MÜCÂDELE SÛRESİ
. 10
MÜCÂDELE SÛRESİ
Medine'de inmiştir 22
âyettir.
Takdim
Mücâdele Sûresi Medine'de
inmiştir. Zıhâr ve onu yapana farz olan keffâret, gizli konuşma, meclis âdabı,
Peygamber (a.s.) ile özel konuşma istendiğinde, önce fakirlere sadaka verme,
Allah düşmanlarım sevmeme ve daha başka şeylere ait hükümler gibi, birçok şer'î
hükmü içine alır. Aynı zamanda münafık ve yahudilerden de söz
eder.
Bu mübarek sûre, Havle binti
Sa'lebe'nin yaptığı mücâdele kıssasını anlatarak başlar. Havle'nin kocası,
Câhiliyye insanlarının zıhâr yoluyla eşini kendine haram kılma hususundaki
âdetine uyarak ona zıhâr yapmıştı. Bu kadın Rasulullah (s.a.v)'a gelerek,
kocasının kendisine yaptığı zulmü şikayet etti ve dedi ki: "Ey Allah'ın Rasulü!
Kocam malımı yedi, gençliğimi yok etti, onun için birçok çocuk doğurdum.
Nihayet yaşlandım ve çocuktan kesildiğimde bana zıhar yaptı". Rasulullah
(s.a.v) ona şöyle diyordu: "Senin ona haram kılındığını görüyorum. Kadın,
Rasulullah (s.a.v) ile mücâdele ediyor ve diyordu ki: Ey Allah'ın Rasulü! Beni
boşamadı ki, o bana zıhâr yaptı". Rasulullah (s.a.v), ona aynı cevabı veriyordu.
Sonunda kadın şöyle dedi: "Allah'ım! Sana şikayet ediyorum". Allah da duasını
kabul etti şikayet ve sıkıntısını giderdi: "Kocası hakkında seninle mücâdele
eden ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü Allah
işitmiştir..."
Daha sonra sûre, zıhâr
keffâretinin hükmünü ele alır: "İçinizden zıhâr yapanların kadınları, onların
anaları değildir. Anaları ancak, kendilerini doğuran kadınlardır. Kuşkusuz onlar
çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar. Şüphesiz Allah affedici ve
bağışlayıcıdır."
Bundan sonra sûre, tenâcî'den yani
iki veya daha çok kimse arasında yapılan gizli konuşma konusundan bahseder. Bu,
mü'minlere eziyet vermek için, yahudi ve münafıkların âdetlerindendi. Sûre,
bunun hükmünü açıklar ve mü'minleri, bunun kötü sonuçlarından sakındırır:
"Göklerde ve yerlerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin
gizli konuştuğu yerde, dördüncü mutlaka O'dur..."
Sûre lanetli yahudilerden de söz
eder. Bunlar Rasuîullah (s.a.v)'m meclisine gelir, kapalı sözlerle onu
selamlarlardı. Ki bu sözler görünüşte "selâm" ifade etmekle birlikte aslında
sövme ve küfür idi. Mesela, ölümü kastederek, " Ölüm üzerine olsun, ey
Muhammedi" derlerdi: "Sana geldikleri zaman, seni Allah'ın selâmlamadığı bir
tarzda selamlıyorlar..."
Bu mübarek sûre, münafıklardan,
geniş bir şekilde bahseder. Münafıklar yahudileri samimi arkadaşlar
edinmişlerdi. Onları sever, onlarla dostluk yapar ve mü'minlerin sırlarını
onlara taşırlardı. İşte bu sûre, o münafıklardan bu perdeyi kaldırmış ve onları
rezil etmiştir: "Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost
edinenleri görmedin mi..?"
Bu mübarek sûre, imanın aslı ve
dinin en sağlam kulpu olan "Allah için sevme ve Allah için buğzetme" nin
hakikatini açıklayarak sona erer. İmanın kemâle ermesi için, Allah düşmanlarına
mutlak düşmanlık etmek gerekir: "Allah'a ve âhiret gününe inanan bir
toplumun-babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah'a ve
Rasulüne düşman olanlarla dostluk kurduğunu göremezsin. İşte, onların kalbine
Allah "iman" yazmıştır..." [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a
şikâyette bulunan kadının
sözünü Allah işitmiştir. Allah, sizin konuşmanızı işitir.
Çünkü Allah, işitendir, bilendir.
2. İçinizden
karılarını zıhâr yapanlar bilsinler ki kadınları, onların anaları değildir.
Onların anaları ancak kendilerini
doğuran kadınlardır. Şüphesiz
onlar çirkin bir laf ve yalan söylüyorlar. Kuşkusuz Allah, affedici,
bağışlayıcıdır.
3. Kadınlardan
zıhâr ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin, karılarıyle
temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. Size öğütlenen
budur. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.
4. (Buna imkân)
bulamayan kimse, hammiyla temas
etmeden önce peşpeşe
olarak iki ay
oruç tutmalıdır. Buna da gücü
yetmeyen, altmış fakiri doyurur. Bu (hafifletme), Allah'a ve Resûl'üne
inanmanızdan dolayıdır. Bunlar Allah'ın hükümleridir. Kâfirler için acı bir
azap vardır.
5. Allah'a ve
Rasûl'üne karşı gelenler, kendilerinden öncekilerin alçaltildiğı gibi
azaltılacaklardır. Biz apaçık
âyetler indirmişizdir. Kâfirler
için küçük düşürücü bir azap
vardır.
6. O gün Allah
onların hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah
onları bir bir saymıştır. Onlar ise unutmuşlardır. Allah her şeye
şâhiddir.
7. Göklerde ve
yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli
konuştuğu yerde dördüncüsü
mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur.
Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka
O, onlarla beraberdir.
Sonra kıyamet günü
onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah, her şeyi
bilendir.
8. Gizli
konuşmaktan menedildikten sonra yine o menedildikleri şeyi
yapmaya kalkışarak günah,
düşmanlık ve Peygamber'e karşı gelmek hususunda gizlice konuşanları
görmedin mi? Onlar sana geldikleri zaman seni, Allah'ın selâmlamadığı bir tarzda
selâmlıyorlar. Kendi içlerinden de
"Bu söylediklerimiz yüzünden Allah'ın bize azap etmesi gerekmez
miydi?" derler. Cehennem onlara
yeter. Oraya gireceklerdir, ne
kötü dönüş yeridir orası!
9. Ey îman
edenler! Aranızda gizli konuşacağınız zaman günahı, düşmanlığı ve Peygamber'e
karşı gelmeyi fısıldamayın. İyilik ve takvayı konuşun. Huzuruna toplanacağınız
Allah'tan korkun.
10. Gizli
konuşmalar şeytandandır. Bu, îman edenleri üzmek içindir. Oysa şeytan, Allah'ın
izni olmadıkça, mü'minlere hiçbir zarar veremez. Mü'minler Allah'a dayanıp
güvensinler.
Kelimelerin İzahı
İkinizin konuşması. Karşılıklı
tekrar tekrar konuşmak demektir. Bir şey geri döndüğünde denilir. Geniş zamanı
gelir. Tehavür, bu köktendir. Rasulullah (s.a.v)’tan rivayet olunan şu duada da
bu mânâda kullanılmıştır: Arttıktan sonra eksilmekten Allah'a sığınırım"[2]
Antara; atı hakkında şöyle
demiştir:
Karşılıklı konuşmanın ne olduğunu
bilseydi şikayet ederdi. Konuşma bilseydi benimle
konuşurdu.
Zıhâr yaparlar. "sırt" mânâsına
gelen kelimesinden türemiştir. Bir kimse karısına, "Sen bana annemin sırtı
gibisin" diyerek, karısını kendine haram kıldığında
denilir.
Münker, şeriatın çirkin sayıp
haram kıldığı ve uzak durulmasını istediği her şey. Ma'rûf kelimesinin
zıddıdır.
Karşı gelirler. Hadlerde ve
hükümlerde muhalefet ve düşmanlık etmek demektir. İle aynı mânâdadır. Zeccâc
şöyle der: Muhâdde, senin, arkadaşının bulunduğu taraf ve yana aykırı tarafta
bulun-mandır. Aslı, birbirine engel olmak manasınadır.
Alçaltildılar.ezmek, hor ve zelil
kılmak demektir. Bir kimse birini ezip horladığında
denilir.
Necvâ, iki veya daha çok kimse
arasında yapılan gizli konuşmadır. Bir topluluk, kendi aralarında gizlice
konuştuklarında: denir.
Hasbuhüm, "Onlara yeter"
demektir. [3]
Nüzul Sebebi
a. Rivayete
göre, Evs b. Sâmit, bir gün, karısı Havle binti Sa'Iebe ile cima yapmak istedi
(cinsî münâsebet). Havle, razı olmayınca, kocası kızıp ona zıhâr yaptı. Bunun
üzerine Havle Rasulullah (s.a.v)'a gelerek dedi ki: "Ey Allah'ın Rasûlü! Ben
yaşlanıp t emiklerim incelince, Evs bana zıhâr yaptı. Ondan, benim küçük
çocuklarım var. Bunları ona versem kaybolup giderler. Ben kendi yanıma alsam aç kalırlar. Ne dersin?"
Rasulullah (s.a.v), "Senin ona haram kılındığım görüyorum." Kadın: "Ey
Allah'ın Rasûlü! Allah'a yemin olsun ki o beni boşamadı. O, çocuğumun babası ve
benim en çok sevdiğim insandır" dedi. Rasulullah (s.a.v): "Senin ona haram
kılındığını görüyorum." şeklindeki sözünü tekrarladı. Devamlı olarak, kadın
kendi sözlerini tekrarlıyor, Rasululah (s.a.v) da kendi sözlerini
tekrarlıyordu. Neticede Yüce Allah'ın, "Kocası hakkında seninle tartışan ve
Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü Allah işitmiş tir" mealindeki âyeti
indi.
b. Buhârî,
Âişe'nin (r. anhâ) şöyle dediğini rivayet etmiştir: Her şeyi işiten Allah
yücedir. Mücâdele eden Havle binti Sa'Iebe gelip Rasulullah (s.a.v) ile konuştu.
Ben evin bir kenarında idim ve söylediklerini işitiyordum. Bazı sözleri
duyamıyordum. Havle kocasını şikayet ediyor ve şöyle diyordu: "Ey Allah'ın
Rasulü! Gençliğimi çürüttü. Ona birçok çocuk yaptım. Neticede yaşlanıp çocuktan
kesilince bana zıhâr yaptı. Allah'ım! Sana şikayet ediyorum". Cebrail (a.s.) bu
âyetleri indirinceye kadar kadın şikayete devam etti. [4]
Âyetlerin Tefsiri
1. Kocası
hakkında seninle mücâdele eden kadının
sözünü Allah elbette işitmiştir. Edatı sadece fiillerin başına gelir.
Mâzî fiilin başına geldiğinde, tahkik yani kesinlik ifade eder. Muzârî (geniş
zaman) fiilin başına geldiğinde, azlık ve ihtimal ifade eder. Meselâ, Cimri,
bazan cömert olur. Yağmur yağma ihtimali var" gibi. Zemahşerî şöyle der: Yüce Allah'ın, kadının
sözünü işitmesi, duasını kabul etmesi
demektir. Yoksa maksat, sadece O'nun
bilmesi değildir. Bu, namaz kılan kimsenin, Allah, kendisine hamd edeni işitir,
yani hamdini kabul eder" demesine benzer.[5]
O kadın, sıkıntıdan kurtarılması için
Allah'a yakarmaktadır. Yüce Allah, sözünüzü ve konuşmanızı, onun sana
dediklerini, senin de ona verdiğin cevabı işitir, Kuşkusuz Allah, kendisine
yalvarıp yakaranı İşiten ve kulların yaptıklarını görendir. Bu cümle, önceki
cümlenin sebebini açıklar mahiyettedir. Semî' ve basîr kelimelerinin her ikisi
de, mübalağa ifade eden kalıplardandır. Yani, Allah, işitilen ve görülen şeyleri
çok iyi bilir.[6]
Bundan sonra Allah Teâlâ zihârı
yerdi, hükmünü ve onu yapanın cezasını açıkladı: [7]
2. Eşlerine,
onları anneleri gibi kendilerine haram kılmak maksadıyle, "Siz annelerimizin
sırtı gibisiniz" diyenler, bilsinler ki, o kadınlar gerçekte onların anneleri
değil, sadece eşleridir. Fahreddin Râzî şöyle der: Zıhâr, kişinin, karısına,
"Sen bana annemin sırtı gibisin" demesinden ibarettir. Yani, seninle cinsî
münâsebette bulunmam, annemle cinsî
münâsebette bulunmam gibi bana haramdır.
Araplar, kadını boşarken, vazgeçtim, Karımdan, indim" yani "onu boşadım"
derlerdi. Onların zıhârdan maksatları, eşlerini, annelerine benzeterek onunla
bir arada bulunmayı haram kılmaktır. Âyette geçen, "Sizden" sözü, Arapları
kınamak ve zıhâr hususundaki âdetlerini ayıplamaktır. Çünkü zıhâr, sadece
Câhiliyye halkı yeminlerinden olup diğerlerinde yoktu.4 Anneleri gerçekte,
onları karınlarından doğuranlardan başkası değildir. Darb-ı meselde şöyle
denilmiştir: Senin çocuğun, ökçelerine kan akıtandır. Âyetin bu bölümü, daha
önce geçen bölümünü, daha iyi açıklamak için pekiştirmektedir. Oysa zıhâr
yapanlar çirkin bir söz söylüyorlar. Gerçek te, şeriat ta onu hoş görmez. O
yalan ve iftiradır. Kuşkusuz Yüce Allah, tevbe edip kendisine döneni çok
affedici ve çok bağışlayıcıdır. İbn Cüzey şöyle der: Yüce Allah, zıhârın çirkin
ve yalan söz olduğunu haber verdi, Münker, hakiki olduğu bilinmeyen; zûr ise,
yalan demektir. Zıhâr yapan, karısını, annesi gibi saydığından dolayı, Yüce
Allah bunu yalan saymıştır. Oysa ki, zıhâr yapılan kadın asla onun annesi
olmaz. Zıhâr haram kılınmıştır. Şu dört şey onun haram kılındığını gösterir.
Bunlardan biri, Onlar, onların anaları değildir" âyetidir. Çünkü bu, zıhâr
yapanı yalanlamaktadır. İkincisi, Yüce Allah zıhâra "çirkindir" demiştir.
Üçüncüsü, onu, "yalan" diye isimlendirmiştir. Dördüncüsü Şüphesiz Allah çok
affeden, çok bağışlayandır" âyetidir. Çünkü af ve bağışlama, ancak bir günahtan
dolayı olur. Bununla beraber, Allah, zıhâr yapanın günahını keffâretle
kaldmncaya kadar, günah onun yakasını bırakmaz.[8]
Bundan sonra Yüce Allah, bu âdi
sözün keffâret yolunu açıklamak üzere şöyle buyurdu: [9]
3. Eşlerini
annelerine benzeterek onlarla zıhâr yapan, sonra da dediklerinden dönerek
yaptıklarına pişman olanlar ve eşlerinin kendilerine iade edilmesini istiyenler
var ya, Zıhâr yapan kimsenin, eşiyle oynaşma yapmadan ve cima etmeden önce bir
köle veya cariyeyi hürriyetine kavuşturması gerekir. Temâss, cimâdan (cinsî
münâsebetten) veya buna götüren öpme ve dokunma gibi şeylerden kinayedir. Bu,
çoğunluğun görüşüdür. Hâzin şöyle der: Temâss'tan maksat cima etmektir.
Dolayısıyle zıhâr yapan kimsenin, keffâreti yerine getirmedikçe, zıhâr yaptığı
kansıyle cimâda bulunması helal olmaz.[10]
Kurtubî de şöyle der: Zıhâr yapanın keffâreti Ödemeden, cinsel ilişkide
bulunması caiz değildir. Keffâreti Ödemeden cinıâ ederse günah işlemiş olur.
Keffâret de ondan düşmez. Mücâhid'e göre, bu durumda ona iki keffâret
lâzımdır.[11]
Bu, Allah'ın, zıhâr yapanlar hakkındaki hükmüdür. Mü'minler bundan öğüt alsınlar
diye bu hükmü verdi ki, zıhârı bırakasınız ve ona dönmeyesiniz. Allah, işlerin
içini ve dışını bilen ve size onların karşılığını verendir. Öyleyse, sizin için
koymuş olduğu hükümlere uymaya devam edin. [12]
4. Azat edecek
köle bulamayanın, zıhâr yaptığı eşiyle cimâdan önce peşpeşe iki ay oruç tutması
gerekir. Tefsirciler der ki: Bu iki ay içerisinde, bir gün dahi tutmasa,
peşpeşe tutma durumu bozulmuş olur ve yeniden başlaması gerekir. Yaşlılık veya
hastalıktan dolayı bu orucu tutamayan kimsenin altmış fakiri yedirip doyurması
gerekir. Zıhâra dâir açıkladığımız bu hükümler, kanunları ile amel etme
hususunda Allah'ı ve Rasûl'ünü tasdik etmeniz ve Câhiliyye kanunlarına göre amel
işlemeye devam etmemeniz içindir. Bunlar, Allah'ın emirleri ve koyduğu
sınırlardır. Onları aşmayın Bu kanunları inkâr edip yalanlayanlar için elem ve
acı verici bir azap vardır. Âlûsî şöyle der: Kanunları çiğneyenlere karşı sert
davranmak ve caydırmak için, onlara "kâfir" denildi.[13]
Yüce Allah, kanunlarına uyan
mü'minleri anlattıktan sonra, bu kanunlara karşı çıkanları anlatmak üzere şöyle
buyurdu: [14]
5. Allah ve
RasûTünün emrine muhalefet edip onlara düşmanlık edenler var ya, işte onlar
rezil edileceklerdir. Ebussuûd şöyle der: Onlara düşmanlık ve muhalefet
edenler... Çünkü birbirine muhalefet eden iki kişiden herbirİ, diğerinin
bulunduğu taraf ve cihetten başka bir taraf ve cihettedir. Burada, daha önce
geçen ifadesine uygun düşmesi için, düşmanlık mânâsına gelen " SijIm muâdât" ve
" müşâk-kat" kelimeleri yerine, aynı mânâya gelen "muhâddat" kelimesi
kullanıldı. Bu ikisi, birbirine son derece güzel ve uygun düşmüştür.[15]
Onlar, kendilerinden önce Allah ve Rasûl'üne muhalefet ettikleri için zillete
düşürülüp alçaltılan kâfir ve münafıkların yardımsız bırakıldıkları gibi,
yardımsız bırakılıp azaltılacaklardır. Oysa biz, apaçık âyetler indirmiştik.
Helaller ve haramlar, farzlar ve hükümler o âyetlerde vardır. Âyetleri inkâr
edip onlarla amel etmeyen kâfirler için,
alçaltıcı ve izzetlerini giderici
şiddetli bir azap vardır. Sâvî şöyle der: Bu âyet, Ahzâb savaşında,
Rasulullah (s.a.v)'m aleyhine birleşip toplanmak isteyen Mekke kâfirleri
hakkında inmiştir. Bundan maksat Peygamber (s.a.v)'i teselli etmek ve
mü'minlerle birlikte ona şu müjdeyi vermektir: Birleşmiş olan düşmanlar zelil
edilecek, yardımsız bırakılacak ve birlikleri dağıtılacaktır. Onların eücünden
korkmayın.[16]
6. Yüce
Allah'ın, bütün suçluları bir tek yerde toplayacağı o korkunç günü hatırla. O
gün, Allah onlara, dünyada işledikleri suç ve günahları haber verecektir. Hesap
ve ceza olmadığına inandıkları için onlar o suçları unutmuşken, Allah
onları mel defterlerinde zaptetmiş ve
aleyhlerinde kullanmak üzer? korumuştur. Yüce Allah herşeyden haberdar ve
herşeyi görmektedir. Hiçbir şey O'na gaip ve gizli kalmaz.
Bundan sonra Yüce Allah, ilminin
genişliğini ve onun her şeyi kuşattığını, mahlukatı gördüğünü, sözlerini
işittiğini ve nerede olurlarsa olsunlar bulundukları yeri gördüğünü açıklamak
üzere şöyle buyurdu: [17]
7. Ey akıl
sahibi muhatap! Bilmiyor musun ki, Allah, kainattaki her zerreden haberdardır.
Yerde ve gökte hiçbir şey O'na kapalı kalmaz. O'na ne sır gizli kalır, ne de
aşikâr yapılan iş. Üç kişi arasında ne kadar sır ve söz meydana gelirse, mutlaka
Yüce Allah ilmiyle onların dördüncüsü olur ve insanlardan gizli olarak konuştukları ve fısıldadıkları şeylerde onların yanında bulunur. Beş kişi
arasında her ne gizli konuşma ve fısıldaşma olursa, mutlaka Allah ilmiyle
onların yanında ve altıncıları olur. Bu sayıdan daha az ve daha çok ne varsa,
mutlaka Allah onlarla beraberdir. Aralarında geçen söz ve konuşmayı bilir.
Bundan maksat şudur: Yüce Allah kullarıyla beraberdir. Onların hallerini,
işlerini ve içlerinden geçenleri bilir. Kulların işlerinden hiçbir şey O'na
gizli kalmaz. Bunun içindir ki âyet-i kerimeyi şu şekilde bitirdi: Sonra Yüce
Allah onlara, yaptıkları güzel ve çirkin işleri haber verecek ve ona göre
kıyamet gününde karşılığını da verecektir. Çünkü o, herşeyi bilendir.
Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah bu âyetlere, " görmüyor musun, Allah herşeyi
bilir" diyerek ilimle başladı ve Allah herşeyi bilir" diyerek ilimle sona
erdirdi ki, ilminin, cüz'iyyâtı ve külliyyâtı kuşattığına ve kâinattaki hiçbir
şeyin kendisinden gizli kalmayacağına dikkat çeksin. Çünkü O, herşeyi ilmiyle
kuşatmıştır. İbn Kesîr şöyle der:
Birçok âlim, Allah onlarla beraberdir" âyetindeki "bareberlik"ten maksadın, Yüce Allah'ın ilminin beraberliği
olduğunda icmâ' edildiğini rivayet etmiştir. Maksadın bu olduğunda kuşku yoktur.
İlmiyle beraber, işitmesi de onları kuşatmıştır. Görmesi de onlara nüfuz
etmiştir. Yüce Allah, yarattıklarından haberdardır. Yaptıklarından hiçbir şey
O'na gizli kalmaz.[18]
Bundan sonra Yüce Allah, yahudi ve
münafıkların durumlarını haber vermek üzere şöyle buyurdu: [19]
8. Görmüyor
musun, kendilerine gizli konuşma yasaklanan o kimseleri...? Kurtubî şöyle der:
Bu âyet yahudi ve münafıklar hakkında inmiştir. Onlar aralarında gizli konuşur,
mü'minlere bakar ve birbirlerine göz kırparlardı. Bu durumu mü'minler Rasulullah
(s.a.v.)'a şikayet ettiler. Rasulullah (s.a.v) gizli konuşmalarını yasakladı.
Fakat onlar bundan vazgeçmediler. Bunun üzerine bu âyet indi.[20]
Sonra tekrar, kendilerine yasaklanmış olan gizli konuşmayı yapıyorlar. Ebussuûd
şöyle der: " Görmedin mi?" ifadesindeki hemze, durumlarına hayret edilmesi
gerektiğini ifade eder. " Sonra dönerler" ifadesinde fiilin geniş zaman olarak
gelmesi, gizli konuşmayı tekrar tekrar yaptıklarım ve bu davranışın garip
görünümünün zihinlerde canlandırıldığını gösterir.[21]
Aralarında günah, zulüm ve Peygamber
(s.a.v)'in emrine muhalefet konularını kapsayan sözler konuşurlar. Çünkü
konuşmaları, müslümanlara tuzak kurma ve hile yapma konuları üzerinde
olmaktadır. Ebû Hayyân şöyle der: Günah genel bir mânâ ifade ettiği için Yüce
Allah onunla başladı. Daha sonra ruhlarda büyük etkisi olan zulmü zikretti.
Çünkü bu, kulların ellerinden zulüm ile alınmış haklarıdır. Bundan sonra Yüce
Allah daha büyüğünü, yani Peygambere (s.a.v.) isyanı zikretti. Bu âyette
münafıklar kınanmaktadır. Çünkü onların gizli konuşmaları bu konularla alâkalı
idi.[22]
Ey Muhammed! Onlar senin yanma
geldiklerinde sana, Allah'ın meşru kılmadığı ve izin vermediği zalimce bir
selâmla selâm veriyorlar. Yani, Ölüm üzerinize olsun" diyorlar. Tefsirciler der
ki: Yahudiler Peygamber (s.a.v)'e gelir ve: es-Selâmü aley-kûm" yerine "es-Sâmu
aleykûm" derlerdi, "Sânı" ölüm demektir. Onların bu sözden maksatları da budur.
Hz. Peygamber (a.s.) de onlara, "Sizin de üzerinize olsun" der, daha fazlasını
söylemezdi. Bir gün Aişe (r. anhâ) onların bu sözünü işitmiş ve: Bilakis ölüm ve
lanet sizin üzerinize olsun" demiştir. Onlar dönüp gittiklerinde Rasulullah
(s.a.v) Aişe'ye: "Yavaş ol Aişe! Allah çirkin sözü ve çirkin söz söylemeyi hoş
görmez" dedi. Aişe (r. anhâ): "Söylediklerini işitmedin mi? Ey Allah'ın Rasulü!"
dedi. Rasulullah (s.a.v): «Sen, benim onlara ne dediğimi işitmedin mi? Ben
onlara, "Sizin de üzerinize olsun" dedim. Allah, benim onlar hakkında
söylediklerimi kabul eder, fakat onların benim hakkımdaki dileklerini kabul
etmez buyurdu. Onlar aralarında, "Muhammed, Allah'ın peygamberi ise, ona
söylediğimiz bu sözden dolayı Allah bize azap etse ya!? Eğer o gerçek peygamber
olsaydı, bu sözden dolayı Allah mutlaka bize azap ederdi" diyorlar. Yüce Allah,
onların bu sözlerine cevap olarak şöyle buyurdu: Azap olarak onlara, cehennem
ateşine girmeleri ve onun ateşinde yanmaları yeter. Cehennem onlar için, dönüp
varılacak ne kötü bir yer ve karargâhtır. Îbnu'l-A'râbî şöyle der: Onlar,
"Muhammed peygamber olsaydı, ona yapılan sövme ve hafife almadan dolayı, Allah
kesinlikle bize mühlet vermezdi diyorlar ve Yüce Allah'ın halim olduğunu, yani
kendisine küfredeni hemen cezalandırmadığını bilmiyorlar. Durum böyle olunca,
Peygamberine (s.a.v.) sövüp küfredeni nasıl hemen cezalandırır?! Sahih hadiste
şöyle buyrulmuştur: Eziyete karşı, Allah'tan daha sabırlı hiç kimse yoktur. Onun
eşi ve çocuğu olduğunu iddia ettikleri halde, O yine de onlara sağlık ve rızık
veriyor.[23]
Yüce Allah bu âyeti onların sırlarım ortaya çıkarmak, gizli yaptıkları işlerden
dolayı onları rezil etmek ve peygamerinin durumunu da yüceltmek maksadıyle
indirdi.[24]
Dünyada onlara mühlet verilmesine gelince, bu, Rasulullah (s.a.v)'m Allah
katındaki itibarından dolayıdır. Çünkü o, âlemlere rahmet olarak
gönderilmiştir.
Bundan sonra Yüce Allah,
mü'minlere, gizli gizli günah ve isyan ifâde eden şeyleri konuşmalarını
yasakladı: [25]
9. Ey
inananlar! Aranızda gizlice konuştuğunuzda, çirkin söz gibi günah ifade eden
veya başkalarının hakkına tecâvüz ya da Peygamber (a.s.)'in emrine muhalefet ve
isyan mânâsı taşıyan şeyleri konuşmayın. iyilik, itaat ve ihsan ifade eden
şeyleri konuşun. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, mü'minlerin, münafık ve
yahudilerin yaptığı gibi, aralarında fısıldaşarak konuşmalarını yasakladı.
Onlara itaat, takva ve Allah'ın yasakladığı şeyler-den sakınma gibi konuları
konuşmalarını emretti.[26]
Emirlerine sarılmak ve yasaklarından sakınmak suretiyle Allah'tan korkun. O sizi
hesap için toplayacak ve her birinize yaptıklarınızın karşılığını
verecektir. [27]
10. Günah ve
haksızlığı gizli gizli konuşma, sadece şeytanın güzel gösterdiği şeylerdendir. O
bunu, mü'minle-ri üzüntüye sokmak için yapar. Tbn Kesîr şöyle der: Gizli
konuşanlar bunu ancak, şeytanın süslemesi ve güzel göstermesi ile yaparlar.[28]
Bu gizli konuşma, Allah'ın dilemesi ve iradesi olmadıkça mü'minlere hiçbir zarar
vermez, Mü'miııler sadece tek olan Allah'a güvenip dayansınlar. Münafıkların
gizli konuşmalarına aldırış etmesinler. Çünkü Allah mü'minleri, onların kötülük
ve tuzaklarından korur. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Üç kişi bir araya
geldiğinizde, ikiniz, arkadaşınızı bırakıp gizli konuşmayın. Çünkü bu onu
üzer.[29]
11. Ey îman
edenler! Size "Meclislerde yer açın" denilince yer açın ki Allah da size
genişlik versin. Size "Kalkın" denilince de kalkın ki Allah sizden inananları ve
kendilerine ilim verilenleri derecelerle
yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır.
12. Ey îman
edenler! Peygamber ile gizli bir şey konuşacağınız zaman bu konuşmanızdan önce
bir sadaka veriniz. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet bir şey
bulamazsanız, artık Allah bağışlayan, esirgeyendir.
13. Gizli
(özel) bir şey konuşmanızdan önce sadaka vermekten korktunuz da mı yerine
getirmediniz? Fakat Allah sizi affetti. Şu halde namazı kılın, zekâtı verin,
Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan haberi
olandır.
14. Allah'ın
kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi? Onlar ne
sizdendirler, ne de onlardan. Bilerek yalan yere yemin
ediyorlar.
15. Allah
onlara çetin bir azap hazırlamıştır. Gerçekte onların yaptıkları şey çok
kötüdür!
16. Onlar
yeminlerini kalkan yapıp Allah'ın yolundan alıkoydular. Bu yüzden onlara küçük
düşürücü bir azap vardır.
17. Onların
malları da, oğulları da Allah'a karşı kendilerine bir fayda vermez. Onlar
cehennem ehlidirler. Orada ebedî kalacaklardır.
18. O gün Allah
onların hepsini yeniden diriltecek, onlar da dünyada size yemin ettikleri gibi,
O'na yemin edeceklerdir. Kendilerinin bir şey üzerinde olduklarını sanırlar.
İyi bilin ki onlar gerçekten yalancıdırlar.
19. Şeytan
onları istilâ etmiş, onlara Allah'ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar şeytanın
taraftarıdırlar. İyi bilin ki şeytanın taraftarları mutlaka
kaybedenlerdir.
20. Allah'a ve
Peygamber'ine düşmanlık edenler, işte onlar en aşağıların
arasındadırlar.
21. Allah
"Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz" diye yazmıştır. Şüphesiz Allah
güçlüdür, galiptir.
22. Allah'a ve
âhiret gününe inanan bir toplumun-babalan, oğulları, kardeşleri, yahut
akrabaları da oîsa Allah'a ve Resûl'üne düşmanlık edenlerle dostluk ettiğini
görmezsin. İşte onların kalbine Allah, îman yazmış ve katından bir ruh ile
onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak,
orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan
hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın hizbi (gurubu)dur. İyi bilin ki,
kurtuluşa erecek olanlar sadece Allah'ın hizbi (gurubu)
olanlardır.
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Yüce Allah mü'min kullarına, kin
ve nefretleşmeye sebep olan şeyleri yasakladıktan sonra burada onlara sevgi ve
muhabbeti artırmaya sebep olacak şeyleri emretti. Bu da mü'minlerin
birbirlerine yer vermek suretiyle, meclisleri genişletmeleridir. Daha sonra
Yüce Allah, Allah düşmanları ile dost olmaktan sakındırdı ve bu mübarek sûreyi
kâmil mü'minlerin vasıflarını anlatarak sona erdirdi. [30]
Kelimelerin İzahı
Genişleyin. Bir kimse mecliste,
başkası için oturma yeri açtığında denir. "Geniş yer" anlamına gelen, sözü
bundan alınmıştır.
Kalkın. Bir kimse, oturduğu yerden
kalkıp bir kenara çekildiğinde denir.
Geniş zamanı gelir. Bunun aslı, "yüksek yer"
mânâsına gelen kökündendir.
Cünne, kalkan
demektir.
Akıllarını istila edip galip
geldi.
Ezelim, son derece zillet ve
horluk içinde olanlar demektir. [31]
Nüzul Sebebi
a. Mukâtil'in
şöyle dediği rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.v) Be-dir'e katılan Muhacir ve
Ensâra değer verirdi. Aralarında Sabit b. Kays'm (r. anhum) da bulunduğu bir
grup Bedir gazisi geldi. Başkaları daha önce gelip Mecliste oturmuşlardı. Bunlar
Peygamber (a.s.)'in karşısında ayakta durup, kendilerine yer verilmesini
beklediler. Fakat oturanlar, onlara yer vermediler. Bu durum, Peygamber (a.s)'in
gücüne gitti. Etrafında oturup da Bedir'e katılmayanlara, Bedir'e katılıp da
ayakta kalanlar sayısınca kişiye, "Ey falan sen kalk, ey falan sen kalk.." dedi.
Bu da, oturduğu yerden kaldırılanlara ağır geldi. Münafıklar bunu ayıplayıp
tenkit ederek şöyle dediler: Muhammed onlara âdil davranmadı. Bir grup ona yakın
olmak istedi ve yerlerini aldı. O ise bunları kaldırıp sonradan yanına gelenleri
oturttu!! Bunun üzerine Yüce Allah şu mealdeki âyeti indirdi: "Ey iman edenler!
Size, "meclislerde yer açın" denilince yer açın ki, Allah da .size genişlik
versin.[32]
b. İbn Abbas'ın
şöyle dediği rivayet olunur: İnsanlar, Rasulullah (s.a.v.)'a çok soru
soruyarlardı. O kadar ki, bu Peygamber (a.s.)'e ağır geldi. Dolayısıyle Yüce
Allah, Peygamberinin sıkıntısını hafifletmek ve onları bundan vazgeçirmek
isteyerek şu mealdeki âyeti indirdi: "Ey iman edenler! Peygamber ile gizli bir
şey konuşacağınız zaman, o konuşmanızdan önce bir sadaka verin." Bu âyet inince
birçok müslüman korkup soru sormaktan vazgeçti.[33]
c. Süddî şöyle
der: Münafık Abdullah b. Nebtel Rasulullah (s.a.v)'m meclisine gelir ve onun
konuşmalarını Yahudilere aktarırdı. Rasulullah (s.a.v) odalarından birinde
bulunduğu bir sırada birden bire şöyle dedi: "Şimdi yanınıza bir adam girecek
ki, kalbi, zorba kalbidir. Şeytan'm gözüyle bakar" Az sonra içeri Abdullah b.
Nebtel girdi. Gözleri mavi idi. Rasulullah (s.a.v) ona: "Sen ve arkadaşların,
niçin bana sövüyorsunuz?" dedi. Adam bunu yapmadığına dâir Allah adına yemin
etti. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v) ona, "bilakis yaptın" dedi. Adam gidip
arkadaşlarını getirdi. Hepsi de, Rasulullah (s.a.v)'a sövmediklerine dair Allah
adına yemin ettiler. Bunun üzerine Yüce Allah, şu mealdeki âyeti indirdi:
"Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi?
Onlar ne siz-dendir, ne de onlardan. Bile bile yalan yere yemin ediyorlar'[34]
Âyetlerin Tefsiri
11. Bu, Yüce
Allah'ın mü'minlere en değerli bir vasıf ve en güzel bir ifade ile yaptığı bir
sesleniştir. Yani, ey Allah ve Rasulünü tasdik edip insanın süsü olan iman ile
süslenmiş olan siz mü'minler! Herhangi biri size, "meclislerde genişleyin"
dediğinde, genişleyiverin ve ona yer açın. Bu meclis, ister Peygamber
(s.a.v.)'in bulunduğu meclis olsun, ister başkasının meclisi olsun durum
aynıdır. Böyle yaparsanız. Rabbiniz sizin için rahmetini ve cennetini
genişletir. Mücâhid şöyle der: Sahabe (r. anhum). Peygamber (a.s)'in meclisinde
oturmak için yarış ediyorlardı. Dolayısıyle, birbirlerine yer açmaları
emredildi.[35]
Hâzin de şöyle der: Yüce Allah mü'minlere, alçak gönüllü olmalarını ve Peygamber
(a.s)'in yanında oturmak isteyenlere yer vermelerini emretti ki, insanlar eşit
derecede Rasulullah (s.a.v)'tan nasiplerini alsınlar.[36]
Hadiste şöyle buyrulmuştur: Sizden biri, başkasını oturduğu yerden kaldırıp da
sakın kendisi oraya oturmasın. Fakat genişleyip yer açın ki, Allah da size
genişlik versin.[37]
Fahreddin Râzî şöyle der: Allah size genişlik versin" âyeti mutlak olup,
insanların genişliği istediği yer, rızık, kalp, kabir ve cennet gibi her şeyi
kapsar. Bil ki bu âyet gösteriyor ki, Allah'ın kullarına hayır ve rahatlık
kapılarını açan herkese, Yüce Allah dünya ve âhiretin hayırlarını genişletir.
Hadiste şöyle buyrulmuştur: Kul, kardeşine yardımcı olduğu müddetçe, Allah,
kuluna yardım eder.[38]
Ey mü'minler! Size, başkasına yer vermek için" "meclisten kalkın" denildiğinde
kalkın.[39]
İbn Abbas şöyle der: Yani, size "kalkın"
denildiğinde kalkın. Ebû Hayyân da şöyle der: Onlara önce meclisi
genişletmeleri emredildi. İkinci olarak da kendilerine emredildiğinde, bu
hususta emre uymaları istendi.[40] Ayrıca bu hususta kendilerinde bir aşağılık
hissetmemeleri de emredildi. Böyle yaparsanız, bilin ki Allah, kendisinin ve
Peygamberinin emirlerine sarılmalarından dolayı mü'mirileri, Özellikle inanan
âlimleri en yüce mertebelere yükseltir ve onlara cennette en yüksek dereceleri
verir. İbn Mes'ûd şöyle der: Yüce Allah bu âyette alimleri övdü. Ey insanlar! Bu
âyeti iyice anlayın. Bu âyet sizi ilme teşvik etmelidir. Çünkü Yüce Allah diyor
ki: Allah âlim mü'mini, âlim olmayan mü'minden kat kat üstün kılar. Kurtubî de
şöyle der: Yüce Allah bu âyette, Allah katında üstünlüğün, meclislere önce
gelip başa oturmakla değil, ilim ve iman ile olduğunu açıkladı. Hadiste şöyle
buyrulmuştur: "Alimin âbide üstünlüğü, dolunay gecesindeki ayın, diğer
yıldızlara üstünlüğü gibidir"[41]
Yine Rasulullah (s.a.v.)'tan şöyle rivayet edilmiştir: Kıyamet günü üç zümre
şefaat edebilecektir Peygamberler, âlimler, sonra şehitler.[42]
Bu ne büyük bir rütbedir ki, bu rütbe, peygamberlik ile şehitlik rütbeleri arasında yer aldığı Allah'ın Rasulü'nün şahitliğiyle
bildirilmektedir. Yüce Allah lütuf ve sevaba müstehak olan ile olmayanı
bilendir. [43]
12. Ey
müminler! Peygamberle gizlice konuşmak istediğinizde önce fakirlere bir sadaka
verin. Âlûsî şöyle der: Bu emirde Peygamber (a.s)'in makamı için bir saygı,
fakirler için bir yarar vardır. Ayrıca
samimi mü'min ile münafık ve dünyayı seven ile âhireti seven birbirinden ayırt
edilmektedir.[44]
Peygamberle gizli konuşmadan önce bu sadakaları vermeniz, sîzin için Allah
katında daha iyi ve günahlarınızı daha çok temizleyicidir. Çünkü böyle
yapılmakla Allah'ın emrine uyulmuş olur. Sadaka verecek bir şey bulamazsanız,
bilin ki Allah size müsamaha eder ve sizi bağışlar. Çünkü Allah, sizden ancak
gücü yeteni bununla mükellef kılmıştır. [45]
13. Bu âyet,
kibar ve nazik bir şekilde mü'minleri azarlamaktadır. Yani ey mü'minler!
Peygamberle gizlice konuşmadan önce, sadaka verdiğiniz takdirde fakir
düşeceğinizden mi korkuyorsunuz? Maksat şudur: Korkmayın. Kuşkusuz Allah
rızkınızı verir. Çünkü o zengindir. Göklerin ve yerin hazineleri elindedir.
Açıkladığımız gibi bu âyet, nazik bir azarlamadır. Daha sonra, mü'minlere
kolaylık olsun diye Yüce Allah bu hükmü kaldırdı. Madem size emredileni
yapmadınız ve bu size ağır geldi ve sadaka vermeden onunla gizlice konuşmak için
size ruhsat vererek Allah da sizi affetti. Öyleyse namaza devam etmek ve farz
olan zekâtı vermekle yetinin, " Bütün hallerinizde, Allah ve Rasulünün emrine
uyun. Allah, amellerinizi ve niyetlerinizi bilir. Tefsirciler şöyle der: Yüce
Allah, kullarının yükünü hafifletmek için bu hükmü neshetmiştir. Hattâ İbn Abbas
şöyle der: Bu hüküm, gündüzün bir kısmında uygulandı. Sonra hemen neshedildi.[46]
Kurtubî de şöyle der: Zekatın farz oluşu, bu sadaka verme hükmünü kaldırmıştır,
Bu, bir emrin uygulanmadan kaldırılmasının caiz olduğunu gösterir. Ali'den
(r.a.) gelen şu rivayet ise zayıf dır. O, şöyle demiştir: "Allah'ın kitabında
öyle bir âyet vardır ki, ne benden Önce ne de sonra, hiç kimse onunla amel
etmemiştir. Benim bir dinarım vardır. Onu sadaka verdim. Sonra Rasulullah
(s.a.v) ile gizlice konuştum." Bu zayıf bir rivayettir. Çünkü Yüce Allah, "Madem
yapmadınız..." buyurdu. Bu gösteriyor ki, hiç kimse herhangi bir sadaka
vermemiştir.[47]
14. Bu,
Yahudileri dost edinen münafıkların durumu hakkında Peygamber (s.a.v)'in hayret
etmesi gerektiğini ifade eder. Yani, Ey Muhammedi İman ettiklerini iddia eden o
münafıkların durumuna şaşmıyor musun? Oysa ki onlar, gazaba uğramış Yahudileri
dost edinmişlerdir. Birbirlerine nasihatta bulunuyor ve mü'minlerin sırlarını
onlara taşıyorlar. Fahreddin Râzî şöyle der: Münafıklar Yahudileri dost
ediniyorlardı. Oysa ki, onlar, Yüce Allah'ın, "Allah'ın lanetlediği ve gazap
ettiği kimseler.."[48]
mealindeki sözüyle kendilerine gazap ettiği kimselerdir. Münafıklar,
mü'minlerin sırlarını onlara taşıyorlardı.[49]
O münafıklar, ne mü s Iü inanlardan ne de yahudilerdendir. Bilakis onlar bu
arada bocalayıp durmaktadırlar. Nitekim Yüce Allah meâlen, "Bunların arasında
bocalayıp durmaktalar. Ne onlara (bağlanıyor) ne de bunlara'[50]
buyurmuştur. Sâvî şöyle der: Samimi mü'minlerden de değiller, samimi kâfirlerden
de. Ne onlara katılıyorlar, ne de bunlara.[51]
Yalan söyleyerek Allah adına yemin ediyor, "Vallahi biz, gerçekten müslümanız"
diyorlardı. Halbuki onlar, kendilerinin yalancı ve kâfir olduklarını
biliyorlardı. Ebussuud şöyle der: Cümlenin ifade tarzı, yaptıklarının son derece
âdi olduğunu göstermektedir. Çünkü yalan olduğu bilinen bir şey üzerine yemin
etmek, son derece çirkindir.[52]
15.
Münafıklıklarından dolayı, Yüce Allah onlar için, son derece şiddetli ve elem
verici bir azap hazırlamıştır ki, bu da, cehennemin en alt tabakasıdir. Nitekim
âyet-i kerimede meâlen şöyle buyu-rulmuştur: "Şüphe yok ki münafıklar cehennemin
en alt kalındadırlar."[53]
Yaptıkları, ne kötü şeydir. [54]
16. Yalan yere
yaptıkları yeminleri, canlarını ölümden kurtarmak için bir kalkan ve siper
edindiler. İbn Cüzey şöyle der: "Cünne" kelimesi aslında, kalkan gibi kendisiyle
örtünülen ve sakınılacak şeyden korunulan bir şeydir. Burada istiare yoluyla
kullanılmıştır. Çünkü münafıklar, kanlarını ve canlarını korumak için müslüman
görünüyorlardı.[55]
İmanı zayıf olanların kalplerine şüphe sokmak, müslümanlara hile ve tuzak kurmak
suretiyle insanların İslam dînine girmesine engel oldular. Onlar için son
derece şiddetli ve horlatıcı, çetin bir azap vardır.[56]
17. Ne malları
ne de çocukları, onlara asla âhirette bir fayda vermeyecektir. Allah'ın
azabından hiçbir şeyi de onlardan savmayacaktır. işte onlar cehennem ehlidir.
Oradan asla çıkmayacaklardır. [57]
18. Allah,
hesap ve ceza için, kıyamet günü onların tümünü toplayacaktır. Bugün dünyada,
müslüman olduklarına dâir yalan yere size yemin ettikleri gibi, âhirette de
Allah'a yemin edeceklerdir. İbn Abbâs şöyle der: Onların yeminleri, "Rabbimiz
Allah hakkı için biz ortak koşanlar olmadık'[58]
mealindeki âyetle bildirilen yemindir, Yeminlerinin,, dünyada öldürülmeyi
kendilerinden def etmek suretiyle fayda verdiği gibi, âhirette de, fayda verip
azabından kurtaracağını zannederler. Ebû Hayyân şöyle der: Şaşılacak durumları
var. İnkârlarının, gayıpları bilen Allah'a gizli kalacağına nasıl inanıyorlar?!
Kâfirlikleri ve münafıklıklarından haberdar olmama hususunda Allah'ı
mü'minlerle nasıl bir tutuyorlar?! Yani münafıklar yalanı âdet haline getirdiler
de neticede, dünyadaki gibi âhirette de söyleyiverirler.[59]
Ey insanlar! Uyanık olun. Onlar yalanda
son derece ileri gidenlerdir. O kadar ileri gitmişledir ki, gayıpları çok iyi
bilen Yüce Allah'ın huzurunda dahi yalan söylemeye cesaret ederler. [60]
19. Kalplerini
Şeytan istilâ edip onlara galip geldi, nefislerini ele geçirdi. O kadar ki,
Rablerini zikretmeyi onlara unutturdu. İşte onlar, Şeytana uyanların kendileri
ve onun yardımcılarıdır. 111 Dikkat edin, Şeytana uyanlar ve onun orduları, tam
bir hüsran ve sapıklık içindedirler. Çünkü onlar, ebedî olan nimeti kaçırdılar
ve kendilerini ebedî azaba arzettiler. [61]
20. Allah ve
Rasulüne düşmanlık edip emirlerine karşı çıkanlar var ya, işte onlar, Allah'ın
rahmetinden uzaklaştırılmış zelîl kimseler arasındadırlar. [62]
21. Allah,
dininin, peygamberlerinin ve mü'min kullarının galip olacağına hükmetti,
Kuşkusuz Yüce Allah'ın, peygamberlerine ve dostlarına yardım etmeye gücü yeter.
Düşmanlarına karşı galiptir. Hiç kimse O'nu ne ezebilir, ne de mağlup edebilir.
Mukâtil şöyle der: Yüce Allah mü'minlere Mekke, Tâif ve Hayber'in fethini nasip
edince, dediler ki: Allah'ın bizi İran'a ve Bizans'a galip kılacağım umuyoruz.
Bunun üzerine münafık Abdullah b. Selûl şöyle dedi: Bizans ve İran'ın, galip
geldiğiniz bazı beldeler gibi mi olduğunu sanıyorsunuz?! Vallahi, onların
sayısı, sandığınızdan daha çok ve onlar daha güçlüdürler. Bunun üzerine, "Allah,
elbette Ben ve elçilerimiz galip geleceğiz, diye hükmetti" mealindeki âyet
indi.[63]
22. Ey Muhatap!
Allah'a ve âhiret gününe inanan bir topluluğun, Allah ve Rasulüne düşmanlık
eden ve emirlerine aykırı davranan kimseleri sevip dost edindiklerini
göremezsin. Çünkü kim Allah'ı severse, O'nun düşmanlarına düşman olur. Nur ile
karanlık bir araya gelmediği gibi, bir kalpte, hem Allah sevgisi, hem de O'nun
düşmanlarının sevgisi beraber bulunmaz. Tefsirciler şöyle der: Ayetten maksat,
suçlu ve kâfirlerle dostluk kurmayı ve onları sevmeyi yasaklamaktır. Fakat
âyet, yasaklama ve sakindırmayı pekiştirmek için, haber verme şeklinde gelmiştir.[64]
Fahreddin Râzî şöyle der: Yani, Allah
düşmanlarının sevgisi ile iman bir arada bulunmaz. Çünkü, bir kimseyi sevenin,
onun düşmanını sevmesi mümkün değildir. Zira bu iki şey kalpte birleşmez, Kalpte
Allah düşmanlarının sevgisi yerleşince, orada iman bulunmaz. Allah ve Rasûl'üne
düşmanlık edenler, isterse babalan, oğulları, kardeşleri ve aşiretleri gibi,
onlara en yakın insanlar olsun, durum aynıdır. Çünkü Allah'a iman iddiası, onun
düşmanlarına düşmanlığı gerektirir. Ebû Hayyân şöyle der: Babalara itaat etmek,
çocuklara vacip olduğu için Yüce Allah Önce onları zikretti. Sonra çocukları
zikretti. Çünkü kalpler en çok onlarla ilgilenir. Bunun ardından kardeşleri
zikretti. Çünkü onlarla dayanışma olur. Yardımlaşma, savaş ve düşmana üstün
gelme, aşiret sayesinde olduğu İçin, sonunda da aşireti zikretti. Nitekim şâir
şöyle der:
Musibetler anında kendilerini
çağırdığı zaman, kardeşlerinden söylediğine delil istemezler.[65]
İbn Kesîr şöyle der: "Babalan dahi
olsa" mealindeki âyet Ebû Ubey-de (r.a.) hakkında inmiştir. O, babası Cerrâh'ı
Bedir savaşında öldürmüştü. "Oğulları da olsa" âyeti ise, Ebubekir es-Sıddîk
(r.a.) hakkında inmiştir. O da, oğlu Abdurrahman'ı öldürmek istemişti.
"Kardeşleri de olsa" bölümü, Mus'ab b. Umeyr (r.a.) hakkında inmiştir. Bu da
Bedir savaşında, kardeşi Ubeyd b. Umeyr'i Öldürmüştü. "Aşiretleri de olsa"
bölümü ise Hamza, Ali ve Ubeyde b. el-Hâris (r. anhunı) hakkında inmiştir.
Bunlar Bedir gününde Utbe, Şeybe ve Velid b. Utbe'yi öldürmüşlerdi.[66]
Mü'minler öyle kimselerdir ki,
Allah, onların kalplerine
imanı yerleştirmiştir. O kalpler
mü'mindir, kesin inançlı ve samimîdir. Allah onları, yardımı ve desteği ile
kuvvetlendirmiştir. İbn Abbâs şöyle der: Düşmanlarına karşı onlara yardım etti.
Yaptığı bu yardıma "ruh" ismini verdi. Çünkü işleri o yardım sayesinde canlı
olur.[67]
Allah âhirette onları geniş bahçelere yerleştirecektir. O bahçelerdeki köşklerin
altından cennet ırmakları akar. Onlar orada ebedî olarak kalacaklardır. Allah,
onların amellerini kabul etmiş ve kendilerinden razı olmuştur. Dolayısıyle onlar
Allah'ın sevabını elde etmiş ve kendilerine verdiklerinden razı olmuşlardır.
Allah'ın rızası, nimetlerin en büyüğü ve mertebelerin en yücesi olduğu için,
Allah önce onları cennete sokacağını zikretmiş, daha sonra onlardan razı
olduğunu bildirmiştir. İbn Kesîr şöyle der: Bu âyette çok güzel bir sır vardır.
O da şudur: Onlar, Allah için akrabalarına ve aşiretlerine kızınca, buna
karşılık Allah onlardan razı olduğunu ve verdiği nimet ve o büyük kazançla
onları razı ettiğini bildirdi.[68]
İşte onlar Allah'ın cemaatı, has kullan ve dostlarıdır. Bilesiniz ki Allah'ın
ordusu, dünya ve âhiret iyiliklerini kazananlardır. Bu âyet, "işte onlar,
şeytanın taraftarlarıdır. İyi bilin ki, şeytanın taraftarları mutlaka
kaybedenlerdir" mealindeki âyet karşılığında zikredilmiştir. [69]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. Kelimeleri,
mübalağa sıygalarıdır.
2. "O kadınlar
onların anaları değildir" âyetinden sonra "Onların anaları ancak..." âyetinin
zikredilmesi ile itnâb yapılmıştır. Bu, konuyu daha geniş bir şekilde açıklamak
içindir.
3. arasında
tıbâk vardır. Çünkü, daha az manasınadır. Böylece bu iki kelime arasında tıbâk
meydana gelmiştir.
4. "Allah,
sizden inananları yükseltir" âyetinden sonra, " Kendilerine ilim verilenleri de
yükseltir" âyetinin gelmesinde ilmin şerefine dikkat çekmek için hâssın âmm
üzerine atfı vardır. Çünkü, " Kendilerine ilim verilenler" önceden mü'minlere
dahildi. Sonra âlimlere saygı için, tekrar özel olarak
zikredildi.
5. "Onunla
gizli konuşmadan önce sadaka verin" âyetinde istiare vardır. Kelimesi,
mânâsında müsteâr olarak kullanılmıştır.
6. "Allah'ın
kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi?" âyetindeki
sorudan maksat hayret ifadesidir.
7. Bilirler ile
işlerler arasında nakıs cinas vardır. Çünkü kelimenin şekli ve görüntüsü
değişmiştir.
8. "İşte onlar
Allah'ın grubu (Hizbullâh) dur. İyi bilin ki, Allah'ın grubu, kurtuluşa erecek
olanlardır" âyeti ile, İşte onlar şeytanın grubu (Hizbu'ş-Şeytân)dur..." âyeti
arasında mukabele vardır.
9. "İyi bilin
ki, Allah'ın taraftarları, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir"
âyeti, gibi çeşitli pekiştırıcı sanatlarla süslenmiştir.
10. ve gibi
âyet sonları birbirine uygun gelmiştir. [70]
Bir Nükte
İmam Ahmed'in Ebu't-Tufeyl'den
rivayet ettiğine göre, Nâfi b. Abdul-hâris Ömer (r.a) ile Usfan'da karşılaştı.
Ömer (r.a) onu Mekke'ye vali tayin etmişti. Ömer (r.a) dedi ki: "Mekke halkının
başına, kendi yerine kimi bıraktın?" Nâfî: "Onların başına, kendi yerime İbn
Ebzâ'yı bıraktım. Ömer (r.a): "İbn Ebzâ kimdir?" diye sordu. Nâfî:
"Azatlılarımızdan biri" diye cevap verdi. Ömer (r.a): "Onların başına bir
azatlı köleyi mi bıraktın?!" dedi.
Nâfî dedi ki: "Ey mü'minlerin
emiri! O, Allah'ın kitabını okuyan, ferâizi bilen ve hüküm verebilen biridir."
Bunun üzerine Ömer (r.a): "Dikkat edin, Peygamberiniz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Allah bu kitapla bazı kavimleri yükseltir, diğer bazılarını da alçaltın"[71]
Yüce Allah'ın yardımıyle "Mücâdele
Sûresi"nin tefsiri bitti. [72]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/333-334.
[2] Müslim, Hacc, 426; İbn Mâce, Duâ, 20; Tirmizî Deavât,
41.
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/347-348.
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/348.
[5] Keşşaf, 4/150
[6] Ebussuüd, 5/243
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/349.
[8] Teshîl,4/I02
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/349-350.
[10] Hâzin, 4/45
[11] Kurtubî, 17/283
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/350.
[13] ÂlÛsî, 28/20
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/350-351.
[15] Ebussuûd, 5/144
[16] Sâvî Haşiyesi, 4/181
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/351.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/351-352.
[18] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/461
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/352.
[20] Kurtubî, 17/291
[21] Ebussuûd, 5/145
[22] Bahr, 8/236
[23] Buhârî, Edeb, 71: Müslim, Münâfikîn,
49,50.
[24] Kurtubî, 17/292
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/352-354.
[26] Kurtubî, 17/294
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/354.
[28] Muhîasar-ı îbn Kesîr, 3/463
[29] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/431, 432; Buhârî, İstizan,
47.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/354.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/357.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/357-358.
[32] Kurlubî, 17/297; Tefsîr-i kebîr,
2S/26S
[33] Muhlasar-i İbn Kesîr, 3/465; Hâzin,
4/52
[34] Kıırtubî, 17/304
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/358-359.
[35] Kurtubî, 17/296
[36] Hâzin, /50
[37] Buhârî, Cuma 20; Müslim, es-Selâm 39/27,28 Tirmizî,
Edeb, 9; Ahmed b. Hanbel, Müs-ned 2/17
[38] Râzî, 29/269
[39] Büyük âlim İbn Kesîr, bu âyet-i kerîmeyi tefsir ederken,
"Gelen kimse için ayağa kalk-ma"nın hükmünü şöyle anlatır: Fakîhlcr, gelen kimse
için ayağa kalkmanın caiz olup olmadığı hususunda farklı görüşler ileri
sürmüşlerdir. Bir kısmı, "Lideriniz
için ayağa kalkın" hadisini delil getirerek buna ruhsat verir. Bir kısmı ise,
"Kim, insanların kendisi için kalkıp ayakta durmalarını isterse, ateşten yerine
hazırlansın" hadisini delil getirerek bunu yasaklar, bir kısmı da, meseleyi daha
geniş eie alır ve : "Seferden gelindiğinde ve hakim hüküm verirken ayağa
kalkmak caiz olur" der. Çünkü Sa'd b. Muâz'in başından şu olay geçmiştir:
Peygamber (a.s) Sa'd'ın, Kurayzaoğulları hakkında hüküm vermesini istediğinde
Sa'd gelince, Rasulullah (s.a.v):
"Lideriniz için ayağa kalkın, buyurmuştu. Bu, hükmünde daha etkili olduğu
içindir... İbn Kcsîr devamla şöyle der: Fakat bunu âdet haline getirmek
Farslar'ın şiarmdandır. Sür.en'de Rasulullah (s.a.v)'ın, oturduğu yer meclisin
başı olurdu.
[40] Bahr, 8/237
[41] Kurtubî, 17/300
[42] Kurtubî, 17/300
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/359-360.
[44] Âlûsî, 28/30
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/360.
[46] Hâzin, 4/53
[47] Kurtubî, 17/303
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/360-361.
[48] Mâide sûresi, 5/60
[49] Tefsir-i kebîr, 29/273
[50] Nisa sûresi, 4/143
[51] Sâvî Haşiyesi, 4/184
[52] Ebussuûd, 5/147
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/361-362.
[53] Nisa sûresi, 4/145
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/362.
[55] Teshîl, 4/105
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/362.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/362.
[58] En'âm sûresi, 6/23
[59] Bahr, 8/238
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/362.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/363.
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/363.
[63] Bkz, Bahr, 8/238; Âlûsî, 28/34
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/363.
[64] Bkz, Bahr, 8/238, Âlûsî,
28/34
[65] Bahr, 8/239
[66] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/467
[67] Tefsîr-i kebir, 29/277
[68] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/468
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/363-364.
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/365.
[71] Müslim, Miisâfirîn, 269
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/365-366.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder