Enam Suresi(1)

Hiç yorum yok


EN'AM SURESİ

Mekke'de inmiştir. 165. âyettir.

Takdim

En'âm sûresi Mekke'de nazil olan uzun sûrelerden biridir. Genellikle akîde ve îman esaslarını konu alır. Bu sûre hedef ve gayeleri bakımından, bundan önce geçen ve Medine'de nazil olan Bakara, Âl-i İmrân, Nisa ve Mâide gibi sûrelerden farklıdır. Bu sûre oruç, hac, cezalar ve aile hukuku gibi, müslüman toplumun nizamını sağlayan hükümlerden bahsetmez. Ehl-i kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlarla münafıklardan bahsetmediği gibi savaşla ilgili meselelerden ve İslam davetine karşı çıkanlarla savaşmaktan da bahsetmez. Bu sûre sadece akîde ve îman esaslarının ana meselelerin­den bahseder. Bu meseleleri aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür.
1. İlâhlık meslesi,
2. Vahy ve risâlet meselesi,
3. öldükten sonra dirilme ve hesap meselesi.
Bu sûrede İslam davetinin esasları üzerinde çokça durulduğunu ve bahsedildiğini görmekteyiz. Bu hususta, ikna etme ve susturma için kul­landığı silâhın kesin, engin ve susturucu deliller olduğunu görmekteyiz. Çünkü bu sûre Mekkede müşrik bir kavme inmiştir. Bu mübarek surede dik­kat çeken hususlardan biri de onun iki açık üslup ile hitap etmesidir ki, bu üslupları, bu kadar çok olarak diğer sûrelerde hemen hemen görememek­teyiz. Bunlar:
1. Takrîr üslûbu
2. Telkin üslûbudur.
1. Takrîr üslûbu: Şüphesiz Kur'an, Allah'ın birliği, varlığı, kudreti, gücü ve üstünlüğünü gösteren delilleri, herkesin itirazsız kabul edebileceği bir şekilde sunar. Bunun için, duyu organlarıyla algılanamayan fakat kalpte hazır olan bir şahsa ait bir zamirle, o şekilde hitap eder ki, hiç bir akl-ı se­lim ve kalb-i selim, kainatın yaratıcısının, lütuf ve ihsan sahibi Allah ol­duğuna şüphe etmez. O bunun için, her şeyi hikmetle idare eden yaratıcıyı gösteren O zamirini kullanır. Yüce Allah'ın şu âyetlerine bir kulak ver: O, sizi çamurdan yaratandır". O, göklerin ve yerin Allah'ıdır." O geceleyin sizi uyutandır." O, kullarının üstünde kuvvet sahibi olandır." O, gökleri ve yeri hak ile yaratandır"....
2. Telkin üslûbu: Bu uslûb, Yüce Allah'ın Peygamber'e (s.a.v.) hüccet telkinini öğretmesi esnasında açıkça görülmektedir. Peygamber (s.a.v.) hüccetleri hasmına o şekilde sunar ki, onun kalbine ve kulağına hakim olur. Artık hasmı ondan kurtulamaz. Bu, soru-cevap üslûbudur. Yüce Allah onla­ra sorar, sonra kendisi cevap verir. Şu âyet-i kerimeleri bir dinle: Göklerde ve yerde olanlar kimin­dir" diye sor... "Allah'ındır" de. O, merhamet etmeyi kendi zatına farz laldı." De ki: "Şahitlik yönünden frangı şey daha büyüktür?" De ki, "Benimle sizin aranızda Allah şahittir."
De ki: "Ne dersiniz, eğer Allah kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör eder, kalpleri­nizi de mühürlerse, bunları size geri verecek Allah'tan başka bir ilah var mı?"
"Keşke Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi" dediler. De ki: "Şüphesiz Allah mucize indirmeye kadirdir. Fakat onların çoğu bilmezler."
İşte böylece bu mübarek sûre müşriklerle münakaşa ve onları sustur­mak için, bâtılın belini kıracak kesin deliller ve parlak hüccetler getirin Buradan anlaşılıyor ki En'âm sûresi, yoğun bir şekilde İslam daveti yapmak bakımından Mekke'de inen sûreler arasında, büyük bir önem taşımaktadır.[1] Bu sûre, İslam davetinin hakikatlerini açıklar onu ayakta tutan unsurları sağlamlaştırır ve münazara ve mücadelede çeşitli enteresan deliller getire­rek muarızlarının şüphelerini giderir. Yaratma, îcât etme, kanun koyma ve İbadet hususlarında Yüce Allah'ın tek olduğunu zikreder, peygamberleri ya­lanlayanların durumlarını ve geçmiş toplumlarda onların benzerlerinin başlarına gelenleri anlatır. Onların vahy ve peygamberlik hakkındaki şüphelerini, öldükten sonra dirilme ve hesap gününü zikreder. Bütün bunları insanın kendisinde dış dünyada ve şiddet ve rahatlık anlarmdaki beşerî tabiatlarda bulunan delillere dikkat çekerek geniş geniş anlatır. Peygamber­lerin babası İbrahim'i ve onun peygamber olan çocuklarından bir grubu an­latır. Meşakkatlere katlanma ve sabretme hususunda Peygamber (s.a.v.)'e onların yolundan gitmesini ve onlara uymasını tavsiye eder. İnkarcıların kıyamet günündeki hallerini tasvir eder, bunu farklı şekillerde çokça izah eder. Helâl ve haram kılma hususlarında, şirklerinin sebep olduğu Câhiliyye tasarruflarından bir çoğunu açıklar. Onların geçersiz ve bâtıl olduklarına hükmeder. Bundan sonra sûre, tam bir açıklıkla önceki kitaplarda mevcut ve bütün peygamberlerin, kendisine çağırdığı vasiyetlerle son bulur: De ki, Gelin, Rabbinizin size haram kıldıklarını okuyayım". Sûre, bu hayatta, insanın Rabbinin katındaki yerini açıklayan tek âyetle sona erer ki o da insanın yeryüzünde halife oluşu ve Yüce Allah'ın kâinatın imarını insan eline vermiş olmasıdır. İnsan, kâinatta ne­silden nesile devam eder. Geçmişlerin yerine yenileri gelir. Yine bu âyette, Yüce Allah'ın yüce bir gaye ve büyük bir hikmete binaen insan fertlerine farklı lutuflarda bulunduğu açıklanmıştır ki o hikmet de, bu hayatın gerek­lerini yerine getirirken, insanın bir takım şeylerle imtihan edilmesi ve de-nenmesidir. Bu öyle bir durumdur ki, insanın kemâli ona bağlıdır. Yaratmaktan ve nizamdan maksat da budur:
Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği nimetler hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün tutan odur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır. Ve gerçekten O, bağışlayan merhamet edendir.[2]

Sûrenin İsimlendirilmesi

Allah'ın yarattığı ekinlerle hay­vanlardan Allah'a pay ayırdılar...[3] âyetinde hayvanlar, lafzı geçtiği için, sûreye "En'âm sûresi" denilmiştir. Ayrıca müşriklerin o hayvanlarla putlarına yaklaşmak için yaptıkları cahillikleri açıklayan hükümlerin çoğu bu surede zikredilmiş olması da, sûrenin bu ismi almasının sebeplerinden­dir. İbn Abbas'tan rivayet edilen şu hadis, bu surenin özelliklerinden birini gösterir: "En'âm sûresi Mekke'de, bir gecede toptan indi. Etrafında 70 bin melek yüksek sesle teşbih ediyorlardı.[4]
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
1. Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı vareden Allah'a mahsustur. Bunca âyet ve de­lillerden sonra kâfir olanlar hâlâ putları Rabb'leri ile denk tutuyorlar.
2. Sizi bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanı­nı takdir eden ancak O'dur. Bir de O'nun katında mu­ayyen bir ecel vardır. Siz hâlâ şüphe ediyorsunuz.
3. O, göklerde ve yerde tek Allah'tır. Sizin gizlini­zi, açığınızı, ne kazanacağınızı bilir.
4. Rablerinin âyetlerinden onlara bir âyet gelme-yedursun, o âyetlerden ille de yüz çevirirler.
5. Gerçekten onlar, kendilerine Hak geldiğinde onu yalanlamışlardı. Fakat yakında onlara alay ettikleri şeyin haberleri gelecektir.
6. Görmediler mi ki, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz bütün imkânları kendilerine ver­diğimiz, gökten üzerlerine bol bol yağmurlar indirip evlerinin altlarından ırmaklar akıttığımız nice nesilleri helak ettik. Biz onları, günahları sebebiyle helak ettik ve onların ardından başka nesiller yarattık.
7. Eğer sana kâğıt üzerine yazılmış bir kitap indirseydik de onlar elleriyle onu tutmuş olsalardı, yine de inkar ediciler: "Bu apaçık büyüden başka bir şey değildir." derlerdi.
8. Muhammed'e "Bir melek indirilseydi ya!" de­diler. Eğer biz öyle bir melek indirseydik elbette iş bi­tirilmiş olur, artık kendilerine göz bile açtırılmazdı.
9. Eğer Peygamberi bir melek kılsaydık muhak­kak ki onu insan suretine sokar onları yine düşmekte oldukları kuşkuya düşürürdük.
10. Senden önceki peygamberlerle de alay edilmiş, bu yüzden içlerinden alay edenleri eğlenceye aldıkları şey kuşatıvermişti.
11. De ki : "Yeryüzünde dolaşın, sonra yalanla­yanların sonunun nasıl olduğuna bakın!"
12. "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" diye sor... "Allah'ındır."de. O, merhamet etmeyi kendi zatı­na farz kıldı. Sizi, varlığında şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Kendilerini ziyana so­kanlar var ya işte onlar inanmazlar.
13. Gecede ve gündüzde barınan her şey O'nun-dur. O her şeyi işitendir, bilendir.
14. De ki: "Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedir­diği halde yedirilmeyen Allah'tan başkasını mı dost edi­neceğim!" De ki: "Bana müslüman olanların ilki olmam emredildi ve "Sakın müşriklerden olma!" denildi.
15. De ki: "Ben, Rabbim'e isyan edersem gerçek­ten büyük bir günün azabından korkarım."
16. O gün kim azaptan kurtarılırsa, gerçekten Al­lah onu esirgemiştir. İşte bu da kesin kurtuluştur.
17. Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa, onu ken­disinden başka giderecek yoktur. Ve eğer sana bir ha­yır verirse, şüphesiz O herşeye kadirdir.
18. O, kullarının üstünde her türlü tasarrufa sa­hiptir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, herşeyden haber­dardır.

Kelimelerin İzahı

Allah'la başkasını bir tutuyorlar, ona denk ve ortak koşuyorlar. Bir kimse birini bir başkası ile eşit tutarsa denir.
Kuşkulanıyorsunuz. Bir kimse, bir konuda kuşkuya düştüğünde denir.
Karn, belli bir zaman içerisinde yaşamış insan topluluğudur. Ümmetlerin en hayırlısı, benim zamanımdaki ümmetimdir.[5] Hadisinde bu mânâda kullanılmıştır. Karn kelimesi aslında "yüz sene" için kullanılan bir isimdir. Daha sonra o asırda yaşıyan insan toplu­luğuna isim olmuştur.-Şâir şöyle der:
Senin içinde yaşadığın toplum yok olur gider de, sen başka bir toplum içinde kalırsan, garipsin demektir.[6]
Midrâr, bol ve daimi, demektir. Kırtas, üzerine yazı yazılan sahife. Karıştırdık, demektir. Bir kimse bir şeyi, başkasına karışık gelecek şekilde kanştırırsa der.
Başlarına geldi ve isabet etti, demektir. Veli, yardımcı, manasınadır. [7]

Nüzul Sebebi

Rivayete göre Mekke müşrikleri şöyle dediler: Ey Muhammedi Bu kitabın Allah katından olduğuna ve senin peygamberliğine şahitlik edecek dört melekle beraber Allah katından bize bir kitap getirmedikçe vallahi sana inanmayız. Bunun üzerine Yüce Allah: "Eğer sana kağıt üzerine yazılmış bir kilap indirseydik de onlar elleriyle onu tutmuş olsalardı, yine de inkâr edi­ciler: "Bu apaçık bir büyüden başka bir şey değildir." derlerdi." âyetini indirdi.[8]

Âyetlerin Tefsiri

1. Hamd, gökleri ve yeri yaratan Allah'a mahsustur. Yüce Allah, kullarının, kenisine bütün ta'zîm, hürmet ve kemal çeşitlerini kapsayan bu cümle ile hamd etmelerini öğretmek ve kendisinin bütün övgülere lâyık olduğunu, ortağı, dengi ve benzeri bulunmadığını bil­dirmek için bu sureye, kendisine hamd ile başladı. Âyetin mânâsı şudur: Size çeşitli ihsan ve ikramlarla lutufta bulunan Rabbiniz Allah'a hamd edin. O gökleri ve yeri içlerinde, insanı hayrete düşüren güzelliklerle bir­likte yoktan yaratan, icâd ve inşâ edendir. O gökler ve yerde insanı şaşır­tan, hikmet dolu güzel şeyler vardır. Onlar akılları ve fikirleri dehşete dü­şürür. Bütün bunlar, basiret sahipleri için bir ibret ve öğüttür. Allah, karanlıkları, nuru ve âlemlerin faydası için varlıkta birbirini takip eden gece ve gündüzü bunların yanında akim ve fikrin kabul edemiyeceği birçok şeyi yaratandır. Dalâlet yolları çok ve çeşitli olduğu için kelimesi çoğul olarak getirilmiştir. Nurun kaynağı ise, kâinatı aydınlatan bir olan Allah olduğu için, kelimesi müfret getirilmiştir. Teshil yazarı şöyle der: Bu âyet, Mecûsîlerin ateşe ve benzeri aydınlıklara tapmalarını ve hayrın nurdan, şerrin de karanlıktan olduğuna dair inançlarını reddeder. Çünkü yaratılan şey, ne ilâh olabilir, ne de sonradan olan şeylerin yaratıcısı olabilir.[9] Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren bu kesin ve açık delillerden sonra, kâfirler, Rablerine ortak koşup elleriyle yonttukları putları ve hayallerinin ürünleri olan bir takım kuruntu ve vehim­leri ona denk tutuyorlar. Bu âyet, yaptıklarının hayret verici olduğunu ifade eder ve onları kınar. İbn Atıyye şöyle der: Âyet, kafirlerin yaptıklarının çir­kinliğine delâlet eder. Zira Allah'ın gökleri, yeri ve diğer şeyleri yaratmış olduğu anlaşıldı, mucizeleri görüldü, bunları ihsan ettiği ortaya çıktı. Bütün bunlardan sonra kâfirler Rabblerine ortak koştular. Bu ifade şöyle demeye benzer: Ey falan! Sana lütuf, ihsan ve ikramda bulundum. Bütün bunlar açıkça yapıldıktan sonra sen bana sövüyorsun.[10]
2. O, sizi yani babanız Âdem'i çamur­dan yaratan, sonra da sizin için bir müddet takdir edendir. O müddet sona erince ölürsünüz. Hepinizin dirilmesi için Onun katında ta­yin edilmiş başka bir ecel vardır. Birinci ecel ölümdür, ikincisi ise, Öldük­ten sonra dirilme ve haşirdir. Sonra siz ey kâfirler! Öldükten sonra dirilme hususunda şüpheye düşüyor ve bu büyük mucizelerin ortaya çıkmasından sonra dahi onu inkâr ediyorsunuz. [11]
3. O, göklerde ve yerde kendisine ibadet ve tazim edilen Allah'tır. İbn Kesir şöyle der: Göklerde ve yerde ne varsa, O'na şirk koşmaz, tevhid eder O'na ibadet eder, ilâhlığını ikrar eder, korku ve ümitle dua eder ve O'na "Allah" diye isim verirler.[12] O sizin gizlinizi, açığınızı ve hayır ve serden ne kazana­cağınızı bilir ve size ona göre karşılığını verir.
Bundan sonra Yüce Allah Onların inatlarım ve yüzçevirdiklerini haber vererek şöyle buyurur: [13]
4. Onlara ne kadar delil, mucize veya Kur'an âyetlerinden bir âyet geldiyse mutlaka bunlar hakkında düşünmeyi terkettiler ve dönüp bakmadılar. Kurtubî şöyle der: Bundan maksat, Allah'ın birliğine delil edinmeleri gereken âyetler ve peygamberin Rabbinden getirdiği şeylerin tümünün doğru olduğuna delil olmak üzere Allah'ın ona verdiği mucizelerin üzerinde düşünmeyi terketmeleridir.[14]
5. Şüphesiz onlar Allah tarafından kendilerine gelen Kur'an'ı yalanladılar, Er veya geç onlara ceza gelecek ve alay ettikleri şeyin haberini göreceklerdir. Bu âyet, alay etmelerine karşılık onlara azap ve ceza verileceğine dair bir tehdit ifade eder. Bundan sonra Yüce Allah onları, geçmiş milletlerden ibret almaya teşvik ederek şöyle buyurdu: [15]
6. Kendüerineden önce gelen ve pey­gamberleri yalanladıkları için helak ettiğimiz ümmetlerden ibret almıyor­lar mı? Bunu bilmiyorlar mı? Ey Mekke halkı! Biz, size vermediğimiz bolluk, geçim ve yeryüzünde yerleşme gibi nimet­leri onlara vermiştik. Gökten onların üzerine, si­cim gibi yağan bol yağmurlar indirdik. Evlerinin ve ağaçlarının altından ırmaklar akıttık da nehirler ve meyveler arasında bol­luk ve refah içinde yaşadılar. Fakat bütün bunlardan sonra inkâr ve isyan ettiler de günahları yüzünden onları helak ettik. Bu âyet geçmiş kavimlerin, kuvvetlerine ve yeryüzünde yerleşmiş olmalarına rağmen başlarına gelen musibetlerin benzerinin, bu kafirlere gelebi-leceğine dair bir tehdit ifade eder. inkarcıları helak ettikten sonra, onların dışanda başka bir kavim yarattık. Ebu Hayyan şöyle der: Bu âyette, öncekilerin helak edildiği gibi, isyan ettikleri takdirdemuhâtablarm da helak edileceği, imâ yoluyla anlatılmaktadır.[16]
7. Ey Muhammedi Sana, on­ların teklif ettikleri gibi, kağıda yazılmış bir kitap indirseydik, onlar da bunu açık açık görseler ve bütün şüphelerinin gitmesi için onu elleriyle tutsalardı, Mutlaka kâfirler, bu açık âyeti gördüklerinde, inat ve küfürlerinden dolayı: "Bu apaçık bir sihirden başka bir şey değildir" derlerdi. Yani: Onlara en açık mucize ve deliller gelse bile onlar iman etmezler. [17]
8. Kâfirler, "Muhammed'e, onun doğruluğuna ve peygamber olduğuna şahitlik edecek bir melek indirilse ya" dediler. Bura­daki edatı, teşvik ifade eden ^ manasınadır. Ebussuûd şöyle der: Yani:,
"Ona, görebileceğimiz ve bize onun peygamber olduğunu söyleyecek bir melek indirilse ya" dediler. Bu, onların her çaresiz kaldıkları ve başka se­bep bulamadıkları zaman, ileri sürdükleri, yaldızlı hurafeleri ve hakikatmış gibi göstermeye çalıştıkları batıllarıdır.[18] Onların tek­lif ettikleri gibi bir melek indirseydik ve onlar onu açık açık görüp de inkâr etselerdi, mutlaka helak olurlardı.[19] Nitekim Allah'ın kanunu şöyle cereyan etmiştir: Kim bir mucize ister, mucizeyi gördükten sonra da iman etmezse, Allah onu anında helak eder. Sonra onlara mühlet verilmez ve cezaları ertelenmez. Bu âyet, onların isteklerinin kabul edilmeyişinin se­bebini gösterir. Onlar bu teklifleri ile kendi kuyusunu kazan kimseye ben­zemektedirler. [20]
9. Eğer Peygamberi bir melek kilsaydık, elbette o da bir erkek şeklinde olacaktı. Çünkü onların, meleği kendi şeklinde gör­meye takatleri yoktur. Ve mutlaka onları, hem kendile­rini hem de kendilerinden zayıf olanları düşürdükleri şüpheye düşürürdük. Çünkü onlar meleği insan şeklinde gördükleri zaman, bu bir insandır, melek değildir, derler. İbn Abbâs (r.a.) şöyle der: Eğer onlara bir melek gelseydi, erkekten başka şekilde gelmezdi. Çünkü onlar, nurdan yaratılmış meleklere bakamazlar.[21] Bundan sonra Allah, Peygamber (s.a.v.)'i teselli etmek için şöyle buyurdu: [22]
10. Allah'a andolsun ki, bütün milletlerin kâfirleri, kendilerine gönderilen peygamberlerle alay etmişlerdir. Peygamberlerle alay eden bu kimseleri, alayla­rının akıbeti kuşatmıştır. Bu haber, kâfirler için bir tehdittir. [23]
11. Muhammedi O alaycılara de ki: Geçmiş milletlerin kalıntılarından ibret almanız için yer yüzünde yolculuk yapın da bakın ve sizden Önceki kâfirlerin başına gelen cezayı ve acıklı azabı bir düşünün. Allah onları nasıl helak etti ve ibret a-labilecek kimseler için nasıl bir ibret olduklarını görün. [24]
12. Ey Muhammedi De ki: Bu kâinatın tümü kimindir? Onu kim yarattı, kimin mülkü ve kimin tasarruf undadır.? Bu soru, kâfirlere karşı delil getirmek için sorulmuştur. Susturma sorusudur. Zihinlerine iyice yerleştirmek ve uyarmak için onlara de ki: "Onlar Allah'­ındır. Çünkü kâfirler bunu mecburen kabul edeceklerdir. Zira onlar, Allah'ın her şeyin yaratıcısı olduğunu ya itiraf ederler veya kendilerine bu konuda delil getirildiği için kabul ederler, Allah bir lütuf ve ihsan olarak, merhamet etmeyi kendi nefsine farz kıldı. Bundan maksat, onları imâna çağırma ve Rahman'a dönmeleri hususunda lütufla muamele etmesidir. Allah sizi, amellerinizin karşılısını vermek için kabirlerinizden kaldırıp varlığında şüphe olmayan kıyamet gü­nünde toplayacaktır.[25] Dünyada inkarları ve kötü amelleri sebebiyle kendilerim ziyana sokmuş olanlar var ya, işte onlar iman etmezler. Bundan dolayı onlar için âhirette bir mizan kurulmaz, orada onların cehennem ve elem verici azaptan başka bir payları yoktur. [26]
13. Gecede ve gündüzde inen ve olan şeyler O'nundur. Hepsi O'nun kulu ve mahlukudur. O'nun hükmü ve tasarrufu altın­dadır. Âyet, Allah'ın mülkünün her şeyi kuşattığını ifade etmektedir, O, kullarının sözlerini işiten ve hallerini bilendir. [27]
14. Ya Muhammed! o müşriklere de ki: Ben Allah'­tan başkasını mı dost edineyim? Buradaki soru, kınama ifade eder. O, gökleri ve yeri, daha önce bir benzeri olmadığı halde yok­tan var eden ve yaratandır. O besler, fakat Kendisi beslen­mekten münezzehtir. İbn Kesir şöyle der: Yani o, mahlukatma ihtiyacı olmadiği halde onlara rızık verip besleyendir.[28] Ya Muhammed! Onlara de ki: Rabbim bana, bu ümmet içersinde Allah'a teslim olanlardan ilki olmamı emretti. Bana: "Asla Allah'a ortak koşanlardan olma" denildi. Zemahşerî der ki: Âyetin mânâsı şudur: Bana müslüman olmam emredildi, müşrik olmam yasaklandı.[29]
15. Yine onlara de ki: Eğer ben Rabbime isyan eder ve ondan başkasına taparsam, büyük bir günün, yani kıyamet gününün azabından korkarım. [30]
16. Kim azaptan kurtarılışa, gerçekten Al­lah ona merhamet etmiştir, İşte bu, açık bir kurtuluştur. [31]
17. Ya Muhammed! Eğer Allah sana bir zarar verirse, yani senin başına fakirlik ve hastalık gibi bir sıkıntı ge­lirse, Allah'tan başka kimse onu senden çeviremez. Senden o sıkıntıyı, Allah'tan başka kimse gideremez, Ve eğer, sana sıhhat ve refah gibi bir hayır verirse, onun sana gelmesine kimse engel olamaz. Çünkü hayır ve şer vermeye gücü yeten tek varlık O'dur. Teshil ya­zarı şöyle der: Âyet, Allah'ın birliğine delildir. Çünkü hayrı ve zararı sa­dece o verir. Aynı şekilde, bundan sonra anlatılan vasıfları da Onun birligine delalet etmekte ve müşrikleri reddetmektedir.[32]
18. O kullarının üstünde her türlü ta­sarrufa sahip olan, her şeyi yerli yerinde yapan ve her şeyden haberdar olan­dır. Ibn Kesir şöyle der: Bütün boyunlar onun önünde eğilmiş, zorbalar onun üstünlüğünü kabul ederek önünde zelil ve hakir olmuş, yüzler ona çevril­miştir. O her şeye üstün gelmiştir. Her yaptığını bir hikmete göre yapar, ne­yin nerede olduğundan haberi vardır.[33]

Edebî Sanatlar

1. Hamd, Allah'a mahsustur. Bu cümle hasr ifade eder. "Hamde ve övgüye, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan başka kimse lâyık değildir" de­mektir. .
2. Karanlıkları ve nuru yarattı". Burada edebî sanat­lardan tıbak yardır.
3. Sonra, Rabblerini inkâr edenler, başkasını O'na denk tutarlar. Ayet, Allah'ın kudretini gösteren bu kadar açık deliller­den sonra, başkasını O'na denek tutmalarının çok uzak bir şey olduğunu ifade eder.
4. Sizin sırrınız" ile sizin açıktan yaptığınız şeyler" lafız­ları arasında tıbak sanatı vardır.
5. Bir asırdan" Bu "aynı asırda yaşayanlardan" demektir. Bura­da mecaz-ı mürsel vardır.
6. Üzerinize semayı bolca indirdik, Burada "yağmur indirdik" yerine "semayı indirdik" denilmiştir. Çünkü yağmur se­madan iner. Bu da aynı şekilde mecazdır.
7. Birçok peygamberle alay edildi. Burada büyüklük ve çokluk ifade etmek için kelimesi nekre olarak getirilmiştir.
8. Çok işiten ve çok bilen". Bu iki kelime mübalağa ifade eden sıygalardandır. [34]

Faydalı Bilgiler

Kur'an-ı Kerim'de beş sûre ile başlar. Bunlar : Fatiha sûresi : En'âm sûresi: Kehf sûresi: Sebe' sûresi: ve Fâtır süresidir: [35]
19. De ki: Şahitlik yönünden hangi şey daha bü­yüktür? De ki: Benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi u-yarmam için vahyolundu. Yoksa siz, Allah ile beraber başka ilâhlar olduğuna şahitilik mi ediyorsunuz? De ki: "Ben buna şahitlik etmem. O ancak bir tek Allah'tır, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden kesinlikle uza­ğım.
20. Kendilerine kitap verdiklerimiz onu, oğulla­rını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini ziyana sokan­lar var ya, işte onlar inanmazlar.
21. Allah'a karşı yalan sözlerle iftira edenden ve­ya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kimdir? Şüphe yok ki, zâlimler kurtuluşa ermezler!
22. Unutma o günü ki, onları hep birden toplaya­cağız sonra da, Allah'a ortak koşanlara: "Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız" diyeceğiz.
23. Sonra onların cevabı ancak, "Rabbimiz Allah hakkı için biz ortak koşanlar değildik!" oldu.
24. Gör ki, kendi aleyhlerine nasıl yalan söyle­diler ve uydurdukları şeyler kendilerinden nasıl kaybolup gitti!
25. Onlardan seni dinleyenler de vardır. Fakat O'nu anlamalarına engel olmak için kalblerinin üstüne perdeler, kulaklarına da ağırlık verdik. Onlar her tür­lü mu'cizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar. Hat­tâ o kâfirler sana geldiklerinde, "Bu Kur'an eskilerin masallarından başka bir şey değildir.." diyerek seninle tartışırlar.
26. Onlar, hem insanları Peygamber'e yaklaşmak­tan vazgeçirmeye çalışırlar hem de kendileri ondan uzaklaşırlar. Onlar birşeyi helak ediyorlarsa, o da an­cak kendileridir. Bunun da farkında değiller.
27. Onların, ateşin karşısında durdurulup, "Ah, n'olur keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rab-bimizin âyetlerini yalanlamasak ve müslümanlardan ol­sak" dediklerini bir görsen!..
28. Hayır! Daha önce gizlemekte oldukları şeyler kendilerine göründü. Eğer onlar, geri gönderilseler yi­ne men'olundukları şeylere döneceklerdir. Zira onlar gerçekten yalancıdırlar.
29. Onlar, hayat ancak bu dünyada yaşadığımız­dan ibarettir; biz, bir daha da diriltilecek değiliz; de­mişlerdi.
30. Rablerinin huzurunda durduruldukları za­man sen onları bir görsen! Allah onlara: "Bu hak değil-miymiş?" diyecek. Onlar da "Rabbimize andolsun ki evet!" diyecekler. Allah: "Öyle ise inkâr ettiğinizden dolayı azabı tadın!" buyuracak.
31. Allah'ın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar ger­çekten ziyana uğramıştır. Nihayet onlara Kıyamet vakti ansızın gelip çatınca, onlar, günahlarını sırtlarına yüklenerek diyecekler ki "Dünyada iyi amelleri terket-memizden dolayı vah bize!" Yüklendikleri şey ne kötü­dür!
32. Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Muttaki olanlar için âhiret yurdu muhak­kak ki daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdiremiyor musu­nuz?
33. Onların dediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zâlimler Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar.
34. Andolsun ki senden önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edil­melerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onla­ra yetişti. Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur. Muhakkak ki peygamberlerin haberle­rinden bazısı sana da geldi.
35. Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldi ise, yapabilirsen yerin içine inebileceğin bir tünel, ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven ara ki, onlara bir mu'-cize getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidâyet üzerinde toplayıp birleştirirdi, o halde sakın câhiller­den olma!

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah bu mübarek sûrenin evvelinde, birliğine ve kudretine dair birçok delil getirdi. Burada da, Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğine şahitlik ettikten sonra, Kur'an'ı inkâr edenlerin ve vahyi yalanlayanların du­rumlarını ve onların kıyamet günü duyacakları şiddetli hasreti anlattı. [36]

Kelimelerin İzahı

Sizi korkutmak için. tnzâr, korkutarak haber vermektir.
Onların imtihanı. Fitne, imtihan etmek, denemek demektir.
Ekinne, örtü ve perde mânâsına gelen kelimesinin çoğulu olup "perdeler" demektir.
Vakr, ağırlık demektir. Bir kimsenin kulağı ağır işittiği veya sağır olduğu zaman denir.
Esâtîr, hurafeler ve batıllar demektir, kelimesinin çoğu­ludur. Cevheri şöyle der: Esâtîr, bâtıl ve faydasız sözler demektir.[37]
Uzaklaşıyorlar. Bir kimse birşeyden uzaklaştığı zaman denir.
Bağteten, ansızın mânâsınadır.Bir kimse, ansızın birisinin karşı­sına çıktığı zaman denir.
Kusurlu davrandık. Kusurlu davranmaması mümkün olduğu halde kusur işledi, demektir. Ebu Ubeyd der ki: kaybetti demektir.
Evzârahüm, günahları demektir. Evzâr, kelimesinin çoğu­ludur.
Taşıyorlar.
Lehv, Nefsi ciddiyetten uzaklaştırıp, eğlenceye çevirmektir. Her­hangi bir şey kişiyi meşgul ettiği zaman denir. [38]

Nüzul Sebebi

a. Rivayet olunduğuna göre Mekke'nin reisleri Hz. Peygamber (s.a.v.) e dedilerki: Ya Muhammed! peygamberlikle ilgili olarak söylediklerinde, seni doğrulayan hiç kimse göremiyoruz. Seni Yahudilere ve Hıristiyanlar sorduk, kitaplarında, adının ve sıfatlarının geçmediğini söylediler. İddia ettiğin gibi bir peygamber olduğuna dair, bize lehinde şahitlik yapacak biri­ni göster. Bunun üzerine Yüce Allah: "De ki: "Şahitlik yönünden hangi şey daha büyüktür?" De ki: "Benimle sizin aranızda Allah şahittir.." mealinde­ki âyeti indirdi.[39]
b. İbn Abbâs'tan rivayet olunduğuna göre Ebu Süfyan, Velid b. Muğire ve Nadr b. Haris Rasulullah (s.a.v.) Kur'an okurken onun yanına oturdular. Nadr'a: "Muhammed ne diyor?" diye sordular. Nadr: Benim size geçmiş milletler hakkında anlattığım gibi, eskilerin hikayelerini anlatıyor, dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Onlardan seni dinleyenler de vardır. Eakat onu anlamalarına engel olmak için kalplerinin üstüne perdeler koyduk" mealindeki âyeti indirdi.[40]
c. Rivayet olunduğuna göre Ahnes b. Şüreyk, Ebu Cehil b. Hişam'a rastladı, ona dedi ki: Ey Ebu'l- hakem! Muhammed doğru mu söylüyor, yok­sa yalan mı? Bana haber ver. Bak, yanımızda hiç kimse de yok. Ebu Celil dedi ki: Vallahi, Muhammed doğru söylüyor. O, asla yalan söylemedi. Fa­kat Kusayyoğulları sancağı, hacılara su verme ve Beytullah'a hizmet edip onu koruma görevlerini ve peygamberliği alınca, diğer Kureyşlilere ne kalacak? Bunun üzerine Yüce Allah: "Onların dediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar..." mealin­deki âyeti indirdi.[41]

Ayetlerin Tefsiri

19. Ey Muhammed! Onlara de ki: Hangi şey benim peygamberlik iddiamdaki doğruluğuma şahitlik edecek en büyük şahittir!.. Onlara sen cevap ver ve de ki: Benim peygamber­liğime Allah şahitlik ediyor. Allah'ın şahitliği bana yeter. İbn. Abbâs şöyle der: Allah, Rasulu Muhammed (s.a.v.)'e buyurdu ki: "Onlara hangi şey en büyük şahittir?" de. Eğer sana cevap verirlerse ne âlâ. Cevap vermezlerse onlara de ki: Benimle sizin aranızda Allah şahittir.[42] Ey Mekke halkı! Bu Kur'an bana vahyolundu ki sizi ve Kur'an'ın kendilerine ulaştığı kıyamet gününe kadar gelecek olan Arap ve Arap olmayan tüm insanları uyarıyım. İbn Cezzî şöyle der: Bu âyetten maksat, Rasulullah (s.a.v.)'in doğruluğuna, en büyük şahit olan Yüce Allah'ı şahit tutmaktır. Allah'ın bu husustaki şahitliği ise Efendimiz Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğinin doğruluğunu bilmesi ve onun doğruluna delalet eden mucizesini göstermesidir.[43] Bu soru kınama ifade eder. Yani, Ey müşrikler! Siz gerçekten Allah'la beraber başka ilâhların varlığını ikrar mı ediyorsunuz? Allah'ın birliğine dair açık deliller ve hüccetler getirildikten sonra onunla beraber başka ilâhların varlığına nasıl şahitlik ediyorsunuz? "Onlara, ben buna şahitlik edemem." de. Ey Muhammed deki: Ben ancak Allah'ın bir ve tek olduğuna ve herkesin ona muhtaç olup kendisinin kimseye muhtaç olmadığına şahitlik ederim, Ben şüphesiz sizin ortak koştuğunuz bu putlardan uzağım. Bundan sonra Yüce Allah kâfirlerin câhil ve inatçı olduklarını anlatarak şöyle buyurdu. [44]
20. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'i tanıyıp ta inatçılık eden Yahudi ve Hıristiyanlar onu Tevrat ve İn­cil de zikredildiği üzere şekil ve şemailinden tanırlar. Onlardan biri kendi çocuğunu nasıl tanırsa Hz. Muhammed'i (s.a.v.) de o şekilde tanıyıp bu hu­susta asla şüphe etmez. Zemahşerî şöyle der: Bu âyet Ehl-i kitabın. Hz. Peygamberi (s.a.v.) tanımasını, dolayısıyla onun peygamberliğinin doğruluğunu Mekkelilere karşı şahit olarak göstermektedir.[45] tşte onlar kendilerine ziyan edenlerdir. Çünkü onlar apaçık âyetler geldiği halde Muhammed'e (s.a.v.) iman etmediler. [46]
21. Bu soru ayıplama ve kınama ifade eder. Mânâsı olumsuzdur. Yani Allah'a karşı yalan uyduran­dan, veya Kur'an'ı ve açık mucizeleri yalanlayıp onlara "sihir" adını veren­den daha zalim hiç kimse yoktur. Ebussuûd şöyle der: 3 t Edatı iftira ve ya­lanlamadan herbirinin tek başına ne kadar büyük bir zulüm olduğunu göstermektedir. Durum böyleyken onlar bu suçların ikisini de işlemişler, Allah'ın yok dediğine var demişler, var dediğine yok demişlerdir.[47] Bu tak­dirde zulmün derecesi nasıl olur? Allah canlarım alsın nasıl da yüz çeviriyorlar Kuşkusuz ne iftiracı ne de yalanlayıcı felah bu­lur. Bu âyet gösteriyor ki peygamberlik iddiasında bulunan kimse eğer ya­lancı olsa Allah'a karşı iftira etmiş olur. Bu takdirde mucizeler gösterme imkânı olmaz. [48]
22. Hesap İçin onların hepsim toplayacağımız ve onlara insanların huzurunda "Allah'a ortak koştuğunuz ilâhlarınız nerede? diye soracağımız günü hatır­la" Beyzâvî şöyle der: Bu sorudan maksat onları kınamaktır fiilinin ilii Tkdiri şöyledir Beyzâvî şöyle deki mefulu hazfedilmiştir. Takdiri şöyledir. Belki de kıyamet gününde fayda umdukları ilâhlarından ayrı olmaları için o gün ilâhları ile kendileri arasına bir engel girer.[49] İbn Abbâs şöyle der: Kur'an'da geçen bütün (zu'mlar) yalan ifade eder. [50]
23. Bu soruyla imtihana çekildikleri ve hakikatleri gördükleri zaman onların cevabı ancak, "Rabbi-miz Allah hakkı için biz ortak koşanlar olmadık!" demelerinden başka bir şey olmayacaktır. Yani, Ey Rabbimiz! Biz müşriklerden değildik, şeklindeki sözlerinde yalan söyleyerek yemin ederler. Kurtubî şöyle der: Müşrikler Allah'ın, müminleri bağışladığını ve günahlarından vazgeçtiğini görünce şirkten uzak olduklarını böyle birşey yapmadıklarını söyleyecekler. İbn Abbas şöyle der: Allah samimi müslümanlann günahlarını bağışlaya­cak. Müşrikler bunu görünce diyecekler ki: "Gelin biz de: "Şüphesiz biz gü­nahkardık, müşrik değildik, diyelim." Bunun üzerine ağızlarına mühür vuru­lur. Yapmakta olduklarını elleri söyler ve ayakları şahitlik eder.[51]
24. Ey Muhammed! şirk koşmadıklarını söyleyerek gaypları pekiyi bilen Allah'ın huzurunda kendilerine karşı nasıl yalan söylüyorlar?! Bu âyet, onların açık yalanlarından dolayı hayret ifade eder. Şefaatlerini umdukları ilâhları dağıldı ve yok olup gitti ve Allah'a iftira edip ona ortak koştukları şeyler kaybolup gitti.
Bundan sonra Yüce Allah müşriklerin Kur'an'ı dinleme esnasındaki durumlarını anlatarak şöyle buyurdu: [52]
25. Ey Muhammed! Sen Kur'an'ı okurken o müşrik­lerden bazıları seni dinler, Kur'an'ı anlamama­ları için onların kalplerini perdelerle örttük; Kulaklarına da işitmelerini engelleyecek ağırlık ve sağırlık verdik. İbn Cezzî, âyetin mânâsı şöyledir der: Onlar Kur'an'ı dinlerlerken Allah onların Kur'an'ı an­lamalarına engel oldu. Bunu daha vurgulu ifade etmek içinperdeler ve Onlar ne kalamar sağırlık" kelimeleri ile ifade etti.[53] Onlar ne ka dar mucize ve açık deliller görürlerse görsünler, aşırı derecede inat olduk­ları için inanmazlar, Onlar kibir ve yalanlamada o kadar ileri gittiler ki seninle cedelleşmek üzere geldiklerinde Kur'an hakkında "Bu öncekilerin hurafeleri ve bâtıl
sözlerinden başka bir şey değildir." derler. [54]
26. O yalanlayıcı müşrikler insanları Kur'an'a ve Hz. Muhammed'e uymaktan vazgeçirmeye çalışırlar, kendileri de ondan uzak dururlar, Onlar bu yaptıkları ile kendi­lerinden başkasını helak etmezler. Fakat bunun farkmda değillerdir. İbn Kesir şöyle der: Onlar bu iki çirkin fiili bir arada yaptılar. Kendileri Kur'-an'dan faydalanmadıkları gibi, başkalarının da faydalanmasına müsaade et­miyorlar. Bunun vebali sadece onlara aittir, fakat farkına varamazlar.[55]
27. Ey Muhammedi O müşrikler ateşe arzedildikleri zaman sen onları bir görsen sen büyük bir olay görmüş olursun. Bu öyle bir olaydır ki, onun şiddetinden saçlar ağarır. Beyzâvî şöyle der edatının cevabı mahzuftur. Takdiri : Elbette korkunç bir olay görmüş olurdun" şeklindedir.[56] Muhatabın düşünebileceği en korkunç bir olay olduğunu ifade etmek için hazfedilmiştir. O zaman onlar, "ah ne olur, keşke dünyaya geri gönderilsek de, bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve inananlardan ol­sak", derler. Dünyaya geri dönüp iyi amel işlemeyi, Allah'ın âyetlerini yalanlamamayı ve mü'minlerden olmayı temenni ederler. "Dünyaya dönersek Allah'ı tasdik edeceğiz ve O'na sadık bir iman ile iman edeceğiz" derler. Amellerini düzeltmek ve eksikliklerini gidermek için dünyaya dönmek is­terler. Yüce Allah onların bu isteğini reddederek şöyle buyurdu: [57]
28. Bilakis onların dünyada gizledikleri kusur ve kabahatleri kıyamet günü kendilerine gösterilmiştir. Onun için, dünyaya dönmeyi isterler. Ölümden sonra dünyaya geri dönmek yoktur ama, farzedelim ki dünyaya geri gönderildiler, mutlaka yine inkar ve sapıklığa dönerler. Şüphesiz onlar, iman edecekle­rine dair verdikleri sözlerde yalancıdırlar. [58]
29. O kâfirler: "Hayat, bu dünya hayatından ibarettir. Öldükten sonra tekrar dirilmek yoktur " derler. [59]
30. Suçlu kölenin, cezalandırılmak için efendi­sinin huzurunda durdurulduğu gibi onların, Alemlerin Rabbi olan Allah'ın huzurunda hesap için durduruldukları zamanki hallerini bir görsen. Bu duru­şun korkunçluğunu ifade etmek için edatının cevabı hazfedilmiştir. Allah, "Öldükten sonra dirilmek hak değilmiymiş?! der. Bura­daki soru edatı hemze, onların yalanlamalarını kınamak içindir. Onlar: "Evet, Rabbimiz Allah'a andolsun ki, o haktır" derler. Allah: "Öyleyse dünyadaki inkarınız ve Allah'ın peygamberle­rini yalanlamanız sebebiyle şimdi azabı tadınız, der. Bundan sonra Yüce Allah, o kafirlerin durumlarını bildirerek şöyle buyurur. [60]
31. Öldükten sonra dirilmeyi yalanlayanlar, şüphesiz ziyana uğramışlardır. Nihayet bilemedikleri bir anda ansızın kıyamet geldiğinde onlar: "Dün­yada iyi amelleri yapmadığımızdan ve kusur ettiğimizden dolayı, vah bize!" derler. Kurtubî şöyle der: Kıyamet gününde hesap süratli olacağından ona, bir an ismi verilmiştir.[61] Onlar, günahlarının ağırlıklarını sırtlarına yüklenmiş olarak bu sözleri söylerler.
Beyzâvî şöyle der:' Bu, onların günahlarının ağırlığını taşımaya müstehak olduklarım ifade eden bir temsildir.[62] Genellikle ağır yükler sırtta taşındığı için Allah" sırtlarında" buyurdu. İbn-i Cüzeyy şöyle der: Bu, onların günahlarını yüklenmelerinden kinayedir. Onlann, günahlarını gerçek­ten sırtlarına yükleneceğini söyleyenler de vardır. Rivayet edildiğine göre, kafirin ameli en çirkin bir şekilde girip sahibine göründükten sonra, onun sırtına biner. Mü'minin ameli ise sahibi için en güzel bir şekli aldıktan son­ra sahibi ona biner.[63] Dikkat ediniz, yüklendikleri günah ne kötüdür. [64]
32. Dünya hayatının müddeti kısa ve lezzeti de geçici olduğu için, o, bir aldanma ve oyalanmadan başka bir şey de­ğildir. Âhiret ve ordaki çeşitli nimetler, Allah'ın muttaki kulları için bu fani dünyadan daha hayırlıdır. Çünkü âhiret de­vamlıdır. Onun nimetlerinden devamlı olarak istifade ederler ve sevinçleri yok olmaz, Âhiretin dünyadan hayırlı olduğuna akıl erdiremiyorlar mı?
Bundan sonra Yüce Allah, kavminin yalanlamalarına karşılık pey­gamberini (s.a.v.) teselli ederek şöyle buyurur:[65]
33. Onlann seni yalanlamalarını, üzmeleri­ni ve onların davranışlarına karşı olan üzüntü duyduğunu mutlaka biliyoruz. Hasan-ı Basrî şöyle der; Müşrikler Peygambere (s.a.v.)"Sihirbaz, şâir, kâhin ve deli" diyorlardı, Onlar seni kalben yalanlamıyorlar, senin doğruluğuna inanıyorlar. Fakat inatlarından dolayı inkar ediyorlar. Onların yalanlamasına üzülme. İbn Abbas şöyle der: Rasulullah (s.a.v.)'a "Emîn" ismi verilmişti. Onun hiçbir hususta yalan söy­lemeyeceğini biliyorlardı. Fakat yine de onu inkâr ediyorlar. Ebu Cehil şöy­le diyordu: Ey Muhammedi Biz sana yalancısın demiyoruz. Bize göre sen doğru bir insansın. Biz ancak, senin bize getirdiğin kitabı yalanlıyoruz.[66]
34. Kuşkusuz senden önceki peygamberler de yalanlandı. Onlar kavimlerinden gördükleri yalanlama ve alaya karşı kendilerine Allah'ın yardımı gelinceye kadar yalanlanmalarına ve çektikleri eziyetlere sabrettiler. Âyet-i kerimede sabırlı olma tavsiye edilmekte ve Peygamber'e (s.a.v.) zafer vaad edilmek­tedir. Allah'ın kelimelerini değiştirecek hiç kimse yoktur.
İbn Abbas şöyle der: Kelimeden maksat Allah'ın vaadleridir. Bu söz, va'din mutlaka yerine getirileceğini ifade eder. Şüphesiz, yalanlanan ve kendilerine eziyet edilen peygamberlerin bazı haberleri, on­ları nasıl kurtardığımız ve kavimlerine karşı nasıl yardım ettiğimize dair bilgiler sana geldi. Sen bunlarla kendini teselli et ve üzülme. Çünkü Allah, onlara yardım ettiği gibi, sana da yardım edecektir. [67]
35. Ey Muhammedi Eğer onların İslamdan yüz çevirmesi zor ve ağır geliyorsa Onlara, teklif ettikleri bir mucizeyi getirmen için yeraltında bir yol, tünel veya göklerde yükselmek için bir merdiven arayıp bulmaya gücün yeterse yap. Allah dileseydi, el­bette onlara iman yolunu gösterirdi. Ey Muhammedi Sen, Allah'ın hikmetini ve ezeli dilemesini bilmeyen Câhillerden olma. [68]

Edebî Sanatlar

1. Oğullarını tanıdıkları gibi" Burada mürselmücmel denilen bir teşbih vardır.
2. İddia ettiğiniz kimseler", Burada hazif yoluyla îcâz vardır." Ortak olduklarını iddia ettiğiniz kimseler." takdirindedir.
3.Bak nasıl yalan söylüyorlar!" Bu ibare, onların garip yalanlarının hayret verici olduğunu ifade eder.
4. Kulaklarında bir ağırlık vardır." ifadesini kullandı. Bu onların Kur'an'dan yüz çevirmelerini istiare yoluyla gösteren bir temsildir.
5. Kâfirler diyorlar." Burada, onların küfrünü tescil et­mek için, zamir yerine zahir isim kullanıldı.
6. Yasaklarlar ve uzak dururlar" Bu iki fül arasında edebî sanatlardan olan "nakıs cinas" vardır.
7. Muhakkak onlar yalancıdırlar" Yalancılığın, onların tabiatları haline geldiğine dikkat çekmek için bu cümle, birisi jl diğeri J ol­mak üzere, iki pekiştirme edatı ile pekiştirilmiştir.
8. Dünya hayatı, sadece bir oyun ve eğlence­den ibarettir." Burada teşbih-i beliğ vardır. Zira mübalağa ifade etmek için dünya, oyun ve eğlencenin kendisi gibi ifade edilmiştir. Nitekim, Hansâ'nm şu sözünde de durum böyledir : Dünya ancak talih ve talih­sizlikten ibarettir."
9. Akıl erdiremiyor musunuz? Bu soru kınama ifade eder.
10. Birçok peygamber yalanlandı." Burada kelimesi­nin tenvini, büyüklük ve çokluk ifade eder. [69]

Bir Uyarı

Fahreddin Râzî şöyle der: Ateşin karşısında tu­tuldukları zaman bir görsen." Bu şartın bir cevabı olması gerekir. Ancak olayın azametini ve şanının büyüklüğünü ifade etmek için bu cevap hazfe-dilmiştir. Kur'an ve şiirde bunun benzerleri çoktur. Bu tür yerlerde cevabın hazfedilmesi, mânâ bakımından, zikredilmesinden daha beliğdir. Sen kö­lene: "Vallahi, eğer kalkarsam.., dedikten sonra, ne yapacağım söylemeyip susarsan, kölenin aklına dövmek, öldürmek ve bir yerini kırmak gibi çeşitli cezalar gelir ve daha çok korkar. Çünkü o, bu ceza türlerinden hangisini uy­gulamak istediğini bilemez. Eğer sen: "Vallahi kalkarsam, mutlaka seni döverim" diyerek şartın cevabını da söylersen, köle senin dövmekten başka bir şey yapmayacağını anlar. Anlaşılıyor ki, şartın cevabım hazfetmek, kor­kutmak için daha etkilidir.[70]
36. Davete ancak dinleyenler icabet eder. Ölülere geliAce, Allah onları diriltecek, sonra da O'na döndü­rülecekler.
37. "Keşke O'na Rabbinden bir mu'cize indirilseyai!" dediler. De ki: "Şüphesiz Allah mu'cize in­dirmeye kadirdir. Fakat onların çoğu bilmezler."
38. Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve iki kana­dıyla uçan kuşlardan ne varsa, hepsi ancak sizin gibi canlılar topluluğudur. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bı­rakmadık. Nihayet toplanıp Rablerinin huzuruna geti­rilecekler.
39. Ayetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu şaşırtır, dilediği kimseyi de doğru yola iletir.
40. De ki: "Ne dersiniz; size Allah'ın azabı veya o kıyamet saati gelse, Allah'tan başkasına yalvarırsınız? Doğru sözlü iseniz (söyleyin bakalım)!"
41. Bilakis yalnız Allah'a yalvarırsınız; O da kendisi ne yalvardığınız belâyı dilerse kaldırır; ve siz de I ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz.
42. Andolsun ki, senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Ardından boyun eğsinler diye, onları darlık ve hastalıklara uğrattık.
43. Hiç olmazsa onlar azabımız geldiği zaman bo­yun eğselerdi! Fakat kalbleri iyice katüaştı ve şeytan da onlara yaptıklarını cazip gösterdi.
44. Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında üzerlerine herşeyin kapılarım açtık. Nihayet kendile­rine verilenler yüzünden şımardıkları zaman, onları ansızın yakaladık, birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler.
45. Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.
46. De ki: "Ne dersiniz? Eğer Allah kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör eder, kalblerinizi de mühürlerse bunları size Allah'tan başka geri verecek bir ilâh var mı?!" Bak, delilleri nasıl ayrıntılı bir şekilde açık­lıyoruz. Onlar hâlâ yüz çeviriyorlar.
47. De ki: "Söyler misiniz! Size Allah'ın azabı an­sızın veya açıkça gelirse, zâlim toplumdan başkası mı helak olur?"
48. Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar üzüntü de çekmeyecekler.
49. Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, yoldan çıkmaları yüzünden onlar azap çekeceklerdir.
50. De ki: "Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır demiyorum! Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolu-nana uyarım," De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?
51. Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Onunla uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir aracı vardır, belki sakınırlar.
52. Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O'na yalvaranları kovma! Onların hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur, ki onları kovup ta zâlimlerden olasın!
53. "Aramızdan Allah'ın kendilerine lütuf ve ih­sanda bulunduğu kimseler de bunlar mı!" demeleri için biz onların bir kısmını diğerleri ile işte böyle imti­han ettik. Allah, şükredenleri daha iyi bilmez mi?
54. Âyetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: "Selam size! Rabbiniz merhamet etmeyi kendi­sine yazdı. Durum şu ki: Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini İs­lah ederse, bilsin ki Allah, Gafurdur, Rahimdir."
55. Böylece suçluların yolu belli olsun diye âyetleri iyice açıklıyoruz.
56. De ki: "Allah'ın dışında taptığınız şeylere tap­mak bana yasak edildi." De ki: "Ben sizin arzularınıza uymam, böyle yaparsam sapıtırım da hidâyete erenler­den olmam."
57. De ki: "Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Ça­bucak gelmesini istediğiniz azap benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O, hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır."
58. De ki: "Acele istediğiniz şey benim elimde ol­daydı, elbette benimle sizin aranızda iş bitirilmişti. Allah zalimleri daha iyi bilir."

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde, müşriklerin Kur'an'dan ve Hz. Peygam­bere iman etmekten yüz çevirmelerini anlattıktan sonra, bu âyetlerde de bunun sebebini açıkladı. Sebep şudur: Kur'ân-ı Kerim nûr ve şifâdır. Mü'minler onunla doğru yolu bulurlar. Kâfirler ise işitmeyen ve cevap vermey­en Ölüler gibidirler. Dolayısıyla ondan yüz çevirirler. Bundan sonra Yüce Allah, müşriklerin bazı mucizeler teklif etmelerini anlattı ve onları kafası çalışmayan sağır ve dilsizlere benzetti. [71]

Kelimelerin İzahı

Boyun eğdiler. Tedarru, zillet mânâsına gelen kökünden türetilmiş bir mastardır. Bir kimse, bir şeye boyun eğdiğinde bu şahsa da denilir.
Be'sâ darlık, demektir. Fakirlik mânâsına gelen kökünden türemiştir.
Darrâ hastalık demektir. Bela mânâsına gelen kökündendir. Kurtubî şöyle der: mallarda, bedenlerde olur. Bu, cumhurun görüşüdür,[72]
Mublis, hayırdan ümit kesen manasınadır. Bir kimse, hayırdan ümit kestiğinde denilir. Şeytan, Allah'ın rahmetinden ümit kestiği için ona da" iblis" denilmiştir.[73]
Dâbir, sonuncu demektir. Bir kavmin, neslinden son gelenlere denilir. Kutrub, bu kelimeye "helak oldular, kökleri kesildi" şek­linde tefsir etmiştir. Şâir şöyle der:
Köklerim kesen bir azap ile helak oldular. O azabı defetmeye güçleri yetmedi ve ona galip gelemediler.[74]
Yüz çeviriyorlar. Bir kimse bir şeyden yüz çevirdiğinde denir.
Kovarsın, demektir. Tard, hakaret ederek uzaklaştırmak demek­tir.
Fâsılîn, hükmedenler demektir. [75]

Nüzul Sebebi

İbn Mes'ud'un şöyle dediği rivayet olunur: Rasulullah (s.a.v.)'ın yanında Suheyb, Habbâb, Bilâl, Ammâr ve diğer güçsüz müslümanların bu­lunduğu bir sırada Kureyş'in ileri gelenlerinden bir grup gelerek dediler ki: Ey Muhammedi Sen kavminin yerine bunları mı tercih ettin! Biz onların peşinden mi gideceğiz! Allah'ın lütfuna nail olanlar bunlar mı! Onları ken­dinden uzaklaştır. Onlan uzaklaştırırsan belki sana uyarız. Bunun üzerine Yüce Allah: Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam ona yalvaranları kovma!" âyetini indirdi.[76]

Âyetlerin Tefsiri

36. Samimiyetle ve kabul edecek bir şekilde dinleyenler ancak imanı kabul eder. Önceki cümle burada tamamlanmıştır. Bundan sonra gelen yeni bir cümledir. Ölülere gelince, Allah onları diriltecektir. İbn Kesir şöyle der: Ölülerden maksat kafirlerdir. Çünkü onların kalpleri Ölüdür. Allah onları bedenen ölülere benzetmiştir. Bu, onlarla alay etme ve onları ayıplama kabilindendir.[77] Taberî şöyle der: Yani kafirelere gelince, Allah onlan ölülerle birlikte diriltecektir. Yüce Allah böyle demekle onları hiçbir ses işitmeyen, herhangi bir çağrıyı idrak edemeyen ve hiçbir sözü anlamayan ölülerin içinde saymıştır. Çünkü onlar Allah'ın delillerini düşünemiyor, onun mucizelerinden ibret ve öğüt alıp da Allah'ın peygamberlerini yalanlamaktan vazgeçemiyorlar.[78] Sonra onların dönüşü Allah'adır. Allah, onların amellerinin karşılığını vere­cektir. [79]
37. Mekke kâfirleri: "Deve, âsâ ve mâide (sofra) gibi, Muhammed'in doğruluğunu gösterecek bir mucize indirilse ya" dediler. Kurtubî şöyle der: Bir sûresinin benzerini getirmekten aciz kaldık­ları Kur'an hakkında hüccet ve delillerin getirilmesinden sonra, onlar inat­larından dolayı böyle diyorlardı.[80] De ki: Allah on­ların teklif ettikleri bu mucizeyi getirmeye kadirdir. Fa­kat onların çoğu, o mucizenin indirilmesinin kendileri için bela ve musibet getireceğini bilmezler. Çünkü Allah onların isteklerine uygun olarak bir mucize indirir de onlar inanmazsa, Allah hemen onları cezalandırır. Nite­kim geçmiş milletlere de böyle yapmıştır. [81]
38. Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve gökyüzünde iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa, hepsi ancak sizin gibi yaratılmış varlıklardır. Allah onları yarattı, hallerini, rızıklarını ve ecellerini takdir etti. Beyzâvî şöyle der: Bundan maksat, Al­lah'ın kudretinin kemalini, ilminin ve tedbirinin genişliğini göstermektir. Bu da onun mucize göstermeye kadir olduğuna delildir.[82] Din hususunda insanların muhtaç olduğu ne varsa hepsini Kur'an'da açık­ladık, onları bırakmadık ve onlardan gafil olmadık.Bir görüşe göre, Kitap­tan maksat, Levh-i Mahfuzdur. Buna göre mânâ şöyle olur: Levh-i Mah-fuz'da yazmadığımız hiçbir şey bırakmadık.[83] Nihayet hepsi Rabblerinin huzurunda toplanacaklar ve o, onların aralarında hükme­decek. Zemahşerî şöyle der: Bütün hayvan ve kuşlar toplanacak. Allah on­ların hakkını birbirlerine Ödettirecek. Nitekim hadiste: Allah, boynuzsuz koyunun hakkını boynuzlu koyundan alacaktır.[84] buyuruldu.[85]
39. Kur'an'ı yalanlayanlar var ya, onlar sağırlardır, Allah kelâmını kabul edecek şekilde dinlemezler; dilsiz­lerdir, hakkı söyleyemezler, inkar karanlıklarında bocalarlar. İbn Kesir şöyle der: Bu bir temsildir. Yani onların cehalet, bilgisizlik ve an­layışsızlık hususundaki halleri hiçbir şeyi göremez bir halde karanlıklar içinde kalan sağır ve dilsiz bir kimseye benzer ki, o ne işitebilir, ne de konuşabilir. Böyle bir kimse, yolunu nasıl bulabilir veya bulunduğu kötü du­rumdan nasıl çıkabilir![86] Allah kimi şaşırtmak isterse onu şaşırtır. Kimin de hidâyetini dilerse onu hidâyete iletir ve müslüman olmayı nasip eder. [87]
40. De ki: Söyleyin bana, eğer, sizden öncekilere geldiği gibi, Allah'ın azabı size de gelirse veya ansızın kıyamet koparsa, kime dua edersiniz? Bu soru hayret ifade eder. Sizden sıkıntıyı gidermesi için Allah'tan başkasına mı dua edersiniz? Putların size fayda vereceği iddianızda doğru iseniz, söyle­yin bakalım, hangisine dua edersiniz?[88]
41. Bilakis şiddet anlarında sa­dece Allah'a dua edersiniz. Kaldırılması için dua ettiğiniz musibeti, di­lerse o kaldırır. Allah'a ortak koştuğunuz ilâhları terkedip unutursunuz. Onlara dua etmezsiniz. Çünkü artık sıkıntıyı, başkası değil, sadece Allah'ın kaldırabileceğine inandınız. [89]
42. Bu âyet, Rasulullah (s.a.v.)'ı teselli etmektedir. Yani andolsun ki, senden önce bir çok millete peygamberler gönder­dik de, onlar bu peygamberleri yalanladılar. Allah'a dönüp ona boyun eğmeleri için, biz onları fakirlik, hastalık ve ağrılarla cezalandırdık. [90]
43. Buradaki edatı teşvik ifade eder. Yani, hiç olmazsa, onlara azabımız geldiğinde boyun eğselerdi. Bu, duayı terket-melerinden dolayı bir kınamadır. Boyun eğip yakarmalarını gerektiren se­bepler varken boyun eğmediklerini haber vermektedir. Fa­kat onlar bunun tam tersini yaptılar. Zira kalpleri katılaştı ve iman için yumuşamadı. Şeytan onlara isyanı ve dalalette ısrar etmeyi güzel gösterdi. [91]
44. Kendilerine yapılan öğüt ve nasihati unutup ge­reğini yapmayınca, Onlara herşeyin kapısını açtık ve derece derece nimetlerini ve mallarını çoğalttık. Niha­yet bu nimetler sebebiyle sevindiler ve aşırı derecede sunardılar. Azabımızla onları ansızın yakaladık. Bir de baktık ki onlar, her türlü iyilikten ümitlerini kesmişler. [92]
45. Zulmeden kavmin kökü kesilip, son ferdine kadar helak oldular, Hamd peygamerlere yardımı ve kâfir­leri helak etmesine karşılık âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. Ha-san-ı Basrî şöyle der: Ka'be'nin Rabbine yemin olsun ki, bu kavme tuzak ku­ruldu. Bu kavim bir tuzağa düştü. Önce ihtiyaçları giderildi, sonra cezalandırıldılar.[93] Hadiste şöyle rivayet edilmiştir: Masiyet işlemesine rağ­men, Allah'ın bir kula istediği dünya nimetlerini verdiğini gördüğünde, bil ki o istidractır.[94] Sonra da bu âyeti okudu: Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında üzerlerine herşeyin kapılarını açtık. Nihayet ken­dilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman, onları ansızın yakaladık. Birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler. [95]
46. Ey Muhammed! Mekkelilerden o inatçı yalanlayıcılara de ki: "Söyleyin bana, eğer Allah duyu organlarınızı yok eder de sizi sağır ve kör ederse akıl erdiremeyecek ve anlayamayacak bir şekilde kalplerinizi mühürlerse işte bunları Allah sizden aldığında, O'ndan başka bunları size geri verebilecek herhangi bir kimse var mı? Bak, birliğimize delâlet eden âyetleri nasıl açıklıyoruz. Bütün bunlardan sora yine de onlar, âyetlerimizden yüz çeviriyor ve ibret almıyorlar. [96]
47. O yalanlayıcılara de ki: "Söy­leyin bana, Allah'ın acil azabı gece veya gündüz, ansızın veya açıkça ge­lirse zâlim kavimden başkası mı helak olur? Buradaki soru inkâr için olup olumsuzluk mânâsı ifade eder. Yani, o azap ile, sizden başkası helak olmaz. Çünkü siz inkar ve inat ettiniz. [97]
48. Peygamberleri ancak, müminlere sevabı müjdelemek, kafirlere de azabı haber vermek için göndeririz. Onlar, kafirlerin teklif ettikleri mucizeleri getirmek için gönderilmezler. Kim o peygamberlere inanır ve salih amel işlerse, onlar için âhirette bir korku yoktur. Onlar üzülmezler de. Yani ne korkarlar, ne de üzülürler. Çünkü âhiret takva sahibi kimseler için mükâfat yurdudur. [98]
49. Allah'ın âyetlerini ya­lanlayanlara gelince, fısklan ve Allah'a itaatten çıkmaları sebebiyle onlara acıklı bir azap dokunacaktır. İbn Abbâs: "Fısklan sebebiyle demek, inkar­ları sebebiyle demektir" der.[99]
50. Ey Muhammedi Sana muci­zeler ve harikulade şeyler indirmeyi teklif eden o kafirlere de ki: Ben, Al­lah'ın hazinelerinin bana bırakıldığını iddia etmiyorum ki, bana mucizeler indirmeyi teklif ediyorsunuz. Ben ğaybı bildiğimi de iddia etmiyorum ki, azabın ne zaman indirileceğini benden soruyorsunuz. Ben size meleklerden olduğumu da söylemiyorum ki, bana göklere yükselmemi, çarşı ve pazarlarda yürümememi, yemememi ve içmememi teklif ediyorsunrz. Sâvî şöyle der: Bu âyet, müşriklerin Rasulullah (s.a.v.)'a: "Eğer peygambersen, Rabbinden bize bol rızık vermesini, fakirliğimizi gidermesini, yararımıza ve zararımıza olan şeyleri bize haber vermesini iste" dedikleri zaman nazil oldu. Rasulullah (s.a.v.) onlara, bunun kendi elinde değil, Allah'ın elinde olduğunu haber verdi.[100] Âyetin mânâsı şöyledir: Ben bu üç şeyden hiçbirini iddia etmiyorum ki, bunlara cevap vermememi, peygam­berliğimin doğru olmadığına delil sayasınız. Sizi çağırdığım şeyde, ben, Allah'ın bana vah yettiğinden başka bir şeye uymam. De ki: Kâfirle mü'min, sapıkla doğru yolda giden bir olur mu? Bu soru kınama ve azarlama ifade eder. Yani, siz dinleyip de düşünmüyor musunuz? demektir. [101]
51. Ey Muhammedi Bu Kur'an ile Allah'ın vadine ve azabına inanan mü'minleri korkut. Onlar haşir gününün azabının geleceğine inanırlar. Ebu Hayyan şöyle der: Sanki şöyle denil­miştir: Bu Kur'an'la, iman etmesi ümit edilen kimseleri korkut. Yüz çeviren kafirlere gelince, onları kendi görüşleri ile başbaşa bırak.[102] Onlann Allah'tan başka kendilerine yardım edecek ne bir dostları ve ne de şefaat edecek bir şefaatçileri vardır, İnkâr ve is­yandan sakınmaları için onları uyar. [103]
52. Muhammedi Allah'a ve onun rızasına yakın olmak maksadıyla, sabah akşam devamlı o-larak Rabblerine ibadet eden o zayıf mü'minleri meclisinden kovma. Tabe-rî şöyle der: Bu âyet, zayıf mü slüm ani ardan bir grup hakkında nazil olmuş­tur. Müşrikler Rasulullah (s.a.v.)'a dediler ki: Eğer bunları yanından kovar­san, sana gelir ve meclisinde hazır bulunuruz.[104] Rasulullah (s.a.v.) onların müslümanhğı kabul etmeleri ümidiyle bunu yapmak istedi. İşte o zaman bu âyet indi. Onların amelleri ve günahları yüzünden sana bir sorumluluk yoktur. Nitekim Hz. Nuh da: Onların hesapları ancak Rabbinıe aittir[105] demiştir. Sâvî şöyle der: Ayetin bu bölümü, önceki bölümün sebebi gibidir. Yani, sen onların günahlarından ve senin yanında bulunmakla, Allah'ın rızasından başka istedikleri takdirde, kalplerinde bulunan şeyden sorumlu değilsin. Bu, müşriklerin söyledikle­rinin doğru olduğunu farzettiğimiz takdirde böyledir. Yoksa Yüce Allah, Onun rızasını isteyerek" lafzıyla mü'minlerin ihlaslı olduk­larına şahitlik etmiştir. Bu tekit, kelâmda uygunluk içindir. Mânâsı şöyledir: Sen onların hesabından sorumlu tutulmazsın, on­lar da senin hesabından sorumlu tutulmazlar. Onları niçin kovuyorsun? Bir görüşe göre "hesap"tan maksat "rızık"tır. Buna göre mânâ şöyle olur: Ne onların rızkı senin üzerine, ne senin rızkın onların üzerinedir. Senin rızkını da, onların rızkını da, ancak âlemlerin Rabbi olan Allah verir.[106] Sakın onları kovma. Çünkü onları kovarsan zâlimlerden olursun. Bu âyet, böyle bir durumda verilecek hükmü açıklar. Yoksa hâşâ, Peygam­ber (s.a.v.)'den böyle bir şeyin meydana gelmesi mümkün değildir. Kurtubî şöyle der: Bu âyet, Allah'a ortak koşarsan, şüphesiz amelin boşa gider,[107] âyeti gibidir. Halbuki Allah, onun şirk koşmayacağını ve amelinin boşa gitmeyeceğini biliyor.[108]
53. İşte böylece biz, zengini fakir ile, asilzadeyi asilzade olmayanlarla imtihan ettik ki, asıl zade ve zenginler: "Allah, aramızdan bu zayıf ve fakirlere mi hidâyet ve bizden önce müslüman olma şerefi ihsan etti" desinler. Bunu ayıplama ve alay etmek için dediler. Nitekim Rasulullah(s.a.v.) hakkında da Bu mu, Allah'ın peygamber olarak gönderdiği?[109] diye alay etmişlerdi. Yüce Allah onların bu sözlerini reddederek şöyle buyurdu: Allah şükredenleri daha iyi bilmez mi? Yani Allah, kimin şükredeceğini daha iyi bilir ve ona hidâyet verir, kimin inkar edeceğini bi­lir, onu da rezil eder. Buradaki soru takrir ifade eder. Yani "Allah daha iyi bilir" demektir. [110]
54. Âyetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara: "Selâmün Aleyküm, Selâm size" de. Kurtubî şöyle der: Bu âyet Yüce Allah'ın Peygamberine, kendilerini kovmamasını emret­tiği kimseler hakkında inmiştir. Rasulullah (s.a.v.) onları gördüğünde selam verir ve şöyle derdi: Allah'a hamdolsun O Allah ki, ümmetin içersinde ken-dilerine selam vermemi emrettiği kimseler yarattı.[111] Bu zayıf müslüman-larm kalplerini hoş tutmak ve onlara değer vermek için Rasulullah (s.a.v.)' m onlara selam vermesi emredildi. Rabbiniz, kendi­sinden bir lütuf ve ihsan olarak, merhamet etmeyi kendisine farz kıldı, Durum şu ki: Sizden kim bilmeyerek bir hatâ işlerse, Bu günahtan sonra tevbe edip amelini düzeltirse, Allah onu bağışlar ve merhamet eder. Bu âyet, tevbe edip ame­lini düzeltenlerin bağışlanacağına ve merhamet edileceğine dair bir vaad-dir. Mücâhid şöyle der: "Bilmeyerek hata işlemek" ten maksat, helal ve haramı bilmeden, ve Cehaletle bir iş yapmak demektir. [112]
55. Bu sûrede, müşriklerin sapıklıklarına dâir hüccet ve delilleri açıkladığımız gibi, din işlerini de sizin için açıklıyor ve izah ediyoruz, Bunu, suçluların yolu meydana çıksın, yaptıkla­rı anlaşılsın diye yapıyoruz. [113]
56. Ey Muhammedi O müşrik­lere de ki: Sizin, ilâh olduklarını iddia ettiğiniz ve Allah'ı bırakıp taptığı­nız şu putlara tapmak bana yasaklandı. De ki: Allah'tan başkasına ibadet etme hususundaki arzularınıza uyacak değilim. Burada, onların dalâletlerinin sebebine dikkat çekilmektedir. Sizin arzularınıza uyduğum takdirde sapıtırım ve hidâyete erenlerin zümresinden olamam. [114]
57. De ki: Şüphesiz ben, Rabbimin bana vahyettiği şeriat deliline dayanmaktayım, Halbuki siz, Allah katından bana gelen bu hakkı yalanladınız. Sizin acele istediği­niz ve çabucak size getireceğim azap benim elimde değildir. Zemahşerî şöyle der: Bundan maksat, Üzerimize gökten taş yağdır[115] âyetinde bildirilen acele istedikleri azaptır.[116] azap işinde, gerekse diğer hususlarda hüküm yalnız Allah'ındır. Allah doğruyu haber verir ve yeterli açıklamayı yapar. O, kul­ları arasında en iyi hüküm verendir. [117]
58. De ki: Eğer, acele iste­diğiniz azap işi benim elimde olsaydı sizden kurtulmak için, acele ceza­landırırdım ve elbette aramızdaki iş bitmiş olurdu. Fakat o, Allah'ın elinde­dir. İbn Abbâs şöyle der: Bu iş benim elimde olsaydı size bir an bile mühlet vermez, hemen helak ederdim.[118] Allah zâlimleri daha iyi bi­lir. Dilerse onlara acele ceza verir, dilerse, cezalarım erteler. Bu âyette bir tehdit vardır. [119]

Edebî Sanatlar

1. Ölülere gelince Allah, onları diriltecektir." Burada istiare vardır. Zira, kalpleri ölü olduğu için kafirlere "Ölüler" denilmiştir.
2. İki kanadıyla uçar." Bu cümle, kuş" kelimesinin mecaz olduğu ihtimalini gidermek için tekit olarak gelmiştir. Çünkü kelimesi, bazan mecaz olarak iş için kullanılır. Nitekim Her insanın amel defterini boynuna astık[120] âyetinde bu mânâda kul­lanılmıştır.
3. Sağır ve dilsizdirler." Burada teşbih-i beliğ vardır. Yani "işitememede ve konuşamamada sağır ve dilsiz gibidirler" demektir. Teşbih edatı ile vech-i şebeh hazfedilmiştir.
4. Yalnız O'na dua edersiniz. Burada kasr sanatı vardır Yani sıkıntının kaldırılması için başkasına dua etmezsiniz. Bu kasr, sıfatı mevsufa tahsisi kabilindendir.
5. Sonuncular kesildi." Bu, onların kökleri kesilmek suretiyle helak edilmelerinden kinayedir.
6. Kör ve gören." Bunlar, kâfir ile mü'min yerinde istiâr olarak kullanılmıştır.
7. Onların hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur." Bu iki cümlede bedîî sanatlardan "Reddu's-sadr ale'1-acez" sanatı vardır. [121]

Faydalı Bilgiler

Böylece zulmeden toplunu kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur," Zemahşer bu âyetin tefsirinde şöyle der: Bu âyet, zâlimler helak olduğu zaman hamdetmek gerektiğini ve bunun büyük bir lütuf ve ihsan olduğunu göster­mektedir.[122]
Bazı müfessirler şöyle der: Duada vacip olan, onun ihlâs ile yapıl­masıdır. Zira Yüce Allah: O'nun rızasını istiyorlar" buyuruyor. İşte bütün ibadetler böyledir. Dünyevî her hangi bir maksatla yapılmama­lıdır. [123]
59. Gayb'ın anahtarları Allah'ın yanındadır; on­ları ancak O bilir. O, karada ve denizde ne varsa bilir, O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin ka­ranlıkları içindeki tek bir taneyi dahî bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.
60. Geceleyin sizi öldüren, gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten O'dur. Sonra dönüşünüz yine O'nadır. Sonunda, O, yaptıklarınızı size haber verecektir.
61. O, kulların üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucu melekler gönderir. Nihayet birinize ecel geldi mi, elçilerimiz onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur etmezler.
62. Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah'a döndürülürler. Bilesiniz ki, hüküm yalnız O'nundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur!
63. De ki: Karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarır ki? Siz O'na gizlice ve aşikâr olarak yalvarır da şöyle dua edersiniz: "Eğer bizi bundan kur­tarırsan, andolsun şükredenlerden olacağız".
64. De ki: "Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır. Sonra siz yine O'na ortak koşarsınız."
65. De ki: "Allah, size üstünüzden veya ayakla­rınızın^ altından bir azap göndermeğe, ya da sizi gurup­lar halinde birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter." Bak, anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz!
66. Kur'an hak olduğu halde kavmin onu yalan­ladı. De ki: "Ben size vekil değilim."
67. "Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. Yakında siz de gerçeği bileceksiniz."
68. Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya da­lanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye ka­dar kendilerinden uzak dur. Eğer şeytan sana unuttu-rursa, hatırladıktan sonra artık o zâlimler topluluğu ile oturma.
69. Takva sahiplerine, inanmayanların hesabından herhangi bir sorumluluk yoktur. Fakat, belki korunur­lar diye hatırlatmak gerekir.
70. Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve kendilerini dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak! Kazandıkları sebebiyle hiç bir nefsin felakete dûçâr ol­maması için Kur'an ile nasihat et. Felâkete uğrayan ne­fis için Allah katında ona yardım edecek ne bir dost vardır, ne de şefaatçi. O, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları yüzünden helake sürüklenmiş kimselerdir. İnkâr ettik­lerinden dolayı kendileri için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır.
71. De ki: "Allah'ı bırakıp da bize fayda ya da za­rar veremeyecek olan şeylere mi tapalım? Allah bizi doğru yola ilettikten sonra, şeytanların saptırıp şaşkın olarak yeryüzünde dolaştırmak istedikleri, arkadaşları­nın ise: "Bize gel!" diye doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri mi döndürüleceğiz?" De ki: Allah'ın hidayeti doğru yolun ta kendisidir. Bize âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredilmiştir."
72. Bize "Namazı dosdoğru kılın ve Allah'tan kor­kun denildi." O, huzuruna varıp toplanacağınız Allah'­tır.
73. O, gökleri ve yeri hak ile yaratandır. "Ol!" de­diği gün oluverir. O'mın sözü gerçektir. Sûr'a üflendiği gün de hükümranlık O'nundur. Gizliyi ve açığı bilen­dir ve O, hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde varlığını ve birliğini gösteren delilleri getirdikten sonra, burada da kudsî sıfatlarını yanı ilim, kudret, azamet, celâl ve diğer cemal ve celal sıfatlarını gösteren delilleri zikretti. Bundan sonra da, kullarım musibetlerden kurtarmak suretiyle onlara lütfettiği ni­metleri ve emrine mahalefet edip peygamberine isyan edenlerden intikam alma gücüne sahip olduğunu bildirdi. [124]

KELİMELERİN İZAHI

Kerb, cam sıkan keder, gam demektir.
Siya', fırkalar manasınadır. Şîa: Başkasına tabi olan fırka de­mektir. Çoğulu , şu ve şeklinde gelir.
Helak oldular demektir. İbsal, insanın kendini helak olmaya teslim etmesi manasınadır.
Adi, fidye demektir.
Hamîm, kaynar su demektir.
Hayran, şaşkın manasınadır. Hayret: Bir işte çıkış yolu bula­mayıp tereddüt etmek demektir.
Gayb, duyu organları ile algılanamayan şey demektir. : Şehadet, açıkça görünen şey demektir. Toplanırsınız. [125]

Ayetlerin Tefsiri

59. Gaybın hazineleri Allah'ın ya-rjmdadır. Bunlar, gizli olan gayb işleridir. Allah'tan başkası onları bilmez.
Ondan başka hiçkimsenin ilmi onları kuşatamaz. O, ka­rada ve denizde olan canlıları ana hatlanyle de, detaylı olarak da bilir. Onun ilmi ve kudreti, bütün âlemlerde olan acaip ve garip şeyleri kuşatır.. Ağaçtan düşen her yaprağın düştüğü zamanı ve yeri bilir. Bu âyet, Allah'ın ilminin teferruatı ihata ettiğini kuvvetli bir şekilde ifade eder. Toprak içinde bulunan küçük bir tohumun ye­rini, bitip bitmeyeceğini, bu tohumdan ne kadar ürün meydana geleceğini ve bunu kimin yiyeceğini bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi Allah katında bilinmektedir. Levh-i Mahfuz'da yazılıdır.[126]
Ebu Hayyan şöyle der: Bu bilgilerin terkip edilişindeki güzelliğe bak: Yüce Allah önce, akılla bilinen, duyularımızla anlayamıyacağmıız şeyleri zikretti. O da, "gaybın anahtarları"dır. İkinci olarak, çoğunu duyularımızla anlayabileceğimiz şeyleri bildirdi ki, bu da karalar ve denizlerdir. Üçüncü olarak da iki lâtif cüz'î şeyi açıkladı. Bunlardan biri ulvîdir ki bu ağaç yap­raklarının yüksekten düşmesidir. İkincisi süflidir ki, bu da tohumun toprak içinde gizlenmesidir. Bu, Allah'ın, külliyâtı ve cüz'iyâtı bildiğini göster­mektedir.[127]
60. Geceleyin sizi öldüren, yani uyutan, gündüzün ne işlediğinizi bilen O'dur. Kurtubî şöyle der: Bu hakiki bir ölüm değil, sadece ruhların alınmasıdır.[128] İbn Abbâs şöyle der: Uyku­nuzda ruhlarınızı alan Allah'tır.[129] Bu âyette öldükten sonra dirilmeye bir delil vardır. Sonra hayatınızın sona ermesi için tayin edilen müddete varasınız diye, gündüzün sizi uyandıran O'dur. deki zamir, "gündüz"e râcidir. Çünkü uyanıklık genellikle gündüzün, uyku ise, gece olur. Sonra kıyamet gününde dönüşünüz sadece Allah'adır. Sonra da yaptıklarınızı size bildirir ve onların karşılığında size, hayırsa hayır, şer ise şer verir. Yüce Allah bundan sonra kendisinin azamet ve büyüklüğünü anlata­rak şöyle buyurur: [130]
61. O, kullarının üstünde herşeye hükmedicidir. Her şey onun azamet ve büyüklüğüne boyun eğmiştir. Sizin üzerinize, amellerinizi tesbit edecek melekler gönderir. Bunlar "yazıcı me­lekler" dir. Ebussuûd şöyle der: Bunda güzel bir hikmet ve büyük bir nimet vardır. Çünkü mükellef, amellerinin tesbit edilip korunduğunu ve insanların huzurunda arzedileceğini bilirse, bu durum onun için, masiyet ve günah işlemeye karşı daha caydırıcı olur.[131]
Nihayet insanın eceli sona erdiğinde, ruhları almakla görevli melekler onu öldürür. Bunun manası şudur: Eceller sona erdiğinde, meleklerin şahısları koruması da son bulur. Çünkü onlar, Ademoğlu sağ olduğu müddetçe onu korumakla görevlidirler. Âdemoğlunun eceli sona erince, meleklerin onu koruma görevi de son bulur.
Melekler, kendilerine emredilen koruma ve öldürme görevlerinde kusur etmezler. [132]
62. Sonra kullar, ahirette diriltildikten sonra ya­ratıcıları je mâlikleri olan Allah'a döndürülür. O, öyle bir Allah'tır ki, hü­küm ve tasarruf yalnız O'na aittir. O, sadece adaletle hükmedendir.Bilesiniz ki, kıyamet gününde hükmetmek, sadece Yüce Allah'a aittir. O, hak ile bâtılı ayıracak ve hasımlar arasında hükmü­nü verecektir. Onu hiçbir hesap diğer hesaptan ve hiçbir iş diğer işten alıkoyamaz. Dünya günlerinden bir günün yarısı kadar bir zaman içerisinde, bütün mahlukâtın hesabım görür. Nitekim hadiste de böyle bildirilmiştir. Allah'ın, bir koyun sağacak kadar zaman içersinde insanları hesaba çekece­ği de rivayet edilmiştir. [133]
63. Ey Muhammedi O kâfirlere de ki: Yolculuklarınızda sizi karaların ve denizlerin şiddet ve korkularından kim kurtaracak? Bu şiddetleri gördüğünüzde Rabbinize ihlas ile dua ejier, O'na açıktan yalvarır, yakarırsımz. Dilinizle açıkça, kalbiniz­le gizlice yalvarırsınız. İbn Abbâs âyetin mânâsı şöyledir der: Açıktan ve gizlice: diyerek dua edersiniz. Yani: "Bizi bu karanlıklardan ve şiddetlerden kurtarırsan, mutlaka şükreden mü'minlerden olacağız" dersiniz. Netice şudur: Helak olmaktan korktuğunuz zaman Allah'a dua edersiniz. Sizi kurtardığında ise O'nu inkâı edersiniz. Kurtubî şöyle der: "Allah sıkıntılı anlarda yalnız kendisine dua edip, rahat hallerde ise onunla beraber başkalarına dua etmelerinden dolayı onları kınadı.[134]
64. De ki sizi o sıkıntılardan ve bütün gam ve kederlerden kurtaran yalnız Allah'tır, Siz bütün bunları bildikten ve bunlar tahakkuk ettikten sonra, hâlâ Allah'a ortak koşuyor ve iman etmiyorsunuz. Bu cümle, kınama ve ayıplama ifade eder. [135]
65. Ey Muhammedi O kâfirlere de ki: "Şüphesiz Yüce Allah gökten yıldırımlar göndermekle, vol­kanların attığı taşlar ve lâvlarla, üzerinize taş yağdırmakla, tufan, gök gürültüsü ve kasırgalarla sizi helak etmeye kadirdir. Nitekim sizden öncekilere bu tür cezalar vermiştir. Kârûn ve Medyen halkına yapıldığı gibi sizi de yere batırmak, deprem ve yer sarsıntısı gibi, ayak­larınızın altından gelecek azaplar ile de cezalandırmaya kadirdir. Veya sizi birbirleriyle savaşan hizipler haline getirir. Beyzâvî şöyle der: Sizi, her biri farklı isteğe sahip olan fırkalar ha­line getirir de aranızda savaş çıkar.[136] İbn Abbâs şöyle der: Allah aranızda farklı görüş ve istekler yayar da gruplara ayrılırsınız.[137] Bu mânâların hepsi birbirine yakındır. Bundan maksat tehdittir. Bak onlara anlasınlar ve Allah'ın âyetleri, delilleri ve hüccetleri hakkında düşünsünler diye, öğüt ve ibretler yoluyla ayetlerimizi nasıl açıklayıp izah ediyoruz. Câbir b. Abdullah'ın şöyle dediği rivayet olunur: "De ki, Allah size üstünüzden bir azap göndermeye kadirdir" bölümü inince, Rasulullah (s.a.v.): "Sana sığınırım, yâ Rabbî!" dedi. "Veya ayaklarınızın altından.." bölümü inince yine: "Yâ Rabbî, sana sığınırım" dedi. "Ya da, sizi gruplar halinde birbirinize düşürüp, kiminize kiminizin şiddetini tattırır" bölümü inince: "Bu daha hafif ve daha kolay" dedı.[138]
66. Ey Muhammedi Senin kavmin Kureyş, bu Kur'an'ı inkâr etti. Halbuki o, hak olarak indirilmiş bir kitaptır. Ben sizin kontrolcünüz ve başınıza musallat olmuş biri değilim. Ben ancak bir uyarıcıyım. [139]
67. Allah'ın verdiği her haberin meydana geleceği bir za­man vardır. O, söylediğinden vazgeçmez ve ertelemez de. Ya­kında başınıza gelecek olan azabı bileceksiniz. Bu cümle kuvvetli tehdit ifade eder. [140]
68. kâfirlerin Kur'an'ı tenkit, yalanla­ma ve alay etmeye daldıklarını gördüğünde onlarla oturma, başka bir söze dalıp da Kur'an'la alay etmeyi bırakın-caya kadar onların yanından kalk git. Süddî şöyle der: Müşrikler Mü'minlerle oturduklarında Rasulullah (s.a.v.) ve Kur'an hakkında dedikodu eder söver ve onunla alay ederlerdi. Allah, başka bir söze dalmcaya kadar, mü'mirilerin onlarla beraber oturmalarını nehyetti.[141] Eğer şeytan sana onlarla oturmanın yasak olduğunu unutturur da, oturursan, daha sonra da bunun yasak olduğunu hatırlarsan Kur'an ve dinle alay eden bu kâfir ve fasıklarla oturmanın yasak olduğunu hatırladıktan sonra, artık onlarla oturma. İbn Abbâs şöyle der: Bu yasağı hatırladığın zaman kalk, müşriklerle beraber oturma. [142]
69. Mü'mİnler, kâfirlerden uzaklaşıp onlarla beraber oturmadıkları takdirde, onların Kur'an'la alay etmeleri ve başkalarını saptırmaları sebebiyle verecekleri hesaptan müminlere bir so­rumluluk yoktur. Fakat mümkün olduğu kadar Öğüt ve nasihat yoluyla, müminlerin onları uyarmaları ve yaptıkları çirkin fiillere engel olmaya çalışmaları[143] ve hoşlanmadıklarım göstermeleri gerekir. Böyle yaptıkları takdirde belki onlar, mü'minlerden utanarak Kur'an hak­kında dedikoduya dalmaktan uzak dururlar. Çünkü mü'minler onları bu halde gördüklerinde meclislerini terkedeceklerdir. İbn Atıyye şöyle der; Mü'minin inkarcılara, Kur'an hakkında cedelleşenlere ve dedikoduya dalanlara karşı, bu ayetin hükmüne sarılması gerekir.[144]
70. Hürmet ve saygı gösterilmesi gereken dini, onunla alay ederek oyun ve eğlence haline getiren günahkarları bırak. Bu fani dünya hayatı onları aldattı da, nihayet bundan sonra asla bir hayat olmadığını iddia ettiler. Hiçbir nefsin, kötü amelinden dolayı helake sürüklenmemesi ve rehin alınmaması için, Kur'an ile insanlara öğüt ver. O nefsi Allah'ın azabından kurtaracak herhangi bir yardımcısı ve Allah katında ona şefaat edecek herhangi bir şefaatçisi yoktur, Bu nefis her türlü fidyeyi verse bile, onun fidyesi kabul edilmez. Katâde şöyle der: Yer dolusu altın getirse, altını kabul edilmez.[145] Onlar öyle kimselerdir ki, çirkin amelleri ve kötü inançları yüzünden Allah'ın azabına teslim edilmişlerdir.
Bu sapıklar için, karınlarında gurultu edecek ve barsaklarım parçala­yacak kaynar sudan şaraplar ve sürekli inkârları sebebiyle bedenlerini ya­kacak ateş vardır. Bu kaynar şarabın yanında onlar için elem verici azap ve sürekli bir zillet vardır. [146]
71. Ey Muhammedi Onlara de ki, Allah'ı bırakıp da, kendilerine dua ettiğiniz takdirde bize fayda vermeyen, kendilerini tekettiğimiz takdirde bize bir zararı dokunmayan putlara mı ibadet edelim? Allah bize İslam'ı nasip edip hi­dayete erdirdikten sonra tekrar dalalete mi döndürüleceğiz? O takdirde bizim durumumuz, şeytanların çarpıp saptırdığı, çöllerde ve helak yerlerinde dolaştırdığı ve nereye gideceğini bile­meyecek kadar şaşkın bir halde, derin bir çukura attığı kimsenin durumuna benzer, O şaşkının, bize gel, diye doğru yola çağıran arkadaşları vardır. Fakat o, çağrılarım kabul edip onlara uymaz. O kâfirlere de ki: "Bizim kabul ettiğimiz İslam dini, hi­dayetin kendisidir. Bunun ötesinde ne varsa sapıklıktır. Bize bütün hal ve hareketlerimizde âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim ol­mamız ve sadece O'na ibadet etmemiz emredildi. Bu, İslama çağrıldığı halde icabet etmeyip hidayetten sapan bir kimsenin durumunu temsil yo­luyla anlatmaktır. İbn Abbâs şöyle der: Bu, ilâhlar, onlara tapanlar ve bun­ları Allah'a çağıranlar hakkında Allah'ın getirdiği bir darb-ı meseldir. Bu şaşkın bir şekilde yoldan sapan bir adama benzer. Biri ona: "Ey falan oğlu falan! yola gel" diye çağırarak yoldan çıkarmaktadır. Öte yandan onu, "Ey falan! yola gel" diye doğru yola çağıran arkadaşları vardır. Eğer bu şahıs bi­rinci çağırıcıya uyarsa, o onu, helak olacağı yere atmcaya kadar götürür. Eğer doğru yola çağıranlara uyarsa, doğru yolu bulur. İbn Abbâs der ki: Allah'ı bırakıp da bu ilahlara ibadet edenlerin durumu böyledir. Ölünceye kadar kendisinin doğru bir yolda olduğunu zanneder. Ölüm gelince, pişmanlık ve helak ile karşı karşıya kalır.[147]
72. Ve namazı dosdoğru kılmamız, bir de bütün hallerde Allah'tan korkmamız bize emredildi. O, öyle bir Allah'tır ki, kıyamet gününde onun huzurunda toplanacaksınız ve O, herke­sin amelininin karşılığım verecektir.[148]
73. Gökleri, yeri ve bunların içindeki­leri hak ile yaratan, onların sahibi ve onları idare edendir. Onları boş yere yaratmadı. Onun "ol" dediğinde her şeyin olacağı gün, O'ndan, O'nun azab ve cezasından korkun. Ebu Hayyan şöyle der: Bu, bir şeyi yokluk âleminden varlık alemine çıkarmayı ve bunun sür'atini gösteren bir temsildir. Yoksa burada kendisine emir verilen bir şey yoktur. Her şey o istediği an meydana gelir.[149] Allah'ın sözü doğrudur, şüphesiz meydana gelecektir. Kıyamet gününde mülk onundur. İsrafil'in sûra ikinci Üfürüşü üfürdüfü gün de mülk onundur. Bu, diriltmek için yapılan üfürmedir. Allah gizliyi, açığı, duyu organlarınm ve gözlerin idrâk edemediği şeyleri ve gece ve gündüz gördüklerinizi bilir. O, yaptıklarında hikmet sahibidir, kullarının işle­ri iden haberdardır. [150]

Edebî Sanatlar

1. Gaybın hazineleri O'nun yanındadır". Burada "gayb işıer" yerine müstear olarak kapısı açılan mahzenler" ifadesi kul­lanılmış ve içlerinde gayp şeylerin saklandığı mahzenlere benzetil­miştir. Zemahşerî şöyle der: Yüce Allah istiare yoluyla, "gayb" için "anah­tarlar" kelimesini kullanmıştır. Çünkü kapıları kilitli mahzenlerde bulunan şeylere anahtarla ulaşılır. Gaybları sadece[151] Allah bilir.
2. O geceleyin sizi öldürendir." Burada müstear olarak, "uyku" yerine "ölmek" kelimesi kullanılmıştır. Çünkü her ikisinde de duyu organlarının görevi ve temyiz gücü yok olur gibi bir ortaklık vardır.
3. Öğütten sonra artık zâlim kavimle oturma." Doğrulamaları ve hürmet etmeleri gerekirken, yalanlama ve alay etme yolunu tutmaları sebebiyle onların işledikleri işin çirkinliğini iyice göstermek için zamiri yerine zahir isim kullanılmıştır.
4. Topuklarımızın üzerine döndürülürüz." Burada işin çirkinliğini ve kötülüğünü daha fazla vurgulamak için putperestliğe dön­meyi, topuklarının üzerine geri dönmek şeklinde ifade etti.
5. Her türlü fidyeyi verse de" Burada ile kelime­leri arasında iştikak cinası vardır.
6. Yaş ile kuru, gece ile gündüz, üst ile alt, bize fayda verir ile bize zarar verir, gayb ile görülen kelimeleri arasında edebî sanatlardan tıbak sanatı vardır.
7. Kaynar sudan meşrubat" ile elem verici azap" terkipleri arasında seci vardır. Allah daha iyi bilir. [152]

Bir Uyarı

el-Hakim şöyle der: "Yüce Allah'ın gaybın anahtarları onun katındadır" sözü, İmamiye mezhebinin: "imam gaipten bazı şeyler bi­lir!" şeklindeki görüşünün bâtıl olduğunu gösterir.[153] Ben de derim ki: "Bu bir yalan ve iftiradır. Çünkü gaybi Allah'tan başka hiçkimse bilemez." [154]
74. İbrahim, babası Âzer'e: "Birtakım putları ilâhlar mı ediniyorsun? Doğrusu ben, seni de kavmim de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum" demişti.
75. Böylece biz, kesin îman edenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk.
76. Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü: "Rabbim budur." dedi. Yıldız batınca da "ba­tanları sevmem" dedi.
77. Ay'ı doğarken görünce "Rabbim budur." dedi. O da batınca, Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette doğru yoldan sapan topluluklardan olurum" dedi.
78. Güneşi doğarken görünce de: "Rabbim budur, zira bu daha büyük" dedi. O da batınca dedi ki: "Ey kavmim! Ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım,
79. Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yok­tan yaratan Allah'a çevirdim ve ben müşriklerden deği­lim.
80. Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: "Beni doğru yola iletmişken Allah hakkında benim­le tartışıyor musunuz? Ben sizin O'na ortak koştuğunuz
şeylerden korkmam. Ancak, Rabbim ne dilerse o olur! Rabbimin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Hâlâ ibret almıyor musunuz?
81. Siz, Allah'ın size haklarında hiçbir hüküm in­dirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz putlardan nasıl korkarım! Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki gruptan hangisi; güvende olmaya daha layıktır?"
82. İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.
83. İşte bunlar, kavmine karşı İbrahime ver­diğimiz hüccetimizdir. Biz dilediğimiz kimselerin de­recelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki, senin Rabbin hik­met sahibidir, hakkiyle bilendir.
84. Biz O'na İshak'ı ve Ya'kub'u da armağan et­tik; hepsini de doğru yola ilettik. Daha önce de Nuh'u ve O'nun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyûb'u, Yûsuf'u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik; Biz, iyi davrananları işte böyle mükafatlandırırız.
85. Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas'ı da doğru yola iletmiştik. Hepsi de iyilerden idi.
86. İsmail, El-Yesa', Yûnus ve Lût'u da hidayete erdirdik. Hepsini âlemlere üstün kıldık.
87. Onların babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bazılarını seçtik ve doğru yola ilettik.
88. İşte, bu Allah'ın hidayetidir, kullarından dile­diğini ona iletir. Eğer onlar da Allah'a ortak koşsalardı, yapmakta oldukları amelleri elbette boşa giderdi.
89. İşte onlar, kendilerine Kitap, hikmet ve pey­gamberlik verdiğimiz kimselerdir. Eğer onlar, bunları inkâr ederse şüphesiz yerlerine bunları inkâr etmeye­cek bir toplum getiririz.
90. İşte o peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy. De ki: "Ben buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu âlemler için ancak bir öğüttür."
91. Allah'ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü "Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi" dediler. De ki: "Öyle ise Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği Kitab'ı kim indirdi! Siz onu kâğıtlara yazıp açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de ata­larınızın da bilemediği şeyler size öğretilmiştir." Sen "Allah" de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oy­naya dursunlar1.
92. Bu, Ümmü'1-kurâ ve çevresindekileri uyarman için sana, indirdiğimiz ve kendinden önecekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır. Ahirete inananlar buna da inanırlar ve onlar namazlarını hakkıyla kılmağa devam ederler.
93. Allah'a karşı yalan uydurandan, yahut kendi­sine hiçbir şey vahyedilmemişken, "Bana da vahyolun-du" diyenden ve "Bende Allah'ın indirdiği âyetlerin benzerini indireceğim." diyenden daha zalim kim vardır! O zâlimler, ölüm dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara "Haydi canlarınızı kur­tarın! Allah'a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız!" derken onların halini bir görsen!
94. Andolsun ki, sizi evvelce nasıl yarattıysak öyle teker teker bize geleceksiniz ve size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız. Yaratılışınızda ortaklarımız sandığınız şefaatçılarınızı da yanınızda göremeyeceğiz. Andolsun, aranız açılmış ve ilâh sandığınız şeyler siz­den kaybolup gitmiştir.

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah Önceki âyetlerde kendisinin birliğini ve putlara tapmanın bâtıl olduğunu gösteren kesin delilleri anlattı. Bu âyetlerde de, putları kudsîleştiren Arap müşriklere karşı delil getirmek için peygamberlerin ba­bası İbrahim (a.s.)'in kıssasını anlattı. Çünkü Hz.İbrahim, Allah'a ortak koşmaya tam manâsıyla zıt olan gerçek tevhîd inancını getirdi. Bütün grup­lar ve milletler, Hz.İbrahim'in faziletini ve şanının yüceliğim itiraf eder. Bundan sonra Yüce Allah, İbrahim (a.s.)'in soyundan gelen peygamberlerin şerefini anlattı ve Rasulullah (s.a.v.)'a onların doğru yoluna uymasını em­retti. [155]

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder