RUM SURESİ

Hiç yorum yok
13


RUM SURESİ

Mekke'de inmiştir. 60 âyettir.

Sûreyi Takdim

Rûm sûresi Mekke'de inmiştir. Hedefleri, Mekke'de inen sûrelerle aynıdır. Bu sûreler, genel çevresi ve geniş alanı içersinde "Allah'ın bir­liğine, peygamberliğe, öldükten sonra dirilme ve hesaba iman" gibi İslam inançları meseleleri üzerinde durur.
Bu mübarek sûre, çok önemli bir gayb olayını haber vererek başlar. Olay meydana gelmeden önce, Kur'an-ı Kerim onu haber vermiştir. Bu olay, Bizanslılarla İranlılar arasında meydana gelecek savaşta Bizanslıla­rın galip gelmesi olayıdır. Olay, Kur'an-ı Kerim'in haber verdiği gibi mey­dana gelmiş ve böylece haber gerçekleşmiştir. Bu olay, Muhammed (s.a.v.)' in, getirdiği vahy hususunda doğruluğunu gösteren en açık delillerden ve Kur'an'ın en büyük mucizelerindendir.
Sonra bu sûre Allah ordusu ile şeytan ordusu arasındaki savaşın haki­katinden söz eder ve bu savaşın insanlık tarihi kadar eski bir savaş olduğu­nu bildirir. Hak ile bâtıl, hayır ile şer devanı ettiği müddetçe ve şeytan, Allah'ın nurunu söndürmek ve değerli peygamberlerin çağrısına karşı savaş açmak için, yardımcılarını ve taraftarlarını toplamaya devam ettiği müd­detçe bu savaş durmayacaktır. Ayetler, çeşitli asır ve zamanlarda, hakkın bâtıla galip geldiğini gösteren delil ve şahitler getirir. Bu, Allah'ın kanunu­dur. Sen, Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.
Sonra bu mübarek sûre, kıyametten, onun kopmasından ve zor günde inkarcı ve sapıkların kötü sonlarından söz eder. Şöyle ki, mü'minler, cennet bahçelerinde neşe içinde, suçlular ise azap içinde olurlar. İşte bu, iyilerin ve kötülerin varacakları son yer ve iyi amel işleyenlerle suçluların kesin sonudur.
Yine bu sûre, bundan sonra, bir olan Allah'ın büyüklüğünü gösteren delilleri getirmek için, onun birliğini ve gücünü anlatan bazı kevnî ve gaybî delilleri anlatır. O öyle bir Allah'tır ki, boyunlar O'nun için eğilir, yüzler O'na yönelir. Aynı zamanda bu sûre, Allah'a tapan ile putlara tapanı birbi­rinden ayırmak için bazı misaller getirir.
Sûre, Kureyş kafirlerinden söz ederek sona erer. Zira, mucizeler ve uyarılar onlara fayda vermedi. Onlar ne zaman açık mucizeler ve delilleri görseler ibret ve öğüt almazlar. Çünkü, işitmeyen ve görmeyen ölülere benzerler. Bütün bunlar, müşriklerden gördüğü eziyetler karşısında Rasulullah (s.a.v.)'ı teselli ve zafer gelinceye kadar sabretmesi maksadına yöneliktir. [1]

İsmi

Kür'an-i Kerim'in verdiği haberlerin doğruluğunu gösteren bu apaçık mucize, bu sûrede anlatıldığı için, sûre, bu adı almıştır: "Elif, Lâm, Mîm. Rumlar, en yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Halbuki onlar, bu yenilgile­rinden sonra, birkaç yıl içinde galip geleceklerdir." İşte bu, Kur'an'm muci­zelerinden biridir. [2]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Elif. Lâm. Mîm.
2, 3, 4, 5. Rumlar, en yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Halbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra bir­kaç yıl içinde galip geleceklerdir, önünde de sonunda da emir Allah'ındır. O gün mü'minler Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir. Allah dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok esirgeyicidir.
6. (Bunu) Allah va'detmiştir. Allah va'dinden cay­maz; fakat insanların çoğu bilmezler.
7. Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilir­ler. Âhiretten ise, onlar tamamen gafildirler.
8. Kendi kendilerine, Allah'ın, gökleri, yeri ve i-kisinin arasında bulunanları ancak hak olarak ve muay­yen bir süre için yarattığını hiç düşünmediler mi? İn­sanların birçoğu, Rablerine kavuşmayı gerçekten inkar etmektedirler.
9. Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden ön­cekilerin akıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp alt-üst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Peygamberleri, onlara da ni­ce açık deliller getirmişlerdi. Allah onlara zulmedecek değil; fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekteydiler.
10. Sonunda, Allah'ın âyetlerini yalan sayarak onlar alaya aldıkları için, kötülük yapanların akıbetleri pek fena oldu.
11. Allah, ilkin mahlukunu yaratır, (ölümden) son­ra onu tekrar diriltir. Sonunda hep O'na döndürüle­ceksiniz.
12. Kıyametin kopacağı gün, günahkarlar susacak­lardır.
13. Ortaklarından kendilerine hiçbir şefaatçi çık­mayacaktır. Zaten onlar, ortaklarını da inkar edecek­lerdir.
14. Kıyametin kopacağı gün, işte o gün birbirle­rinden ayrılacaklardır.
15. İman edip iyi işler yapanlara gelince, onlar, cennette nimetlere ve sevince mazhar olacaklardır.
16. İnkar edenlere, âyetlerimizi ve ahiret buluş­masını yalan sayanlara gelince, işte onlar azapla yüzyüze bırakılacaklardır.
17. 18. Haydi siz, akşama ulaştığınızda sabaha ka­vuştuğunuzda, gündüzün sonunda ve öğle vaktine erişti­ğinizde Allah'ı teşbih edin. Göklerde ve yerde hamd O'na mahsustur.
19. Ölüden diriyi, diriden de ölüyü O çıkarıyor; yeryüzünü ölümünün ardından O canlandırıyor. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız.

Kelimelerin İzahı

Mağlûp olurlar, yenilirler, ezilirler.! Ziraat için yeri sürdüler, altını üstüne çevirdiler.
Sûâ, en çirkin anlamına gelen kelimesinin müenne sidir. Bu, en güzel manasına gelen kelimesinin müennesi benzer. Sûâ, son derece kötün ceza demektir.
Sevinirler. Bir kimse birisini sevindirir de, sevinçten o kimsenin yüzü parlar ve sevinç alâmetleri yüzünde görülürse deni Cevheri şöyle der: sevinç demektir. İse, kendilerine nimet ver lir ve sevinirler manasınadır.
Aşiy, akşam namazından başlayıp, gecenin ilk üçte biri kapsayan süre.
Öğle vaktine girersiniz. [3]

Âyetlerin Tefsiri

1. Elif, Lâm, Mîm. Bu hurûfu mukattaa, Kur'an'm mucizcliğine dikkat çekmek içindir.[4]
2, 3. Bizans ordusu, yurtlarının İran'a en yakın yerinde mağlup oldu. Bizanslıların mağlubiyeti ve İranlıların galip gelmesinden sonra, yakında Bizanslılar İranlılara galip gelecek ve yeneceklerdir.[5]
4. Birkaç yılı geçmeyecek kadar bir süre içersinde yene­ceklerdir. Âyetteki kelimesi, 3-9 arasında bir sayı için kullanılır. Tefsirciler şöyle der: İranlılar ile Bizanslılar arasında bir savaş çıktı. Bu savaşta İranlılar Bizanslıları yendi. Haber, Rasulullah (s.a.v.) ve arkadaşlarına ulaşınca, Bizanslıların yenilmesi güçlerine gitti. Müşrikler ise buna sevin­diler. Çünkü İranlılar kitapsız ve ateşperest idiler. Bizanslılar ise Ehl-i ki­tap idiler. Müşrikler, Rasulullah (s.a.v.)'ın Ashabına: "Siz de Ehl-i ki­tapsınız, Bizanslılar da. Biz ise iimmîyiz (kitapsızız). Bizim İranlı dostlarımız, sizin Bizanslı dostlarınıza galip geldi. Biz de sizi mutlaka ye­neceğiz" Bunu duyan Ebubekir (r.a.) : "Allah sizi sevindirmeyecektir" dedi. Bunun üzerine yukardaki âyet indi. Bu savaştan yedi yıl sonra, iki ordu tekrar karşılaştı. Bu sefer Bizanslılar İranlıları yendi ve bozguna uğrattılar. Müslümanlar buna çok sevindi. Ebussuûd şöyle der: Bu âyetler, Kur'an-ı Kerim'in Allah katından olduğunu ve Muhammed (s.a.v.)'in peygamber­liğini gösteren apaçık mucizelerdendir. Zira, her şeyi bilen Allah'tan başka kimsenin bilemiyeceği gaybtan haber verdi ve aynen çıktı.[6] Beyzâvî de şöyle der: Bu âyet, peygamberliğin delillerindendir. Çünkü bu olay. gaybtan haber vermektedir.[7] Önce de sonra da yani galibiyetten Önce de sonra da, iş Allah'ın elindedir. Bunların hepsi, Allah'ın emri ve iradesiyle olur. Galibiyet ve mağlubiyetten hiçbiri, Allah'ın hükmünün dfşında değildir. İbn Cevzî şöyle der: Yani, galibin yenmesi ve mağlûbun yenilmesi, Allah'ın emri ve hükmüyle olur.[8]
4, 5. Bizanslıların İranlıları yendiği ve Allah'ın Bizanslıların galip geleceğine dair va'di gerçekleştiği gün, Allah'ın ateşperestlere karşı Ehl-i kitaba yardımından dolayı mü'minler sevinir. Çünkü Ehl-i kitab, mü'minlere ateşperestlerden daha yakındır. Bizanslıların İranlılara galip geldiği gün, Bedir savaşı gününe rastlamıştır. İbn Abbas şöyle der: Bedir günü, hem putperestlerin hem de ateşperestlerin yenilgiye uğradıkları bir gündür. Allah, kullarından dilediğine yardım eder. O, düşmanlarından intikam alma hususunda güçlü, dost ve sevdiklerine karşı da merhametlidir. [9]
6. Bu, Allah'ın verdiği sağlam bir sözdür. Bunun bozulması mümkün değildir. Çünkü onun va'di hak, sözü doğrudur. Fakat cehaletlerinden ve düşüncesizliklerinden dolayı insan­ların çoğu bunu bilmez. [10]
7. Onlar dünya işlerinden, menfaatlerinden ve dünyada ihtiyaçları olan ziraat, ticaret, inşaat ve benzeri hayatla ilgili işlerden anlarlar. İbn Abbas şöyle der: Onlar, geçimleriyle ilgili işleri, ne zaman ekeceklerini, ne zaman biçeceklerini, nasıl dikeceklerini ve nasıl inşaat yapacaklarını bilirler.[11] Onlar, âhiret işlerini bil­mezler. Âhiret hakkında düşünmekten ve onun için amel etmekten gafil ve dalgındırlar. Falıreddin er-Râzî şöyle der: Onların bilgileri dünyaya mah­sustur. Bununla beraber onlar, dünyayı da olduğu gibi bilemezler. Sadece dünyanın dış görünüşünü bilirler ki bu da onun lezzetleri ve eğlenceleridir. Onlar dünyanın zararları ve sıkıntılarından ibaret olan iç durumunu bil­mezler. Dış varlığını bilirler, onun yok olacağını bilmezler. Âhiretten de gafildirler.[12] Belki de "dış görünüş" sözünü kullanmakta, onların, ka­bukları bildiklerine, fakat özü anlamadıklarına işaret vardır. Onların bilgi­leri, sanki hayvanların bilgileri gibidir. [13]
8. Akıllarıyla düşünüp de anlamıyorlar mı ki, O Yüce Allah, gökleri ve yeri boşuna yaratmadı. Onları sadece, hakkı yerine getirmek mak­sadıyla, sona erecekleri muayyen bir vakit İçin üstün bir hikmetle yarattı. Sona erecekleri zaman da, kıyamet günüdür. Kurtubî şöyle der: Bu âyette, kâinatın yok olacağına, yaratılmış olan her şeyin bir eceli olduğuna ve iyi­lik yapanın sevap alacağına, kötülük yapanın ceza göreceğine dikkat çekilmektedir.[14] İnsanların çoğu öldükten sonra dirilmeyi ve hesabı inkâr ederler. [15]
9. Yolculuk edip de, önceki milletlerin helak olduğu yerleri görmediler mi? Peygamberlerini yalanlamaları sebebiyle nasıl yok olduklarım görüp de ibret almadılar mı? Öncekiler bunlardan daha güçlü ve kuvvetli, mal ve çocukları daha çoktu. Ziraat için tarlaları sürdüler, maden çıkarmak için ocaklar kazdılar, sağlam binalar ve eşsiz sa­nat eserleriyle yeryüzünü bunlardan daha çok imar ettiler. Beyzâvî şöyle der: Bu âyette, Mekkelilerle bir nevi alay ifadesi vardır. Şöyle ki, Mekkeliler, dünyada öncekilerden daha zayıf durumda bir toplum oldukları halde, dünya malıyla gururlanıp övünüyorlardı. Dünya işlerinin esası, ülkenin zen­ginliğine, insanları boyunduruk altında bulundurmaya ve yeryüzünün her ta­rafında çeşitli imar faaliyetinde bulunabilmeye dayanmaktadır. Halbuki Mekkeliler geliri olmayan bir ülkeye sığınmış zayıf kimselerdir.[16] Peygamberler onlara apaçık mucizeler ve âyetler getirdi de, on­ları yalanladılar. Allah, onları suçsuz yere yok edecek değildir. Fakat onlar, peygamberleri yalanlayıp inkâr ederek kendilerine zulmettiler de helak ve yok olmaya lâyık oldular. [17]
10. Sonra suçluların cezası, azapların en kötüsü olan cehennem ateşi oldu. Onlar peygamberlerimize indirdiğimiz âyetleri yalanladı ve o âyetlerle alay ettiler. [18]
11. Yüce Allah gücüyle, İnsanları Önce yaratır, ardından ölümlerinden sonar tekrar diriltir, Sonra hesap ve ceza için dönüşünüz sadece O'na olacaktır. [19]
12. Kıyamet kopup da insanlar hesap için toplanıldıkları gün suçlular susar ve delilleri kesilir. Tek bir kelime dahi konuşamazlar. İbn Abbas şöyle der: Suçlular ümitsizliğe düşer, manasınadır. Mücâhid de, "suçlular rezil olur" şeklinde tefsir eder. Kurtubî ise şöyle der: Dilde bilinen şudur: Bir kimsenin delilleri kesilip de sustuğu zaman denir.[20]
13. Taptıkları putlardan, onlara şefaat ede­cek şefaatçiler olmayacak, Onlar, ortak koştukları put­lardan, putlar da onlardan uzaklaşacaktır. [21]
14. Kıyametin kopacağı gün, işte o gün bir­birlerinden ayrılacaklardır. Daha çok korkutmak ve uyarmak maksadıyla "kıyametin kopması"m ifade eden lafız tekrarlandı. Zira kıyametin kop­ması korkunç bir olaydır. Yani, kıyamet kopacağı gün mü'minlerle kâfirler birbirinden ayrılıp iki gnıp olurlar. Bir grup cennette, bir grup cehennemde olur. Bunun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurdu. [22]
15. İman ederek güzel amel işleyen takva sahibi mü'minler var ya, işte onlar, cennet bahçelerinde, nimetlerden yararlanır ve sevinirler. [23]
16. Kur'an'ı inkâr edip öldükten sonra dirilmeyi yalanlayanlara gelince, işte onlar cehennem azabında sürekli kalacaklardır. [24]
17. Şu halde, sabah-akşam Allah'ı teş­bih edin ve layık olmadığı noksan sıfatlardan uzak tutun. [25]
18. Yüce Allah, göklerde ve yerde hamd ile övülmüştür. Öğle vaktine eriştiğinizde ve günün sonunda da O'nu teşbih edin. İbn Abbas şöyle der: Göktekiler de yerdekiler de Al­lah'ı över ve O'na dua ederler.[26] Tefsirciler şöyle der: "Göklerde ve yerde hamd ona mahsustur" cümlesi, ara cümlesidir. Sözün aslı şöyledir: "Şu halde sabah-akşam, günün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde Allah'ı teş­bih edin" Bundaki hikmet, İbadete muvaffak olmanın, hamd edilmesi ge­reken bir nimet olduğuna işarettir. Aşiy, güneş battıktan sonra gecenin ilk üçte birine kadar olan vakte denir. [27]
19. O' kâfirden mü'mini, mü'minden kâfiri, taneden bitkiyi, bitkiden taneyi, meniden canlıyı, canlıdan me­niyi çıkarandır. Kuruyup çorak hale geldikten sonra yeryüzünü bitkilerle canlandıran da O'dur. Allah yeryüzünden bitkileri çıkardığı gibi, aynı şekilde, kıyamet gününde hesap için sizi kabir­lerinizden çıkaracaktır. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, burada sonsuz kud­retini açıkladı. Kuruduktan sonra, bitkileri çıkarmak suretiyle yeryüzüne bir canlılık verdiği gibi, sizi de, öldükten sonra diriltecektir.'[28]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek âyetler, birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "mağlup oldu" ile "galip gelecekler" ve "Önce" ile "sonra" arasında ttbâk vardır.
2. "bilmezler" ile "bilirler" arasında tıbakselb vardır.
3. "O, çok güçlü ve çok merhametlidir" cümlesinde mübalağa kalıplan kullanılmıştır.
4. "Onlar, âhiretten gafil olanların ta kendileri­dir" cümlesinde hasr ifade etmek için zamir tekrar edilmiştir. İsim cümlesi olarak gelmesi ise, onların devamlı gaflet içinde olduklarını göstermek içindir.
5. "Yeryüzünde yolculuk yapıp da görmediler mi?" sorusu inkâr ve kınama ifade eder.
6. "kötülük yaptılar" ile "kötü" arasında cinâs-ı iştikak vardır.
7. "Yaratmaya başlar" ile "rekrar diriltir" ve "akşamlar­sınız" ile "sabahlarsınız" arasında tıbâk vardır.
8. Şu iki âyette mutlular ile mutsuzların durumu arasında mukabele vardır: İman edip iyi işler yapanlara gelince, onlar cennette nimetlere mazhar olacaklardır. İnkâr edenlere, âyetlerimizi ve âhiret buluşmasını yalan sayanlara gelince, işte onlar azapla yüzyüze bırakılacaklardır.
9. "Ölüden diriyi çıkartır" cümlesinde, latîf bir is­tiare vardır. Yüce Allah nıü'min için "diri" yi, kâfir için de "ölü" müsteâr olarak kulladı. Bu, son derece güzel bir istiaredir.
10. Âyet sonlarında fasıla harflerine riâyet edilmiştir. Çünkü bunun, kulağa daha güzel tesiri vardır. Mesela gibi.[29]

Bir Nükte

Zemahşerî şöyle der: "Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilir­ler" sözü, dünyanın zahiri ve bâtını olduğunu gösterir. Zahiri, zinetlerinden faydalanmak ve lezzetli şeylerinden yararlanmak gibi câhillerin bildiği, şeylerdir. Bâtını ve hakikati ise, dünya âhirete geçiş yeridir. İtaat edilerek ve iyi ameller işlenerek dünyadan âhirete azık hazırlanır.[30] Şu beyitleri söyleyen ne güzel söylemiş:
Ey oğlum! İnsanlardan öylesi vardır ki, işiten ve gören adam suretinde bir hayvandır. Malına gelen her türlü musibette duyarlıdır.
Dinine bir musibet geldiğinde anlamaz. [31]
20. Sizi topraktan yaratması, O'nun delillerinden-dir. Sonra siz, gelişip yayılan birer insan oîuverdiniz.
21. Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eş­ler yaratıp da aranızda sevgi ve merhamet meydana ge­tirmesi de O'nun delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.
22. O'nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri ya­ratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olması­dır. Şüphesiz bunda bilenler için ibretler vardır.
23. Geceleyin ve gündüzün uyumanız ve Allah'ın lütfundan aramanız da O'nun delilerindendir. Gerçek­ten bunda, işiten bir kavim için ibretler vardır.
24. Yine O'nun delillerindendir ki, size korku ve ümit vermek üzere şimşeği gösteriyor, gökten su indirip ölümünün ardından arzı onunla diriltiyor. Doğrusu bunda, aklım kullanan bir kavim için ibretler vardır.
25. Göğün ve yerin O'nun buyruğu ile durması da O'nun delillerindendir. Sonra sizi topraktan bir çağır­dı mı hemen çikıverirsiniz.
26. Göklerde ve yerde olanlar hep O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmiştir.
27. İlkin mahlûkunu yaratıp (ölümden) sonra onu tekrar yaratan O'dur, ki bu, O'nun için pek kolaydır. Göklerde ve yerde bulunan en yüce sıfatlar O'nundur. O, mutlak kudret ve hikmet sahibidir.
28. Allah size kendinizden bir misal vermektedir. Size verdiğimiz rizıklarda, emrinizde bulunan kölele-rinizinde sizinle eşit şekilde hak sahibi olmalarına razı olur ve birbirinizi saydığınız gibi bu ortaklarınızı sa­yar mısınız? İşte biz âyetlerimizi aklını kullanan bir millet için böyle açıklıyoruz.
29. Gel gör ki haksızlık edenler, bilgisizce kötü arzularına uydular. Allah'ın saptırdığını kim hidayete erdirir? Onlar için herhangi bir yardımcı yoktur.
30. Sen yüzünü "hanîf" olarak dine, yani, Allah insanları hangi "fıtrat" üzere yaratmış ise, o fıtrata çevir. Allah'ın bu yaratışında değişme yoktur. İşte dos­doğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.
31. Hepiniz Allah'a yönelerek, O'na karşı gelmekten sakının, namazı kılın; müşriklerden olmayın.
32. Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlar­dan olmayın. Her fırka, kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.
33. İnsanlar bir zarara uğrayınca, Rablerine yöne­lir O'na yalvarırlar. Sonra Allah, kendi katından onla­ra bir rahmet taddırınca, bakarsınız ki onlardan bir gurup Rablerine ortak koşup durmaktadırlar.
34. Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsin­ler bakalım! Haydi sefa sürün; ilerde anlayacaksınız!
35. Yoksa onlara bir kesin delil indirdik de, o de­li!, müşrik olmalarını mı söylüyor?
36. İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda ona sevi­nirler. Şayet yaptıklarından ötürü başlarına bir fenalık gelse, hemen ümitsizliğe düşüverirler.
37. Görmediler mi ki Allah, rızkı dilediğine geniş geniş vermekte, dilediğinin rızkını da daraltmaktadır. Şüphesiz inanan bir kavim için bunda, ibretler vardır.
38. O halde sen, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Allah'ın rızâsını isteyenler için bu, en iyi-sidir kurtuluşa erenler işte onlardır.
39. İnsanların mallarında artış olsun diye verdiği­niz herhangi bir faiz, Allah katında artmaz. Allah'ın rı­zasını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte zekâtı veren o kimseler, evet onlar kat kat arttıranlardır.
40. Sizi yaratan, sonra rızık veren, sonra sizi öldü­recek, daha sonra da diriltecek olan, Allah'tır. Peki si­zin Allah'a eş tuttuğunuz ortaklarınız içinde bunlardan birini yapabilecek var mı? Allah onların ortak koştuk­larından münezzehtir ve yücedir.

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde insanların âhiretteki durumlarını ve kendisinin, mahlûkâtı yoktan yaratmaya ve tekrar diriltmeye muktedir ol­duğunu anlattıktan sonra, burada da ilahlığmi ve insanlığı yaratmakta, dil­lerinin ve, şekillerinin farklılığında, yeryüzünü yağmurlarla diriltmesinde ve insanların uyuması ve kalkmasında kendisinin birliğini gösteren delille­ri anlattı. Sonra da, yaratan ve rızık veren sadece kendisi olduğu halde, başkalarına ibadet etmeleri mevzuunda müşriklere misal getirdi. [32]

Kelimelerin İzahı

Âyât, alâmet mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur.
Burada Allah'ın halılığının ve birliğinin alâmetleri manasınadır.
Yayılırsınız. Geçim işleriniz hususunda dağılırsınız.
Eşlere meyletmeniz ve onlara ısınmanız için.
Kânitûn, Allah'ın irâdesine boyun eğip itaat edenlerdir.
el-Meselu'1-a'lâ; Olgunluk ve yücelikte en üstün vasıf.
Kayyim; dosdoğru, kendisinde eğrilik bulunmayan. Munîbîn, yönelenler olarak, Tevbe ve ihlas ile dönmek
demektir. [33]

Âyetlerin Tefsiri

20. Aslınız Âdem'i topraktan yaratması, onun büyüklüğünü ve gücünün sonsuzluğunu gösteren apaçık delillerdendir. Âdem (a.s.) insanoğlunun aslı olduğu için, burada, "sizi yarattı" di­yerek, yaratılışı insanlara izafe etti. Sonra siz gelişir, meniden embriyona, ebriyondan bir parça ete, ondan da akıllı insanlara dönüşürsünüz. Geçiminizi sağlayacak şeyleri elde etmek için her tarafa da­ğılırsınız. İbn Kesîr şöyle der: İnsanları yaratan, onları yürüten, emri altına alan, çeşitli kazanç ve geçim yollarında dolaştıran; ilim, fikir, güzellik, çirkinlik, zenginlik, fakirlik, mutluluk ve mutsuzlukta birbirinden farklı kı­lan Allah, noksan sıfatlardan uzaktır.[34]
21. Onun büyüklüğünü ve gücünün sonsuzluğunu gösteren alâmetlerden biri de, sizin için, kendi cinsinizden sizin gibi Âdemoğullarından kadınlar yaratması ve onları farklı bir cinsten yaratmamış olmasıdır. İbn Kesîr şöyle der: Eğer Yüce Allah kadınları, baş­ka bir cinsten, cinlerden ve hayvanlardan yaratmış olsaydı, erkeklerle eşle­ri arasında bu sıcaklık meydana gelmez bilakis aralarında nefret oluşurdu. Eşlerin aynı cinsten olması. Allah'ın Âdemoğullarma sonsuz rahmetindendir.[35] Onlara meyledesiniz ve birbirinize ısınasmız diye böyle yarattı. Eşler arasında da şefkat ve sevgi meydana ge­tirdi. İbn Abbas şöyle der: Mevedde, erkeğin, eşini sevmesi; rahmet ise, herhangi bir kötülüğün gelmemesi için eşine şefkat göstermesidir. İşte bu anlatılanlarda Allah'ın kudretini ve büyüklüğünü düşünüp de yüce hikmetini anlayan bir kavim için büyük ibretler vardr. [36]
22. Allah'ın gücünün sonsuzluğunu gösteren büyük alâmetlerinden bazıları da yüksek ve geniş gökleri, alçak ve yoğun yerküresini yaratması; dillerin Arapça, Farsça, Türkçe ve Rumca gibi farklı, renklerin, beyaz, siyah ve kırmızı gibi çeşitli oluşudur. Öyle ki, bütün insanlar Adem'in (a.s.) soyundan olmasına rağmen hiçbir şahıs başka bir şahsa, hiçbir insan da başka bir insana benzemez, Şüphesiz bunda, ilim, anlayış ve basiret sahipler için alâ­metler vardır. [37]
23. Bedenlerinizi dinlendir­mek için gündüzün öğle vakti ve gece karanlığında uyumanız, gündüzün rızkınızı aramanız, onun gücünün sonzusluğunu gösteren alâmetlerdendir, Kuşkusuz bunda, anlayacak ve görecek bir şekilde dinleyen bir toplum için alâmetler vardır. [38]
24. Yıldırımlardan korkmanız ve yağmu­ru beklemeniz için size şimşeği göstermesi de onun birliğine ve gücüne delâlet eden büyük alâmetlerdendir. Katâde şöyle der: Yolcunun korkması, mukîmin de yağmur beklemesi için.[39] Yeryüzü ölü, cansız, ekinsiz ve bitkisiz bir halde iken, gökten yağmur yağ­dırıp yeryüzünde bitkiler bitirmesi de bu delillerdendir. Kuşkusuz bu anlatılanlarda, akıllanyla Allah'ın nimetlerini düşünen­ler için büyük öğüt ve ibretler vardır. [40]
25. Kudretiyle, göklerin direksiz ola­rak durması, tedbiri ve hikmetiyle yeryüzünün sabit kalıp üzerinde yaşayanlar sebebiyle tersyüz olmaması da onun yüceliğini gösteren apaçık alâmetlerdendir. Sonra siz kabirlerden çıkmaya çağrıldığınızda, hemen hesap ve ceza için çıkıverirsiniz. Çıkışı­nız biran olsun gecikmez. Tefsirciler şöyle der: Bu da, İsrafil (a.s.)'in sûr'a ikinci defa üfürdüğü zaman olur. İsrafil (a.s.): "Ey kabir halkı, kalkın" diye seslenir. Önceki ve sonrakilerden hiçbir şahıs kalmaksızın kalkıp bakar'[41]
26. Göklerde ve yerde bulunan melekler, in­sanlar ve cinler, ne varsa hepsi Allah'ın mülkü, yarattığı ve tasarrufta bu­lunduğu şeylerdir. Bu hususlarda hiçbir kimse Allah'a ortak değildir. Hepsi Yüce Allah'ın emrine boyun eğmekte, itaat etmekte ve teslim olmaktadırlar. [42]
27. Mahlûkâtı yoktan yaratan odur. Öldükten sonra hesap ve ceza için diriltecek olan yine odur. Mahlûkâtı yeniden yaratmak, onun için hiç yoktan yaratmaktan daha kolaydır. İbn Abbas: "Yani daha kolaydır" der. Mücâhid ise şöyle der: Yeniden diriltmek, yoktan yaratmaktan daha kolaydır. Halbuki hiç yoktan yaratmak da onun için kolaydır"[43] Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah, kullara anlayacakları şekilde hitap etti. Yani, sizin takdirinize ve hükmünüze göre yeniden yaratmak, yoktan yaratmaktan daha kolay olduğuna göre; sizin mantığınız ve usulünüzce, yoktan yaratabilene öldükten sonra diriltmek daha kolaydır.[44] En Yüce vasıf O'na aittir. Bu hususta hiç kimsenin O'na yak­laşacak yücelik, olgunluk, büyüklük ve hükümranlık sıfatı yoktur. Göklerde ve yerlerde bulunan herkes O'nu o yüce vasıfla niteler. O vasıfda hiçbir şeyin, Yüce Allah'ın benzeri olmayışıdır. O, her şeye gücü yeten ve bütün işleri bir hikmet ve menfaat gereği olandır.
Bundan sonra Yüce Allah, müşriklerin putlara ibadet etmesinin bâtıl oluşunu bir misalle açıklayarak şöyle buyurdu: [45]
28. Ey kavim! Rabbiniz size, kendinizden gerçek bir misal getirdi. Sizden bi­riniz, Allah'ın kendisine rızık olarak verdiği malında, kölesinin ona ortak olmasına razı olur mu? Sizden biri, kendisi için buna razı olmazsa, siz, Allah'ın ortağı olmasına nasıl razı oluyorsunuz? Halbuki gerçekte o ortak koştuğunuz mahluk ve Alhıh'ın kuludur. Âyetin bu bölümü, darb-ı meselin devamıdır. Yani siz mallarınızda kölelerinizle eşit değilsiniz. Siz kendi deriginiz olan hürlerden korktuğunuz gibi onlardan korkmuyorsunuz. Kölelerinizin mallarınızda size ortak olmasına razı olmuyorsunuz da mülkünde ve yarattıklarında Allah'ın bir ortağı olmasına nasıl razı oluyorsunuz? İşte bu apaçık beyan gibi, misalleri düşünme hususunda aklını kullanan bir topluluk için âyetleri açıklıyoruz. [46]
29. Burada idrâb İçindir. Yani, Al­lah'a ortak koşmaları hususunda onların ne bir delilleri ne de geçerli bir mazeretleri vardır. Aksine bu ortak koşma olayı ilimsiz ve delilsiz olarak nefsin arzusudur. Kurtubî şöyle der: Müşriklerin aleyhinde delil gelince Yüce Allah onların, putlara tapma hususunda sırf kendi heva ve heveslerine uyduklarını ve bu hususta atalarını taklit ettiklerini anlattı.[47] Allah'ın saptırmak istediği kimseyi doğru yola iletecek hiç kimse yoktur. Allah'ın azabından onları kurtaracak ve yardım ede­cek kimse de yoktur. [48]
30. Bütün bâtıl dinlerden uzak durup hak din olan İslama yönelerek dini sırf Allah için kıl, gayret ve gücünle İslama gel. Sana, üzerinde dosdoğru yürümeyi emrettiğimiz bu hak din, Allah'ın fıtrat kanunudur. İnsanları ona göre yaratmıştır. O fıtrat kanu­nu, Allah'ı birlemedir. Nitekim hadiste şöyle buyrulmuştur: Her doğan İs­lâm fıtratı üzerine doğar. Sonra anne ve babası onu yahudileştirir..."[49] Allah açısından, bu tertemiz fıtratı değiştirme yoktur, İbn Cevzî şöyle der: Ayetin lafzı olumsuzluk, mânası ise yasaklama ifade eder. Yani, Allah'ın yarattığını değiştirmeyin. Sonra insanları Allah'ın yarattığı fıtratlarından çevirmiş olursunuz.[50] İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu câhildir. Düşünüp de kendilerini ya­ratan bir ilâhın olduğunu bilemezler. [51]
31. Ey insanlar! Tevbe ve samimi amelle Rabbinize dönerek yüzünüzü hak dine çevirin. Rabbinizden korkun, söz ve fiillerinizde onun gözetiminde olduğunuzu bilin, namazı Allah'ı razı ede­cek şekilde dosdoğru kılın. Allah'a ortak koşan ve ondan başkasına tapanlardan olmayın. Bundan sonra Yüce Allah, ortak koşanları açıklayarak şöyle buyurdu: [52]
32. Dinleri hakkında ihtilafa düşüp onu değiştiren ve bozan, böyle gruplara ve hiziplere ayrılanlardan olmayın. On­ların her biri kendi dininde taassup gösterir ve hepsi kendi heva ve hevesine tapar. Her mr cemaat ve grup kendi icat ettiklerine tu­tunur, üzerinde bulundukları eğri dinle sevinirler ve bâtıllarını hak zanne­derler. İbn Kesir şöyle der: Dinlerini değiştirip bozan ve bir kısmına inanıp bir kısmına inanmayan müşriklerden olmayın. Yahudiler, hristiyanlar; ateşprestler, putperestler ve İslamın dışında kalan diğer bâtıl din mensup­ları böyledir. Bizden önceki dinlerin mensupları, dinleri hususunda çeşitli bâtıl görüşlere ayrıldılar. Onlardan her grup, kendilerinin doğru yolda ol­duklarını iddia ederler.[53]
33. İnsanlara bir sıkıntı, fakirlik, hastalık ve benzeri belalardan biri geldiğinde, Bu zarardan kurtulmak için, put­larını bırakıp sadece Allah'a yalvarıp yakarırlar, Çünkü bilirler ki, Allah'tan başka zararı kaldıracak yoktur. İşte o zaman, Allah'a dönüp boyun eğerler. Sonra Allah onlara zenginlik, ra­hat ve sıhhat verip de onları bu zarar ve sıkıntıdan kurtardığında, bir de ne görürsün onlardan bir topluluk Allah'a ortak koşuyor ve onunla birlikte başkasına tapıyorlar. Bu âyetten maksat, müşriklerin yaptığının çirkinliğini ifade etmektir. Çünkü onlar sıkıntılı anlarda Allah'a dua eder, rahata kavu­şunca da ortak koşarlar. [54]
34. Bu âyet, tehdit yoluyla söylenmiş bir emirdir. Yani onlar, Allah'ın nimetlerini inkâr etsinler, dünyada onlardan yararlansınlar. Ey müşrikler! Bu hayatın zînetlerinden ve geçici nimet­lerinden yararlanmanızın sonunun nasıl olacağını göreceksiniz. [55]
35. Bu soru kınama ve inkâr ifade eder. Yani, Biz o müşriklere ortak koşmalarına izin veren apaçık, bir delil veya şirk koşmalarını ve yaptıklarının doğruluğunu söyleyip şahitlik eden gökten bir kitap mı indirdik? İş onların tasavvur ettikleri gibi değildir. Yani, onların bu hususta herhangi bir delilleri yoktur. [56]
36. İnanlara bolluk zenginlik ve afiyet lütfettiğimizde yüzleri güler ve sevinirler. Eğer günahları yüzünden onlara bir belâ ve azap gelirse, hemen rah­metten ve huzurdan ümit keserler. İbn Kesir şöyle der: Bu, insanı kınama­dır. Ancak Allah'ın koruduğu kimseler bunun dışındadır. İnsanın eline bir nimet geçtiğinde şımarır, bir sıkıntı geldiğinde ise ümitsizliğe düşer.[57]
37. Rızkı genişletme ve daralt­ma hususunda Allah'ın gücünü ve dünyada dilediğine bol bol mal verdiğini, dilediğinin de rızkını daralttığım görmediler mi? Fakirliğin, onların Al­lah'ın rahmetinden ümit kesmelerine sebep olması gerekmez. Bu anlatılanlarda, yaratan ve rızik veren Allah'ın hikmetine ina­nan bir kavim için, Allah'ın kudretini gösteren apaçık bir delil vardır. [58]
38. Akrabaya iyilik ve sıla-i rahim gibi haklarını ver. Aynı şekilde düşküne ve yolculuğunda darda kalmış yol­cuya da sadaka ver, iyilik yap. Kurtubî der ki: Daha önce, rızkı genişleten ve daraltanın Yüce Allah olduğu anlatılınca, Allah, rızkını genişlettiği kimseye, şükrünü denemek için fakire ihtiyacını vermesini emretti. Bu hitap Peygamber (s.a.v.)'e yapılmış olmasına rağmen, maksat hem o, hem de ümmetidir.[59] Bu verme ve ihsanda-bulunma, yaptıklarıyla Allah'ın rızasını isteyen ve sevabını dileyenler için daha hayırlıdır. İşte yüksek dereceleri elde edenler de onlardır. [60]
39. Ey zenginler toplulu­ğu! Malınız artsın ve çoğalsın diye faizle verdiğiniz mallarınız, Allah ka­tında ne artar, ne da çoğalır, Çünkü o pis bir kazançtır. Allah onun bereketi­ni vermez. Zemahşerî der ki: Bu âyet aynen, Yüce Allah'ın, "Allah faizi mahveder sadakaları çoğaltır"[61] mealindeki âyetine benzer.[62] Allah rızası için, samimiyetle verdiğiniz sadaka ve yaptığınız iyilikler var ya, işte onu verenler için kat kat se­vap ve mükafat vardır. Onlara iyiliklerinin karşılığı kal kal ödenir. [63]
40. Kulları yaratan ve rızık veren Yüce Allah'tır. İnsanı annesinin karnından çıplak, hiçbir şey bilmez, görmez ve işitmez olarak çıkarır. Daha sonra ona mal, mülk ve eşya verir. Ardından bu hayattan sonra sizi öldürecek, sonra da kıyamet gününde, yaptıklarınızın karşılığını vermek için sizi diriltecektir. Allah'ı bırakıp da kendilerine taptıklarınızdan herhangi biri, böyle bir şey yapabilir mi? Hayır, bilakis Allah, yaratma, rızık verme, öldürme ve diriltmede müstakildir. Yüce Allah, ken­disinin ortağı veya benzeri, veya çocuğu yahut babası olmasından uzak ve yücedir. Allah, müşriklerin söyledikleri şeylerden uzak, son derece yüce ve uludur. [64]

Edebi Sanatlar

1. "korkarak" ile "bekleyerek"; bollaştırır ile "da­raltır"; "sizi öldürür" ile "sizi diriltir" ve "yoktan yaratır" ile "tekrar yaratır" kelimeleri arasında tibâk vardır.
2. "çağırdı" ile "çağrı" ve "fıtrat" ile "yarattı" arasında cinâs-ı iştikak vardır.
3. "insanlara bir rahmet tattırdığımız za­man onunla sevinirler." cümlesi ile "elleriyle yapıp öne sürdüklerinden dolayı onlara bir kötülük erişince de, derhal umutsuzluğa düşerler " cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
4. "yüzünü çevir" cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. Yüce Allah burada cüz'ü zikretmiş küllü kasd etmiştir. "Allah'a tamamen yönel" demektir.
5. "Sizi yaratan, sonra sizi bes­leyen, sonra öldürecek daha sonra da diriltecek olan Allah'tır." âyetinde sec'i murassa olup, dizilmiş inciye benzemektedir. [65]
41. İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat belirdi ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki tuttukları kötü yoldan dönerler.
42. De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, öncekile­rin akıbetleri nice oldu, görün. Onların çoğu müşrik idi.
43. Allah katından, geri çevrilmesi mümkün olma­yan bir gün gelmeden önce, yönünü sağlam dine çevir! O gün, insanlar bölük bölük ayrılacaklardır.
44. Kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhine olur. İyi işler yapanlara gelince, onlar da yerlerini sırf ken­dileri için hazırlarlar.
45. Zira Allah, iman edip iyi işler yapanlara kendi lütfundan karşılık verecektir. Şüphesiz O, kâfirleri sevmez.
46. Size rahmetinden tattırsın, emriyle gemiler yüzsün fazlından (nasibinizi) arayasınız ve şükredesi-niz diye müjdeciler olarak rüzgârları göndermesi de Allah'ın delillerindendir.
47. Andolsun ki, biz senden önce kendi kavimle­rine nice peygamberler gönderdik de, onlara açık delil­ler getirdiler. Günaha dalanların ise cezalarını hakkıy­la vermişizdir. Mü'minlere yardım etmek de bize borç olmuştur.
48. Rüzgarları gönderen Allah'tır. Rüzgârlar bu­lutu kaldırır. Derken, Allah onu gökte dilediği gibi ya­yar ve parça parça eder; nihayet arasından yağmurun çıktığını görürsün. Allah dilediği kullarına yağmuru nasip edince, sevinirler.
49. Oysa onlar, daha önce, üzerlerine yağmur yağ­dırılmasından iyice ümitlerini kesmişlerdi.
50. Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak: Arzı, ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka çürütecektir. O, her şeye kadirdir.
51. Andolsun bir rüzgâr göndersek de ekinleri sa­rarmış görseler, ardından muhakkak nankörlüğe baş­larlar.
52. Elbette sen ölülere duyuramazsın; arkalarını dönüp giderlerken sağırlara o daveti işittiremezsin.
53. Körleri de sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola iletemzsin. Ancak teslimiyet gösteren ve âyetleri­mize iman edenlere duyurabilirsin.
54. Sizi güçsüz bir şeyden yaratan, sonra güçsüz­lüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardın­dan güçsüzlük ve ihtiyarlık veren, Allah'tır. O, diledi­ğini yaratır. Hakkıyla bilen ve üstün kudret sahibi olan
ancak O'dur.
55. Kıyamet koptuğu gün, günahkârlar, ancak pek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler. İşte onlar, böyle döndürülüyorlardı.
56. Kendilerine ilim ve iman verilenler şöyle derler: Andolsun ki siz, Allah'ın yazısında yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bugün yeniden dirilme gü­nüdür; fakat siz bugünü tanımıyordunuz.
57. Artık o gün, zulmedenlerin mazeretleri fayda vermeyeceği gibi, onlardan Allah'ı hoşnut etmeye çalış­maları da istenmez.
58. Andolsun ki biz, Kur'ân'da insanlar için her çeşit misali vermeşizdir. Şayet onlara bir mucize getir­sen inkarcılar kesinlikle şöyle diyeceklerdir: Siz ancak bâtıl şeyler ortaya atmaktasınız.
59. İşte bilmeyenlerin kalblerini Allah böylece mühürler.
60. Sen şimdi sabret. Bil ki Allah'ın vâ'di gerçek­tir. İyice inanmamış olanlar, sakın seni gevşekliğe sevketmesin!

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti:

Yüce Allah önceki âyetlerde, kendisinden başkasına ibadet ettikleri için müşrikleri kınadı. Bu âyetlerde de, sıkıntı ve belâyı gerektiren inkâr, günahların yayılması, kötülüklerin ve büyük günahların çoğalması gibi sebepleri anlattı. Bu günah ve kötülüklerin yüzünden iyilik azalır, bereket kalkar. Yüce Allah aynı zamanda bu âyetlerde, Kureyş'in dikkatini çekmek ve onlardan önce gelip geçmiş ve peygamberleri yalanlamış olan müşrikle­ri azgınlıkları ve günah işlemeleri sebebiyle Allah'ın nasıl yok ettiğini gö­rüp ibret almalarını emretmek için geçmiş milletlerin yok olmasıyle ilgili misaller getirdi. [66]

Kelimelerin İzahı

Ayrılırlar. Bir topluluk dağılıp ayrıldığında denir. Bu kökten başın bölümlerini birbirinden ayırıyormuş gibi olan şiddetli baş ağrısına denir.
Kendilerine dilenme ve kalma yeri hazırlarlar. yaiakıle mektir.
Kisef, parça mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Vedk, yağmur demektir.
Müblisîn, ümitsizliğe düşenler. Şiddetli ümizsizlikten dola­yı, kendilerinde üzüntü açıkça görünenler.
Döndürülürler. Yalan manasınadır. Onların razı etmeleri istenmez. "Razı etmesini istedim, o da beni razı etti" mânâsında denilir. [67]

Âyetlerin Tefsiri

41. İnsanların günah ve isyan­ları yüzünden, karada ve denizde belâ ve musibetler ortaya çıktı. Beyzâvî şöyle der: Âyette geçen fesattan maksat, insanların günahları ve isyanları yüzünden kıtlık, yangın, sel felaketlerinin çoğalması bereketin kalkması ve zararların çoğalmasıdır.[68] İbn Kesir de şöyle der: Ekinlerin ve meyvele­rin azalması günahlar yüzündendir. Çünkü yerlerin ve göklerin salâhı itaata bağlıdır.[69] Yaptıklarının hepsi sebebiyle âhirette ceza­landırmadan önce, bazı amellerinin vebalini tattırmak için bu belâlar or­taya çıktı. Umulur ki, tevbe ederler ve yapmakta oldukları günah ve isyanlardan vazgeçerler. [70]
42. Ey Muhammedi o müşriklere de ki, memleketleri gezip dolaşın da zulmetmiş olanların yurt­larına bakın ve peygamberleri yalanlamalarının ve işlerinin sonunun nasıl olduğunu görün. Allah onların yurtlarını harap edip de onları ders alacaklar için bir ibret kılmadı mı? Onların çoğu Allah'ı inkâr et­mişlerdi, dolayısıyle yok edildiler. [71]
43. Bütün kalbinle, dosdoğru din olan İslama yönel. Bütün hayatını dosdoğru onun üzerinde geçir. Kurtubî şöyle der: "Islama yönel ve yönünü o kıymetli dine uymaya çevir.'[72] Hiç kimsenin geri çeviremiyeceği o korkunç gün gelmeden önce bunu yap. Çünkü Allah, o günün hükmünü vermiştir. O da, kıyamet günüdür. O gün insanlar çeşitli gruplara ayrılırlar. Bir grup cennete, bir grup da cehenneme gider. [73]
44. Kim Allah'ı inkâr ederse, cehennemde ebedî kal­manın yanında, inkârının vebalini de çeker de iyi iş yapar ve Allah'a itaat ederse, kendileri için hayır takdim etmiş olurlar ve naim cennetinde gözlerini aydın kılacak şeylere kavuşurlar. Kur­tubî şöyle der: İyi amel sayesinde kendileri için âhirette kalacak ve otura­cak yer ve yatak hazırlarlar. "Yatağı hazırladım ve yaydım" mânâsında denir.[74]
45. Kendileri için bunu hazırlarlar ki Allah, takva sahibi kullarına va'dettiği şeyleri onlara lütfetsin, Kuşkusuz Allah kâfirleri sevmez, aksine onlara kızar ve buğzeder. Mü'minleri lütfuyla mükâfatlandırır, kâfirleri adaletiyle cezalandırır. [75]
46. Yağmurun geleceğini, bitkileri ve rızkı müjdeleyici olarak bulutları sevkeden rüzgârları göndermesi, Allah'ın gücünün sonsuzluğunu gösteren alâmetlerdendir. Rahmetin­den size, kendisiyle ülkeleri ve insanları diriltecek yağmuru indirmesi, Rüzgârlar estiğinde Allah'ın izni ve iradesiyle gemilerin de­nizde yürümesi, denizde ticaret yoluyla rızık talep etmeniz ve Allah'ın size verdiği yüce nimetlerine şükretmeniz için rüzgârları size gönderir. [76]
47. Ey Muhammedi Andolsun, seni kav­mine peygamber olarak gönderdiğimiz gibi, senden önce de birçok peygam­beri, kendilerini yalanlayan kavimlerine gönderdik. Bu âyet, peygamber için bir tesellidir. Yardımın yaklaştığım bildirerek onu rahatlatmaktadır. Peygamberler, onlara, doğruluklarını gösteren apaçık mucize­ler ve kesin deliller getirdiler. Fakat onlar peygamber­leri yalanladılar. Biz de o suçlu kâfirlerden intikam aldık Kâfirlere karşı mü'minlere yardım etmek, bize gerekli bir haktır. Bu âyet, Peygamber (s.a.v.)'i teselli etmek için, rüzgarla ilgili hükümleri açık­layan âyetler arasında bir ara cümle olarak gelmiştir. Ebu Hayyân şöyle der: Bu âyet, Yüce Allah'ın, "rüzgârları müjdeci olarak göndermesi onun alâmetlerindendir" mealindeki âyetle, "Allah odur ki, rüzgârları gönderir. Onlar da bulutu sevkeder" âyeti arasında gelmiş bir ara cümlesi olup Pey­gamberi (s.a.v.) rahatlatmak, teselli etmek, ona yardım vaat etmek ve inkarcıları tehdit etmek için gelmiştir.[77] Bundan sonra Yüce Allah, rüzgâ­rın esmesindeki hikmeti anlattı ki, o da, bulutlan sevketmek ve onlardan yağmur yağdırmaktır. [78]
48. Allah o dur ki, rüzgârları gönderir ve rüzgârlar bulutlan harekete geçirip önlerinde sevkederler Allah o bulutları, atmosferin yüksek tabakalarında hafif veya yo­ğun, yaygın veya parçalı olarak istediği şekilde yayar. O bulut­ları bazan parçalı yapar. Bulutların arasından yağmu­run çıktığını görürsün, Bu yağmu­ru, dilediği mahlûkun üzerine indirdiğinde, bir de ne görürsün, onlar yağmur sebebiyle sevinir ve neşelenirler. [79]
49. Halbuki onlar, kendilerine yağmur inmeden önce ümitsizliğe düşmüşlerdi. Beyzâvî şöyle der: Âyet­teki tekrar pekiştirmek ve onların uzun süre yağmursuz kaldıklarını ve iyice yağmurdan ümit kestiklerini göstermek içindir.[80]
50. Ey akıllı! Allah'ın yağmur nimetinin eseri olarak ortaya çıkan ağaçların yeşillenmesi, çiçek­lerin açması ve meyvelerin çoğalmasına ibret ve basiret gözüyle bir bak. Yeryüzü ölü ve cansız olduktan sonra, Allah'ın onu nasıl bitki bitirir hale getirdiğini bir gör. Yeryüzünü öldükten sonra diriltmeye gücü yeten bu yaratıcıdır. Öldükten sonra insanları diriltecek olan da O'dur. Onun herşeye tam mânâsıyle gücü yeter. Hiçbir şey onu aciz bırakamaz. [81]
51. Eğer ekinler yetişip yeşillendikten sonra onların üzerine zararlı ve bozucu bir rüzgâr göndersek ve onlar bu rüzgârın etkisiyle ekinlerin sarardığını görseler, bunu görünce ni­metleri inkâr etmeye başlarlar. Onların hali böyledir: Bolluk anında sevi­nirler, ekinlerine herhangi bir felaket geldiğinde, Allah'ın kendilerine daha önce vermiş olduğu nimeti inkâr ederler. Bundan sonra Yüce Allah, o kâfirlerin ölüler gibi olduğuna, öğüt ve nasihatin kendilerine fayda verme­yeceğine dikkat çekerek şöyle buyurdu. [82]
52. Ey Muhammedi Şüphesiz sen o etkili nasihatları ölülere ve kulaklarında sağırlık olanlara işittiremezsin. Eğer sağır senden yüzçevirip arkasını döner giderse, sen onu çağırsan da işitmez. Aynı şekilde kâfir de işitmez, işittiğinden yararlana­maz. Tefsirciler şöyle der: Bu, Allah'ın kâfirler için getirdiği bir darb-ı me­seldir. Allah onları ölülere, sağırlara ve körlere benzetmiştir. [83]
53. Allah'ın, kendisine doğru yolu göster­mediği kimseye, sen doğru yolu gösteremezsin. Sen, âyetlerimize inanandan başkasına işittiremezsin. Onlar, Allah'a itaat ettikleri ve O'nun önünde eğildikleri için, öğütten yararlanan­lardır. [84]
54. Ey insanlar! Allah O'dur ki, sizi zayıf bir asıl olan meniden yarattı. Sonra sizi cenin, bebek, süt emen çocuk ve sütten ke­silmiş olmak üzere çeşitli hallerden geçirdi. Bunlar, son derece zayıf du­rumlardır. Sanki zayıflık, sizin yaratılış maddeniz olmuştur. Sonra siz çocukluk zayıflığı içindeyken, size gençlik kuvvetini ver­di. Sonra da bu gençlik kuvvetinini ardından yaşlılık ve ihtiyarlık zayıflığım verdi. O, zayıflık, kuvvet, gençlik ve ihtiyarlıktan dilediğini yaratır. O, mahlûkâtı idare etmeyi bilir. Dilediğini de yapabilecek güce sahiptir. Ebu Hayyân der ki: Allah'ın, insanları zayıflıktan yaratması, insanın ilk yaratıldığında, çocuk­luğunda, sonra yaşlılık ve ihtiyarlık hallerinde zayıflığı çok olduğu içindir. İnsanı bu şekillere sokması ise, yaratıcının kudretini ve bilgisini gösterir.[85]
55. Kıyamet kopup da insan­ların hesap için diriltileceği gün gelince, suçlu kâfirler, dünyada bir saatten fazla kalmadıklarına yemin ederler. Beyzâvî şöyle der: Dünyada kaldıkları süreyi az görmeleri, âhiretteki azaplarının süresine nisbetle veya unuttuk­ları içindir.[86] Onlar aynı şekilde dünyada da haktan bâtıla, doğrudan yalana döndürülüyorlardı. [87]
56. İlim ve iman ehli akıllılar onlara cevap olarak ve onları yalanlayarak derler ki: Andolsun siz, Allah'ın ezelî ilminde takdir ettiği süre içersinde tekrar diriltildiğiniz zamana kadar kaldınız. İşte bu, inkâr ettiğiniz yeniden dirilme günüdür. Fakat siz gerçeği arama ve ona uymada geciktiğiniz için onu tasdik etmediniz. [88]
57. İşte o gün, zalimlere özür dilemeleri fayda vermez. Onlara, "tevbe ve itaat etmek suretiyle Rabbinizi razı edin" de denmez. Zira tevbe zamanı artık geçmiştir. [89]
58. Kuşkusuz bu Kur'an'da, gerçeği açıklayan ve şüpheyi gideren şeylerden, insanların ihtiyaç duyduğu öğütler, misaller ve haberleri açıkladık, Ey Muhammed! Andolsun, onlara istedikleri âsâ, deve ve beyaz el gibi mucizeleri getirsen de, kavminin müşrikleri aşırı inatlarından dolayı kesinlikle, "Sen ve arkadaşların bâtıl şeyler ortaya atan bir topluluktan başkası değilsiniz. Yaldızlı sözlerle bizi kandırıyorsunuz" derler. [90]
59. O suçlu câhillerin kalpleri mühürlendiği gibi, Allah, kendisini birlemeyen ve sıfatlarını bilmeyen kâfirlerin kalplerini de mühürler. [91]
60. Ey Muhammed! Onların yalanlamalarına ve eziyetlerine sabret. Şüphesiz Allah'ın sana va'dettiği zafer ve dinini üstün kılacağına dair verdiği söz, mutlaka yerine getirilecek olan bir haktır. O sapık ve şüpheciler, söyledikleri sözlerle seni endişeye düşürerek gevşekliğe ve sıkıntıya sevketmesin. Onların yalanlamaları ve eziyetleri yüzünden sabırsızlık gösterme. [92]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek âyetler, birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "kara" ile "deniz" arasında tıbâk vardır.
2. "İnsanların ellerinin işlediği şeyler yüzünden" terkibinde mecâz-ı mürsel vardır. Cüz zikredilmiş, küll kastedilmiştir.
3. "çevir" ile "dosdoğru" arasında cinâs-ı iştikak vardır.
4. "Kendileri için kalacak yer hazırlarlar" cümlesinde lâtif bir istiare vardır. Yüce Allah, iyi amel işleyip gönderenleri, yatağını serip, onda kendisine herhangi rahatsız edici bir şey dokunmasın ve rahatını kaçırmasın diye uyumak üzere onu düzelten kimseye benzetti.
5. "Rüzgârları müjdeleyici olarak göndermesi onun delillerindendir. Rahmetinden size tattırma­sı... için böyle yaptı" âyetinde ıtnâb vardı. Bu ıtnâb, birçok nimeti saymak için yapılmıştır. Halbuki, "lütfunu aramanız için" demek yeter­liydi. Fakat, Allah, kullarına nimetlerini hatırlatmak için sözü uzattı.
6. "gönderdik" ile peygamberler arasında cinâs-ı iştikak vardır.
7. "Peygamberler onları mucizeleri getirdi de biz intikam aldık" cümlesinde hazif yoluyla îcâz vardır. "Onlar peygamberleri yalanladılar ve onlarla alay ettiler" bölümü ibarede zikredilmemiştir.
8. "Sen ölülere işittiremezsîn" cümlesinde istiâre-i tasrîhiyye vardır. Kâfirler hissetmemeleri, öğüt ve delilleri dinlememeleri hususunda, istiâre-i tasrîhiyye yoluyla ölü ve sağırlara benzetilmiştir.
9. "zayıflık" ile " Sy kuvvet" arasında tıbâk vardır.
10. Bu kelimeler mübalağa kalıplarıdır. "Çok bilen ve çok güçlü" mânâlarınadır.
11. "Kıyamet kopacağı gün günahkârlar, ancak pek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler" âyetinde tâm cinas vardır. Zira, ilk "saat" kelimesinden maksat "kıyamet" ikinciden maksat ise "süre" dir. İkisi arasında tâm cinas vardır. Bu da edebî sanatlar­dandır. [93]

Bir Uyarı

Doğru olan şudur ki, ölü işitir. Zira.Rasululîah (s.a.v): "Siz onlardan daha fazla işiten değilsiniz"[94] buyurmuştur. Başka bir hadiste de, "ölü, diri­lerin ayak seslerini işitir"[95] buyrulmuştur. Yüce Allah'ın, "Sen Ölülere işittiremezsin" sözüne gelince, bundan maksat,"Öğüt ve ibret alacak şekil­de işittiremezsin" demektir. Allah daha iyi bilir.
Allah'ın Yardımıyle Rûm Sûresi'nin Tefsiri Bitti. [96]


[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/501-502.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/502.
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/505.
[4] Bkz. Bakara sûresinin başı
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/506.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/506.
[6] Ebussuûd, 4/176
[7] Beydâvî, 2/103
[8] Zâdu'l-mesîr, 6/288
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/506.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/506-507.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/507.
[11] Kurtubî, 14/7
[12] Tefsîr-i kebîr, 25/97
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/507.
[14] Kurtubî, 14/9
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/507.
[16] Beyzâvî, 2/103
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/507-508.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/508.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/508.
[20] Kurtubî, 14/10
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/508.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/508.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/508.
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/508.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/508-509.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/509.
[26] İbnııVCevzî, Zâdu'l-mesîr, 6/294
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/509.
[28] Kurtubî, 14/16
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/509.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/509-510.
[30] Keşşaf, 3/368
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/510.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/514.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/515.
[34] Muhtasar-ı İbn Kesîr 3/51
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/515.
[35] A.g.e.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/515.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/515-516.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/516.
[39] Taberî, 21/22
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/516.
[41] Ebu Hayyân, el-Bahnıl-muhît, 7/168
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/516.
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/516.
[43] Muhtasar-ı Tbn Kesîr, 3/52
[44] Bu bir görüştür. Bazı tefsircilere göre burada ism-i tafdîl mukayese için kullanılmamıştır. Bu takdirde, onun 'Çin kolaydır" manasına gelir.
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/516-517.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/517.
[47] Kurtubî, 14/23
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/517.
[49] Buhârî, Cenâiz, 80, 92; Müslim, Kader, 22, 25
[50] Zâdu'l-mesîr, 6/302
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/517-518.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/518.
[53] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/35
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/518.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/518-519.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/519.
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/519.
[57] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/55
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/519.
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/519.
[59] Kurtubî, 14/35
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/519.
[61] Bakara sûresi, 2/276
[62] Keşşaf, 3/379
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/519-520.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/520.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/520.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/524.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/524-525.
[68] Beyzavî, 2/106
[69] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/57
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/525.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/525.
[72] Kurtubî, 14/42
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/525.
[74] Kurtubî, 14/42
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/525.
[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/526.
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/526.
[77] el-Bahr, 7/178
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/526.
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/526.
[80] Beyzavî, 2/107
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/527.
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/527.
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/527.
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/527.
[84] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/527.
[85] el-Bahr, 7/180
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/527-528.
[86] el-Beyzâvî, 2/108
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/528.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/528.
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/528.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/528.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/528.
[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/528-529.
[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/529.
[94] Buhari, Cenaiz, 86; Müslim, Cnnet, 76,77
[95] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/445.
[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/529-530.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder