DUHAN SURESİ
. 9
DUHAN
SURESİ
Mekke'de inmiştir. 59
âyettir.
Takdim
Duhân sûresi
Mekke'de inmiştir. Bu sûre, inancı yerleştirmek ve iman esaslarını
sağlamlaştırmak için, Mekke'de inen sûrelerin hedef aldığı "Allah'ın birliği",
"peygamberlik" ve "öldükten sonra dirilme" konularını hedef alır.
Bu mübarek sûre ebedî mucize olan
Kur'an-ı Kerim'den söz ederek başlar. Allah, yeryüzüne
ve onda bulunanlara vâris oluncaya kadar devam edecek olan Kur'an'dan söz eder. Şüphesiz her şey yalnız O'na
döndürülecektir. Sûre, Yüce Allah'ın, kendisini, ömür gecelerinin en
faziletlilerinden olan mübarek bir geceden, yani "Kadir gecesi"nde indirdiğini
anlatır. Mahrukatın işlerinin genişçe planlandığı, Allah'ın, semavî kitapların
sonuncusunu, peygamberlerin sonuncusu Muhammed (a.s.)'e indirmek için seçtiği o
yüce gecenin şerefini açıklar.
Sonra bu sûre, müşriklerin Kur'an-ı Kerim karşısındaki tutumlarını ve âyet ve
delillerinin açıklığı ve parlaklığına rağmen, onların Kur'an hakkında kuşku ve şüphe içinde olduklarını anlatır
ve onları şiddetli azap ile uyarır.
Daha sonra bu sûre, Firavun'un
kavminden ve azgınlıkları ve suç işlemeleri neticesinde başlarına gelen azap ve
cezayı anlatır. Onlar yok olduktan sonra bıraktıkları eselerden yani köşkler,
evler, bağ ve bahçeler, ırmaklar ve pınarlardan ve İsrailoğu1larının onlara
vâris oluşundan bahseder. Daha sonra da Allah'ın emirlerine isyan etmeleri
sebebiyle İsrail oğullan-nm başına gelen dağılma ve
yok olmadan söz eder.
Bu mübarek sûre, Kureyş müşriklerini, öldükten sonra dirilmeyi ve haşri inkâr ettiklerini, tekrar hayata dönmeyi uzak
gördüklerini, bunun için Peygamberi (s.a.v.) yalanladıklarını anlatır. O
yalanlayıcıların, Allah katında, daha önce gelmiş geçmiş azgın milletlerden
daha değerli olmadıklarını, suçlu azgınların yok edileceğine dâir ilâhî kânunun
değişmeyeceğini bildirir.
Bu mübarek sûre, teşvik ve
müjdeleme ile korkutmayı beraber yapmak suretiyle, iyiler ve kötülerin
akıbetlerini açıklayarak son bulur.[1]
İsmi
Yüce Allah, Duhân'ı yani dumanı, kâfirleri korkutmak maksadıyle bir mucize kıldığını bu sûrede açıkladığı için
buna "Duhân sûresi" adı verildi. Şöyle ki, kâfirler
Peygamber (a.s.)'i yalanladıkları için onlara açlık ve kıtlık gelmişti. Allah,
üzerlerine dumanı gönderdi. Neredeyse yok olacaklardı. Daha sonra, Peygamber
(a.s.)'in duası bereketiyle onları kurtarmıştı.
[2]
Bismillâhirrahnıânirrahîm
1. Hâ,
mîm.
2,
3. Apaçık kitab'a andolsun ki, biz onu
mübarek bir gecede indirdik. Kuşkusuz biz uyarıcıyızdır.
4, 5, 6.
Katımızdan bir emirle her muhkem şey o gecede genişçe açıklanır, şüphesiz biz,
Rabbinin rahmeti olarak peygamberler göndermekteyiz. Kuşkusuz O işitendir,
bilendir.
7. Eğer kesin olarak inanıyorsanız (Allah),
göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir.
8. O'ndan başka ilâh yoktur. Diriltir ve
öldürür, sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir.
9. Fakat onlar, şüphe içinde eğlenip
duruyorlar.
10. 11. Şimdi
sen, göğün, insanları bürüyecek açık bir duman çıkaracağı günü gözetle. Bu, elem
verici bir azaptır.
12.
İnsanlar: "Rabbimiz! bizden
azabı kaldır. Doğrusu biz artık
inanıyoruz" (derler).
13. Nerede
onlarda öğüt almak? Oysa kendilerine gerçeği açıklayan bir elçi
gelmişti.
14. Ondan yüz
çevirdiler "Bu, öğretilmiş bir deli" dediler.
15. Biz azabı
kısa bir süre kaldıracağız, ama siz yine (eski hâlinize)
döneceksiniz.
16. Fakat biz büyük bir şiddetle çarpacağımız gün, kesinlikle
intikamımızı alırız.
17, 18. Andolsun, onlardan önce biz, Firavun'un kavmini de imtihan
etmiştik. Onlara: "Allah'ın kullarını bana verin. Çünkü ben size (gönderilmiş)
güvenilir bir rasûlüm" diyen şerefli bir elçi
gelmişti.
19. "Allah'a
karşı ululuk taslamayın Çünkü ben size apaçık bir delil
getiriyorum."
20. "Ben, beni
taşlamanızdan dolayı, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a
sığındım."
21. "Eğer bana
inanmazsanız, benden uzaklasın."
22. Bunun
üzerine Musa "Bunlar suç işleyen bir toplumdur" diye Rabbine dua
etti.
23. Allah "O
halde kullarımı geceleyin yola çıkar. Çünkü takip edileceksiniz."
buyurdu.
24. "Denizi
sakin iken geride bırak. Çünkü onlar boğulacak bir ordudur."
25, 26, 27.
Onlar geride nice bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konaklar, zevk ve sefasını
sürdükleri nice ni'metler bırakmışlardı.
28. İşte
böylece biz de onları başka bir topluluğa mîras bıraktık.
29. Onlara gök
ve yer ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi.
Kelimelerin İzahı
Genişçe açıklanır.
Bekle.
Örter, kuşatır. Şiddetle
yakalarız. İmtihan ettik, denedik. Kibirlenmeyin, böbürlenmeyin. Allah'a sığınıp
ondan emân diledim. Geceleyin yürü.
Rehven,
sessizce demektir. Araplar rehv kelimesini, sessiz,
sakin anlamında kullanırlar. Şair şöyle der:
Atlar, dolu taşıyan bulutlardan
kurtulmuş kuşlar gibi, dizginli olarak sakin
bir şekilde yürürler.[3]
Cevheri şöyle der: Deniz sakinleşti, demektir. Atlar sessizce,
sükûnet içersinde geldiler, demektir.
Munzarîn,
tehir edilenler, geriye bırakılanlar.Na'me, bolluk
içersinde, rahat yaşama mânâsına gelen 'dendir. Nimet ise, ihsan ve lütuf
mânâsına gelen minnet'tendir. [4]
Nüzul Sebebi
İbn Mes'ûd'un şöyle dediği rivayet olunur: Kureyş, Peygamber (a.s.)'e isyan edince, Peygamber (a.s.),
"Yusuf (a.s.)'un zamanındaki kıtlık yılları gibi yılların, başlarına gelmesi
için dua etti. Bunun üzerine onlar öyle kıtlık ve sıkıntıya uğradılar ki,
sonunda kemikleri yediler. Adam göğe bakıyor, sıkıntıdan dolayı, göklerle
kendisi arasında olan şeyleri duman gibi görüyordu. Bunun üzerine Yüce Allah,
"Şimdi sen göğün, insanları bürüyecek
açık bir duman çıkaracağı günü
gözetle" mealindeki âyetleri indirdi. Neticede "Rasulullah (s.a.v)'a gelip dediler ki: "Ey Allah'ın Rasulü! Mudar kabilesine yağmur
dile. Çünkü onlar helak olmak üzeredir. Rasulullah
(s.a.v.)'da yağmur istedi ve onlar suya kavuştular. Bunun üzerine, "Biz azabı
birazcık kaldıracağız. Ama siz yine döneceksiniz" mealindeki âyet indi. Onlar
refaha kavuşunca eski hallerine döndüler. Bunun üzerine de Yüce Allah, "Biz,
büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, kesinlikle intikamımızı alırız"
mealindeki âyeti indirdi.[5]
Âyetlerin Tefsiri
1. Hâ, Mîm. Bu
harfler (hurûfu mukatta),
Kur'an'm mucize olduğuna dikkat çekmek içindir. Bu
hususta daha önce bilgi vermiştik.[6]
2. Mucizeliği
ve hükümleri açık, hidâyet ve sapıklık yollarını birbirinden ayıran apaçık Kur'an'a yemin
ederim. Yeminin cevabı şu âyettir: [7]
3. Biz o Kur'anı, mübarek ve değerli bir gecede, yani mübarek Ramazan
ayının kadir gecesinde indirdik:
"Ramazan ayı, Kur'an'ın indirildiği aydır"[8]
İbn Cüzeyy şöyle der: Kur'an'm o
gecede indirilmesi şöyle olmuştur: Kur'an, bir defada
dünya semasına indirilmiştir. Sonra da Cebrâîl (a.s.) onu azar azar Hz. Peygamber (a.s.)'e
indirmiştir.[9] Bir görüşe göre de: "Biz, onu Kadir gecesi
indirmeye başladık" demektir. Kurtubî şöyle der: Yüce
Allah o gece kullarına çokça bereket, hayır ve sevap indirdiği için, o geceyi
"mübarek" diye niteledi.[10]
İnsanları onunla uyaralım diye
indirdik. Çünkü aleyhlerinde delil olsun diye, insanları, uyarmadan ve azaptan
korkutmadan bırakmamak âdetimizdendir. [11]
4. Kadir
gecesinde kulların rızıkları, ecelleri ve diğer
hallerine ait her muhkem şey genişçe açıklanır. Artık o emir değiştirilmez,
bozulmaz. İbn Abbâs şöyle
der: Yüce Allah, hayat, ölüm ve rızık gibi, gelecek
seneye kadar olacak dünya işlerine hükmeder. Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah
Kadir gecesinde, o sene meydana gelecek olan kulların rızıkları, ecelleri, bütün hayır ve şer işleri, iyi ve kötü
şeyleri Levlı-i mahfûz'dan yazdırır. Hattâ kişi, adı
ölecekler arasında bulunduğu halde pazarda yürür, evlenir ve çocuğu olur.[12]
5. O gecede
takdir ettiğimiz her şey ve kulların işlerinden
meleklere vahyettiklerimizin hepsi, ilmimiz ve idaremizle,
tarafımızdan meydana gelecek bir emirdir. Şüphesiz biz, peygamberleri,
insanları hidâyete erdirmek ve irşat etmek için ilâhî kanunlarla insanlara
göndeririz. [13]
6. Kullara
şefkat ve merhametten dolayı onları gönderiyoruz. Ebû
Hayyân şöyle der: Bizden bir rahmet olarak, şeklindeki
zamir yerine, Rabbinden bir rahmet olarak, şeklinde açık isim getirilmesi,
Rabliğin, kullara merhamet etmeyi gerektirdiğini bildirmek içindir.[14]
Kuşkusuz Allah, kulların sözlerini işiten; hal ve davranışlarını bilendir.[15]
7. (Eğer kesin
olarak inanan kimselerden iseniz, bilesiniz ki) Kur'an'ı indiren o Yüce Zât, göklerin ve yerin Rabbidir.
Onların yaratıcısı, onların ve içindekilerin sahibidir. [16]
8. O'ndan başka
Rab yoktur. O'ndan başka ma'bûd da yoktur. Çünkü o,
azamet ve olgunluk sıfatlarıyla nitelenmiştir. Ölüleri diriltir, dirileri
öldürür, O, sizin ve sizden önce geçmiş milletlerin yaratıcısıdır. Fahreddin Râzî şöyle der: Ayetten
maksat şudur: İndiren, bu azamet ve büyüklük sıfatlarıyla nitelenmiş olunca,
indirilen yani Kur'an, son derece şerefli ve
yücedir.[17]
9. Onlar,
"Allah bizi yaratandır" diyerek açıkladıkları imanda samimi değillerdir.
Bilakis, öldükten sonra dirilme konusunda kuşku içindedirler. Onlar alay edip
eğlenirler. Şeyhzâde şöyle der: Onlar kuşkulu ve
şüphecilerden olduğu için, Yüce Allah durumlarını küçümsemek ve onları muhatap
durumundan uzaklaştırmak maksadıyla, II. şahıs zamirinden III. şahıs zamirine
dönerek, "Bilakis onlar kuşku içersinde alay ederler" buyurdu. Onların
yaptıklarının oyun ve eğlence olması, kesin delillere iltifat etmemeleri ve hak
ile bâtılı, zararlı ile faydalıyı birbirinden ayıramamalanndandır.[18]
Yüce Allah, kâfirlerin âdetlerinin
aptallık ve azgınlık olduğunu açıkladıktan sonra Peygamberini (s.a.v.) teselli
etmek ve onların İman etmelerinden ümidini kesmek için ona dönüp şöyle
buyurdu: [19]
10. Ey
Muhammed! Göklerin herkesin görebileceği yoğun bir dumanı getireceği gün, onlara
gelecek azabı bekle. İbn Mes'ûd şöyle der: Kureyş,
Peygamber (a.s.)'e isyan edince o, da beddua ederek şöyle dedi: Allah'ım! Mudar'a baskını şiddetlendir. Onlara, Yusuf (a.s.) seneleri
gibi kıtlık seneleri ver. Bunun üzerine sıkıntıya düştüler de
sonunda Iâşe
yediler. Göklerle yer arasını kaplayan dumanın yoğunluğundan dolayı, kişi
kardeşiyle konuşur, sesini duyar, fakat onu göremezdi. Daha sonra İbn Mes'ûd şöyle dedi: Beş şey
gelip geçmiştir: Duhân (duman), Rûm (Rumların İranlılar'a galip gelmesi), Kamer (ayın yarılması), Batşe (şiddetle yakalanıp cezalandırılma) ve Lizâm (azap ile helak olma).[20]
İbn Abbâs da şöyle der:
Duhân geçmemiştir. Bilakis
o, kıyamet alâmetlerindendir. Kıyamet kopmadan az önce gelecektir. Ondan mü'mine nezle gibi bir şey gelecektir. Bu duman kâfir ve
münafıkların başlarını pişirecek. Neticede herbirinin
başı kızarmış baş gibi olacak ve sarhoş gibi olacaklardır. O zaman, duman
içlerine dolacak; burun, kulak ve dübüründen
çıkacaktır.[21]
11. Bu duman,
Kureyş kâfirlerini her taraftan kuşatır ve Örter. Bu
duman onlara geldiğinde, "Bu, elem verici bir azaptır" derler".[22]
12. Şöyle
diyerek yardım isterler: "Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır. Onu bizden
kaldırırsan, kuşkusuz biz Muhammed'e ve Kur'an'a
inanırız". Beyzâvî şöyle der: Bu, Allah onlardan azabı
kaldırdığı takdirde iman edeceklerine dâir bir vaaddir.[23]
13. Azap kaldrıldığmda nerden hatırlayıp öğüt alacaklar? Bu, onların
iman etmelerinin uzak olduğunu ifade eder. Oysa, gerçek şu ki, onlara, apaçık
deliller ve güçlü mucizelerle desteklenmiş, peygamberliği açık bir elçi
gelmiştir. Buna rağmen ona inanmamış ve uymamışlardır. [24]
14. Sonra ondan
yüz çevirdiler, iftira attılar ve -haşa- ona delilik nisbet ettiler. Bu nitelikleri taşıyan topluluğun, öğüt ve
nasihattan etkilenmesi beklenir mi? Fahreddin Râzî şöyle der: Kur'an'm Hz. Muhammed (a.s.)'de görünmesi konusunda, Mekke
kâfirlerinin iki görüşü vardı: Bir
kısmı, "Muhammed bu sözü bir insandan öğreniyor" diyordu. Bir kısmı da şöyle
diyordu: Muhammed bir mecnundur. Bu sözleri ona, çarpılma halindeyken, cin
getiriyor.[25]
15. O azabı,
kısa bir süre için sizden kaldıracağız. Sonra siz yine, içinde bulunduğunuz şirk
ve isyana döneceksiniz. Fahreddin Râzî şöyle der: Maksat, onların, sözlerini yerine
getirmediklerine ve acizlik halinde Allah'a yalvarıp yakardıklarına, korku
gidince
de tekrar kâfirliğe ve atalarını taklide
döndüklerine dikkat çekmektir.[26]
İbn
Mes'ûd şöyle
der: Peygamberin (s.a.v.) yağmur duasıyla onlardan azap kaldırılınca, tekrar onu
yalanlamaya döndüler. [27]
16. Hatırla ki
birgün, kâfirlerden intikam almak için onları
şiddetli bir şekilde yakalayacağız. Batş, kuvvet ve
şiddetle yakalamak demektir. İbn Mes'ûd şöyle der: "Büyük yakalama" Bedir günü olmuştur.
İbn Abbâs da şöyle der: O,
kıyamet gününde olacaktır. İbn Kesîr der ki: Açık
olan, bunun kıyamet günü olmasıdır. Bedir günü de, bir yakalama günü olmasına
rağmen maksat budur.[28]
Fahreddin
Râzî de şöyle der: İkinci görüş daha doğrudur. Çünkü
Bedir günü, bu büyük sıfatla nitelenen dereceye ulaşmamıştır. Bir de tam
intikam, ancak kıyamet gününde meydana gelir. Yüce Allah, o yakalamayı "büyük"
sıfatıyla niteleyince, bunun mutlak olarak en büyük yakalama türlerinden olması
gerekir ki, bu da ancak kıyamet günü
olur.[29]
Bundan sonra Yüce Allah,
Firavun'un kavminden taşkınlık edenleri Kureyş
kâfirlerine anlatmak üzere şöyle buyurdu: [30]
17. O
müşriklerden önce de, Firavun kavmini, yani Mısır Kıptîlerini imtihan etmiştik.
Onlara, Allah'ın en değerli kullarından, soyu sopu
şerefli bir peygamber, Mûsâ (a.s.) gelmişti. [31]
18. Musa, İsrâiloğullannı kastederek, "Allah'ın kullarım bana verin,
onları salıverin, işkence etmeyin" dedi.[32]
Bu, şu mealdeki âyet-i kerimeye benzer: "İsrâîloğullarını hemen bizimle birlikte bırak, onlara
eziyet etme"[33]
Kuşkusuz ben, yalancılıkla itham edilmemiş, vahy
hususunda güvenilir bir peygamberim. Ben sizin için bir nasihatçıyım. Benim nasihatimi kabul edin. [34]
19. Allah'a
karşı kibirlenmeyin ve böbürlenip ona itaattan yüz
çevirmeyin. Şüphesiz ben size açık bir hüccet ve parlak bir delil getirdim.
Aklı olan herkes onları itiraf eder. [35]
20. Beni
öldürmeyesiniz diye Allah'a sığındım ve O'ndan eman
diledim. Kurtubî şöyle der: Sanki onlar Mûsâ
(a.s.)'yı öldürmekle tehdit ettiler de, o da Allah'a
sığındı.[36]
21. Size
getirdiğim hüccetten dolayı bana inanmıyor ve beni tasdik etmiyorsanız, bana
eziyet etmekten vazgeçin ve beni
serbest bırakın. İbn Kesîr şöyle der: Bana karşı çıkmayın ve işi, Allah
aramızda hükmedinceye kadar sulh halinde bırakın.[37]
22. Onlar
Musa'yı yalanlayınca Musa, "Rabbim! Bunlar suçlu bir kavimdir. Onlardan intikam
al" diyerek beddua etti. [38]
23. Bu sözde
hazif vardır. Takdiri şöyledir: Ona vahyedip dedik ki: Kullarımı, yani İsrailoğullarını geceleyin yola çıkar. Çünkü Firavun ve
kavmi sizi takip edecek ve bu onların yok olmasına sebep olacaktır. [39]
24. Sen denizi
geçtikten sonra, onu olduğu gibi sakin ve açık bir
halde bırak. Şüphesiz Firavun ve kavmi denizde boğulacaklardır. İbn Cüzeyy şöyle der: Musa (a.s.)
denizi geçince, asasını daha Önce vuru da denizin açıldığı gibi, şimdi tekrar
vurup kapanmasını istedi. Fakat Yüce Allah, Firavun ve kavmi oraya girsinler ve
boğulsunlar diye ondnn. denizi, olduğu gibi sakin
olarak bırakmasını istedi.[40]
Yüce Allah. Mûsâ (a.s.)'nın, onların
şerrini ve eziyetlerini düşünmemesi, onların Israiloğullanna yetişemeyeceklerinden kesin olarak emin
olması için bunu ona haber verdi. Sonra Yüce Allah, onların helak olduğunu
bildirmek üzere şöyle buyurdu: [41]
25. Buradaki
edatı çokluk ifade eder. Yani bol ağaçlı
birçok bağ ve bahçeyi, ırmakları ve akan çeşmeleri bıraktılar. [42]
26. İçinde bir
çok ekili şeylerin ve güzel ev ve oturma yerlerinin bulunduğu birçok çiftliği de
bıraktılar. Katâde şöyle der: Evler, konaklar ve
benzeri güzel yerlerdir.[43]
27. İçinde, son
derece müreffeh ve mutlu olarak yaşadıkları güzel ve parlak hayatı bıraktılar.
Fahreddin Râzî şöyle der:
Yüce Allah, onların, boğulduktan sonra şu beş şeyi bıraktıklarını açıkladı: Bağ
ve bahçeler, çeşme ve pınarlar, çiftlikler, güzel binalar, (köşkler, saraylar,
güzel evler) güzel ve parlak bir hayat.[44]
28. "İşte
onlara böyle yaptık. Onları yok ettik, mülklerini ve yurtlarını başka bir kavme,
yani Kıbtîlerin elinde köle olan Israiloğullarına miras bıraktık. İbn Kesîr şöyle der:
Ayetteki kavimden maksat, İsrailoğullarıdır.
Firavun ve kavminin boğulmasından sonra, onlar Kıbtîlerin ülklerine ve Mısır
ülkesine hâkim oldular. Nitekim Yüce Allah, meâlen
şöyle buyurmuştur: "Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi de, içini
bereketle doldurduğumuz yerin doğusuna ve
batısına mirasçı kıldık"[45]
Bir başka âyette de meâlen şöyle buyurmuştur: "Bunlara
İsrailoğullarını mirasçı kıldık"[46]
29. Onların yok
olmasına hiç kimse üzülmedi. Ölümlerinden var olan hiçbir mahluk etkilenmedi,
Cezaları başka bir zamana ertelenenler ve kendilerine mühlet verilenler
değillerdi. Aksine cezaları dünyada hemen verildi. Kurtubî şöyle der: Araplar, içlerinden ulu bir kişi
öldüğünde, "Gök ve yer ona ağladı" derler. Yani, onun ölüm musibeti her şeyi
etkiledi. Hattâ yer, gök, rüzgar ve şimşek ona ağladı. Şair şöyle
der:
Ey Hâbûr (Mürver)
ağacı! Niçin böyle yapraklısın. Tarîfin ölümüne
üzülmemiş gibisin.
Bu, onun ölümüne üzülme ve ağlamanın
gerekliliğini vurgulamak için, temsil ve zihinde canladırma yoluyla söylenmiştir. Buna göre âyetin mânâsı
şöyledir : Firavun ve kavmi helak oldu. Onların başlarına gelen bu musibet büyük
olmadı. Onlar için arkada kalıp ağlayan kimse bulunmadı. Bir görüşe göre de
burada muzaf hazfedilmiştir. Yani, "Onlara, yerde ve
gökte bulunanlar ağlamadı" demektir.[47]
30. Andolsun biz, İsrailoğullarını o
alçaltıcı azaptan kurtardık.
31. Yani
Firavun'dan. Çünkü o, azgınlardan bir zorba idi.
32. Andolsun biz İsrailoğullarını
bilerek âlemlerden üstün kıldık.
33. Onlara,
içinde açık bir imtihan bulunan âyetler verdik.
34, 35, 36. Bunlar (kâfirler) diyorlar ki: İlk ölümümüzden sonra
bir şey yoktur. Biz diriltilecek değiliz, doğru söylüyorsanız, babalarımızı
getirin.
37. Onlar mı
daha kuvvetli yoksa Tubba' kavmi ile onlardan
öncekiler mi? Onları yok ettik, çünkü onlar suçlu idiler.
38. Biz
gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye
yaratmadık.
39. Onları
sâdece gerçek bir sebeple yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar.
40. Şüphesiz
hüküm günü, hepsinin bir arada buluşacağı gündür.
41. O gün,
dostun dosta hiçbir faydası olmaz, onlara yardım da edilmez.
42. Ancak
Allah'ın merhamet ettiği kimseler böyle değildir. Kuşkusuz o, üstündür,
merhametlidir.
43, 44, 45, 46. Şüphesiz Zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir. Tıpkı
erimiş madenler ve kaynar suyun kaynaması gibi karınlarda kaynar.
47, 48, 49, 50.
(Allah zebanilere emreder): Yakalayın onu, cehennemin ortasına sürükleyin!
sonra başına azap olarak kaynar su dökün! (ve deyin ki:) Tat bakalım, çünkü sen
kendince üstündün, şerefliydin! İşte bu, şüphelenip durduğunuz
şeydir.
51, 52, 53. Takva sahipleri ise hakîkaten güvenilir bir
makamdadırlar. Bahçelerde ve pınar başlarındadır-lar.
İnce ipekten ve parlak atlastan giyerek karşılıklı otururlar.
54. Böyle
olduğu gibi ayrıca biz onları, iri gözlü hurilerle evlendiririz.
55. Orada,
güven içinde her meyveyi isterler.
56. Orada ilk
ölümden başka bir Ölüm tatmazlar. Ve Allah onları cehennem azabıdan korumuştur.
57. Rabbinden
bir lütuf olarak (verilmiştir.) İşte büyük kurtuluş budur.
58. Biz Kur'an'ı öğüt alırlar diye senin dilinde indirerek kolayca
anlaşılmasını sağladık.
59. Bekle,
onlarda beklemektedirler.
Ayetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde,
Firavun ve kavmini yok ettiğini bildirdikten sonra, ardından burada İsrailoğullanna yaptığı ihsanı anlattı ki, lütuf ve ihsanına
karşılık Rablerine şükretsinler. Sonra da Mekke kâfirlerini, Allah'ın yakalayıp
intikam almasından sakındırdı. Bedbahtlar ve mutluların mahkeme ve hesap
günündeki durumlarını' açıklayarak bu mübarek sûreyi sona erdirdi. [48]
Kelimelerin İzahı
Âlî, kibirli ve zorba. Belâ,
deneme, imtihan.
Kavmu Tubba'; Yemen kralları demektir. Yemenliler krallarına
(Tubba'lar) derlerdi. Cevheri şöyle der: Tebâbia, Yemen kralları demektir. Tekili Tubba'dır.[49]
Lügatçiler şöyle der: Tubba, Yemenlilerin kralının
lakabıdır. Bu, Rumların Kayserleri, İranlıların Kisrâlan ve Müslümanların Halifeleri gibidir.[50]
Yevnıu'1-fasl, kıyamet günüdür. Mevlâ, yakın, yardımcı demektir.
Mühl, eritilmiş bakır manasınadır. Esîm, günankâr. Bir kimse günah işleyip kötülük yaptığında denir.
Geniş zamanı gelir. Esîm, bu kökten alınmıştır. Onu, sert ve şiddetli bir şekilde çekin ve
sürün. Sündüs, ince ipek kumaş. İstebrak, kalın ipek
kumaş. geniş gözlüler, kelimesinin
çoğuludur. Bekle. [51]
Âyetlerin Tefsiri
30. Allah'a
andolsun ki, biz İsrailoğullanm, son
derece zillet ve horluğa düşürücü şiddetli azaptan kurtardık. Bu azap, erkek
çocuklarının öldürülmesi, kadınlarının çalıştırılması ve kendilerinin zor
işlerde kullanılmasıdır. [52]
31. Onları,
Firavun'un zulüm ve baskısından
kurtardık. Şüphesiz Firavun kibirli ve zorba bir kimse zulüm ve suç işlemede haddi aşan biriydi.
Sâvî şöyleder: Bu, İsrailoğullarma verilmiş olan nimetleri sayma cümle
sindendir. Bundan maksat, Hz. Peygamber (a.s.)'i
teselli etmek ve onu ve mü'min kavmini müşriklerin
ellerinden kurtaracağına dâir müjde vermektir. Zira müşrikler baskı hususunda,
Firavun ve kavminin derecesine ulaşmadılar.[53]
32. Biz,
onların bu şerefe hak kazandıklarım bilerek onları seçip, zamanlarındaki bütün
insanlardan şerefli kıldık. Katâde şöyle der: Muhammed
(a.s) ümmetinden değil, kendi zamanlarındaki insanlardan üstün ve şerefli
kıldık. Çünkü Yüce Allah, Muhammed (a.s.) ümmeti hakkında meâlen şöyle buyurmuştur: "Siz insanlar için ortaya
çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz"[54]
33. Onlara,
düşünen ve ibret alan için, içinde apaçık bir imtihan ve deneme bulunan
hüccetler, deliller ve mucizeler verdik. Razı şöyle der: Mucizeler; denizi
yarmak, bulutları gölge yapmak, bıldırcın ve kudret helvası indirmek ve benzeri
diğer engin mucizelerdir. Allah, onlardan başka hiç kimseye bu tür mucizeler
göstermemiştir.[55]
34, 35. Kureyş kâfirleri, "Biz bir defadan başka ölmeyeceğiz. O da
dünyadaki ilk ölümümüzdür" derler. Yüce Allah'ın, sözü, Kureyş kâfirlerini küçümsemeyi ve hafife almayı ifade der.
Tefsirciler şöyle der: Sûrenin başında Mekke kâfirlerinden bahsedildi. Ardından
bunların, sapıklık ve inkârda ısrarları hususunda Firavun ve kavmine
benzediklerini göstermek için onların kıssası geldi. Yüce Allah bunları
anlatınca, tekrar Kureyş kâfirlerine döndü. Onların,
İlk ölümümüzden başka bir şey yoktur" sözlerinden maksat, öldükten sonra
dirilmeyi inkâr etmektir. Sanki onlar şöyle demişlerdir: "Öldüğümüzde artık ne
dirilme, ne hayat, ne de haşir vardır" Sonra bunu şu sözleriyle açıklığa
kavuşturmuşlardır: Biz, diriltilecek değiliz.
[56]
36. Bu, âciz
düşürmek maksadıyle, müşriklerin,
Hz. Peygamber (a.s.) ve mü'minlere yaptıkları bir hitaptır. Yani, bu hayattan sonra
başka bir hayat olduğu iddianızda doğru iseniz, babalarımızı diriltin de, doğru
söylediğinizi bize bildirsinler. Fahreddin Râzî şöyle der: Müşrikler şöyle diyerek, haşir ve neşrin
yokluğuna delil getirdiler: Eğer öldükten sonra dirilme ve haşir mümkün ve akla
uygunsa, ölmüş babalarımızı hemen diriltin de; bu, kıyamet günü yeniden dirilme
hususundaki iddianızda doğru söylediğinize dair bize bir delil olsun.[57]
Kurtubî şöyle der: Bunu söyleyen Ebû Cehil'dir. O dedi ki: Ey Muhammedi Eğer sözünde doğru
isen, babalarımızdan ikisini bizim için dirilt. Bunlardan biri Kusayy b. Kilâb'tır. Şüphesiz o,
doğru bir adamdı. Ona, ölümden sonra ne olduğunu soralım.[58]
37. Bu, tehdit
mânâsı taşıyan istifhâm-ı inkâridir. Yani, o müşrikler
mi daha güçlü ve kuvvetli, yoksa Sebe'liler yani Yemen
kralları mı? Onlar Mekke kâfirlerinden daha zengin ve daha müreffeh idiler.
Onlardan önce gelip geçmiş kibirli ve zorba milletleri yok ettik. Ülkelerini
harap ve kendilerini darmadağın ettik. Ebus-suûd şöyle der: Bulardan maksat, Ad, Semûd ve benzeri zorba, inatçı, güçlü kuvvetli herkestir.
Onlar, Mekke kâfirlerinden daha kuvvetli idiler. Son derece güçlü ve kuvvetli
olmalarına rağmen Allah onları yok etti. Durum böyle olunca, Mekke kâfirlerinin
helak edilmesi daha kolaydır.[59]
Bu âyet, onların yok edilmesinin sebebini bildirir. Yani, onları suç işlemeleri
yüzünden helak ve yok ettik. Bunda Allah'ın, Tubba
kavmi ve diğer yalanlayanlara yaptığını Kureyş'e de
yapacağına dâir bir tehdit ve korkutma vardır.
Bundan sonra Yüce Allah, öldükten
sonra dirilmenin olacağına dâir delillere dikkat çekti. Ki, o da bu kâinatın hak
ile yaratılmasıdır: [60]
38. Bu kainatı
ve içinde bulunan eşsiz mahlukatı boş yere ve oyun olsun diye yaratmadık. [61]
39. Gökleri,
yeri ve bunların arasında bulunan mahlukatı, adalet ve apaçık bir hakla
yarattık ki, güzel iş yapana güzel işinin karşılığını; kötülük yapana
kötülüğünün karşılığını verelim. Fakat insanların çoğu bunu bilmedikleri için
öldükten sonra dirilmeyi ve hesabı inkâr ederler. Tefsirciler şöyle der: Yüce
Allah insan türünü yarattı. Kendisiyle geçim yollarının düzenlendiği gökleri,
yeri ve bu ikisi arasında yaratılmış olan harikulade varlıkları ve eşsiz
mahlukatı meydana getirdi. Sonra insanı, iman ve itaatla yükümlü kıldı. Bir kısmı inandı, bir kısmı inkâr
etti. O halde, iyilere sevap verilecek, kötülere de ceza verilecek bir yurt
mutlaka bulunmalı ki, herkese, kazandığının karşılığı verilsin. Öldükten onra dirilme ve ceza olmazsa, elbette bu yaratma boş ve oyun
olurdu. Yüce Allah bundan uzaktır. Bunun içindir ki, daha sonra şöyle
buyurdu: [62]
40. Kıyamet
günü, bütün mahlukatm hesaba çekilmesi için
belirlenmiş bir gündür. Yüce Allah o gün mahlukat arasında hükmedip iyiyi
kötüden ayıracağı için, buna, "ayırma günü" manasına denildi. Nitekim Yüce Allah, başka bir
âyette mealen şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde
Allah, aranızı ayıracaktır"[63]
41. O korkunç
günde, ne bir yakın yakınını savunabilir, ne de herhangi bir dost dostunu...
Yakını da olsa, hiçkimse başkasına ne bir fayda
sağlayabilir, ne de yardım edebilir? Nitekim Yüce Allah meâlen şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar! Rabbinize karşı
gelmekten sakının. Ne babanın, evladı, ne de evladın, babası namına bir şey
ödeyemeyeceği günden çekinin"[64]
42. Bu,
istisnâ-i muttasıldır. Yani, mü'minler hariç hiçbir
yakın, bir yakınma fayda veremez. Çünkü mü'minlerin,
birbirlerine şefaat etmesine izin verilir.[65]
Bir görüşe göre, bu, istisnâ-i munkatı'dır. Yani, şu
mânâdadır. Fakat, Allah kime merhamet ederse, o şefaat eder ve fayda verir.
İbn Abbas şöyle der: Yüce
Allah bu sözüyle mü'mini kastediyor. Çünkü mü'mine, peygamberler ve melekler şefaat eder.[66]
Şüphesiz Allah, düşmanlarından intikam alan ve dostlarına merhamet
edendir.
Yüce Allah, kıyametin kopacağına
dâir delilleri anlattıktan sonra, ardından o çetin günün niteliklerini anlattı.
Teşvik ve korkutmayı bir arada yapmak için, ilk önce kâfirlere olan tehdidi
anlattı, sonra ikinci olarak da, iyilere olan vaadi anlattı: [67]
43, 44.
Kuşkusuz o pis ağaç, cehennemin dibinde biten o Zakkum ağacı, bütün
günahkârların yemeğidir. Onların bundan başka yemeği yoktur. Ebu Hayyân şöyle der: el-Esîm,
aşırılık ifade eden bir sıfat olup, "günahı çok" demektir. "Müşrik" diye tefsir
edilmiştir.[68]
45. O Zakkum,
kötülük ve pisliği hususunda, son derece sıcak, erimiş bakır gibidir. İnsan onu
yeyince; karnında gurultu yapar. [69]
46. Kaynar
suyun kaynaması gibi kaynar. Kurtubî şöyle der: Zakkum
ağacı, Allah'ın cehennemde yarattığı ve lanetli ağaç"
ismini verdiği bir ağaçtır. Cehennemdekiler
acıkınca gelir ve ondan yerler. Karınlarında kaynayan su gibi kaynar. Yüce
Allah, o ağaçtan cehennem ehlinin karınlarına gidenleri, erimiş bakıra
benzetti. el-Esîm'den maksat, günahkâr kâfirdir. Bu da Ebû Cehil'dir. Çünkü o şöyle diyordu: Muhammed bize,
cehennemde Zakkum olduğunu söylüyor. Zakkum ancak, tereyağ ve hurma karışımı tirittir.[70]
Sonra tereyağ ve hurma getirip arkadaşlarına,
Allah'ın kelamıyla dalga geçerek, "Zakkum yiyin"
dedi. [71]
47. Zebânîlere
şöyle denir: Bu alçak kâfirin yakasına yapışın ve şiddetle sürükleyip cehennemin
ortasına çekin. [72]
48. Sonra
başından aşağı, o son du'rece sıcak olan kaynar suyu
dökün. [73]
49. Ona horlama
ve alay yollu şöyle denilir: Bu azabı tat. Çünkü sen, aziz ve değerli birisin.
İkrime şöyle der: Peygamber (s.a.v) Ebû Cehil ile karşılaştığında ona şöyle dedi: Allah bana,
sana, " layıktır sana o azap, layık"[74]
dememi emretti. Bunun üzerine Ebû Cehil şöyle dedi:
Beni ne ile tehdit ediyorsun? Vallahi, ne sen, ne de Rabbin, bana bir şey
yapamazsınız. Şüphesiz ben, bu vadide, kavmi srsinde
en güçlü ve en saygı görenlerdenim." Yüce Allah onu Bedir günü öldürdü ve onu
zelil kıldı. Bunun üzerine bu âyet indi.[75]
50. Şüphesiz bu
azap, dünyada kendisinden şüphe ettiğiniz azaptır. Bugün onu tadın: "Bir büyü
müdür bu, yoksa görmüyor musunuz?"[76]
Bu âyette, çoğul kipi kullanılması, mânâ itibariyledir. Çünkü maksat, "el-esîm
günahkâr" cinsidir.
Yüce Allah, cehennem ehlinin
durumlarını anlattıktan sonra, ardından cennet ehlinin durumlarını açıklamak
üzere şöyle buyurdu: [77]
51. Dünyada,
emirlerine sarılmak ve yasaklarından sakınmak suretiyle Allah'tan korkanlar var
ya, onlar bugün, âfetlerden, sıkıntılardan ve hoşa
gitmeyen şeylerden emin olacakları bir ikamet yeri olan cennettedirler. Bunun
içindir ki, Yüce Allah daha sonra şöyle buyurdu: [78]
52. Onlar,
güzel bahçe ve bağlar ve akan pınarlar içindedirler. [79]
53. Sündüs
denilen ince ve istebrak demlen kalın ipekten
elbiseler giyerler. Birbirleriyle sohbet etmek için, meclislerde karşılıklı
otururlar. [80]
54. İşte onlara
böyle çeşitli ikramlarda bulunacağız. Aynı zamanda onları, cennetlerde güzel
hurilerle evlendireceğiz. Beyzâvî şöyle der: Beyaz ve
iri gözlü hurileri onlara arkadaş kılacağız. Hûr'un
tekili 'beyaz tenli", Iyn'in tekili olan "iri gözlü"
demektir.[81]
Yüce Allah'ın, onlara verdiği nimetleri bu şekilde nitelemesinin sebebi şudur:
Cennetler ve nehirler, gönlün rahatlayacağı ve kederden kurtulacağı en kuvvetli
yollardandır. İnsanın mutluluğu güzel eşlerle tamamlandığı için, bundan sonra
da güzel hurileri zikretti. Nitekim şöyle denilmiştir: "Üç şey, kalpten üzüntüyü
giderir: Su, yeşillik ve güzel yüz". Bundan sonra Yüce Allah, nimetleri biraz
daha açıklayarak şöyle buyurdu: [82]
55. Cennet
ehli, çenette hizmetçilerden her türlü meyve getirmelerim isterler. Çünkü onlar
hazımsızlık çekmeyeceklerinden ve hasta olmayacaklarından emindirler. Cennette
ne yorgunluk vardır, ne de bıkkınlık. [83]
56. Bu,
istisnâ-i munkatıdır. Yani, onlar cennette ölümü
tatmazlar. Fakat dünyada ilk ölümü tatmışlardır. Orada Ölüm, tekrar gelmez.
Aksine orada sonsuzluk vardır. Allah onları, cehennemin elem verici şiddetli
azabından korudu. [84]
57. Yüce Allah
bunu onlara, kendisinden bir lütuf olarak yaptı. Onlara verilen bu nimetler,
büyük bir kazançtır. Ondan Öte kazanç yoktur.
[85]
58. Kur'an'ı senin dilinle, yani Arapça ile kolaylaştırdık ki,
öğüt alıp sakınsınlar. [86]
59. Ev
Muhammed! Onların başına gelecekleri
bekle. Şüphesiz onlar da senin yok olmanı bekliyorlar. Dünya ve âhirette kimin yardım görüp zafer kazanacağını anlayacaklar.
Bu âyette, Peygamber (a.s.) için bir vaat, müşrikler için de bir tehdit
vardır. [87]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. Çok işiten,
pek iyibilen
çok güçlü, çok merhametli, çok değerli kelimeleri, mübalağa ifâde eden kalıpla
gelmiştir.
2. "Ondan başka
ilâh yoktur, O diriltir ve öldürür" âyetiyle, ilk ölümümüzden sonra bir şey
yoktur. Biz diriltilecek de değiliz" âyetinde tıbâk
sanatı vardır.
3. "Eğer kesin
inananlar iseniz" cümlesinde, iman ve ba-sîret için azimli olmaya teşvik vardır.
4. "Kullarımı,
geceleyin yürüt" âyetinde, kelâmın bir kısmı hazfedilmek suretiyle îcâz
yapılmıştır. Takdiri şöyledir: " Ona, "yürüt" diye söyledik".
5. "Gök ve yer
onlara ağlamadı" âyetinde istiâre-i latife vardır. Yani onların yok olmasıyle bir şey değişmedi. Onların izleri kesildikten
sonra gök ve yer onlara üzülmedi. Araplar, saygı için şöyle derler: Gök ve yer
onun için ağladı. Dünya onun için karardı. Küçümsemek için de şöyle derler:
(tis Falanca öldü.
Fakat onun için dağlar boyun bükmedi.
6. "Doğru
söylüyorsanız, babalarımızı getirin" cümlesinde âciz bırakma üslubu
vardır.
7. "Tat
bakalım. Çünkü sen üstün ve şerefliydin" âyetinde alay üslubu
vardır.
8. "Onlar
geride nice bahçeler, pınarlar, ekinler ve güzel konaklar bıraktılar" âyeti, acı
çekmeyi ve üzüntü ve hasret belirtmeyi ifade eder.
9. "Karınlarda
kaynayan erimiş bakır gibi. Kaynayan
suyun kaynaması gibi" terkiplerinde mürsel mücmel
teşbih vardır.
10. Gibi âyet
sonlarında, kelâmın parlaklık ve güzelliğini artıran akıcı ve sağlam bir seci'
vardır.
Allah'ın yardımıyle "Duhân Sûresi"nin
tefsiri bitti. [88]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/11.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/12.
[3] Bu beyit, Nâbiğa ez-Zübyânî'nindir. Bkz. Kurtubî, 16/137.
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/15.
[5] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân,
44/2
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/15-16.
[6] Geniş bilgi için, Bakara sûresi'nin ilk ayetine
bakınız.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/16.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/16.
[8] Bakara sûresi, 2/185
[9] Teshil, 4/34
[10] Kuıtubî, 16/126
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/16.
[12] Beyzâvî Haşiyesi,
3/310
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/16.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/16-17.
[14] Bahr, 8/33
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/17.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/17.
[17] Tefsîr-i kebîr, 27/241
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/17.
[18] Beyzâvî Haşiyesi,
3/311
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/17.
[20] Bahr, 8/34
[21] İbn Mesud'un görüşü daha açıktır. Ebussuûd bunu tercih etmiş ve şöyle demiştir: Yüce
nazmın akışı bunu
gerektirmektedir. İbn Kesîr her iki görüşü anlatmış, sonra İbn Abbâs'ın görüşünü tercih etmiş
ve şöyle demiştir: Anlattıklarında ikna edici bir Özellik ve duhânın, beklenen alâmetlerden olduğuna açık delil vardır.
Aynı zamanda Kur'an'ın zahiri de bunu gösterir. (Bkz. Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/300).
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/17-18.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/18.
[23] Beyzâvî,
3/312
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/18.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/18.
[25] Tefsîr-i kebîr, 27/244
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/18.
[26] Tefsîr-i kebîr, 27/244
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/18-19.
[28] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/302
[29] Tefsîr-i kebîr, 27/244
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/19.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/19.
[32] Bu Mücahid'in görüşüdür. İbn Cüzeyy bunu tercih etmiştir.
İbn Abbâs'tan rivayet
edildiğine göre, âyetin manası şöyledir: Ey Allah'ın kullan! Bana iman ve
itaati yerine getirin.
[33] Tâhâ sûresi,
20/47
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/19.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/19.
[36] Kurtubî,
16/135
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/19.
[37] Muhtasar-ı ibn Kesîr,
3/302
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/19-20.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/20.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/20.
[40] Teshil, 4/35
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/20.
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/20.
[43] Bahr,
8/36
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/20.
[44] Tefsîr-i kebîr, 27/246
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/20.
[45] A'raf sûresi,
7/137
[46] Şuarâ sûresi, 26/59; Muhîasar-ı İbn Kesîr,
3/303
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/20-21.
[47] Kurtubî,
16/139
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/21.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/24.
[49] Cevheri, Sıhâh,
maddesi
[50] Kurtubî, 16/144
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/24.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/25.
[53] Sâvî Haşiyesi,
4/
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/25.
[54] Âli-İmrân,
3/110
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/25.
[55] Tefsîr-i kebîr, 27/248
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/25.
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/25.
[57] Tefsîr-i kebîr, 27/249
[58] Kurtubî,
16/144
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/25-26.
[59] Ebussuûd, 5/55
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/26.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/26.
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/26-27.
[63] Mümîehme sûresi,
60/3
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/27.
[64] Lukmân sûresi
31/33
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/27.
[65] Bahr, 8/39
[66] Tefsîr-i kebîr, 27/251
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/27.
[68] Bahr,
8/39
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/27.
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/27.
[70] Kurtubî, 16/149
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/27-28.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/28.
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/28.
[74] Kıyâme sûresi,
76/34
[75] Kurtubî,
16/151
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/28.
[76] Tûr sûresi, 52/15
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/28.
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/28.
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/28.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/28.
[81] Beyzâvî, 2/182
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/28-29.
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/29.
[84] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/29.
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/29.
[86] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/29.
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/29.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/29-30.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder