AHZAB SURESİ

Hiç yorum yok

AHZAB SURESİ

Medine'de inmiştir. 73 âyettir.

Sûreyi Takdim

Ahzâb sûresi Medine'de inen sûrelerdendir. Medine'de inen diğer sûreler gibi bu sûre de, İslâm toplum hayatının, ahkâm yönünü ele alır. Müslümanların özel ve genel hayatlarını anlatır. Bilhassa aile hayatını işler. Bu münasebetle topluma sağlık ve mutluluk sağlayacak kanunlar ko­yar. Evlat edinme, zıhâr ve bir insanda iki kalbin bulunmasına inanmak gibi, Câhiliyye döneminden kalma bazı âdet ve gelenekleri kaldırır. Cahiliyye toplumunun bataklıklarını kurutur ve o zaman yaygın olan hurafe ve kuruntuları yok eder.
Bu mübarek sûrenin ana konularını üç noktada özetleyebiliriz.
1. İslâm ahlâkı ve İslâmî yönlendirmeler,
2. İlâhî hüküm ve kanunlar,
3. Hendek (Ahzâb) ve Benî Kureyza savaşları
Birincide, ziyafet, açılıp saçılmama, örtünme ve hicâb kaideleri, Peygamberimize (s.a.v.) karşı davranış ve saygı kaideleri ve benzeri sosyal ahlâk kurallarından söz eder.
İkincide; zıhâr, evlat edinme, veraset, evlatlığın boşadığı kadınla ev­lenme, Peygamber (s.a.v.)'in çok kadınla evlenmesi, bundaki hikmet. Pey­gamberimize salavât getirme ve şer'î örtünmenin hükmü, düğün ziyafetine davet işiyle ilgili hükümler ve diğer bazı şer'î hükümlerden bahseder.
Üçüncüde, bir adı da Ahzâb savaşı olan Hendek savaşını geniş bir şekilde anlatır. Bu savaşta, şer kuvvetlerinin mü'minlere karşı nasıl birleş­tiklerini gayet güzel bir şekilde tasvir eder. Münafıkların sırlarını ortaya çıkarır tuzak kurma, köstek olma ve yardımsız bırakma gibi davranışlar­dan sakındırır. Sûrenin başında ve sonunda onlardan o kadar çok söz eder ki, onların hiçbir gizli taraflarını ve anlatmadık tuzaklarını bırakmaz. Melek­ler ve rüzgâr göndermek suretiyle düşmanların tuzağını bozma hususunda, Allah'ın mü'minlere lütfettiği büyük nimeti hatırlatır. Aynı zamanda, Benî Kureyza savaşından ve yahudilerin, Peygamber (s.a.v.) ile yaptıkları anlaş­mayı bozmalarından bahseder. [1]

İsmi

Müşrikler her taraftan inüslümanlara karşı birleşip grup grup top­landıkları için bu sûreye "Ahzâb sûresi" denilmiştir. Mekke kâfirleri, Gatafan, Benî Kureyza ve diğer Arap kabileleri ile müslümanlara karşı birleştiler. Fakat Yüce Allah onları hor ve zelil yaptı. Müminlere, savaşta bu parlak mucize yetti. [2]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Ey Peygamber! Allah'tan kork, kâfirlere ve mü­nafıklara uyma. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır.
2. Rabbinden sana vahyedilene uy. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
3. Allah'a güvenip dayan. Vekîl olarak Allah ye­ter.
4. Allah, bir adamın içinde iki kalb yaratmadığı gibi, "zıhâr" yaptığınız eşlerinizi de analarınız yerinde tutmadı ve evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanı­madı. Bunlar sizin ağızlarınıza geliveren sözlerden iba­rettir. Allah ise, gerçeği söyler ve doğru yola O eriştirir.
5. Onları babalarına nisbet ederek çağırın. Allah yanında en doğrusu budur. Eğer babalarının kim oldu­ğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleri­niz ve dostlarınız olarak kabul edin. Yanılarak yaptık­larınızda size vebal yok; fakat kalblerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır. Allah bağışlayandır, esirge­yendir.
6. Peygamber, mü'minlere kendi canlarından da­ha kıymetlidir. Eşleri de onların analarıdır. Akraba olanlar, Allah'ın Kitabına göre, birbirlerine diğer mü'-minlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar; ancak, dostlarınıza uygun bir vasiyet yapmanız müstesnadır. Bu Kitap'ta yazılı bulunmaktadır.
7. Hani biz peygamberlerden söz almıştık; senden, Nuh'tan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'­dan da. Biz onlardan pek sağlam bir söz aldık.
8. Allah bu sözü doğrulara sadâkatlerinden sor­mak için aldı. Kâfirler için de çok acıklı bir azap hazırladı.
9. Ey îman edenler! Allah'ın size olan nimetini ha­tırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular gönder­miştik. Allah ne yaptığınızı çok iyi görmektedir.
10. Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınız­dan üzerinize yürüdükleri zaman; gözler yıldiğı, yü­rekler gırtlağa geldiği ve siz Allah hakkında türlü türlü şeyler düşündüğünüz zaman;
11. İşte orada îman sahipleri imtihandan geçiril­miş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardı.
12. Ve o zaman, münafıklar ile kalblerinde hasta­lık bulunanlar, "Allah ve Resulü, meğer bize sadece kuru vaadlerde bulunmuşlar!" diyorlardı.
13. Onlardan bir gurup da demişti ki: "Ey Yes-rib'liler; Artık sizin için durmanın sırası değildir, hay­di dönün! İçlerinden bir kısmı ise "Gerçekten evleri­miz emniyette değil" diyerek Peygamber'den izin isti­yordu; oysa evleri tehlikede değildi sadece kaçmayı ar-zuluyorlardı.
14. Medine'nin her yanından üzerlerine saldırıl-saydı da, o zaman savaşmaları istenseydi, şüphesiz he­men savaşa katılırlar ve evlerinde pek eğlenemezlerdi.
15. Andolsun ki daha önce onlar, sırt çevirip kaç­mayacaklarına dair Allah'a söz vermişlerdi. Allah'a ve­rilen söz mes'ûliyeti gerektirir!
16. De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçı­yorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! O takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir.
17. De ki: Allah size bir kötülük dilerse, O'na karşı sizi kim korur, ya da size rahmet dilerse (size kim zarar verebilir)? Onlar, kendilerine Allah'tan başka ne bir dost bulurlar ne de bir yardımcı.
18. Allah, içinizden savaştan alıkoyanları ve kar­deşlerine, "Bize katılın" diyenleri gerçekten biliyor. Zaten bunların pek azı savaşa gelir.
19. Size karşı pek hasistirler. Hele korku gelip çattı' mı, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince ise, mala düşkünlük göstererek sizi sivri dilleri ile incitir­ler. Onlar îman etmiş değillerdir; bunun için, Allah on­ların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu, Allah'a göre ko­laydır.
20. Bunlar, düşman birliklerinin bozulup gitme­dikleri evhamı içindedirler. Müttefikler ordusu yine gelecek olsa, isterler ki, çölde göçebe Araplar içinde bulunsunlar da, sizin haberlerinizi sorsunlar. Zaten içinizde bulunsalardı dahi pek savaşacak değillerdi.

Kelimelerin İzahı

Ed'iyâ, evlatlık mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Daîyy, başkasının oğullarından edinilen evlatlıktır. İbn Manzûr: "Daîyy, babasından başkasına nisbet edilen demektir" der. Şair şöyle der:
Kavmin evlatlığı, babalığına yardım eder ki, babalığı onu temiz soylullara katsın. Onlar Kays veya Temîm'e mensup olmakla iftihar ederken, ben İslam ile iftihar ederim. Benim babam İslamdır, benim ondan başka babam yoktur.
Aksetu, daha âdil. Bir kimse âdil davrandığında de­nir. Zulmettiğinde ise, denir. Adalet demektir.
Mestûran, silinmeyecek şekilde yazılmış, demektir. Mîsâk, yeminle veya benzen şeylerle pekiştirilmiş söz, ahit. Hanâcir, kelimesinin çoğuludur. Hançere; gırtlağın sonu, yiyecek ve içeceklerin yemek borusuna girdiği yer,
Yesrib, Medine-i Münevvere'nin adıdır. Rasulullah (s.a.v.) bu şehre, "Tayyİbe" de demiştir.
Avrat; emniyetsiz, koruyacak kimse yok. Kolayca girilebilen yere, denir. Cevheri şöyle der: Avrat; "savaşta veya sınır boylarında düşmanın sızmasından korkulan her türlü gedik, açıklık" demektir.[3]
Aktar, yan ve yöre mânâsına gelen kelimesinin çoğulu­dur.
Korur.
Muavvikîn; köstekleyenler, alıkoyanlar. Bu kelime, "döndür­dü" mânâsına gelen fiilinden türemiştir. [4]

Nüzul Sebebi

a. Rivayete göre Kureyş'ten Cümeyl b. Ma'mer isimli bir adam zeki ve işittiğini ezberleyen birisiydi. Kureyşliler, "bunun içinde iki kalbi oldu­ğu için, bu şeyleri ezberliyor" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Allah, bir insanın içinde iki kalp yaratmadı..." âyetini indirdi.[5]
b. Rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Tebûk savaşma çıkmak iste­diğinde, müslümanlara hazırlanıp savaşa çıkmalarını emretti. Bazıları: "Anne ve babamızdan izin alalım" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:" Peygamber mü'minlere, kendi canlarından üstündür. Eşleri de onların ana­larıdır..." âyetini indirdi.[6]

Âyetlerin Tefsiri

1. Ey Peygamber! Allah'tan korkmada sebat ve devam et. Bu nida, Peygamberimizi (s.a.v.) şereflendirmek ve değerini yükseltmek maksadıyla yapılmıştır. Çünkü, "Peygamberlik" lafzı, yüceltme ve değer vermeyi ifade eder. Ebussuûd şöyle der: Peygamber (s.a.v.)'e, "Ey Peygam­ber!" diye seslenmek, onun sânını yüceltmek ve makamının yüceliğine dikkat çekmek içindir. Burada emredilen "takvâ"dan maksat, takvada sebat etmek ve daha çok korkmaktır. Çünkü takvanın alam sonuna ulaşılamaya­cak kadar geniştir.[7] Kâfir ve münafıkların, seni çağırdıkları yumuşaklık, hoşgörü ve ilahlarına dil uzatmama gibi hususlarda on­lara uyma. Söylediklerinin nasihat olduğunu açıklasalar bile, sözlerini ka­bul etme. Tefsirciler şöyle der: Müşrikler, Rasulullah (s.a.v.)'ı ilâhlarına dil uzatmayı bırakmaya ve onların şefaat edeceklerini kabul etmeye çağırdı­lar. Rasulullah (s.a.v.) bunu hoş karşılamadı. Bunun üzerine bu âyet indi.[8] Şüphesiz Yüce Allah, kulların yaptıklarım ve içlerinde gizlediklerini bilir. Onların işlerini hikmetle idare eder. [9]
2. Rabbinin sana vahyettiği dosdoğru şeriat ve hikmetli din ile amel et. Sana indirilen Kur'an'a sarıl. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. İşlerinizden hiçbir şey O'na gizli kalmaz. O, yaptıklarınızın karşılığını size verecektir. [10]
3. Allah'a güven, bütün işlerinde Ona sığın. Sana ve arkadaşlarına, Allah'ın koruyucu ve yardımcı olması yeter. Bundan sonra Yüce Allah, parlak gerçeği açıklayarak Câhiliyye halkının iddialarını reddetti, Şöyle buyurdu. [11]
4. Allah, kim olursa olsun, hiçbir insanın içinde iki kalp yaratmadı. Mücâhid şöyle der: Bu âyet, Kureyş kabilesin­den, dehâsından dolayı, "iki kalpli" diye çağrılan bir adam hakkında indi. O, şöyle derdi:. Benim içimde iki kalp vardır. Onlardan herbiri ile, Muhammed'den daha iyi düşünürüm.[12] Zıhâr yaptığınız eşlerinizi de, analarınız yerinde tutmadı. İbnu'l-Cevzî şöyle der: Yüce Allah, eşin anne olmayacağını bildirdi. Câhiliyye devrinde bir adam karısına, "sen bana annemin sırtı gibisin" demesiyle karısını boşamış olur­du.[13] Kendi sulbünüzden olmayan evlatlıklarınız, gerçek oğullarınız değildir. Onlara "oğullar" demeniz, sadece ağızla söylenen kuru bir laftır. Bunun gerçekle ilgisi yoktur. Allah her yönüyle vakıaya uygun gerçeği söyler. O, doğru yolu gösterir. Ayetin maksadı, Câhiliyye halkının iddialarının bâtıl olduğuna dikkat çekmektir. Bir kimsenin göğsünde iki kalb olamayacağı gibi, zıhâr yapılan eşin anne; evlatlığın da oğul olması mümkün değildir. Çünkü gerçek anne, çocuğu doğuran; gerçek oğul ise, kişinin kendi sulbünden doğandır. Öyleyse, zıhâr yapılan eşleri, nasıl anneler sayıyorlar. Kendi sulplerinden olmadıkları halde, başkalarının oğullarına, nasıl "oğullarım" diyorlar?! Bundan sonra Yüce Allah, evlatlıkların nesebinin babalarına verilmesini emrederek şöyle buyurdu. [14]
5. Evlatlık edindiğiniz o insanları, asıl ba­balarına nisbet ediniz. Allah'ın hükmü ve şeriatına göre, bu daha âdildir.[15] İbn Cerîr şöyle der: Onları babalarına nisbetle çağırmanız, Allah katında, babalarından başkasına nisbetle çağırmanızdan daha âdil ve doğrudur.[16] Gerçek babalarını bilip de onlara nisbet edemi­yorsanız onlar sizin din kardeşlerinizdir. Ve dinde dostlarımzdır. Öyleyse,, sizden biri onlara, din kardeşliğini ve dostluğunu kastederek, "Ey kardeşim, ey dostum!" desin, İbn Kesir şöyle der: Yüce Allah, evlatlıkların babalar biliniyorsa, neseplerinin onlara bağlanmasını emretti bilinmiyor­sa, yitirdikleri nesep yerine, onların, mü'minlerin din kardeşleri ve dostları olduklarını bildirdi. Bundan dolayıdır ki, Rasulullah (s.a.v.) Zeyd b. Hârise'ye*: "Sen, bizim kardeşimiz ve dostumuzsun" dedi.[17] İbn Ömer de şöyle der: "Onları babalarına nisbet ederek çağırın, Allah yanında en doğrusu budur" mealindeki âyet ininceye kadar biz Zeyd b. Harise'yi, Zeyd b. Muhammed diye çağırırdık.[18] Ey mü'minler! Hatâ ile onları babalarından başkasına nisbet etmenizde, size herhangi bir günah veya vebal yoktur. Fakat, kasten babasından başkasına nisbet etmenizde günah vardır. Allah'ın mağfireti geniş, rahmeti boldur. Hatâ edeni bağışlar, tevbe eden rnü'mine merhamet eder.
Bundan sonra Yüce Allah, Peygamberimizin (s.a.v.) ümmetine karşı olan şefkatini ve onlara verdiği nasihati açıklıyarak şöyle buyurdu. [19]
6. Rasulullah (s.a.v.) mü'minlere karşı daha şefkatli ve merhametlidir. Bütün dünya ve din işlerinde onlara kendilerin­den daha yetkili söz sahibidir. Hükmü daha geçerli, ona itaat daha çok ge­reklidir. Peygamberin temiz eşleri de, kendilerine saygı gösterilmesi ve evlenmelerinin haram kılınması hususunda mü'minlerin annele­ridir. Ebussuûd şöyle der: Onlarla evlenmenin haram kılınması ve hürmete layık olmaları hususunda, anneler gibidirler..[20] Bunun dışında, yabancı kadınlar gibidirler. Allah'ın şeriatına ve dinine göre, akraba olanlar, verasete, Muhacir ve Ensârdan daha hak sahibidirler. Ancak hayatınızda iken, mü'min ve Muhacir kardeşlerinize iyilik yapar veya ölmek üzere iken, onlara vasiyette bulunursanız bu da caizdir. Bol bol yardım etmek, Allah'ın, kullarını teşvik ettiği iyi şeylerdendir. Tefsirciler şöyle der: Bu âyet, İslam’ın ilk dönemlerinde uygulanmış olan iman, hicret ve benzeri kardeşlikler sebebiyle müslümanlann birbirlerine vâris olmaları hükmünü nesheder.[21]
Akrabalar arasındaki verasetin hükmü Yüce Kitapta yazılmıştır. Ne değiştirilir, ne de bozulur.? Katâde şöyle der: Allah katın­da, kâfirin müslümana vâris olmayacağı yazılmıştır.[22]
7. Peygamberlerden, üzerlerine aldıkları görevi yerine getireceklerine, birbirlerini tasdik edeceklerine ve hem birbirlerinin hem de Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğine iman edeceklerine dair ye­minle pekiştirilmiş söz aldığımız zamanı hatırla. Ey Muhammed! O sözü, özellikle senden, Nuh, İbrahim, Musa ve İsa'dan aldık. Bunlar azim sahibleri, Ulu'1-azm olan meşhur peygamber­lerdir. Rasululiah (s.a.v.)'m üstünlüğünün ve yüceliğinin daha fazla olduğu­nu ifade etmek için. Önce onun ismini söyledi. Beyzâvî şöyle der: Bunlar meşhur, şeriat sahibi peygamberler oldukları için Allah özellikle bunların adım andı. Peygamberimizin üstünlüğünü ve şanının yüceliğini ifade etmek için önce onu zikretti.[23] İbn Kesir şöyle der: Son peygamberin yüceliği ve mertebesinin üstünlüğünü göstermek için önce onu zikretti. Sonra da, zaman içersindeki gelişlerine göre onları sırayla zikretti,[24] Üzerlerine aldıkları peygamberliği tebliğ görevini tam anlamıyla ye­rine getireceklerine dair peygamberlerden sağlam ve kesin bir söz aldık. [25]
8. Allah, kıyamet gününde sadık peygamberlere, Allah'ın emirlerim kavimlerine tebliğ edip etmediklerini sorması için söz aldı. Sâvî şöyle der: Allah'ın, peygamberlerin doğruluğunu bilmesine rağmen onlara sormamasındaki hikmet, kıyamet gününde kafirleri kınamak ve susturmattır.[26] Kurtubî de şöyle der: Bu âyet, kıyamet gününde peygamberler sorguya çekilirlerse, diğerlerinin durumlarının ne olacağına dikkat çekmektedir. Peygamberle­rin sorguya çekilmesinin faydası, kâfirleri kınamaktır. Nitekim Yüce Allah, İsa'­ya, (a.s.) "Ey İsa insanlara, beni ve anamı iki ilâh edinin diye sen mi dedin?[27] buyurmuştur.[28] Allah, inkârları ve hakkı kabul etmekten yüzçevirmeleri sebebiyle, kâfirler için elem ve acı verici bir azap hazırlamıştır.
Bundan sonra Yüce Allah, Hendek savaşını ve mü'minler için ondaki bol nimetlerle parlak mucizeleri anlatmaya başladı: [29]
9. Ey inananlar! Allah'ın size verdiği lütuf ve nimetlerini hatırlayın. Hani bir zamanlar, bölük bölük oldular gelmiş, aleyhinize birleşmişlerdi. Ebussuûd şöyle der: "Ordular"dan maksat, Kureyş, Gatafan, Benî Kureyza ve Benî Nadir yahudilerinden oluşan birliklerdir. Bunlar 12.000 kişi kadardı. Rasululiah (s.a.v.), onların gelmekte olduklarını duyunca, Selmân-ı Fârisî'nin tavsiyesiyle Meame'nin etrafına hendek kazdı. Sonra 3.000 müslümanla çıkıp, hendek, müşriklerle kendisi arasında olacak şekilde karargâhını kurdu. Mü'minlerin korkusu arttı ve her türlü zanlarda bulundular. Münafıkların münafıklıkları ortaya çıktı. Hattâ Muattıb b. Kuşeyr : "Muhammed, bize, İran Kisrâsı ve Bizans Kayserinin hazinelerini va'dediyor. Halbuki biz, korkumuzdan abdest boz-maya gidemiyoruz.[30] O ordular üzerine şiddetli bir rüzgâr ve meleklerden sizin görmediğiniz bir ordu gönderdik. Bunlar bin kişi kadardı. Tefsirciler şöyle der: Allah, onların üzerine şiddetli bir rüzgâr gönderdi. Bu rüzgâr, zifiri karanlık ve şiddetli soğuk bir gecede meydana gelen Sabâ rüzgârıdır. Rüzgâr, onların çadırlarını söktü, tencerelerini devir­di. Adamları yere savurmaya başladı. Yüce Allah melekleri de gönderdi. Melekler onlarla savaşmadan, onları sarstı ve kalplerine korku saldılar.[31] Yüce Allah, o zaman sizin hendek kazmanızdan ve peygambere yaptığınız yardımda gösterdiğiniz sebattan haberdardır. [32]
10. Hani o birlikler, doğu tarafından, vadinin üst ta­rafından size gelmişlerdi. O taraftan Esed ve Gatafân kabileleri gelmişti. Vadinin alt tarafından, yani batıdan da gelmişlerdi. Bu taraf­tan Kureyş, Kinâne ve diğer Arap kabileleri gelmişti. Yani müşrikler doğudan ve batıdan geldiler ve bileziğin bileği sardığı gibi müslümanları kuşattılar. Benî Kureyza yahudileri de, Peygamber (s.a.v.) ile yapmış ol­dukları anlaşmayı bozarak müşriklere katıldılar ve onlara yardım ettiler. Dolayısıyle korku arttı, musibet büyüdü. Onun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurdu: Hatırla ki, o zaman korkunun ve dehşetin şiddetinden, gözler şaşkın ve belermiş bir vaziyette bakış istika­metinden eğilmişti.[33] Kalpler, nerdeyse gırtlaklara gelecek şekilde, göğüs içindeki yerlerinden oynamıştı. Bu, onların başlarına gelen korku ve heye­canın şiddetini temsilî olarak anlatmaktadır. Korku o derece şiddetli idi ki, onlardan her birinin basma gelen korkunun şiddetinden, sanki kalbi hance-resine ulaşmıştı.[34] Siz bu şiddetli durum içersinde, Allah hakkında çeşitli zanlarda bulunuyordunuz. Hasan Basrî şöyle der: Müna­fıklar, müslümanların tamamen yok olacağını; mü'minler ise kendilerine yardım edileceğini sandılar.[35] Mü'minler, hayır; münafıklar ise şer düşün­düler. İbn Alıyye şöyle der: Nerdeyse mü'minler sıkıntıdan dolayı, "Bu, sözünde durmama nedir?" diyeceklerdi. Bunlar, insanın atması mümkün ol­mayan düşünceler olup mü'minlerin de aklına gelmiştir. Münafıklar ise acele edip akıllarına geleni söylediler ve "Allah ve Rasûlü bize sadece kuru vaadlerde bulunmuşlar'[36] dediler. [37]
11. O zaman ve o yerde, samimi mü'min ile münafık birbirinden ayrılsın diye, mü'minler imtihandan geçirildiler. Kurtubî der ki: Bu imtihan; korku, savaş, açlık, muhasara ve vuruşma şeklinde olmuştur.[38] Başlarına gelen musibetin korkunçluğundan şiddetli bir şe­kilde sarsıldılar. Sanki yer onları sarsıyor ve ayaklarının altında deprem meydana geliyordu. İbn Cüzeyy der ki: Zelzele'nİn asıl mânâsı, şiddetle sallamadır. Burada kalplerin sıkışması ve sarsılmasından ibarettir.[39]
12. Hatırla ki, bir zamanlar, müna­fıklar ve iman kalplerine yerleşmediği için, kalplerinde nifak hastalığı bulunanlar şöyle demişlerdi: Allah ve Rasûlü bize sa­dece hile ve boş şeyleri va'detmişler. Sâvî şöyle der: Bunu söyleyen Muattib b. Kuşeyr'dir. O şöyle demişti: Muhammed bize İran ve Bizans'ın fethedileceğini va'dediyor. Halbuki hiçbirimiz korkudan ortaya çıkamıyoruz. Bu, Muharnmed'in, bizi aldattığı boş vaadden başka bir şey değildir.[40]
13. Hani bir zaman, Evs b. Kayzî ve tabileri ile Übeyy b. Selül ve taraftarlarından oluşan münafıklar güruhu şöyle demişti. Ey Yesrib halkı! Artık siz burada kalamazsınız. Muhammed ve arkadaşlarını bırakın da evlerinize dönün. Bir grup münafık da, sudan bahanelerle, evlerine dönmek için Peygam­berden izin istiyordu. Evlerimiz korunmasızdır, düşmanla­rın ve hırsızların girmesinden korkuyoruz, diyorlardı. Halbuki du­rum, onların iddia ettiği gibi değildir. Bu, Allah'ın onları yalanlamasıdır. Peygamberden istedikleri izinle, savaş ve cihattan kaçmaktan başka bir şey istemiyorlar. Fiilin, izin istiyor" şeklinde geniş zaman olarak getirilmesi, olayın şeklini zihinde canlandırmak içindir. Âyeti din­leyen, sanki o anda onları izin isterken görüyormuş gibi olur. Bundan sonra Yüce Allah, yalan ve nifaklarını açıklamak suretiyle onları rezil etti. [41]
14. Eğer düşmanlar Medine'nin her tarafından o münafıklara gelselerdi Sonra da Allah'ı inkâr edip müslümanlara karşı savaşmaları istenseydi, bunu kendiliklerinden yapar­lardı, Onu hemen yaparlar; aşın fesatlarından ve kalple­rinde iman olmadığından hiç beklemezlerdi. İmanı korumazlar, en basit bi: korku ve endişe anında onu bırakırlardı.[42] Bu, âyet, onları son derece yermektedir. [43]
15. O münafıklar, Bedir savaşın­dan sonra, Hendek savaşından önce, savaştan kaçmayacaklarına dair sö: vermişlerdi. Allah'a verdikleri bu sözün, yerine getirilmes gerekirdi. Çünkü onlar bundan mes'ûl olacaklar. Bu âyet, tehdit ifade et mektedir. Katâde şöyle der: Münafıklar Bedir'de bulunmadıkları ve Allah' in, Bedir savaşma katılanlara verdiği zafer ve değeri gördükleri için: "Eğe Allah bize bir savaş gösterirse, mutlaka savaşırız" demişlerdi.[44]
16. Ey Peygamber! hayatta kal mayı ve yaşamayı çok istedikleri için savaştan kaçan o münafıklara de k Eğer kaçarsanız, bu sizin ömürlerinizi asla uzatmaz, ecellerinizi ertele mez, ölümü sizden asla savamaz. Şu halde, kaçarsanız, taktirde, az bir zaman yaşarsınız. Çünkü her canlının sonu Ölümdür. Kılıçl Ölmeyen başka bir şeyle ölür. [45]
17. De ki A lah sizin helak ve yok olmanızı veya kalmanızı ve zafer kazanmanızı tal dir ederse, O'nun size bunu yapmasına kim engel olabilir?
Allah'tan başka onlan koruyacak ve yardım edecek kimse yoktur. Ne, onlara fayda verecek bir yakınları, ne de yardım edecek kimseleri vardır. [46]
18. Kuşkusuz Allah azimleri kıran o münafıkların durumunu bilir. Onlar, insanları cihattan ve savaştan alıkoyanlardır. Onlar, kâfir ve münafık kardeşlerine, "Muhammed'i ve arka­daşlarını bırakın, helak olsunlar, Bize gelin, onlarla beraber savaşmayın" diyenlerdir. Savaşa da onlardan, riya ve gösteriş için, sa­dece az bir grup katılır. Sâvî şöyle der: Çünkü, başkasını savaştan alıkoyanın âdeti, ona kendisinin, hiç yapmaması veya sadece âdi bir mak­satla, çok az yapmasıdır.[47] Ebu Hayyân şöyle der: Yani, onlar savaşa çok az katılırlar. Mü'minlere, onlarla beraber oldukları zannını vermek için, bir­likte çıkarlar. Ama savaştıklarını göremezsin. Ancak mecbur kaldıkları za­man çok az savaşırlar. Onların savaşı gerçek değil, sadece bir gösteriştir.[48]
19. Size karşı sevgi, şefkat ve nasihat hususunda cimridir­ler. Çünkü onlar, sizin iyiliğinizi istemezler. Savaş başladığında, o münafıkları, görülmemiş bir korku içinde görürsün. Hattâ onların gözlerinin, ölüm sar­hoşluğu etkisiyle korku ve endişeden bayılan kimsenin gözleri gibi, göz yu­valarında döndüğünü görürsün. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah onları kor­kaklıkla niteledi. Korkakların âdeti budur. Sağa sola dikkatlice bakarlar. Çoğu zaman da korkunun şiddetiyle bayılırlar.[49] Savaş sona erip de korkuları gittiğinde, saldırgan dillerle konuşarak size eziyet ederler. Sizi aşırı derecede yerer ve incitirler. Katâde şöyle der: Ganimetleri taksime sıra gel-ince, size dil uzatarak şöyle derler: "Bize ve­rin, bize verin. Çünkü biz sizinle beraberdik. Siz, ganimeti, bizden daha çok haketmiş değilsiniz." Savaş anında, kavmin en korkakları ve hakkı en çok yardımsız bırakanlar; ganimet bölüşürken ise, kavmin en cimrileri ve en çok konuşanlardır.[50] Onlar, mal ve ganimete karşı aşırı düşkünlüklerinden, size bu şekilde hitap ederler, Bu anlatılan kötü sıfatları taşıyan o münafıklar, her ne kadar görünüşte müslüman olsa­lar da, kalben gerçekten inanmamışlardır. İnkârları ve münafıklıkları sebebiyle, Allah, onların amellerini boşa çıkardı. Çünkü, amellerin kabul edilmesi için iman şarttır. Onların amellerini boşa çıkarmak, Allah için çok kolaydır. Bundan sonra Yüce Al­lah, onların korkak olduğunu gösteren delilleri haber vererek şöyle buyurdu: [51]
20. O münafıklar, korkularının şiddetinden do­layı, müşrik ordularının, yenildikten sonra Medine'den çekip gitmediklerini sanırlar. Halbuki onlar çekip gitmişlerdir. Bu ordular, Kureyş kâfirleri ve .onlarla birlikte toplanıp Medine'ye gelmiş olan ordulardır, Kâfirler tekrar savaşmak üzere onlara dönecek ol­salar, o münafıklar, aşırı korkularından dolayı, çölde bedevilerle birlikte ol­mayı isterler. Öldürülmekten korktukları ve başınıza musibetlerin gelmesi­ni tekledikleri için, sizinle birlikte Medine'de olmak istemezler. Sizin hakkınızdaki haberleri ve başınıza gelenleri sorarlar. Bizzat görerek değil de, haber alma yoluyla durumunuzu öğrenmek için, "Müslümanlar yok oldu mu?, Ebu Sufyân galip geldi mi?" diye sorarlar Eğer onlar savaş kızıştığında aranızda olsalardı, korkaklıkla rı, temlikleri ve hayata düşkünlükleri sebebiyle, sizinle birlikte çok az sa v aşarlardı. [52]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek âyetler, birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunlaı aşağıda özetliyoruz:
1. "Allah, hiçbir adamın içinde iki kal yaratmadı" cümlesindeki kelimesinin nekra getirilmesi, kapsam ve umum ifade eder. Bu kelimenin başına zâid olarak bir harf-i cerrin getiri! mesi, bu umumiliği pekiştirmek içindir, içinde" terkibinin söyler mesi ise, bunun olmayacağını daha fazla tasvir etmek içindir.
2. "Allah'a güvenip dayan. Vekîl olarak A lah yeter" cümlesinde, kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak vardır.
3. "Hatâ ettiniz" ile "kasten yaptınız" ve "kötülük" ile "rahmet" arasında tıbâk vardır. Çünkü den maksat kötülük; den maksat da iyiliktir.
4. "Onun eşleri, onların analarıdır" cümlesinde teşbih belîğ vardır. Burada vech-i şebeh ile teşbih edatı hazfedilerek teşbîh-i bel olmuştur. Cümlenin aslı şöyledir: "Onun eşleri, kendilerine hürmet, say ve değer vermenin vacip olması hususunda, mü'minlerin analarj gibidir.
5. "Birbirlerine daha yakındırlar" ifadesinde hazif yoluy mecaz vardır. "Birbirlerinin mirasını almaya daha yakındırlar" demektir.
6. "Hani biz, peygamberlerde söz almıştık. Senden, Nuh'tan..." cümlesinde, üstün olduğunu vurgulam için, umumdan sonra husus söylenmiştir. Çünkü burada adı geçen peyga:
berler de, peygamberler topluluğu içersindedirler. Fakat bunların sânını yüceltmek ve üstün olduklarını ifade etmek için özel olarak zikretti.
7. "Katı bir söz" ifadesinde istiare vardır. Yüce Allah, maddî şeylerin özelliği olan katılığı, ahde saygıyı, onun büyüklüğünü ve ağırlığını açıklamak gibi manevî bir şeyde müsteâr olarak kullandı.
8. "Doğrulara sorması için" cümlesinde, I. şahıs kipinden III. şahıs kipine dönüş vardır. Bundan maksat, müşrikleri susturmak ve kınamaktır.
9. "üstünüzden" ile "alt tarafınızdan" arasında tibâk vardır.
10. "Üzerine ölüm baygınlığı çök­müş kimse gibi gözleri döner" cümlesinde teşbîh-i temsilî vardır. Çünkü vech-i şebeh, birkaç şeyden alınmıştır.
11. "Kalpler, hancerelere ulaştı" cümlesindeki tem­silde mübalağa vardır. Yüce Allah, kalpleri, titreme ve çarpıntı hususunda sanki gırtlaklara ulaşmış gibi tasvir etmiştir.
12. "Sırtlarını çevirmeyecekler" cümlesi, savaştan kaç­maktan kinayedir.
13. "Sizi, keskin dilleriyle incitirler" cümlesinde istiâre-i mekniyye vardır. İstiâre-i mekniyye yoluyla, dil, keskin kılıca ben­zetilmiş, müşebbehun bih söylenmemiş ve müşebbehun bih'in levazımın­dan bir şey ile, yani "vurmak" anlamına gelen ile ona işaret edilmiştir. "keskin" kelimesinin söylenmesi ise, bunun istiâre-i müreşşeha ol­duğunu gösterir.
14. "ve benzeri âyet sonlarında, fasıla harfleri birbirine uygundur. Bu, sözü daha güzel ve parlak hale getirir. Çünkü bunun parlak bir etkisi ve tatlı bir nâmesi vardır.[53]

Bir Uyarı

Yüce Allah,' diğer peygamberlere isimleri ile hitap ederek şöyle bu­yurdu: "Ey Nuh! Selâmetimizle in"[54] "Ey İbrahim! Rüyayı doğruladm"[55] "Ey Musa! Ben, risâletlerimle ve seninle konuşmamla seni insanlara üstün kıldım"[56] Ancak, Rasulullah (s.a.v.)'a, sadece, nübüvvet ve risâlet lafızları­nı kullanarak hitap etti. "Ey Peygamber! Sana Allah yeter"[57] "Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et"[58] Kur'an'm hiçbir yerinde, ona, ismiyle seslenildiğini göremeyiz. Ona sadece, "Ey Nebî!" ve "Ey Rasûl!" şeklinde hitap edilmiştir. Bu, onun şanının ve makamının yüce kılındığını ifade eder. Onun, öncekilerin de sonrakilerin de efendisi nebî ve rasûllerin önderi olduğunu gösterir. Aynı zamanda, Rasûlullah'a (s.a.v.) nasıl davranacağımı­zı bize öğretir. Dolayısıyle biz Peygamberimizi (s.a.v.), sadece saygı ve hürmetle anar ve onu sadece en mükemmel sıfatla vasıflandırırız.. "Pey­gamberi, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın"[59] "Allah'ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın, kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir."[60]

Bir Nükte

Soru: Rasulullah (s.a.v.) takva sahiplerinin efendisi olduğu halde, Al­lah'ın ona, takvayı emretmesinin anlamı nedir? Cevap: Bu, takvada sebat ve devam emridir. "Ey iman edenler! Allah'a ve Peygamberine iman edi­niz"[61] mealindeki âyete benzer. Yani, "imanda sebat ediniz" demektir. Aynı, şekilde müslümanm, doğru yolda olduğu halde, "bize doğru yolu göster"[62] demesine benzer. Müslümanın bundan maksadı, "bizi doğru yolda sabit ve dâim kıl" demektir. Yahut, bu soruya şöyle de cevap verebiliriz: "Burada Rasulullah (s.a.v.)'a hitap edilmiş, ümmeti kastedilmiştir." [63]
21. Andolsun ki, Rasûlullah'da, sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlara ve Allah'ı çok zikredenlere en mükemmel bir Örnek vardır.
22. Mü'minler ise, düşman birliklerini gördükle­rinde, "İşte Allah ve Rasûlü'nün bize vâdettiği! Allah ve itasûlü doğru söylemiştir" dediler. Bu, onların ancak îmanlarını ve Allah'a bağlılıklarını arttırdı.
23. Mü'minler içinde Allah'a verdikleri sözde du­ran nice erler var. İşte onlardan bazısı, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; bazısı da beklemekte­dir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişler­dir.
24. Çünkü Allah, sadâkat gösterenleri sadâkatları sebebiyle mükâfatlandıracak, münafıklara dilerse azab edecek, yahut da tevbelerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
25. Allah, o inkâr edenleri hiçbir şey elde etme­den öfkeleri ile geri çevirdi. Allah savaşta mü'minlere yetti. Allah güçlüdür, mutlak galibdir.
26. Allah, Ehl-i kitaptan onlara yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kainlerine korku düşürdü; bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir alıyordunuz.
27. Allah, onların yerlerine, yurtlarına, mallarına ve ayak basmadığınız topraklara sizi mirasçı yaptı. Allah'ın her şeye gücü yeter.
28. Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle: Eğer dün­ya hayatını ve süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim.
29. "Eğer Allah'ı, Peygamber'ini ve âhiret yurdu­nu diliyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel davra­nanlar için büyük bir mükâfat hazırlamıştır."
30. Ey peygamber hanımları! Sizden kim açık bir hayâsızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkarılır. Bu, Allah'a göre kolaydır.
31. Sizden kim, Allah'a ve Rasûlüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona, mükâfatını iki kat veririz. Ve ona bol bir rızık hazırlamışizdır.
32. Ey peygamber hanımları! Siz, kadınlardan her­hangi biri gibi değilsiniz. Eğer korkuyorsanız, (en yüksek makamdasınız) sözü, yumuşak söylemeyin ki kal­binde hastalık bulunan kimse kötü ümide kapılmasın. Güzel söz söyleyin.
33. Evlerinizde oturun, ilk Câhiliyye devri (kadın­larının) yürüyüşü gibi açılıp saçılarak, zînetlerinizi göstererek yürümeyin. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Rasûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah siz­den, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak is­tiyor.
34. Evlerinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve hik­meti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bi­lendir ve her şeyden haberi olandır.
35. Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, itâata devam e-den erkekler ve itâata devam eden kadınlar, doğru er­kekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabre­den kadınlar, mütevazı erkekler ve mütevâzi kadınlar, zekat veren erkekler ve zekat veren kadınlar, oruç tu­tan erkekler ve oruç tutan kadınlar, namuslarını koru­yan erkekler ve (namuslarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde Hendek savaşını ve bu savaşta cihada katılmamak ve katılmak isteyenleri kösteklemek suretiyle, imanla küfür arasında mütereddit kalan münafıkların tutumlarım anlatmıştı. Bu âyetler­de de, sabır, sebat, fedakârlık ve cihad hususunda Rasulullah (s.a.v.)'a uyul­masını mü'minlere emretti. Daha sonra söz, Rasulullah (s.a.v.)'m temiz eş­lerine geldi. Onlara da zâhidâne davranma ve dünya süsüne uymama hususunda Rasulullah (s.a.v.)'a uymayı emretti. Çünkü onlar, diğer mü'minlerin kadınlarına örnektirler. [64]

Kelimelerin İzahı

Üsve, örnek demektir. Bu kelime, hem hem de diye iki türlü okunur. Bir kimse diğer bir kimseye uyduğunda denir.
Nahbehu; adağı, sözü. adamak ve söz vermek demektir. Bir kimse, bir şey adadığında denilir. Geniş zamanı dur. Geniş za­manı okunduğunda "ağlamak" mânâsına gelir. Lebîd şöyle der:
O kişiye sormaz mısınız? Ne için çabalıyor? Yerine getirilmesi gereken bir adak mı? Yoksa sapıklık ve boş şey mi?[65]
Bir kimse öldüğünde denir. Her canlı, mutlaka öleceği için bununla ölüm ifade edildi. Sanki ölüm, insanın boynunun borcu olan bir adaktır. Öldüğünde, adağını yerine getirmiş olur.[66]
Sayâsîhim, kaleleri. Sayâsî, kendisiyle korunulan şey mânâ­sına gelen kelimesinin çoğuludur. Şair şöyle der:
Öküzler öldü. Temim kadınları, onların boynuzlarına koşuştular.[67]
Boşanma bedellerinizi vereyim. Aslında, kendisiyle ye-tinilip geçinilecek azık demektir. Bu mânâda, boşanan kadına verilen mala da denilir. Zira kadın, ondan yararlanır ve onunla geçinir.[68]
Sizi boşayayım. Lügatte; serbest bırakmak, salıver­mek demektir.[69]
Açılıp zînetlerinizi göstererek yürümeyin. Kadın, zinetlerini ve güzelliklerini yabancılara gösterdiğinde denir.[70] Aslında bu kelime, ortaya çıkmak manasınadır. Bu mânâda, burc'a da, genişliği ve görünmesinden dolayı bu isim verilmiştir.
Evlerinizden ayrılmayın. Bir kimse, bir yerde kalıp da ora­dan ayrılmadığı zaman der. Geniş zamanı şeklindedir. Kalmak mânâsında mastardır. kelimesinin aslı, dir. hazfedilmiş ve üstünü, bir önceki harf olan verilmiştir. Hareke verilince, baştaki vasıl hemzesine ihtiyaç kalmamıştır.[71]
Rics, lügatte; pislik ve necaset demektir. Burada maksat, günahlardır. Çünkü, kişinin bedeni necasetlerle kirlendiği gibi, günahları işlediği zaman da manevî şahsı onlarla pislenir ve kirlenir.[72]

Nüzul Sebebi

a.) Taberî'nin Enes b. Mâlik'ten rivayetine göre, Enes şöyle der: Amcam Enes b. Nadr Bedir savaşında bulunamadı. Dedi ki: "Rasulullah (s.a.v.)'la birlikte ilk savaşta bulunamadım. Eğer Allah bana bir savaş gösterirse, bu savaşta ne yapacağımı Allah mutlaka görecek". Uhud günü gelip de müslümanlar yenilgiye uğrayınca şöyle dedi: Ey Allah'ım! Ben bu müşriklerin yaptıklarından uzağım. Senin yanındayım. Müslümanların yaptığından dolayı da Senden özür dilerim. Bundan sonra Enes, kılıcını kuşanıp yürüdü. Sa'd b, Muâz onun karşısına çıkınca ona şöyle dedi: Ey Sa'd! Vallahi, Uhud'un arkasından cennet korkusunu alıyorum. Bundan son­ra, şehit oluncaya kadar savaştı. Sa'd, "Yâ Rasulallah!" dedi. Ben, onun yaptığım yapamadım. Enes b. Malik şöyle devam ediyor: Amcamı şehitler arasında bulduk. Kılıç, mızrak ve ok yaralarından 80 küsur yarası vardı. Onu tanıyamadık. Nelicede kizkardeşi geldi de. parmak uçlarından tamdı. Enes diyor ki: Biz, şu âyetin, o ve arkadaşları hakkında indiğini anlatırdık: "Mü'minler içersinde, Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte on­lardan bazısı, sözünü tutup o yolda canını vermiştir. Bazısı da beklemekte­dir.[73]
b.) İmam Ahmed'in rivayetine göre Câbir (r.a.) şöyle demiştir: «İnsan­lar, Rasulullah (s.a.v.)'ın kapısı önünde otururken, Ebubekir (r.a.) gelip içeri girmek için izin istedi. Fakat izin verilmedi. Sonra Ömer (r.a.) gelip izin istedi, ona da izin verilmedi. Sonra Ebubekir (r.a.) ile Ömer (r.a)'e izin ve­rildi. İçeri girdiler. Peygamber (s.a.v.), çevresinde hanımları olduğu halde, susmuş vaziyette oturuyordu. Ömer dedi ki: "Rasulullah (s.a.v) ile konuşa­cağım, belki güler" dedi ve ilâve etti. "Ey Allah'ın Rasulü! Şu Zeyd'in kızına baksana -hanımını kastediyor- az Önce benden nafaka istedi, boynu­nu vurdum. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) o derece güldü ki, azı dişleri göründü. Rasulullah (s.a.v) buyurdu ki: "İşte bunlar da, benim etrafımda, benden nafaka istiyorlar." Bunun üzerine Ebubekir (r.a.), Aişe (r.a.)'yi döv­mek için kalktı. Ömer (r.a.) de Hafsa'yı (r.a.) dövmek için kalktı. Her ikisi de şöyle diyorlardı: "Rasulullah (s.a.v.)'ta bulunmayan şeyi mi ondan is­tiyorsunuz? Rasulullah (s.a.v.) her ikisine de engel oldu. Rasulullah (s.a.v.)'-ın eşleri de: "Vallahi, bu meclisten sonra, Rasulullah (s.a.v.)'tan, onda ol­mayan şeyi istemeyeceğiz" dediler. Bunun üzerine Allah (c.c), muhayyer­lik âyetini indirdi: "Ey Peygamber! Eşlerine de ki: Eğer, dünya dirliğini ve süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim". Bu âyet inince Rasulullah (s.a.v.) Aişe'den (r.a.) başlayarak şöyle dedi: "Sana bir şey söyleyeceğim. Ancak, anne ve babana danışmadan, bu hususta acele etmeni istiyorum." Aişe: "Nedir o yâ Rasu-lallah!" dedi. Rasulullah (s.a.v.) ona bu âyeti okudu. Aişe (r.a.) "Senin hakkında, anne ve babama mı danışacağım?" dedi. "Bilakis ben Allah'ı, Rasûlünü ve âhire! yurdunu tercih ederim. Ancak senden, benim tercih ettiğimi, diğer hanımlarından herhangi birine söylememeni istiyorum". Rasulullah (s.a.v.) da, "Allah beni, katı davranıcı olarak değil, öğretici ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi. Hanımlarımdan hangisi bana sorarsa, ona bildiririm" dedi.»[74]
c.) Ümmü Seleme (r.a.)'nin rivayetine göre, o, Rasulullah (s.a.v.)'e şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasûlü! Neden, Kur'an'da erkeklerin anıldığını, indirdi. Kalplerine şiddetli korku saldı. Nihayet kalele­rini açıp teslim oldular. İbn Cüzeyy şöyle der: Bu âyet, Kureyzaoğulları ya-hudileri hakkında inmiştir. Onlar, Rasûlullah (s.a.) ile antlaşma yapmışlar, daha sonra antlaşmayı bozup Kureyş tarafım tutmuşlardı. Müşrikler mağlup olup da Kureyş, Medine'den çekip gidince, Rasûlullah (s.a.v) Kureyzaoğul1arını kuşattı. Sonunda Sa'd b. Muaz (r.a.)'ın vereceği hükme razı olup kale­den indiler. Sa'd da, erkeklerinin öldürülmesine, kadın ve çocukların esir alınmasına hükmetti.[75] İşte âyetin devamı bunu ifade etmektedir: Onlardan bir grubu, yani erkekleri öldürüyor, bir grubu da, yani kadın ve çocukları esir alıyorsunuz. O gün, Kureyzaoğullarından 800 ile 900 arası erkek öldürülmüştür.
27. Ey rnü'minler topluluğu! Allah sizi Kureyzaoğullarınm yurduna, gayr-i menkullerine, evlerine, at­larına ve bıraktıkları mallarına ve henüz ayak basmadığınız diğer yurtlara vâris kıldı. Bu yurtlar, Kureyza'dan sonra alman Hayber ve daha sonra müslümanlarm fethettiği bütün ülkelerdir. Allah, is­tediği herşeyi yapar. Ne yerde, ne gökte hiçbir şeyO'nuâciz bırakamaz. Ebu Hayyân şöyle der: Yüce Allah, herşeye gücünün yettiğini açıklayarak bu âyeti sona erdirdi. Burada sanki, müslümanlara birçok fetih nasip edeceği­ne işaret vardır. Onları bu yurtlara sahip kıldığı gibi, diğer ülkelere de sahip kılmaya gücü yeter.[76]
28. Ey Peygamber! Kendileri için daha fazla har­cama istemelerinden dolayı üzülmene sebep olan eşlerine de ki: Eğer dünya nimetini, onun bolluğunu ve geçici güzelliğini istiyorsanız, Gelin size boşanma bedelim ödeyeyim ve herhangi bir zarar vermeksizin sizi boşayayım. [77]
29. Eğer Allah ve Rasulünün rızasını ve âhirette bolca nimetler elde etmeyi istiyorsanız. Bilin ki Yüce Allah, güzel iş yapanlarınıza, yaptıklarının karşılığında anlatılamayacak kadar büyük sevap verecektir. Sevap da içinde hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın İşitmediği ve hiçbir insanın aklına gelmediği nimetler bulunan cennettir. Ayetin bu bölümü, daha önce geçen şartın cevabıdır. Ebu Hayyân şöyle der: Yüce Allah. Peygamberine (s.a.v.) yardım edip düşman ordularını dağıtıp başından savınca Kureyza ve Nadîr'in yurtlarını fethetmeyi nasip edince, eşleri, yahudilerin en değerli mallan ve stoklarını, sadece Rasûlullah (s.a)'ın alacağım sanarak çevresinde oturdu ve şöyle dediler: Ey Allah'ın Rasulü! İran Şahı ile Bizans İmparatorunun kızları (ve hanımları) zînetler ve süslü elbiseler içinde yaşıyorlar. Biz ise, gördüğün gibi fakr u zaruret içindeyiz! Eşleri ondan maddî imkânlarının daha da genişletilmesini, kendilerine krallar ve ileri gelen devlet adamlarının eşlerine yaptıkları muamele gibi muamele edil­mesini istemek suretiyle kalbini incittiler. Bunun üzerine Yüce Allah, Peygamber'e (s.a.s.), eşleri hakkında inen âyeti onlara okumasını emretti. O sırada Peygamber'in (s.a.v.) dokuz eşi vardı.[78]
30. Ey Peygamber hanımları! Sizden kim, büyük günahlardan bir günah veya haddi aşacak şekilde çirkin bir iş yaparsa, ki, İbn Abbas'a göre bu geçimsizlik ve kötü huydur,[79] Onun cezası, diğer kadınların cezasının iki katı olur. Çünkü işlenen günahın büyüklüğü, fazilet ve mertebenin üstünlüğüne tâbidir.[80] Bu cezayı vermek Allah için kolaydır. Onların peygamberin eşleri olmaları, Allah'ın bu cezayı vermesine engel olamaz. Bu âyette çeşitli hitap şekilleri kullanılmıştır. Daha önce onlara peygamber dili ile hitap edildiği halde, burada, onların işlerine önem verildiğini göstermek ve nasihat etmek maksadıyla, doğrudan doğruya kendilerine hitap edildi. Sâvî şöyle der: Bu âyetler, Peygamber (s.a.v)'in eşlerinin faziletini ve Allah katındaki derecelerinin büyüklüğünü göstermek için, Yüce Allah tarafından kendilerine yapılmış bir hitaptır. Çünkü hitap ederken azarlama ve sert konuşma, onların mertebelerinin yüceliğini gösterir. Zira onlar Rasûlullah (s.a)'a çok yakındır ve aynı zamanda cennette de eşleridir. Allah'a yakınlık Rasûlullah (s.a)'a yakınlık derecesine göre olur.[81]
31. Sizden kim Allah'a ve Rasulüne itaate devam eder, iyi işler ve sâlih ameller yaparak Allah'a yaklaşırsa Ona iki kat sevap veririz: Biri, itaat ve takvasından, diğeri de;kanaat etmek ve iyi geçinmek suretiyle Rasûlullah (s.a)'m rızasını is­temesinden dolayı... Alacağı sevaptan fazla olarak da, cennette onun için, hoşuna gidecek tükenmez güzel bir nzık hazırladık. Bundan sonra Yüce Allah, Rasûlullah (s.a.)'ın eşlerinin diğer kadınlardat daha faziletli olduklarını açıklamak üzere şöyle buyurdu: [82]
32. Ey, Peygamberin hanımları! Siz, diğer kadınlardan daha faziletli ve şerefli olmanız hasebiyle onlardaı farklısınız. Çünkü, insanların en üstünü ve son peygamber Muhammet (a.s)'in eşlerisiniz. Sizden biri, diğer kadınlardan herhangi birine benzeme. Eğer sakınırsanız... Bu bir şart cümlesidir. Önce geçen ifadelerden anlaşıldığı için cevabı kaldırılmıştır. Yani, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınırsanız, en yüce makamda olursunuz. Kurtubî şöyle der: Allah, onlara öncekilerin ve sonrakilerin efendisi olan Rasulullah (s.a.v)'a eş'olmayı nasip ettiği için, faziletlerinin ancak takva şartıyla ta­mamlanacağını açıkladı.[83] İbn Abbas şöyle der: Yüce Allah bu âyette şunu demek istiyor: Benim katımda sizin değeriniz, diğer saliha kadınların değeri gibi değildir. Siz, Benim katımda daha değerlisiniz. Eğer takvalı olursanız, sevabınız daha büyüktür. Yüce Allah, onların faziletinin, Rasu­lullah (s.a)'ın eşleri olmalarından değil sadece takvadan ileri geldiğini açıklamak için, takvayı onlara şart kıldı.[84] Erkeklerle konuşurken yumuşak söylemeyin, Sonra, kalbinde kötülük, ki suizan ve kadınlarla konuşma sevgisi bulunan kimse, ümide kapılır, Erkeklerle konuşurken, zanna sebep olmayacak şekilde, yumu­şaklık ve kırıtma olmaksızın iffetli ve güzel konuşun.[85] İbn Kesîr şöyle der: Yani, kadın, yabancı erkeklerle, yumuşak olmayan bir sesle konuşur. Ya­bancılarla, kocası ile konuştuğu gibi konuşmaz. [86]
33. Evlerinizden ayrılmayın, ihtiyacınız olmadan dışarı çıkmayın. Zaruret olmaksızın yollarda şaşkın şaşkın dolaşan gaiil kadınların yaptığı gibi yap,navın. Cânıliyye kadınlarının yaptıkları gibi, yabancı erkeklere zinetlerinizi ve güzelliklerinizi göster­meyin. Câhiliyye döneminde kadın, güzelliklerini göstermek için, vücudu­nun açılması uygun olmayan yerlerini açarak pazarlara çıkardı. Katâde şöyle der: Câhiliyye kadınları kırıtarak ve cilve yaparak yürürlerdi. Yüce Allah bunu yasakladı. Namazı kılmaya ve zekâtı ver­meye devam edin. tbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah, önce onları kötülükten men etti, sonra da onlara, bir olan Allah'a ibadet etmekten ibaret olan na­maz kılmak ve insanlara iyilik demek olan zekât vermek gibi hayırlı şey­leri emretti.[87] Takva sahibi hanımların mertebelerini elde etmeniz için, bütün emir ve yasaklarında Allah ve Rasûlüne itaat ediniz.
Ey, Peygamberin aile efradı (Ehl-i beyt)! Allah'ı sizi sadece günah kirlerinden kurtarmak ve in­sanın bedeninin necasetle pislendiği gibi, manevî varlığının da kirlendiği sunanlardan temizlemek istiyor. O sizi günah kirlerinden tamamen arındır­mak istiyor. [88]
34. Evinizde okunan Kur'an âyetlerini ve peygamberin sünnetini okuyun. Çünkü kurtuluş başarı onlar­dadır. Zemahşerî şöyle der: Yüce Allah onlara, evlerinin vahyin indiği yer olduğunu hatırlattı ve evlerinde okunan Kitab'ı unutmamalarını emretti. O kitap, Peygamberin (s.a.v.) doğruluğunu gösteren apaçık mucizeler ile se­mavî kanunlar ilimler ve hikmetler gibi iki önemli şeyi kapsar.[89] Şüphesiz Allah, kulların durumuna uygun olanı bilir, onların fay­dasına olan şeylerden haberdardır. İşte bunun içindir ki, dünya ve âhirette insanları mutlu kılacak kanun ve kaideleri koymuştur.
Bundan sonra Yüce Allah, ceza ve mükâfatta kadın ve erkeğin eşit olduğunu bildirmek üzere şöyle buyurdu: [90]
35. Erkek olsun, kadın olsun, İslamın emir ve ya saklarına sarılanlar ve onun ahlakıyla ahlâklananlar, Allah'ı âyetlerini ve peygamberlerine indirdiklerini tasdik edenler, ibadet ve itaata devam edenler, iman, niyet, söz ve işlerin de doğru olanlar, Sıkıntılı ve rahat anlarda itaatlara vı nefsanî arzulardan uzak durmaya sabredenler Allah'a bo yun eğip ondan korkanlar, kalpleri ve azalarıyla Onun huzurunda eğilenleı iyilikte bulunmak ve zekâtlarını edâ etmek maksadıyl mallarını fakirlere verenler, Ramazan ayında ve diğe günlerde, Allah rızası için oruç tutanlar. Oruç, bedenin zekâtıdır, onu u mizler ve arındırır. Avret yerlerini, haram v günahlardan, zînâ ve avret yerini açmak gibi, helâl olmayan şeylerden kc ruyanlar, Her zaman ve her yerde, kalp ve dilli riyle Allah'ı anmaya devam edenler var ya, Allah, o takva sahibi iyi ve bu yüce sıfatlarla sıfatlanmış olan kinısels için, yaptıkları iyi işlerden dolayı günahlarını bağışlayarak en büyük sev; ve mükafat olan cenneti hazırlamıştır. [91]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek âyetler birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşa| özetliyoruz:
1. "İşte bu, Allah'ın ve Rasûlünün bize va'dettiği şedir. Allah ve Rasûlü doğru söylemiştir" âyetinde zahir isim tekrarlanmak suretiyle itnâb yapılmıştır. Şereflendirme ve yüceltme için yüce isim tek­rar edilmiştir.
2. "Adağını yerine getirdi" cümlesinde istiare vardır. Nahb, adak mânâsına olup, burada ölüm için müsteâr olarak kullanılmıştır. Çünkü ölüm, her canlının sonudur. Sanki o, insanın boynundan hiç ayrılmayan bir adaktır.[92]
3. "Münafıkları dilerse azaplandıracak, yahut onlara tevbe nasip edecektir." âyetinde, "dilerse" bölümü ara cümlesi olup, azap veya merhametin Allah'ın dilemesine bırakıldığına dik­kat çekmek için gelmiştir.
4. "Eğer dünya hayatını ve onun süsünü is­tiyorsanız..." cümlesi ile "Eğer Allah'ı, Peygamberini ve âhiret yurdunu diliyorsanız..." cümlesi arasında mukabele vardır.
5. "Câhiliyye yürüyüşü gibi yürümeyin" cümlesin­de teşbih-i belîğ vardır. Burada teşbîh edatı ile vech-i şebeh söylenmemiş, böylece teşbih-i beliğ olmuştur:
6. "Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin" cümlesi üzerine Allah'a ve Rasulüne itaat edin" cümlesinin atfedil­mesi, umûmun husus üzerine atfıdır. Çünkü Allah ve Rasulüne itaat, daha Önce geçen bütün emir ve yasaklan kapsar.
7. "Allah, sizden sadece günahı gider­mek ve sizi tertemiz yapmak istiyor" âyetinde istiare vardır. Burada Yüce Allah "günahlar" için (kir) i, "takva" için (temizlik) u müsteâr ola­rak kullanmıştır. Çünkü günahları işleyen kimsenin manevî varlığı kirlenir. İtaatla beraber ise, temiz elbise gibi, kirlerden korunmuş ve paktır.
8. "Koruyanlar" ifadesinde hazif yoluyla îcâz vardır. Önceki ifadeden anlaşıldığı için mef'ûl hazfedilmiştir. Avret yerle­rini koruyan kadınlar" demektir.
9. "Allah, onlar için hazırladı" âyetinde tağlîb sanatı vardır. Yüce Allah erkekleri çoğunluk saydı, kadınları onlarla bir araya getirdi. Sonra hepsini aynı zamirde birleştirdi.
10. "gibi, âyet sonlarında uygunluk vardır. Bu da güzelleştirici edebî sanatlardandır. [93]
36. Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.
37. Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine lüt­fettiğin kimseye: "Eşini yanında tut, Allah'tan kork!" diyorsun. Halbuki Allah'ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyorsun. Oysa asıl korkul­mağa lâyık olan Allah'tır. Zeyd, o kadından ilişiğini ke­since biz onu sana nikahladık ki, evlâtlıkları, karılarıy-le ilişkilerini kestiklerinde mü'minlere bir zorluk ol­masın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir.
38. Allah'ın kendisine helâl kıldığı şeyde Peygam-ber'e herhangi bir vebal yoktur. Önce gelip geçenler arasında da Allah'ın âdeti böyle idi. Allah'ın emri mut­laka yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir.
39. O peygamberler, Allah'ın gönderdiği emirleri duyuranlar, Allah'tan korkanlar ve O'ndan başka kim­seden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah ye­ter.
40. Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat O, Allah'ın Rasûlü ve peygam­berlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilen­dir.
41. Ey inananlar, Allah'ı çokça zikredin.
42. Ve O'nu sabah-akşam teşbih edin.
43. Sîzi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O'dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah, mü'minlere karşı çok merhametli­dir.
44. Kendisine kavuştukları gün, Allah'ın onlara il­tifatı, "selâm" dır. Allah onlara çok değerli mükâfat ha­zırlamıştır.
45. Ey Peygamber! Biz seni hakîkaten bir şâhid, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.
46. Allah'ın izniyle, bir da'vetçi ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.
47. Allah'tan büyük bir lûtfa ereceklerini mü'min­lere müjdele.
48. Kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Onların eziyetlerine aldırma. Allah'a güvenip dayan, vekil ve destek olarak Allah yeter.
49. Ey îman edenler! Mü'min kadınları nikahlayıp da, henüz dokunmadan onları boşarsamz, onları saya­cağınız bir iddet süresince bekletme hakkınız yoktur. O halde onları memnun edin ve onları güzel bir şekilde serbest bırakın.
50. Ey peygamber! melıiHerini verdiğin hanımla­rını, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği ve elinin al­tında bulunan cariyeleri, amcanın, halanın, dayının ve teyzenin seninle beraber göç eden kızlarım sana helâl kıldık. Bir de Peygamber kendisiyle evlenmek istediği takdirde, kendisini Peygambere hibe eden mü'mine ka­dını, diğer mü'minlere değil, sadece sana mahsus olmak üzere helâl kıldık. Kuşkusuz biz, hanımları ve ellerinin altında bulunan (cariyeleri) hakkında mü'minlere neyi farz kıldığımızı biliriz. Ki, sana bir zorluk olmasın. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
51. Onlardan dilediğini geriye bırakır, dilediğini de yanına alırsın. Geriye bıraktıklarından arzu ettiğini tekrar yanına almanda, senin üzerine bir günah yoktur. Böyle yapman onların gözlerinin aydın olmasına, üzül-nıemelerine ve hepsinin, senin verdiklerine razı olmala­rına daha uygundur. Allah, kalblerinizde olanı bilir. Allah, hakkıyle bilendir, Halimdir.
52. Bundan sonra artık başka kadınlarla evlen­men, elinin altında bulunan hâriç, güzellikleri hoşuna gitse bile, bunları başka hanımlarla değiştirmen sana helâl değildir. Allah her şeyi gözetlemektedir.

Ayetlerin Öncekilerle Münâsebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde mü'minlerin sıfatlarını ve kazandıkları yüksek dereceleri anlattıktan sonra, burada da, Peygambere (s.a.v.) itaatin Allah'a itaat olduğunu, onun emrinin Allah'ın emri olduğunu açıklamakta­dır. Sonra da, mü'minlere büyük nimeti hatırlatmaktadır ki o da, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan aydınlatıcı nurun gönderilmesidir. [94]

Kelimelerin İzahı

Hıyera, seçme mânâsında mastardır. "tıyera" kelimesinin, nin mastarı olduğu gibi, bu da nin kaide dışı maştandır.[95]
Bir şeyi açığa çıkaran. Bir kimse, bir şeyi açığa çıkardığında, denir.
Vatar, nefsanî ihtiyaç demektir. Zeccâc şöyle der Vatar, önem verdiğin ihtiyaçtır. İnsan o ihtiyacını giderdiğinde, denir Müberred de şöyle der: Vatar, şehvet demektir. "Canımın istediği şekilde senden fay­dalanamadım" mânâsında, denir. Daha sonra Müberred şu şiiri okudu:
Cürneyl b. Ma'mer ondan ihtiyacını giderdikten sonra artık ben Medine'de nasıl kalabilirim?[96] Haraç, darlık ve günah, demektir. Geçip gittiler.
Ezelde takdir edilmiş bir kader. Bukre, gündüzün ilk vakitleridir. Asil, gündüzün son vakitleridir.
Ertelersin. Bir kimse bir şeyi ertelediğinde. veya der.[97]
Yanına alırsın. "Kardeşini yanma aldı"[98] âyetinde de bu mânâda kullanılmıştır. [99]

Nüzul Sebebi

Ibn Abbas şöyle der: Rasulullah (s.a.v) Zeyneb bint Cahş'ı, azatlı kölesi Zeyd b. Harise için istedi. Fakat Zeyneb bunu kabul etmeyip onunla evlenmeye razı olmayınca şu âyet indi: Allah ve Rasulü bir İşe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yok­tur..." Bunun üzerine Zeyneb emre uyup Zeyd ile evlendi. Bir rivayete göre, Zeyneb Kureyş soyundan olduğu için, kendisi de, kardeşi Abdullah da bu teklifi kabul etmedi. Fakat âyet inince kardeşi gelerek: "Ey Allah'ın Rasû-lü! Bana dilediğini emret" dedi. Rasulullah (s.a) da: "Zeyneb'i Zeyd ile ev­lendir" diye emretti. Abdullah buna razı olup, onu Zeyd ile evlendirdi.[100]

Âyetlerin Tefsiri

36. Allah ve Rasûlü, herhangi bir şey emredince, mü'min erkek ve kadınlardan hiçbirinin herhangi bir görüş belirtmesi veya tercihte bulunması doğru ve uygun olmaz. Aksine onların, boyun eğmeleri ve teslim olmaları gerekir. Sâvî şöyle der: Burada Yüce Allah'ın adının söylenmesi. Onun şanını yüceltmek ve Rasıüullah (s.a)'ın verdiği hükmün, Allah'ın verdiği hüküm olduğuna işa­ret içindir. Çünkü Rasulullah (s.a), heva ve hevesine uyarak konuşmaz.[101] İbn Kesîr de şöyle der; Bu âyet, bütün işler için geçerlidir. Yani, Allah ve Ra-sulü herhangi bir hüküm verdiklerinde, hiçbir kimse ona muhalefet edemez. Hiç kimsenin tercih etme, görüş açıklama ve söz söyleme yetkisi yoktur.[102] Bunun içindir ki Yüce Allah, muhalefet edenlerin sonlarının çok kötü ola­cağını söyleyerek şöyle buyurdu: Kim, Allah ve Rasulü'nün emrine aykırı davranırsa, doğru yoldan çıkmış, yalnış yola girmiş ve apaçık bir sapıklığa düşmüştür. [103]
37. Ey Peygamber! Allah'ın, İslama girmeyi nasip ettiği, senin de azat edip kölelikten hürriyete kavuşturduğun kimseye nasihatta bulunduğun zamanı hatırla. Tefsirciler şöyle der: Hz. Peygamber/in (s.a.v.) azat ettiği bu şahıs Zeyd b. Hârise'dir. Zeyd, Cahiliyye dönemi kölelerinden idi. Hz. Hatice (r.a.) onu satın alıp Rasulullah (s.a) bağışlamıştı. Rasulullah (s.a.)'m kölesi idi. Sonra Rasulullah (s.a.) onu azat edip evlatlık edindi[104] ve halasının kızı Zeyneb bint Cahş ile evlendirdi, Hani sen Zeyd'e, eşin Zeyneb'i nikahında tut, onu boşama, ona yapacağın muamelede Allah'tan kork diyerek nasihatte bulu­nuyordun. Ey Muhammedi Halbuki Allah'ın ortaya çıkaracağı şeyi de içinde gizliyordun Rasulullah (s.a)'ın içinde gizlediği şey de Zeyneb'le evlenme isteğidir.[105] İbn Cüzeyy şöyle der: Rasulullah (s.a)'m gizlediği, caiz ve mubah olan bir şeydir. Günah sayılacak ve kınana­cak bir ş&y değildir. Fakat o, insanların, "Muhammed, oğlunun karısı ile ev­lendi" demelerinden çekinmiştir. Zira, Rasulullah (s.a) Zeyd'i evlatlık edinmişti. Utandığı, mahcup olduğu, şeref ve haysiyetini insanlardan ko­rumak istediği için olayı insanlardan gizledi. Gizlediği şey, evlat edinme hükmünü kaldırmak için, Allah'ın emri üzerine Zeyneb'le evlenme isteği­dir. Allah, Zeyneb'le evlenmesini emretmek suretiyle bunu açıklamıştır. insanların," Muhammed, oğlunun eşiyle evlen­di" demelerinden korkuyorsun. Oysa tek olan Allah'tan korkman ve sana vahyetmiş olduğu, "Zeyd boşadıktan sonra Zeyneb'le evleneceksin" emrini açıklaman daha uygundur. İbn Abbas şöyle der: Rasullah (s.a) münafıkların, "Muhammed oğlunun hanımı ile evlendi" demelerinden çekindi, Zeyd onu boşayıp ilişiğini kesince, seni onunla evlendirdik, İşte bu âyet, Rasulullah (s.a.s.)'m gizlediği şeyin, iftiracıların iddia ettiği gibi, Zeyneb'e olan aşkı değil, Zeyd Zeyneb'i boşadıktan sonra, vahyin em­rini yerine getirmek için onunla evlenme isteği olduğunu gösteren açık ve kesin bir delildir. "Onu sana eş kıldık" demektir. Tefsirciler şöyle der: Zeyneb'i Rasulullah (s.a.v.) ile evlendiren Allah'tır(c.c). Zeyneb'in id-deti sona erince Rasulullah (s.a.v.), izin, akit, mehr ve şahit olmaksızın onunla zifafa girdi. Bu, sadece Rasulullah (s.a.v.)'a mahsus bir olay idi. Buhârî,.Enes. b. Mâlik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Zeyneb, Rasulul­lah (s.a.v.)'in diğer eşlerine karşı şöyle diyerek ovunurdu: Sizi, aileleriniz evlendirdi. Beni ise, yedi göğün üstünden Rabbim evlendirdi.[106] Bundan son­ra Yüce Allah, bu evliliğin sebeb-i hikmetini açıklamak üzere şöyle buyur­du: Evlatlıkların, kendileriyle ilişkilerini keserek boşamış oldukları kadınlarla evlenme hu­susunda Allah'ın koyduğu kanunlarda mü'minlere herhangi bir günah, zorluk ve vebal olmasın diye bunu emretti. İbnu'l-Cevzî şöyje der: Yani,evlatlığm olan Zeyd'in karısı Zeyneb'le seni evlendirdik ki, evlatlığın, boşamış olduğu karısı ile evlenmenin helal olmadığı sanılmasın. Allah'ın sana verdiği emir ve Zeyneb'le evlenmene dair ettiği vahiy, kesinlikle yerine getirilecek olan takdir edilmiş bir işti. Yüce Allah, önceki âyette mü'minlerden zorluğu kaldırdıktan sonra, değer vermek ve şereflendirmek için, özellikle, Peygamberlerin Efendisinden (s.a.v.) de zorluğu kaldırmak üzere şöyle buyurdu:[107]
38. Allah'ın, Rasûlü için, mubah kıldığı ve ona verdiği eşler hakkında, herhangi bir vebal, günah ve kınama yoktur. Dahhâk şöyle der: Yahudiler, çok evliliğinden dolayı Rasulullah (s.a.v.) kınamışlardı. Yüce Allah onlara cevap vermek üzere şöyle buyurdu. Bu, Allah'ın önceki bütün peygamberlere uygu­ladığı bir kanunudur. Şöyle ki, Allah, onlar için mubah kıldığı şeylerde, kendilerine rahat hareket etme ruhsatı vermiştir. Kurtubî şöyle der: Allah (c.c), Davud ve Süleyman (a.s) gibi, Önceki peygamberlere uyguladığı, çok kadınla evlenme ruhsatını Hz. Peygamber'e (s.a.v.) de verdi: Cariyelerin dışında Davud (a.s)'un yüz, Süleyman (a.s)'ın üçyüz karısı vardı.[108] Allah'ın emri ezelde kesin olarak verilmiş bir hükümdür. Ne değişir, ne de bozulur. Bundan sonra Yüce Allah şöyle buyurarak bütün pey­gamberleri övdü: [109]
39. Ey Muhammedi Haklarında sana bilgi ver­diğim ve kendilerini senin için Önder kıldığım o peygamberler Allah'ın emirlerini, gönderildikleri kimselere ulaştıranlardır. Onlar, sadece bir olan Allah'tan korkarlar.O'ndan başka kimseden kork­mazlar. Ey Muhammedi Onlara Bütün iş ve fiillerden he­saba çekipi olarak Allah yeter. Dolayısıyle O'ndan başkasından korkulma-ması gerekir. Bundan sonra Yüce Allah, Câhiliyye döneminde yaygın olan evlat edinme hükmünü kaldırmak üzere şöyle buyurdu: [110]
40. Muhammed, içinizden herhangi bir adamın babası değildir. Tefsirciler şöyle der: Rasulullah (s.a.v.) Zeyneb (r.a.) ile evlenince, halk: "Muhammed, oğlunun karısı ile evlendi" dediler. Bunun üzerine bu âyet indi.[111] Zemahşeri şöyle der: Muhammed (s.a.v.), gerçekte sizden herhangi bir adamın babası değildir ki, baba ile evlat arasındaki evlilik ve nikah akrabalığından doğan haramlık, onunla Zeyd arasında da bulunsun.[112] Fakat o, peygamberlerin so­nuncusudur. Allah onunla, semavî emirlerini sona erdirmiştir. Artık ondan sonra herhangi bir peygamber gelmeyecektir, İbn Abbas şöyle der: Eğer peygamberleri onunla sona erdirmemiş olsaydım, ona mutlaka, kendisinden peygamber olacak bir çocuk verirdim.[113] Allah sözlerinizi ve yaptıklarınızı bilendir. Hallerinizden hiçbir şey Ona gizli kalmaz. [114]
41. Ey inananlar! Gece, gündüz, se­ferde ve hazarda, "lâilâhe illallah" diyerek, hamd ederek, yücelterek ve takdis ederek Allah'ı çok çok anın. [115]
42. Rabbinizi sabah akşam teşbih edin. Âlimler şöyle der: Sabah akşam meleklerin inmesinden dolayı, bu vakitler daha fa­ziletli olduğu için Yüce Allah özellikle onları zikretti.[116]
43. Yüce Allah sürekli olarak size merhamet eder. İşlerinize ve sizin iyiliğinize ve yararınıza olan her şeye önem verir. Melekleri de, aynı şekilde, dua, istiğfar ve rahmet dilekleriyle sizin için yalvarırlar. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah'ın salât etmesi, kulunu, melek­lerin yanında övmesidir. Bir görüşe göre, Allah'ın salâtı rahmet, meleklerin ki ise, dua ve istiğfar mânâsmdadır.[117] O sizi, sapıklıktan hidâyete, isyan karanlıklarından itaat ve iman nuruna çıkarmak için böyle yapar. Allah, mü'minlere karşı çok merhametli­dir. Şöyle ki, onların az amellerini kabul eder, imanlarındaki samimiyetten dolayı günahlarından çoğunu affeder. [118]
44. Rablerine kavuşacakları gün mü'minlere yapılacak dirlik temennisi, herşeyi bilen ve herşeyin sahibi olan Yüce Allah'ın cennette onlara vereceği "selâm" ve "ikram"dır. Nitekim Yüce Allah: "Merhametli olan Rab katından onlara selâm vardır"[119] buyurmuştur. Ve onlar için güzel bir mükâfat hazırlamıştır ki, bu mükafat da cennet ve içinde bulunan sonsuz nimetlerdir. İbn Kesîr şöyle der: Güzel mükâfattan maksat, cennet ve içinde bulunan yiyecek, içecek, giyecek, barınacak, zevk alınacak şeyler ve seyredilecek manzaralardır ki bunlar, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın hatır ve hayalinden geçirmediği şeylerdendir.[120] Yüce Allah, mü'minleri inkâr ve sapıklık karanlığından hidâyet ve iman nurlarına çıkardığını açıkladıktan sonra ardından, kendisiyle kâinatı aydınlattığı o parlak kandilin nitelikleri­ni anlattı. [121]
45. Ey Peygamber! Seni, ümmeti­ne ve bütün ümmetlere şahit olarak gönderdik ki o ümmetlerin peygamber­lerinin rablerinin risaletini kendilerine tebliğ ettiğine şahitlik edesin ve aynı zamanda seni mü'minlere naim cennetlerini müjdeleyici ve kâfirleri cehennem azabıyla korkutucu olarak da gönderdik. [122]
46. Kendiliğinden değil, Allah'ın emriyle, insanları Allah'ı birlemeye ve O'na itaat ve ibadet etmeye çağıncı ve nurlu bir kandil olarak gönderdik yani, ey Muhammedi Sen, insanlar için ışık saçan nurlu bir kandil gibisin. Karanlıklarda parlak yıldızla yol bulunduğu gibi inkâr karanlıklarında da seninle doğru yol bulunur. İbn Kesîr şöyle der: Ey Muhammedi Sen, parlaklık ve aydınlatma hususunda güneş gibisin. Bunu, inatçıdan başkası inkâr edemez.[123] Zemahşerî şöyle der: Yüce Allah, peygamberi nurlu kandile benzetti. Çünkü nurlu kandille gecenin karanlığı giderildiği ve yol bulunduğu gibi, Allah, şirk karanlklarını peygamberle gi­derdi. Sapıklar da onunla doğru yolu buldu.[124] Yüce Allah peygamberi 5 sıfatla niteledi ki, bunların hepsi de olgunluk, güzellik, övgü ve yücelik ifade eder. Son olarak da Rasulullah (s.a.v.)'ın, Allah'ın, kendisiyle sapıklık karanlıklarını dağıttığı parlak bir kandil olduğunu belirtti. Rabbimin salât ve selâmlan her zaman ve her ân onun üzerine olsun. [125]
47. Ey Muhammedi Özellikle mü'minlere, Allah'ın kendileri için nainı cennetlerinde büyük ve çok lütfü bulunduğunu müjdele. [126]
48. Din işinde, münafık ve kâfirlerin kolaylık ve yumuşaklık hususundaki isteklerine uyma. Aksine sana vahy olunan şeylerde kararlı ol. Onların sana eziyetlerine ve insanları sana gel­mekten alıkoymalarına aldırış etme. Bütün iş ve hallerinde Allah'a dayan. Allah, dünya ve âhiret işlerinde kendisine da­yanana yeter. Sâvî şöyle der: Bu âyetle, tevekkül olayının çok önemli olduğuna işaret vardır. Kim Allah'a tevekkül ederse, Üzüntü ve keder veren din ve dünya işlerinde Allah ona yeter.[127] Konu, Peygamber (s.a.v.)'m hanımları, Zeyd kıssası ve onun Zeyneb'i boşaması olduğu için, söz, rnü'minlerin hanımlarına ve onları boşama hususunda takip edilecek en güzel yolu anlatmaya geldi. [128]
49. Ey, Allah ve Rasulüne inanmış olan mü'minler! Mü'min kadınlarla evlenme akdi yapıp onlarla evlenir, sonra da, cinsî ilişkide bulunmadan onları boşarsanız, Onları sayacağınız bir iddet müddetince bek­letme hakkınız yoktur. Çünkü siz onlarla cinsî ilişkide bulunmadınız. Dolayısıyle hamile kalma ihtimalleri yoktur ki, nesebinizi korumak mak-sadıyle kadım tutasınız. Ehl-i kitap kadınları da bu hükmün içersine girme­sine rağmen, Yüce Allah'ın Özellikle mü'min hanımları zikretmesi, müslümanın, soyu için iyi eş seçmesinin ve iffetli mü'min kadınlardan başkasıyla evlenmemesinin daha uygun olduğuna dikkat çekmek içindir.[129] O halde, onları memnun edin. Yani size düşen, gönüllerini hoş etmek ve boşanma olayının onlara verdiği sıkıntıları hafifletmek için, mal ve elbise­den gönül rizasıyle onlara vermek suretiyle İkram edin. Onlara zarar ve eziyet vermeksizin, haklarını yemeden, iyi bir şekilde ser­best bırakın. Ebu Hayyân şöyle der: Güzel bir şekilde serbest bırakmak, eziyet vermeden ve alması gereken hakkını engellemeden güzel söz söyle­mektir.[130] Bundan sonra Yüce Allah, Rasulullah (s.a.v.)'m eşlerinin durum­ları ile ilgili konuları anlatarak şöyle buyurdu: [131]
50. Ey Muhammedi Biz senin için, İslamî tebliği kolaylaştırmak ve seni rahat hareket ettirmek gayesiyle, kadınlardan birçok nev'ini sana, mubah kıldık. Bu cümleden ol­mak üzere belirli bir mehirle evlendiğin ve nikâhın altına aldığın eşlerini sana helal kıldık.[132] Savaşta kâfirlere karşı zafer kazanarak sahip olduğun cariyeleri de sana mubah kıldık. Ganimet olarak alınan cariyeler, satın alınanlardan daha üstün olduğu için, Yüce Allah burada, "ganimet yoluyla" kaydını koydu. Zira bunları elde etmek için meşakkat çekilmiş ve sıkıntıya düşülmüştür. Halbuki bu durum, ikinci grup cariyelerin elde edilmesinde yoktur. Yine sana, seninle birlikte hicret etmiş olmaları şartıyla amcaların, halaların, dayıların ve teyzelerin kızları gibi akraba­larınla evlenmeni mubah kıldık, Ve yine, Allah ve Rasulü sevgisi ile ve sana yaklaşmak mak-sadıyle, kendilerini sana hibe eden sâliha mü'min kadınları da sana helâl kıldık. Ey Muhammedi Sen, bu kadınlardan dilediğinle mehirsiz olarak ev­lenmek istediğin takdirde bunlar senin için mubahtır. Ey Muhammedi Bu durum, diğer mü'minlere değil, sadece sana mahsustur. Çünkü mehirsiz evlenmek onlara helâl değildir. Kadının kendisini hibe et­mesi de sahih olmaz. Aksine "Mehr-i misil" gerekir.. Mü'minlere farz kıldığımız nafakayı, mehri, akit sırasındaki şahitleri, dört kadından fazla evlenemeyeceklerini ve hürlerin dışında onlar için mubah kıldığımız cariyeleri biz biliriz. Sana gelince, ko­laylık olsun diye, birçok şeyi sadece sana verdik. Sana bir meşakkat veya sıkıntı olmasın diye böyle yaptık. Allah'ın mağfireti büyük, rahmeti geniştir. [133]
51. Ev Peygamber! Eşlerinden di­lediğini boşamak ve dilediğini yanında tutmak hususunda sen serbestsin.[134] Nöbet dışı. tuttuklarından herhangi birini yanma almak istediğinde, sana bir vebal ve kınama yoktur, İşİeri hakkında seni bu şekilde serbest bırakmamız, kalplerinin rahat etmesi, üzülmemeicri ve senin yaptığına razı olmaları için daha elverişlidir. Çünkü onlar, bunun Allah'tan gelen bir emir olduğunu bilirlerse, gönülleri daha hoş olur, üzüntü ve keder hisset­mezler. Allah, kalplerinizde olanları bilir. Bu, yüceltmek maksadıyla Peygambere (s.a.v.) yapılmış bir hitaptır. Yani, ey Muhammedi Allah senin ve her insanın kalbindeki adalet veya taraf tutma, sevgi veya nefreti bilir. İstediğin hususlarda sana kolaylık olsun diye hanımların hakkında seni serbest bıraktık. Allah'ın ilmi geniştir. Açığa vurduğunuz veya gizlediğiniz her şeyi bilir. O, halimdir. İşleri yerli yerine kor, cezalandırmada acele etmez. Aksine erteler ve mühlet ve­rir, fakat ihmal etmez. Buhârî, Hz. Âişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben, kendilerini Peygambere (s.a.v.) hibe eden kadınları kıskanır ve şöyle derdim: "Kadın da kendini hibe eder mi?" "Ey Muhammedi Onlardan istediğini bırakır, istediğini yanma alırsın. Sırasını geri bırakmış olduklarından da arzu ettiğini yanına almanda sana bir sorumluluk yoktur" mealindeki âyet inince de­dim ki; Görüyorum ki, Rabbin, senin arzunu hemen yerine getiriyor.[135] Bundan sonra Yüce Allah şöyle buyurdu: [136]
52. Ey Peygamber! Nikâhında bulunan bu dokuz kadından sonra, artık kadınlar sana helâl değildir. Bunlardan herhangi birini boşayıp, yerine başka bir kadınla evlenmen senin için helal olmaz, Diğer kadınların güzelliği hoşuna gitse de durum budur, Ancak cariyelerin hariç. Onları almanda bir beis yoktur. Çünkü onlar zevce değildir. Allah yaptıklarınızdan haberdar ve onları görmektedir. Bu âyet, Allah'ın koyduğu sınırları aşmaktan, helal ve haramını çiğneyip geçmekten sakındırmaktadır. Tefsirciler şöyle der: Allah, Rasûlüne dört sınıf kadını mubah kıldı. Bunlar, mehirleri verilenler, ganimet olarak almanlar, hicret etmiş olan ak­rabalar ve kendini bağışlayan kadınlardır. Bunları, risaleti yaymak ve İslamı tebliğ etmek hususunda Rasûlüne kolaylık ve serbestlik olsun diye mubah kıldı. "Ey Peygamber! Eşlerine de ki: Eğer dünya hayatını istiyor­sanız..." mealindeki tahyîr âyeti indiğinde, Rasûlullah (s.a.v.) onları serbest bırakmış, onlar da Allah ve Rasûlü ile âhiret yurdunu tercih etmişlerdi. Allah da, onların bu davranışlarına mükâfat olarak Rasülünü, sadece mev­cut eşlerine ait kıldı ve onların dışındaki kadınlarla evlenmesini haram kıldı. [137]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek âyetler birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "Hiçbir mü'min erkek ve kadın için seçme hakkı yoktur" terkibinde, ve kelimeleri umum ifade etmek için nekra getirilmiştir. Çünkü olumsuz ifadeden sonra gelen nekra umum ifade eder. Yani, onlardan hiçbir kimsenin, Allah ve Rasûlünün isteğinden başkasını isteme hakkı yoktur.
2. "gizliyorsun ile onu ortaya çıkarıcıdır." karanlıklar" ile nur ve müjdeleyici" ile korkutucu arasında tıbâk vardır. Bu da güzelleştirici edebî sanatlardandır.
3. "kader" ile "takdir edilmiş" arasında cinâs-ı i ştikâk vardır
4. "Ondan korkarlar. Ondan başkasından kork­mazlar" cümlesinde tıbâk-ı selb vardır.
5. "Nurlu bir kandil" ifadesinde teşbîh-i belîğ vardır. Bu teşbihin ash şöyledir:Ey Muhammedi Sen, hidâyet ve irşâd hususunda par­lak bir kandil gibisin. Buradan teşbih edatı ile vech-i şebeh hazfedilmiş ve böylece teşbîh-i belîğ olmuştur. Bu, Arapların, "Ali, bir aslandır' "Muhammed bir aydır" sözlerine benzer.
6. "Onlara dokunmadan önce" ifadesinde kinaye vardır. Yüce Allah, cinsî ilişkiden kinaye olarak "dokunma" kelimesini kul lanmıştır. Bu, meşhur kinayelerden ve övülmüş Kur'ânî edeplerdendir Çünkü Kur'an, âdî lafızlardan uzaktır.
7. "sabah" ile akşam", geriye bırakırsın" ile yanma alırsın" ve diledin" ile ayırdın" arasında tıbâk vardır.
8. Kulağa daha hoş gelen ve daha güzel olan, âyet sonları uygunluğı vardır: gibi. Bu Kur'an-ı Kerim'in hususiyetlerinden olup güzelleştirici edebî sanatlar dandır. [138]
53. Ey îman edenler! Size izin verilmedikçe Pey­gamberin evlerine girmeyin. Kendiniz yemeğin pişme­sini beklemediğiniz halde, yemeğe çağrılmanız hariç. Fakat çağrıldığınızda girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Pey­gamberi üzüyor, fakat o utanıyor. Ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez. Peygamber'in hanımlarından birşey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalbleriniz, hem de onların kalbleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin, Allah'ın Rasûlünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla caiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük (bir günahtır).
54. Birşeyi açığa vursanız da, gizleseniz de şüphe yok ki Allah, her şeyi gayet iyi bilmektedir.
55. Onlara babaları, oğulları, kardeşleri, kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınları ve ) ellerinin altında bulunan (câriye)lerinden dolavı bir günah yoktur. Allah'tan korkun; şüphesiz Allah, her şeye şâhiddir.
56. Allah ve melekleri, Peygambere çok salavât ge­tirirler. Ey mü'minler! Siz de ona salavât getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.
57. Allah ve Resulünü incitenlere Allah, dünyâda ve âhirette lanet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır.
58. Mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara, yap­madıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.
59. Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'-minlerin kadınlarına cilbâblarını üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elve­rişli olan budur. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
60. Andolsun, münafıklar, kalblerinde hastalık bulunanlar, şehirde kötü haber yayanlar, vazgeçmez­lerse, seni onlara musallat ederiz; sonra orada, senin yanında ancak az bir zaman kalabilirler.
61. Hepsi de lanetlenmiş olarak nerede ele geçirilirlerse, yakalanır ve öldürülürler.
62. Allah'ın önceden geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik göremez­sin.
63. İnsanlar sana kıyametin zamanını soruyorlar. De ki: Onun bilgisi Allah kalındadır. Kıyametin yakın bir zamanda kopacağını sen nerden biliyorsun?
64. Şu muhakkak ki, Allah kâfirleri rahmetinden kovmuş ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır.
65. Orada ebedî olarak kalacaklar, ne bir dost, ne de bir yardımcı bulacaklardır.
66. Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün, "Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygamber'e de itaat etseydik!" derler.
67. "Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyükleri­mize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar" derler.
68. "Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lanetle rahmetinden kov."
69. Ey îman edenler! Siz de Musa'yı incitenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu, dedikleri şeyden te­mize çıkardı. O, Allah yanında şerefli idi.
70. Ey îman edenler! Allah'dan korkun ve doğru söz söyleyin.
71. Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı ba­ğışlar. Kim Allah ve Rasûlüne itaat ederse, büyük bir kurtuluşa ermiş olur.
72. Biz emâneti, göklere, yere ve dağlara teklif et­tik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, korktular. Onu insan yüklendi çünkü o çok zâlim çok câhildir.
73. Sonunda Allah münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap edecek, inanan erkeklerin ve inanan kadınların da tevbesini kabul buyuracaktır. Allah bağışlayandır, merha­met edendir.

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde Peygamber (s.a.v.)'in eşleri ile olan du­rumlarını anlattı. Burada da, mü'minlerin, Peygamber (s.a)'in evlerine gire­cekleri zaman izin isteme ve sıkıntı vermeme gibi, uymaları, gereken edep kurallarını zikretti. Sonra da Allah'ın ve meleklerin salât ve selâm etmesi sebebiyle Peygamberin (s.a.v.) şerefinin yüceliğini anlattı. Bu mübarek sûreyi kıyametten ve ondan sonra inkarcıların ve sapıkların başlarına gele­cek musibetlerden ve ebedîlik yurdunda mutlu ve mutsuz kişilerin hallerin­den bahsederek sona erdirdi. [139]

Kelimelerin İzahı

Onun pişmesi. İbn Manzur şöyle der: Bir şeyin varması ve erişmesidir. Oleunlaşmak demektir.[140]
Müste'nisîn, sohbete dalanlar. Söze dalmak istemek demektir. Bir kimse birisiyle sohbet etmek ve neşelenmek istediğinde der. Evde sana arkadaşlık edecek ve seni rahatlatacak kimse bulunmadığı zaman, dersin.
Meta', kapkacak ve benzeri ihtiyaç duyulan araç ve gereç.
Bühtan, iftira ve açık yalan demektir. Bunun aslı, asılsız şeyi atmak mânâsına gelen kökündendir."[141]
Celâbîb, bütün bedeni örten elbise anlamındaki keli­mesinin çoğuludur. Zamanımızdaki çarşafa benzer. Şair şöyle der:
Akbabalar dalgın bir şekilde oynayarak ona doğru, üzerlerinde çarşarflar bulunan bakire kızların yürüyüşü gibi yürüyorlar.[142] Mürcifûn, yalan haber yayanlar. Bu, kelimesinin çoğuludur. Mürcif, insanları korkutmak için yalan ve bâtıl haberler yayan, de­mektir. Şair şöyle der:
Bize gelince, her ne kadar onun öldürülmesinden dolayı bizi ayıplasanız ve azgın ve hasetciler İslam hakkında yalanlar ortaya atsa da..."[143] Seni musallat ederiz, Onu teşvik etti ve onu ona musal­lat etti" demektir.
Saîr, alevi şiddetli ateş. [144]

Nüzul Sebebi.

a. Enes b. Mâlik'ten (r.a.) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) Zeyneb bint Cahş (r.a.) ile evlendiğinde, onun için bir düğün ziyafeti verdi. İnsanları davet etti. Yemekten sonra davetlilerden bir gurup Rasulullah (s.a)'m evinde oturup.sohbet etmeye başladılar. Rasulullah (s.a.v.yın eşi de yüzünü duvara doğru çevirmişti. Bu tutumlarıyla Rasulullah (s.a.v.)'ı üzdüler. Eneş diyor ki: Davetlilerin çıkıp gittiğini, ben mi Rasulullah'a ha­ber verdim, yoksa o mu bana haber verdi bilmiyorum. Rasulullah (s.a.v.) gidip eve girdi. Ben de onunla beraber, girmek üzere gittim. Fakat oT be-nimle kendisi arasına perdeyi gerdi ve "Hicâb" âyeti indi. İnsanlara, gerekli nasihat yapıldı. Yüce Allah şu âyeti indirdi: "Ey iman edenler! size izin-verilmeden Peygamberin evlerine girmeyin."[145]
b. İbn Abbas şöyle der: Mü'minlerden bir gurup, Peygamber (s.a.v.)'in yemek zamanını gözetlerdi. Yemek pişmeden önce eve girer, pişinceye ka­dar otururlardı. Sonra yemeği yerler, fakat evden çıkmazlardı. Bunun üzerine bu âyet indi.[146]
c. Hz. Aişe'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Hz. Ömer (r.a.) dedi ki: Ya Rasûlallah! Eşlerinin yanma iyi ve kötü insanlar giriyor. Onlara perde arkasında durmalarım emretsen. Bunun üzerine "Hicâb" âyeti indi: "Pey­gamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından iste­yin. Bu hem sizin, hem onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır."[147]
d. Süddî'den rivayet edildiğine göre, kadınlar geceleyin sokağa çıktık­larında fâsık kimseler onlara eziyet veriyordu. Peçeli bir kadın gördüklerin­de onu bırakıyorlar, bu hürdür, diyorlardı. Kadını peçesiz gördüklerinde, bu câriyedir diyorlar ve eziyet ediyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah, şu mealdeki âyeti indirdi "Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'min­lerin kadınlarına, dış Örtülerini üzerlerine almalarını söyle"[148]

Âyetlerin Tefsiri

53. Ey müminler! Pey­gamberin hanımlarının haklarına riayet etmek, ona eziyet etmemeye ve onu üzmemeye dikkat etmek için, size izin verildiği haller hariç, hiçbir du rumda Peygamberin evlerine girmeyin. Peygamberin evleri" izafeti şereflendirme ve değer verme ifade eder. Âyet, mü'minleri bu yüce ahlâka yönlendirmektedir. Ancak, kendiniz gidip yemeğin pişmesini beklemeden, herhangi bir yemeğe çağrıldığınızda gidebilirsiniz. Ama davet edildiğiniz ve size girme izni verildiğinde gi­rin, Yemeği bitirdiğinizde orada kalmayın, evlerinize dağılın. Sohbet etmek üzere, Peygamberin evine girmeyin. Bu terkip, terkibi üzerine atfedilmiştir. Mânâ şöyledir: Ne yemeği beklemek ve ne de birbirinizle sohbet etmek üzere Peygamberin evlerine girmeyin. Ebu Hayyân şöyle der: Birbirleriyle sohbet etmek üzere uzun süre oturmaları yasaklandı.[149] Bu yaptığınız Pey­gamberi üzüyor. Canını sıkıyor ve ona ağır geliyor. Birçok işini yerine ge­tirmesine de engel oluyor. Sizi evinden çıkarmaktan utanıyor. Yüce ahlâkı merhametli kalbi, ve sahip olduğu haya duygusu, size gitmeni­zi emretmesini engelliyor. Allah ise, gerçeği açıkla­maktan vazgeçmez. O'nun size gerçeği açıklamasını ve beyan etmesini hiçbir şey engelleyemez. Kurtubî öyle der: Bu bir ahlâk kâidesidir. Yüce Allah bununla, başkalarına sıkıntı verenleri terbiye etmiştir. Sa'lebî'nin ki­tabında öyle yazılıdır: Başkalarına sıkıntı verenlere şeriat'm tahammül et­memesi onlar hakkında sana yeter.[150] Onun temiz ellerinden herhangi bir ihtiyacınızı istediğinizde, perde ar­kasından isteyin. Onlardan isteyeceğiniz şeyi, perde arkasından istemeniz, hem sizin, hem de onların kalpleri için daha temiz ve pâk bir davranıştır. Fitneyi ve sû-i zanni daha çok gidericidir. Hayatında Peygamberinize eziyet vermeniz size yakışmaz ve yaraşmaz. Allah, onun sayesinde size hidayet nasip etmiştir. Vefat ettikten sonra da, asla onun eşleriyle evlenme hakkınız yoktur. Çünkü onlar sizin anneleriniz, kendisi de babanız gibidir. Hal böyle olunca, hem kendisi hem de ailesi ile ilgili hususlarda ona eziyet etmek size nasıl yakışır? Eziyet etmek ve ondan sonra eşleriyle evlenmek, Allah katında büyük bir hâdise ve büyük bir günahtır. Allah, bu günahınızı bağışlamaz. Ebussuûd şöyle der: Bu âyette Yüce Allah'ın, Rasulünün (s.a.v.) şeref ve haysiyetini yücelttiği, sağ iken de öldükten sonra da kendisine saygı gösterilmesinin gerektiği apaçık görül­mektedir.[151] Yüce Allah daha sonra şöyle buyurdu: [152]
54. Herhangi bir şeyi açığa vursanız da, kalpleri­nizde gizleseniz de, şüphesiz Allah onu bilir. Ondan dolayı sizi hesaba çekecektir. Beyzâvî şöyle der: "Âyetteki genel ifade, maksat için bir delil olmakla birlikte, tehditin şiddetini de vurgular."[153] Yüce Allah "Hicâb" âyetini indirdikten sonra, mahremleri bu âyetin hükmünün dışında tutarak şöyle buyurdu: [154]
55. Peygamberin eşlerine babaları, oğulları, kardeş­leri, kardeşlerinin oğullan, kizkardeşlerinin oğulları, mü'min kadınlar ve ellerinin altında bulunan cariyeleri gibi mahrem kimselerle perdesiz görüş­melerinde herhangi bir günah yoktur. Kurtubî şöyle der: Hicâb âyeti inince, babalar ve oğullar Rasulullah (s.a.v.)'a: "Biz de mi onlarla perde arkasından konuşacağız?" dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Âyette geçen den maksat, mü'minlerin kadınlarıdır.[155] İbn Abbas şöyle der: Çünkü yahudi ve hristiyanlarm kadınları müslüman hanımlardan kocalarına bahsederler. Bu nedenle gayr-i müslim kadınların, kâfir kocalarına anlatmaması için müslüman hanımın, bedeninden herhangi bir yerini açması helâl değildir.[156] Ey kadınlar topluluğu! Allah'tan korkun. Gizli ve açık hallerde O'ndan sakının. İşlerinizden hiçbir şey O'na gizli kalmaz. O azaların hareketlerini bildiği gibi, kalpten geçenleri de bilir. Râzî şöyle der: Buradaki ifade, son derece güzeldir. Çünkü geçen âyette, belirtilen mahremlerle yalnız kalmanın ve onların yanında açılmanın cevazına işaret vardır. Dolayısıyle Yüce Allah, birbirleriyle yalnız kaldıkları zamanlarda da onları gördüğünü bildirerek âyeti sona erdirdi. Allah katında, yalnız kal­mak, başkalanyle birlikte kalmak gibidir. Allah ikisini de bilir. Öyleyse, onlar Allah'tan korkmalılar.[157] Bundan sonra Yüce Allah, o yüce peygam­berin değerini açıklayarak şöyle buyurdu: [158]
56. Muhakkak Allah, Peygamberine mer­hamet eder, şanını yüceltir ve makamını yükseltir. Onun itaatkâr melekleri de, Peygamber için dua eder ve bağışlanmasını dilerler. Allah'tan, kulu ve elçisi olan Muhammed (s.a.v.)'i yüceltmesini ve en yüksek mertebeye er­dirmesini isterler. Kurtubî şöyle der: Allah'ın salâtı, O'nun rahmeti ve rızası demektir. Meleklerin salâtı, dua ve istiğfar mânâsmdadır. Ümmetin salâtı ise, dua ve Onun emrine saygı göstermek demektir.[159] Sâvî şöyle der: Bu âyette. Peygamber (s.a.v.)'in üzerine rahmet inen bir kimse olduğuna ve mutlak olarak öncekilerin ve sonrakilerin en üstünü olduğuna en büyük delil vardır. Çünkü, Allah'ın Peygamberine salâtı, yüceliğini ifade ile birlikte rahmetidir. Peygamber'in (s.a.v.) dışındakilere salâtı ise, mutlak rahmettir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Allah size salât edendir. Melek­leri de salât eder"[160] İki salât arasındaki farka ve iki makam arasındaki üstünlüğe bak. İşte bu sebeple, Hz. Muhammed (s.a.v.) rahmetlerin kaynağı ve tecellilerin menbaı olmuştur.[161] siz de ey mü'minler! Peygambere çokça salât ve selâm getiriniz. Onun, sizin üzerinizde çok hakkı vardır. Sizi sapıklıktan hidayete ileten, karanlıklardan nura çıkaran odur. Öyleyse, onun şerefli ismi ne zaman anılırsa, Allah'ım! Muhammed'e ve âline rahmet et. Ona çokça selâm et" deyin. Kâ'b b. Ucre'den şöyle rivayet edilmiştir: Dedik ki, yâ Rasulallah! Sana selâm vermeyi biliyoruz, sana salât nasıl olur? Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ey Allah'ım! İbrahim'e salât ettiğin gibi, Muhammed'e ve âline de saiât et..." deyin.[162] Sâvî şöyle der: Meleklerin ve mü'minlerin Peygambere (s.a.v.) salât etmelerinin hikmeti, onları bununla şereflendirmektir. Şöyle ki, onlar Peygambere (s.a.v.) salat ve onu yüceltme hususunda Allah'a uymuşlardır. Aynı zamanda, onun insanlar üzerindeki bazı haklarından do­layı bir mükâfattır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.), insanlara ulasan bütün nimetlerde en büyük vasıtadır. Bir kimseye herhangi bir şahıstan bir nimet gelirse, o şahsı mükâfatlandırması onun üzerine bir haktır. Ancak insanlar Rasulullah (s.a.v.)'a mükâfat vermekten âciz oldukları için, herşeyin sahibi ve herşeye güç yetiren Allah'tan ona mükâfat vermesini istediler. İşte, "Allah'ım! Muhammed'e salât et" sözünün sırrı budur.[163]
57. İnkâr etmek, kendisine eş ve çocuk nisbet etmek ve yahudilerin, "Allah'ın eli bağlıdır"[164] hristiyanların da "Mesih, Allah'ın oğludur"[165] dedikleri gibi, O'na lâyık olmayan şeylerle O'nu nitele­mek suretiyle Allah'a eziyet edenler; peygamberliğini yalanlamak, şeriatı­nı kötülemek, daveti ile alay etmek suretiyle Peygambere (s.a.v.) eziyet edenleri Allah lanetlemiştir. İbn Abbas şöyle der: Âyet, Rasulullah (s.a.v.), Safiyye bint Huyey ile evlendiğinde onu kötüleyenler hakkında inmiştir.[166] Allah, onları rahmetinde kovmuş ve dünyada horluk ve hakirlik vermek, âhirette de cehennem azabında edebî bırakmak suretiyle üzerlerine gazap ve öfkesini indirmiştir. Onlar için şiddetli bir azap da hazırlamıştır. Bu azap, son derece küçültücü ve alçaltıcıdır. [167]
58. Mü'min erkek ve kadınları, yapmadıkları bir şey ve işlemedikleri bir cinayet, hak etmedikleri bir ezi­yet sebebiyle üzenler var ya, Onlar da, kendilerine iftira, yalan, bâtıl ve apaçık günah yüklemişlerdir. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, Kendisine (c.c.) ve Rasulüne (s.a.v.) yapılan eziyeti mutlak olarak1 ifade etti. Mü'min erkek ve kadınlara yapılan eziyeti ise, "Yapmadıkları bir şeyden dolayı" kaydıyla ifade etti. Bunun sebebi şudur: Allah ve Rasulüne yapılan eziyet, kesinlikle haksız yere olur. Fakat mü'min erkek ve kadınlara yapılan eziyet, haklı da olabilir, haksız da.[168]
Yüce Allah eziyet etmeyi haram kılınca, değerli Peygamberine (s.a.v.), bütün ümmetini, İslama ve onun irşâd edici öğretilerine, özellikle önemli sosyal bir emir olup kadının, fâşıkların eziyetine ma'ruz kalmaması için, onun şeref ve haysiyetini koruyan, iffetini muhafaza eden, onu kötü bakışlar, çirkin sözler ve kötü niyetlerden koruyan hicâb emrine uymaya çağırmasını emretti. [169]
59. Ey Mu­hammed! Mü'minlerin anneleri sayılan senin temiz eşlerine, faziletli kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle: Güzelliklerini ve süslerini örten, kötü dillerden onları koruyan ve Cahiliyye kadınlarının sıfatlarından ayıran geniş elbiselerini giysinler. Taberî, İbn Abbas'm bu âyetle ilgili ola­rak şöyle dediğini rivayet eder: Yüce Allah, mü'minlerin kadınlarına, her­hangi bir ihtiyaç için evden çıktıklarında, "cübâb"larla başlarının üstünden yüzlerini Örtmelerini ve bir tek gözü açık bırakmalarını emretti.[170] İbn Kesîr, Muhammed b. Sirîn'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ubeyde es-Selmâni'ye, Yüce Allah'ın, "Cilbâb"larını üzerlerine örtsünler" âyetini sordum. Ubeyde başını ve yüzünü örttü ve sol gözünü açık bıraktı.[171] Bu örtünme, onların iffetli, örtülü ve kendini koruyan kimseler olarak tanınmasına daha elverişlidir. Böylece kötü ve ahlâksız kimseler onlar hakkında ümide kapılmazlar. Bir görüşe göre de, onların hür oldukları daha iyi bilinir ve cariyelerden daha iyi ayrılırlar, Yüce Allah, onların Önceki kusurlarını bağışlayıcı, kullarına merhamet edicidir. Zira o, kulların bu cüz'î işlerini ve yararlarım gözet­mektedir. Bundan sonra Yüce Allah, eziyet veren her cins insanı çeşitli azaplarla tehdit ederek şöyle buyurdu: [172]
60. İman ettiklerini söyleyip, kalp­lerinde inkârı gizleyen o münafıklar nifaklarını, kalplerinde kötülük has­talığı bulunan zina edenler de kötülüklerini bırakmazlarsa, Fikirleri karıştırmak, safları bozmak ve kötü haber yaymak maksadıyle Medine'de yalan ve asılsız haberler yayanlar bu işi bırakmazlarsa, Ey Muhammed! Mutlaka seni onlara musallat edeceğiz. Sonra onlar Medine'den çıkarlar ve çıkmak için hazırlanacakları az bir süre hariç bir daha senin yanma dönemezler. Râzî şöyle der: Yüce Allah, Rasûlünün gücünü göstermek için, düşmanlarını onun eliyle Medine'den çıkarıp sürgün edeceğini va'detti.[173]
61. Onlar, Allah'ın rahmetinden uzak­laştırılmışlardır. Nerede bulunurlar ve nerede ele gecirilirlersc, şiddet ve zorla yakalanıp, Allah'ı inkâr ettiklerinden dolayı öldürülürler. [174]
62. Bu, daha önce gelip geçmiş olan münafık­lar hakkında uygulana gelen, Allah'ın kanunu ve âdetidir. Kurtubî der ki: Yüce Allah, peygamberler hakkında yalan haber yayan v açıkça münafıklık yapan kimsenin yakalanıp öldürülmesini emretmiştir.[175] Allah'ın kânunu asla değişmez. Çünkü o, sağlam bir temel üzerine kurulmuştur. Savı şöyle der: Bu âyet, Peygamberi (s.a.-v.) teselli et­mektedir. Yani, ey Muhammed! Münafıkların varlığına üzülme. Çünkü bu, Allah'ın ezelî bir kanunudur. Onların bulunmadığı hiçbir zaman ol­mamıştır.[176] Bundan sonra Yüce Allah kıyameti ve ondaki korkunç halleri anlatarak şöyle buyurdu: [177]
63. Ey Muhammed! müşrikler, Alay ve eğlence yollu, sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar, Onlara de ki: Ben onun zamanını bilmiyorum. Onu, ancak gaybları çok iyi bilen Allah bilir. Allah, bir hikmete binaen onun vaktini gizlemiş, onu, ne derecesi yüksek yakın bir meleğe, ne de gönderilmiş bir peygambere bildir­miştir. Kıyametin yakın bir zamanda kopa­cağını sen nerden bileceksin? Ebussuûd şöyle der: Burada acelecileri tehdit ve yanlışını bulmak için soru soranları susturmak vardır. Zamir yerinde açık ismin kullanılması, meseleyi daha açık ifade etmek ve korkunçluğunu göstermek içindir.[178]
64. Şüphesiz Allah inkarcıları kovup rahmetinden uyaklaştırmıştır. Ve onlar için alevli şiddetli ateş hazırlamıştır.[179]
65. Onlar cehennemde ebedî olarak kalıcıdırlar, Onları cehennemden çıkarıp Allah'ın azabından kurtaracak bir
yardımcı ve dost bulamazlar. [180]
66. Yüzleri, ateşte kızartılan et gibi, bir yönden diğer yöne çevrildiği gün, Kaçırmış olduk­ları fırsatların hasretini çekerek şöyle derler: Keşke Allah'a ve Rasûlüne itaat etseydik de bu horlayıcı azabı çekmeseydik. [181]
67. Derler ki: Ey Rabbimiz! Biz, aramızdaki önderlere ve ileri gelenlere uyduk. Onlar da bizi hidayet ve iman yolundan saptırdılar. [182]
68. Ey Rabbimiz! Onlara bizim azabımızın iki katını çektir. Çünkü onlar, bizim yoldan çıkmamıza sebep oldular.
Onları, lanetin en büyüğü ve en şiddetlisi ile lanetle.
Bundan sonra Yüce Allah, yahudilerin, peygamberlerine eziyet ver­dikleri gibi, mü'minleri Rasulullah'a eziyet vermekten sakındırarak şöyle buyurdu. [183]
69. Ey İnananlar! İsrailoğulları gibi olmayın. Onlar, peygamberleri Musa'ya eziyet ettiler. Aşırı derecede utangaç olduğu ve vücudunu iyice örttüğü için Musa'yı de-belik veya alaca hastalığı ile itham ederek üzmüşlerdi. Yüce Allah da onun bu gibi hastalıklardan uzak olduğunu ortaya koydu ve kendisini itham ettik­leri hususta yahudileri yalancı çıkardı. Buhârî, Ebu Hureyre (r.a)'dan, Rasu-lullah (s.a.v.)'ın şöyle dediğini rivayet eder: Musa (a.s.) çok utangaç, vücu­dunu çok örten bir adam idi. Haya duygusandan dolayı iyice Örtündüğü için teninden hiçbir şey görünmezdi. Tsrailoğullarından bazıları ona eziyet etti. Dediler ki: O, sadece tenindeki bir kusurdan dolayı bu şekilde örtünüyor. Onda ya alaca hastalığı, veya debelik ya da bir âfet var. Yüce Allah, Hz. Musa'yı (a.s.), onların dedikodusundan kurtarmak istedi. Musa (a.s.), bir gün tek başına kaldı. Elbisesini çıkarıp taşın üzerine koyarak yıkandı. Yıkanmayı bitirince elbisesini almak için yöneldi. Taş, elbisesini kaçırıyordu. Musa (a.s.) asasını alarak taşın peşine düştü. "Ey taş, elbisem! Ey taş, elbisem" demeye başladı. Neticede, İsrailoğullarından bir grubun yanından geçti. Onu çıplak olarak, Allah'ın en güzel yaratığı halinde gördüler. Allah, yahudilerin dedikodusundan onu böylece aklamıştı..."[184] Hz. Musa, Allah katında yüksek bir dereceye, makama ve şerefe sahipti. İbn Kesîr şöyle der: Rabbi katında onun şeref ve itibarı vardı. Ne istediyse Allah ona verdi.[185]
70. Ey iman edenler! Bütün söz ve fiillerinizde Allah'ın gözetiminde olduğunuzu bilin. O'nun razı olacağı doğru söz söyleyin. Taberî şöyle der: Yani, haksız değil, âdil bâtıl değil hak söz söyleyin.[186]
71. Böyle yaparsanız, Allah sizi iyi amel işlemeye muvaffak kılar ve yaptığınız bu iyi amelleri kabul eder. İbn Abbas şöyle der: Güzel amellerinizi kabul eder, Günahlarınızı siler. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse, iste­diği gayeye ulaşır.
Yüce Allah, kullarına güzel ahlâkı gösterdikten sonra, insanlığı mükellef kıldığı şer'î tekliflerin yüceliğine dikkat çekerek şöyle buyurdu: [187]
72. Biz, farzları ve şer'î teklifleri göklere, yere ve oturmuş dağlara arzettik. Fakat onlar bu emaneti yüklenmeyi kabul etmediler, ağırlığından ve şiddetinden korktular. Bundan maksat, emanetin büyüklüğünü ve yükün ağırlığını tasvir etmektir. Ebussuûd şöyle der: Yani, bu emanetin sânı o kadar yücedir ki, kuvvet ve sağlamlıkta darb-ı mesel olan o büyük cisimler, emaneti göze­tecek şuur ve idrake sahip olsalar ve bununla mükellef kılmsalardı, kabul etmezler ve bundan kaçınırlardı.[188] İbn Cüzeyy şöyle der: Emanet; itaat­lere sarılmak ve masiyetleri terketmek gibi, şer'î tekliflerdir. Bir görüşe göre, mâlî emanettir. Sahih olan, tekliflerin umumî olmasıdır. Emanetlerin arzedilmesi, iki türlü tefsir edilebilir: Biri, Allah bu varlıklar için anlayış melekesi yaratmış ve emanetler hakîkî mânâda onlara verilmiş, fakat onlar bundan korkmuş ve onu yüklenmekten kaçınmışlardır. Diğeri ise, bundan maksat, emanetin şanını yüceltmek ve onun ağır bir sorumluluk olduğunu vurgulamaktır. Şöyle ki, eğer bu emanet göklere, yere ve dağlara yüklenseydi, bunlar mutlaka onu yüklenmeyi kabul etmez ve ondan korkarlardı. Bu, bir nevi mecazdır. Bu, senin şu sözüne benzer: Büyük yükü hayvana yükledim. Fakat o, taşımayı kabul etmedi. Bundan maksat, hayvan onu taşıyamadı" demektir.[189] İnsan o emaneti yüklendi. Şüphesiz o nefsine çok zulnıedici, işlerin sonucu hususunda da çok câhildir. Ibnu'l-Cevzî şöyle der: Yüce Allah, kabul etmediler' sözüyle, onların muhalefet ettiklerini kastetmedi. Onlar sadece korktukları için kabul etmediler. Çünkü emaneti arz, zarurî değil, ihtiyarî idi.[190]
73. Bunun sonucu olarak Allah, münafık erkek ve kadınlar ile Allah'a ortak koşan erkek ve kadınlara azap edecektir. İbn Kesîr der ki: Allah emaneti yani teklifleri Âdemoğullanna yükledi ki, sonunda, İman ettiklerini açıklayıp inkâr ettiklerini gizle­yen münafıklar ile, açıktan ve gizlice İnkâr eden müşrikleri cezalandırsın. Allah iman edenlere merhamet etsin, tevbelerini kabul edip günahlarını bağışlasın ve kendilerinden razı olsun. Allah'ın, mü'minler için mağfireti geniştir. Şöyle ki, geçmiş günahlarını affetmiştir. Onlara karşı merhametli olup çeşitli ikramlarla lütufta bulunmuş ve sevap vermiştir. [191]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek âyetler birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz.
1. Peygamber'in evlerine girmeyin cümlesindeki izafet evlerin şereflendirilmesi içindir. Çünkü evler Peygambere (s.a.v.) nisbet edilince şeref kazanmıştır.
2. "girin" ile "dağılın" "açığa çıkarırsanız" ile veya gizlerseniz" ve lya bulundular" ile yakalandılar" arasında tıbâk vardır.
3. "Sizden utanır" ile Allah hakkı açıklamaktan haya etmez" arasında tıbâk-ı selb vardır.
4. "Eğer münafıklar son vermezlerse..." den sonra "yalan haber yayanlar"in söylenmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesidir. Çünkü yalan haber yayanlar münafıkların kendileridir. Yüce Allah, yaptıklarının çok çirkin olduğunu vurgulamak ve adiliklerini göster­mek için, önce genel, sonra özel olarak zikretti.
5. "Mübalağa ifade etmek için ve kalıpları kullanılmıştır. Mesela: insan oğlu çok zalim ve çok câhildir." "Allah, herşeyi bilendir" "Allah, herşeyi görendir."...
6. Te'kîd için (vurgulamak fiille birlikte mastarı getirilmiştir. Mese­la: "şiddetle öldürüldüler", "ona tam bir selâm verin" gibi.
7. "Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygambere de itaat etseydik, derler" âyetinde, temennî yoluyla, üzüntü ve hasret ifadesi vardır.
8. "Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın" cümlesinde mürsel mücmel teşbih vardır.
9. "Emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik" cümlesinde istiâre-i temsîliyye vardır. Yüce Allah, büyüklüğü, şanının yüceliği ve önemi hususunda emânetin, ağır şeylerden olduğunu temsili olarak anlattı. Şöyle ki, bu emânet eğer göklere, yere ve dağlara verilseydi, onlar, en kuvvetli ve muhkem varlıklar olmalarına rağmen almaktan kaçınır ve korkarlardı. İşte bu ifâde, emaneti yüklenme­nin dikkat ve itina isteyen bir konu olduğunu, neticesinden korkulması ge­rektiğini vurgulayan parlak bir misaldir.
10. "Sonunda Allah, münafık erkek ve kadınla­rı cezalandırsın" cümlesi ile Allah, mü'min er­kek ve kadınların tevbesini kabul etsin" cümlesi arasında latîf mukabele vardır. Sûrenin bu âyetle sona erdirilmesi, edebiyatçıların "Reddu'1-acez ale's-sadr" dedikleri edebî sanatlardandır. Çünkü sûrenin başlangıcı müna­fıkları yerme hakkında idi. Sonu da, münafıkların sonunun kötülüğünü açık­lamaktadır. Dolayısıyle başlangıçla son arasındaki uygunluk münasebetiy­le söz güzel olmuştur.
1l."Allah ve melekleri Peygambere salât ederler" cümlesinde Peygambere (s.a.v.) övgü vardır. Cümlenin bu kalıpta gelmesinde, beyan ilmi bakımından birkaç edebî incelik vardır:
a. Önemine binâen, haber cümlesi edatıyla te'kîd edilmiştir.
b. Süreklilik ifade etmesi için, isim cümlesi ile söylenmiştir.
c. Cümle, başlangıçta ile, İsim cümlesi olarak başlamış, sonun­da ile fiil cümlesi olarak bitmiştir. Bu durum,Yüce Allah'ın, Rasûlünü övnıcsinip /.aman /aman yenilenerek devam ettiğine işaret eder. Bu ince sırrı bir düşünün.
12. "gibi, âyet son­larının birbirine uygunluğu vardır. Çünkü bu dutum kulağa hoş gelmektedir. Bu da, güzelleştirici edebî sanatlardandır. [192]

Bir Nükte

"Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına şöy­le..." mealindeki âyet güzel bir nükteye işaret eder. Bu nükte de şudur: Da­vet ancak, davetçi o davete kendinden ve aile fertlerinden başlarsa meyve verir, İşte şer'î örtünmeye, peygamberin eşleri ve kızları ile başlanmasının sim budur. [193]

Kadınların Yüzlerinin Açılmasının Mubah Olduğunu Söyleyenleri Ret Ve Örtülmesinin Gerektiğine Dair, Tefsircilerin Bazı Görüşleri

1. İbn Kesir, şöyle der: Yüce Allah, mü'minlerin kadınlarına, herhangi bir ihtiyaç İçin evlerinden çıktıklarında, başlarının üstünden cilbâblarla yüzlerini örtmelerini emretti.
2. İbnu'l-Cevzî, "Cilbâblarım üstlerine alsınlar" mealindeki âyetin tefsirinde şöyle der: Hür oldukları anlaşılsın diye başlarını ve yüzlerini örtsünler.
3. Ebussuûd şöyle der: Ayetin mânâsı şöyledir: Herhangi bir sebeple dışarı çıkmak istediklerinde, cilbâblarla yüzlerini ve bedenlerini örtsünler.
4. Taberî şöyle der: İhtiyaçları için dışarı çıktıklarında, kendilerine herhangi bir fâşığın kötülük etmemesi için, saçlarını ve yüzlerini açıp giyimlerinde cariyelere benzemesinler.
5. Ebu Hayyân şöyle der: sözünden maksat, "yüzlerinin üzerine"dir. Çünkü, Câhiliyye döneminde onların açık olan yeri yüzleriydi.
6. Cessâs şöyle der: Ayet, genç kadına, kalbinde eğrilik bulunanlani kendisinden herhangi bir ümide kapılmamalan için, yabancılara karş yüzünü örtmesinin emredildiğini gösterir, İşte bunlar, kadının, yüzünü örtmesinin gerekli olduğuna dair, tefsi imamlarının görüşlerinden bir özettir.
Allah hakkı söyler ve doğruya iletir.[194]
Yüce Allah'ın yardımıyle "Ahzab sûresi"nin tefsiri bitti. [195]


[1] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/55.
[2] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/56.
[3] Cevheri, Sıhâh, J3c maddesi.
[4] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/61.
[5] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mcsîr, 6/349
[6] ÂlÛsî, Ruhu'l-meânî, 21/151
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/61.
[7] Ebussuûd, 4/201
[8]Kurtubî, 14/115; Zâdu'l-mesîr, 6/347
[9] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/62.
[10] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/62.
[11] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/62.
[12] Kurtubî, 14/116
[13] Zâdu'l-mesîr, 6/350
[14] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/62-63.
[15] Tefsmı âyâti'l-ahkâm adlı kitabımızdan (2/254) naklen.
[16] Taberî, 21/76
[17] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/81
[18] Buharı-Tefsir, 33/2
[19] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/63.
[20] Ebussuûd, 4/203
[21] İbmı'l-Cevzî, Zâdu'l mesîr, 6/354
[22] Kurtubî, 14/162
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/63-64.
[23] Beyzâvî, 2/114
[24] Muhtasara İbn Kesir, 3/S3
[25] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/64.
[26] Sâvî Haşiyesi, 3/269
[27] Mâıde sûresi, 5/116
[28] Kurtubî, 14/128
[29] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/64-65.
[30] Ebussuûd, 4/304
[31] Sâvî Haşiyesi, 3/271
[32] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/65.
[33] Keşşaf, 3/426
[34] Kurtubî şöyle der: Bu tefsir, İkrime'den nakledilmiştir. Daha açik olan şudur: Yüc Al­lah, kalbin sıkışmasını ve çarpmalarını kastetmiştir. Kalp, çarpıntının şiddetinden dolayı, sanki hancereye ulaşmıştır. (Kurtubî, 14/145)
[35] Kurtubî, 14/145
[36] el-Bahr, 7/217
[37] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/60-66.
[38] Kurtubî, 14/146
[39] Teshil, 3/134
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/66.
[40] Savî Haşiyesi, 3/272
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/66.
[41] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/66-67.
[42] Bu, Katâde, ve İbn Zeyd'in görüşüdür. îbn Cerîr'in tercihi de budur. Kurtubî İse şöyle di Süddî, Hasan Basrî ve Ferrâ dediler kî: Âyetin mânâsı şudur: Onlar, inkâr ettikten sonra M dİne'deçok az-bir zaman kalırlar ve yok olurlardı. Birinci görüş, tefsircilerin çoğunluğum görüşüdür. Onların bu tutumu, niyetlerinin zayıflığı ve nifaklarının aşırılığından dolayıd İçlerine düşman girse, hemen inkârlarını açığa vururlar. Kurtubî, 14/150
[43] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/67
[44] Kurtubî, 14/150
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/67
[45] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/67.
[46] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/67-68.
[47] Sâvî Haşiyesi, 3/273
[48] cl-Bahr, 7/220
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/68.
[49] Kurtubî, 14/153
[50] Zâdu'l-mesîr, 6/366; Kurtubî, 14/154
[51] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/68.
[52] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/69.
[53] Biz burada edebî sanatların hepsini değil de, misal yoluyla özet olarak anlattık ki, okuyucu, bazı parlak ifadelerin tadını tatsın. Yoksa, Allah'ın kelâmı mucizedir. Bu kelâmda öyle edebî sanatlar ve ifade sırlan vardır ki insan onun zevkini alır, dil ise onu anlatamaz.
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/69-70.
[54] Nuh sûresi. 11/48
[55] Sâffât sûresi. 37/104,105
[56] A'raf sûresi, 7/144
[57] Enfâl sûresi, 8/64
[58] Mâide sûresi, 5/67
[59] Nûr sûresi, 24/63
[60] Hucurât sûresi, 49/3 Bkz. Ebu Hayyân, el-Bahr, 7/210, Kâdî İyâz, eş-Şifa, Bunların her ikisi de konuyu gayet güzel anlatmışlardır.
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/70-71.
[61] Nisa sûresi, 4/136
[62] Fatiha sûresi, 1/6
[63] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/71.
[64] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/75.
[65] Kurtubî, 14/158
[66] Keşşaf, 3/421
[67] Kurtııbî, 14/161. Öküzü, düşmanlarına karşı koruduğu için, "koruyanlar" mânâsına, boy­nuzlara denilmiştir. Kadınlar da boynuzları dokumacılıkta mekik olarak kullanırlardı. (Mütercimler).
[68] el-Misbâhu'1-münîr, 2/226
[69] el-Mu'cemu'1-vasît, i/427.
[70] el-Misbâbu'1-münîr, 1,48
[71] Kurtubî, 14/178
[72] Keşşaf, 3/425
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/75-76.
[73] Taberî, 20/85; Vahidî, Esbâbu'n-nüzûl, 237; Buhârî, Tefsir, 33/3; Ahmed b. Hanbel, Müsned 4/193
[74] Ahmed b, Hanbel, Müsned 3/328; Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/92
[75] İbn Cüzeyy, Teshil, 3/136. Geni bilgi için bkz, İbnu'l Cevzî, Zâdu'I-mesîr, 6/373
[76] el-Bahr, 7/225
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/80.
[77] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/80.
[78] el-Bahr, 7/227
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/80-81.
[79] Îbnu'l-Cevzî, Zâdu'I-mesîr, 6/378
[80] Zemahşerî, Keşşaf, 3/424
[81] Sâvî Haşiyesi, 3/276
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/81.
[82] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/81.
[83] Kurtubî 14/177
[84] İbnu'i-Cevzî, Zâdu'l-mesîr, 6/378
[85] Ben derim ki: Kuran kadına, kötüler ve fâsıklann, kendisinden herhangi bir ümide kapılmaması için, yabancı (nâmahrem) erkeklerle yumuşak konuşmayı yasaklıyorsa, pis gece konserlerinde erkek ve kadın şarkıcıların beraber söylediği, radyoların naklen yayınladığı, ta­mamen gevşeklik ve çözülmeden ibaret olup İç güdüleri ve nefsanî arzuları gıdıklayan lâubâlî şarkıları söyleyenler hakkındaki tulumu ne olur? Bütün bunlardan sonra, ilim adamı olduklarını iddia eden bazı kimselerden, kadın sesinin nâmahrem olmadığını delil getirerek bunu övdüklerini işitiyoruz. Allah'ım! Gençlerin yoldan çıktığı, kadınların azdığı, kötünün İyi, iyinin de kötü kabul edildiği bu zamanın şerrinden sana sığınırız. Güç ve kuvvet Allah'tandır.
[86] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/81-82.
[87] Muhtasar-i tbn Kesîr, 3/94
[88] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/82-83.
[89] Zemahşeri, Keşşaf, 3/425
[90] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/83.
[91] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/83.
[92] Bkz. Beyzâvî, 2/116; Keşşaf, 3/421
[93] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/83-84.
[94] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/88.
[95] Ebu Hayyân, el-Bahr, 7/233
[96] Age, 7/209
[97] Kurtubî, 14/214
[98] Yusuf sûresi. 12/69
[99] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/88-89.
[100] Kurtubî 14/187
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/89.
[101] Sâvî Haşiyesi, 3/278
[102] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/97
[103] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/89-90.
[104] Zeyd kıssası hakkında bilgi için, bkz. Rcvâiu'l-beyân adlı kitabımız, 2/334.
[105] Bazı İslâm düşmanları Rasulullah (s.a.)a dil uzatmak ve yüce makamına kusur atmak için, bazı tefsir kitaplarında bulunan, ele alınacak ve tutulacak bir tarafı olmayan son derece zayıf rivayetlere sarılırlar. Müsteşriklerin mal bulmuş mağribî gibi kapıp aldıkları, fırtınalar koparıp fitne çıkardıkları rivayetlerden biri de şudur: Rasulullah (s.a), Zeyneb'i, Zeyd b. Hari­se İle evli iken gördü. Hoşuna gitti ve sevgisi kalbine düştü. Bunun üzerine:' "Kalpleri döndüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir" dedi. Zeyneb bu sözü işitti, sonra Zeyd'e ha­ber verdi. Bunun üzerine Zeyd, Zeyneb'i boşamak istedi. Fakat Rasulullah (s.a) ona: "Eşini yanında tut" dedi. Neticede, Kur'an inerek, bu olayı gizlediğinden dolayı onu azarladı...". Bunlar, içinde hiçbir doğru şey bulunmayan bâtıl rivayetlerdir. Nitekim büyük âlim Ebubekir b. el-Arabî de böyle demiştir. Bu iftiranın reddi hususunda âyet açıktır. Çünkü Yüce Allah, peygamberin gizlemiş olduğu şeyi açığa çıkaracağını haber vermiştir: "Allah'ın açığa çıkaracağını içinde gizliyorsun". Allah, neyi ortaya çıkarmıştır? Allah, Peygamberin Zey-neb'e karşı sevgisini ve aşkını mı ortaya çıkardı, yoksa ortaya çıkardığı şey, büyük bir hik­mete binaen, Peygamberin (s.a.v.) Zeyneb'le evlenmesini emretmesi mi dir? Bundaki hikmet, Câhiliyye döneminde yaygın olan, "Evlat edinme" hükmünü kaldırmaktır. Bunun içindir ki Yüce Allah, olayı açık ve seçik bir şekilde ifade ederek şöyle buyurdu: "Zeyd o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki, evlatlıkları,,,kanları ile ilişkilerini kestiklerinde, (o kadınlarla evlenmek isterlerse) mü'minlere bir zorluk
olmasın." Ey insanlar! Aklınızı başınıza alın ve düşünün. Saptırmaksızın ve yanlışlarla karıştırmaksızın hak için anlamaya çalışın. Ne söylediğinizin şuurunda olmaya gayret edin. Bir kimsenin, komşusunun eşini sev­diğini açıklamamasından dolayı kınanması akıl işi değildir. O mübarek, tertemiz Peygamber (s.a.v.), başka bir erkeğin nikahında bulunan bir kadına aşık olmaktan ve bu aşkı, Kur'an İnip de bundan dolayı kendisini kmayıncaya kadar gizlemekten uzaktır. Çünkü böyle bir şey, mahlûkâtın en şereflisi olan Peygamberden de öte, herhangi bîr erkek için dahi uygun değildir. el-Bahru'1-muhit'te Ali b. el-Hüseyn'den nakledildiği gibi, olaydan maksat şudur: Yüce Allah (c.c), Peygamberine (s.a.v.), Zeyd, Zeyneb'le evlenmeden önce, Zeyneb'in, hanımlarından biri olacağım bildirmişti. Zeyd gelip de Zeyneb'i Rasulullalı'a şikâyet ettiğinde ona: "Allah'tan kork ve eşini nikahında tut" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah onu kınadı ve : Ben seni Zeyneb'le evlendireceğimi sana bildirdim. Sen ise, Allah'ın açığa çıkaracağını içinde gizliyorsun" buyurdu. Bu iftiranın reddi için bkz. en-Nübuvve ve'1-enbiyâ adlı kitabımız, s-99.
[106] Buhârî, Tevhîd, 9/152.
[107] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/90-92.
[108] Kürmbî, 14/195
[109] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/92.
[110] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/92.
[111] Tirmizî, Tefsir, 3207.
[112] Keşşaf, 3/430
[113] Zâdu'l-mesîr, 6/393
[114] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/92-93.
[115] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/93.
[116] Sâvİ Haşiyesi, 3/281
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/93.
[117] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/101
[118] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/93.
[119] YâsînSarcsi, 36/58
[120] Muhtasar-ı Tbn Kesîr 3/102
[121] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/93.
[122] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/93.
[123] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/103
[124] Keşşaf, 3/432
[125] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/94.
[126] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/94.
[127] Sâvî Haşiyesi, 3/282
[128] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/94.
[129] Keşşaf, 3/433
[130] el-Bahru'1-muhît, 7/240
[131] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/94-95.
[132] Bu, tefsircilerin İki görüşünden biridir. Diğeri ise, bundan maksat bütün kadınlardır. Allah (c.c), Peygamberine (s.a.v.), mehrîni vereceği her kadınla evlenmeyi mubah kılmıştır. Bu görüş öncekinden daha geniştir. Kurtubî Hz. Aişe'nin (r.a.) hadisini delil getirerek bunu tercih etmiştir. Hadis şudur: "Rasululİah (s.a.v.) ölmeden, Allah ona bütün kadınları helal kıldı. Kurtubî 14/207
[133] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/95-96.
[134] Bu, İbn Abbas'm görüşüdür. Mucâhid ve Dahhâk ise şöyle der: Dilediğini nöbete tabi tu­tarsın, dilediğini de ertelersin. Dilediğinin yanında az kalırsın, dilediğinin yanında çok. Bu hususta sana herhangi bir vebal yoktur. el-Bahr'da da böyledir. Bkz. el-Bahr, 7/247
[135] Buharı, Tefsir, 33/6
[136] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/96.
[137] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/96-97.
[138] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/97.
[139] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/102.
[140] Lisânu'l-arab, maddesi.
[141] el-Misbâhu'î-munîr, 1/71
[142] İbn Manzur, Lisânu'l-A'rab, u*. maddesi.
[143] Kurtubî, 14/246
[144] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/102.
[145] Kurtubî, 14/224. Olayın tamamı için bkz. Buhârî ve Müslim. Buhârî, Tefsir, 33/8 Müslim, Nikâh, 4. Bu olayda Rasulullah (s.a.v.)'ın apaçık bir mucizesi vardır,
[146] İbn Cüzeyy, Teshil, 3/142 İbn Cüzeyy şöyle der: Enes'ten nakledilen ilk görüş dalı meşhurdur. İbn Abbas'in görüşü ise, âyetteki, kendilerine izin verilinceye kadar içeri girrney yasaklayan bölüm hakkındadır.
[147] Buhârî, Tefsir 33/8
[148] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-mesîr, 6/422
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/103.
[149] el-Baht\ 7/247
[150] Kurtubî, 14/224
[151] Ebussuûd, 4/218
[152] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/103-104.
[153] Beyzâvî, 2/120
[154] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/104-105.
[155] Kurtubî, 14/231
[156] Savı Haşiyesi, 3/287
[157] Tefsir-i kebir, 25/227
[158] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/105.
[159] Kurtubî, 14/232
[160] Ahzâb sûresi, 33/43
[161] Sâvî Haşiyesi, 3/287
[162] Buhârî, Tefsir, 33/10
[163] Sâvî Haşiyesi, 3/287
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/105-106.
[164] Mâİde sûresi, 5/64
[165] Tevbe sûresi, 9/30
[166] Zâdu'l-mesîr, 6/420
[167] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/106.
[168] Kurtubî, 14/238
[169] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/107.
[170] Yüzün örtülmesinin şart oluşu hususunda İbn Abbas'tan rivayet edilen bu nas açıktır. Tbn Kesîr'in Muhammed b. Sîrîn'den naklettiği rivayet ve bunların dışında, kadının yüzünü örtmesinin şart olduğunu açıklayan Sahih rivayetler de böyledir. Selef-i Sâlihîn ve büyük tef­sir âlimlerinin imamlarının görüşleri nerde, yabancıların karşısında, kadının, yüzünü açmasını mubah gören bu asır ve zamanda, âlim olduğunu iddia edenlerin görüşleri nerde! Bu hususta, müfessirlerin görüşleri için bkz, Revâiu'l-beyân adlı kitabımız, 2/382
[171] İbn Kesîr, 3/114
[172] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/107.
[173] Tefsir-i kebîr, 25/23 )
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/108.
[174] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/108.
[175] Kurtubî, 14/247
[176] Sâvî Haşiyesi, 3/288
[177] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/108.
[178] Ebussuûd, 4/220
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/108.
[179] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/108.
[180] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/109.
[181] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/109.
[182] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/109.
[183] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/109.
[184] Buhârî, Tefsir, 33/11, Enbiyâ sûresi, 28.
[185] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/116
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/109.
[186] Taberî, 22/32
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/110.
[187] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/110.
[188] Ebussuûd, 4/221 .
[189] Teshîl, 3/145
[190] Zâdu'l-mesîr, 6/428
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/110.
[191] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/111.
[192] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/111-112.
[193] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/112.
[194] Şer'î tesettürün şartlan, nasıl Örtünüleccği ve bunun emredilmesindeki hikmetle İİ bilgi için, bkz, "Revâiu'l-beyân fî tefsiri ayâti'l-ahkâm m ine'1-Kur'an" adlı kitabımız 2/387
[195] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/113.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder