HİCR SURESİ
12
HİCR
SURESİ
Mekke'de inmiştir. 99
âyettir.
Sûreyi Takdim
Hicr sûresi, Allah'ın birliği,
peygamberlik, öldükten sonra dirilme ve ceza gibi temel İslam inançlarını hedef
alan Mekkî sûrelerdendir. Sûrenin ağırlık noktasını, çeşitli zaman ve asırlarda
peygamberleri yalanlayanların ve azgınların yıkılıp yok olmaları teşkil eder.
Dolayısıyla bu sûre, tehdit ve korkutma gölgesi içinde uyarı ile başlar, ihtimal
ki kafirler, müslüman olmuş olmalarını arzu edeceklerdir. Onları bırak,
yesinler, eğlesinler ve boş ümit onları oyalayadursun. Yakında
bilecekler.
Sûre, peygamberlerin çağrısını
arzeder ve yüce peygamberler karşısında olan bedbaht ve sapıkların durumunu
açıklar. Peygamberlerin şeyhi olan Nuh (a.s)'dan son peygamberin gönderilişine
kadar hangi peygamber gelmişse sapık kavmi onunla alay etmiştir. Bu sûre, alay
etmenin, yalanlayıcıların her zamanki âdeti olduğunu açıklar. Andolsun senden
önceki milletler arasında da elçiler gönderdik. Onlara bir peygamber gelmeye
dursun, hemen onunla alay ederlerdi.
Bu sûre, bu enteresan kainat
kitabına serpiştirilmiş, olan açık mucizeleri gösterir. Bu kainat icatçı bir
elin eserlerini sergiler ve Yüce Yaratıcının büyüklüğüne şahitlik eder. Önce
göklerin yaratılmasından başlamak üzere sırasıyla yer, döllendiren rüzgarlar,
hayat ve ölüm, haşir ve neşir sahnelerini anlatır. Bunların hepsi Allah'ın
büyüklüğünü söyler; birliğine ve kudretine şahitlik eder. Andolsun biz gökte
bir takım burçlar yarattık ve seyredenler için onları süsledik. Onları,
taşlanmış her şeytandan koruduk.
Sûre "Büyük insanlık" kıssasını,
hidâyet ve sapıklık kıssasim, Âdem (a.s)'in yaratılışını, onun azgın düşmanı
melun İblisi, meleklerin Âdem (a.s)'e secde etmesini Tblis'in kibirlenip secde
etmemesini Allah'ın emrine karşı çıkmasını Âdem (a.s)'in zürriyetini tehdit
etmesi olayını da temsilî olarak anlatır, Hani Rabbin meleklere demişti ki: Ben
kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş cıvık bir balçıktan bir insan
yaratacağım.
Sûre Âdem (a.s)'in kıssasından
bazı peygamberlerin kıssalarına geçer. Maksat, Rasulullah (s.a.v)'ı teselli
etmek ve ümitsizliğe düşmesin diye mübarek kalbini kuvvetlendirmektir. Sûre Hz.
Lût, Şuayb ve Salih (a.s)'ın ve bunların yalanlayıcı kavimlerinin başlarına
gelenlerden bahseder.
Bu mübarek sûre, mu'cizevî
Kur'an'm indirilmesiyle peygamber (s.a.v)'e verilen büyük nimeti ona
hatırlatarak sona erer. Müşriklerden gördüğü eziyetlere karşı sabretmesini ve
gönlünü hoş tutmasını emreder. Peygamber (s.a.v.) ve mü'minlcr için gelecek
yardımın yakın olduğunu müjdeler. Andolsun ki biz sana, tekrarlanan yedi âyeti
ve bu yüce Kur'an'ı verdik..." Sûrenin sonuna kadar devam eder. [1]
İsmi
Bu mübarek sûreye "Hıcr sûresi"
denildi. Çünkü bu sûrede Yüce Allah Salih (a.s)'in kavminin başlarına gelenleri
anlattı. Bunlar Semûd kabilesi-dir. Yurtları, Medîne ile Şâm bölgesi arasındaki
Hıcr'dedir. Bunlar kuvvetli kimselerdi. Mesken edinmek için dağları yontarlardı.
Sanki onlar bu dünyada ebedî kalacaklardı, onlara ölüm ve yokluk gelmeyecekti.
Onlar emniyet ve huzur içersindeyken, onlara sabah vaktinde azab gürültüsü
geldi. Sabaha çıkarlarken onları o
korkunç ses yakaladı. Kazanmakta oldukları şeyler onlardan hiç bir zararı
defedemedi." [2]
Bismillahirrahmanirrahim
1.Elif, Lâm,
Ra! Bunlar kitabın ve apaçık bir Kur'an'ın âyetleridir.
2. İhtimal ki
kafirler, dünyada iken İslama girmiş olmalarını arzu
edeceklerdir.
3. Onları
bırak; yesinler, eğlensinler ve boş ümit onları oyalayadursun. Yakında
bilecekler!
4. Biz hangi
ülkeyi yok etmişsek, ancak hakkında bilinen bir yazı olduğu halde yok
etmişizdir.
5. Hiçbir
millet, ecelinin önüne geçemez, ve ondan geri kalamaz.
6. Dediler ki:
"Ey kendisine Kur'an indirilen! sen mutlaka bir
mecnunsun!"
7. "Eğer doğru
söyleyenlerdensen, bize melekleri getirmeliydin."
8. Biz
melekleri ancak hak ile indiririz. İşte o zaman onlara mühlet
verilmez.
9. Kur'an'ı
muhakkak biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.
10. Andolsun,
senden önceki milletler arasında da elçiler gönderdik.
11. Onlara bir
peygamber gelmeyedursun, hemen onunla alay ederlerdi.
12. İşte
böylece biz onu, suçluların kalbine sokarız.
13. Eskiden
yaşamış kimselerin âdet ve kanunu geçtiği halde onlar buna
inanmazlar.
14,15. Onlara
gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar, yine de "Gözlerimiz döndürüldü,
daha doğrusu biz büyülenmiş bir milletiz" derler.
16. Andolsun,
biz gökte birtakım burçlar yarattık ve temâşâ edenler için onu
süsledik.
17. Onları,
taşlanmış her şeyden koruduk.
18. Ancak kulak
hırsızlığı eden müstesna. Onun da peşine açık bir ateş alevi
düşmüştür.
19. Yeri uzatıp
yaydık, orada sabit dağlar yerleştirdik, yine orada miktarı ve ölçüsü belli
olan her çeşit nebatı bitirdik.
20. Orada hem
sizin için geçim vasıtaları ve rızık larını sizin vermediğiniz kimseleri
yarattık.
21. Her şeyin
hazineleri ancak bizim yanımızdadır. Biz onu, belli bir miktar ile
indiririz.
22. Biz,
rüzgârları, aşılamayı sağlayan vasıtalar olarak gönderdik ve gökten bir su
indirdik de onunla su ihtiyacınızı karşıladık. Siz o suyu
saklayamazdınız.
23. Yalnız biz
diriltir ve biz öldürürüz! Ve her şeye biz varis oluruz.
24. Andolsun
biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, sizden sonra gelecekleri de
biliriz.
25. Şüphesiz
onları toplayacak olan senin Rabbin-dir. Çünkü O, hakimdir,
alimdir.
26. Andolsun
biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş cıvık bir balçıktan
yarattık.
27. Cinleri de
daha önce zehirli ateşten yaratmıştık.
28. Hani Rabbin
meleklere demişti ki: "Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş cıvık bir
balçıktan bir insan yaratacağım.
29. Ona şekil
verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye
kapanın!"
30. Meleklerin
hepsi de hemen secde ettiler.
31. Fakat İblis
hariç! O, secde edenlerle beRaber olmaktan kaçındı.
32. Allah "Ey
İblis! Secde edenlerle beRaber olmayı terketmene sebep ne?"
dedi.
33. İblis: "Ben
kuru çamurdan oluşan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın bir insana secde
edecek değilim" dedi.
34. Bunun
üzerine Allah buyurdu: "Öyle ise oradan çık! Artık sen
kovuldun!
35. Muhakkak ki
kıyamet gününe kadar lanet senin üzerine olacaktır."
36. İblis, "Ey
Rabbitn! Öyle ise, varlıkların tekrar dirileceği güne kadar bana mühlet ver"
dedi.
37,38. Allah,
"O halde sen bilinen bir vakte kadar kendilerine mühlet verilenlerdensin."
buyurdu.
39. İblis dedi
ki: "Ey Rabbim! Andolsun ki, beni azdırmana
karşılık ben de
yeryüzünde onlara (günahları)
süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım.
40. Ancak onlardan
ihlasa erdirilmiş kulların
müstesna..."
41. Aliah
buyurdu: "İşte bana varan dosdoğru yol budur. Onun gözetimi bana
aittir.
42. Şüphesiz
kullarım benimdir. Onların aleyhine sana verilmiş bir hakimiyet yoktur. Ancak
azgınlardan sana uyanlar müstesna."
43. Muhakkat
cehennem, onların hepsine va'dolu-nan yerdir.
44. Cehennemin
yedi kapısı vardır. Onlardan her kapıdan girecek gruplar
ayrılmıştır.
Kelimelerin İzahı
Belki. Bir şeyin az olduğunu
göstermek için kullanılır. nekre-i mevsufadır. "Az bir şey"
demektir.
Keşke. Bu, ve su gibi teşvik
edatıdır.
Siya' insanlardan bir grup, tayfa
manasına gelen kelimesinin çoğuludur.
Onu sokarız. Selk, bir şeyi bir
şeye sokmaktır.
Yükselirler, yükseldi demektir. merdivenler, asansörler
manasına gelir.
Engellendi, geri
çevrildi.
Burçlar.gezegen yıldızlarım
yerleridir. Burcun aslı, görünmek demektir. Kadının zinetlerini göstermesi
manasına gelen bundandır.
Levâkıh, yağmur yüklü bulut
manasına gelen röV kelimesinin çoğuludur. Bunun, hayır getirmeyenine denir. Veya
levâkıh'ın manası, bitkileri dölleyendir. Yani, bitkiler için tohum taşıyan
manasınadır.
Salsâl, kurumuş çamurdur. Kuruduğu
zaman tın tın sesi duyulur.
Hame', siyah
çamurdur.
Mesnûn, kokmuş ve değişmiş
demektir. Ferrâ şöyle der: Mes-nûn, değişmiş manasınadır. Bu, aslında, Taşı taşa
sürttüm" ifade-sinden alınmıştır.
Semûm; öldürücü sıcak rüzgâr. [3]
Nüzul Sebebi
İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet
olunur: Rasulullah (s.a.v)'ın arkasında çok güzel bir kadın namaz kılıyordu.
Bazı kimseler onu görmemek için ilk safa geçiyordu. Bazıları da son safta olmak
için geri kalıyorlar ve rükua eğildiklerinde
koltuklarının altından
bakıyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah şu âyet-i kerimeyi
indirdi: Andolsun biz sizden öne geçenleri de biliriz, geri kalanları da
biliriz.[4]
Âyetlerin Tefsiri
1. Elif, Lam,
Râ. Bu harfler, Kur'an'ın
mucize olduğuna bir işarettir.
Yani, bu harikulade ve muciz olan kitap Allah'ın kelamıdır. Elif, Lâm, Râ gibi
alfabe harflerinin benzerlerinden dizilmiştir. Bunlar, insan gücünün üstünde,
fesahat ve belagatta mükemmel olan kitabın âyetleridir. Şanı yüce, apaçık
içinde herhangi bir bozukluk ve sakatlık bulunmayan Kur'an'ın âyetleridir. [5]
2. Zaman olacak
kafirler, keşke dünyada iken müs1uman olsaydık" diye temenni edecekler. Bunu,
âhiretin dehşet verici olaylarını gördükleri zaman diyeceklerdir. [6]
3. Ey Muhammedi
Onları bırak, hayvanlar gibi yesinler; bu fani dünyalarından yararlansınlar.
Uzun yaşama arzusu, kendilerini Allah'ın azabından kurtaracak şeyleri
düşünmekten alıkoysun. Kıyameti gördükleri ve yaptıklarının vebalini tattıkları
zaman, işlerinin sonunun ne olduğunu bileceklerdir. Bu bir tehdittir. [7]
4.
Allah'ın peygamberlerini yalanlayan
zâlim ülkelerden hangisinin halkını helak ettikse, onun helak edilmesi
için belirlenen zamanda helak ettik. [8]
5. Zamanı
gelmeden önce hiç bir ümmet yok edilmez, Zamanından ertelenmezler de. Ibn Kesir
şöyle der: Bu, Mekkeliler için bir uyarı,
inat ve inkarlarından onları kurtaracak yolu göstermektir. Zira onlar bu
inkarları yüzünden yok olmaya müstehak oluyorlardı.[9]
6. Kureyş
kafirleri alaylı bir şekilde Hz.Muhammed (s.a.v)'e dediler ki: Ey, kendisine
Kur'an indirildiğini iddia eden kişi! Sen gerçekten bir delisin. O yüce
peygamberin makamını daha fazla hafife almak ve alay etmek için ve edatlarıyla cümleyi pekiştirdiler. [10]
7. Sen,
Allah'ın rasulü olduğuna dair iddianda doğru isen, peygamberliğine şahitlik
etmesi için bize melekleri getirseneü Yüce Allah onlara cevap olarak şöyie
buyurur: [11]
8. Biz
meleklerimizi ancak, yok etmek istediğimiz kimselere azap etmek üzere
indiririz. O zaman ve o durumda, artık onlar için hiçbir mühlet ve erteleme
yoktur. Maksat şudur: Yüce Allah'ın yaratıkları hususunda âdeti şöyle cereyan
eder; Allah, melekleri ancak, kökünü kesip yok etmek istediği kimseler için
indirir.
Halbuki Allah peygamber (s.a.v)'in
ümmetine böyle bir şeyin gelmesini istemez. Çünkü o biliyor ki, onların
soyundan Allah'a kulluk edecek kimseler gelecektir. Burada kafirlerin teklifleri
reddedilmektedir. [12]
9. Ey Muhammedi
Biz şanımızın yüceliği ile Kur'an'ı sana indirdik. Şüphesiz bu Kur'an'ı
koruyacak olan da biziz. Onu fazlalık, eksiklik, değiştirme ve bozmadan
koruyacağız. Tefsirciler şöyle der: Allah, bu Kur'an'ı korumayı üzerine aldı.
Onun için hiçkimse onu faz-lalaştıramaz ve eksiltemez; değiştiremez ve bozamaz.
Halbuki diğer kitaplarda bunlar olmuştur. Zira, Allah'ın kitabını korumaları
kendilerinden istendiği için...[13] âyetine göre onları koruma görevi Ehl-i
kitaba verilmişti. Âyetine göre ise, Kur'an'm korunmasını Allah kendi üzerine
almıştır. Allah'ın, Kur'an'm korunmasını kendi üzerine aldığnı bildiren bu
âyetle, kitaplarını koruma görevini Ehl-i kitaba bıraktığını bildiren yukardaki
âyet arasındaki farka bak. Ehl-i kitab kendilerine indirilen kitabı değiştirmiş
ve bozmuştur. [14]
10. Ey
Muhammedi Senden önce de, evvelki ümmetlerin grup ve tayfaları için de
peygamberler göndermiştik. [15]
11. Onlara bir
peygamber gelmeye-dursun, onunla hemen alay etmeye başlarlardı. Bu, Peygamber
(s.a.v)'i tesellî etmektedir. Yani, bu müşriklerin sana yaptıkları gibi, bundan
önceki peygamberlere de aynı şey yapıldı. Sen üzülme. [16]
12. Bu alay
edenlerin kalplerine soktuğumuz gibi, bâtılı, sapıklığı ve Allah'ın
peygamberleri ile alay etmeyi suçluların kalplerine sokarız. [17]
13. Onlar bu
Kur'an'a inanmazlar. Halbuki Allah'ın, inanmayanları helak etme âdeti
uygulanmıştır. Bunlar helak ve yok olmaya ne kadar yakındırlar. Bundan sonra
Yüce Allah, inanmaları için çokça
delil getirmenin inatlarından bir şey eksiltmeyeceğini açıkladı. Çünkü onlar inatçı
ve kibirli idiler. Sapıklıkları ve inatları içersinde devam etmekte idiler. [18]
14. Diyelim ki
onları göklere yük-selttik, göklerin kapılarından birini açtık, ordan yukarı
çıkmaya devam ettiler ve nihayet melekleri ve ğayb alemini gördüler. [19]
15. Aşırı inat
ve kibirlerinden dolayı diyecekleri şudur: Bu kadar yükselmek suretiyle
gözlerimiz boyandı ve aldatıldı. Hattâ, Muhammed bizi büyüledi ve bunları bize
gerçekmiş gibi gösterdi. Bu, apaçık büyüden başka bir şey değildir. Râzî şöyle
der: Eğer müşrikler bu yüksekliklere çıkmaya devam etseler ve Allah'ın ğayb
alemini, gücünü ve kuvvetini ve Allah korkusundan titreyerek ibâdet eden
meleklerin ibâdetini görselirdi, mutlaka bu görmenin gerçek olduğunda şüpheye
düşecekler, inkar ve inatlarında ısrar edeceklerdi. Nitekim ayın yarılması,
cinlerin ve insanların benzerini getiremediği mu'ciz Kur'an gibi diğer
mucizeleri de inkar etmişlerdi.[20]
Bundan sonra Yüce Allah kendisinin
birliğini ve kudretini gösteren delilleri açıklayarak şöyle buyurdu: [21]
16. Gökte,
yıldızların ve gezegenlerin yürüdüğü burçlar yarattık.Göğü, ona bakanların
neşelenmeleri için yıldızlarla süsledik. [22]
17. Yere en
yakın olan göğü, lanetlenmiş ve Allah'ın rahmetinden kovulmuş olan her türlü
şeytandan koruduk. [23]
18. Ancak gök
haberlerinden bir şeyi kapıp alanlar hariç. Onu da parlak ve yakıcı bir yıldız
yakalar ve yakar. [24]
19. Yeryüzünü
yaydık ve genişlettik. Orada sabit dağlar yarattık.[25]
Yeryüzünde, hikmet terazisinde sağlam bir şekilde, dikkat ve ölçü ile tartılmış
olan her türlü ekin ve meyve bitirdik. [26]
20. Orada,
yaşamanıza elverişli, yiyecek ve içecek şeyler yarattık. Size, rızıklarım
vennediğiniz çolukçocuk, köleler ve hayvanlar verdik. Onların yedikleri ve
İçtikleri şeyleri siz değil, biz yaratırız. [27]
21. Mahlûkâtın
ve kulların azıklarından ve faydalanacakları şeylerden ne varsa, hepsinin
hazineleri ve konuldukları yerler bizim katımızdadır. Fakat biz onu ancak
mahlûkâtın ihtiyacına ve menfaatine göre istediğimiz ve dilediğimiz şekilde
indiririz. [28]
22. Biz
rüzgarları aşılayıcılar olarak gönderdik. Rüzgâr bulutu aşılar, bulut yağmur
yağdırır; bitkiyi aşılar, böylece bitkinin yaprakları ve kapçıkları açılır.
Rüzgar, bulutlar ve bitkiler için damızlık erkek hayvan gibidir. Bulutlardan
tatlı su indirdik. O suyu içmeniz ve topraklarınızı ve hayvanlarınızı sulamanız
için verdik, Siz onu biriktirmeye kadir
değilsiniz. Aksine biz kudretimizle, onu sizin için gözelerde, kuyularda ve
nehirlerde koruruz. Dile-sek onu yerin içine çekeriz de, susuzluktan helak
olursunuz. Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur. De ki, suyunuz
çekilecek olsa söyleyin bakalım, size kim bir akarsu getirebilir?[29]
23. Hayat ve
ölüm bizim elimizdedir. Mahlûkât yok olduktan sonra biz ebedî kalacağız.
Yeryüzüne ve onun üzerinde bulunanlara biz vâris olacağız. Onlar sadece bize
döndürülecekler. [30]
24. İlmimizle
mahlûkâtm tümünü ölülerini ve dirilerini kuşattık. İbn Abbas şöyle der: Âyette
geçen, "öncekiler"den maksat, Âdem (a.s)'den bu zamana kadar yok olanların
tümüdür. "Geri kalanlar"dan maksat ise, bu anda hayatta olan ve kıyamete kadar
gelecek olanların tümüdür.[31]
Mücâhid şöyle der: "Öncekiler" geçmiş ümmetler; "sonra gelenler" ise,
Hz.Muhammed (a.s)'in ümmetidir. Ayetten maksat şudur: Yüce Allah, öncekileri de
sonrakileri de ilmi ile kuşatmıştır. Kullarının hallerinden hiçbir şey O'na
gizli kalmaz. Bu, daha önce kudretinin
mükemmelliğine delil getirdikten sonra,
ilminin mükemmelliğini
açıklamaktır. [32]
25. Ey
Muhammedi Rabbin, hesap ve ceza için onları toplayacaktır. Şüphesiz senin
Rabbin yaptığında hikmet sahibidir, yarattıklarını bilir.
Yüce Allah Ölümü, yok olmayı,
öldükten son dirilmeyi ve hesabı anlattıktan sonra, insanların dikkatini
asıllarının ne olduğuna ve bir tek nefisten yaratılmış olduklarına çekti ki,
yaratmaya gücü yeten Allah'ın, yok etmeye ve tekrar yaratmaya gücü yettiğini
göstersin. İnsanları İblis'ten sakındırmak için onun, babaları Âdem'e olan
düşmanlığını hatırlattı ve şöyle buyurdu: [33]
27. Andolsun biz Âdem'i kuru bir çamurdan
yarattık. O çamura vurulduğunda ondan
bir ses işitilir. Değişken siyah bir çamurdan yarattık. Âdem'den önce cinleri,
yani şeytanları ve onların reisi İblis'i, yakıcı ateşten yarattık. Bu ateş kıl
deliklerine nüfuz edici ve sıcağıyla öldürücü bir ateştir. Tefsirciler şöyle
der: Burada "cânn"
dan maksat, cinlerin babası olan İblis'tir. Çünkü cinler, ondan
türemiştir. Âdem (a.s) insanların aslı olduğu gibi, o da cinlerin aslıdır. [34]
28. Ey
Muhammed! Rabbinin, meleklere, "Ben kuru, siyah, değişken bir çamurdan bir insan
yaratacağım" dediği zamanı hatırla. İbn Kesir şöyle der: Burada, Âdem fa. s)
yaratılmadan, meleklerin ona secde etmesini emretmek suretiyle onu
şereflendirmeden, haset ve inkarından dolayı düşmanı İblis'in ona secde etmekten
kaçınmasından önce, melekler içersinde Âdem'in şanının yüceliği ifade
edilmiştir.[35]
29. Âdem'in
hilkatini ve suretini şekillendirdiğim ve onu âzâları düzgün kâmil bir insan
olarak yarattığım, Benim mahlûkâtımdan biri olan ruhu ona üfürdüğüm ve onun da
canlı bir insan olduğu zaman onun için secdeye kapandılar. Bu secde ibâdet
secdesi değil, saygı ve hürmet secdesi idi. Tefsirciler şöyle der: Burada Yüce
Allah, ruhu şereflendirme ve değerlendirme yoluyla ruhum dedi. Nitekim bazı
âyetlerde de Allah'ın evi Allah'ın devesi" ve Allah'ın ayı" denilmiştir. Bu,
mülkün sahibine, sanatın sanatkâra izafeti kabilindendir. [36]
30. Bütün
melekler Âdem'e secde etti. Hiçbiri bundan kaçınmadı. [37]
31. Ancak İblis
hariç. O, secde edenlerle birlikte olmaktan kaçındı. Bu istisna, munkatı'dır.
Çünkü İblis, meleklerden başka bir mahluktur.[38] İblis ateşten, melekler ise nurdandır.
Melekler, Allah'ın kendilerine emrettiği şeyde O'na isyan etmezler, halbuki
Şeytan başkaldırmış ve isyan etmiştir. O, kesinlikle meleklerden değildir. Fakat
meleklerin safları içinde idi. Dolayısıyla ona da hitap edilmiş oldu. Yani,
bütün melekler secde ettiler. Fakat İblis, kendisine ilâhi emir geldikten sonra
secde etmekten sakındı. [39]
32. Ey İblis!
Seni secde etmekten alıkoyan nedir? Seni baş kaldırmaya ve sakınmaya sevkeden
sebep nedir? Bu azarlama ve susturma sorusudur. [40]
33. İblis dedi
ki: Benim gibisinin kuru ve değişken bir çamurdan yaratılmış olan Âdem'e secde
etmesi yakışmaz ve lâyık olmaz. O çamurdan, ben ise ateştenim. Yüce olan hakir
olana ve üstün olan üstün olmayana nasıl secde eder? Allah'ın düşmanı, kendisini
Âdem'e secde etmeyecek kadar büyük gördü. Onun kibri ve kıskançlığı, Allah'ın
emrine boyun eğmekten alıkoydu. [41]
34. Yüce Allah
buyurdu ki: Göklerden çık, çünkü sen rahmetimden kovuldun. [42]
35. Hesap ve
ceza gününe kadar lanetim senin üzerine olsun. [43]
36. Mel'ûn
İblis dedi ki: Öldükten sonra dirilme gününe kadar bana izin ve mühlet ver. [44]
37. Yüce Allah
ona şöyle de: [45]
38. Sen, bütün
mahlûkâtın öleceği zamana kadar mühlet verilenlerdensin. Kurtubî şöyle der:
İblis, "öldükten sonra dirilecekleri güne kadar bana mühlet ver" demekle
ölmemeyi istedi. Çünkü ondan sonra ölüm yoktur. Yüce Allah ona, "malum zamanın
geleceği gün"e yani bütün mahlukatın öleceği güne kadar mühlet verdiğini
bildirerek cevap verdi. O zaman İblis de ölecek, sonra yeniden diriltilecek.[46]
39. İblis: Ey
Rabbim! Beni saptırman ve azdırmandan dolayı, Mutlaka Adem'in soyuna masiyet ve
günahları süsleyeceğim. Onların hepsini doğru yoldan mutlaka saptıracağım. [47]
40. Ancak
kullarından itaatin ve rızan için seçtiklerin hariç. Benim, onları azdıracak
gücüm yoktur. [48]
41. Yüce Allah
şöyle buyurdu: Bu, dosdoğru ve açık bir yoldur. Değişmeyen ezelî bir kanundur.
[49]
42. Yani,
senin, benim mü'min kullarımı saptıracak gücün yoktur. Ancak azgınlardan sana
uyanlar müstesna. Bu, bir munkatı' istisnadır. Çünkü azgınlar, Allah'ın halis
kullarından değillerdir. Yani, ancak kafirlerden azgın ve sapkınlara gücün
yeter. Çünkü Şeytan, Allah'ın huzurundan kovulmuş olanlara ancak güç yetirir.
Nitekim kurt da sürüden ayrılanlara ancak güç yetirir. [50]
43. Şüphesiz
cehennem İblis'in ve ona tabi olanların tümüne va'dolunan yerdir. [51]
44. Cehennemin
yedi kapısı vardır. Onlar çok oldukları için, ancak bu kapılardan girerler.
Hz.Ali'den rivayet edildiğine göre cehennem üst üste konmuş yedi kattır.
Cehennem gittikçe alçalan derekelerdir. İblis'e tabi olanlardan herbir grubun
belirli bir kapısı vardır. İbn Kesir şöyle der: Herkes ameline göre bir kapıdan
girer. Yine amel derecesine göre bir derekeye yerleşir.[52]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler, aşağıdaki
edebî sanatları kapsamaktadır:
1. Biz hangi
şehri helak ettiysek... âyetinde mecâz-ı mürsel vardır. Şehirden maksat, oranın
halkıdır. Bu mecaz, mahallin söylenmesi ve fakat o mahalde oturanın
kastedilmesi kabil indendir.
2. Onun
hazineleri bizim katımızdadır." cümlesi, istiâre-i tahyîliyyedir. Bu, Allah'ın
kudretinin mükemmelliğine bir misaldir. Yüce Allah istiare yoluyla, her şeye
gücünün yetmesini, içine eşyalar konulan hazinelere ve hikmetinin
gerektirdiği şekilde bu hazinelerden her
şeyi çıkarmaya benzetti.
3. diriltiriz
ile öldürürüz ve öncekiler ile sonra gelenler arasında tıbâk
vardır.
4. Onun
hazineleri ile biriktirenler arasında iştikak cinası
vardır.
5. suçlular
evvelkiler kendilerine mühlet verilenler" gibi kelimelerde, kulağı etkileyen
seci' vardır. [53]
Bir Nükte
Anlatıldığına göre bir adam,
dinleyenlerin hangisinin daha doğru ve daha güzel olduğunu denemek istedi.
Tevrat, İncil ve Kur'an'ı aldı, kendisi hattat idi, her kitaptan güzel bir
yazıyla bir nüsha yazdı. Bazı arttırma ve eksiltmeler yaptı. Sonra Tevrat'ı
yahudi âlimlerine gösterdi. Yahudiler onu kabul edip incelediler ve ona mal
ikramında bulundular. Sonra eliyle yazdığı İncil'i papazlara gösterdi. Onu
yüksek bir fiatla aldılar ve ona ikramda bulundular. Sonra Kur'an nüshasını
müslüman âlimlere verdi. Müslümanlar onu incelediler. Onda bazı fazlalık ve
eksiklik bulunca adamı tuttular ve dövdüler. Sonra onun bu işini hükümdara
bildirdiler. Hükümdar, adamın öldürülmesine hükmetti. Hükümdar onu Öldürmek
isteyince, İslamı kabul ettiğini açıkladı. Hikayesini onlara anlattı ve dinleri
denediğini ve neticede Islâmın hak din olduğunu anladığını bildirdi.[54]
45. Takva
sahipleri, mutlaka cennetlerde ve pınar başlarında
olacaklar.
46. "Oraya
emniyet ve selametle girin!"
47. Biz,
onların göğüslerindeki kini söküp attık; onlar
artık, köşkler üzerinde
karşı karşıya oturan kardeşler
olacaklar.
48. Onlara
orada hiçbir yorgunluk dokunmayacak ve onlar, oradan
çıkarılmayacaklardır.
49. Kullarıma,
benim, çok bağışlayıcı ve pek merhametli olduğumu haber
ver.
50. Acıklı
azabın da benim azabım olduğunu bildir.
51. Onlara
İbrahim'in misafirlerinden de haber ver.
52. Onun yanına
girdikleri zaman, "selam" dediler. İbrahim: "Biz sizden çekiniyoruz"
dedi.
53. Dediler ki:
"Korkma; biz sana bilgili bir oğul müjdeliyoruz."
54. İbrahim,
"bana ihtiyarlık çökmesine rağmen beni müjdeliyor musunuz? Beni ne ile
müjdeliyorsunuz!" dedi.
55. "Sana
gerçeği müjdeledik, sakın ümit kesenlerden olma!"
dediler.
56.
İbrahim dedi ki:"Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit
keser?"
57. "Ey elçiler
niçin geldiniz?" dedi.
58,59. Dediler
ki: "Biz, Lut ailesi hariç, suçlu bir topluma gönderildik.
Şüphesiz biz, Lut ailesinin
hepsini kurtaracağız."
60. Ancak
Lut'un karısı müstesna, biz onun, geri kalanlardan olmasını takdir
ettik.
61,62. Elçiler
Lut ailesine gelince, Lut onlara, "Hakikaten siz tanınmayan kimselersiniz."
dedi.
63. Dediler ki:
"Bilakis, biz sana, onların şüphe etmekte oldukları şeyi
getirdik.
64. Sana
gerçeği getirdik; biz, hakikaten doğru söyleyenleriz.
65. Gecenin bir
bölümünde aile fertlerini yola çıkar, sen de arkalarından yürü. Sizden hiç
kimse, sakın dönüp de ardına bakmasın, istenen yere
gidin."
66. Ona, şu
kesin emri vahyettik: "Sabaha çıkarlarken mutlaka onların ardı kesilmiş
olacaktır."
67. Şehir
halkı, birbirlerini kutlayarak, geldiler.
68,69. Lut
onlara Bunlar benim misafirlerimdir. Sakın beni utandırmayın, Allah'tan korkun,
beni rezil etmeyin!" dedi,
70. "Biz sana
başkalarını misafir etmeyi yasaklamamış mıydık?" dediler.
71. Lut "Şayet
siz dediğinizi yapmakta kararlı iseniz, işte bunlar kızlarımdir"
dedi.
72. Hayatın
hakkı için onlar, sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı.
73. Güneşin
doğma zamanına girerlerken, onları, o korkunç ses
yakaladı.
74.
Böylece ülkelerinin, üstünü
altına getirdik. Üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar
yağdırdık.
75. İşte bunda
düşünen ferasetli kimseler için ibretler vardır.
76. Onun
harabeleri bir yol üzerinde halâ durmaktadır.
77. Hakikaten
bunda iman edenler için bir ibret vardır.
78. Eyke halkı
da gerçekten zalim idiler.
79. Bİz,
onlardan da intikam aldık. Bu yerlerin ikisi de açık bir yol
üzerindedir.
80. Andolsun,
Hicr halkı da peygamberleri yalanlamıştı.
81. Biz, onlara
mucizelerimizi vermiştik, fakat onlardan
yüzçevirmişlerdi.
82. Onlar, emin
olarak dağlardan evler yontarlardı.
83. Onları da
sabaha çıkarlarken, o korkunaç ses yakaladı.
84. Kazanmakta
oldukları şeyler, onlardan hiçbir zararı savmadı.
85. Biz
gökleri, yeri ve ikisinin arasındakiler!, ancak hak ile yarattık. O saaat
mutlaka gelecektir. Şimdilik onlara güzel muamele et.
86. Şüphesiz
Rabbin, hakkıyla yaratan, pek iyi bilendir.
87. Andolsun
ki, biz sana tekrarlanan yedi âyeti ve büyük Kur'an'i
verdik.
88. Sakın
onlardan bazılarına verdiğimiz dünya malına gözlerini dikme, onların karşısında
üzülme ve mü'minlere kanat ger!
89. De ki:
"Şüphesiz ben, apaçık bir uyarıcıyım."
90. Nitekim
Kur'an'ı kısımlara ayıranlara azabımızı indirmiştik.
91. Onlar,
Kur'an'ı parçalayanlardır.
92,93. Rabbin
hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı, hesaba
çekeceğiz.
94. Sana
emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüzçevir!
95. Alay
edenlere karşı biz sana yeteriz.
96. Onlar Allah
ile beraber başka bir ilâh edinenlerdir. Yakında
bilecekler.
97. Andolsun,
onların söylemekte oldukları şeyler yüzünden, senin canının sıkıldığını
biliyoruz.
98. Sen şimdi
Rabbini hamd ile teşbih et ve secde edenlerden ol!
99. Ve sana
ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et!
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah cehennemlik
bedbahtların durumlarını anlattıktan sonra, ardından cennetlik bahtiyar
kimselerin durumlarını anlattı. Sonra da Lût, Salih ve Şuayb (a.s) gibi bazı
peygamberlerin, kavimleriyle olan kıssalarını açıkladı. Bunları Rasulullah
(s.a.v)'ı teselli için anlattı ki, Rasulullah (s.a.v.) sabır hususunda onlara
uysun. Bundan sonra da âlemlerin Rabbinin birliğini gösteren delil ve burhanları
anlattı. Sûreyi Rasulullah (s.a.v.) ile alay eden düşmanlarının yok edileceğini
müjdeleyerek sona erdirdi. [55]
Kelimelerin İzahı
Nasab, yorgunluk
demektir.
Vecilûn,
korkanlar.
Gâbirîn, azabta devamlı
kalanlar.
Kânitîn, ümidlerini yitirenler iyi
tamamen ümitsiz olmak demektir.
Beni rezil etmeyin birisinin,
kişinin ayıplanacağı bir şeyi ortaya çıkarmasıdır. Sabah aydınlığı, bir kimseyi,
insanların göreceği duruma getirdiğinde denilir. Şâir şöyle
der:
Hilâlin aydınlığı, nerdeyse bizi
gösterecek şekilde ortaya çıktı. Bu hilâl, tırnaktan kesilen parça gibiydi.[56]
Senin hayatına yemin ederim. Bu,
Hz.Muhammed (s.a.v)'in hayatına bir yemindir.
Onların sarhoşluğu. Sekre,
sapıklık ve azgınlık. Bocalıyorlar. Veya "doğruyu göremiyorlar" demektir. Gözün
körlüğünü ifade etmek için kullanıldığı gibi, kalbin körlüğü için de
kullanılır.
Mütevessimîn, alametlenmiş
kimseler kelimesi, kökündendir. Vesm, aranılan şeye, kendisiyle yol bulunan
alâmettir. Bir kimse birisinde hayır alâmeti gördüğünde denilir. Abdullah b.
Revana Rasulullah (s.a.v.) hakkında şöyle demiştir:
Şüphesiz ben sende bildiğim bir
hayır alâmeti görüyorum. Allah biliyor ki ben iyi görürüm.[57]
Bunun aslı, gibi, derin düşünmek
demektir. Hadiste şöyle gelmiştir: "Müminin ferasetinden sakınınız. Çünkü o,
Allah'ın nuru ile bakar.[58]
Eyke, birbirine girmiş ağaç.
Çoğulu gelir. Hıcr, Semûd kavminin
yerleşmiş olduğu vadinin adı bölmek ve parçalamak manasına gelen ta'dıye
kelimesinden türemiş olup dağınık parçalar manasınadır.
cttîjll: Yakın, ölüm demektir.
Çünkü o, kesin olarak bilinen bir iştir. [59]
Nüzul Sebebi
Rivayete göre Peygamber (s.a.v),
Ashâb (r.a.) gülüşürken onların yanına geldi "Önünüzde cennet ve cehennem
bulunduğu halde gülüyor musunuz?" dedi. Yaptıkları bu iş onlara ağır geldi.
Bunun üzerine şu âyet indi: Kullarıma, benim, çok oağışlayı-cı ve pek merhametli
olduğumu haber ver. Elem verici azabın da, benim azabım olduğunu bildir.[60]
Ayetlerin Tefsiri
45.
Kötülüklerden ve şirkten sakınanlar var ya, işte onlar için âhirette güzel
bahçeler ve su, selsebil denilen içki, şarap ve' bal fışkırtan gözeler vardır.
[61]
46. Onlara:
"Her türlü afetlerden korunmuş, ölümden ve bu nimetlerin yok olma korkusundan
emîn olarak cennete girin" denilir. [62]
47. Cennet
ehlinin kalplerindekj kin, buğz ve nefreti yok ettik. Onlar birbirlerini seven
kardeşler olarak, yüz yüze, koltuklar üzerinde otururlar. Onların ruhî
temizliklerini hiçbir şey kirletmez. Mücâhid şöyle der: Aşırı dostluk ve
ikramdan dolayı birbirlerinin arkasından bakmazlar. İbn Abbas şöyle der: İnci,
yakut ve zebercetle süslenmiş altın koltuklar üzerinde otururlar.[63]
48. Orada
onlara herhangi bir yorgunluk gelmez. Onlar oradan ne çıkarılır, ne de
kovulurlar. Nimetleri ebedîdir. Onlar devamlı kalıcıdırlar. Çünkü orası safa ve
sevinç yurdudur. [64]
49. Ey
Muhammedi Mü'min kullanma, tevbe edenler için mağfiret ve rahmetimin geniş
olduğunu bildir. [65]
50. Masiyet ve
günahta ısrar edenler için de azabınım şiddetli olduğunu haber ver. Ebu Hayyan
şöyle der: İfadesi son derece güzel gelmiştir. Zira Yüce Allah, karşılık olarak
Ben, işkence eden ve elem verenim" demedi. Bütün bunlar, Allah'ın afu ve
merhameti tercih ettiğini gösterir.[66]
51. Onlara,
İbrahim (a.s)'in misafirlerinin kıssasını anlat. Misafirler, Allah'ın Lût
kavmini yok etmek için gönderdiği meleklerdir. Bunlar, güzel oğlan suretinde on
melek idi. Cebrâîl (a.s)'de bunlarla beraberdi. [67]
52. Hani onlar,
İbrahim'in yanma girdiler ve ona selam verdiler, İbrahim dedi ki, "Biz sizden
korkuyoruz." Hz. İbrahim onlara yemek getirip de yemediklerini görünce böyle
söyledi. [68]
53. Melekler
dediler ki: Korkma, biz sana ilmi derin, üstün zekâlı bir oğlanı yani İshak'ı
müjdeliyoruz. [69]
54. İbralıim
dedi ki: Bu ihtiyarlık ve yaşlılık halimde bana çocuk mu müjdeliyorsunuz. Beni
ne ile müjdeliyorsunuz?!! Hz.İbrahim bunu hayretle ve olmasını uzak görerek
söyledi. [70]
55. Dediler ki:
Sana kesin bir bilgiyle müjde veriyoruz. Bunu uzak görme ve Allah'ın rahmetinden
ümit kesme.[71]
56. Bu soru
inkar ifade eder. Yani ilim ve doğruluk yolunu şaşıranlardan ve Rablerin Rabbini
bilmeyenlerden başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez. İmar ile onarılmış,
Allah'a bağlı kalp ise, ümitsizliğe düşmez. Beyzâvî şöyle der: İbrahim (a.s)'in
hayreti, Allah'ın kudreti açısından değil, âdet itibariyle idi. Çünkü Yüce
Allah'ın babasız da insan yaratmaya kadirdir. Yaşlı bir ihtiyar ile kısır bir
yaşlı kadından nasıl yaratamaz?!! Bundan dolayı meleklere böyle cevap verdi.[72]
57. İbrahim
dedi ki: Ey değerli melekler! Mesele nedir? Buraya niçin geldiniz? [73]
58. Lût kavmini
kastederek dediler ki: Rabbimiz bizi, sapık ve müşrik bir kavmi yok etmek için
gönderdi. [74]
59. Ancak,
Lût'un mü'min olan aile efradı ile ona uyanlar hâriç. Onların hepsini bu azaptan
kurtaracağız. [75]
60. Lût'un
karısı hâriç. Çünkü Allah onun helak olan kafirlerle birlikte azap içinde
kalmasını takdir etti. Kurtubî şöyle der: Lût (a.s)'un karısı onun aile
efradından hariç tutuldu.[76]
61. Allah'ın
elçileri Lût (a.s)'a geldiklerinde, [77]
62. Lût onlara
dedi ki: Siz benim tanımadığım kimselersiniz, ne istiyorsunuz? [78]
63. Melekler
ona dediler ki: Bilakis biz Allah'ın elçileriyiz. Sana kavminin şüphe ettiği
şeyi getirdik. O da, senin onlara va'dettiğin azabın inmesidir. [79]
64. Sana
onların azab edileceğine dair kesin haberi getirdik. Biz söylediklerimizde
doğruyuz. [80]
65. Gecenin bir
kısmında aileni götür. Sen arkalarından git ki, onlar, hakkında endişen olmasın.
Sizden hiçbiri arkasına dönmesin ki, onların başına gelen azabın büyüklüğünü
görüp de korkmasın. Allah'ın size emrettiği yere gidin. İbn Abbas : "Yani, Şam
bölgesine gidin" der. [81]
66. Lût'a şu
büyük emri vahyettik: O suçluların kökleri kesilecek. Hattâ onlardan bir tanesi kalmayacak. Sabah
olduğunda onların helaki tamamlanmış ve kökleri kesilmiş olacak. [82]
67. Sedum
şehrinin halkı yani Lût (a.s)'un kavmi, misafirlerine kendileri gibi insan
sanarak zina yapmak ümidiyle sevinçle koşarak geldiler. Tefsirciler şöyle der:
O beyinsizler, Lût (a.s)'un evinde güzel tüysüz delikanlılar olduğunu haber
aldılar ve sevinçle, birbirlerine Lût'un misafirlerini müjdeleyerek koştular.[83]
68. Lût dedi
ki: Bunlar, benim misafirlerimdir. Onlara kötülük yapıp da beni onların Önünde
mahcup ve rezil etmeyin. [84]
69. Başınıza
Allah'ın azabının gelmesinden korkun, onlara kötülük yaparak beni küçük
düşürmeyin. [85]
70. Dediler ki
: Biz, herhangi birisini misafir etmeyi sana yasaklamadık mı? Râzî şöyle der:
Biz, herhangi bir insanla zina etmek istediğimiz zaman, o hususta bize herhangi
bir şey söylemekten seni yasaklamadık mı?[86]
71. Lut dedi
ki: İşte kadınlar, eğer arzularınız) tatmin etmek istiyorsanız onlarla evlenin,
harama meyletmeyin. Tefsirciler şöyle der: Ayette geçen kızlarım dan maksat,
ümmetinin kızlarıdır. Çünkü her peygamber kavminin babası sayılır. [87]
72. Ey
Muhammedi Senin hayatına yemin ederim ki, Lût kavmi sapıklık ve cahillikleri
içersinde bocalıyorlardı. Bu bir ara cümlesidir. Rasulullah (s.a.v)'ın şerefini
ve değerini göstermek için onun hayatına yemin etmek üzere, Lût (a.s)'un kıssası
içersinde gelmiştir. İbn Abbas şöyle der: Yüce Allah, kendisi katında Muhammed
(a.s)'den daha değerli bir kimse yaratmamıştır. Allah'ın, ondan başka herhangi
birinin hayatına yemin ettiğini işitmedim.[88]
73. üneş
doğarken helak ve yok edici azabın gürültüsü onları yakaladı. [89]
74. Onlarla
birlikte yurtlarını alt üst ettik. Tefsirciler şöyle der: Cebrail (a.s) onların
yurtlarını kökünden kaldırıp o derece yükseltti ki, yıldızları gördüler. Göklerdeki varlıkların teşbihlerini
işittiler. Sonra, onlarla birlikte yurtlarının altını üstüne getirdi.
Üzerlerine, cehennem ateşinde pişirilmiş çamurdan yağmur gibi taş yağdırdık. [90]
75. Onların
başına gelen bu yok edici azapta, ibret gözüyle bakıp düşünenler için alâmet ve
deliller vardır. [91]
76. Yok edilen
bu şehirler ve Allah'ın kahır ve gazabının eserlerinden burada görünenler gayıp
olmayan işlek bir yol üzerindedir. Ordan geçen yolcular onu görürler. Hâlâ ibret
almıyorlar mı? [92]
77. Kuşkusuz
bunda, inananlar için ibret vardır. [93]
78. Gerçek şu
ki, Şuayb (a.s)'m kavmi de zâlimler idi. Çünkü Şuayb'ı yalanlıyor, yol kesiyor,
ölçü ve tartıyı eksik yapıyorlardı. Bunlar Eyke halkıdır. Eyke, içice girmiş
çok ağaçlı yer. [94]
79. Onları da
deprem ve gölge gününün azabıyle helak ettik. Tefsirciler şöyle der: Yedi gün
sıcak o derece şiddetlendi ki nerdeyse helak olacaklardı. Bundan sonra Allah
üzerlerine gölgelik olarak bir bulut gönderdi. Gölgesine sığındılar ve
gölgelenmek için onun altında toplandılar. Allah o buluttan onların üzerine bir
ateş gönderdi ve hepsini yaktı. Lût ve Şuayb (a.s)'ın toplumlarının yurtlan açık
bir yol üzerindedir. Ey Mekke halkı! onlardan ibret almıyor musunuz? [95]
80. Bu,
dördüncü kıssadır. Salih (a.s)'in kıssası. Yani Semûd kavmi de, peygamberleri
Salih'i yalanladı. Ayette geçen Hıcr, Medine ile Şam bölgesi arasında bir
vadinin adıdır. Kalıntıları halâ vardır. Yolcular oradan geçerler. Beyzâvî şöyle der: Kim,
peygamberlerden birini yalanlarsa, bütün peygamberleri yalanlamış gibidir.
Bunun içindir ki Yüce Allah, âyet-i kerimede çoğul olarak peygamberlerini"
buyurdu.[96]
81. Onlara deve
ve onda bulanan şeyler gibi, kudretimize delâlet eden mucizelerimizi gösterdik.
Onlar bu mucizelerden öğüt ve ibret almadılar. İbn Abbas şöyle der: Devede
birçok mucize vardı: Kayadan çıkması, çıktığı anda doğumunun yaklaşması büyük
cüsseli olup hiçbir deveye benzememesi ve hepsine yetecek kadar, sütünün
çokluğu. Buna rağmen onun hakkında düşünmediler ve onunla Allah'ın kudretine
yol bulmadılar.[97]
82. Dağlan
deliyor, oralarda sağlam evler yapıyorlardı. Bu evlerin, onları Allah'ın
azabından koruyacağını sanarak kendilerini emniyet içinde hissediyorlardı. [98]
83. Sabaha
çıkarlarken, onları helak gürültüsü yakaladı. [99]
84. Yaptıkları
sağlam kaleler, Allah'ın azabından onları kurtaramadı. [100]
85. Biz bütün
mahlûkâtı, göğünü, yerini ve aralarında bulananları ancak hak ile yarattık.
Dolayısıyle, bozgunculuğun yaygınlaşmam ası için bu tür yalanlayanların yok
edilmesi hikmet gereğidir. Kıyamet, kesinlikle gelecektir, bunda şüphe yoktur.
İyilik yapana iyiliğinin, kötülük yapana
da kötülüğünün karşılığı verilecektir. Ey
Muhammedi O beyinsizlerden yüzçevir ve onlara yumuşak
davran. [101]
86. Şüphesiz
senin Rabbin, herşeyi yaratandır ve kulların halini bilendir. [102]
87. Ey
Muhammedi andolsun biz sana yedi âyet yani Fâtiha'yı verdik. Fıâtiha, namazda
tekrar tekrar okunduğu için ona "mesâııı" denilmiştir. Hadiste şöyle buyrulur:
yani Fatiha sûresi o ve bana verilen Kur'an-ı Kerim'dir.[103]
Bir görüşe göre, yedi uzun sûredir.
Birinci görüş tercihe daha layıktır. Sana, oütün semavî kitapların
üstünlüklerini kendinde toplayan Kur'ân-ı Kerim'i verdik. [104]
88. O
kafirlerden bazılarına verdiğimiz nimetlere bakma. Çünkü sana verdiklerimiz
onlardan daha büyük, daha değerli ve daha şereflidir. Sana Kur'an'm indirilmesi,
nimet olarak yeter. Onların iman etmemelerine üzülme. Sonra inanan mü'minlere ve
onların zayıflarına karşı alçak gönüllü ol. [105]
89. Ey
Muhammedi Onlara de ki, "Ben, Allah'ın azabından korkutucuyum. Cebbar olan
Allah'ın emrine isyan edenleri açık bir şekilde uyarırım." [106]
90. Buradaki d!
benzetme içindir. Mânâ şöyle-dir : Ehl-i kitab'a indirdiğimiz gibi, sana da
Kur'an'ı indirdik. Ehl-i kitaptan maksat, kitaplarının bir kısmına inanan, bir
kısmını inkar eden ve böylece ikiye ayrılan yahudiler ve hristiyanlardır. [107]
91. Onlar
Kur'an-ı Kerim'i parçalara ayırdılar ve onun hakkında farklı görüşler ileri
sürdüler. İbn Abbas şöyle der: Bir kısmına inandılar, bir kısmını inkâr ettiler.
Bu, Rasulullah (s.a.v) için, kavminin Kur'ân'a yaptıkları ve ona sinip, şiir ve
eskilerin uydurmaları diyerek onu yalanlamalarına karşı bir tesellidir. Şöyle
ki, diğer kâfirler de diğer kitaplara Mekke kâfirlerinin yaptıklarının
benzerini yapmışlardı. [108]
92,93. Ey
Muhammedi Rabbine yemin ederim ki, bütün mahlukatı dünyada yaptıklarından
sorguya çekeceğiz.[109]
94. Rabbinin
emrini açıkça tebliğ et. Müşriklerin söylediklerine kulak asma. [110]
95. Seninle
alay eden düşmanlarını yok etmek suretiyle onların kötülüklerine karşı biz sana
yeteriz. Bunlar, Kureyş'in ileri gelenlerinden beş kişi idi. [111]
96. Onlar,
putları Allah'a ortak koşup, onunla birlikte başka ilah edinenlerdir. Bu bir
tehdit ve korkutmadır. Yani, yaptıklarının cezasını dünyada da, âhirette de
göreceklerdir. [112]
97. Onların
alay etmeleri ve yalanlamaları yüzünden senin canının sıkıldığı biliyoruz. [113]
98. Onlardan
karşılaştığın kötülükten teşbihe, namaza ve Allah'ı çokça zikretmeye sığın ve
bunlardan yardım iste. [114]
99. Ey
Muhammedi Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et. Ölümün gelmesi kesin
olduğu için ona yakîn ismi verildi. [115]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler, aşağıdaki
edebî sanatları kapsamaktadır:
1. Oraya
selametle girin" cümlesinde hazif yoluyla îcâz vardır. "Onlara, oraya selametle
girin denilir" demektir.
2. Kullarıma,
benim çok bağışlayıcı ve merhamet edici olduğumu haber ver" âyeti ile bundan
sonra gelen, Benim azabımın, acıklı azap olduğunu da söyle âyeti arasında güzel
bir mukabele sanatı vardır. Burada Yüce Allah mağfirete karşılık da elem verici
azabı getirdi. Bu, güzel edebî sanatlardandır.
3. Onların ardı
kesilmiştir Cümlesinde kinaye vardır. Ardı kesilmiştir ifadesi, kökünü kesme
azabı"ndan kinaye edilmiştir.
4. Biz, onun
geri kalanlardan olmasını takdir ettik" âyetinde mecaz vardır. Melekler, mecaz
olarak, takdir etme fiilini kendilerinin yaptığını söylediler. Halbuki takdir
etmek, sadece tek olan Allah'a mahsustur. Melekler, Allah'a yakınlıkları ve onun
has kulları olmalarından dolayı böyle dediler. Çünkü onlar, Allah'ın elçileri
olup onun emriyle gönderilmişlerdir.
5. kelimeleri
arasında nakıs cinas, kelimeleri arasında da iştikak cinası
vardır.
6. Çok
bağışlayan, çok merhamet eden" ve Çok yaratan, çok bilen" ifadeleri mübalağa
kipleridir.
7. üstünü ile
altını kelimeleri arasında tıbak sanatı vardır.
8. Gibi, birçok
yerde zorlama olmaksızın tabiî seci vardır.
9. Tekrarlanan
yedi âyet ile Kur'an-ı Kerim" arasında, umumun hususa atfı
vardır.
10. Mü'minlere
karşı kanadını alçalt" âyetinde istiâre-i tebaiyye vardır. Zira her birinde
şefkat ve merhamet bulunduğu için, yumuşak huyluluk kanat alçatmaya benzetilmiş
ve müşebbehûn bihin ismi mûşebbeh için müsteâr olarak kullanılmıştır. Bu, beliğ
istiarelerdendir. Çünkü kuş uçmadığı zaman kanatlarını indirir. [116]
Bir Uyarı
Rabbine andolsun ki, onların
hepsini sorguya çekeceğiz[117]
âyeti ile Günahkarlardan günahları
sorulmaz[118]
ve İşte §un msana da cinne de
günahı sorulmaz[119]
âyetlerinin arası şu şekilde
birleştirilebilir. Kıyamet merhaledir. Bir merhale vardır ki, orada sual de
vardır, konuşma da vardır. Bir başka merhalede ise ne suâl vardır, ne konuşma.
Bu, İkrime'nin görüşüdür. İbn Abbas ise şöyle der: Yüce Allah, onlardan bilgi
ve haber almak için "şöyle şöyle yaptınız mı?" diye sormaz. Çünkü Allah her şeyi
bilir. Fakat azarlamak ve kınamak maksadıyle sorar ve onlara şöyle der: Niçin
Kur'an'a isyan ettiniz? Bu hususta deliliniz nedir?[120]
Yüce Allah'ın yardımıyle Hicr
sûresinin tefsiri bitti. [121]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/267-268.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/268.
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/273.
[4] Esbâbu'n-ııüzûl, 158. Kurlubî, 10/19. kelimeleri ile
ilgili Kurlubî'de sekîz görüş belirtmiştir. Bu, onlardan sadece biridir. Nitekim
müellif de, bu âyeti tefsir ederken bu görüşlerden bazılarına yer vermiştir."
(Mütercimler).
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/273-274.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/274.
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/274.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/274.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/274.
[9] Muhlasar-i İbn Kesir, 2/308
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/274.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/274.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/274.
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/274-275.
[13] Mâide sûresi, 5/44
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/275.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/275.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/275.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/275.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/275.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/275.
[20] Fahr-i Râzî, 19/167
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/275-276.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/276.
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/276.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/276.
[25] Fahr-i Râzî şöyle der: Yeryüzü, son derece büyük bir
yuvarlaktır. Bu büyük kürenin herbİr küçük parçasına bakıldığı zaman düz bir
alan gibi görünür. Yeryüzünün küre olması, onun herhangi bir bölümünün düz
olmasına mani değildir. Dolayısıyla "yeryüzünü uzattık" tabirinde bir problem
yoktur. "Dağları, kazıklar kıldık" (Nebe sûresi 78/7) âyeti de bunun delilidir.
Çünkü, bunların üzerinde, büyük ve düz alanlar olduğu halde bunlara yani
"kazıklar" denilmiştir. Burada da durum aynıdır. (Râzî,
19/170)
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/276.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/276.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/276.
[29] Mülk sûresi, 68/30
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/276-277.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/277.
[31] Bu, Taberî'ııin tercihidir. Ebu Hayyan'ın,
el-Bahru'1-Muhîl adındaki tefsirinde anlallığına göre bu âyet sekiz türiü tefsir
edilmiştir. Ebu Hayyan bu tefsirleri verdikten sonra der ki: En iyisi, bu
görüşlerin misal olarak verildiğini kabul etmek ve âyetin manasını
sınırlamamaklır. el-Bahr, 5/451
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/277.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/277.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/277.
[35] Muhtasar-ı Ibn Kesir, 2/311
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/277-278.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/278.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/278.
[38] Bakara ve A'raf sûrelerinde biz bu konuyu tahkik ettik.
Hasan-ı Basri'nİn şu sözü de daha önce geçmişti: "Vallahi İblis, bir an olsun
meleklerden olmamıştır." Bu hususta, "en-Nübüvve velenbiya" adlı kitabımıza
bakınız, s. 128.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/278.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/278.
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/278.
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/278.
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/278-279.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/279.
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/279.
[46] Kurtubî, 10/27
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/279.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/279.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/279.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/279.
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/279.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/279.
[52] Muhtasar-! İbn Kesir, 2/312
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/279.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/279-280.
[54] Kurlubî, 10/6
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/280.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/285.
[56] el-Bahr, 5/457
[57] Kurtubî, 10/43
[58] Tirmizî, Tefsîru'[-Kuran, XVI,
3127
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/285-286.
[60] Kurtubî, 10/34
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/286.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/286.
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/286.
[63] Ibnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, 4/404
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/287.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/287.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/287.
[66] el-Bahm'l-Muhîl, 5/457
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/287.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/287.
[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/287.
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/287.
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/287.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/287.
[72] Beyzâvî, 286
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/287.
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/288.
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/288.
[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/288.
[76] Kurtubî, 10/36
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/288.
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/288.
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/288.
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/288.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/288.
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/288.
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/288.
[83] Merhum Seyyİd Kutub şöyle der: Toplum Lûl (a.s.)'un
evinde güze] yüzlü gençler bulunduğunu birbirinden işitti. Orada bir av var
diye sevindiler. Şehir halkı birbirlerini müjdelİyerek geldi". Olayın bu
şekilde ifâde edilmesi, toplumun, kötülük ve ahlaksızlıkta ulaşmış olduğu adilik
ve çirkeflik derecesini gösterir. Onların adîlikte ve seviyelerini, şöyle bir
sahnede açıklıyor: Şehir halkı, açıkça ve alenî olarak tecavüz edecekleri
gençler hakkındaki bilgi edindiklerini birbirlerine müjdeleyerek toplu halde
gelmektedirler. Bu açık durumdan hayvanlar bile utanırken o zâlim kavim bu işi
açıktan yapıyor ve ağızları sulanıp yalanıyorlardı. Bu, benzeri görülmemiş, bir
bataklığa düşme halidir. Lût (a.s)'a gelince o, üzgün bir halde misafirlerini ve
şerefini savunmaya çalışıyor, onlardaki insanî hamaset duygularını tahrik
etmeye ve Allah'tan korkma duygularını harekete geçirmeye çalışıyordu. Halbuki
o, bu bataklığa düşmüş kör nefislerde, ne bir hamaset ve ne de bir insanî şuur
olmadığını biliyordu. Fakat o üzüntüsü ve sıkıntısı içersinde elinden geleni
yapmaya çalışıyordu. (Zilâl 14/31)
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/288.
[84] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/289.
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/289.
[86] Fahr-i Râzî, 19/202
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/289.
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/289.
[88] Taberî, 14/44
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/289.
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/289.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/289.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/289.
[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/289.
[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/289.
[94] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/289.
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/289-290.
[96] Beyzavî, 286
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/290.
[97] İbnu'l-Cevzî, Zâdü'l-Mesir, 4/411
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/290.
[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/290.
[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/290.
[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/290.
[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/290.
[102] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/290.
[103] Buhârî, Tefsîra'l-Kur'ân, 1, 1; XV, 3; Fezâilu'l-Kur'ân,
9. Bu görüş Taberî'nin tercihidir.
[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/290-291.
[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/291.
[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/291.
[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/291.
[108] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/291.
[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/291.
[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/291.
[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/291.
[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/291.
[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/291.
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/291.
[115] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/291.
[116] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/292.
[117] Hıcr sûresi, 15/92
[118] Kasas sûresi, 28/78
[119] Rahman sûresi, 55/39
[120] Kurtubî, 10/61
[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/292-293.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder