RUM SURESİ
13
RUM
SURESİ
Mekke'de inmiştir. 60
âyettir.
Sûreyi Takdim
Rûm sûresi Mekke'de inmiştir.
Hedefleri, Mekke'de inen sûrelerle aynıdır. Bu sûreler, genel çevresi ve geniş
alanı içersinde "Allah'ın birliğine, peygamberliğe, öldükten sonra dirilme ve
hesaba iman" gibi İslam inançları meseleleri üzerinde
durur.
Bu mübarek sûre, çok önemli bir
gayb olayını haber vererek başlar. Olay meydana
gelmeden önce, Kur'an-ı Kerim onu haber vermiştir. Bu
olay, Bizanslılarla İranlılar arasında meydana gelecek savaşta Bizanslıların
galip gelmesi olayıdır. Olay, Kur'an-ı Kerim'in haber
verdiği gibi meydana gelmiş ve böylece haber gerçekleşmiştir. Bu olay, Muhammed
(s.a.v.)' in, getirdiği vahy hususunda doğruluğunu
gösteren en açık delillerden ve Kur'an'ın en büyük
mucizelerindendir.
Sonra bu sûre Allah ordusu ile
şeytan ordusu arasındaki savaşın hakikatinden söz eder ve bu savaşın insanlık
tarihi kadar eski bir savaş olduğunu bildirir. Hak ile bâtıl, hayır ile şer
devanı ettiği müddetçe ve şeytan, Allah'ın nurunu söndürmek ve değerli
peygamberlerin çağrısına karşı savaş açmak için, yardımcılarını ve
taraftarlarını toplamaya devam ettiği müddetçe bu savaş durmayacaktır. Ayetler,
çeşitli asır ve zamanlarda, hakkın bâtıla galip geldiğini gösteren delil ve
şahitler getirir. Bu, Allah'ın kanunudur. Sen, Allah'ın kanununda asla bir
değişiklik bulamazsın.
Sonra bu mübarek sûre, kıyametten,
onun kopmasından ve zor günde inkarcı ve sapıkların kötü sonlarından söz eder.
Şöyle ki, mü'minler, cennet bahçelerinde neşe içinde,
suçlular ise azap içinde olurlar. İşte bu, iyilerin ve kötülerin varacakları son
yer ve iyi amel işleyenlerle suçluların kesin sonudur.
Yine bu sûre, bundan sonra, bir
olan Allah'ın büyüklüğünü gösteren delilleri getirmek için, onun birliğini ve
gücünü anlatan bazı kevnî ve gaybî delilleri anlatır. O öyle bir Allah'tır ki, boyunlar
O'nun için eğilir, yüzler O'na yönelir. Aynı zamanda bu sûre, Allah'a tapan ile
putlara tapanı birbirinden ayırmak için bazı misaller
getirir.
Sûre, Kureyş kafirlerinden söz ederek sona erer. Zira, mucizeler
ve uyarılar onlara fayda vermedi. Onlar ne zaman açık mucizeler ve delilleri
görseler ibret ve öğüt almazlar. Çünkü, işitmeyen ve görmeyen ölülere benzerler.
Bütün bunlar, müşriklerden gördüğü eziyetler karşısında Rasulullah (s.a.v.)'ı teselli ve zafer gelinceye kadar
sabretmesi maksadına yöneliktir. [1]
İsmi
Kür'an-i
Kerim'in verdiği haberlerin doğruluğunu gösteren bu apaçık mucize, bu sûrede
anlatıldığı için, sûre, bu adı almıştır: "Elif, Lâm, Mîm. Rumlar, en yakın bir
yerde yenilgiye uğradılar. Halbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra, birkaç yıl
içinde galip geleceklerdir." İşte bu, Kur'an'm
mucizelerinden biridir. [2]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Elif. Lâm.
Mîm.
2, 3, 4, 5.
Rumlar, en yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Halbuki onlar, bu
yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir, önünde de sonunda
da emir Allah'ındır. O gün mü'minler Allah'ın
yardımıyla sevineceklerdir. Allah dilediğine yardım eder. O, mutlak güç
sahibidir, çok esirgeyicidir.
6. (Bunu) Allah
va'detmiştir. Allah va'dinden caymaz; fakat insanların çoğu
bilmezler.
7. Onlar, dünya
hayatının görünen yüzünü bilirler. Âhiretten ise,
onlar tamamen gafildirler.
8. Kendi
kendilerine, Allah'ın, gökleri, yeri ve i-kisinin
arasında bulunanları ancak hak olarak ve muayyen bir süre için yarattığını hiç
düşünmediler mi? İnsanların birçoğu, Rablerine kavuşmayı gerçekten inkar
etmektedirler.
9. Onlar,
yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nice olduğuna
bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp
alt-üst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi.
Peygamberleri, onlara da nice açık deliller getirmişlerdi. Allah onlara
zulmedecek değil; fakat onlar kendi kendilerine
zulmetmekteydiler.
10. Sonunda,
Allah'ın âyetlerini yalan sayarak onlar alaya aldıkları için, kötülük yapanların
akıbetleri pek fena oldu.
11. Allah,
ilkin mahlukunu yaratır, (ölümden) sonra onu tekrar diriltir. Sonunda hep O'na
döndürüleceksiniz.
12. Kıyametin
kopacağı gün, günahkarlar susacaklardır.
13.
Ortaklarından kendilerine hiçbir şefaatçi çıkmayacaktır. Zaten onlar,
ortaklarını da inkar edeceklerdir.
14. Kıyametin
kopacağı gün, işte o gün birbirlerinden ayrılacaklardır.
15. İman edip
iyi işler yapanlara gelince, onlar, cennette nimetlere ve sevince mazhar olacaklardır.
16. İnkar
edenlere, âyetlerimizi ve ahiret buluşmasını yalan
sayanlara gelince, işte onlar azapla yüzyüze
bırakılacaklardır.
17. 18. Haydi
siz, akşama ulaştığınızda sabaha kavuştuğunuzda, gündüzün sonunda ve öğle
vaktine eriştiğinizde Allah'ı teşbih edin. Göklerde ve yerde hamd O'na mahsustur.
19. Ölüden
diriyi, diriden de ölüyü O çıkarıyor; yeryüzünü ölümünün ardından O
canlandırıyor. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız.
Kelimelerin İzahı
Mağlûp olurlar, yenilirler,
ezilirler.! Ziraat için yeri sürdüler,
altını üstüne çevirdiler.
Sûâ, en
çirkin anlamına gelen kelimesinin müenne sidir. Bu, en
güzel manasına gelen kelimesinin müennesi benzer. Sûâ,
son derece kötün ceza demektir.
Sevinirler. Bir kimse birisini
sevindirir de, sevinçten o kimsenin yüzü parlar ve sevinç alâmetleri yüzünde
görülürse deni Cevheri şöyle der: sevinç demektir.
İse, kendilerine nimet ver lir ve sevinirler manasınadır.
Aşiy, akşam
namazından başlayıp, gecenin ilk üçte biri kapsayan süre.
Öğle vaktine girersiniz. [3]
Âyetlerin Tefsiri
1. Elif, Lâm,
Mîm. Bu hurûfu mukattaa,
Kur'an'm mucizcliğine dikkat
çekmek içindir.[4]
2, 3. Bizans
ordusu, yurtlarının İran'a en yakın yerinde mağlup oldu. Bizanslıların
mağlubiyeti ve İranlıların galip gelmesinden sonra, yakında Bizanslılar
İranlılara galip gelecek ve yeneceklerdir.[5]
4. Birkaç yılı
geçmeyecek kadar bir süre içersinde yeneceklerdir.
Âyetteki kelimesi, 3-9 arasında bir sayı için kullanılır. Tefsirciler şöyle der:
İranlılar ile Bizanslılar arasında bir savaş çıktı. Bu savaşta İranlılar
Bizanslıları yendi. Haber, Rasulullah (s.a.v.) ve
arkadaşlarına ulaşınca, Bizanslıların yenilmesi güçlerine gitti. Müşrikler ise
buna sevindiler. Çünkü İranlılar kitapsız ve ateşperest idiler. Bizanslılar ise
Ehl-i kitap idiler. Müşrikler, Rasulullah (s.a.v.)'ın Ashabına:
"Siz de Ehl-i kitapsınız, Bizanslılar da. Biz ise
iimmîyiz (kitapsızız). Bizim İranlı dostlarımız, sizin
Bizanslı dostlarınıza galip geldi. Biz de sizi mutlaka yeneceğiz" Bunu duyan
Ebubekir (r.a.) : "Allah sizi sevindirmeyecektir"
dedi. Bunun üzerine yukardaki âyet indi. Bu savaştan
yedi yıl sonra, iki ordu tekrar karşılaştı. Bu sefer Bizanslılar İranlıları
yendi ve bozguna uğrattılar. Müslümanlar buna çok sevindi. Ebussuûd şöyle der: Bu âyetler, Kur'an-ı Kerim'in Allah katından olduğunu ve Muhammed
(s.a.v.)'in peygamberliğini gösteren apaçık mucizelerdendir. Zira, her şeyi
bilen Allah'tan başka kimsenin bilemiyeceği gaybtan haber verdi ve aynen çıktı.[6]
Beyzâvî de
şöyle der: Bu âyet, peygamberliğin delillerindendir. Çünkü bu olay. gaybtan haber vermektedir.[7]
Önce de sonra da yani galibiyetten Önce
de sonra da, iş Allah'ın elindedir. Bunların hepsi, Allah'ın emri ve iradesiyle
olur. Galibiyet ve mağlubiyetten hiçbiri, Allah'ın hükmünün dfşında değildir. İbn Cevzî şöyle der: Yani, galibin yenmesi ve mağlûbun
yenilmesi, Allah'ın emri ve hükmüyle olur.[8]
4, 5.
Bizanslıların İranlıları yendiği ve Allah'ın Bizanslıların galip geleceğine dair
va'di gerçekleştiği gün, Allah'ın ateşperestlere karşı
Ehl-i kitaba yardımından dolayı mü'minler sevinir. Çünkü Ehl-i
kitab, mü'minlere
ateşperestlerden daha yakındır. Bizanslıların İranlılara galip geldiği gün,
Bedir savaşı gününe rastlamıştır. İbn Abbas şöyle der: Bedir günü, hem putperestlerin hem de
ateşperestlerin yenilgiye uğradıkları bir gündür. Allah, kullarından dilediğine
yardım eder. O, düşmanlarından intikam alma hususunda güçlü, dost ve
sevdiklerine karşı da merhametlidir. [9]
6. Bu, Allah'ın
verdiği sağlam bir sözdür. Bunun bozulması mümkün değildir. Çünkü onun va'di hak, sözü doğrudur. Fakat cehaletlerinden ve
düşüncesizliklerinden dolayı insanların çoğu bunu bilmez. [10]
7. Onlar dünya
işlerinden, menfaatlerinden ve dünyada ihtiyaçları olan ziraat, ticaret, inşaat ve benzeri
hayatla ilgili işlerden anlarlar. İbn Abbas şöyle der: Onlar, geçimleriyle ilgili işleri, ne zaman
ekeceklerini, ne zaman biçeceklerini, nasıl dikeceklerini ve nasıl inşaat
yapacaklarını bilirler.[11]
Onlar, âhiret
işlerini bilmezler. Âhiret hakkında düşünmekten ve
onun için amel etmekten gafil ve dalgındırlar. Falıreddin er-Râzî şöyle der:
Onların bilgileri dünyaya mahsustur. Bununla beraber onlar, dünyayı da olduğu
gibi bilemezler. Sadece dünyanın dış görünüşünü bilirler ki bu da onun
lezzetleri ve eğlenceleridir. Onlar dünyanın zararları ve sıkıntılarından ibaret
olan iç durumunu bilmezler. Dış varlığını bilirler, onun yok olacağını
bilmezler. Âhiretten de gafildirler.[12] Belki de "dış görünüş" sözünü kullanmakta,
onların, kabukları bildiklerine, fakat özü anlamadıklarına işaret vardır.
Onların bilgileri, sanki hayvanların bilgileri gibidir. [13]
8. Akıllarıyla
düşünüp de anlamıyorlar mı ki, O Yüce Allah, gökleri ve yeri boşuna yaratmadı.
Onları sadece, hakkı yerine getirmek maksadıyla, sona erecekleri muayyen bir
vakit İçin üstün bir hikmetle yarattı. Sona erecekleri zaman da, kıyamet
günüdür. Kurtubî şöyle der: Bu âyette, kâinatın yok
olacağına, yaratılmış olan her şeyin bir eceli olduğuna ve iyilik yapanın sevap
alacağına, kötülük yapanın ceza göreceğine dikkat çekilmektedir.[14]
İnsanların çoğu öldükten sonra dirilmeyi
ve hesabı inkâr ederler. [15]
9. Yolculuk
edip de, önceki milletlerin helak olduğu yerleri görmediler mi? Peygamberlerini
yalanlamaları sebebiyle nasıl yok olduklarım görüp de ibret almadılar mı?
Öncekiler bunlardan daha güçlü ve kuvvetli, mal ve çocukları daha çoktu. Ziraat
için tarlaları sürdüler, maden çıkarmak için ocaklar kazdılar, sağlam binalar ve
eşsiz sanat eserleriyle yeryüzünü bunlardan daha çok imar ettiler. Beyzâvî şöyle der: Bu âyette, Mekkelilerle bir nevi alay
ifadesi vardır. Şöyle ki, Mekkeliler, dünyada öncekilerden daha zayıf durumda
bir toplum oldukları halde, dünya malıyla gururlanıp övünüyorlardı. Dünya
işlerinin esası, ülkenin zenginliğine, insanları boyunduruk altında
bulundurmaya ve yeryüzünün her tarafında çeşitli imar faaliyetinde
bulunabilmeye dayanmaktadır. Halbuki Mekkeliler geliri olmayan bir ülkeye
sığınmış zayıf kimselerdir.[16]
Peygamberler onlara apaçık mucizeler ve âyetler getirdi de, onları
yalanladılar. Allah, onları suçsuz yere yok edecek değildir. Fakat onlar,
peygamberleri yalanlayıp inkâr ederek kendilerine zulmettiler de helak ve yok
olmaya lâyık oldular. [17]
10. Sonra
suçluların cezası, azapların en kötüsü olan cehennem ateşi oldu. Onlar
peygamberlerimize indirdiğimiz âyetleri yalanladı ve o âyetlerle alay
ettiler. [18]
11. Yüce Allah
gücüyle, İnsanları Önce yaratır, ardından ölümlerinden sonar tekrar diriltir,
Sonra hesap ve ceza için dönüşünüz sadece O'na olacaktır. [19]
12. Kıyamet
kopup da insanlar hesap için toplanıldıkları gün suçlular susar ve delilleri
kesilir. Tek bir kelime dahi konuşamazlar. İbn Abbas şöyle der: Suçlular ümitsizliğe düşer, manasınadır.
Mücâhid de, "suçlular rezil olur" şeklinde tefsir
eder. Kurtubî ise şöyle der: Dilde bilinen şudur: Bir
kimsenin delilleri kesilip de sustuğu zaman denir.[20]
13. Taptıkları
putlardan, onlara şefaat edecek şefaatçiler olmayacak, Onlar, ortak koştukları
putlardan, putlar da onlardan uzaklaşacaktır.
[21]
14. Kıyametin
kopacağı gün, işte o gün birbirlerinden ayrılacaklardır. Daha çok korkutmak ve
uyarmak maksadıyla "kıyametin kopması"m ifade eden
lafız tekrarlandı. Zira kıyametin kopması korkunç bir olaydır. Yani, kıyamet
kopacağı gün mü'minlerle kâfirler birbirinden ayrılıp
iki gnıp olurlar. Bir grup cennette, bir grup
cehennemde olur. Bunun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurdu. [22]
15. İman ederek
güzel amel işleyen takva sahibi mü'minler var ya, işte onlar, cennet bahçelerinde, nimetlerden yararlanır
ve sevinirler. [23]
16. Kur'an'ı inkâr edip öldükten sonra dirilmeyi yalanlayanlara
gelince, işte onlar cehennem azabında sürekli kalacaklardır. [24]
17. Şu halde,
sabah-akşam Allah'ı teşbih edin ve layık olmadığı noksan sıfatlardan uzak
tutun. [25]
18. Yüce Allah,
göklerde ve yerde hamd ile
övülmüştür. Öğle vaktine eriştiğinizde ve günün sonunda da O'nu teşbih edin.
İbn Abbas şöyle der:
Göktekiler de yerdekiler de Allah'ı
över ve O'na dua ederler.[26]
Tefsirciler şöyle der: "Göklerde ve
yerde hamd ona mahsustur" cümlesi, ara cümlesidir.
Sözün aslı şöyledir: "Şu halde sabah-akşam, günün sonunda ve öğle vaktine
eriştiğinizde Allah'ı teşbih edin" Bundaki hikmet, İbadete muvaffak olmanın,
hamd edilmesi gereken bir nimet olduğuna işarettir.
Aşiy, güneş battıktan sonra gecenin ilk üçte birine
kadar olan vakte denir. [27]
19. O' kâfirden
mü'mini, mü'minden kâfiri,
taneden bitkiyi, bitkiden taneyi, meniden canlıyı, canlıdan meniyi çıkarandır.
Kuruyup çorak hale geldikten sonra yeryüzünü bitkilerle canlandıran da O'dur.
Allah yeryüzünden bitkileri çıkardığı gibi, aynı şekilde, kıyamet gününde hesap
için sizi kabirlerinizden çıkaracaktır. Kurtubî şöyle
der: Yüce Allah, burada sonsuz kudretini açıkladı. Kuruduktan sonra, bitkileri
çıkarmak suretiyle yeryüzüne bir canlılık verdiği gibi, sizi de, öldükten sonra
diriltecektir.'[28]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler,
birçok edebî sanatı kapsamaktadır.
Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "mağlup
oldu" ile "galip gelecekler" ve "Önce" ile "sonra" arasında ttbâk vardır.
2. "bilmezler"
ile "bilirler" arasında tıbak-ı selb vardır.
3. "O, çok
güçlü ve çok merhametlidir" cümlesinde mübalağa kalıplan
kullanılmıştır.
4. "Onlar,
âhiretten gafil olanların ta kendileridir" cümlesinde
hasr ifade etmek için zamir tekrar edilmiştir. İsim
cümlesi olarak gelmesi ise, onların devamlı gaflet içinde olduklarını göstermek
içindir.
5. "Yeryüzünde
yolculuk yapıp da görmediler mi?" sorusu inkâr ve kınama ifade
eder.
6. "kötülük
yaptılar" ile "kötü" arasında cinâs-ı iştikak vardır.
7. "Yaratmaya
başlar" ile "rekrar diriltir" ve "akşamlarsınız" ile
"sabahlarsınız" arasında tıbâk
vardır.
8. Şu iki
âyette mutlular ile mutsuzların durumu arasında mukabele vardır: İman edip iyi
işler yapanlara gelince, onlar cennette nimetlere mazhar olacaklardır. İnkâr edenlere, âyetlerimizi ve âhiret buluşmasını yalan sayanlara gelince, işte onlar
azapla yüzyüze
bırakılacaklardır.
9. "Ölüden
diriyi çıkartır" cümlesinde, latîf bir istiare vardır. Yüce Allah nıü'min için "diri" yi, kâfir için de "ölü" yü müsteâr olarak kulladı. Bu, son
derece güzel bir istiaredir.
10. Âyet
sonlarında fasıla harflerine riâyet edilmiştir. Çünkü bunun, kulağa daha güzel
tesiri vardır. Mesela gibi.[29]
Bir Nükte
Zemahşerî
şöyle der: "Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilirler" sözü, dünyanın
zahiri ve bâtını olduğunu gösterir. Zahiri, zinetlerinden faydalanmak ve lezzetli şeylerinden
yararlanmak gibi câhillerin bildiği, şeylerdir. Bâtını ve hakikati ise, dünya
âhirete geçiş yeridir. İtaat
edilerek ve iyi ameller işlenerek dünyadan âhirete
azık hazırlanır.[30]
Şu beyitleri söyleyen ne güzel
söylemiş:
Ey oğlum! İnsanlardan öylesi
vardır ki, işiten ve gören adam suretinde bir hayvandır. Malına gelen her türlü
musibette duyarlıdır.
Dinine bir musibet geldiğinde
anlamaz. [31]
20. Sizi
topraktan yaratması, O'nun delillerinden-dir. Sonra
siz, gelişip yayılan birer insan oîuverdiniz.
21. Kaynaşmanız
için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp da
aranızda sevgi ve merhamet meydana getirmesi de O'nun delillerindendir. Doğrusu
bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.
22. O'nun
delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve
renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için ibretler
vardır.
23. Geceleyin
ve gündüzün uyumanız ve Allah'ın lütfundan aramanız da
O'nun delilerindendir. Gerçekten bunda, işiten bir kavim için ibretler
vardır.
24. Yine O'nun
delillerindendir ki, size korku ve ümit vermek üzere şimşeği gösteriyor, gökten
su indirip ölümünün ardından arzı
onunla diriltiyor. Doğrusu bunda, aklım kullanan bir kavim için
ibretler vardır.
25. Göğün ve
yerin O'nun buyruğu ile durması da O'nun delillerindendir. Sonra sizi topraktan
bir çağırdı mı hemen çikıverirsiniz.
26. Göklerde
ve yerde olanlar
hep O'nundur. Hepsi O'na boyun
eğmiştir.
27. İlkin
mahlûkunu yaratıp (ölümden) sonra onu tekrar yaratan O'dur, ki bu, O'nun için
pek kolaydır. Göklerde ve yerde bulunan en yüce sıfatlar O'nundur. O, mutlak
kudret ve hikmet sahibidir.
28. Allah size
kendinizden bir misal vermektedir. Size verdiğimiz rizıklarda, emrinizde bulunan kölele-rinizinde sizinle eşit
şekilde hak sahibi olmalarına razı olur ve birbirinizi saydığınız gibi bu
ortaklarınızı sayar mısınız? İşte biz âyetlerimizi aklını kullanan bir millet
için böyle açıklıyoruz.
29. Gel gör ki
haksızlık edenler, bilgisizce kötü arzularına uydular. Allah'ın saptırdığını kim
hidayete erdirir? Onlar için herhangi bir yardımcı yoktur.
30. Sen yüzünü
"hanîf" olarak dine, yani, Allah insanları hangi
"fıtrat" üzere yaratmış ise, o fıtrata çevir. Allah'ın bu yaratışında değişme
yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu
bilmezler.
31. Hepiniz
Allah'a yönelerek, O'na karşı gelmekten sakının, namazı kılın; müşriklerden
olmayın.
32. Dinlerini
parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın. Her
fırka, kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.
33. İnsanlar
bir zarara uğrayınca, Rablerine yönelir O'na yalvarırlar. Sonra Allah, kendi
katından onlara bir rahmet taddırınca, bakarsınız ki
onlardan bir gurup Rablerine ortak koşup durmaktadırlar.
34. Kendilerine
verdiklerimize nankörlük etsinler bakalım! Haydi sefa sürün; ilerde
anlayacaksınız!
35. Yoksa
onlara bir kesin delil indirdik de, o deli!, müşrik olmalarını mı
söylüyor?
36. İnsanlara
bir rahmet tattırdığımızda ona sevinirler. Şayet yaptıklarından ötürü başlarına
bir fenalık gelse, hemen ümitsizliğe düşüverirler.
37. Görmediler
mi ki Allah, rızkı dilediğine geniş geniş vermekte,
dilediğinin rızkını da daraltmaktadır. Şüphesiz inanan bir kavim için bunda,
ibretler vardır.
38. O halde
sen, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Allah'ın rızâsını isteyenler
için bu, en iyi-sidir kurtuluşa erenler işte onlardır.
39. İnsanların
mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir faiz, Allah katında artmaz.
Allah'ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte zekâtı veren o kimseler, evet onlar kat
kat arttıranlardır.
40. Sizi
yaratan, sonra rızık veren, sonra sizi öldürecek,
daha sonra da diriltecek olan, Allah'tır. Peki sizin Allah'a eş tuttuğunuz
ortaklarınız içinde bunlardan birini yapabilecek var mı? Allah onların ortak
koştuklarından münezzehtir ve yücedir.
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde
insanların âhiretteki durumlarını ve kendisinin,
mahlûkâtı yoktan yaratmaya ve tekrar diriltmeye muktedir olduğunu anlattıktan
sonra, burada da ilahlığmi ve insanlığı yaratmakta,
dillerinin ve, şekillerinin farklılığında, yeryüzünü yağmurlarla diriltmesinde
ve insanların uyuması ve kalkmasında kendisinin birliğini gösteren delilleri
anlattı. Sonra da, yaratan ve rızık veren sadece
kendisi olduğu halde, başkalarına ibadet etmeleri mevzuunda müşriklere misal
getirdi. [32]
Kelimelerin İzahı
Âyât, alâmet
mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur.
Burada Allah'ın halılığının ve
birliğinin alâmetleri manasınadır.
Yayılırsınız. Geçim işleriniz
hususunda dağılırsınız.
Eşlere meyletmeniz ve onlara
ısınmanız için.
Kânitûn,
Allah'ın irâdesine boyun eğip itaat edenlerdir.
el-Meselu'1-a'lâ; Olgunluk ve yücelikte en üstün
vasıf.
Kayyim;
dosdoğru, kendisinde eğrilik bulunmayan. Munîbîn,
yönelenler olarak, Tevbe ve ihlas ile dönmek
demektir. [33]
Âyetlerin Tefsiri
20. Aslınız
Âdem'i topraktan yaratması, onun büyüklüğünü
ve gücünün sonsuzluğunu gösteren apaçık delillerdendir. Âdem (a.s.)
insanoğlunun aslı olduğu için, burada, "sizi yarattı" diyerek, yaratılışı
insanlara izafe etti. Sonra siz gelişir, meniden embriyona, ebriyondan bir parça ete, ondan da akıllı insanlara
dönüşürsünüz. Geçiminizi sağlayacak şeyleri elde etmek için her tarafa
dağılırsınız. İbn Kesîr şöyle der: İnsanları yaratan,
onları yürüten, emri altına alan, çeşitli kazanç ve geçim yollarında dolaştıran;
ilim, fikir, güzellik, çirkinlik, zenginlik, fakirlik, mutluluk ve mutsuzlukta
birbirinden farklı kılan Allah, noksan sıfatlardan uzaktır.[34]
21. Onun
büyüklüğünü ve gücünün sonsuzluğunu gösteren alâmetlerden biri de, sizin için,
kendi cinsinizden sizin gibi Âdemoğullarından kadınlar yaratması ve onları
farklı bir cinsten yaratmamış olmasıdır. İbn Kesîr
şöyle der: Eğer Yüce Allah kadınları, başka bir cinsten, cinlerden ve
hayvanlardan yaratmış olsaydı, erkeklerle eşleri arasında bu sıcaklık meydana
gelmez bilakis aralarında nefret oluşurdu. Eşlerin aynı cinsten olması. Allah'ın
Âdemoğullarma sonsuz rahmetindendir.[35]
Onlara meyledesiniz ve birbirinize ısınasmız diye böyle yarattı. Eşler arasında da şefkat ve
sevgi meydana getirdi. İbn Abbas şöyle der: Mevedde, erkeğin,
eşini sevmesi; rahmet ise, herhangi bir kötülüğün gelmemesi için eşine şefkat
göstermesidir. İşte bu anlatılanlarda Allah'ın kudretini ve büyüklüğünü düşünüp
de yüce hikmetini anlayan bir kavim için büyük ibretler vardr. [36]
22. Allah'ın
gücünün sonsuzluğunu gösteren büyük alâmetlerinden bazıları da yüksek ve geniş
gökleri, alçak ve yoğun yerküresini yaratması; dillerin Arapça, Farsça, Türkçe
ve Rumca gibi farklı, renklerin, beyaz, siyah ve kırmızı gibi çeşitli oluşudur.
Öyle ki, bütün insanlar Adem'in (a.s.) soyundan olmasına rağmen hiçbir şahıs
başka bir şahsa, hiçbir insan da başka bir insana benzemez, Şüphesiz bunda,
ilim, anlayış ve basiret sahipler için alâmetler vardır. [37]
23.
Bedenlerinizi dinlendirmek için gündüzün öğle vakti ve gece karanlığında
uyumanız, gündüzün rızkınızı aramanız, onun gücünün sonzusluğunu gösteren alâmetlerdendir, Kuşkusuz bunda,
anlayacak ve görecek bir şekilde dinleyen bir toplum için alâmetler vardır. [38]
24.
Yıldırımlardan korkmanız ve yağmuru beklemeniz için size şimşeği göstermesi de
onun birliğine ve gücüne delâlet eden büyük alâmetlerdendir. Katâde şöyle der: Yolcunun korkması, mukîmin de yağmur
beklemesi için.[39] Yeryüzü ölü, cansız, ekinsiz ve bitkisiz
bir halde iken, gökten yağmur yağdırıp yeryüzünde bitkiler bitirmesi de bu
delillerdendir. Kuşkusuz bu anlatılanlarda, akıllanyla
Allah'ın nimetlerini düşünenler için büyük öğüt ve ibretler vardır. [40]
25. Kudretiyle,
göklerin direksiz olarak durması, tedbiri
ve hikmetiyle yeryüzünün
sabit kalıp üzerinde yaşayanlar sebebiyle tersyüz
olmaması da onun yüceliğini gösteren apaçık alâmetlerdendir. Sonra siz
kabirlerden çıkmaya çağrıldığınızda, hemen hesap ve ceza için çıkıverirsiniz.
Çıkışınız biran olsun gecikmez. Tefsirciler şöyle der: Bu da, İsrafil (a.s.)'in
sûr'a ikinci defa üfürdüğü zaman olur. İsrafil (a.s.): "Ey kabir halkı, kalkın"
diye seslenir. Önceki ve sonrakilerden hiçbir şahıs kalmaksızın kalkıp bakar'[41]
26. Göklerde ve
yerde bulunan melekler, insanlar ve
cinler, ne varsa hepsi Allah'ın mülkü, yarattığı ve tasarrufta bulunduğu
şeylerdir. Bu hususlarda hiçbir kimse Allah'a ortak değildir. Hepsi Yüce
Allah'ın emrine boyun eğmekte, itaat etmekte ve teslim olmaktadırlar. [42]
27. Mahlûkâtı
yoktan yaratan odur. Öldükten sonra hesap ve ceza için diriltecek olan yine
odur. Mahlûkâtı yeniden yaratmak, onun için hiç yoktan yaratmaktan daha
kolaydır. İbn Abbas: "Yani
daha kolaydır" der. Mücâhid ise şöyle der: Yeniden
diriltmek, yoktan yaratmaktan daha kolaydır. Halbuki hiç yoktan yaratmak da onun
için kolaydır"[43]
Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah, kullara anlayacakları şekilde hitap etti.
Yani, sizin takdirinize ve hükmünüze göre yeniden yaratmak, yoktan yaratmaktan
daha kolay olduğuna göre; sizin mantığınız ve usulünüzce, yoktan yaratabilene
öldükten sonra diriltmek daha kolaydır.[44]
En Yüce vasıf O'na aittir. Bu hususta hiç kimsenin O'na yaklaşacak yücelik,
olgunluk, büyüklük ve hükümranlık sıfatı yoktur. Göklerde ve yerlerde bulunan
herkes O'nu o yüce vasıfla niteler. O vasıfda hiçbir
şeyin, Yüce Allah'ın benzeri olmayışıdır. O, her şeye gücü yeten ve bütün işleri
bir hikmet ve menfaat gereği olandır.
Bundan sonra Yüce Allah,
müşriklerin putlara ibadet etmesinin bâtıl oluşunu bir misalle açıklayarak şöyle
buyurdu: [45]
28. Ey kavim!
Rabbiniz size, kendinizden gerçek bir misal getirdi. Sizden biriniz, Allah'ın
kendisine rızık olarak verdiği malında, kölesinin ona
ortak olmasına razı olur mu? Sizden biri, kendisi için buna razı olmazsa, siz,
Allah'ın ortağı olmasına nasıl razı oluyorsunuz? Halbuki gerçekte o ortak
koştuğunuz mahluk ve
Alhıh'ın kuludur. Âyetin bu bölümü, darb-ı meselin devamıdır. Yani siz mallarınızda
kölelerinizle eşit değilsiniz. Siz kendi deriginiz
olan hürlerden korktuğunuz gibi onlardan korkmuyorsunuz. Kölelerinizin
mallarınızda size ortak olmasına razı olmuyorsunuz da mülkünde ve
yarattıklarında Allah'ın bir ortağı olmasına nasıl razı oluyorsunuz? İşte bu
apaçık beyan gibi, misalleri düşünme hususunda aklını kullanan bir topluluk için
âyetleri açıklıyoruz. [46]
29. Burada
idrâb İçindir. Yani, Allah'a ortak koşmaları
hususunda onların ne bir delilleri ne de geçerli bir mazeretleri vardır. Aksine
bu ortak koşma olayı ilimsiz ve delilsiz olarak nefsin arzusudur. Kurtubî şöyle der: Müşriklerin aleyhinde delil gelince Yüce
Allah onların, putlara tapma hususunda sırf kendi heva
ve heveslerine uyduklarını ve bu hususta atalarını taklit ettiklerini anlattı.[47]
Allah'ın saptırmak istediği kimseyi doğru yola iletecek hiç kimse yoktur.
Allah'ın azabından onları kurtaracak ve yardım edecek kimse de yoktur. [48]
30. Bütün bâtıl
dinlerden uzak durup hak din olan İslama yönelerek
dini sırf Allah için kıl, gayret ve gücünle İslama
gel. Sana, üzerinde dosdoğru yürümeyi emrettiğimiz bu hak din, Allah'ın fıtrat
kanunudur. İnsanları ona göre yaratmıştır. O fıtrat kanunu, Allah'ı birlemedir.
Nitekim hadiste şöyle buyrulmuştur: Her doğan İslâm
fıtratı üzerine doğar. Sonra anne ve babası onu yahudileştirir..."[49]
Allah açısından, bu tertemiz fıtratı değiştirme yoktur, İbn Cevzî şöyle der: Ayetin lafzı
olumsuzluk, mânası ise yasaklama ifade eder. Yani, Allah'ın yarattığını
değiştirmeyin. Sonra insanları Allah'ın yarattığı fıtratlarından çevirmiş
olursunuz.[50]
İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu câhildir. Düşünüp de kendilerini
yaratan bir ilâhın olduğunu bilemezler. [51]
31. Ey
insanlar! Tevbe ve samimi amelle Rabbinize dönerek
yüzünüzü hak dine çevirin. Rabbinizden korkun, söz ve fiillerinizde onun
gözetiminde olduğunuzu bilin, namazı Allah'ı razı edecek şekilde dosdoğru
kılın. Allah'a ortak koşan ve ondan başkasına tapanlardan olmayın. Bundan sonra
Yüce Allah, ortak koşanları açıklayarak şöyle buyurdu: [52]
32. Dinleri
hakkında ihtilafa düşüp onu değiştiren ve bozan, böyle gruplara ve hiziplere
ayrılanlardan olmayın. Onların her biri kendi dininde taassup gösterir ve hepsi
kendi heva ve hevesine tapar. Her mr cemaat ve grup kendi icat ettiklerine tutunur, üzerinde
bulundukları eğri dinle sevinirler ve bâtıllarını hak zannederler. İbn Kesir şöyle der: Dinlerini değiştirip bozan ve bir
kısmına inanıp bir kısmına
inanmayan müşriklerden olmayın.
Yahudiler, hristiyanlar; ateşprestler,
putperestler ve İslamın dışında kalan diğer bâtıl din
mensupları böyledir. Bizden önceki dinlerin mensupları, dinleri hususunda
çeşitli bâtıl görüşlere ayrıldılar. Onlardan her grup, kendilerinin doğru yolda
olduklarını iddia ederler.[53]
33. İnsanlara
bir sıkıntı, fakirlik, hastalık ve benzeri belalardan biri geldiğinde, Bu
zarardan kurtulmak için, putlarını bırakıp sadece Allah'a yalvarıp yakarırlar,
Çünkü bilirler ki, Allah'tan başka zararı kaldıracak yoktur. İşte o zaman,
Allah'a dönüp boyun eğerler. Sonra Allah onlara zenginlik, rahat ve sıhhat
verip de onları bu zarar ve sıkıntıdan kurtardığında, bir de ne görürsün
onlardan bir topluluk Allah'a ortak koşuyor ve onunla birlikte başkasına
tapıyorlar. Bu âyetten maksat, müşriklerin yaptığının çirkinliğini ifade
etmektir. Çünkü onlar sıkıntılı anlarda Allah'a dua eder, rahata kavuşunca da
ortak koşarlar. [54]
34. Bu âyet,
tehdit yoluyla söylenmiş bir emirdir. Yani onlar, Allah'ın nimetlerini inkâr
etsinler, dünyada onlardan yararlansınlar. Ey müşrikler! Bu hayatın zînetlerinden ve geçici nimetlerinden yararlanmanızın
sonunun nasıl olacağını göreceksiniz. [55]
35. Bu soru
kınama ve inkâr ifade eder. Yani, Biz o müşriklere ortak koşmalarına izin veren
apaçık, bir delil veya şirk koşmalarını ve yaptıklarının doğruluğunu söyleyip
şahitlik eden gökten bir kitap mı indirdik? İş onların tasavvur ettikleri gibi
değildir. Yani, onların bu hususta herhangi bir delilleri yoktur. [56]
36. İnanlara
bolluk zenginlik ve afiyet lütfettiğimizde yüzleri güler ve sevinirler. Eğer
günahları yüzünden onlara bir belâ ve azap gelirse, hemen rahmetten ve huzurdan
ümit keserler. İbn Kesir şöyle der: Bu, insanı
kınamadır. Ancak Allah'ın koruduğu kimseler bunun dışındadır. İnsanın eline bir
nimet geçtiğinde şımarır, bir sıkıntı geldiğinde ise
ümitsizliğe düşer.[57]
37. Rızkı
genişletme ve daraltma hususunda Allah'ın gücünü ve dünyada dilediğine bol
bol mal verdiğini, dilediğinin de rızkını daralttığım
görmediler mi? Fakirliğin, onların Allah'ın rahmetinden ümit kesmelerine sebep
olması gerekmez. Bu anlatılanlarda, yaratan ve rızik
veren Allah'ın hikmetine inanan bir kavim için, Allah'ın kudretini gösteren
apaçık bir delil vardır. [58]
38. Akrabaya
iyilik ve sıla-i rahim gibi haklarını ver. Aynı şekilde düşküne ve yolculuğunda
darda kalmış yolcuya da sadaka ver, iyilik yap. Kurtubî der ki: Daha önce, rızkı genişleten ve daraltanın
Yüce Allah olduğu anlatılınca, Allah,
rızkını genişlettiği kimseye, şükrünü denemek için fakire ihtiyacını vermesini
emretti. Bu hitap Peygamber (s.a.v.)'e yapılmış olmasına rağmen, maksat hem o,
hem de ümmetidir.[59]
Bu verme ve ihsanda-bulunma,
yaptıklarıyla Allah'ın rızasını isteyen
ve sevabını dileyenler için daha
hayırlıdır. İşte yüksek dereceleri elde edenler de onlardır. [60]
39. Ey
zenginler topluluğu! Malınız artsın ve çoğalsın diye faizle verdiğiniz
mallarınız, Allah katında ne artar, ne da çoğalır, Çünkü o pis bir kazançtır.
Allah onun bereketini vermez. Zemahşerî der ki: Bu
âyet aynen, Yüce Allah'ın, "Allah faizi mahveder sadakaları çoğaltır"[61]
mealindeki âyetine benzer.[62]
Allah rızası için, samimiyetle
verdiğiniz sadaka ve yaptığınız iyilikler var ya, işte
onu verenler için kat kat sevap ve mükafat vardır.
Onlara iyiliklerinin karşılığı kal kal ödenir. [63]
40. Kulları
yaratan ve rızık veren Yüce Allah'tır. İnsanı
annesinin karnından çıplak, hiçbir şey bilmez, görmez ve işitmez olarak çıkarır.
Daha sonra ona mal, mülk ve eşya verir. Ardından bu hayattan sonra sizi
öldürecek, sonra da kıyamet gününde, yaptıklarınızın karşılığını vermek için
sizi diriltecektir. Allah'ı bırakıp da kendilerine taptıklarınızdan herhangi
biri, böyle bir şey yapabilir mi? Hayır, bilakis Allah, yaratma, rızık verme, öldürme ve diriltmede müstakildir. Yüce Allah,
kendisinin ortağı veya benzeri, veya çocuğu yahut babası olmasından uzak ve
yücedir. Allah, müşriklerin söyledikleri şeylerden uzak, son derece yüce ve
uludur. [64]
Edebi Sanatlar
1. "korkarak"
ile "bekleyerek"; bollaştırır ile "daraltır"; "sizi öldürür" ile "sizi
diriltir" ve "yoktan yaratır" ile
"tekrar yaratır" kelimeleri arasında tibâk
vardır.
2. "çağırdı"
ile "çağrı" ve "fıtrat" ile "yarattı" arasında cinâs-ı iştikak
vardır.
3. "insanlara
bir rahmet tattırdığımız zaman onunla sevinirler." cümlesi ile "elleriyle yapıp
öne sürdüklerinden dolayı onlara bir kötülük erişince de, derhal umutsuzluğa
düşerler " cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
4. "yüzünü
çevir" cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. Yüce Allah
burada cüz'ü zikretmiş küllü kasd etmiştir. "Allah'a
tamamen yönel" demektir.
5. "Sizi
yaratan, sonra sizi besleyen, sonra öldürecek daha sonra da diriltecek olan
Allah'tır." âyetinde sec'i murassa olup, dizilmiş
inciye benzemektedir. [65]
41. İnsanların
bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat belirdi ki Allah
yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki tuttukları kötü yoldan
dönerler.
42. De ki:
Yeryüzünde gezip dolaşın da, öncekilerin akıbetleri nice oldu, görün. Onların
çoğu müşrik idi.
43. Allah
katından, geri çevrilmesi mümkün olmayan bir gün gelmeden önce, yönünü sağlam
dine çevir! O gün, insanlar bölük bölük
ayrılacaklardır.
44. Kim inkâr
ederse, inkârı kendi aleyhine olur. İyi işler yapanlara gelince, onlar da
yerlerini sırf kendileri için hazırlarlar.
45. Zira Allah,
iman edip iyi işler yapanlara kendi lütfundan karşılık
verecektir. Şüphesiz O,
kâfirleri sevmez.
46. Size rahmetinden tattırsın, emriyle
gemiler yüzsün fazlından (nasibinizi) arayasınız ve şükredesi-niz
diye müjdeciler olarak rüzgârları göndermesi
de Allah'ın
delillerindendir.
47. Andolsun ki,
biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de, onlara açık
deliller getirdiler. Günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir.
Mü'minlere yardım etmek de bize borç
olmuştur.
48. Rüzgarları
gönderen Allah'tır. Rüzgârlar bulutu kaldırır. Derken, Allah onu gökte dilediği
gibi yayar ve parça parça eder; nihayet arasından
yağmurun çıktığını görürsün. Allah dilediği kullarına yağmuru nasip edince,
sevinirler.
49. Oysa onlar,
daha önce, üzerlerine yağmur yağdırılmasından iyice ümitlerini
kesmişlerdi.
50. Allah'ın
rahmetinin eserlerine bir bak: Arzı, ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphesiz
O, ölüleri de mutlaka çürütecektir. O, her şeye kadirdir.
51. Andolsun bir
rüzgâr göndersek de ekinleri sararmış görseler, ardından muhakkak nankörlüğe
başlarlar.
52. Elbette sen
ölülere duyuramazsın; arkalarını dönüp giderlerken sağırlara o daveti
işittiremezsin.
53. Körleri de
sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola iletemzsin.
Ancak teslimiyet gösteren ve âyetlerimize iman edenlere
duyurabilirsin.
54. Sizi güçsüz
bir şeyden yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin
ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren, Allah'tır. O, dilediğini yaratır.
Hakkıyla bilen ve üstün kudret sahibi olan
ancak O'dur.
55. Kıyamet
koptuğu gün, günahkârlar, ancak pek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler.
İşte onlar, böyle döndürülüyorlardı.
56. Kendilerine
ilim ve iman verilenler şöyle derler: Andolsun ki siz,
Allah'ın yazısında yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bugün yeniden
dirilme günüdür; fakat siz bugünü tanımıyordunuz.
57. Artık o
gün, zulmedenlerin mazeretleri fayda vermeyeceği gibi, onlardan Allah'ı hoşnut
etmeye çalışmaları da istenmez.
58. Andolsun ki
biz, Kur'ân'da insanlar için her çeşit misali vermeşizdir. Şayet onlara bir mucize getirsen inkarcılar
kesinlikle şöyle diyeceklerdir: Siz ancak bâtıl şeyler ortaya
atmaktasınız.
59. İşte bilmeyenlerin kalblerini Allah
böylece mühürler.
60. Sen şimdi
sabret. Bil ki Allah'ın vâ'di gerçektir. İyice
inanmamış olanlar, sakın seni gevşekliğe sevketmesin!
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti:
Yüce Allah önceki âyetlerde,
kendisinden başkasına ibadet ettikleri için müşrikleri kınadı. Bu âyetlerde de,
sıkıntı ve belâyı gerektiren inkâr, günahların yayılması, kötülüklerin ve büyük
günahların çoğalması gibi sebepleri anlattı. Bu günah ve kötülüklerin yüzünden
iyilik azalır, bereket kalkar. Yüce Allah aynı zamanda bu âyetlerde, Kureyş'in dikkatini çekmek ve onlardan önce gelip geçmiş ve
peygamberleri yalanlamış olan müşrikleri azgınlıkları ve günah işlemeleri
sebebiyle Allah'ın nasıl yok ettiğini görüp ibret almalarını emretmek için
geçmiş milletlerin yok olmasıyle ilgili misaller
getirdi. [66]
Kelimelerin İzahı
Ayrılırlar. Bir topluluk dağılıp
ayrıldığında denir. Bu kökten başın bölümlerini birbirinden ayırıyormuş gibi olan şiddetli baş ağrısına
denir.
Kendilerine dilenme ve kalma yeri
hazırlarlar. yaiakıle mektir.
Kisef, parça
mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Vedk, yağmur
demektir.
Müblisîn,
ümitsizliğe düşenler. Şiddetli ümizsizlikten dolayı,
kendilerinde üzüntü açıkça görünenler.
Döndürülürler. Yalan
manasınadır. Onların razı etmeleri
istenmez. "Razı etmesini istedim, o da beni razı etti" mânâsında denilir. [67]
Âyetlerin Tefsiri
41. İnsanların
günah ve isyanları yüzünden, karada ve denizde belâ ve musibetler ortaya çıktı.
Beyzâvî şöyle der: Âyette geçen fesattan maksat,
insanların günahları ve isyanları yüzünden kıtlık, yangın, sel felaketlerinin
çoğalması bereketin kalkması ve zararların çoğalmasıdır.[68]
İbn Kesir de şöyle der: Ekinlerin ve meyvelerin
azalması günahlar yüzündendir. Çünkü yerlerin ve göklerin salâhı itaata bağlıdır.[69]
Yaptıklarının hepsi sebebiyle âhirette
cezalandırmadan önce, bazı amellerinin vebalini tattırmak için bu belâlar
ortaya çıktı. Umulur ki, tevbe ederler ve yapmakta
oldukları günah ve isyanlardan vazgeçerler. [70]
42. Ey
Muhammedi o müşriklere de ki, memleketleri gezip dolaşın da zulmetmiş olanların
yurtlarına bakın ve peygamberleri yalanlamalarının ve işlerinin sonunun nasıl
olduğunu görün. Allah onların yurtlarını harap edip de onları ders alacaklar
için bir ibret kılmadı mı? Onların çoğu Allah'ı inkâr etmişlerdi, dolayısıyle yok edildiler.
[71]
43. Bütün
kalbinle, dosdoğru din olan İslama yönel. Bütün
hayatını dosdoğru onun üzerinde geçir. Kurtubî şöyle
der: "Islama yönel ve yönünü o kıymetli dine uymaya çevir.'[72] Hiç kimsenin geri çeviremiyeceği o korkunç gün gelmeden önce bunu yap. Çünkü
Allah, o günün hükmünü vermiştir. O da, kıyamet günüdür. O gün insanlar çeşitli
gruplara ayrılırlar. Bir grup cennete, bir grup da cehenneme gider. [73]
44. Kim Allah'ı
inkâr ederse, cehennemde ebedî kalmanın yanında, inkârının vebalini de çeker de
iyi iş yapar ve Allah'a itaat ederse, kendileri için hayır takdim etmiş olurlar
ve naim cennetinde gözlerini aydın kılacak şeylere
kavuşurlar. Kurtubî şöyle der: İyi amel sayesinde
kendileri için âhirette kalacak ve oturacak yer ve
yatak hazırlarlar. "Yatağı hazırladım ve yaydım" mânâsında denir.[74]
45. Kendileri
için bunu hazırlarlar ki Allah, takva sahibi kullarına va'dettiği şeyleri onlara lütfetsin, Kuşkusuz Allah
kâfirleri sevmez, aksine onlara kızar ve buğzeder.
Mü'minleri lütfuyla
mükâfatlandırır, kâfirleri adaletiyle cezalandırır. [75]
46. Yağmurun
geleceğini, bitkileri ve rızkı müjdeleyici olarak bulutları sevkeden rüzgârları göndermesi, Allah'ın gücünün
sonsuzluğunu gösteren alâmetlerdendir. Rahmetinden size, kendisiyle ülkeleri ve
insanları diriltecek yağmuru indirmesi, Rüzgârlar estiğinde Allah'ın izni ve
iradesiyle gemilerin denizde yürümesi, denizde ticaret yoluyla rızık talep etmeniz ve Allah'ın size verdiği yüce
nimetlerine şükretmeniz için rüzgârları size gönderir. [76]
47. Ey
Muhammedi Andolsun, seni kavmine peygamber olarak
gönderdiğimiz gibi, senden önce de birçok peygamberi, kendilerini yalanlayan
kavimlerine gönderdik. Bu âyet, peygamber için bir tesellidir. Yardımın
yaklaştığım bildirerek onu rahatlatmaktadır. Peygamberler, onlara,
doğruluklarını gösteren apaçık mucizeler ve kesin deliller getirdiler. Fakat
onlar peygamberleri yalanladılar. Biz de o suçlu kâfirlerden intikam aldık
Kâfirlere karşı mü'minlere yardım etmek, bize gerekli
bir haktır. Bu âyet, Peygamber (s.a.v.)'i teselli etmek için, rüzgarla ilgili
hükümleri açıklayan âyetler arasında bir ara cümle olarak gelmiştir. Ebu Hayyân şöyle der: Bu âyet,
Yüce Allah'ın, "rüzgârları müjdeci olarak göndermesi onun alâmetlerindendir"
mealindeki âyetle, "Allah odur ki, rüzgârları gönderir. Onlar da bulutu sevkeder" âyeti arasında gelmiş bir ara cümlesi olup
Peygamberi (s.a.v.) rahatlatmak, teselli etmek, ona yardım vaat etmek ve inkarcıları tehdit
etmek için gelmiştir.[77]
Bundan sonra Yüce Allah, rüzgârın
esmesindeki hikmeti anlattı ki, o da, bulutlan sevketmek ve onlardan yağmur yağdırmaktır. [78]
48. Allah o dur
ki, rüzgârları gönderir ve rüzgârlar bulutlan harekete geçirip önlerinde sevkederler Allah o bulutları, atmosferin yüksek
tabakalarında hafif veya yoğun, yaygın veya parçalı olarak istediği şekilde
yayar. O bulutları bazan parçalı yapar. Bulutların
arasından yağmurun çıktığını görürsün, Bu yağmuru, dilediği mahlûkun üzerine
indirdiğinde, bir de ne görürsün, onlar yağmur sebebiyle sevinir ve
neşelenirler. [79]
49. Halbuki
onlar, kendilerine yağmur inmeden önce ümitsizliğe düşmüşlerdi. Beyzâvî şöyle der: Âyetteki tekrar pekiştirmek ve onların uzun süre yağmursuz
kaldıklarını ve iyice yağmurdan ümit kestiklerini göstermek içindir.[80]
50. Ey akıllı!
Allah'ın yağmur nimetinin eseri olarak ortaya çıkan ağaçların yeşillenmesi,
çiçeklerin açması ve meyvelerin çoğalmasına ibret ve basiret gözüyle bir bak.
Yeryüzü ölü ve cansız olduktan sonra, Allah'ın onu nasıl bitki bitirir hale
getirdiğini bir gör. Yeryüzünü öldükten sonra diriltmeye gücü yeten bu
yaratıcıdır. Öldükten sonra insanları diriltecek olan da O'dur. Onun herşeye tam mânâsıyle gücü yeter.
Hiçbir şey onu aciz bırakamaz. [81]
51. Eğer
ekinler yetişip yeşillendikten sonra onların üzerine zararlı ve bozucu bir
rüzgâr göndersek ve onlar bu rüzgârın etkisiyle ekinlerin sarardığını görseler,
bunu görünce nimetleri inkâr etmeye başlarlar. Onların hali böyledir: Bolluk
anında sevinirler, ekinlerine herhangi bir felaket geldiğinde, Allah'ın
kendilerine daha önce vermiş olduğu nimeti inkâr ederler. Bundan sonra Yüce
Allah, o kâfirlerin ölüler gibi olduğuna, öğüt ve nasihatin kendilerine fayda
vermeyeceğine dikkat çekerek şöyle buyurdu. [82]
52. Ey
Muhammedi Şüphesiz sen o etkili nasihatları ölülere ve
kulaklarında sağırlık olanlara işittiremezsin. Eğer sağır senden yüzçevirip arkasını döner giderse, sen onu çağırsan da
işitmez. Aynı şekilde kâfir de işitmez, işittiğinden yararlanamaz. Tefsirciler
şöyle der: Bu, Allah'ın kâfirler için getirdiği bir darb-ı meseldir. Allah onları ölülere, sağırlara ve körlere
benzetmiştir. [83]
53. Allah'ın,
kendisine doğru yolu göstermediği kimseye, sen doğru yolu gösteremezsin. Sen,
âyetlerimize inanandan başkasına
işittiremezsin. Onlar, Allah'a itaat ettikleri ve O'nun önünde
eğildikleri için, öğütten yararlananlardır. [84]
54. Ey
insanlar! Allah O'dur ki, sizi zayıf bir asıl olan meniden yarattı. Sonra sizi
cenin, bebek, süt emen çocuk ve sütten kesilmiş olmak üzere çeşitli hallerden
geçirdi. Bunlar, son derece zayıf durumlardır. Sanki zayıflık, sizin yaratılış
maddeniz olmuştur. Sonra siz çocukluk zayıflığı içindeyken, size gençlik
kuvvetini verdi. Sonra da bu gençlik
kuvvetinini ardından yaşlılık ve ihtiyarlık zayıflığım
verdi. O, zayıflık, kuvvet, gençlik ve ihtiyarlıktan dilediğini yaratır. O,
mahlûkâtı idare etmeyi bilir. Dilediğini de yapabilecek güce sahiptir. Ebu Hayyân der ki: Allah'ın,
insanları zayıflıktan yaratması, insanın ilk yaratıldığında, çocukluğunda,
sonra yaşlılık ve ihtiyarlık hallerinde zayıflığı çok olduğu içindir. İnsanı bu
şekillere sokması ise, yaratıcının kudretini ve bilgisini gösterir.[85]
55. Kıyamet
kopup da insanların hesap için diriltileceği gün gelince, suçlu kâfirler,
dünyada bir saatten fazla kalmadıklarına yemin ederler. Beyzâvî şöyle der: Dünyada kaldıkları süreyi az görmeleri,
âhiretteki azaplarının süresine nisbetle veya unuttukları içindir.[86]
Onlar aynı şekilde dünyada da haktan bâtıla, doğrudan yalana
döndürülüyorlardı. [87]
56. İlim ve
iman ehli akıllılar onlara cevap olarak ve onları yalanlayarak derler ki: Andolsun siz, Allah'ın ezelî ilminde takdir ettiği süre
içersinde tekrar diriltildiğiniz zamana kadar kaldınız. İşte bu, inkâr ettiğiniz
yeniden dirilme günüdür. Fakat siz gerçeği arama ve ona uymada geciktiğiniz için
onu tasdik etmediniz. [88]
57. İşte o gün,
zalimlere özür dilemeleri fayda vermez. Onlara, "tevbe
ve itaat etmek suretiyle Rabbinizi razı edin" de denmez. Zira tevbe zamanı artık geçmiştir. [89]
58. Kuşkusuz bu
Kur'an'da, gerçeği açıklayan ve şüpheyi gideren
şeylerden, insanların ihtiyaç duyduğu öğütler, misaller ve haberleri açıkladık,
Ey Muhammed! Andolsun, onlara istedikleri âsâ, deve ve
beyaz el gibi mucizeleri getirsen de, kavminin müşrikleri aşırı inatlarından
dolayı kesinlikle, "Sen ve arkadaşların bâtıl şeyler ortaya atan bir topluluktan
başkası değilsiniz. Yaldızlı sözlerle bizi kandırıyorsunuz" derler. [90]
59. O suçlu
câhillerin kalpleri mühürlendiği
gibi, Allah, kendisini birlemeyen
ve sıfatlarını bilmeyen kâfirlerin
kalplerini de mühürler. [91]
60. Ey
Muhammed! Onların yalanlamalarına ve eziyetlerine sabret. Şüphesiz Allah'ın sana
va'dettiği zafer ve dinini üstün kılacağına dair
verdiği söz, mutlaka yerine getirilecek olan bir haktır. O sapık ve şüpheciler,
söyledikleri sözlerle seni endişeye düşürerek gevşekliğe ve sıkıntıya sevketmesin. Onların yalanlamaları ve eziyetleri yüzünden
sabırsızlık gösterme. [92]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler,
birçok edebî sanatı
kapsamaktadır. Bunları aşağıda
özetliyoruz:
1. "kara" ile
"deniz" arasında tıbâk vardır.
2. "İnsanların
ellerinin işlediği şeyler yüzünden" terkibinde mecâz-ı mürsel vardır. Cüz zikredilmiş, küll kastedilmiştir.
3. "çevir" ile
"dosdoğru" arasında cinâs-ı iştikak vardır.
4. "Kendileri
için kalacak yer hazırlarlar" cümlesinde lâtif bir istiare vardır. Yüce Allah,
iyi amel işleyip gönderenleri, yatağını serip, onda kendisine herhangi rahatsız
edici bir şey dokunmasın ve rahatını kaçırmasın diye uyumak üzere onu düzelten
kimseye benzetti.
5. "Rüzgârları
müjdeleyici olarak göndermesi onun delillerindendir. Rahmetinden size
tattırması... için böyle yaptı" âyetinde ıtnâb vardı.
Bu ıtnâb, birçok nimeti saymak için yapılmıştır.
Halbuki, "lütfunu aramanız için" demek yeterliydi.
Fakat, Allah, kullarına nimetlerini hatırlatmak için sözü
uzattı.
6. "gönderdik"
ile peygamberler arasında cinâs-ı iştikak vardır.
7.
"Peygamberler onları mucizeleri getirdi de biz intikam aldık" cümlesinde hazif yoluyla îcâz vardır. "Onlar peygamberleri yalanladılar
ve onlarla alay ettiler" bölümü ibarede zikredilmemiştir.
8. "Sen ölülere
işittiremezsîn" cümlesinde istiâre-i tasrîhiyye
vardır. Kâfirler hissetmemeleri, öğüt ve delilleri dinlememeleri hususunda,
istiâre-i tasrîhiyye yoluyla ölü ve sağırlara
benzetilmiştir.
9. "zayıflık"
ile " Sy kuvvet" arasında tıbâk vardır.
10. Bu
kelimeler mübalağa kalıplarıdır. "Çok bilen ve çok güçlü"
mânâlarınadır.
11. "Kıyamet
kopacağı gün günahkârlar, ancak pek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler"
âyetinde tâm cinas vardır. Zira, ilk "saat" kelimesinden maksat "kıyamet"
ikinciden maksat ise "süre" dir. İkisi arasında tâm
cinas vardır. Bu da edebî sanatlardandır. [93]
Bir Uyarı
Doğru olan şudur ki, ölü işitir.
Zira.Rasululîah (s.a.v): "Siz onlardan daha fazla
işiten değilsiniz"[94]
buyurmuştur. Başka bir hadiste de, "ölü,
dirilerin ayak seslerini işitir"[95]
buyrulmuştur. Yüce Allah'ın, "Sen Ölülere
işittiremezsin" sözüne gelince, bundan maksat,"Öğüt ve ibret alacak şekilde işittiremezsin"
demektir. Allah daha iyi bilir.
Allah'ın Yardımıyle Rûm Sûresi'nin Tefsiri Bitti. [96]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/501-502.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/502.
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/505.
[4] Bkz. Bakara sûresinin
başı
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
4/506.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/506.
[6] Ebussuûd,
4/176
[7] Beydâvî,
2/103
[8] Zâdu'l-mesîr, 6/288
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
4/506.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/506-507.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/507.
[11] Kurtubî,
14/7
[12] Tefsîr-i kebîr, 25/97
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/507.
[14] Kurtubî,
14/9
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/507.
[16] Beyzâvî,
2/103
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/507-508.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/508.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/508.
[20] Kurtubî,
14/10
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
4/508.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/508.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/508.
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/508.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/508-509.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/509.
[26] İbnııVCevzî, Zâdu'l-mesîr,
6/294
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/509.
[28] Kurtubî,
14/16
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
4/509.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/509-510.
[30] Keşşaf, 3/368
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/510.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/514.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/515.
[34] Muhtasar-ı İbn Kesîr
3/51
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
4/515.
[35] A.g.e.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/515.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/515-516.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/516.
[39] Taberî,
21/22
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/516.
[41] Ebu Hayyân, el-Bahnıl-muhît,
7/168
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
4/516.
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/516.
[43] Muhtasar-ı Tbn Kesîr,
3/52
[44] Bu bir görüştür. Bazı tefsircilere göre burada ism-i tafdîl mukayese için
kullanılmamıştır. Bu takdirde, onun 'Çin kolaydır" manasına
gelir.
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/516-517.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/517.
[47] Kurtubî,
14/23
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/517.
[49] Buhârî, Cenâiz, 80, 92; Müslim, Kader, 22,
25
[50] Zâdu'l-mesîr, 6/302
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/517-518.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/518.
[53] Muhtasar-ı İbn Kesir,
3/35
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
4/518.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/518-519.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/519.
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/519.
[57] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/55
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
4/519.
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/519.
[59] Kurtubî,
14/35
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/519.
[61] Bakara sûresi, 2/276
[62] Keşşaf, 3/379
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/519-520.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/520.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/520.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/524.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/524-525.
[68] Beyzavî,
2/106
[69] Muhtasar-ı İbn Kesir,
3/57
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/525.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/525.
[72] Kurtubî,
14/42
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/525.
[74] Kurtubî,
14/42
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
4/525.
[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/526.
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/526.
[77] el-Bahr,
7/178
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/526.
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/526.
[80] Beyzavî,
2/107
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
4/527.
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/527.
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/527.
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/527.
[84] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/527.
[85] el-Bahr,
7/180
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
4/527-528.
[86] el-Beyzâvî,
2/108
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/528.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/528.
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/528.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/528.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/528.
[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/528-529.
[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/529.
[94] Buhari, Cenaiz, 86; Müslim, Cnnet,
76,77
[95] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
2/445.
[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/529-530.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder