasında edebî
sanatlardan tıbak sanatı vardır.
7. Kaynar sudan
meşrubat" ile elem verici azap" terkipleri arasında seci vardır. Allah daha iyi
bilir. [152]
Bir Uyarı
el-Hakim şöyle der: "Yüce Allah'ın
gaybın anahtarları onun katındadır" sözü, İmamiye mezhebinin: "imam gaipten bazı
şeyler bilir!" şeklindeki görüşünün bâtıl olduğunu gösterir.[153]
Ben de derim ki: "Bu bir yalan ve iftiradır. Çünkü gaybi Allah'tan başka
hiçkimse bilemez." [154]
74.
İbrahim, babası Âzer'e:
"Birtakım putları ilâhlar mı
ediniyorsun? Doğrusu ben, seni de kavmim de apaçık bir sapıklık içinde
görüyorum" demişti.
75. Böylece
biz, kesin îman edenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu
gösteriyorduk.
76. Gecenin
karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü: "Rabbim budur." dedi. Yıldız batınca
da "batanları sevmem" dedi.
77. Ay'ı doğarken
görünce "Rabbim budur." dedi. O da
batınca, Rabbim bana doğru
yolu göstermezse elbette doğru yoldan sapan topluluklardan olurum"
dedi.
78. Güneşi
doğarken görünce de: "Rabbim budur, zira bu daha büyük" dedi. O da batınca dedi
ki: "Ey kavmim! Ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden
uzağım,
79. Ben hanîf
olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben
müşriklerden değilim.
80. Kavmi
onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: "Beni doğru yola iletmişken Allah
hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O'na ortak
koştuğunuz
şeylerden korkmam. Ancak, Rabbim
ne dilerse o olur! Rabbimin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Hâlâ ibret almıyor
musunuz?
81. Siz,
Allah'ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan
korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz putlardan nasıl korkarım! Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki
gruptan hangisi; güvende olmaya
daha layıktır?"
82. İnanıp da
imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır
ve onlar doğru yolu bulanlardır.
83. İşte bunlar,
kavmine karşı İbrahime verdiğimiz hüccetimizdir. Biz dilediğimiz
kimselerin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki, senin Rabbin hikmet
sahibidir, hakkiyle bilendir.
84. Biz O'na
İshak'ı ve Ya'kub'u da armağan ettik; hepsini de doğru yola ilettik. Daha önce
de Nuh'u ve O'nun soyundan Davud'u, Süleyman'ı,
Eyyûb'u, Yûsuf'u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik; Biz, iyi
davrananları işte böyle mükafatlandırırız.
85. Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas'ı da doğru
yola iletmiştik. Hepsi de iyilerden idi.
86. İsmail,
El-Yesa', Yûnus ve Lût'u da hidayete erdirdik. Hepsini âlemlere üstün
kıldık.
87. Onların
babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bazılarını seçtik ve doğru
yola ilettik.
88. İşte, bu
Allah'ın hidayetidir, kullarından dilediğini ona iletir. Eğer onlar da Allah'a
ortak koşsalardı, yapmakta oldukları amelleri elbette boşa
giderdi.
89. İşte onlar,
kendilerine Kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Eğer onlar,
bunları inkâr ederse şüphesiz yerlerine bunları inkâr etmeyecek bir toplum
getiririz.
90. İşte o
peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy. De
ki: "Ben buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu âlemler için ancak bir
öğüttür."
91. Allah'ı
gereği gibi tanımadılar. Çünkü "Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi" dediler.
De ki: "Öyle ise Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği Kitab'ı
kim indirdi! Siz onu kâğıtlara yazıp açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin
de atalarınızın da bilemediği şeyler size öğretilmiştir." Sen "Allah" de, sonra
onları bırak, daldıkları bataklıkta oynaya dursunlar1.
92. Bu,
Ümmü'1-kurâ ve çevresindekileri uyarman için sana, indirdiğimiz ve
kendinden önecekileri
doğrulayıcı mübarek bir
kitaptır. Ahirete inananlar
buna da inanırlar
ve onlar namazlarını hakkıyla kılmağa devam
ederler.
93. Allah'a
karşı yalan uydurandan, yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken, "Bana da
vahyolun-du" diyenden ve "Bende Allah'ın indirdiği âyetlerin
benzerini indireceğim." diyenden
daha zalim kim vardır! O zâlimler, ölüm dalgaları
içinde, melekler de pençelerini uzatmış,
onlara "Haydi canlarınızı kurtarın! Allah'a karşı gerçek olmayanı
söylemenizden ve O'nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü,
bugün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız!" derken onların halini bir
görsen!
94. Andolsun
ki, sizi evvelce nasıl yarattıysak öyle teker teker bize geleceksiniz ve size
verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız. Yaratılışınızda ortaklarımız
sandığınız şefaatçılarınızı da yanınızda göremeyeceğiz. Andolsun, aranız açılmış
ve ilâh sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir.
Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah Önceki âyetlerde
kendisinin birliğini ve putlara tapmanın bâtıl olduğunu gösteren kesin delilleri
anlattı. Bu âyetlerde de, putları kudsîleştiren Arap müşriklere karşı delil
getirmek için peygamberlerin babası İbrahim (a.s.)'in kıssasını anlattı. Çünkü
Hz.İbrahim, Allah'a ortak koşmaya tam manâsıyla zıt olan gerçek tevhîd inancını
getirdi. Bütün gruplar ve milletler, Hz.İbrahim'in faziletini ve şanının
yüceliğim itiraf eder. Bundan sonra Yüce Allah, İbrahim (a.s.)'in soyundan gelen
peygamberlerin şerefini anlattı ve Rasulullah (s.a.v.)'a onların doğru yoluna
uymasını emretti. [155]
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder