FUSSILET SÛRESİ
. 11
FUSSILET SÛRESİ
Ğâfir Sûresi'nden sonra Mekke'de
inmiştir. 54 âyettir.
Takdîm
Bu mübarek sûre Mekke'de inmiştir.
Allah'ın birliği,'peygamberlik, öldükten sonra dirilme ve hesap gibi, İslâmî
inançları ele alır. Bu inançlar, imanın rükünlerine önem veren, diğer Mekkî
sûrelerin de esas hedefleridir.
Bu mübarek sûre, Muhammed
(s.a.v.)'in doğruluğunu gösteren apaçık delillerle Allah katından inmiş olan
Kur'an'dan söz ederek başlar. Kur'an, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ebedî
mucizesidir.
Sûre vahy ve peygamberlik konusunu
anlatır. Peygamberin hakikatini, onun bir insan olduğunu, Yüce Allah'ın ona
vahiy verdiğini ve peygamberlik lütfettiğini, Allah'a çağırmak ve dosdoğru
dinini tebliğ etmek için, diğer mahlûkât arasından onu seçtiğini
açıklar.
Bundan sonra sûre, hayatın ilk
yaratılış sahnesini, yani göklerin ve yerin, bu ince ve sağlam şekille
yaratılmasını anlatmaya geçer. Bu ince ve sağlam şekil, Allah'ın âyetlerinden
yüz çevirenlerin, bakma, düşünme ve tefekkür etmeye dikkatlerini çeker. Fakat
küfür karanlıkları, onlarla iman arasında bir engel olur. Bütün kâinat, Allah'ın
yüce olduğunu söylemekte ve O'nun birliğine şahitlik
etmektedir.
Bu sûre, yalanlayanların helak
oluşlarını hatırlatır. Buna, milletlerin en kuvvetlisi ve en kibirlisinden,
yani, "kim bizden daha kuvvetlidir?" diyecek kadar ileri derecede zorba olan Âd
kavminden örnekler getirir. Taşkınlıkta devam edip Allah'ın peygamberlerini
yalanladıkları için Âd ve Semûd kavimlerinin başına gelen genel ve açık helaki
anlatır.
Suçluları anlattıktan sonra,
Allah'ın dini ve şeriatı üzerinde dosdoğru yürüyen, dolayısıyle kendilerine
Allah'ın, cennetlerde peygamberler, sıd-dîklar,- şehitler ve sâlihlerle
birlikte, emniyet içinde yaşamayı lütfettiği takva sahibi mü'minlerden
bahseder.
Daha sonra sûre, bu geniş ve
hikmetler ve enteresan şeylerle dolu kâinatta dikkatlere sunulmuş kevnî
âyetlerden ve Allah'ın âyetlerini inkâr eden ve o her türlü apaçık âyetleri
görmezlikten gelen inkarcıların durumunu anlatır.
Sûre, Kur'an'ın haber
verdiğinin doğru olduğuna delil getirsinler diye âhir zamanda, bu kâinatın bazı
sırlarını insanlara göstereceğine dâir Allah'ın onlara verdiği sözle sona erer:
"Ufuklarda (dışta) ve kendi nefislerinde insanlara âyetlerimizi göstereceğiz ki,
O Kur'an'ın gerçek olduğu onlara i-yice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit
olması yetmez mi?... [1]
İsmi
Yüce Allah bu sûrede âyetleri
açıkladığı, birliğini ve kudretini gösteren delilleri izah ettiği, varlığına,
yüceliğine ve Allah'ın azametini ve saltanatının yüceliğini konuşan bu güzel
kâinatı yarattığına kesin deliller getirdiği için bu sûreye "Fussılet" sûresi
ismi verilmiştir. [2]
Bismillahirrahmanirrahim
1. Hâ,
mîm.
2. (Kur'ân,)
Rahman ve rahîm olan Allah katından indirilmiştir.
3. (Bu,) bilen
bir kavim için, Arapça Kur'an olarak âyetleri açıklanmış bir
Kitap'tir.
4. Bu kitap
müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık
dinlemezler.
5. Ve dediler
ki: "Bizi çağırdığın şeye karşı kalblerimiz örtüler içindedir. Kulaklarımızda
bir ağırlık var. Bizimle senin aranda bir engel var. Onun için Sen (istediğini)
yap, biz de yapıyoruz."
6. De ki: "Ben
de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahy
olunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay
hâline!"
7. Onlar zekât
vermeyenlerdir. Âhireti inkâr edenler de onlardır.
8. Şüphesiz
îman edip iyi iş yapanlar için tükenmeyen bir mükâfat
vardır.
9. De ki:
Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip O'na ortaklar mı koşuyorsunuz?
O, âlimlerin Rabbidir.
10. O,
yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve müddetini
soranlar için, orada dört tam günde, rızıklar takdir etti.
11. Sonra buhar
hâlinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye:
"İsteyerek veya istemeyerek, gelin"
dedi. İkisi de: "İsteyerek geldik" dediler.
12. Böylece
onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve
biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, o aziz,
alîm Allah'ın takdiridir.
13. Eğer onlar
yüz çevirirlerse, de ki: "İşte sizi Âd ve Semûd'un başına gelen kasırgaya benzer
bir kasırgadan sakındırıyorum."
14.
Peygamberler onlara, önlerinden ve arkalarından gelerek "Allah'tan başkasına
kulluk etmeyin" dedikleri zaman,
"Rabbimiz dileseydi elbette melekler indirirdi. Onun için biz sizinle gönderilen
şeyleri inkâr ediyoruz." demişlerdi.
15. Âd kavmine
gelince, yeryüzünde haksız yere büyüklük
tasladılar ve "Bizden
daha kuvvetli kim var?" dediler. Onlar kendilerini yaratan
Allah'ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? Onlar bizim
âyetlerimizi inkâr ediyorlardı.
16. Bundan
dolayı biz de onlara dünya hayâtında zillet, azabını tattırmak için o uğursuz
günlerde soğuk bir rüzgâr gönderdik. Âhiret azabı elbette daha çok rüsvây
edicidir. Onlara yardım da edilmez.
17. Semûd'a
gelince, onlara doğru yolu gösterdik, ama onlar körlüğü, doğru yola tercih
ettiler. Böylece yapmakta oldukları kötülükler yüzünden alçaltıcı azabın
yıldırımı onları çarptı.
18. İnananları
kurtardık. Onlar Allah1 dan korkuyorlardı.
Kelimelerin İzahı
Açıklandı, izah
edildi.
Ekinne, örtü mânâsına gelen
kelimesinin çoğuludur. Vakr, kulağın işitmesini engelleyen ağırlık, sağırlık.
Memnun, kesilmiş demektir. Bir kimse, ipi kestiğinde der. Memnun kelimesi bundan
alınmıştır. Şair der ki:
Ömrüne yemin ederim ki, kapım,
dostuma kapalı değildir. İhsanım da kesilmiş değildir.[3]
Sarsar, şiddetli sesle birlikte
soğuk fırtına demektir. Nahisât, uğursuzlar manasınadır. Kelimesinin zıddı
mânâsına gelen kökündendir. Şair şöyle der:
Ona ne zaman gelirsen gel, onun
için farketmez. İster, kendisinden sakınılan uğursuzluk saatinde, ister uğurlu
saatinde gel.[4]
Ahzâ, daha hor ve daha zelil
demektir. Horluk mânâsına gelen
kökündendir. Hûn, horluk ve zelillik manasınadır. [5]
Ayetlerin Tefsiri
1. Hâ, Mîm.
Hurûfu mukattaa, Kur'ân-ı Kerîm'in mucize olduğuna dikkat çekmek içindir.[6]
2. Bu yüce Kur1
ân, Rahman ve Rahîm tarafından indirilmiştir. Yüce Allah onu, kullarına bir
rahmet olsun diye indirdi. Yüce Allah, Kur'ân1 in inişini, en büyük nimetlerden
olduğuna işaret etmek için, özellikle bu iki ismi yani er-Rahmân ve er-Rahîm
isimlerini zikretti. Kuşkusuz Kur'ân, kıyamet gününe kadar devam edecek olan bir
nimettir. [7]
3. O, din ve
dünya menfaatlerim kapsayan bir kitaptır. Mânâları ve hükümleri kıssalar,
öğütler, hükümler ve misaller yoluyla son derece güzel ve mükemmel olarak
açıklanmış ve izah edilmiştir,
O, apaçık Arapça bir Kur'an olarak
inmiştir. Âyetlerin açıklamalarım ve mucize olduğuna dâir delilleri anlayan bir
kavim için inmiştir. Kuşkusuz Kur'ân, belagatın en yüksek tabakasındadır. Onun
sırlarından, ancak, Arap dilini bilen zevk alır. [8]
4. O,
mü'minlere Naîm cennetlerini müjdeleyici, kâfirleri ise cehennem azabıyla
uyarıcı olarak gelmiştir. Müşriklerin çoğu, kendi dilleriyle inmiş olmasına
rağmen, onun âyetlerini düşünmekten yüz çevirdi. Onlar Kur'an'ı, düşünüp
tefekkür edecek şekilde dinlemezler. Ebû Hayyân şöyle der: Yani, ilim ehli
olmalarına rağmen, o kavmin çoğu, ona tam manâsıyle bakmadı ve yüz çevirdi.
Onlar, yüz çevirdiklerinden dolayı, Kur'ân'ın ihtiva ettiği hüccet ve delilleri
işitmezler.[9]
Kurtubî şöyle der: Bu sûre Kur'ân'ın mucizeliği hususunda
Kureyş'i kınamak ve azarlamak için inmiştir. Çünkü onlar, Kur'an'ı
faydalanacakları bir şekilde dinlemezler.[10]
Bundan sonra Yüce Allah, onların kibir ve sapıklıklarını bildirdi: [11]
5. Peygamber
onları imana çağırdığında dediler ki: Kalplerimiz kalın örtüler içerisindedir.
Senin bizi kendisine çağırdığın şeylerden hiçbiri, yani Allah'ı birleme ve iman,
oraya ulaşamaz. Kulaklarımızda da, söylediklerini anlamaya engel olan ağırlık
ve sağırlık vardır. Sâvî şöyle der: Onlar işitme organlarını, kendisinde
sağırlık bulunan kulaklara benzettiler. Şöyle ki, o kulaklar haktan hoşlanmaz ve
onu dinlemeye eğilim göstermez.[12]
Ey Peygamber! Seninle bizim aramızda,
söylediklerinden herhangi birisinin bize ulaşmasını önleyen bir engel vardır.
Hem bizim, hem de senin cihetinden bir engel bulunduğu için, sana uymamakta
mazeretimiz var Sen kendi yolunda çalış, biz, de kendi yolumuzda. Sen kendi
dininde devam et, biz de kendi dinimizde devam edelim. [13]
6, 7. Ey
Peygamber! O müşriklere de ki: Ben, sizin gibi bir insandan başa bir şey
değilim. Ancak Allah özel olarak bana peygamberlik ve vahiy verdi. Ben sizi,
yaratıcınızı ve sizi meydana getireni birlemeye çağırıyorum. Aklî ve şer'î
deliller onun varlığını ve birliğini göstermektedir. Beni yalanlamaya bir sebep
yoktur. Tevhid, iman ve amellerde samimiyet üzere doğruca O'na yönelin. Geçmiş
günahlardan dolayı O'ndan bağışlanmanızı isteyin. Hayır yapmayan, sadaka
vermeyen ve Allah'a itaat yolunda malını harcamayan o müşrikler yok olsun,
onlara yazıklar olsun. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, onları, erdemli kişilerin
sakındıkları cimrilikle kınadı. Bu âyet, kâfirin inkârından dolayı gördüğü
azabın yamsıra, zekatı vermediği için de azap göreceğine delâlet etmektedir.[14]
İbn Abbas şöyle der: Bundan maksat, nefisleri temizlemektir. Yani onlar,
Allah'ı birleyerek nefislerini, şirkten temizlemezler ve "la ilahe illallah"
demezler.[15]
Onlar, öldükten sonra dirilmeyi ve haşri
inkâr ettiler. Hesabı ve amellerin karşılığının verileceğini yalanladılar. Sâvî
şöyle der: Yüce Allah'ın burada sadece zekatı vermemeyi zikretmesi ve onu
âhireti inkârla birlikte anlatmasının sebebi şudur: Mal, canın kardeşidir
(yongasıdır). İnsan onu Allah yolunda harcayınca, bu onun, dindeki sebat ve
kuvvetinin bir delili olur.[16]
Sayesinde azabı kendimizden savabiliriz, dediler. Ebussuûd şöyle der: tizim
boylu ve iri yaratılıştı idiler. O derece kuvvetli idiler ki, kayayı dağdan
elleriyle çekip sökerlerdi.[17] Bu bir ara cümlesi olup, onlann çirkin
sözlerinden muhatabı hayrete düşürmek için söylenmiştir. Yani, Allah'ın gücünden
gafil kaldılar. Onları da, kâinatı da yaratan o Yüce Allah'ın, onlardan daha
güçlü ve kuvvetli olduğunu bilemediler. Mucizelerimizi yalanlıyorlardı.
Fahreddin Râzî şöyle der: Onlar, mucizelerin gerçek olduğunu biliyorlardı.
Fakat, emanetçinin emâneti inkâr ettiği gibi inkâr ettiler.[18]
16. Âd kavmine,
çok soğuk ve çok gürültülü, hızlı esen bir rüzgâr gönderdik ki, gürültüsü ve
soğukluğu ile öldürüyordu. Mübarek olmayan, uğursuz günlerde gönderdik. Dünya
hayatında onlara, rezil ve zelil eden azabı tattırmak için bunu yaptık.
Fahreddin Râzî şöyle der: den maksat, zillet ve horluk azabıdır. Sebebi ise
şudur: Onlar kibirlenip iman etmediler. Allah da buna mukabil onlara zillet ve
horluk verdi.[19]
Onların âhirette görecekleri azap dünya azabından daha fazla
zillete düşürücü ve rezil edicidir. Bu azabı onlardan savacak herhangi bir
yardımcıları da yoktur. [20]
17. Semûd
kavmine gelince, onlara da hidayet yolunu açıkladık ve mutluluk yolunu
gösterdik. Fakat onlar, sapıklığı hidayete ve küfrü imana tercih ettiler.
Onları da, zillet ve horluğa düşüren yıldırım azabı yakaladı. Bunun sebebi, suç işlemeleri, taşkınlık
göstermeleri ve Allah'ın peygamberi Salih (a.s.)'i yalanlamalarıdır. İbn Kesîr
şöyle der: Allah onlara, Salih (a.s.)'i
yalanlamaları ve deveyi kesmeleri yüzünden, bir görültü, deprem, zillet, horluk,
azap ve ceza gönderdi.[21]
18. Salih'i ve ona iman edenleri bu azaptan
kurtardık. [22]
19. Allah'ın düşmanları, ateşe sürülmek üzere
toplandıkları gün, hepsi bir araya getirilirler.
20.
Nihayet oraya geldikleri
zaman kulakları, gözleri ve
derileri, işledikleri şeye karşı onların aleyhine şahitlik
edecektir.
21. Derilerine:
"Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?"
derler. Onlar da, "Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu. İlk defa sizi
o yaratmıştır. Yine O'na döndürülüyorsunuz" derler.
22. Siz de ne
kulaklarınızın ne gözlerinizin ne de derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden
sakınmıyordunuz, yaptıklarınızdan çoğunu Allah'ın bilmeyeceğini
sanıyordunuz.
23. Rabbiniz
hakkında beslediğiniz zan var ya, işte sizi o mahvetti ve ziyana uğrayanlardan
oldunuz.
24. Şimdi eğer
dayanabilirlerse, onların yeri ateştir. Ve eğer Allah'ı razı etmek isterlerse,
bilsinler ki, onlar kendilerinden razı olunacak kimselerden
değillerdir.
25. Biz onlara
birtakım arkadaşlar musallat ettik de, onlar önlerinde ve arkalarında ne varsa
hepsini bunlara süslü gösterdiler.
Kendilerinden önce gelip geçmiş olan cinler ve insanlar için
uygulanan azap, onlara da gerekli olmuştur. Kuşkusuz onlar hüsrana
düşenlerdi.
26. İnkâr
edenler: "Bu Kur'ân'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Umulur ki galip
gelirsiniz" dediler.
27. O inkâr
edenlere şiddetli bir azabı tattıracağız ve onları yaptıklarının en kötüsüyle
cezalandıracağız.
28. İşte bu
azap, Allah'ın düşmanlarının cezasıdır, ateştir. Ayetlerimizi inkâr etmelerinden
dolayı, orada onlara ceza olarak ebedîlik yurdu cehennem
vardır.
29. Kâfirler
cehennemde: "Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster de
onları ayaklarımızın altına alalım. Onlar, en aşağıda kalanlardan olsunlar!"
diyecekler.
30. Şüphesiz,
"Rabbimiz Allah'tır" deyip, sonra dosdoğru
yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara, "Korkmayın, üzülmeyin, size
va'dolunan cennetle sevinin!" derler.
31,32. "Biz
dünya hayâtında da, âhirette de sizin dostlarınıziz. Ğâfûr ve Rahîm olan
Allah'ın ikramı olarak orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var ve
istediğiniz her şey orada sizin için hazır."
33. Allah'a
çağıran, iyi iş yapan ve "Ben müslü-manlardanım" diyenden kimin sözü daha
güzeldir?
34. İyilikle
kötülük bir olmaz. Sen en güzel bir tavırla önle. O zaman seninle arasında
düşmanlık bulunan kimse, sanki yakın bir dost olur.
35. Bu haslete
ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak büyük payı olan kimse
kavuşturulur.
36. Eğer
şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah'a sığın,
Çünkü O, işiten, bilendir.
37. Gece ve
gündüz, güneş ve ay O'nun âyetlerindendir. Eğer Allah'a ibâdet etmek
istiyorsanız, güneşe de aya da secde etmeyin. Onları yaratan Allah'a secde
edin!
38. Eğer
insanlar büyüklük taslarlarsa (bilsinler ki,) Rabbinin yanında bulunan
(melekler) hiç usanmadan, gece gündüz O'nu teşbih
ederler.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah, Önceki âyetlerde Âd ve
Semûd kavimlerinin kıssalarını ve taşkınlıkları ve suç işlemeleri yüzünden
dünyada başlarına gelen azabı anlattıktan sonra burada da, bütün kâfirlerin
âhirette başlarına gelecek azap ve helaki anlattı ki, bundan günah işlemekten ve
Allah'ın nimetlerine nankörlük etmekten sakındırma ve kaçındırma hususunda tam
bir ibret hâsıl olsun. [23]
Kelimelerin İzahı
Sonrakiler gelip hepsi
toplanıncaya kadar öncekiler tutulur. Gizlenirsiniz. Gözlerden gizlenmek
mânâsına gelen kökündendir.
Sizi tehlikelere düşürdü ve yok
etti. : Allah'ın rızasını isterler.
el-Mu'tebîn, "isteği-kabul olunan"
mânâsindaki kelimesinin çoğuludur. Nâbiğa şöyle der:
Eğer ben mazlum isem, senin
zulmettiğin bir köleyim. Eğer senden bir rıza talebinde bulunulursa, senin
gibileri bu isteği yerine getirir.[24] Hazırladık.
Nüzul; ziyafet, ikram demektir.
Bıkarlar, usanırlar. [25]
Nüzul Sebebi
Ibn Mes'ûd'un şöyle dediği rivayet
edilmiştir. Beytullah'ın yanında ikisi Kureyşli biri Sakîfli üç kişi bir araya
gelmişlerdi. Bunların kafalarında anlayış az, karınlarının yağı çoktu. Onlardan
birisi dedi ki: Ne dersiniz, Allah bizim söylediklerimizi işitir mi? Bir
diğeri: Açık konuşursak işitir, gizli konuşursak işitmez, dedi. Üçüncüsü de,
Açık konuştuğumuzda işitirse, gizli konuştuğumuzda da işitir" dedi. Bunun
üzerine yüce Allah, "Siz kulaklarınızın, gözleriniz ve derilerinizin aleyhinize
şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz" mealindeki âyeti indirdi.[26]
Âyetlerin Tefsiri
19. Allah'ın
suçlu düşmanlarının, cehenneme sevkedilmeleri için mahşer yerinde toplanacakları
günü hatırla. jjc- Toplanıp birikmeleri için, sonrakiler gelinceye kadar
evvelkiler tutulur. Ibn Kesîr şöyle der: Zebaniler, öncekileri sonrakilerle
birlikte toplar. Neticede hepsi bir araya gelirler.[27]
20. Nihayet
hesap için ayakta durup beklediklerinde, Uzuvları konuşur ve işlemiş oldukları
suç ve günahlardan dolayı aleyhlerinde şahitlik ederler. Hadiste şöyle
buyrulmuştur:.Kişinin ağzı mühürlenir. Sonra, uzuvlarına, "Konuş!" denilir.
Uzuvları da yaptıklarını söyler. Sonra kişi, konuşmak için serbest bırakılır. O
zaman şöyle der: "Canınız cehenneme! Lanet olsun! Ben sizi savunuyordum"[28]
21. Suçlular bu
garip işe şaştıkları için azalarını ve derilerini kınamak üzere şöyle derler:
Niçin aleyhimizde ikrarda bulundunuz ve yaptıklarımıza şahitlik ettiniz? Halbuki
biz sırf sizin için mücadele ediyor ve sizi savunuyorduk?, mazeretlerini
bildirerek şöyle cevap verirler: İş bizim elimizde değildir. İnsanları,
hayvanları ve cansızları konuşturan Allah, bizi de kudretiyle konuşturdu. Biz
de, yaptığınız çirkin işler hakkında aleyhinizde şahitlik ettik. O sizi yoktan
vücûda getirdi, siz daha önce hiçbir şey değilken size hayat verdi. İşte buna
gücü yeten, bizi de konuşturabilir. Öldükten sonra dirilerek, sadece tek olan
Allah'a döndürüleceksiniz. Ebussuûd şöyle der: Yani, her canlıyı konuşturan
Allah'ın gücü yanında bi-
zim konuşmamız şaşılacak bir iş
değildir. Çünkü ilk Önce sizi yaratabilen ve yoktan var edebilen ve ikinci
olarak ta tekrar diriltip hesap için geri çevirebilenin uzuvlarınızı
konuşturmasına şaşılmaz.[29]
22. Dünyada, o
çirkin işleri yaparken bu şahitlerden gizli hareket etmiyordunuz. Çünkü,
aleyhinize şahitlik edeceklerini sanmıyordunuz. Beyzâvî şöyle der: Siz, çirkin
işleri yaparken, rezil oluruz korkusuyla insanlardan gizli yapıyordunuz.
Uzuvlarınızın, aleyhinize şahitlik yapacağını sanmıyor ve dolayısıyle onlardan
gizlenmiyordunuz. Burada mü'minin, her halinde, üzerinde bir gözetleyicinin
bulunduğuna dikkat çekilmektedir.[30]
Fakat,
zannettiniz ki, Allah, gizli
işlenen çirkin fiillerden birçoğunu bilmez. Bu nedenle günah işlemeye cür'et ettiniz. [31]
23. Âlemlerin
Rabbi hakkında, "O, gizli şeylerden birçoğunu bilemez" şeklindeki o çirkin
zannmız var ya, işte o, sizi helak ve yok edip sonra da ateşe götüren şeyin
kendisidir. Neticede hem kendinizi, hem de aile efradınızı hüsrana uğrattınız ve
mutluluğunuzu kaybettiniz. Bu tam bir hüsran ve bedbahtlıktır. [32]
24. Eğer azaba
sabredebilirlerse, bilsinler ki, onların makamı ve konağı cehennemdir. Onlar
için oradan kaçıp kurtuluş yoktur. Allah'ı razı etmek isterlerse, bilsinler ki,
onlar, kendilerinden razı olunan kimselerden değillerdir. Kurtubî şöyle der:
Utbâ, kınanan şahsın, kendisini kınayanı razı edecek şeye dönmesidir. "Onun razı
olmasını istedim. O da
bu isteğimi yerine
getirerek beni razı
etti" mânâsına dersin.[33]
25. Müşrikler
için, şeytanlardan ve insanları saptıranlardan kötü arkadaşlar, hazırladık ve
bu arkadaşlığı onlar için kolaylaştırdık. Arkadaşları onların, şimdi yaptıkları
ve gelecekte yapacakları çirkin işlerini kendilerine güzel gösterdiler. İbn
Ke-sîr şöyle der: Amellerini onlara güzel gösterdiler. Dolayısıyle onlar
kendilerini, sadece güzel iş yapanlar olarak gördüler.[34]
Onlar hakkında azap hükmü, yani, bedbaht olacaklarına dâir kesin hüküm
gerçekleşti. Bu hüküm, onların yaptıkları gibi yapan cinlerden ve insanlardan,
onlardan önce gelip geçmiş bütün suçlu bedbaht milletler hakkında verilmiştir.
Bu bölüm, suçluların azaba müstehak olmalarının sebebini açıklamaktadır. Bu
kısmın mânâsı şöyledir. Çünkü onlar dünya ve âhirette hüsrana uğrayanlardandır.
İşte bunun için ebedî azaba müstehak olmuşlardır. [35]
26. Yüce Allah,
Ad, Semûd ve diğer kavimlerin inkâr etmelerini anlattıktan sonra, Kureyş
müşriklerini ve onların Kur'an'ı
yalanlamalarını anlattı. Yani, kâfirler birbirlerine dediler ki: Kur'ân okuduğu
zaman Muhammed'i dinlemeyin. Onu bırakıp başka şeyle meşgul olun. okurken, kimse
işitemeyecek şekilde seslerinizi yükseltin ki, onun dinine galip gelesiniz. İbn
Abbas şöyle der: Ebû Cehil dedi ki: Muhammed, Kur'ân okurken yüzüne karşı
gürültü yapm da ne diyeceğini bilemesin.[36]
27. Vallahi,
Kur'ân'la alay eden o kâfirlere, hafiflemeyen ve kesilmeyen şiddetli bir azabı
tattıracağız. Onlara, yaptıkları en kötü
amel ve işlerinin karşılığında, en kötü ve en çirkin cezayı vereceğiz. [37]
28. En kötü
ceza olan o şiddetli azap, Allah ve Ra-sülünün düşmanı, o suçluların cezası olan
cehennem ateşidir. Onlar için cehennemde, kalacakları yurt vardır. Oradan
ebediyyen çıkamazlar, Bu, Kur'an'ı inkâr etmelerine ve Allah'ın âyetleriyle
alay etmelerine karşılık onlara ceza olarak verilmiştir. Fahred-din Râzî şöyle
der: Onların Kur'ân karşısındaki boş söz ve gürültülerine "cühud" yani "inkâr"
denilmesinin sebebi şudur: Onlar, Kur'an'ın büyük bir mucize olduğunu anlayınca,
insanlar onu dinlerlerse inanırlar diye 'korktular, dolayısıyle bu fasit yola
baş vurdular. Bu da gösteriyor ki, onlar, Kur'an'ın mucize olduğunu biliyorlar,
ancak kıskandıkları için onu inkâr ediyorlardı.[38]
29. Kâfirler
cehenneme girdiklerinde şöyle derler: "Ey Rabbimiz! Bizi azdıran ve saptıran
her cin ve insanı bize göster". Olay kesinlikle gerçekleşeceği için, gerçekte
gelecek zaman kipiyle bildirilmesi gerektiği halde, ibare, geçmiş zaman kipiyle
yani " dedi" şeklinde gelmiştir. Ebû Hayyân şöyle der: Açık olan şudur ki, " o
ikisi"nden maksat, kendileriyle cins kastedilen kimselerdir. Yani, "bu iki
türden olan her azdıran kimseyi bize göster" demektir.[39]
İntikam almak ve yüreklerimizi soğutmak için, onları ayaklarımızla çiğneyelim.
Çiğneyelim de, cehennemin dibinde olsunlar. Bu, en şiddetli cehennem azabıdır.
Çünkü orası münafıkların yeri
dir. Yüce Allah, suçlu
bedbahtların durumunu anlattıktan sonra, ardından mutlu mü'minlerin durumunu
anlattı: [40]
30. Doğru bir
imanla Allah'a inananlar ve sırf O'nun için amel edenler, sonra da Allah'ı
birleme ve O'na itaat hususunda dosdoğru yürüyenler ve Ölünceye kadar bundan
ayrılmayanlar varya...!
Hz. Ömer'den (r.a.) rivayet
edildiğine göre o, minberde bu âyeti okuduktan sonra şöyle demiştir: Vallahi
onlar, Allah'a itaat için yolda dosdoğru yürüdüler. Tilkiler gibi, zik zak
yapmadılar.[41]
Bundan maksat şudur: Onlar davranış,
ahlâk, söz ve fiillerinde, Allah'ın şeriatı üzere dosdoğru yürüdüler. Onlar
gerçek mii'min ve sâdık müslüman idiler. Ariflerden birine, kerametin tarifi
soruldu. O, "doğru yolda yürümek kerâmatin ta kendisidir" diye cevap verdi.
Hasan Basri'den rivayet edildiğine göre, o şöyle derdi: "Allah'ım! Sen bizim
Rabbimizsin. Bize doğru yolda yürümeyi nasip etİşte o samimi mü'minlere, ölüm
anında, rahmet melekleri inip şöyle derler: Daha önce yapıp âhirete
gönderdiğiniz şeylerden dolayı, kıyamet hallerinden korkmayın. Dünyada
bıraktığınız aile efradı, mal ve çocuk için de tasalanmayın. Bu konuda, biz
sizin yerini-zi alacağız, Allah'ın, peygamberlerin diliyle size va'dettiği
ebedîlik cennetiyle sevinin. Şeyhzâde şöyle der: Melekler, ölüm anında
mü'minlerin yanma şu müjde ile inerler: Ölüm sıkıntısından korkmayın. Kabir
sıkıntısı ile kıyamet günü sıkıntılarından da korkmayın. mü'min, baş ucunda
duran iki koruyucu meleğe bakar. Onların şöyle dediklerini duyar: Artık bugün
korkma ve üzülme. Sana va'dolunan cennetle sevin. Şüphesiz sen bugün, daha Önce
benzerini görmediğin şeyler göreceksin. Bunlar seni korkutmasın. Onlar senden
başkaları için yapılmaktadır.[42]
31. Melekler
onlara der ki: Biz dünyada da, âhirette de sizin yardımcılarmızız. Her iki
dünyada da, sizin yararınıza ve mutluluğunuza olan şeyleri gösteririz. Cennette
sizin için, canınızın istediği, gözünüzün aydın olacağı her türlü lezzetli ve
iştah çekici şeyler vardır. Sizin için orada istediğiniz ve arzu ettiğiniz her
şey vardır.[43]
32. Bunlar,
takva sahibi kulları için rahmeti bol ve bağışlaması çok olan bir Rab'dan
ziyafet ve ikram olarak verilir. [44]
33. İnsanları,
sözü, davranışı ve fiilleriyle, Allah'ı birlemeye ve ona itaata çağıran, iyi
işler yapan ve İslamı kendisine din ve yol edinen kimseden daha güzel sözlü kim
vardır. İbn Kesîr şöyle der: Bu âyet, kendisi doğru yolda olduğu halde
başkalarını hayra çağıran herkes hakkında geneldir.[45]
Zemahşerî de şöyle der: Bu âyet, şu üç
şeyi birlikte yapan herkes hakkında geneldir: 1. İslam dinine inanan biri
olması, 2. İyi amel yapan olması, 3. Başkalarını bu iyi amele daveı edici
olması. Bunlar, ilmiyle amel eden âlimler zümresinden başkası değildir.[46]
34. Güzel iş
yapmak, kötü iş yapmakla bir ol maz. Aksine, karşılığını almak ve güzel sonuç
bakımından aralarında bü yük fark vardır. Sen, kötü olanı, en güzel hasletle
sav. Me sela, öfkeyi sabırla, cahilliği ağırbaşlılıkla kötülüğü af ile sav. İbn
Abbâ şöyle der: Sana karşı cahillik edenin cehaletini, olgunluğunla sav.[47]
Böyle yaptığın zaman düşmanın, sana karşı sevg ve mahabbetinde samimi olan yakın
arkadaşın gibi olur. [48]
35. Ve bu yüce
makamı ve güzel hasleti ancak öfkesine engel
olmak ve eziyetlere katlanmak suretiyle, nefsiyle cinü eden kimse elde
eder. Onu ancak, hayır ve mutluluk tan bol nasibi olan elde eder. [49]
36. Eğer
şeytan, sana emredilen "en güzeli ile sav" emrini bırakma vesvesesini verir ve
seni, yakalayıp intikai almaya teşvik etmek isterse, onun tuzağından ve
şerrinden Allah'a sığın. Şüphesiz Allah, kulların sözlerini işiten, fiil ve
davranışlara bilendir. Bundan sonra Yüce Allah, sonsuz gücü ve engin hikmetinin
deli lerini anlatarak şöyle buyurdu: [50]
37. Şunlar,
onun birliğini ve gücün gösteren alâmetlerdendir: Gece ile gündüzün ard arda
gelmesi ve güneş ayın, insanların faydalarına verilmesi.. Aya ve güneşe secde
etmeyin. Yani, yaratılmışlara secde etim yin. Onları yoktan yaratan Allah'a
secde edin. Sadece O'ı ibadet edeceksiniz, O'ndan başkasına secde etmeyin. [51]
38. Eğer
kâfirler, kibirlenip Allah'a secde etmezlerseOnun emrine itaat eden melekler,
gece gündi ona ibadet ederler. Onlar, Allah'a ibadetten usanmazlar. [52]
39. İşte senin
yeryüzünü kupkuru görmen de O'-nun âyetlerindendir. Biz onun üzerine suyu
indirdiğimiz zaman, harekete geçip kabanr. Ona can veren, elbette ölüleri de
diriltir. O, her şeye kadirdir.
40. Âyetlerimiz
hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar bize gizli kalmaz. O halde,
ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi?
Dilediğinizi yapın! Kuşkusuz O, yaptıklarınızı görendir.
41. Kendilerine
kitap geldiğinde onu inkâr edenler var ya, şüphesiz (onlar, cezalarını
çekeceklerdir). Halbuki o, eşsiz bir Kitap'tır.
42. Ona önünden
de, ardından da bâtıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah'tan
indirilmiştir.
43. Sana
söylenen, senden önceki peygamberlere söylenmiş olandan başka bir şey değildir.
Elbette ki senin Rabbin, hem mağfiret sahibi, hem de acı bir azap
sahibidir.
44. Eğer biz
onu, yabancı (dille) okunan bir kitap kilsaydık, diyeceklerdi ki: "Ayetleri
tafsilatlı şekilde a-çıklanmalı değil miydi? Muhatapları Arap olduğu halde
Arapça olmayan bir kitap mı geldi?" De ki: O, inananlar için bir kılavuz ve
şifâdır. İnanmayanlara gelince onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve
Kur'ân onlar için bir körlüktür. (Sanki) onlara uzak bir yerden
bağarıhyor.
45. Andolsun
biz Musa'ya Kitab'ı verdik, onda da ayrılığa düşüldü. Eğer Rabbinden bir söz
geçmiş olmasaydı, aralarında derhal hükmedilirdi. Onlar Kur'ân hakkında şüpheci
bir tereddüt içindedirler.
46. Kim iyi bir
iş yaparsa, bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin
kullara zulmedici değildir.
47. Kıyamet
gününün ilmi, O'na havale edilir. O'-nun ilmi dışıda hiçbir meyva kabuğundan
ayrılmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Allah onlara: "Ortaklarım
nerede?!" diye seslendiği gün: "Buna dâir bizden hiçbir şahit olmadığını sana
arzederiz" derler.
48. Böylece
önceden yalvarıp durdukları onlardan uzaklaşmıştır. Kendilerinin kaçacak yerleri
olmadığını anlamışlardır.
49. İnsan hayır
istemekten usanmaz. Fakat kendisine bir kötülük dokunursa hemen ümitsizliğe
düşer, üzülüverir.
50. Andolsun
ki, kendisine dokunan bir zarardan sonra biz ona bir rahmet tattırırsak: "Bu,
benim hakkımdır, kıyametin kopacağını sanmıyorum, Rabbime döndürülmüş olsam
bile muhakkak, O'nun katında benim için daha güzel şeyler vardır" der. Biz,
inkâr edenlere yaptıklarını mutlaka haber vereceğiz ve muhakkak onlara ağır
azaptan tattıracağız.
51. İnsana bir
ni'met verdiğimiz zaman yüz çevirir ve kibirlenir. Fakat ona bir şer dokunduğu
zaman da çokça dua eder.
52. De ki:
Gördünüz mü, eğer o Allah tarafından ise ve siz de onu inkâr etmişseniz o zaman
(haktan) u-zak bir ayrılığa düşenden daha sapık kim
vardır?
53. Afâkta ve
kendi nefislerinde insanlara âyetlerimizi göstereceğiz ki o Kur'ân'ın gerçek
olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması, yetmez
mi?
54. Dikkat
edin; onlar, Rablerine kavuşmaktan şüphe
içindedirler. İyi bilin ki! O, her şeyi kuşatmıştır.
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Yüce Allah, önceki âyetlerde iyi
mü'minlerin sıfatlarını anlattı. Ardından varlığım, birliğini ilminin ve
hikmetinin sonsuzluğunu gösteren delilleri anlattı. Burada da önce, bu görülen
kâinat sahnelerinden, Öldükten sonra dirilme ve haşre delâlet eden şeyleri
anlattı. Ardından, âyetlerini inkâr eden ve peygamberlerini yalanlayan kâfirleri
zikretti. Bu mübarek sûreyi, Kur'ân-ı Kerim'i inkâr eden bedbaht suçluların
durumlarını açıklayarak sona erdirdi. [53]
Kelimelerin İzahı
Haktan ve doğru yolda yürümekten
sapıyorlar. Eğilmek, sapmak demektir. Bir kimse, Allah'ın dininden başka yöne
meylettiğinde, denilir.
A'cemî, Arap olmayanın dili. Vakr,
işitmeye engel, sağırlık.
Ekmâm, meyve tomurcuğu mânâsma
gelen ii veya kelimesinin
çoğuludur.
Mahîs, kaçış, firar. Bir kimse
kaçtığında denilir. Geniş mastarı dır. Uzaklaştı,
yüzçevirdi.
Âfâk, göklerin ve yerin köşe ve
bucaklarıdır. Mirye, büyük şek ve şüphe demektir. [54]
Âyetlerin Tefsiri
39. Allah'ın
birliğim ve gücünün sonsuzluğunu gösteren alâmet ve delillerden biri de şudur:
Sen, yeryüzünü kupkuru, çorak ve bitkisiz bir halde görürsün. Zelil ve bpynu
bükük insana benzer. Üzerine yağmur indirdiğimizde canlı bir şekilde harekete
geçer, kabanr ve bitkileri "yükseltir. Her türlü ekin ve meyveleri çıkarır.
İşte' ölmüş olan yer yüzünü dirilten İlâh varya, ölüleri diriltip kabirlerinden
çıkaracak olan O'dur. Kuşkusuz O'nun her şeye gücü yeter, hiçbir şey O'nu âciz
bırakamaz. Çorak yerden ekin ve meyveleri çıkardığı gibi, ölüleri de
diriltebilir. Bundan sonra Yüce Allah, varlığının delil ve alâmetleri ortaya
çıktığı halde âyetlerini, inkâr edenleri tehdit etti: [55]
40.
Ayetlerimizi tahrif etmek, yalanlamak ve inkâr etmek suretiyle kötüleyenler var
ya, onların işi bize gizli kapalı değildir; biz onları gözetlemekteyiz. Bu
âyette, tehdit ve korkutma vardır. Katâde şöyle der: İlhâd, inkâr ve inat
demektir. İbn Abbâs da şöyle der: İlhâd, kelâmı değiştirip onu, yerinden başka
bir yere koymak demektir.[56]
Korku ve dehşet içinde cehenneme atılan
mı daha üstündür, yoksa, kıyamet günü Allah'ın azabından emin bir şekilde
cennette bulunan mı? Râzî şöyle der: Bundan maksat, Allah'ın âyetlerini
yalanlayıp inkâr edenlerin cehenneme atılacaklarına; Allah'ın âyetlerine
inananların ise. kıyamet gününde emniyet içinde olacaklarına dikkat çekmektir.
Bu ikisi arasında ne kadar büyük fark var![57]
Bu hayatta dilediğinizi yapın. Bu bir
tehdittir. Yoksa tehdit gölgesine bürünmüş bir serbestliği ifade etmez. Bundan
sonra gelen bölüm bunun delilidir:
Şüphesiz Yüce Allah amellerinizden haberdardır. Hallerinizden hiçbir şey
O'na gizli kalmaz. O, yaptıklarınızın karşılığını verecektir. [58]
41. Kendilerine
Allah katından Kur'ân geldiğinde onu yalanlayanlar var ya.... Olayın
korkunçluğunu ifade etmek için nin haberi zikredilmemiştir. Sanki şöyle
denilmiştir: Yalanlamaları sebebiyle,
kötülüğü ve korkunçluğundan dolayı anlatılamayacak bir ceza ile
cezalandırılacaklardır.[59]
Şüphesiz Kur'ân, delil kuvvetiyle üstün
bir kitaptır. Kapsadığı mucizelerden dolayı onun benzeri yoktur. Onu inkâr edip
kötüleyen her inkarcıyı savar. Her inatçıyı ezer. [60]
42. Ona hiçbir
taraftan bâtıl gelemez. Onu yaralama imkânı yoktur. İbn Kesîr şöyle der: Bâtıl
ona yol bulamaz. Çünkü o, Âlemlerin Rabbı katından indirilmiştir.[61]
O, kanun koymasında, hallerinde ve
fiillerinde hikmet sahibi, nimetlerinin bolluğundan dolayı, yarattıkları
tarafından övülmüş bir ilah tarafından indirilmiştir. Bundan sonra Yüce Allah,
peygamberinin başına gelen, kâfirlerin eziyetlerinden dolayı onu teselli etmek
üzere şöyle buyurdu:[62]
43. Kavminin
kâfirleri sana, önceki kâfirlerin, peygamberlere söyledikleri eziyet verici
sözlerden ve.Allah'ın indirdiklerini
ayıplama ve onlarda kusur bulmadan başka bir şey söylemediler. Kurtubî
şöyle der: Yüce Allah, peygamberini, kavminin yalanlama ve eziyetlerine karşı
taziye ve teselli etmektedir.[63]
Ey Peygamber! Şüphesiz Rabbin,
mü'minlerin günahlarını çokça bağışlayan; kâfirleri de şiddetli bir şekilde
cezalandırandır. Öyleyse sen işini O'na bırak. O senin intikamım düşmanlarından
alır. Bundan sonra Yüce Allah, kâfirlerin inatçılıklarını ve hak ortaya
çıktıktan sonra, kibirlenip onu kabul etmemelerini anlattı: [64]
44. Biz bu
Kur'ân'ı, Arapça olmayan bir dille indir-şeydik elbette müşrikler şöyle
diyecekti: Onun âyetleri, anlayacağımız bir dille açıklansa ve bizim dilimizle
inseydi Bu, istifhâm-ı inkâridir. Yani, Arapça olmayan bir Kur'ân ve Arap bir
Peygamber mi? Râzî şöyle der: Peygamberin (s.a.v.) zor duruma düşmesini
istedikleri için, kâfirlerin: "Kur'ân, Arapça olmayan bir dille inseydi ya"
dediklerini anlatmışlardır. Onlara cevap verildi ki: İş sizin teklif ettiğiniz
gibi olsaydı, yine itirazı bırakmazdınız. Daha sonra Râzî şöyle der: Bana göre,
gerçek şudur: Bu sûre baştan sona birbiriyle bağlantılı tek bir kelamdır. Yüce
Allah, sûrenin başında onların, "Bizi çağırdığın şeye karşı, kalplerimiz örtüler
içindedir" dediklerini anlatmıştı. Burada Yüce Allah onlara şöyle cevap verdi:
Eğer bu Kur'ân'ı, Arapça olmayan bir dille indirseydi, "Arapça olmayan bir
kelâmı, Arap bir kavme nasıl gönderdin?" diyebilirlerdi. O zaman, elbette,
"bizi çağırdığın şeye, kalplerimiz örtüler içindedir", çünkü "onu anlayamıyor
ve mânâsını kavrayamıyoruz" demeleri doğru olurdu. Ama şimdi, Kur'ân Arapça
inmiştir. Onlar da Arapça konuşanlardır. Artık Öyle söylemeleri nasıl mümkün
olur? Şimdi anlaşıldı ki, bu âyet, nazım vecihlerinin en güzeli ile inmiştir.[65] Ey Peygamber! Onlara de ki: Bu Kur'ân,
mü'minler için sapıklıktan kurtarıcı; cehalet, şek ve şüpheye karşı da bir
şifâdır. Bu Kur'ân a inanmayanlar var ya, onların kulaklarında, işitmelerine
engel sağırlık vardır. bundan dolayı, Kur'ân okunurken gürültü yapmayı
birbirlerine tavsiye ettiler. Kur'ân, mü'minler için bir rahmet olduğu gibi,
kâfirler için bir bedbahtlık ve helak sebebidir. Nitekim Yüce Allah, mealen
şöyle buyurmuştur: "Biz Kur'ân'dan öyle bir şey, indiriyoruz ki, o, mü'minler
için şifâ ve rahmettir. Zâlimlerin ise, yalnızca ziyanlarını artırır"[66]
Şeyhzâde şöyle der: Âyetlerinin açıklığı, delillerinin parlaklığı sebebiyle
Kur'ân, hakka iletici, şek ve şüpheyi giderici ve cehalet, küfür ve kuşku
hastalıklarına karşı şifâdır. Onun hakkında kim kuşkuya düşer de ona inanmazsa,
onun kuşkusu ancak, nefsanî arzulara aşırı derecede uymasından ve kendisini
kurtarıp mutluluğa ulaştıracak şeyleri araştırmamasından kaynaklanmıştır.[67]
Kur'ân'ı inkâr eden o kâfirler ,
kendilerine uzaktan seslenilen kimseler gibidir. Çünkü uzaktaki kişi, kendisine
söylenenleri ne işitir, ne de anlar. Bu bir temsilî anlatımdır. İbn Abbâs şöyle
der: Yüce Allah, onların, çağrı ve seslenmeden başka bir şey anlamayan
hayvanlar gibi olduğunu anlatmak istiyor.[68]
45. Allah'a
andolsun ki Musa'ya da Tevrat'ı vermiştik. gir kısmı inanan, bir kısmı
yalanlayan olmak üzere, kavmi onun hakkında ihtilâfa düştü. Kur'ân karşısında
senin kavminin durumu da öyledir. Kurtubî şöyle der: Bu, Peygamber (s.a.v.)'i
teselli etmektir. Yani, kitabın hakkında kavminin ihtilafa düşmesi seni üzmesin.
Çünkü onlardan öncekiler de kitapları hakkında ihtilâfa düşmüşlerdi. Bir grup
ona inanmış, bir grup ta yalanlamıştı.[69]
Eğer Yüce Allah, mahrukatın hesap ve cezasının kıyamete kadar ertelenmesine
hükmetmemiş olsaydı, onları mutlaka dünyada cezalandırır ve yok ederdi Akılları
ermediği ve basiretleri de görmediği için, o kâfirler, Kur ân karşısında bir
kuşku içindedirler. Bu kuşku onları şiddetli bir şüphe ve tereddüte
düşürmektedir. [70]
46. Kim bu
dünyada iyi işlerden birini yaparsa, onun faydası kendisine aittir. Kim de bu
dünyada kötülük yaparsa, onun zarar ve vebali de ona aittir, Rabbin zâlim'
değildir ki, kötülük yapmadan ceza versin. O Yüce Allah, hiç kimseye günahsız
azap etmez; sadece günahı karşılığında cezalandırır. Tefsirciler şöyle der:
burada mübalağa ifâde etmez. O ancak (koku satan), (marangoz) Ve (hurmacı) gibi
nisbet kipidir. Eğer aşırılık ifade etseydi, Allah'ın çok zalim olmadığını,
fakat zaman zaman zulmettiğini vehmettirirdi. Âyet, bu mânâda değildir. Çünkü
Allah'ın zulmetmesi imkânsızdır. [71]
47. Kıyametin
kopma zamanımn ilmi, bir olan Allah'a aittir.
O'ndan başkası bunu bilmez. Fahreddin Râzî şöyle der: Bizzat, kıyametin
kopma zamanını Allah'tan başkası bilmez. Bu âyetin Öncekilerle münasebeti şudur:
Yüce Allah, "Kim iyi bir iş yaparsa o kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa
aleyhinedir" mealindeki kelâmıyla kâfirleri tehdit etti. Yani, herkesin
yaptığının cezası, kıyamet günü kendine ulaşır. Burada sanki birisi şöyle bir
soru sormuştur: O gün, ne zaman olacak? Bunun üzerine Yüce Allah açıkladı ki, o
günün ne zaman olacağını Allah'tan başkası bilmez.[72]
Onun bilgisi dışında hiçbir meyve
tomurcuğundan ve kılıfından çıkmaz. Onun ilmi dışında hiçbir dişi karnında
cenîn taşımaz ve onu doğurmaz. Yerlerde ve göklerde, zerre ağırlığında bir şey
onun bilgisinden uzak olmaz.[73]
Kıyamet gününde Allah müşriklere, "ilâh
olduklarını iddia ettiğiniz ortaklarım nerede?" diye seslenir. Bu âyette
azarlama ve alay mânâsı vardır. Müşrikler der ki: Şimdi sana gerçeği bildiriyor
ve haber veriyoruz. Senin herhangi bir ortağın olduğuna bugün bizden şahitlik
edecek herhangi bir kimse yoktur. Tefsirciler şöyle der: Kıyameti gördüklerinde,
onlar putlardan, putlar da onlardan uzaklaşır ve imanın bir fayda vermediği bir
zamanda, iman ettiklerini ve Allah'ı birlediklerini ilan ederler. [74]
48. Dünyada
kendilerine ibadet ettikleri ilâh oldukları sanılan o şeyler onlardan kaybolup
gitmişlerdir. Allah'ın azabından kaçıp kurtulacakları bir yerlerin olmadığım
iyice anladılar. [75]
49. İnsan
kendisi için mal, sıhhat, izzet ve güç gibi iyilikleri istemekten ve bunun için
dua etmekten bıkmaz. Ona fakirlik veya hastalık gibi bir kötülük geldiğinde,
hemen büyük bir ümitsizliğe kapılır, Allah'ın rahmetinden ümit keser. [76]
50. Eğer
sıkıntı ve musibetten sonra ona zenginlik ve sağlık verirsek mutlaka, bu, benim
çalışma ve gayretimle olmuştur der. Ebu Hayyân der ki: Nimet, Allah'ın
rahmetinin alâmetlerinden olduğu için, Allah ona "rahmet" dedi.[77]
Kıyametin kopacağına inanmıyorum.
Kıyametin kopacağını farzetsek bile, Rabbim bana dünyada ihsan ettiği gibi, o
zaman da mutlaka ihsan eder. İbn Kesîr şöyle der: Kıyamete kesin olarak
inanmadığı ve kötü amel işlediği halde, Allah'ın kendisine ihsanda bulunacağını
umuyor.[78]
Vallahi o kâfirlere, amellerinin hakikatini mutlaka bildirecek ve yaptıkları
kötü işleri kesinlikle kendilerine göstereceğiz. Onları mutlaka en şiddetli
azapla cezalandıracağız ki o da cehennem ateşinde ebedî kalmaktır. [79]
51. İnsana
nimet verdiğimizde Rab-bine şükürden yüzçevirir, kibirlenip onun emirlerine
uymaz. Kibir ve gururundan burnu büyür, Ona bir kötülük geldiğinde, çokça dua
eder. Devamlı olarak yalvarıp yakarır. İşte insanın tabiatı böyledir: İnkâr ve
nankörlük. Belâ anında Rabbini tanır, refah anında onu unutur. Râzî şöyle der:
Çok dua yerine şiddetli azap yerine de
kelimesi müsteâr olarak kullanılmıştır.[80]
52. Ey
Peygamber! Onlara de ki: Ey müşrikler topluluğu! Söyleyin bana, bu Kur'ân Allah
katından ise, siz de düşünüp tefekkür etmeden onu yal anladıysanız, haliniz ne
olur? Bu olumsuz mânâ da istifhâm-ı inkârîdir. Yani, aşırı derecede düşmanlık
ve muhalefetinizden dolayı, sizden daha sapık hiç kimse yoktur. Ebussuûd şöyle
der: Onların halini açıklamak ve sapıklıklarının artmasının sebebini bildirmek
içinzamiri yerine- ism-i mevsûlu getirilmiştir.[81]
53. O
müşriklere, Kur'ân'm Allah katmdan indirilmiş bir gerçek olduğuna dâir,
göklerde ve yerlerde bulunan güneş, ay, yıldızlar, ağaçlar, bitkiler ve diğer
harika hüccet ve delillerimizi göstereceğiz. Allah'ın, onları yaratma ve
meydana getirmesindekî harikulade gücünün alâmetlerini göstereceğiz. Kurtubî
şöyle der: Kendilerindeki delillerden maksat, ince sanat ve eşsiz hikmettir.
Hattâ küçük ve büyük abdest yolları dahi bu sanat ve hikmetin eseridir. Kişi,
bir yerden yer içer, bu yiyip içtikleri iki yerden dışarı çıkar. Onun eşsiz
sanat ve hikmetlerinden biri de insanın bir damla su olan iki gözündedir. İnsan
o gözlerle, yerden göğe doğru 500 yıllık mesafeye bakar. Aynı hikmet
kulaklarında da vardır. Onlarla kişi, farklı sesleri birbirinden ayırır. İnsanda
bundan başka Allah'ın eşsiz hikmetleri vardır.[82]
Neticede Kur'ân'm hak olduğu onlar için ortaya çıkacak, Senin doğru olduğuna
delil olarak onlara Rabbin yetmez mi? Gökte ve yerde hiçbir şey O'na gizli
kalmaz. O herşeyden haberdardır. Hiçbir şey O'na gizli değildir. [83]
54. Edatı,
söylenecek şeye muhatabın dikkatini çekmek için söze başlarken kullanılan bir
edattır. Yani, ey kavim! Dikkat edin ve bilin ki, o müşrikler, öldükten sonra
dirilme, hesap ve ceza hakkında kuşku içindedirler. Dolayısıyle ne düşünürler,
ne de iman ederler, Dikkat edin ve bilin ki, Yüce Allah'ın ilmi, bütün eşyayı
anahatları ve detaylarıyla kuşatmıştır. O, inkârlarından dolayı onları
cezalandıracaktır. [84]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre, birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda
Özetliyoruz:
1. Müjdeleyen
ile uyaran, gönüllü ile gönülsüz
önlerindekiler ile arkalarındakiler, iyilik ile kötülük, bağışlama ile
cezalandırma Arapça olmayan ile
Araphamile olur ile doğurur ve
hayır ile kötülük arasında tıbâk vardır.
2. Güneşe secde
etmeyin" ile Allah'a sec de edin" arasında tıbâk-ı selb vardır. Aynı şekilde,
iman edenle için" ile 'man etmeyenler" arasında tıbâk-ı selb
vardır.
3. De ki' siz
mi inkâr ediyorsunuz?" âyetinden sonr Eğer yüz çevirirlerse" gelmesinde iltifat
sanatı vardır. Bu, ikin şahıstan üçüncü şahsa dönüş (iltifat) tür. Onlar haktan
yüzçevirdikleri içi onlara hitaptan yüzçevirmek uygun düşmüştür. Bu, güzel bir
uygunluktur.
4. Ona ve Yer
küreye" isteyerek veya i temeyerek gelin" dedi" âyetinde, istiaremi temsîliyye
vardır. Yüce Alla gücünün göklerde ve yerdeki tesirini, sultanın, tebâsından
veya köleleri den birine herhangi bir konuda verdiği emre ve bu emre hemen
uyulması benzetti.
5. Dediler ki'
b çağırdığın şeye karşı kalplerimiz örtüler içindedir. Kulaklarımızda da ağırlık
vardır" âyetinde istiâre-i tasrîhiyye vardır. Zira, burada hakiki o rak, onların
söylediklerinden herhangi bir şey yoktur. Onlar bu sözü, ışıtileri Kur'ân'm
uyarıları ve kapsamlı açıklamalarını ağır oulduklarını gosi me makamında
söylemişlerdir. Kur'ân'a karşı aşırı nefretlerinden, sanki lartn kulakları,
anlamalarına engel olacak şekilde sağır olmuş, kalpleri ilme engel olacak
şekilde kapanmıştır.
6. Onlara, uzak
bir yerden bağnlır" âyetinde de istiare vardır. Onların, öğütleri kabul etmeme
ve Kur'ân'dan ve içindeki-lerden yüzçevirme hususundaki halleri, kendisine
uzaktan seslenilen kimsenin haline benzetilmiştir. Kendisine seslenileni ne
işitir, ne de anlar. İkisi arasındaki alâka, herbirindeki
anlayışsızlıktır.
7.
"Dilediğinizi yapın" emri tehdit ifâde eder. Burada emir, asıl mânâsından
çıkarılarak, tehdit ve korkutma mânâsında kullanılmıştır.
8. Sanki o
samimi bir dost olur" âyetinde mürsel mücmel teşbih vardır. Teşbih edatı
zikredilmiş, vech-i şebeh (benzetme yönü) zik-fredilmemiştir. Bu da mücmel ve
mürseldir.
9. Dil, Kur'ân
üslûbunun güzelliğindeki belagatı tasvir
etmekten âcizdir. Sen, Yüce Allah'ın şu âyetindeki ifade parlaklığını düşün:
İşte senin yeryüzünü kupkuru görmen de onun âyetlerindendir. İBiz onun üzerine
su indirdiğimiz zaman harekete geçip kabarır. Ona can hveren, elbette ölüleri de
diriltir. Onun herşeye gücü yeter" Bu anlatım ve (üsluptaki sanatsal diziyi
düşün. Ölü arz için (boyun-eğme), |(harekete geçme) ve (kabarma) kelimelerinin
kullanılışını bir düşün. Allah, ölüleri diriltip kabirden çıkartacağı gibi, arzı
da diriltiyor. Bu hava, 'öldükten sonra diriltme, çıkartma ve can verme
havasıdır. Bu, kalpleri Acelen ne parlak bir tasvirdir!!...
Allah'ın yardımıyla Fussilet
Sûresi'nin tefsiri bitti. [85]
[1] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/405-406.
[2] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/406.
[3] Kurtubî, 15/341
[4] Bahr, 7/481
[5] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/409-410.
[6] Bilgi için, bkz. Bakara sûresinin
başı.
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/410.
[7] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/410.
[8] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/410.
[9] Bahr, 7/483
[10] Kurtubî, 15/338
[11] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/410-411.
[12] Sâvî Haşiyesi, 4/17
[13] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/411.
[14] Kurtubî, 15/340
[15] İbn Kesîr'in anlattığı ve ibn Abbâs'a nisbet ettiği,
"Bundan maksat, nefislerin şirkten temizlenmesidir" şeklindeki bu görüş, zayıf
bir görüştür. Sahih olan tefsircilerin anlattığı, "Bundan maksat, malın
zekatıdır" şeklindeki görüştür. Taberî'nin tercihi de
budur.
[16] Sâvî Haşiyesi, 4/17
[17] Ebussuûd, 5/21
[18] Tefsr-i kebîr, 27/112
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/411.
[19] Tefsir-i kebîr, 27/113
[20] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/414.
[21] Muhtasar-i İbn Kesîr, 3/259
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/414.
[22] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/414.
[23] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/418.
[24] Kurtubî, 15/354
[25] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/418.
[26] Müslim, Münafıkta, 5; Kurtubî,
15/351
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/419.
[27] Muhtasar-ı Tbn Kesîr, 3/260
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/419.
[28] Bu, Müslim'in rivayet ettiği uzun hadisin bir
parçasıdır. (Bkz. Müslim,... Zühd, 17). Bu hadiste, insanın uzuvlarının, kıyamet
gününde kendi aleyhine şahitlik edeceğine delâlet vardır. Allah'ın herşeye gücü
yeter.
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/419.
[29] Ebussuûd, 5/22
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/419-420.
[30] Beyzavî, 2/156
[31] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/420.
[32] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/420.
[33] Kurtubî, 15/354
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/420.
[34] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/261
[35] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/420-421.
[36] Kurtubî, 15/356
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/421.
[37] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/421.
[38] Tefsîr-i kebîr, 27/120
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/421.
[39] Bahr, 7/495
[40] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/421-422.
[41] Kurtubî, 15/358
[42] Beyzâvî Haşiyesi, 3/261
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/422.
[43] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/422.
[44] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/422.
[45] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/264
[46] Keşşaf, 4/156
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/422-423.
[47] Kurtubî, 15/361
[48] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/423.
[49] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/423.
[50] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/423.
[51] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/423.
[52] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/423.
[53] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/427.
[54] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/427.
[55] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/427-428.
[56] Kurtubî, 15/366
[57] Tefsîr-i kebîr, 27/131
[58] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/428.
[59] Bu, tefsircilerin çoğunun görüşüdür. Ebû Hayyân, ji'nin
haberinin mezkûr olduğu görüşünü tercih eder ki bu haber de Ona önünden batıl
gelemez..." cümlesidir. Fakat haberde, mübtedaya gidecek olan zamir
hazfedilmiştir. (bkz. el-Bahru'l-muhît). Birinci görüş daha
açıktır.
[60] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/428.
[61] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/265
[62] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/428-429.
[63] Kurtubî, 15/367
[64] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/429.
[65] Tefsîr-i kebir, 27/133. Fahreddin Râzî'nin anlattığı bu
görüş, en açık görüştür. Çünkü onlar, Kur'ân'ın, Arapça olmayan bir dille
inmesini teklif etmediler."O Kur'ân'ı. Arapça olmayan bir dille indirseydik,
şöyle derlerdi:.." âyeti, bunun varsayım yollu olduğunun delilidir. Bizim tercih
ettiğimiz bu görüş, büyük âlim Kurtubî'nin görüşüdür. Zira o, bu âyeti tefsir
ederken şöyle der: Yani, Bu Kur'ân' Arapçadan başka bir dille gönderseydik,
onlar elbette, "onun âyetleri bizim dilimizle açıklansaydı ya, şüphesiz biz
Arabız. Arapça olmayan bir dili anlamayız" derlerdi. Yüce Allah Kur'ân'ı
onların diliyle indirdi ki, i'câzın mânâsı anlaşılsın. Çünkü Araplar, kelâmın
nazım ve nesir türlerini en iyi bilenlerdir. Onlar, Kur'ân'ın benzerini
getirmekten âciz kalınca, bu, onun Allah katından indiğini gösteren en kuvvetli
delil olur.
[66] İsrâ sûresi, 17/82
[67] Beyzâvî Hâşiyesi, 3/265
[68] Tefsîr-i kebîr, 27/134
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/429-430.
[69] Kurtubî, 15/370
[70] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/430.
[71] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/430-431.
[72] Tefsir-i Kebir, 27/136
[73] Merhum Seyyid Kutub şöyle der: İnsan aklı gidip de
tomurcuklardaki meyveleri, rahim-lerdeki ceninleri araştırıyor; yeryüzünün her
tarafında, sayılamayacak kadar tomurcuklan dolaşıp gözetliyor ve hayal
edilemeyecek kadar çok ceninleri düşünüyor ve gönlünde, Allah'ın ilminin parlak
şekli resimleniyor. İnsan kalbinin, sınırsız gerçeği tasavvur edebileceği kadar
tasavvur ediyor. (Bkz. Fi Zılâli'l-Kur'ân, 24/140)
[74] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/431.
[75] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/431.
[76] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/431.
[77] Bahr, 7/504
[78] Muhtasar-i İbn Kesîr, 3/267
[79] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/431-432.
[80] Tefsîr-i kebîr, 27/138
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/432.
[81] Ebussuûd, 5/27
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/432.
[82] Kurtubi, 13/375
[83] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/432-433.
[84] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/433.
[85] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/433-434.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder