Al-i İmran Suresi(1)
ÂLİ İMRÂN SÛRESİ
Medine'de inmiştir. 200 âyettir.
Sûreyi Takdim
Âl-i İmrân sûresi Medine'de inen uzun
sûrelerdendir. Bu mübarek sûre, iki Önemli dinî esası ihtiva etmektedir.
Bunlardan birincisi, inanç ve bununla ilgili olarak Allah'ın birliğine dair
getirilen deliller. İkincisi, dinî, hukukî hükümler, özellikle gaza ve
Allah yolunda cihadla ilgili
hükümler:
1. Âyet-i kerimeler, Allah'ın birliğini,
peygamberliği ve Kur'an'ın doğruluğunun isbat, Ehl-i kitab'm İslam, Kur'an ve
Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) ile ilgili
konuların etrafında meydana getirdikleri şüpheleri red etmek için gelmiştir.
Bakara sûresi, Ehl-i kitab'm birincisi olan Yahudiler zümresinden söz
etmektedir. Onların hakikatini ortaya çıkarmakta ve niyetlerini art düşüncelerini ve
fıtratlarında olan adîlik ve hilekârlıkları açıklar. Âl-i İmrân sûresi ise Ehl-i
kitab'm ikinci zümresi olan Hıristiyan-lardan söz eder. Bunlar Hz. İsa (a.s.)nın
durumu hakkında Rasulullah (s.a.v.) ile cedelleşmişler, onun ilâhlığını iddia
etmişler, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğim yalanlamış ve Kur'an'ı inkâr
etmişlerdir. Bu mübarek sûrenin yaklaşık olarak yarısı onlardan bahseder. Bu
âyetlerde, Hıristiyanların ortaya attıkları şüpheler sağlam ve kesin delillerle
reddedilmiştir. Özellikle Hz. Meryem ve Hz. İsa (s.a.) ile ilgili konularda,
Hıristiyanların sapık iddialarını reddetmiş ve konuya açıklık getirmiştir. Bu
tavizsiz red çerçevesinde Yahudilerin tutumları ile ilgili bazı işaretler,
onları kınamalar ve Ehl-i kitab'ın hile ve desiselerinden müslümanları
sakmdırmalar da yer almaktadır.
2. Hacc farizası, cihad, faizli muamele ve zekatı
vermeyenlerle ilgili bazı dinî, hukukî
hükümlerden bahs edilmiştir. Bu âyetlerde Bedir ve Uhud gazaları ve bu gazalardan Müslümanların alacağı
dersler geniş bir şekilde anlatılır: Müslümanlar Bedir savaşında zafer kazandı,
Uhud'da ise Peygamber (s.a.v.)]in emrini yerine getirmedikleri için yenildiler.
Bu yenilgiden sonra kâfir ve münafıklardan birçok moral bozucu ve onur kırıcı
laflar işittiler. Bunun üzerine Yüce Allah bu dersteki hikmeti onlara açıkladı.
Bu hikmet şudur: Yüce Allah mü'mini kâfirden ayırmak için, mü'minlerin
saflarını münafıklardan temizlemek istedi. Bu mübarek âyetler, aynı zamanda,
nifaktan, münafıklardan ve onların, mü'minlerin azimlerini kırma gayretlerinden bahseder. Bu âyetler gökleri, yerleri ve
bunlarda bulunan sağlam ve eşsiz sanatları, hikmet sahibi yaratıcının varlığını
gösteren harikulade şeyleri ve sırları tefekkür etme ve düşünmeyi anlatarak
sona erer. Bu âyetler cihadı ve aşağıdaki kısa ve şümullü emirleri
gerçekleştirmek uğrunda cihad edenleri zikrederek son bulur. Zira hayır bu
emirlerle gerçekleşir, büyük zaferler bunlarla elde edilir, kurtuluş ve başarı
bunlarla tamamlanır. Bu emirleri ihtiva eden son âyet şudur "Ey iman edenler!
Sabredin; sebat gösterin; hazırlıklı ve uyanık bulunun, Allah'tan korkun ki,
başarıya ulaşabiîesiniz.[1]
Sûrenin Fazileti
Nuvas b. Sem'ân der ki: Rasullullah (s.a.v.)'m
şöyle dediğini işittim: "Kıyamet gününde Kur'an ve onunla amel eden kimseler
getirilirken Bakara ve Âl-i imrân sûreleri onların önünde gelir.[2]
İsimlendirilmesi
Bu sûrede faziletli bir aile olan İmrân ailesinin
kıssası anlatıldığı için sûreye Âl-i İmrân ismi verilmiştir. İmrân, Hz. İsa
(a.s.)'nm annesi olan Meryem'in babasıdır. Bu kıssada Hz. Meryem el-Betül'ün ve
oğlu İsa (a.s.)'-nıh doğumu gibi ilâhi kudrete delalet eden mevzular
zikredilmiştir. [3]
Rahman ve Rahîm Olan Allah'ın
Adıyla
1. Elif, Lâm, Mîm.
2. Hayy ve Kayyûm olan Allah'tan başka ilâh
yoktur.
3,4. (Rasulüm!) O, sana Kitab'ı hak ve önceki
kitapları tasdik edici olarak tedricen indirmiş; daha önce de, insanlara doğru
yolu göstermek üzere Tevrat ile İncil'i ve Furkan'ı indirmiştir. Bilinmeli ki,
Allah'ın â-yetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah,
suçlunun hakkından gelen mutlak kudret sahibidir.
5.
Şüphesiz ki ne yerde, ne de gökte hiçbir şey Allah'a
gizli kalmaz.
6. Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren
Odur. O'ndan başka ilâh yoktur. O mutlak izzet ve hikmet sahibidir.
7. Sana Kitab'ı indiren O'dur. O'nun bazı
âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. İşte
kalplerinde eğirilik olanlar, fitne
çıkarmak ve te'vil etmek için müteşâbih âyetlere uyarlar. Halbuki O'nun
te'vilini ancak Allah bilir, tlimde yüksek payeye erişenler ise: "O'na inandık.
Hepsi Rab-bimiz tarafından dır." derler.
Bunu ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar.
8. (Onlar şöyle
yakarırlar:) "Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra
kalblerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Eminiz ki, lütfü en bol
olan sensin.
9. Rabbimiz!
Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan
sensin." Allah asla sözünden dönmez.
Kelimelerin İzahı
Hayy, daima var olan, yok olmayan ve ölmeyen
demektir.
Kayyûm, kullarının işlerini yürüten.
Tasvir, bir şeye^ muayyen bir şekil vermektir. O sizi
yaratır demektir.
Erhâm, rahim kelimesinin çoğuludur. Rahim ise,
ceninin yaratıldığı yer demektir.
Muhkem, mânâsı açık olan şeydir. Kurtubî şöyle der:
Muhkem, tevili bilinen, mânâsı ve tefsiri anlaşılan âyettir. Müteşâbih,
mânâsını hiç kimsenin bilemiyeceği âyet demektir. Allah bunlarla ilgili ilmi
kendisine has kılmış, kimseye vermemiştir. Sûre başlarında bulunan hurûf-ı
mukattaa bu kabildendir. Muhkem ve müteşâbih hakkında belirtilen en güzel görüş
budur.[4]
Ümmü'l-kitab, Kitabın aslı, esası ve anası
demektir: Zeyğ, haktan sapmaktır. Bir kimse doğru yoldan saptığında «
denilir.
Te'vil, tefsir demektir. Aslı, dönmek ve varılacak
yere varmak mânâsına gelen Jji
kelimesidir. Bir iş varılacak merhaleye geldiğinde denilir.
Rüsûh, bir şeyde sebat edip, yerleşmek demektir. Şâir şöyle
der:
Nuzûl Sebebi
Bu âyet-i kerimeler, Necran Hır i stiy anlarından
bir heyet hakkında inmiştir. Heyet altmış kişi olup bunlardan ondört tanesi
ileri gelenlerdendi. Bunların içinden üç tanesi de en büyükleri idi. Bunların
birincisi, emirleri Abdülmesih, ikincisi müşirleri el-Eyhem, üçüncüsü de
âlimleri yani pisko-. poslan Ebu Harise b. Alkame idi. Bu üç kişi Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e gelerek O'nunla heyet adına konuştular. Bunlar bazan, İsa, Allah'ın
kendisidir. Çünkü p ölüleri diriltiyordu; bazan "O, Allah'ın oğludur, çünkü
babası yoktur. Bazan da "O, üçün üçüncüsüdür. Çünkü Allah çoğul sıygasıyle,
yaptık, söyledik" diyor. Eğer Allah tek olsaydı, yaptım, söyledim, derdi,
dediler. Bundan sonra Rasulullah (s.a.v.) ile aralarında şu müzakere geçti.
Rasulul-lah (s.a.v.) "Siz Rabbımizin diri olduğunu, Ölmeyeceğini, İsa'nın
Öleceğim bilmiyor musunuz?" dedi. "Evet" dediler. Rasulullah (s.a.v.) "Her
çocuğun mutlaka babasına benzeyeceğini bilmiyor musunuz?" diye sordu. "Evet,
biliyoruz" dediler. Rasulullah (s.a.v.) "Rabbimizin herşeyi idare ettiğini,
koruduğunu, muhafaza ettiğini ve herşeye rızık verdiğini bilmiyor musunuz? İsa
bunları yapabilir mi?" dedi. "Hayır" dediler. "Göklerde ve yerde hiçbir şeyin
Allah'a gizli kalmadığını bilmiyor musunuz? İsâ, Allah'ın bildirdiğinden
başkasını bilir mi?" dedi. "Hayır" dediler. Rasulullah (s.a.v.) "Rabbimiz
yemez, içmez, kaza-i hacette bulunmaz, İsa ise yer, içer ve kaza-i hacette
bulunurdu, bunu bilmiyor musunuz?" dedi. Onlar, "evet", dediler. Hz. Peygamber
(a.s.) "Öyle ise, İsa sizin iddia ettiğiniz gibi nasıl olur?" dedi. Bunun
karşısında sükût ettiler, inkâr etmekten başka bir yol bulamadılar. Bunun
üzerine Yüce Allah, sûrenin ilk seksen küsur âyetini indirdi.[6]
Âyetlerin Tefsiri
1. Elif, lâm, mîm. Bu harfler Kur'an'm i'cazına
ve onun, bu hecâ harflerinin
benzerlerinden meydana geldiğine
bir işarettir. Bakara sûresi'nin başında, bununla ilgili
açıklama yapılmıştır.
[7]
2.Ondan başka bir Rabb ve gerçek mabud yoktur. O
devamlı" var olup ölmeyen ve kullarının işlerini yürütendir.[8]
3. Ey Muhammed! O, sana Kur'an'ı kesin delillerle, ondan önce inip de ona uygun
olan kitapları tasdik edici olarak indirdi. [9]
4. Kur'an'ı indirmeden Önce de, İsrâîloğullarını!
Doğru yola iletmek için iki büyük kitabı, Tevrat ve İncil'i indirmişti. Furkan'ı
indirdi. Furkan'dan maksat bütün semavî kitaplardır. Çünkü onlar hakkı bâtıldan,
hidâyeti dalâletten ayırırlar. Bir görüşe göre, Furkan'dan maksat Kur'an'dır.
Şanını ta'zim için tekrar edilmiştir.[10] Allah'ın âyetlerini inkâr edip onları bâtıl şeylerle değiştirenler için
âhirette elem verici, büyük bir azap vardır.ly.i Allah, işine hâkimdir, kimse
ona galip gelemez. Kendisine isyan edenlerden intikam alır. [11]
5.
Şüphesiz ki yerde ve gökte hiç bir şey O'nun
bilgisinden uzak ve O'na gizli kalamaz.
O kâinattaki her şeyden haberdardır. Hiçbir şey O'na gizli
değildir.. [12]
6. Annelerinizin rahminde size dilediği şekli
veren ve erkek, kadın, güzel, çirkin olarak dilediği gibi yaratan O'dur. O'ndan
başka bir Rab yoktur. Birlik ve ilâhlıkta tektir. Mülkünde azîz, sanatında
hikmet sahibidir Bu âyette,
Hıristiyanların iddiaları red edilmektedir. Çünkü onlar İsa (a.s.)'nın
ilâhlığını iddia e-derler. Yüce Allah Hz. İsa'nın ana rahminde şekillendirilmiş
olması ve gaybı bilmemesi sebebiyle, onun diğerleri gibi bir kul olduğuna dikkat
çekti[13]
7. Ey Muhammedi Sana Kur'an-ı Kerim'i indiren
O'dur. Kur'an'ın bazı âyetlerinin delâleti açıktır. Onlarda herhangi bir|
kapalılık ve karışıklık yoktur. Helal ve haram âyetleri böyledir. Bu âyetler,
Kitab'ın aslı ve esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. İnsanların bir çoğu
bunların ne mânâya geldiğini anlıyamazlar. Müteşâbih âyetleri, muhkem ve mânâsı
açık olan âyetler yardımıyle anlamaya çalışan doğruyu bulur. Bunun aksini yapan
sapıtır. Bunun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurur: Kalplerinde hidâyeti
bırakıp dalâlete düşme eğilimi bulunanlar müteşâbih âyetlere uyar ve onları
kendi arzularına göre tefsir ederler.
* Bunu yapanlar, insanları, dinleri
hususunda fitneye düşürmek ve halka, sapık Hıristiyanların yaptığı gibi,
Allah'ın kelamını tefsir etmeyi murat ettikleri intibaını vermek için yaparlar.
Nitekim Hıristiyanlar Hz. İsa (a.s.) hakkında, O, Allah'ın Meryem'e ulaştırdığı
kelimesi ve kendisinden bir ruhtur,[14] mealindeki âyeti, Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğu veya ondan bir parça
olduğu şeklinde yorumlamış ve bunu iddialarına delil getirmişler; Hz, İsa
(s.a.)'nın ulûhiyyetini iddia etmiş ve onun Allah'ın kullarından bir kul ve
peygamberlerinden bir peygamber olduğuna delâlet eden "O, sadece kendisine nimet
verdiğimiz bir kuldur[15] mealindeki muhkem âyeti
terketmişlerdir. * Müteşâbih âyetlerin tefsirini ve hakikî mânâsını, tek olan
Allah'tan başka hiç kimse bilmez İlimde derinleşmiş kimseler ise, müteşâbih
âyetlere ve bunların Allah katından geldiğine inanırlar ve muhkem ve
mü-teşâbihin hepsi hak ve gerçektir. Çünkü Allah kelamıdır, derler. Akl-ı selim
sahibi ve münevver kimselerden başkası düşünüp öğüt almaz. [16]
8. Ey Rabbimiz! Bizi doğru dinine ve şeriatına
ulaştırdıktan sonra, kalplerimizi haktan saptırıp dalâlete düşürme, tü Fazl ve
kereminle bize bir rahmet ihsan ederek onunla bizi hak din üzerinde sabit kıl.
Sen bizim, fazlınla kullarına lütuf ve ihsanda bulunan Rabbimizsin. [17]
9. Ey Rabbimiz! O korkunç hesap gününde mahlukatı
bir araya getirecek sensin. O günün geleceğinde şüphe yoktur. Nitekim şöyle buyuruyorsun: "Kendisinden başka
hiçbir ilâh bulunmayan Allah elbette sizi kıyamet günü toplayacaktır. Bunda
asla şüphe yoktur. Kim, Allah'tan daha doğru söz söyler[18] Ya Rabbi! Senin va'din haktır. Sen va'dinden
dönmezsin. [19]
Edebi Sanatlar
1. Yüce Allah, Kur'an'ın diğer semavî kitaplara
üstünlüğünün kemalini göstermek için,
Kur'an yerine cins isim olan el-Kitab tabirini kullanmıştır. Sanki, kitap
ismini almaya layık olan sadece odur, ve gerçekte öyledir.
2. Bu ifade, Kur'an-ı Kerim'den önce gelen semavî
kitaplardan kinayedir. Önce gelen kitaplar çok açık ve meşhur oldukları için,
bunlar, Kur'an'ın önünde mânâsına gelen sözüyle ifade edilmişlerdir.
3. Yani, hakkı bâtıldan ayıran diğer kitapları da
indirdi. Bu bölüm umumî olanı hususî olana atıf kabilindendir. Çünkü önce hususî
olarak üç kitap zikredildi. Sonra bunlara itina ile birlikte bütün kitapları
ifâde eden el-Furkan ismi
kullanıldı,
4. Şerif Râdî şöyle der: Bu bir istiaredir.
Bundan maksat, bu âyetlerin, kitabın aslı olduğunu ve ondaki bütün
özetlerin mânâsını cem etmiş bulunduğunu
bildirmektir. Bu âyetler, kitabın anası durumundadır, Sanki Kur'an'ın diğer
âyetleri bunlara tabi veya bunlarla alakalıdır. Bu durum, çocuğun annesi ile
olan ilgisine ve önemli işlerinde ona sığınmasına benzer.[20]
5. Bu da bir 'istiaredir. Bundan maksat, ilimde
derinleşmiş kimselerdir. Böyle kimseler, ağır bir şeyin çukur bir yere yerleş
-nıesine teşbih edilmiştir. Bu ifadesinden daha beliğdir.[21]
Faydalı Bilgiler
1. Müslim'in Hz. Aişe (r.a).'dan rivayetine göre
Rasulullah (s.a.v.) ... âyetini okudu sonra şöyle buyurdu: Kur'an'm mütesâbih
âyetlerine uyanları görürseniz, bilin ki, Allah'ın bu âyette anlattıkları o
kimselerdir. Onlardan sakınınız.[22]
2. Kurtubî şöyle der: Muhkem ve mütesâbih
hakkında söylenenlerin en güzeli şudur: Muhkem, tevili bilinen, mânâsı ve
tefsiri anlaşılan âyettir. Mütesâbih ise mânâsını hiç kimsenin bilemiyeceği âyet
demektir. Allah, bunlarla ilgili bilgiyi
kendisine has kılmış,
kimseye vermemiştir. Hiçkimse
onları bilmeye yol bulamaz. Bazıları şöyle demiştir: mütesâbih âyetler;
kıyametin kopma zamanı, Ye'cüc
Me'cüc'ün çıkışı, Deccal'ın zuhuru ve İsa (a.s.) ile ilgili bazı âyetlerle,
sûre başlarındaki huruf-u mukattaâdır.[23]
3. Kur'an'm âyetleri, muhkemler ve müteşâbihler
olmak üzere iki kısımdır. Nitekim
âyet-i kerime bunu göstermektedir. Eğer: Bu âyetle, Hud süresindeki,
Kur'an'ın tümünün muhkem olduğunu bildirenajU âyetleri muhkem kılınmış bir
kitap[24] ve Zümer süresindeki, Kur'an'm tümünün mütesâbih olduğunu bildiren,
"Allah, âyetleri mütesâbih kitabı, sözlerin en güzeli olarak
indirmiştir[25] âyetlerini bağdaştırmak
nasıl mümkün olur? denirse, şöyle cevap verilir: Bu âyetlerin arasında bir
çelişki yoktur. Çünkü her âyetin, konumuzun dışında kendine mahsus bir mânâsı
vardır.. nun mânâsı: Onda herhangi bir ayıp, kusur yoktur. O, hak sözdür,
lafızları açık, mânâları sahihtir, nin mânâsı ise, onun âyetleri güzellik
bakımından birbirine benzer, birbirini tasdik eder, şeklindedir. Buna göre,
âyetler arasında bir çelişki ve çatışma yoktur.
4. Buharî'nin Said b. Cübeyr'den rivayet ettiğine
göre, bir adam İbn (r.a.)'a şöyle
der;
bana birbirleriyle çelişkili gelen bazı
şeyler buluyorum. İbn Abbas Qnlar nedir?" diye sorunca adam şöyle
sıralar:
"Sura üflendiği zaman, artık ne aralarında soy sop
vardır, ne de birbirlerini soruşturacaklardır[26] âyeti ile onlardan bir kısmı diğerlerine yönelerek birbirlerini sorumlu
tutmaya çalışırlar[27] âyeti; "Allah'tan hiç
bir haberi gizleyemezler[28] âyeti ile "Rabbimiz!
Vallahi biz müşriklerden değildik[29] âyeti arasında çelişki
vardır. İşte bu âyette, müşrik oldukları haberini gizlemişlerdir. Allah, Nâziât
sûresinde gökleri yerden önce, Fussilet sûresinde ise yeri göklerden önce
yarattığını zikretmiştir. Bir çok yerde ise "Allah gafur ve rahimdi" "Allah azîz
ve hakimdi" ve.«... "Allah işitici ve görücü idi" buyrulmuştu. Sanki daha Önce
böyle imiş de, şimdi böyle değil mânâsı anlaşılmaktadır.
İbn Abbas (r.a) şöyle cevap verir: "Aralarında soy
sop çekişmesi yoktur" âyeti, birinci nefhadaki durumu anlatır. Nitekim Allah
"Sura üfürü-lünce, Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ve yerde
ne varsa hepsi ölecektir[30] buyurur. Buna göre o anda aralarında nesep çekiştirmesi olmadığı gibi
soruşturma da yoktur. Sonra ikinci üfürülüşte birbirlerini sormaya başlarlar.
"Biz müşriklerden değildik" âyeti ile "Allah'tan hiçbir haberi gizleyemezler"
âyetine gelince, Allah, ihlaslı kimselerin günahlarını bağışlar. O zaman
müşrikler birbirlerine, "Gelin, biz de müşrik değildik" diyelim derler. Bunun
üzerine Allah onların ağızlarını mühürler de yaptıklarını azaları anlatır.
Böylece Allah'tan, hiçbir şeyin gizlenemeyeceğini anlarlar. O zaman, kâfirler,
"Keşke müslüman olsaydık" derler. Göklerin ve yerin yaratılışına gelince; Allah,
yeri iki günde yarattı, sonra semaya yönelerek onları da yedi kat olarak iki
günde yarattı. Bundan sonra da diğer iki günde yeri döşedi. Ondan su, yeşillik
ve otlaklar çıkardı. Sonra orada, dağlan, ağaçları, kıtaları ve aralarında
olanları yarattı. İşte, Nâziât süresindeki "Ondan sonra da yer küreyi
döşedi,[31] âyetinin mânâsı budur.
İşte buradan anlaşılıyor ki, Allah, ilk iki günde arzı yarattı, sonraki iki
günde gökleri yarattı ve en son iki günde de arzı döşedi.
"Allah Gafur ve Rahîm'di.." gibi sözlerine gelince,
Yüce Allah kendini böyle niteledi. O devamlı olarak böyledir. Sana yazıklar
olsun, Kur'an sana çelişkili gibi gelmesin. Çünkü onun hepsi Allah
kalındandır. [32]
10. Bilinmelidir ki inkâr edenlerin ne malları,
ne de evlatları Allah huzurunda kendilerine bir fayda sağlayacaktır. İşte onlar cehennemin
yakıtıdır.
11. (Onların yolu) Firavun hanedanının ve
onlardan öncekilerin tuttuğu yola benzer. Onlar bizim âyet-lemizi yalanladılar,
Allah da kendilerini günahları yüzünden yakalayıverdi. Allah'ın cezası
çok şiddetlidir.
12. İnkâr edenlere de ki: "Yakında mağlup
olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası ne kötü bir kalma yeridir."
13. (Bedir'de) karşı karşıya gelen şu iki gurubun
halinde sizin için büyük bir ibret vardır. Biri Allah yolunda çarpışan bir
gurup, diğeri ise bunları apaçık kendilerinin iki misli gören kâfir bir gurup.
Allah dilediğini yardımı ile destekler. Elbette bunda basiret sahipleri için
büyük bir ibret vardır.
14. Nefsânî arzulara, (özellikle) kadınlara,
oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal
hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya
hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah'ın
katındadır.
15. De ki: "Size bunlardan daha iyisini
bildireyim mi? Takva sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan,
ebediyyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın hoşnutluğu
vardır." Allah kullarını çok iyi
görür.
16. (Bu nimetler) "Ey Rabbimiz! îman ettik,
öyleyse bizim günahlarımızı
bağışla, bizi ateş azabından koru."
diyen;
17. Sabreden, dürüst olan, huzurda boyun büken,
hayra harcayan ve seher vaktinde Allah'tan bağış dileyenler
(içindir),"
Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Yüce Allah, önceki âyetlerde mü'minlerin, Allah'ın
kendilerini iman üzere sabit kılması için ettikleri dua ve niyazlarını anlattı.
Bu âyetlerde ise, kâfirleri küfre sevkeden sebebi, yani bu hayattaki mal ve
evlat çokluğuna aldanmalarını anlatmakta ve bu varlıkların, dünya da onlara
hiçbir faydası olmayacağı gibi âhirette de Allah'ın azabını onlardan
uzaklaştıramayacağını açıklamaktadır. Buna misal olarak Bedir Gazvesini verir.
Zira orada Allah'ın ordusu ile şeytanın ordusu karşı karşıya gelmiş. Neticede,
çok olmalarına rağmen kâfirler mağlup olmuş; az olmalarına rağmen mü'minler
zafer kazanmıştı. Kâfirlerlerin malları ve evlatları onlara fayda vermemişti.
Yüce Allah daha sonra, dünyevî arzulan, insanların elde etmek için birbirleriyle
rekabet ettikleri dünya mallarını anlatmakta, son olarak da, iyiler için Allah
katında olanların daha hayırlı olduğunu bildirmektedir. [33]
Kelimelerin İzahı
İğna, defetmek ve fayda vermek demektir.
Vekûd, ateş yakılan odun demektir. Vükûd ise,
yanmak mânâsına mastardır.
De'b, adet ve durum demektir. Bunun aslı, çalışmak
ve gayret etmek manasınadır. Kişi, işinde çalışıp gayret gösterdiğinde, aL
denir. Daha sonra bu kelime, adet mânâsına kullanılmıştır. Çünkü, kim birşeyle
uzun zaman meşgul olursa, o iş onun için bir adet haline gelir.
Âyet, alamet demektir.
Fie, cemaat mânâsındadır. Sıkıntılı zamanlarda,
cemaate başvurulduğu için, insan topluluğuna "fie" denilmiştir.
İbret, öğüt almak demektir. "İbret al" mânâsına
gelen kelimesi bu köktendir. Birşeyden başka bir şeye geçme mânâsına gelen
kelimesinden türemiştir. Nehri geçmek mânâsına gelen de bundandır. İtibar,
bilgisiz durumdan bilgili durumuna geçmek demektir.
Tezyin, bir şeyi süsleyip insanın gözüne güzel
göstermek demektir.
Şehvet, nefsin arzuladığı ve elde etmek istediği
şeydir. Bunun geçmiş zamanı, "arzuladı"
şeklindedir. Çoğulu Şehevât şeklinde olur.
Kanatır, kıntâr kelimesinin çoğuludur. Kıntar,
büyük mal yığını veya sayılamıyacak kadar çok mal demektir.
Mukantara, kat kat yığılmış demektir. "binlerce"
ve "kat kat" terkiplerinde olduğu gibi,
burada tekit için gelmiştir. Bu, Taberî'nin görüşüdür. Rivayete göre, Ferrâ da
şu görüştedir: Kanatır kmtar kelimesinin çoğuludur. Mukantara ise, kanatır
kelimesinin çoğuludur. Böylece dokuz kıntar olur.[34]
Musevveme, kendisine güzel bir görünüm veren ve
dikkatleri üzerine çeken bir alametle alametlenmiş demektir. Bir görüşe göre
musevveme, mer'âda güdülen hayvandır. Mücahid ve İkrime : "Müsevvemeden maksat,
besili, güzel atlardır"
demişlerdir.
Meâb, dönülüp varılacak yer demektir. Bir kimse bir
yerden dönüp geldiğinde denir. Maştan iyâb ve meâb şeklindedir. Nitekim âyet-i
kerimede "Şüphesiz onların dönüşü,
sadece bizedir[35] buyrulmuştur.
Eshâr, seherin çoğuludur. Tan yeri ağarmadan önceki
zamânâ seher denilir.
[36]
Nüzul Sebebi
Rasulullah (s.a.v.), Bedir'de Kureyşlileri mağlup
ettikten sonra Medine'ye dönünce Yahudileri toplayıp onlara "Ey Yahudi
topluluğu! Allah; Kureyş'in başına gelenleri sizin başınıza getirmeden önce
Müslüman olunuz. Şimdi anladınız ki, ben gönderilmiş bir peygamberim" dedi.
Yahudiler dediler ki: Ey Muhammedi Savaş hakkında bilgisi olmayan bir grup Câhil
Kureyşliyi öldürmen seni aldatmasın. Vallahi, eğer sen bizimle savaş-saydın,
nasıl adamlar olduğumuzu ve bizim gibilerle savaşmamış olduğunu anlardın" Bunun
üzerine Yüce Allah: "Kâfirlere de ki, yakında mağlup olacaksınız" âyetini
indirdi.[37]
Âyetlerin Tefsiri
10. Kâfirlerin ne mallan, ne
evlatları onlara bir fayda
sağlar. Âhirettte de,
Allah'ın azabından ve elem
verici cezasından hiçbir
şeyi onlardan uzaklaştıramazlar, Onlar, cehenneme
doldurulup yakılan odunlardır. [38]
11. Kâfirlerin hâli ve durumu Âl- i
Fir-avun'un durumu gibidir, yaptıkları
da onlann ve onlardan önceki Hûd, Sâlir ve Şuayb (a.s.)'ın kavimlerinin
yaptığına benzer. Onlar, peygamberlerin risaletine delâlet eden âyetlerimizi
yalanladılar. Allah da, küfür ve günahları sebebiyle onları cezalandınp helak
etti.. Allah'ın azabı elim, yakalaması şiddetlidir. Bu âyetten maksai şudur:
Kureyş kâfirleri, Âli Firavun ve onlardan Önceki inatçılar gibi kâfi oldular.
Malları ve evlatları onlara fayda vermediği gibi bunlarınki de fay da
vermeyecektir. [39]
12. Ey Muhammedi Yahudileri ve bütün kâfirlere de
ki : Dünyada hezimete uğrayacaksınız, âhirettte de toplanıp cehenneme
sürüleceksiniz. Cehennem ateşi, edindiğini ne kötü yataktır. [40]
13. Ey Yahudi topluluğu! Bedir günü sava için
karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için ibret ve öğüt vardır. Biri,
Allah'ın dinini yüceltmek için savaşan mü'mi topluluk, diğeri ise tâğût uğrunda
savaşan Kureyşli kâfirler topluluğudu: jji Mii'minler, kâfirlerin, kendilerinin
iki misli olduğum vehim ve hayalle değil, apaçık bir şekilde gözle görüyorlardı.
Bir görüşe göre, kâfirler, sayı bakımından, mü'minleri kendilerinin iki katı
olarak görüyorlardı. Zira Allah kâfirleri korkutmak ve onları müslümanlara karşı
savaştan caydırmak için, mü'minleri onların gözünde çok gösterdi. Birinci görüş,
İbn Cerîr'in tercihidir. Daha açık olan da budur. Çünkü tabiri, hayalle değil, gerçek görmeyi ifade
eder. Allah, dilediği kimseyi yardımıyle kuvvetlendirir. İşte bunda akl-ı selim
ve doğru fikir sahipleri için bir öğüt ve ibret vardır.
Bu âyetten maksat şudur : Maddî güç, her şey
değildir. Zafer, sayı ve silâh'ın çokluğu ile elde edilmez. O, ancak Allah'ın
yardımı ve desteği ile elde edilir. Nitekim Yüce Allah "Allah size yardım
ederse, kimse size galip gelemez[41] buyurmuştur.
Yüce Allah sonra, insanların fânî hayattaki şehevî
arzularına al-dandıklarını bildirerek şöyle buyurur: [42]
14. Şehevî duygulara meyletmek insanlara güzel
gösterildi ve ruhlarına sevdirildi. Bunlar kadınlar, oğullar, yığın yığın
biriktirilmiş altın ve gümüş, salma atlar, sağmal hayvanlar ve ekinlerdir. Yüce
Allah şehevî arzuları anlatmaya kadınlardan başladı. Zira, onların sebebiyle
meydana gelen fitne daha büyük ve onlardan zevk alma daha çoktur. Hadiste
"Benden sonra erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne
bırakmadım.[43] buyrulmuştur. Yüce Allah, daha sonra onlardan doğan çocukları zikrederek
buyurdu. Çocuklar kalplerin meyveleri ve gözlerin nuru olduğu için ikinci olarak
onları zikretti. Nitekim şâir şöyle der:
Aramızdaki çocuklarımız, yeryüzünde yürüyen ciğer
pârelerifnizdir. Onlann üzerine bir rüzgâr esse, gözümüze uyku
girmez.
insan, çocuğunu maldan daha çok sevdiği için
âyette, çocuklar maldan önce zikredilmiştir. Yığın yığın biriktirilmiş, çokça
altın ve gümüş mal, şehevî arzuların çoğu mal ile elde edildiği için, mal da
sevilen şeylerdendir. Kişi o malı elde etmek için birçok tehlikeyi göze
alabilir. Âyet-i kerimede, "Malı bütün gücünüzle seviyorsunuz[44] buyrulmuştur. Altın ve gümüşle muamele esas olduğu için, burada özel
olarak zikredilmişlerdir. Güzel asil atlar, develer, sığırlar ve davarlardan
binek, yiyecek ve süs için olanlar; ekilen ve dikilen şeyler. İnsanlar
besinlerini bunlardan elde ettikleri için, bunlar da sevilen şeylerdendir. Bütün
bu arzulanan şeyler, dünya hayatının çiçeği, fâni ve
zail olan süsüdür. Halbuki Allah katında, varılacak güzel yer ve sevap
vardır. [45]
15. Siz
Ya Muhammedi De ki: İnsanlara güzel gösterilen, bu dünya hayatının ve
geçici nimetlerinin süsünden daha hayırlısını size bildireyim mi? Bu soru takrir
içindir. Takva sahiplerine kıyamet gününde geniş cennetler verilecektir. Bu
cennetlerin içinden ve etrafından nehirler akar. Müttekîler orada ebedi olarak
kalacaklardırOnlara maddi ve manevi pislik ve kirlerden temizlenmiş eşler de
verilecektir. Bunlar büyük ve küçük abdest bozmazlar, hayız ve nifas görmezler.
Dünya kadınlarında görülen hoşa gitmeyen haller onlarda görülmez Bu güzel
nimetlerin yanında ayrıca, müttekîler Allah'ın rızasını kazanmışlardır. O ne
büyük bir rızadır. Kudsî hadiste şöyle buyrulmuştur. "Sizden razı olurum. Razı
olunca artık size asla kızmam.[46] Allah, kullarının bütün hallerini bilir. Herbirine hak kazandığı şeyi
ihsan eder. Sonra Yüce Allah, o naîm yurdunda ebedî kalmayı kendilerine
lütfettiği takva sahiplerinin sıfatlarını şöyle açıklar: [47]
16. Ümitli Bunlar : "Ey Rabbi-miz! Sana,
kitaplarına ve peygamberlerine imân ettik. Lütuf ve rahmetinle bizim
günâhlarımızı bağışla ve bizi cehennem azabından koru" diyenler ve[48]
17. Darlık ve sıkıntılara sabredenler, Allah'a
ve âlıiret gününe sadakatle inananlar, sıkıntılı ve geniş günlerinde Allah'a
itaat edenler, hayır yollarında mallarını bolca harcayanlar ve tan yeri
ağarmadan önce seher vaktinde istiğfar edenlerdir. [49]
Edebî Sanatlar
1.
Burada hazif yoluyla icaz vardır.
takdirindedir.
2.
Bu kelimenin nekre
gelmesi azlık ifade eder. Yani Onlara, mal ve evlatları az da olsa bir
fayda sağlamaz.
3.
Subût ve tahakkuk ifade etmek için, isim cümlesi
kullanılmıştır.
Burada ikinci şahıstan üçüncü şahsa dönüş vardır.
Takdiri dür.
5.
Bunun aslı dür. Öne geçene itina göstermek, sonraya
almana da teşvik etmek maksadıyla kelimelerin yeri değiştirilmiştir. kelimesinin
nekre getirilmesi tefhîm ve ta'zîm içindir. "Büyük bir ibret" demektir
terkibinde, kelimesinin nekre gelmesi de
bunun gibidir.
6.
İfadeleri arasrnda iştikak cinası vardır.
7.
Bundan maksat, nefsin istediği şeylerdir. Zemahşerî
şöyle der: Allah, mübalağa ifade etmesi için
nefsin arzu ettiği şeyleri kelimesi ile anlattı. Sanki
âyette zikredilen nefsin arzu
ettiği şeyler, şehvetlerin kendileri imiş gibi ifade edilmiştir. Bir de, şehevî
arzuların değersiz olduğuna dikkat çekmek için böyle söylenmiştir. Çünkü şehvet, akıllılar nezdinde hoş
görülmeyen bir şeydir.
8.
Burada . kelimesinin nekre getirilmesi, onun şanını
yüceltme ve onu tanımaya teşvik içindir.
9.
Ebussuûd der ki kelimesinin, müttakîlere ait zamire
muzaf olarak getirilmesi, onlara yapılacak lutfun çokluğunu açıklamak
içindir.[50]
Faydalı Bilgiler
1. Şehevî arzuları süsleyen kimdir? Bir görüşe
göre, şeytandır. Nitekim "Şeytan onlara, yaptıkları işleri güzel
gösterdi[52] âyeti bunu
göstermektedir. Şeytanın süslemesi : Vesvese vermesi ve onları yapmayı güzel
göstermesi demektir. Bir başka görüşe göre, şehevî arzuları süsleyen Allah'tır.
Aşağıdaki âyet de bunun delili olmaktadır. "Biz insanların hangisinin daha
güzel amel edeceğini deneyelim diye, yeryüzündeki herşeyi, dünyaya mahsus bir
zinet yaptık[53] Allah'ın denemek için süslemesi şehvete
kul olanlar ile Mevlâ'ya kul olanları birbirinden ayırmak içindir. Hz. Ömer
(r.a)'in sözünün zahirinden de bu anlaşılmaktadır; "Allah'ım! Bizim için
süslediğin şeylere karşı sabrımız yoktur. Ancak sen sabır verirsen sabrederiz.[54]
2.
Seher
vaktinde yapılan duaların kabul edilme ihtimali daha kuvvetli olması
nedeniyle, istiğfar için özellikle seher vakitleri zikredilmiştir. Çünkü bu
vakitlerde ruh daha saf, zihin daha derli toplu, ibadet daha zordur.
Dolayısıyle, duanın kabul edilme ihtimali daha kuvvetlidir. İbn Kesir şöyle
der: Abdullah b. Ömer gece kalkıp namaz
kılar, sonra Nâfi'ye : "Seher vakti geldi mi?" diye sorardı. Eğer Nâfi "evet"
derse, dua ve istiğfara başlar, sabaha kadar devam ederdi.[55]
18. Adaletle kamı olan Allah, belekler ve ilim adamları şahitlik etmiştir
ki, O'ndan h^ska ilan yoktur. Mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'ta
yoktur.
19. Allah nezdinde hak din Kitap verilenler,
kendilerine İlim geldikten sonr araıarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa
düştüler. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah'ın hesabı
çok çabuktur.
20. Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki:
"Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim." Ehl-i kitab'a ve
ümmilere de : "Siz de Allah'a teslim oldunuzmu" de. Eğer teslim oldularsa doğru
yolu buldular demektir. Yok eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca
duyurmaktır. Allah kullarını çok iyi görür.
21. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler, haksız
yere peygamberlerin canlarına kıyanlar ve adaleti emreden insanları öldürenler
(yok mu); onlara acı bir azabı haber ver.
22. İşte bunlar dünyada da, âhirettte de çabaları
boşa giden kimselerdir. Onların hiçbir yardımcısı da
yoktur.
23. Kendilerine
Kitap'tan bir pay
verilenleri görmez misin ki, aralarında hükmetmesi için Allah'ın Kitab'ına çağrıyorlar da, sonra
içlerinden bir gurup yüz çevirip geri dönüyor.
24. Onların bu tutumları," Bize ateş, sadece
sayılı günlerde dokunacaktır."
demelerinin bir sonucudur. Onların uydurmakta oldukları şeylerde, dinleri
hakkında kendilerini yanıltmıştır.
25. Fakat, onları gelmesinde şüphe edilmeyen bir
gün için topladığımız ve hiçbir haksızlığa uğramaksızm herkese kazandığı şeyler
tastamam Ödendiği zaman halleri nice olur?
Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Yüce Allah… âyetinde mü'minleri sena edip övdükten
sonra, imanın delillerinin apaçık olduğunu anlatarak, buyurmaktadır. Sonra da
İslam dininin, kulları için razı olduğu hak din olduğunu açıklamakta ve
Peygambere, Allah'a teslim olduğunu ve O'nun dinine boyun eğdiğini ilan etmesini
emretmektedir. Bunun ardında da Ehl-i kitabın sapıklıklarının, din hususunda
büyük bir ihtilafa düştüklerini ve Allah'ın hükmünü kabulden yüz çevirdiklerini açıklamaktadır. [56]
Kelimelerin İzahı
Şehâdet, ikrar ve açıklama demektir.
Kist, adalet manasınadır.: Din ,bu kelimenin asıl
itibariyle lügat mânâsı cezadır.
Burada, bilinen din manasınadır.
İslâm'ın lügat mânâsı, teslim olmak ve tam
manâsıyla itaat etmektir. İbnu'l-Enbârî şöyle der: "Müslüman" Allah'a ihlas ile
ibadet eden demektir. Bir kimse bir şeyi birine tahsis ederse, denilir. İslam da
bu sözden alınmıştır. Buna göre İslam, dini ve inancı Allah'a tahsis etmek demektir.
Seninle cedelleştiler ve çekiştiler
demektir.
Onları aldattı, fitneye düşürdü demektir. iş Yalan söylüyorlar manasınadır. [57]
Nüzul Sebebi
Rasulullah (s.a.v.) Medine'de yerleşince,
Suriye'deki Yahudi âlimlerinden ikisi geldiler. Yanma girdiklerinde,
hususiyetlerinden Hz. Peygamberi tanıdılar ve: "Sen Muhammed misin?" diye
sordular. Rasulullah (s.a.v.) "Evet" dedi. Onlar: "Sen Ahmed misin?" dediler.
Rasulullah (s.a.v.) "Evet" diye cevap verdi. "Sana şahitliği soracağız, eğer sen
onu bize bildi rirsen, sana iman eder ve tasdik ederiz" dediler. Rasulullah
(s.a.v.) "Sorunuz" diye buyurdu. Dediler ki: "Allah'ın kitabındaki en büyük
şahitliği biz< bildir" Bunun üzerine ... ol âyeti nazil oldu. Adamların iki
si de müslüman oldular ve Rasulullah (s.a.v.)'ı tasdik ettiler.[58]
Âyetlerin Tefsiri
18. Allah, kendisinden başka İlâh olmadığın;
şehâdet etti. Yani kendisinin vahdaniyetini ve tek olduğunu kullarına bildi rip açıkladı.
Zemahşerî şöyle der: Allah'ın, birliğine delaleti, bir şeyi U yan etmek ve açığa
çıkarmak için şahidlik edenin şehadetine benzetild Melekler ve ilim ehli olanlar
da, O'nun yarattığı ve güzı yaptığı varlık delilleriyle O'nun birliğine şahitlik
ederler. Yüc Allah, taksim ettiği eceller ve rızıklar hususunda da adaletli
davranmal tadır, O'ndan başka hiç bir
hak mabud yoktur. Mülküm güçlü, yaptığında hikmet sahibidir.[59]
19. Allah katında din İslam dinidir. Yani katında
makbul olan şeriat, İslam şeriatıdır. İslamdan başka, Allah'ın ra olacağı bir
din yoktur. ahu ve Hıristiyanlar, İslam dini ve Hz. Muhammed (s.a.v.)'in
peygamberliği hususunda, kendilerine apaçık deliller ve engin mucizeler gelip de
işin hakikatini Öğrendikten sonra ihtilafa düştüler. Onların küfrü şüphe ve
kapalılıktan değil, sadece kibir ve inattan kaynaklanıyordu. Bile bile
sapıtanlardan oldular. Bunu, aralarındaki kıskançlıklarından yaparlardı.
Liderlik sevgisi onları buna itiyordu, Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse,
bilsin ki o, yakında Allah'a dönecek, Allah onu süratle hesaba çekecek ve
küfrüne karşı cezasını verecektir. Bu
âyette tehdit
vardır. [60]
20.
Ya Muhammedi Din hususunda seninle cedellesirlerse
onlara deki : "Ben, Allah'ın kuluyum, bütün varlığımla O'na teslim oldum ve
ibadetimi sadece ona tahsis ettim. Allah'ın ne ortağı, ne de benzeri vardır, eşi
ve çocuğu da yoktur, Ben ve bana uyanlar İslam dini üzereyiz. Allah'ın emrine
teslim olmuş ve boyun eğmişizdir. Yahudi, Hıristiyan ve putperest Araplara de ki
: Siz de müslüman oldunuz mu? Yoksa
hâlâ küfrünüze devam mı
ediyorsunuz? Şüphesiz size, müslüman olmanızı gerektiren birçok mu'cize
gelmiştir. Eğer sizin müslüman
olduğunuz gibi, onlar da müslüman olurlarsa, dalâletten hidâyete,
zulmetten nura çıkmaları sebebiyle
hidayete ermiş ve kendilerine fayda sağlamış olurlar. Yüz çevirirlerse, ey Muhammed, sana zarar
veremezler. Çünkü Allah sana onları hidâyete erdir/nıeni emretmemiştir. Sen sadece bildirmekle yükümlüsün. Bundan
maksat, Peygamber (a.s.)'i teselli etmektir. Allah, kullarının bütün hallerini bilir ve ona göre karşılık verir.
Rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) bu âyeti Ehl-i kitab'a okuyunca:
"Müslüman olduk" dediler. Rasulullah (s.a.v.) Yahudilere, İsa'nın Allah'ın
kelimesi, kulu ve Rasulü olduğuna şehadet eder misiniz? dedi. Yahudiler: "Allah
korusun" dediler. Rasulullah (s.a.v.) Hıristiyanlara: "İsa'nın, Allah'ın
kulu ve Rasulü olduğuna şahitlik eder
misiniz? dedi. Onlar: "Allah korusun,
hiç İsa bir kul olur mu?" diye cevap
verdiler. İşte âyetinin mânâsı budur.[61]
21.
Allah'ın indirdiği âyetleri inkâr edenler ve kendilerini
Allah'a çağırmaktan başka bir suçu olmayan peygamberleri sebepsiz olarak
öldürenler , keza navır ve adaleti emrederek Allah'a çağıran insanları
öldürenler var ya, onlara elem verici ve hor düşürücü azabı müjdele. Ayette
zikredilen kâfir ve katiller, Yahudilerdir. Onlar Zekeriyya (a.s.)'ı oğlu Yahya
(a.s.) ve daha birçok peygamberi öldürdüler. İbn Kesir şöyle der:
"Isrâîloğulları, günün ilk vakitlerinde yani sabahleyin üç yüz peygamberi
öldürdüler. Akşam üstü de sebze pazarları kurdular." Onlara azabın müjdelenmesi
onlarla istihza ve onlara karşı
kızgınlık ifade eder. Buna
müstehaktırlar. Çünkü onlar Allah'ın âyetlerini inkâr etmek, peygamberleri
ve Allah'a çağıran diğer kimseleri
öldürmek gibi üç türlü suç işlemişlerdir. Yüce Allah, onların suçlarının
cezasını açıklayarak şöyle buyurur : [62]
22. İşte onların yapmış olduğu hayır ve iyilikler
bâtıl olmuştur. Ne dünya da, ne de âhirette amellerinin izi kalmıştır. Aksine,
dünyada da âhirettte de, onlar için la'net ve rezillik vardır. Allah'ın
azabından olanları koruyacak veya azabı onlardan uzaklaştıracak yardımcıları
yoktur. Daha sonra Yüce Allah, Ehl-i kitabın
inat ve ısrarlarını açıklayarak şöyle buyurur : [63]
23. Ey Muhammedi Kendilerine kitap verilen
Yahudilerin durumuna şaşmıyor musun?
Bu sıyga, Peygamber (a.s.)'i veya bütün muhatapları hayrete
düşürmektedir. Zemahşerî der ki: Kendilerine kitap verilenlerden maksat, Yahudi
âlimleridir. Onlar Tevrat'tan büyük ölçüde ilim elde etmişlerdir. Buna rağmen
ihtilafa düştükleri hususlarda, aralarında hükmetmesi için, ellerinde bulunan
ve doğruluğuna inandıkları kitapları Tevrat'a başvurmaları istendiğinde,
Onlardan bir grup, Allah'ın hükmünü kabulden yüz çevirip kaçıyor. Bu âyet,
onların, Tevrat'ın hükmüne uymanın vacip olduğunu bilmelerine rağmen, ondan yüz
çevirmelerinin çok yadırganacak bir şey olduğunu ifade eder. Cümlesi tevelliyi,
yüz çevirmeyi te'kit eder. Yani onlar öyle bir kavimdir ki, haktan yüz çevirmek
ve bâtılda ısrar etmek onların tabiatıdır. Müfessirlerin dediğine göre bu âyet,
Yahudilerin, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hükmüne başvurmaları kıssasına işaret
eder. Onlardan iki kişi zina edince, Rasulullah (s.a.v.).recmedilmele-rine
hükmetti. Yahudiler kabul etmeyip dediler ki: Bizim kitabımızda böyle bir şey
yok. Sadece tahmini cezası vardır. Yani zina edenin yüzü ziftlenir ve aleme
ibret için hayvana ters bindirilerek halk arasında gezdirilir. Bunun üzerine
Tevrat getirtilerek ondaki recim âyeti bulundu
ve zina edenler recmedildiler. Yahudiler buna kızdı. Bunun üzerine Yüce
Allah bu âyeti indirerek onların adiliklerini ortaya koydu.[64]
24. Onların yüz çevirip Tevrat'ın hükmünü kabul
etmemelerinin sebebi Allah'a iftiraları, kendilerini peygamber çocukları
saymaları ve cehennemde sadece kırk gün gibi az bir süre, yani buzağıya
taptıkları süre kadar yanacaklarını iddia etmeleridir, Allah'a karşı
söyledikleri yalanlar, onları dinleri hususunda aldattı[65]
25. Kıyamet günü hesap için onları topladığımız
zaman halleri nice olur!! Bu, onların başına gelecek bela ve musibetlerin
büyüklüğünü ifade 'eder. O gün, herkes yaptığının karşılığını tam olarak alır.
Onlara hakettiklerinden fazla ceza verilerek, veya sevapları eksiltilerek
zulmedilmez. [66]
Edebî Sanatlar
1. Bu cümleden j[ edatının hem ismi hemde haberi
ma'rifedir. Bu durum hasr ifade eder. Yani, "Allah katında İslamdan başka din
yoktur." demektir.
2.Yahudi ve Hıfistiyanlardan "kendilerine kitap
verilenler, diye bahsedilmesi, onların fazlaca adilik ve çirkinliklerini ifade
eder. Çünkü, kitabı bilmelerine rağmen ihtilafa düşmeleri, son derece âdi ve
çirkin olduklarını göstermektedir.
3. Burada zamir yerine Allah lafzının gelmesi,
kalplere korku ve heybet yerleştirmek içindir.
4. Burada "yüz,, zikredilmiş, şahsm kendisi
kastedilmiştir. Bu mecazi mürsel olup "zikr-i cüz irade-i küll" (bir bölümün
zikredilip tamamının kastedilmesi) kabil indendir.
5. Onları elim bir azapla müjdele. Aslında müjde
hayırlı şeylerde kullanılır. Onun serde kullanılması alay ifade eder. Buna
uslub-i Tehekkumî denir. Zira burada "elem verici bir azabı haber verme"
sevindirici müjde şeklinde' ifade edilmiştir. Nitekim Münafıklara, kendileri
için elem verici bir azap olduğunu müjdele[67] âyetinde de
bu mânâ vurgulanmıştır. Bu, meşhur üsluptur. [68]
Faydalı Bilgiler
Kurtubî şöyle der: ... âyeti ilmin faziletini ve
alimlerin Şerefini göstermektedir. Eğer alimlerden daha şerefli bir kimse
olsaydı, Allah, alimlerin ismini söylediği gibi, kendi ismi ve meleklerin
ismiyle birlikte onu da zikrederdi. Allah'ın, peygamberine "Rabbim benim
ilhnimi artır de[69] diye emretmesi ve Peygamber (s.a.v.)'in "Âlimler, peygamberlerin
varisleridir" buyurması, ilmin şerefini ifade etmek için
yeterlidir.
Ibn Mesud'dan rivayet edilen bir hadiste Rasulullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Kıyamet günü … âyeti getirilir de Yüce Allah şöyle
buyurur: Kulum benden bir söz aldı. Ben, sözünü yerine getirmeye en layık
kimseyim. Kulumu cennete sokun.[70]
Bir Nükte
İlmin fazileti hakkında okuduğum şeylerin en
güzellerinden birisi, akıl ile ilim arasında geçen şu konuşmadır. Şâir bunu çok
güzel bir şekilde ifade etmiştir:
Alimin ilmi ile akıllının aklı, hangisinin daha
şerefli olduğu hususun da ihtilaf ettiler. İlim şöyle dedi: Ben, şerefin
zirvesine ulaştım. Akıl ded ki: Ben, Öyle bir varlığım ki, Allah benimle
tanındı. İlim, daha açık şekildt şöyle dedi: Allah, Kur'an'da hangimizle
muttasıf olduğunu bildirdi. Akıl an ladı ki, ilim onun efendisidir. Böylece
akıl, ilmin üstünlüğünü kabul etti ayrıldılar. [71]
26. De ki: Mülkün sahibi olan Allah'ım! Sen
mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini
yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. İyilik senin elindedir. Gerçekten Sen her
şeye kadirsin.
27. Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye
katarsın. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de
sayısız rızık verirsin.
28. Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kâfirleri
dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri
yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır.
Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnıca
Allah'adır.
29. De ki: "İçinizdekileri gizleseniz de, açığa
vur-saniz da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir Allah her şeye
kadirdir."
30. Herkesin, iyilik olarak yaptıklarını da,
kötülük olarak yaptıklarını da
karşısında hazır bulduğu günde (insan) isteyecek ki, kötülükleri ile kendisi
arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi
sakındırıyor. Allah kullarına oldukça şefkatlidir.
31. De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz
ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece
bağışlayıcı ve esirgeyicidir."
32. De ki: Allah'a ve Rasul'üne itaat edin. Eğer
yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah, geçen âyetlerde tevhid, nübüvvet ve
İslam dininin doğruluğuna dair delilleri anlattıktan sonra, bu âyetlerde de
Allah'ın İslam'a ve müslümanlara yapacağı yardımın yakın olduğunu ifade eden
müjdeleri açıklamaktadır. Bütün işler O'nun kudret elindedir, dilediğini azız,
dilediğini zelîl kılar. Yüce Allah bu âyetlerde ayrıca Hak ordusunu aziz
kılması ve din-i mübinine yardım etmesi için dua ve niyaz etmesini Rasulüne
emretmektedir. [72]
Kelimelerin İzahı
Bu kelimenin aslı . dır. Nida harfi hazfedilip ona
karşılık kelimenin sonuna şeddeli bir mim getirilmiştir. Meşhur dilciler İmam
Halil ve Sîbeveyh bu görüştedirler.
"Çeker alırsın" demektir. Yok etmeyi ifade
etmek için bu tabii kullanılır. Meselâ Allah, ondan kötülüğü giderdi"
demektir.
Sokmak manasınadır. Sülasisi olup "girmek"
manasınadır. "Onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar cennete
giremiyeceklerdir[73] âyet-i kerimesinde de bu mânâda
kullanrlmıştur.
Emed, bir şeyin nihayeti ve sonu demektir. Çoğulu
âmad gelir, süs : Tükât, şerrinden korkulan insanla iyi geçinmeye çalışmaktır.
Buna takiyye denir.
[74]
Nüzul Sebebi
a) Rasulullah (s.a.v.) Mekke'yi fethettiğinde
ümmetine İran ve Bizans imparatorluklarının da fethedileceğini vadetti. Bunu
duyan Yahudi ve münafıklar: "Heyhat, Muhammed nerde, İran ve Bizans'ı fethetmek
nerde... Onlar fethedilemiyecek ve güç yetirilemiyecek kadar kuvvetlidirler.
Mu-hammed'e Mekke yetmedi rni de, ta İran ve Bizan'ın topraklarına göz
dikiyor?" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah
... "De ki: Ey Allahım! Ey mülkün sahibi! Sen mülkü dilediğine verirsin" âyeti nazil
oldu.[75]
b) İbn Abbas (r.a.)'tan şöyle rivayet edilir:
Takva sahibi ve Bedir gazilerinden olan Ubâde b. Sâmit'in Yahudilerle dostluk
anlaşması vardı. Rasulullah
(s.a.v.) Ahzab (Hendek)
savaşma çıkınca Ubâde
Rasulullah (s.a.v.)'a "Ya
Rasulullah! Benim beşyüz Yahudi dostum vardır. Onların benimle beraber savaşa
çıkmalarını istiyorum ki onlara onlar sayesinde galip gelelim." dedi. Bunun üzerine "Mü'minler kâfirleri
dost edinmesinler" âyeti nazil oldu.[76]
Âyetlerin Tefsiri
26. Ya Muhammed! De ki: Ey Allah'ım! Ey her
şeyin sahibi! Kâinatta yegâne tasarruf sahibi sensin. Mülkü dilediğine verirsin,
diled.ğinden de çeker alırsınDilediğine izzet verirsin, dilediğini de zelil
edersin Bütün hayır hazineleri sadece senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye
kadirsin. [77]
27. Geceyi gündüze, gündüzü de geceye katarsın.
Birini uzatır, diğerini kısaltırsın. Bunun tersini de yaparsın. Böylece yılın
yaz ve kış mevsimlerde gece ve gündüzün uzunluğu birbirinden farklı olur. Sen
ölüden diriyi, diri -
den de ölüyü çıkarırsın. Yani tohumdan ekini,
ekinden tohumu; çekirdekten hurma ağacını, hurma ağacından çekirdeği; tavuktan
yumurtayı yumurtadan tavuğu ve kâfirden mü'mini, mü'minden de kâfiri
çıkarırsın.
İbn kesir böyle tefsir etmiştir.Taberî şöyle der:
Bu âyetle ilgili tefsirlerin en doğrusu, şöyle diyenlerin tefsiridir: Canlı
insan ve hayvanları cansız nutfeden çıkarır. Ölü nutfeyi de canlı insan ve
hayvanlardan çıkarır.[78]
Sen dilediğine sayısız ve sınırsız bol bol rızık
verirsin..
Sonra Yüce Allah, kâfirleri dost ve ahbap edinmeyi
yasaklıyarak şöyle buyurur:
[79]
28. Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kâfirleri
dost edinmesin. Yani ey mü'minler! Allah'ın dostlarını bırakıp da, düşmanlarını
dost edinmeyiniz. İnsanın hem Allah'ı hem de O'nun düşmanlarını sevmesi makul
bir şey değildir. Zemahşerî şöyle der: mü'minler, aralarındaki akrabalık veya
dostluk yahut dostça yaşamak ve muaşerette bulunmayı gerektirecek başka
sebeplerden dolayı kâfirleri dost edinmekten men edildiler. Kim bunu yapar da
kâfirleri dost edinirse, Allah'ın dininde onun hiçbir yeri yoktur. SlZi
Ancak sakınılması gereken bir şeyden
korkarsanız veya eziyet ve kötülüklerinden çekinirseniz, kalben değil de,
lisânen onlara dost görünebilirsiniz. Zira böyle bir davranış, sefihleri idare
etme kabilindendir. Nitekim şöyle bir rivayet vardır: Biz bazı toplulukların
yüzüne güleriz, ama kalplerimiz onlara la'net eder" Allah, kendisinden meydana
gelecek bir azaptan sizi sakındırır. Dönüşünüz ancak Allah'adır. O, herkese,
ameline göre karşılığını verecektir. [80]
29. Ey Muhammed! De ki: kâfirlere karşı
kalplerinizdeki dostluğu gizleseniz de, açıklasanızda Allah onu bilir. Hiçbir
şey O'na gizli kalmaz, Allah herşeyi, göklerde ve yerlerde meydana gelen her
şeyi bilir. Allah, hükmüne muhalefet eden ve emrine isyan edenleri
cezalandırmaya kadirdir. Bu, büyük bir tehdittir. [81]
30. Kıyamet gününde her insan, işlediği amelin karşılığını eksiksiz olarak hazır
bulur. Hayır işlemişse hayır, şer
işlemişse şer bulur. Eğer ameli güzel ise, bu onu sevindirir ve rahatlatır.
Eğer ameli kötü ise, Onu görmemeyi
temenni eder. Kendisiyle çirkin ameli
arasında son derece büyük bir uzaklık bulunmasını, yani doğu ile batı
arasındaki uzaklık kadar bir mesafenin bulunmasını ister, AUlah sizi azabından
sakındırır. Allah, yaratıklarına karşı merhametlidir. Onların doğru yolda
olmalarını ister. [82]
31. Ey Muhammedi Onlara de ki : Siz gerçekten
Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz. O zaman Allah sizi sever. Çünkü ben O'nun
Rasulüyüm. 3 Rasulüne tabi olmanız ve Onun emrine itaat etmeniz sebebiyle Allah
sizi sever ve geçmiş günahlarınızı bağışlar. İbn Kesir şöyle der: Bu âyet-i
kerimenin hükmü, peygamberin yolunda olmadığı halde Allah'ı sevdiğini iddia eden
herkese şâmildir. Çünkü o, bütün söz ve fiillerinde Muhammedi şeriata uymadıkça
bu iddiasında yalancıdır.[83]
32. De ki : Allah'ın emrine de, peygamberin
emrine de itaat ediniz. Eğer itaat etmekten yüz çevirirlerse, bilsinler ki
Allah, âyetlerini inkâr edenleri ve peygamberlerine isyan edenleri sevmez.
Bilakis "Peygamberi ve onunla birlikle iman e-denleri utandırmayacağı
günde[84] onları cezalandırır ve rezilrüsvay eder. [85]
Edebi Sanatlar
Bu mübarek âyetlerde birçok edebî sanat
vardır:
1. ve
eibi yerlerde tıbak
sanatı vardır.
2. arasında
cinâs-ı nakıs vardır. İle Siz; ve arasında da cinâs-ı iştikak
vardır.
3. ifadelerinde reddu'1-acez sanatı
vardır.
4. Cümlesinde oldu&u eibi, diser bazı
cümlelerde de, tazim ve hürmet ifade eden tekrarlar vardır.
5. Birçok yerde hazif yoluyla îcâz vardır.
Nitekim cümlesinin takdiri: şeklindedir, ve " cümlelerinde de
böyledir.
6. Telhîsu'l-beyân müellifi Şerif Râdî, y
âyetinin izahında şöyle der: Bu çok güzel bir istiaredir. Bu da, geceyi gündüze,
gündüzü geceye sokmaktan ibarettir. Geceden eksilttiğini gündüzden; gündüzden
eksilttiğini de geceden artırır. kelimesi,.4 den daha beliğdir. Çünkü îlâc,
gece ile gündüzden birini diğerine, kuvvetli ve güzel bir şekilde mezcederek
sokmak demektir.
7. Burada kelimeleri, mü'min ve kâfirden mecaz
olarak kullanılmış; mü'min diriye, kâfir ise ölüye benzetilmiştir.[86] Allah daha iyi bilir. [87]
Faydalı Bilgiler
Terkibiyle, sadece hayrın Allah'ın elinde olduğunu
zikredip, şerri söylememek bize Allah'a karşı edepli davranmayı öğretmektedir.
Zira "De ki: Hepsi Allah'tandır.[88] âyetinde de belirtildiği gibi, her ne kadar şerri yaratan ve takdir
eden Allah ise de, şer, teeddüben
Allah'a nisbet edilmez.
[89]
Bir Uyarı
Müslim'in, sahihlinde rivayet ettiğine göre
Rasuhıllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Allah bir kulu sevdiği zaman Cebrail'i
çağırır ve der ki: Ben falan .şahsı seviyorum, onu sen de sev. Peygamber
(s.a.v.) buyurdu ki: Cebrail onu sever. Sonra da gök yüzündekilere nida ederek
"Allah falan şahsı seviyor, siz de onu sevin" der. Göklerdekiler onu sever.
Allah bir kula buğ-zettiğinde Cebrail'i çağırır ve şöyle der: Ben falan şahsa
buğzediyorum. Ona sen de buğzet." Rasulullah (s.a.v.) devamla buyurdu ki,
Cebrâîl ona buğzeder. Sonra göklerdekilere şöyle nida eder "Allah falan şahsa
buğzediyor. Siz de ona buğzedin. Bunun üzerine onlar da o şahsa buğzederler.
Sonra o şahıs için, o kin yeryüzüne indirilir. [90]
33,
34. Allah birbirinden gelme bir nesil olarak Adem'i,
Nuh'u, İbrahim ailesi ile tmrân ailesini seçip âlemlere üstün kddı. Allah,
işiten ve bilendir.
35.
İmran'ın karısı şöyle demişti: "Rabbim! Kar-nımdakini
azatlı bir kul olarak sırf sana adadım. Adalımı kabul buyur. Şüphesiz hakkıyla
işiten ve bilen sensin.
36.
Onu doğurunca, Allah, ne doğurduğunu bilip dururken
"Rabbim! Ben onu kız doğurdum. Oysa erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını
verdim. Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu sana ısmarlıyorum"
dedi.
37. Rabbi Meryem'e hüsn-i kabul gösterdi; onu
güzel bir şekilde yetiştirdi. Zekeriyya'yı da onun bakımı ile görevlendirdi.
Zekerriya Ma'bedde onun yanına her girişinde onun yanında bir rızik bulur ve "Ey
Meryem, bu sana nereden " der; o da "Bu, Allah tarafından» dır, Allah,
dilediğine sayısız rızik verir." derdi.
38. Orada Zekeriyya, Rabbine dua etti: "Rabbim!
Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla. Şüphesiz sen, duayı hakkıyla
işitensin." dedi.
39. Zekeriyya ma'bedde durmuş namaz kılarken
melekler ona şöyle nida ettiler: Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime'yi tasdik edici, efendi,
iffetli ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı
müjdeler.
40. Zekeriyya, "Rabbim, dedi, bana ihtiyarlık
çattığına, üstelik karım da kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir?"
Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir; Allah dilediğini
yapar.
41. Zekeriyya: "Rabbim bana bir alamet ver."
dedi. Allah buyurdu ki: Senin için âlemet, insanlarla üç gün, işaretten başka
bir şekilde konuşmamandır. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam teşbih
et.
Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde kendisini sevmenin,
ancak peygamberlere uymak ve onlara itaat etmekie tamamlanacağını açıkladıktan
sonra, bu âyetlerde de peygamberlerin derecelerinin yüksekliğini ve
makamlarının şerefini açıklamaktadır. Önce ilk peygamber Âdem (a.s.)'den
başladı, ikinci olarak, insanlığın ikinci babası sayılan Nuh (a.s.)'u; üçüncü
olarak Âl-i İbrahim'i zikretti. Rasulullah (s.a.v.), İsmâîl (a.s.)'in
çocuklarından olduğu için o da Âl-i İbrahim'e dahildir. Yüce Allah dördüncü
sırada da Âl-i İmrân'ı getirdi. îsâ (a.s.) da Âl-i İmran'a dahildir. Bundan
sonrada şu üç kıssayı, yani Hz. Meryem, Hz. Yahya ve Hz. İsa'nın doğum
kıssalarım anlattı. Bunların hepsi Yüce Allah'ın kudretini gösteren harikulade
şeylerdir. [91]
Kelimelerin İzahı
Seçti demektir. Bu kelime safvet kelimesinden
türemiştir. Buna göre mânâsı şöyle olur Allah
o peygamberleri mahlukatınınseçkinleri kıldı.
Muharrer, hürriyet kelimesinden alınmıştır . Tam
mânâsıyle hür kılınan kimse demektir. Bundan maksat, dünya işlerinden hiçbir
şeye karışmayan sırf Allah için adanan kimsedir.
Onu senin himayene veriyorum demektir. Bir kimse
bir şeye sığındığında denir.
Onu, Zekeriyya'nın himayesine verdi. Kefalet,
tazmin etme sorumluluğunu üzerine almak demektir. Bu sorumluluğu üzerine alana
kâfil denilir: Kâfil, bir insanın nafakasını veren ve onun menfaatlerini koruyan
kimsedir. Hadis'te şöyle buyrulmuştur: "Ben ve yetimin kâfili, cennette şu iki parmağım gibi yanyanayız"
Mihrab, şerefli ve yüce yer demektir. Ebu Ubeyde
şöyle der : Mihrab, meclislerin en üst, en şerefli ve değerli yerine denir. Aynı
zamanda o, mescidin bir parçasıdır.[92]
Hasûr, hapsetmek mânâsına gelen hasr kökündendir.
Buna göre hasûr, şehevî arzulara karşı kendini iyice tutan, koruyan demektir. Bu
kelimenin mânâsında müfessirler iki görüş beyan etmişlerdir. Biz bunlardan,
muhakkiklerin seçtiği mânâyı tercih ediyoruz, ki, o da şudur, Hasûr, aczinden
değil de, iffetinden dolayı kadınlarla temas etmeyen demektir.[93]
Akır; doğurmayan, kısır demektir. İster erkek
olsun, ister kadın olsun, çocuğu olmayan kimseye akır denir.
Remz, el veya bap veya başka bir şeyle işaret etmek
demektir. Taberî şöyle der: Remz, iki dudakla îmâ etmek demektir. Bazan kaş ve
gözle yapılan işarete de remz denir.[94]
Aşiyy, güneşin zevalden batmasına kadar olan zamana
denir. : İbkâr, güneşin doğmasından
kuşluk vaktine kadar olan zamana denir. Şâir şöyle der :
Sabahın soğuğundan dolayı hiçbir gölgede
duramazsın. Akşam soğuğundan dolayı da hiçbir gölgeden zevk
almazsın, [95]
Âyetlerin Tefsiri
33. Allah peygamberlik için mahlukatının en
üstünlerini seçti. Bazıları şunlardır: İnsanlığın babası Âdem (a.s.),
peygamberlerin piri Nuh (a.s.) ve İbrahim (a.s.)'in aşiret ve yakınları ki
bunlar İsmail ve İshak peygamber ile bunların soyundan gelen peygamberlerdir.
Son peygamber Hz. Muhammed (a.s.) de bu soydandır. Allah, Âl-i İmrân'ı da seçti.
İsrâîloğullan içinden gelen son peygamber Meryemoğlu îsâ (a.s.) bunlardandır.
İşte bunları, zamanlarının insanları arasından seçti. Kurtubı şöyle der: Diğer
nebi ve resullerin hepsi, bunların neslinden geldiği için Allah sadece bunları
zikretti. [96]
34. Bunlar din, takva ve salâhta birbiriyle
uyumlu, biri diğerinden gelme bir nesil olarak seçilmiştir. Allah, kullarının
sözlerini işiten, kalplerinde olanı bilendir. [97]
35. Onlara hatırlat. Hani İmrân'm karısı Hanne
bint-i Fâkût şöyle demişti: Rabbim! Kamımda taşıdığım çocuğumu, sırf sana
ibadet, itaat ve hizmet için adadım Adağımı kabul buyur. Şüphesiz sen duamı
işiten, niyetimi bilensin[98]
36. Onu doğurduğunda üzülerek ve Özür dileyerek
dedi ki: Ey Rabbim! Onu kız doğurdum. İbn abbas şöyle der: Adakta erkeklerden
başkası kabul edilmediği için Hanne bu şekilde söylemiştir. Allah, Meryem'i
kabul etti ve şöyle buyurdu Bunu dese de demese de, onun ne doğurduğunu Allah
daha iyi bilir. Senin istediğin erkek, sana verilen kız gibi değildir. Bilakis
bu daha üstündür. Bu son iki cümle, mu'teriza olup, doğan çocuğun şanının
yüceliğini, onunla ilgili önemli şeyleri, Onun ve oğlu Hz. isa'nın âlemler için
büyük bir ibret oluşunu ifade eder. Bu söz, îmrân'm karısının sözlerinin
devamıdır. Aslı şöyledir: Onu ben kız doğurdum, adını da Meryem koydum, Onların
dilinde Meryem kelimesi Allah'ın hizmetçisi
ve ona ibâdet eden demektir. Onu ve Onun soyundan gelenleri, kovulmuş
Şeytan'm şerrinden senin korumana veriyorum. Yüce Allah, onun duasını kabul
ederek şöyle buyurdu:
[99]
37. Allah onu güzel bir şekilde kabul etti. İbn
Abbas (r.a.) bunu şöyle açıklar: "Allah onu bahtiyar kimselerin yoluna soktu,
Onu tam mânâsıyle kâmil bir şekilde terbiye etti ve sali-ha olarak yetiştirdi,
Zekeriyya (a.s.)'yı onun bakımı ve faydasına olan şeyleri yapmakla
görevlendirdi. Nihayet rüşd çağma gelince, Allah'a ibadet etmek üzere Mihrabta
inzivaya çekildi. Zekeriyya (a.s.), onun ibadet yeri olan odasına her
girdiğinde, yanında yemek ve meyve bulurdu. Mücâhid der ki: Onun yanında, kış
mevsiminde yaz meyvelerini, yaz mevsiminde kış meyvelerini bulurdu. Zekeriyya
(a.s.) Ey Meryem! Bu sana nereden ? diye sordu. Meryem: "O, Allah
kalındandır" diye cevap verdi. Allah dilediğine, meşakkatsiz ve yorulmaksızın bol bol nzık
verir. [100]
38. Zekeriyya Allah'ın, Meryem'e bu ikramım
gördüğü zaman, yalvarıp yakararak Rabbine şöyle dua etti: Rabbim! Katından bana
salih ve mübarek bir çocuk ver dedi. Kendisi çok yaşlı, karısı ise kısır bir
ihtiyardı. Ey Rabbim! Sen, sana dua edenin duasını kabul edensin" diye
yalvardı. [101]
39. Zekeriyya (a.s.) Mihrapta namaz kılarken
Cebrâîl ona "Allah sana Yahya isminde bir çocuğu müjdeliyor" diye seslendi Yahya
Allah'ın kelimesi olan îsâ (a.s.)'yı tasdik eden, onun peygamberliğine inanan,
kavminin efendisi, iffet ve takvasından dolayı, şehevî arzularına karşı nefsini
koruyan, gücü olduğu halde kadınlara yaklaşmayan biridir. Hz. îsâ (a.s.) babasız olarak, Allah'ın "ol" kelimesiyle yaratıldığı için ona "kelimetulîah" adı verildi. Bazı
müfessirlerin, Hz. Yahya hakkında idi"
yani iktidarsız idi sözleri bâtıldır. Bu vasıf peygamberler için caiz değildir.
Çünkü bu bir eksiklik ve kusurdur. Halbuki âyet, övgü ve sena mevkiinde
gelmiştir.[102] Yahya (a.s.) salih peygamberlerden bir peygamberdir. İbn Kesir şöyle
der: Bu müjde, doğum müjdesinden sonra onun peygamberliğini bildiren ikinci bir
müjdedir. Bu, öncekinden daha üstündür. Hz. Musa (a.s.)'nın annesine verilen
müjde de böyledir. Nitekim "Kaygılanma, çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu
peygamberlerden biri yapacağız[103] mealindeki
âyette böyle bildirilmiştir[104]
40. Zekeriyya (a.s.) dedi ki: "Ey Rabbimiz! Nasıl
bizim çocuğumuz olur? Ben ihtiyarladım, e-şim de kısırdır, doğum yapmaz. O zaman
Zekeriyya (a.s.) 120 ,,eşi 98 yaşında idi. İhtiyarlık ve kısırlık, ikisinde bir
araya gelmişti. Bu iki sebepten her biri, çocuk olmasına manidir. Allah buyurdu
ki: İşte bu böyledir. Allah dilediğini yapar. Hiçbir şey onu âciz bırakamaz ve
hiçbir şey ona ağır gelmez.
[105]
41. Zekeriyya: Ey Rabbim! Eşimin hamile kaldığına
dair bana bir alâmet ver. Allah buyurdu ki: Senin için âlemet, sağlıklı olduğun
halde üç gün üç gece insanlarla, işaretten başka bir şekilde konu şamam andır.
Bundan maksat şudur: Zekeriyya (a.s.)'ya semavî bir engel gelip Allah'ın
zikrinden başka bir şey söylemesine mani olmasıdır. Ancak, şükrân-i nimet
olarak Allah'ı çok çok zikret. Zekeriyya (a.s.)'nm konuşması engellendi ama,
Allah'ı zikir ve teşbih etmesi engellenmedi. Bu daha açık bir mu'cizedir. Sabah
akşam teşbih et. Yani gündüzün başında ve sonunda "Subha-nallah" diyerek Allah'ı
noksan sıfatlardan tenzih et. Bir görüşe göre, bunun mânâsı: "Allah için namaz
kıl" demektir. Taberi şöyle der: "Bu, sabah akşam ibadetle Rabbini tazim et"
demektir. [106]
Edebî Sanatlar
1. cümleleri, mu'teriza cümlelerdir. Doğan
çocuğun, mevki ve derecesinin
yükseliğini ifade ederler.
2. "Onu senin korumana veriyorum" Buradaki,
muzâri sigası teceddüd ve devamlılık
ifade eder.
3. Yüce Allah kız çocuğunun büyüyüp gelişmesini,
yavaş yavaş gelişen ekine benzetti. Bu söz, istiâre-i tebeıyye yoluyla, bütün
hallerinde ona faydalı olacak şeylerle çocuğu
yetiştirmekten mecazdır.
4. Melekler ona seslendi. Burada-seslenen Cebrâîl
(a.s.)'dir. Cebrâîl (a.s.) meleklerin reisi olduğundan, onun sânına tazim için
topluluk ismi zikredildi.
Faydalı Bilgiler
1. Rivayet olunduğuna göre tmrân'm eşi Hanne,
kısır ve ihtiyar kadındı. Bir gün bir ağacın gölgesinde- otururken aniden
yavrusunu besleyen bir kuş gördü. Keşke bir çocuğum olsa diye temennide
bulunarak şöyle dedi : Allah'ım, bana bir çocuk verirsen, Onu, senin Beyt-i
Mukaddesi'ne hizmetçi vermeyi ahdediyorum. Bu benim üzerime borç olsun." Hanne
hamile kaldıktan sonra kocası İmrân öldü. İşte, âyette geçen adamanın sırrı
budur.[108]
2. Âyetinin tefsirinde İbn-i Kesir şöyle der:
Bu âyet evliyanın kerametine delâlet eder. Bunun,
hadiste de birçok benzeri vardır. İbn Kesir Cabir'den gelen bir senedle Cefne
(çanak) kıssasını zikretti. Kıssanın özeti şudur: Hz. Peygamber (s.a.v.)
günlerce aç kaldı. Sonra yemek istemek üzere kızı Fâtımetü'z-Zehrâ'nm yanma
gitti. Onun yanında da bir şey yoktu. Komşusu ona iki yufka ekmek ile bir parça
et gönderdi. Fâtıma bunları bir çanağa koydu. Sonra baktı ki çanak et ve
ekmekle dolmuş. [109]
42. Hani melekler demişlerdi: Ey Meryem! Allah
seni seçti; seni tertemiz yarattı ve seni bütün dünya kadınlarına üstün
kıldı.
43. Ey Meryem! Rabbine ibadet et; secdeye kapan,
Rükû edenlerle beraber sen de rükû
et.
44. Bunlar, bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte
olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem'i himayesine alacak
diye kur'a çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında
değildin.
45,46. Melekler demişlerdi ki: "Ey Meryem. Allah
sana kendisinden bir Kelime'yi müjdeliyor. Adı, Meryem oğlu îsâ'dır. Mesih'dir;
dünyada da, âbirette de itibarlı ve Allah'ın kendisine yakın kıldıklarında ve
salih kullarındandır. Beşikte iken de yetişkinlik halinde de insanlarla
konuşur.
47. Meryem "Rabbim! dedi, bana bir erkek
dokunmadığı halde nasıl çocuğum olur?" Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir,
Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince sadece "Ol" der; o da
oluverir.
48.
"Allah O'na yazmayı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i
öğretecektir.
49. O, İsrâîloğullanna bir elçi olacak (ve onlara
şöyle diyecek:) Size Rabbinizden bir mu'cize getirdim: Size çamurdan bir
kuş sureti yapar, ona üflerim ve
Allah'ın izni ili o kuş oluverir. Yine Allah'ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ayrıca
evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi
size haber veririm. Eğer inanan kimseler iseniz, bunda sizin için bir
ibret vardır.
50. Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak
ve size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmam için gönderildim. Size
Rabbinizden bir mucize getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana itaat
edin.
51. Şüphesiz ki Allah, benim de Rabbim, sizin de
Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu, doğru yoldur."
Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde, Hz. Yahya'nın,
yaşlılığın son sınırına sarmış bir ihtiyar ile yaşlı kısır bir kadından dünyaya
gelmesi kıssasını anlattı. Bu hadise, tabiî olaylara göre, harikulade bir
şeydi. Bunu takiben bun-jan daha harikulade olan başka bir olayı anlattı. Bu da
Hz. îsâ (a.s.)'nm babasız olarak dünyaya gelmesidir ki öncekinden daha çok
hayret vericidir. Bu kıssayı anlatmaktan maksat Hz. îâ'nm (a.s.) ilâhlığmı iddia
eden Hıris-;iyatılan reddetmektir. Yüce Allah, Hz. îsâ'nın insan olduğunu
göstermek için onun Hz. Meryem el-Betül'den doğduğunu bildirdi. Bunun ardından
da 3nun risâlctine ve Allah'ın yardımıyla harikulade olaylar gösteren büyük
peygamberlerden biri olduğuna, herhangi bir Rabblik vasfı taşımadığına işaret
etmek için ona verdiği mucizeleri zikretmektedir. [110]
Kelimelerin İzahı
Enbâ, önemli haber mânâsına gelen nebe,
kelimesinin çoğuludur.
Ona vahyediyoruz demektir. Vahy, mânâyı kalbe
gizlice ulaştırmaktır.
Aklâm, kalem kelimesinin çoğuludur. Kalem ise,
bilindiği *ibi, kendisiyle yazj yazılan bir alettir. Bazen, kur'a çekilen ollara da ka-em denilir ki, burada
bu mânâyadır.
Mesih, sıddık ve faruk gibi, şeref ifade eden
lakaplardan bir akaptır. Aslı, Tbranicede "Mübarek" mânâsına gelen "Meşiha"
dır.[111]
Vech; şerefli, makamı ve değeri olan demektir.
Vecahat, şeref /e değer manasınadır.
Mehd, çocuk yatağı, beşik demektir.
Kehl,orta yaşlı demektir.Orta yaşlı kadına da kehle
denir : Anadan doğma kör
demektir.
Ebras, alaca hastalığına yakalanmış kimseye denir.
Alaca, ;ildde meydana gelen beyazlık ve şiddetli bir hastalıktır. [112]
Âyetlerin Tefsiri
42. Hatırla ki melekler, yani ebrâîl (a.s.) şöyle
demişti: Ey Meryem! Allah, kadınlar arasından seni ;eçti ve özellikle sana
ikramlarda bulundu. Seni kirlerden, pisliklerden te-nizledi ve Yahudilerin itham
ettiği fahişelikten korudu. Seni, âlemlerdeki diğer kadınlara tercih etti ki,
babasız asil bir ;ocuğu dünyaya getirme
hususunda Allah'ın kudretinin tecelligâhi olasın. [113]
43. Ey Meryem! Allah'ın seni seçmesine karşılık
bir şükür olarak, o'na ibadet ve itaat etmeye devam et. Namaz kılanlarla
beraber, Allah için namaz
kıl. [114]
44. Ey Muhammedi İşte bu sana anlattığımız
Imrân'ın hanımının, kızı Meryem el-BetüTün, Zekeriyya ve Yahya (a.s)'ın
kıssaları, sana vahyettiğimiz
önemli gayb haberlerdendir. Daha önce sen onları bilmiyordun. Onların
herbiri Meryem'i kendi himaye ve korumasına almak gayesiyle, birbirleriyle
rekabet ettikleri ve çekiştikleri kur'a için oklarını attıkları zaman sen
yanlarında değildin. Onlar, Meryem'in
kefaletini kim alacak diye, birbirleriyle çekiştiklerinde sen yanlarında
değildin. Maksat, bu haberlerin, her
şeyi bilen ve herşeyden haberdar olan Allah katından bir vahiy olduğunu
bildirmektir....
Rivayet edildiğine göre Hanne bint-i İmrân Meryem'i
doğurduğunda onu bir bez parçasına sararak mescite götürdü ve Yahudi âlimlerin
yanma bıraktı. Bu âlimler Beyt-i Mâkdis'de, Ka'be haciplerinin yaptığına benzer
vazifeler yürütürlerdi. Hanne onlara: "Bu adağı alın" dedi. Âlimler onu almak
için birbirleriyle rekabet ettiler. Çünkü o liderlerinin kızıydı. Sonra kur'a
çektiler. Kur'ada Zekeriyya (a.s.) kazandı ve onu himayesine aldı.[115] İbn Kesir şöyle der: Allah Meryem'in saadeti için Zekeriyya (a.s.)'nm
ona kâfil olmasını takdir elti ki, Meryem ondan geniş bir ilim ve iyi amel
öğrensin. [116]
45. Melekler dediler ki Ey Meryem! Allah, bir
baba vasıtası olmadan, kendisinden bir kelime, yani kelimesiyle meydana gelecek bir çocuğu sana
müjde Onun adı îsâ'dır, lakabı Mesih'tir, babasız doğduğuna dikkat çekmek için,
annesine nisbetle Meryem oğlu îsâ denilmiştir.
O dünyada da, âhirette de şereflidir, makamı ve değeri yüksektir.
Allah'ın, kendisine yakın kıldığı kullardandır. [117]
46. O, konuşma çağı gelmeden önce, çocukken ve olgun iken
insanlara Allah'ın emrini söyleyecek. Zemahşeri şöyle der: "Bunun mânâsı şudur:
Hz. îsâ, bu iki durumda da, yani çocukluk ve olgunluk durumlarında, çelişkisiz
bir şekilde insanlara peygamber sözüyle konuşacak."56 Şüphesiz bu durum, büyük
bir mu'cizedir, takva ve ıslah hususunda kemâle ermisterdendir. [118]
47. Meryem dedi ki: Rabbim!
Benim eşim yok nasıl çocuğum olabilir.? işte Allah'ın emri böyle büyüktür. Hiç bir
şey O'nu âciz bırakamaz. O dilediğini yaratır. Ana-baba vasıtasıyle yarttığı
gibi, vasıtasız da yaratır.
Bir şeyin olmasını istediğinde o şey gecikmeksizin ve sebebe ihtiyaç
duymaksızın meydana gelir. Allah ona "ol" der, o da olur. [119]
48. Allah ona yazmayı, hikmeti yani söz ve amelde
doğru davranmayı veya peygamberlerin sünnetlerini öğretecek, ona Tevrat ve
İncil'i ezberletecektir. İbn Kesir: "îsâ, Tevrat'ı ve İncil'i ezberlemişti" der. [120]
49. Allah onu İsrâîloğulla-rına peygamber
gönderecek. O onlara şöyle diyecek: Size, benim doğruluğumu gösteren bir
âyetle, yani Allah'ın bana verdiği mucizelerle geldim. İşte benim doğruluğumu
gösteren mucize şudur Ben sizin için çamurdan bir kuş sureti yaparım. «us tâte
Ona üflerim, Allah'ın izniyle kuş olur. İbn Kesir şöyle der: îsâ (s.a) böyle
yapardı. Çamurdan kuş şekli yapar, sonra ona üfürür o da Allah'ın izniyle gözler
önünde uçardı. İşte bu, Hz. îsâ'nm
Allah tarafından peygamber ola-rar gönderildiğini gösteren, kendisine
verilmiş bir mucizedir.[121] Bu birinci mu'cizedir. Ben Allah'ın izni. ile alaca hastalığına yakalan
mış olanları iyileştirdiğim gibi, anadan doğma körlerin gözlerin de açarım. Bu
da ikinci mucizedir Ben kendi gücümle
değil de, Allah'ın dilemesi ve kudretiyle bazı ölüleri diriltirim. Hz. îsâ
(a.s.) dört kişiyi diriltmiştir. Bunlar, kendi arkadaşı Azir, ihtiyar bir
kadının oğlu, Aşir'in kızı ve Nuh oğlu
Şam'dır. Kurtubî ve diğer müfessirler böyle açıklamışlardır. Burada, insanlar,
Hz. îsâ'nm ulûhiyyet vasfı taşıdığı vehmine kapılmasın diye, "Allah'ın izniyle"
sözü tekrar edilmiştir. Bu da üçüncü
mucizedir, Ayrıca, evlerinizde ne yeyip
ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Yani, sizin şüphe etmediğiniz, bana göre
gaib olan hallerinizi size bildiririm.
Hz. îsâ (a.s.), kişinin, evinde ne yediğini, ne biriktirdiğini kendisine
söylerdi. İşte bu da dördüncü mucizedir,
Eğer siz Allah'ın âyetlerine inanıyorsanız, size getirdiğim bu
mucizelerde, benim doğruluğumu gösteren apaçık bir delil vardır. Sonra Hz. îsâ
(a.s.), Hz. Musa'nın peygamberliğini tasdik edici olarak geldiğini haber vererek
şöyle der. [122]
50. Ben, Musa'nın peygamberliğini ve Tevrat'ta
getirdiklerini tasdik edici ve destekleyici olarak geldim. Ve Musa'nın
şeriatında size haram kılman bazı şeyleri sizin için helal kılacağım. İbn Kesir
der ki: Burada Hz. îsâ'nm Tevrat'ın
bazı hükümlerini kaldırdığına bir delil vardır. Sahîh olan da budur. Size,
peygamberliğimin doğruluğuna şahit
olacak bir delil getirdim. Buda Allah'ın bana verdiği mu'cizelerdir. Bu bölüm,
konuyu pekiştirmek için tekrar edilmiştir İşte bütün bu mu'cizeleri gördükten
sonra, Allah'tan korkun ve emrime itaat edin. [123]
51. ( Allah, benim de Rabbim, sizin de
Rabbiniz-dir. O'na kulluk hususunda hepimiz biriz. Şu halde ona kulluk edin.
İşte bu doğru bir yoldur. Yani Allah'tan korkmak, O'na ibadet etmek ve birliğini ikrar etmek, şaşmayan dosdoğru bir
yoldur. [124]
Edebî Sanatlar
1. Âyetinde melekler zikredildi fakat Cebrail
kastedildi. Bu, zikr-i küll irâde-i cüz (bütünü zikredip bir parçasının
kastedilmesi) kabilindendir. Cüz'ün büyüklüğünü ifade eder. Bu sanata mecaz-ı
mürsel denilir.
2. Burada
lafızlarının tekrar edilmesinde itnâb sanatı vardır.
3. Bana hiçbir beşer dokunmadı. Cimâdan kinaye
olarak hars, libas ve mübaşeret kelimeler kullanıldığı gibi, burada da aynı
şekilde mess kelimesi kinaye edilmiştir.
4. âyetinde
lafızları arasında, edebi sanatlardan
tıbâk vardır.
Bu âyetlerin bir çok yerinde, hazif ve itnab
sanatları vardır. Daha başka birçok edebi sanat vardır. Fakat biz sözü uzatmamak
için onları açıklamakdan vazgeçtik. [125]
Faydalı Bilgiler
Yüce Allah, burada "Allah dilediğini yaratır";
Yahya (a.s.)'nm kıssasında ise "Allah dilediğini yapar" buyurdu. Bunun sırrı
şudur: Hz. îsâ'nm babasız yaratılması, normal bir vasıta olmaksızın, yoktan
icat ve yaratmadır. Dolasıyle "yaratma" kelimesinin kullanılması ona uygun
düşmüştür. Öbüründe ise eşler mevcuttur.. Fakat ihtiyarlık ve kısırlık
faktörleri, normal o-larak çocuğun meydana gelmesine manidir. Bunda da "yapma"
fiilinin kullanılması uygun düşmüştür. Allah
daha iyi bilir.
[126]
Bir Uyarı
Bazı âlimler şöyle der: Allah'ın, Meryem'den başka
bir kadını, ismiyle Kur'an'da zikretmem esinin hikmeti şudur: "Bu, Hristiy ani
arın, onun Allah'ın eşi olduğuna inanmalarını örtülü bir şekilde reddetmeğe
işarettir. Çünkü Yüce ve Ulu kimse, insanlar arasında eşinin isminin
söylenmesini istemez, isa'nın babası olmaması itibariyle, onu Meryem'e nisbet
etmek için, âyette buyrulmuştur.[127]
52. îsâ, onlardaki inkarcılığı sezince, "Allah
yolunda bana yardımcı olacaklar kimlerdir?" dedi. Havariler, "Biz, Allah
yolunun yardımcılarıyız; Allah'a inan dik, şahid ol ki bizler müslümanlanz."
cevabını verdiler.
53.
"Rabbimiz!
İndirdiğine inandık ve Peygam-ber'e
uyduk. Bizi şahitlerle birlikte yaz"
dediler.
54. (Yahudiler) tuzak kurdular; Allah da onların
tuzaklarını bozdu. Allah, tuzak kuranların hayırlısıdır.
55. Allah buyurmuştu ki: "Ey îsâ! Seni vefat
ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım
ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz
bana o-lacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben
hükmedeceğim."
56. İnkâr edenler var ya, onları dünya ve
âhirette şiddetli bir azaba çarptıracağım; onların hiç yardımcıları da
olmayacak.
57. İman edip iyi davranışlarda bulunanlara
gelince, Allah onların mükafaatlarını eksiksiz verecektir. Allah zalimleri
sevmez,
58. Bu söylenenleri biz sana âyetlerden ve hikmet
dolu Kur'an'dan okuyoruz.
59. Allah nezdinde îsâ'mn durumu, Adem'in durumu
gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona "Ol!" dedi ve
oluverdi.
60. Gerçek, Rabbinizden gelendir. Öyle ise
şüphecilerden olma,
61. Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu
konuda çekişenlere de ki: "Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz
kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de
kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah' dan yalancılar
üzerine la'net
dileyelim."
62. Şüphesiz bunlar doğru haberlerdir. Allah'tan
başka ilah yoktur. Muhakkak ki Allah, evet O, mutlak güç ve hikmet
sahibidir.
63. Eğer yine yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah, bozguncuları hakkıyla
bilendir.
Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Âyetler Meryem oğlu îsâ (a.s.)'ın kıssasını
anlatmaya devam ediyor. Yüce Allah önceki âyetlerde Hz. Meryem'e Hz. îsâ
(a.s.)'yı müjdeledi, daha sonra da mucizelerini anlattı. Bu mucizelerin hepsi
onun peygamberliğini gösteren apaçık delillerdir. Allah'n ona verdiği bütün bu
mucize ve delillere rağmen, İsrâîloğullarmın çoğu ona inanmadılar. Allah'ın
düşmanı Yahudiler onu öldürmeye niyet ettiler. Fakat Allah O'nu onların
şerrinden kurtararak göğe kaldırdı. [128]
Kelimelerin İzahı
Bildi ve hakikatim anladı demektir. Bu kelime, beş
duyu organından birisiyle anlamak mânâsına gelen ihsas mastarından fiil-i
mazidir.
Havârîyyun, Havârî kelimesinin çoğuludur. Havârî,
temiz ve seçkin kişi demektir. Renkleri saf ve beyaz olduğu için şehirli
kadınlara da havârîyyat denir. Şâir şöy der:
Şehirli kadınlara söyle bizden başkalarına
ağlasınlar. Bize, uluyan köpeklerden başkası ağlamasın.
Havârîler, Rasulullah (s.a.v.)'m Ashabı gibi, Hz.
îsâ (a.s.)'nm tabileri-dir. Kalpleri saf, içleri temiz olduğu için bu ismi
almışlardır.
Mekr, tuzak demektir. Asıl mânâsı, gizlice fesat
çıkartmaya çalışmaktır. Zeccâc şöyle der: Gece karardığı zaman, denir. Allah'ın
tuzak kurması kullarına mühlet verip, bilmedikleri bir taraftan onları
yakalamasıdır. Ferrâ'dan ve başkalarından böyle nakledilmiştir.
Yalvararak dua edelim demektir. Ibtihal, aslında,
la'nette dua etmeğe çalışmaktır, la'net demektir. [129]
Nüzul Sebebi
Necran'dan gelen Hıristiyan heyeti, Hz. îsâ (a.s.)
hakkında Rasulullah (s.a.v.) ile mücadele ettiklerinde ona dediler ki:
"Sahibimize niçin sövüyorsun?" Rasulullah (s.a.v.) "Ne diyorum?" diye sordu.
Onlar: "Mesih'in kul olduğunu söylüyorsun." dediler. Rasullullah (s.a.v.):
"Evet, o, Allah'ın kulu ve elçisidir. O, Allah'ın, bakire Meryem'e ulaştırdığı
kelimesidir." dedi. Buna çok kızdılar ve dediler ki: "Sen hiç, babasız bir insan
gördün mü? Eğer.doğru söylüyorsan bunun bir benzerini bize göster." Bunun
üzerine Yüce Allah, .al ivayete göre Rasulullah (s.a.v.) onları İslama davet
ettiğinde: "Biz, senden önce de müslüman idik" dediler. Rasulullah (s.a.v.)
yalan söylüyorsunuz. Üç şey sizin müslüman olmadığınızı gösteriyor. Bunlar:
"Allah kendine çocuk edindi" demeniz: "domuz eti yemeniz" ve "haça secde
etmeniz"dir." dedi. Hıristiyanlar: "Pekİ onun babası kimdir?" diye sordular.
Bunun üzerine Yüce Allah: âyetlerini indirdi. Âyetler inince, Rasulullah
(s.a.v.) onları mübahele (la'netleşme)'ye çağırdı. Hıristiyanlar birbirlerine:
"Eğer bunu yaparsanız, vadi sizin için ateş olur." dediler. Sonra Rasulullah
(s.a.v.)'a "başka bir teklifin yok mu ?" diye sordular. Rasulullah (s.a.v.): "Ya
müslüman olursunuz, ya cizye verirsiniz veya savaşırız" dedi. Onlar da cizyeyi
kabul ettiler.[130]
Âyetlerin Tefsiri
52. İsa (a.s.) Yahudilerin küfürde ısrar, dalâlette devam ettiklerini ve
kendisini Öldürmek istediklerini anlayınca: "Allah'a çağırma hususunda bana
yardımcı olacaklar kimlerdir?" dedi. Mücahid'e göre bu, "Allah yolunda bana kim
tabi olacak?" manasınadır. Havârîler
yani ona inanan temiz mü'minler, dediler ki: "Allah'ın dininin yardımcıları
biziz Biz Allah'a inandık, senin bize getirdiğini tasdik ettik. Sen şehit ol,
biz senin risaletine uyacak ve samimiyetle sana yardım edeceğiz. [131]
53. Ey Rabbimiz! İndirdiğin âyetlerine inandık,
peygamberin îsâ'ya uyduk, bizi, birliğine ve peygamberinin doğruluğuna şahitlik
edenlerle birlikte yaz. Daha sonra Yüce Allah, Hz. îsâ'yı öldürmek için tuzak
kuran Yahudiler hakkında bilgi vererek şöyle buyurdu : [132]
54. Onlar tuzak kurdular. Allah da onlara tuzak
kurdu. Yani onlar Hz. îsâ'yı öldürmek istediler. Allah da onların şerrinden onu
korudu ve hiçbir eziyete maruz
kalmadan göğe kaldırdı. Allah, hainlik eden Yahuza'yi Hz. îsâ'ya benzetti.
Burada müşâkelet[133] olsun diye
Allah'ın yaptığına mekr denilmiştir. Bunun içindir ki Yüce Allah buyurmuştur.
Yani Allah onlardan daha sağlam tuzak kurar. Onları kendi kazdıkları kuyuya
düşürür. Rasulullah (s.a.v.) şöyle dua etmiştir:. Allah'ım! Benim lehime tuzak
kur, aleyhime kurma, [134]
55. Hani Allah îsâ'ya: "Ey îsâ! Seni göğe
kaldıracağım, sonra da ecelin geldiğinde seni öldüreceğim," demişti. Yüce
Allah'ın böyle demesinden maksat, onu, Yahudilerin elinden kurtaracağını ve
kendisine hiçbir eziyet edilmeden, sağ
salim göklere kaldıracağını müjdelemektir. Katâde şöyle der: Burada takdim
tehir vardır. Takdiri şöyledirl "Seni kendime kaldıracağım. Daha sonra da
öldüreceğim[135] Bunu Taberî nakletti ve şöyle dedi. Başkalarına göre, bu âyelin mânâsı şöyledir: Hatırla ki Allah şöyle demisti: "Ey
İsa! Seni bana kaldıracağım ve seni kâfirlerden kurtaracağım. Seni dünyaya
indirdikten sonra da öldüreceğim. Seni, öldürmek isteyenlerin şeninden
koruyacağız, Hasan-ı Basrî şöyle der: Allah onu Yahudi, Hıristiyan, Mecusî ve
kendi kavminin kâfirlerinden korudu. Sana uyup iman edenleri, kıyamete kadar,
senin peygamberliğini inkâr edenlere ve mü'minlere düşmanlık edenlere üstün
kılacağız. Celaleyn Tefsiri yazarı şöyle der: "Müslüman ve Hıristiyanlardan,
senin peygamberliğini tasdik edenler" demektir.
y Cümlesindeki kâfirlerden maksat ise, Yahudilerdir. Mü'minler onlara
hüccet ve kılıçla üstün gelirler. 9 Sonra dönüşünüz banadır, îsâ (a.s.) ile
ilgili olarak düştü -ğünüz ihtilaflarda hepinizin arasında hak ile
hükmedeceğim. [136]
56. Senin peygamberliğini inkâr eden ve senin
dinine aykırı davranan kâfirlere gelince, kuşkusuz. ben onları dünyada öldürme
ve sürgün etme; âhirette de cehennem ateşine atmakla şiddetli bir şekilde cezalandıracağım. Oks Onlar için. kendilerini Allah'ın
azabından koruyacak yardımcılar yoktur. [137]
57. İman edenlere gelince, Allah onların salib
amellerinin karşılığını eksiksiz olarak tam bir şekilde verecektir. Allah,
zâlim olanları sevmez. Öyleyse, kullarına nasıl zulmeder?... [138]
58. Ey Muhammedi Sana anlattığımız bu haberler,
muhkem Kur'an-t Kerim'in âyeti erindendir. Ona, önünden de ardından da bâtıl
gelemez. [139]
59. Babasız yaratılan îsâ'nın durumu, Allah
katında Adem'in durumu gibidir. Babasız dünyaya gelme hususunda îsâ (a.s.)
tektir. Allah Âdem'i topraktan anasız- babasız yarattı. Sonra ona "ol" dedi, o
da oldu. îsanm durumu Âdem'in duru-mur.dan daha harikulade değildir. [140]
61. Sana bu ilim gelip de, hak apaçık ortaya
çıktıktan sonra, kim îsâ hakkında seninle cedellleşirse De ki : Gelin,
toplanalım, başta kendimiz olmak üzere hepimiz oğullarımızı, hanımlarımızı,
başta kendimiz olmak üzere la'netleşmeye çağıralım. Sonra da dua ederek,
Allah'tan yalancılar üzerine la'net dileyelim. Yani Allah'a yalvarıp: "Ey
Allah'ım! îsâ hakkkmda hangimiz yalan söylüyorsa ona la'net et diyelim."
Müslim'in Sahihinde rivayet edildiğine göre, bu âyet inince Rasulullah (s.a.v.)
Hz. Fatma ve onun oğulları Hasan ile Hüseyin'i çağırarak: "Allah'ım! Bunlar
benim aile efradımdır." dedi.[142] Rasulullah (s.a.v.) Hıristiyanları la'netleşmeye çağırdığında, onlar
bundan kaçındılar ve cizye vermeyi kabul ettiler. Rivayet edildiğine göre İbn
Abbas (s.a) şöyle demiştir. "Rasulullah (s.a.v.) ile la'netleşmeye çıksalardı,
malsız ve çoluk çocuksuz dönerlerdi." Ebu Hayyan şöyle der: "Hristiyanlarm,
Rasulullah (s.a.v.) 'in doğruluğunu bildikleri için onunla la'netleşmeyi
terketmele-.ri, Rasulullah (s.a.v. )'ın hak peygamber olduğunun en büyük
şahididir.[143]
62.Ey Muhammedi îsâ'nın'durumu hakkında sana
anlattığımız bu sıssa, şüphesiz bir gerçektir. Allah'tan başka hiç bir ilâh
yoktur. Bu âyet, Hıristiyanların teslis inancım reddeder. Şüphesiz Yüce Allah,
mülkünde azîz, yaptıklarında hikmet sahibidir. [144]
63. Eğer, Allah'n birliğini ikrardan yüz
çevirirlerse, şüphesiz onlar bozguncudurlar, Allah onları bilir. Allah onları
en kötü bir şekilde cezalandıracaktır. [145]
Edebî Sanatlar
1. Ebu Hayyan şöyle der: Burada istiare vardır.
Çünkü küfür, duyu organlanyle hissedilmez. Ancak ilim ve zihin yoluyla bilinir.
Burada "his"sin zikredilmesi istiare kabiÜndendir.
2. lafızları arasında iştikak cinası vardır. Bu,
müşâkele kâbilindendir.
3. Burada mütekellim zamirinden gaip zamirine
dönüş, yani iltifat sanatı vardır. Bu, fesahatta çeşitleme ifade
eder.
4. Rab kelimesinin Rasule ait zamire izafeti, onu
şereflendirmek içindir.
5. Sakın şüpheye düşenlerden olma. Bu ifadede,
Peygamber (s.a.v.)'in îsâ (a.s.) hakkında ki inancını daha da pekiştirmek için
bir teşvik ve tahrik vardır. Ebussuûd böyle söylemiştir. [146]
Bir Nükte
Ebu Hayyan şöyle der: Bir adam Cüneyd'e: "Allah,
başkasını tuzak kuruyor diye ayıpladığı halde, bu fiile, kendisi için nasıl razı
oldu? diye sordu. Cüneyd: Senin sorduğunu bilmiyorum. Fakat Zahran'b Ulan kışı
bana şu şiiri okudu:
Benim nezdim de, senden başkasının yaptığı çirkin
görülür. Onu sen yaparsan, senin yaptığın güzel olur.
64. De ki: Ey Ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda
müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi
eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştirmasm. Eğer onlar
yine yüz çevirirlerse, işte o zaman, "Şahit olun ki biz müslümamz."
deyiniz.
65. Ey Ehl-i kitap! İbrahim hakkında niçin
çekişirsiniz? Halbuki Tevrat ve İncil, kesinlikle ondan sonra indirildi. Siz
hiç düşünmez misiniz?
66. İşte siz böyle kimselersiniz. Hadi hakkında
bilgi sahibi olduğunuz konuda tartıştınız; fakat bilgi sahibi olmadığınız konu
da niçin tartışıyorsunuz. Oysa ki Allah, her şeyi bilir; siz
bilmezsiniz,
67. İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyan idi;
fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman idi; müşriklerden de
değildi.
68. İnsanların İbrahim'e en yakın olanı, ona
uyanlar, şu Peygamber (Muhammed) ve ona iman edenlerdir. Allah mü'minlerin
dostudur.
69. Ehl-i kitaptan bir kısmı sizi saptırmak
ister. Oysa onlar, sadece kendilerini saptırırlar da farkına bile
varmazlar.
70. Ey Ehl-i kitap! görüp bildiğiniz halde niçin
Allah'ın âyetlerini inkâr edersiniz?
71. Ey Ehl-İ kitap! Neden doğruyu eğriye
karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?
72. Ehl-i kitaptan bir gurup, "Mü'minlere
indirilmiş olana sabahleyin inanıp akaşamleyin inkâr edin. Belki onlar (böylece
dinlerinden) dönerler." dedi.
73. "Sizin dininize uyanlardan başka hiçbir
kimseye inanmayın." dediler. De ki: "Doğru yol ancak Allah'ın yoludur." (Onlar
kendi aralarında) "Bir kimseye size
verilenin benzeri verilecek, yahut Rabbinizin huzurunda sizin aleyhinize deliller getirecekler diye (onlara
inanmayın)" dediler. De ki: Lütuf ve ihsan
Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah'ın rahmeti geniştir ve O
herşeyi hakkıyla bilir.
74. Rahmetini dilediğine ayırır. Allah üstün
lütuf sahibidir.
Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Kur'an-ı Kerim önceki âyetlerde Hıristiyanlara
karşı delil getirip onların Hz. İsa'nın ilâhlığı hakkında ki iddialarını boşa
çıkardıktan sonra, burada Yahudi ve Hıristiyanlar! tevhide ve peygamberlerin
atası Hz. İbrahim'e uymaya çağırmaktadır. Çünkü İbrahim (a.s.)'in yüce Hanif
dini, İslam dininden başka bir şey değildir. O, bu grupların iddia ettiği gibi
ne Yahudi idi ne de Hıristiyan. Daha sonra Yüce Allah, insanların İbrahim
(a.s.)'e intisaba en layık olanının Hz. Muhammed (a.s.) ve ümmeti olduğunu
açıkladı. [148]
Kelimelerin İzahı
Sevâ; eşitlik, denklik ve adalet demektir.
Ebu Ubeyde der ki : Araplar bu kelimeyi şöyle kullanırlar: Seni adalet ve insafa
çağırdı. Onu kabul et. Şâir Züheyr şöyle der:
Bana Öyle bir şey gösterin ki, onda zulüm
bulunmasın. O konuda aramızda adaletle muamele edilsin Evlâ, daha lâyık
demektir. İstedi, temenni etti manasınadır.
Karıştırıyorsunuz demektir. Bu kelimenin masdan
olan "lebs" karıştırmak manasınadır. Bir kimse bir meseleyi anlayamaz da
ka-nştırırsa denir.
Sabahleyin demektir. Önce, gündüzün ilk vakitleri
ile yüz yüze gelindiği için, bu vakte , gündüzün yüzü mânâsına gelen ve
denilmiştir.
Şâir şöyle der:
Nuzûl Sebebi
İbn Abbas (r.a.)'tan rivayet edildiğine göre Yahudi
âlimleri ile Nec-ran Hıristiyanları Rasulullah (s.a.v.)'m huzurunda toplandı ve
İbrahim (a.s.) hakkında tartıştılar. Yahudiler: "İbrahim, ancak bir Yahudi idi";
Hıristiyanlar da: "O, ancak bir Hıristiyandı" dediler. Bunun üzerine Yüce
Allah: "İbrahim ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. Fakat o, Allah'ı bir tanıyan
dost-doğru bir müslüman idi" mealindeki âyeti indirdi.[150]
Âyetlerin Tefsiri
64.
Onlara de ki: "Ey Yahudi ve Hıristiyan topluluğu!
Geliniz, birbirimize insaf edeceğimiz âdil ve doğru bir sözde birleşelim.
Geliniz, Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim. Sadece ona ibadet edelim, O'na
hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp da birbirimizi
ilâhlaştırmayalım. Yani Yahudilerin Uzeyr (a.s.)'e, Hıristiyanların da İsa
(a.s.)'ya ibadet ettikleri gibi, kimimiz kimimize ibadet etmesin. Yahudi ve
Hıristiyan âlimlerinin kendiliklerinden helâl ve haram kıldıkları hususlarda
onlara itaat edenler gibi olmayalım." Rivayete göre bu âyet inince Adiy b. Hatim
dedi ki: "Ya Rasulallah! Biz âlimlerimize ibadet etmiyorduk ki...." Rasulullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu:: "Onlar size bazı şeyleri helâl, bazılarını da haram
kılmıyorlar mıydı. Siz de onların sözlerine uymuyor muydunuz?" Adiy, "Evet"
dedi. Rasulullah (s.a.v.): "İşte bu, onlara ibadet demektir." buyurdu Eğer
tevbidden yüz çevirir ve bu âdil daveti kabul etmezlerse, deyiniz ki: "Ey Ehl-i
kitap! Siz şahid olun, biz tevhidi kabul eden müslümanlarız. Allah'ın birliğini
ikrar edenler ve sırf o'na ibadet edenleriz. [151]
65.
Ey Yahudi ve Hıristiyan topluluğu.! Niçin İbrahim
hakkında tartışıyor, cedelleşiyor ve O'nun
sizin dininiz üzerine olduğunu iddia ediyorsunuz? Halbuki Tevrat da,
İncil de ondan sonra indirildi. Yani Yahudilik de, Hıristiyanlık da ondan birçok
asır sonra meydana çıkmıştır. Bu durumda o, nasıl bu dinlere mensup olur?
Sözünüzün batıl olduğuna aklınız ermiyor mu? İbrahim (a.s.) ile Musa (a.s.)
arasında bin sene, Musa (a.s.) ile îsâ (a.s.) arasında ise ikibin sene vardır.
Aklı olan nasıl böyle bir iddiada bulunur? Bu soru, kınamak içindir. [152]
66.
Ey Yahudi ve Hıristiyan topluluğu! Hadi hakkında bilgi
sahibi olduğunuz konuda tartıştınız. Yani, Hz. İsa (a.s.) zamanında
yaşamıştınız. Onun hakkında cedelleştiniz, münakaşa ettiniz, ve çeşitli
iddialarda bulundunuz. Peki İbrahim (a,s.) ve onun dini hakkında bilginiz
olmadığı halde niçin mücadele ve münakaşa ediyor ve onun Yahudi ve Hıristiyan
olduğunu iddia ediyorsunuz? Bu yaptığınız, aptallık ve beyinsizlik değil mi?
İbrahim hakkında doğruyu Allah bilir, siz bilmezsiniz. Ebu Hayyan şöyle der: Bu
âyet onların, bilmedikleri şeyi dinlemeleri için bir çağrıdır. Nitekim, sen,
birisine bilmediği bir şeyi haber vermek istediğinde, ona "Dinle, ben, senin
bilmediğin bir şeyi biliyorum" dersin.[153]
Sonra Yüce Allah, onların, İbrahim (a.s.)
hakkındaki iddialarını yalanlıyarak şöyle buyurur. [154]
67. İbrahim ne Yahudiliğe, ne de
Hıristiyanlığa mensuptu. Çünkü
Yahudilik Hz. Musa'nın şeriatından tahrif edilmiş bir dindir. Hıristiyanlık da,
Hz. İsa'nın şeriatın dan tahrif edilmiş bir dindir. 3 Fakat o, bütün batıl
dinlerden uzak, hak dine mensup dosdoğru bir müslümandı O müslümandı, müşrik
değildi. Burada Hıristiyan ve Yahudilerin müşrik olduklarına bir ta'riz vardır.
Çünkü Yahudiler: "Üzeyr Allah'ın oğludur" Hıristiyanlar da: "îsâ, Allah'ın
oğludur" diyorlardı. Bu âyet aynı zamanda, İbrahim (a.s.)'m dinine men-sub
olduklarına dair müşriklerin iddialarını
da reddeder. [155]
68. İnsanların İbrahim'e intisap etmeye en layık
olanı, onun zamanında onun emrine uyan, o'na
itaat eden ve tabi olanlardır. Ondan sonra da, bu peygamber yani
Mu-hammed (s.a.v.) ve ümmeti olan mü'minlerdir. "Biz İbrahim'in dinine
mensubuz" demeye siz değil onlar layıktır. Allah mü'minlerin koruyucusu ve
yardımcısıdır. Yahudiler, sahabeden bazılarını Yahudiliğe çağırınca şu âyet
nazil oldu, [156]
69. Kıskançlık ve taşkınlıklarından dolayı Ehl-i
kitaptan bir grup, sizi kendi dinlerine döndürerek dalalete düşürmek
istiyorlar. Onlar kendilerinden başkasını dalalete düşüremezler. Bunun vebali
kendilerinden başkasına ait değildir. Yaptıklarına karşılık onları azabı kat
kat olacaktır. Fakat, kendilerinden başkasını'Saptıramıyacaklarının farkında
değildirler.
Sonra Kur'an, bu çirkin fiillerinden dolayı onları
kınadı ve şöyle dedi.
[157]
70. Ey Ehl-i kitaP! Muhammed (s.a.v.)'e indirilen
kitabın hak olduğunu bildiğiniz halde, Allah'ın âyetlerini niçin inkâr edersiniz. [158]
71. Ey Ehl-i kitap! Şüpheye düşürerek, tahrif
ederek, değiştirerek hak ile bâtılı niçin birbirine karıştırıyor ve Hz.
Muhammed (s.a.v.)'in kitabınızda mevcut olan vasıflarını, bile bile niçin
gizliyorsunuz? Daha sonra Yüce Allah
onların hile ve pisliklerinin bir başka türünü anlattı: Onlar, İslam dini
hakkında insanları kuşkuya düşürmek için sabahleyin İslamı kabul etmiş
görünüyor, akşamleyin de döndüklerini bildiriyorlardı. Bu durumu Yüce Allah
şöyle açıklar: [159]
72. Ehl-i kitaptan bir grup, "mü'minlere
indirilmiş olana sabahleyin inanıp akşamleyin inkâr edin" dedi.
İbn Kesir şöyle der: Bu, onların bir tuzağıdır.
Bununla, imanı kemale ermemiş kimseleri dinleri hakkında şüpheye düşürmek
istiyorlardı. Yahudiler aralarında istişare edip, sabahleyin iman etmiş
görünmeye, müslüman-larla namaz kılmaya, akşamleyin de dinlerinden dönmeye karar
verdiler ki, cahil insanlar, onların, mü s lü m anların dininde bir ayıp ve suç
gördükleri için İslamdan döndükleri kanaatine varsınlar.[160]
Böyle yaparsanız, muhtemel ki onlar dinleri
hakkında şüpheye düşer ve ondan dönerler. [161]
73. Bu bölüm, Yahudilerin sözlerinin devamı olup
Yüce Allah onlardan nakletmiştir. Mânâsı şöyledir: Sizin dininize inananlardan
başka hiçbir kimseyi tasdik etmeyiniz. Ona güvenip sırrınızı açmayınız. Ji Ey
Muhammed! Onlara de ki: Hidâyet sizin elinizde değildir. Hidâyet, ancak Allah'ın
hidâyetidir. Allah, mü'minleri hidâyete erdirdiği gibi, dilediğine iman nasip
eder ve onu iman üzere sabit kılar. Bu cümle, ara cümlesidir. Bu ara cümlesinden
sonra Yüce Allah Yahudilerin sözlerinin kalan kısmını zikrederek buyurur ki:
"Bir kimseye size verilen (kitab)'m benzeri verilecek, yahut Rabbinizin
huzurunda sizin aleyhinizde deliller getirecekler diye endişe edip de onlara
inanmayın" dediler. Yani, Yahudiler birbirlerine dediler ki: Sizin dininize tabi
olandan başkasını sakın tasdik etmeyin. Peygamberlik iddiasında bulunan kimseye
bakın. Eğer sizin dininize uyuyorsa onu tasdik edin, aksi halde yalanlayın.
Sizin dininize tabi olmayan herhangi bir kimsenin peygamberliğini sakın ikrar
ve itiraf etmeyin. Bir kimseye size verilenin bir benzeri verilecek ve
Rabbinizin huzurunda onunla size karşı deliller getirecekler diye korkup da
herhangi birinin peygamberliğini sakın kabul etmeyesiniz. Muhammed (s.a.v.)'in
peygamberliğini ikrar edip de dinine girmezseniz, bu, kıyamet gününde sizin
aleyhinize delil olur. Onların bundan maksadı, Rasulullah (s.a.v.)'ın
peygamberliğini inkâr etmektir. Ey Muhammed! Onlara de ki: Peygamberlik meselesi
size bırakılmış bir şey değildir. O, ancak Allah'ın elindedir. Lütuf ve iyilik,
hepsi Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah'ın rahmeti geniş, nimeti
bol, ihsanı çoktur. Bunlara kimin ehil olduğunu o pek iyi bilir. [162]
74. Allah, rahmetini yani peygamberliği
dilediğine verir. Allah'ın lütfü boldur; kimse onun lütfunu sınırlayamaz,
dilediğine vermesine engel olamaz. [163]
Edebî Sanatlar
Bu âyetlerde birçok edebî sanat vardır.
Bunlar:
1. İfadesinde mecaz vardır. Zira çoğul için
müfret kelime kullanılmıştır.
2. Kelimesinde teşbih vardır. Zira Ehl-i kitab'ın, bazı haram
şeyleri helal kılan din alimleri, ibadete lâyık olan Allah'a
benzetilmişlerdir.
3. ifadesinde tıbak sanatı vardır.
4. İfadesinde tam cinas vardır. Kelimeleri
arasında iştikak cinası vardır. Ayrıca bir çok yerde tekrarlar ve hazifler
vardır.[164]
Faydalı Bilgiler
Rasulullah (s.a.v.), Rum Meliki Hirakl'e bir mektup
yazarak Onu İslama davet etti. Mektuba, sadece bir olan Allah'a samimiyetle
ibadet etmeye davet eden bir âyeM kerimeyi ilave ederek, davasında haklı
olduğuna şahit getirdi. Bu mektubun, Sahih-i Müslim'deki metninin tercemesi
şudur:
"Bismillahirrahmanirrahîm. Allah'ın Rasulü
Muhammed'den, Rum'un büyüğü Hirakl'e. Selam, doğru yola girenlere olsun. İmdi,
Ben seni İslama çağırıyorum. Müslüman ol ki, selamete eresin. İslama girersen,
Allah sana ecrini iki kat verir. Eğer yüz çevirirsen, halkının vebal ve günahı,
senin üzerinedir. "Ey Ehl-i kitap! Bizim ve sizin aranızda eşit olan bir
kelimeye gelin: Yalnızca Allah'a ibadet edelim. O'na hiç bir şeyi ortak
koşmayalım. Allah'ı bırakıp da, birimiz diğerini ilâh edinmesin. Eğer yüz
çevirirlerse: "Şahid olun, biz müslümanlarız" deyin.[165]
75. Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, ona yüklerle
mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iade eder. Fakat öylesi de vardır ki,
ona bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana iade etmez.
Bu da onların, "Ümmilere karşı yaptıklarımızdan dolayı bize vebal yoktur."
demelerindendir. Allah adına bile bile yalan söylüyorlar.
76.
Hayır! Her kim sözünü yerine getirir ve kötülükten
sakınırsa bilsin ki Allah sakınanları sever.
77.
Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir
bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların âhi-rette bir
payı yoktur. Allah,
kıyamet günü onlarla
konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı
bir azap vardır.
78.
Ehl-i kitaptan bir gurup, okuduklarını kitaptan
sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları
Kitap'tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde "Bu Allah
kalındandır. " derler. Onlar bile bile Allah'a iftira
ediyorlar.
79.
Hiçbir insanın, Allah'ın kendisine Kitap, hikmet ve
peygamberlik vermesinden sonra
insanlara: "Allah'ı bırakıp bana kul olun." demesi mümkün değildir.. Bilakis
(şöyle demesi gerekir): Rabbani kullar olunuz. Çünkü siz Kitabı okuyor ve
öğretiyorsunuz.
80.
Ve size "Melekleri ve peygamberleri ilâhlar
edinin." diye de emretmez. Siz müslüman
olduktan sonra hiç size kafirliği emreder mi?
Bu Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah, Önceki âyetlerde Ehl-i kitabın çirkin
davranışlarını; tabiatlarında bulunan hile, desise ve kötülükleri anlattı. Bu
âyetlerde ise, özellikle Yahudilerin bazı vasıflarını belirterek onların dinî ve
malî hainliklerini anlatmaktadır. Zira onlar, Allah'ın kelamını tahrif etmek ve
haksız yere İnsanların mallarını yemeği helal saymakla Allah'a ve insanlara
hainlik ettiler. [166]
Kelimelerin İzahı
Kıntar, daha önce geçtiği gibi çok mal
demektir. : Başından hiç ayrılmayan
devamlı isteyen demektir. Ümmiyyîn. Bundan maksat Araplardır. Ümmî'nin asıl
mânâsı, "okuması yazması olmayan" demektir. Araplar böyleydi.
Eğip bükerler. Bu kelime, "bükmek, eğmek"
mânâlarına gelen JJI kelimesinden türemiştir. Bir kimse, birisinin elini büktüğü
zaman der. Burada maksat, kitabın âyetlerini bırakıp tahrif edilmiş ibarelere
yöneltmek için dillerini bükmeleridir.
Onların, Allah'ın rahmetinden bir nasibi yoktur,
demektir.
Rabbaniyyîn, Rabbe mensup mânâsına gelen rabbânî
kelimesinin çoğuludur. Taberî şöyle der: demek, hakîm ve alîm olun
demektir.[167]
Nuzûl Sebebi
Eş'as b. Kays'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Benimle bir Yahudi arasında bir arazi vardı. Yahudi, benim hissemi inkâr etti.
Onu Rasulullah (s.a.v.)'a götürdüm. Rasulullah (s.a.v.) bana: "Bir delilin var
mı?" diye sordu. "Hayır" dedim. Rasulullah (s.a.v.) Yahudiye: "Yemin et" dedi.
Ben : "Bu takdir de o yemin eder ve benim malımı alır" dedim. Bunun üzerine Yüce
Allah: "Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini, az bir paraya satanlar var
ya....[168] âyetini indirdi.
[169]
Âyetlerin Tefsiri
75. Ehl-i kitap'tan, yani Yahudilerden öyleleri
vardır ki, ona birçok mal emanet bıraksan, güvenilir bir kişi olduğu için sana
emanetini verir.. Nitekim Abdullah b. Selâm'a Kureyşli birisi bin ukıyye altın
emanet bırakmış; o, bu emaneti ona aynen iade etmişti. Onlardan öyleleleri de vardır ki, emanete
hiyanetinden dolayı ona bir dinar dahi emanet edilmez. Eğer bir dinar emanet
bıraksan, başına dikilip devamlı istemedikçe asla geri vermez. Nitekim, Fenhâs
b. Âzûrâ'ya Kureyşli birisi bir dinar emanet bırakmış, fakat o bunu inkâr
etmişti Onların böyle yapmalarının sebebi: "Ümmilere karşı bize bir sorumluluk
yoktur" demeleridir. Yani, onları bu şekilde emanete hıyanet etmeye sevkeden
şey, Allah'ın, Arapların mallarını onlara mubah kıldığını iddia etmeleriydi.
Rivayet edildiğine göre Yahudiler şöyle derlerdi: "Biz, Allah'ın oğulları ve
dostlarıyız. Diğer insanlar bizim kölemizdir. Biz kölelerimizin mallarını
yersek, kimse bize bir sorumluluk yükleyemez" Bir rivayete göre de şöyle
derlerdi: "Allah bize dinimize uymayanların malını yemeyi mubah kıldı Yalancı ve
iftiracı olduklarını bildikleri halde, bu şekilde iddialarda bulunarak Allah'a
karşı yalan söylüyorlar. Rivayet olunduğuna göre onlar: "Ümmîler (Araplar) için
bize bir sorumluluk yoktur" dediklerinde, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu :
Allah'ın düşmanları yalan söylüyorlar. Câhiliyye'den kalma ne varsa, hepsi şu
iki ayağımın altındadır. Sadece, o devirden kalan emanet hariç. İyiye de, kötüye
de emaneti verilecektir.[170]
76.
Hayır, her kim sözünü yerine getirir ve kötülükten sakınırsa,
bilsin ki Allah sakınanları sever. Yani gerçek onların iddia ettiği gibi
değildir. Bilakis bu hususta onların üzerine büyük bir günah vardır. Fakat
onlardan kim, emaneti sahibine verir, Muhammed'e (s.a.v.) iman eder Allah'tan korkar
ve haramlarından sakınırsa Allah
onu sever ve ona ikramda bulunur. [171]
77. ( Muharnmed (s.a.v.)'i tasdik etmek hususunda
Allah'a verdikleri sözü ve ettikleri yalan yeminleri, dünyanın geçici değersiz
malı ile değiştirenler var ya, İşte âhirette Allah'ın rahmetinden onların payı
ve kısmeti yoktur. Allah kıyamet günü onlarla tatlı ve lütufkar konuşmayacak,
onlara rahmet nazarı ile bakmayacak, onları günah kirlerinden
temizlemiyecektir. İşlemiş oldukları masiyetlerden dolayı onlar için elem verici
bir azap vardır. [172]
78. Yahudilerden bir grup kitabı okurken onun
mânâsım tahrif etmek ve Allah'ın kelâmının maksadını değiştirmek için dillerini
bükerler. İbn Abbas (r.a) şöyle der: Allah'ı 1
kelâmını O'nun maksadından başka bir mânâya tevil etmek suretiyle tahrif
ederlerBunu, tahrif ettikleri şey kitaptan olmadığı halde, Allah'ın kelâmından
olduğunu sanasınız diye yaparlar. Halbuki bu, bir saptırma ve iftiradan başka
bir şey değildir. ai Bunun Allah katından olduğunu söyler ve O'na nisbet
ederler. Halbuki o Allah katından değil, O'na karşı bir iftiradır. Onlar, bile
bile Allah'a karşı yalan ve iftirada bulunurlar.
Bundan sonra Yüce Allah Hıristiyanların, Hz.
İsa'nın kendisine kulluk etmelerini
emrettiği şeklindeki iddialarını reddederek şöyle buyurur. [173]
79. Hiçbir insanın, Allah'ın kendisine kitap,
hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra, kalkıp insanlara "Allah'ı bırakıp bana
kulluk edin demesi doğru değlidir. şeklindeki olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi
ak-len caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. Bundan maksat şutur:
Allah'ın kendisine peygamberlik verdiği ve şeriat gönderdiği bir peygamberin
ulûhiyet iddiasında bulunması asla gerçek değildir. Bırakın fiilen meydana
gelmesini aklen tasavvur dahi edilemez. Çünkü Peygamber Allah ile kulları arasında
bir elçi olup
onları Allah'a ibadete
sevketmek için gönderilmiştir.
Nasıl olur da insanları kendisine ibadete çağırır. Fakat Peygamber onlara
"Rabbaniler olunuz" der. İbn Abbas (r.a) şöyle der: Bunun mânâsı" "hikmet
sahihleri, alimler ve halim kişiler olunuz" demektir. Yani: "Ben sizi bana kul
olmaya çağırmıyorum. Fakat ilim sahibi fakihler ve Allah'a itaat ediciler
olmaya çağırıyorum.
Çünkü siz kitabı okuyor ve insanlara
öğretiyorsunuz. [174]
80. Peygamberin size, Allah'ı bırakıp meleklere
veya peygamberlere ibadeti emretmesi mümkün değildir. Çünkü peygamberlerin
görevi halkı Allah'a ve yalnız O'na ibadet etmeye çağırmaktır. Müslüman olup
Allah'ın dinine girdikten sonra Peygamberiniz size Allah'ın birliğini inkâr edip
kâfir olmanızı mı emrediyor? Buradaki istifham inkârîdir, hayret ifade
eder. [175]
Edebî Sanatlar
1. Bu, şöyle demeleri yüzündendir."
Hıristiyanların şer ve fesatta aşırı gittiklerini ifade etmek için burada, uzağı
gösteren işaret ismi kullanılmıştır.
2. "Ümmîlere karşı yaptıklarımızdan dolayı bize
vebal yoktur." Burada hazif yoluyla i'caz vardır. Takdiri: şeklindedir. "Ümmîlerin mallarını yememizde
bize-bir vebal yoktur" demektir.
3. "Allah'a verdikleri sözü değiştiriyorlar."
Burada istiare vardır. Satın almak mânâsına gelen "İştira" kelimesi değiştirmek
mânâsına gelen "istibdal" kelimesi yerine müstear olarak
kullanılmıştır.
4. "Allah onlarla konuşmayacak" Bu ifade,
Allah'ın gazabı ve hışmının şiddeti yerinde mecazen kullanılmıştır. Bundan
sonra gelen bakmayacak, temizlemeyecek" kelimelerinde de duru aynıdır.
5. "Onlara bakmayacak" Zemahşerî le der: Bu cümle, onları horlamak ve onlara
kızmak yerinde mecazdır. Çünkü bir kimse
bir insana değer verirse ona döner ve dikkatle bakar.
6. "Sakındı" ile "sakınanlar" kelimeler ırasında iştikak cinası vardır. "küfür"
ve "müslümanlar" elimeleri arasında tıbâk sanatı
vardır. [176]
Faydalı Bilgiler
Rivayet olunduğunr göre bir adam İbn Abbas (ı.a.)'a
şöyle der: "Biz gazada zivnmîlerin (Ehl-i -itabın) tavuk ve koyunlarını
alıyoruz." İbn Abbas (r.a.): "Peki bu İşe ne liyorsunuz?" dedi. Bunu yapanlar:
"Bundan dolayı oize bir vebal yoktur" diy jruz dediler. İbn Abbas (r.a.) şöyle
dedi: "Bu Ehl-i kitabın "ümmîlerin mallarını yemede bize bir vebal yoktur"
demesine benziyor. Bilesin ki, onlar cizyeyi ödedikleri takdirde, rızaları
olmadıkça mallî size helal değildir."
Bunu İbn Kesir anlatmıştır.
[177]
81. Haııi Allah; peygamberlerden, "Size Kitap ve
hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona
mutlaka inanıp yardım edeceksiniz." diye söz almış ve "Kabul ettiniz ve bu
ahdimi yüklendiniz mi?" dediğinde, "Kabul ettik." cevabını vermişler, bunun
üzerine Allah: "O halde şahit o-lun; ben de sizinle birlikte şahitlik
edenlerdenim." buyurmuştu,
82. Artık bundan sonra her kim dönerse işte
onlar, yoldan çıkmışların ta kendileridir.
83. Göklerde ve yerdekiler, ister istemez O'na
teslim olduğu halde onlar Allah'ın
dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki O'na
döndürüleceklerdir.
84. De ki: "Biz, Allah'a, bize indirilene,
İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kup ve Ya'kup oğullarına indirilenlere, Musa, îsâ ve
diğer peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onları
birbirinden ayırdetmeyiniz. Biz ancak O'na teslim oluruz."
85. Kim, İslam'dan başka bir din ararsa,
kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, âhirette ziyan edenlerden
olacaktır.
86. İman ettikten, Resul'ün hak olduğuna şehadet
getirdikten ve kendilerine
apaçık deliller geldikten sonra inkarcılığa sapan bir kavme
Allah nasıl hidâyet nasip eder? Allah zalimler topluluğunu doğru yola
iletmez.
87.
İşte
onların cezası; Allah'ın
meleklerin ve bütün
insanlığın la'netine
uğramalarıdır.
88. Bu la'nette ebedi kalacaklar. Onların
azapları hafifletilmez, yüzlerine de bakılmaz.
89. Ancak, bundan sonra tevbe edip yola gelenler
başka. Çünkü Allah, çok mağfiret edici ve merhametlidir.
90. İnandıktan sonra kâfirliğe sapıp sonra
inkarcılıkta daha da ileri gidenlerin tevbeleri asla kabul edilmeyecektir. Ve
işte onlar, sapıkların ta kendisidirer.
91. Gerçekten, inkâr edip kâfir olarak ölenler
var ya, onların hiçbirinden fidye
olarak dünya dolusu altın verecek olsa dahi
kabul edilmeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır; onların
yardımcıları da yoktur.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah, Önceki âyetlerde Ehl-i kitab'ın,
Allah'ın kelamını değiştirerek tahrif etmeleri ve insanlar Resulullah
(s.a.v.)'e inanmasın diye onun niteliklerine dair kitaplarındaki âyetleri
değiştirmeleri sebebiyle yaptıkları hıyaneti anlattıktan sonra, burada onların
aleyhine delil alacak âyetleri zikretmektedir. Yüce Allah, Hz. Muhammed'in
(s.a.v.) peygamber olarak gönderildiği zamana ulaştıkları takdirde ona iman
edeceklerine ve ona tabi olup yardımcılarından olacaklarına dair Ehl-i kitabın
peygamberlerinden söz aldı. Peygamberler ona iman edeceklerine ve gelmesine
sevineceklerine dair söz vermiş olunca, onların peşinden gidenlerin Hz.
Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliğini yalanlamaları nasıl doğru olur? Yüce Allah
bundan sonra da imanın sahih olması için bütün peygamberlere iman etmenin şart
olduğunu, hak dinin İslam dini olduğunu ve İslam'ın dışında hiçbir dini kabul
etmeyeceğini açıklamaktadır. [178]
Kelimelerin İzahı
Misak, yemin ve benzeri şeylerle pekiştirilen
ahiddir. Bu kelime daha önce açıklanmıştır.
Isrî, benim ahdim demektir. Lugatta asıl itibariyle
ağırlık manasınadır. Zemahşerî şöyle der: Ahid, sağlam yapılan ve kuvvetle
bağlanan şeylerden olduğu için ona ısr
denmiştir.
el-Fâsikûn, Allah'a itaattan uzaklaşanlar
demektir.
İstemeyerek, zorla manasınadır. Tav'an, gönüllü
olarak boyun eğmek, itaat etmek demektir.
Esbât, oğlun oğlu mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Burada Yakup
(a.s.)'ın soyundan gelen İsrâîloğullan kabileleri kasd edilmiştir.
Onlara mühlet verilmez demektir. Bir kimse birine
mühlet verdiğinde denir. Nazra, mühlet vermek manasınadır.
el-Hâsirûn, ziyana eksildiği . uğrayanlar demektir.
Husrân, anamalın yani sermayenin eksilmesi demektir. Bir kimsenin sermayesi
"Falan ziyan etti" derler.
ed-Dâllûn, küfür çölünde şaşkınlar
manasınadır. [179]
Nuzûl Sebebi
Abdullah b. Abbas şöyle der: Ensardan bir adam
İslam dininden dönerek müşriklere katıldı. Sonra da pişman olup kavmine haber
gönderdi ve: "Ben pişman oldum, acaba benim tevbem kabul olur mu? Benim için
bunu Rasulullah (s.a.v.)'e sorun" dedi. Bunun üzerine Kâfir olan kavmi Allah
nasıl hidâyete erdirir?" cümlesiyle başlanıp "Ancak bundan sonra tevbe edip yola
gelenler müstesna. Çünkü Allah, çok afvedici ve merhametlidir." âyetiyle sona
eren bölüm nazil oldu. Kavmi, bu haberi dinden dönen adama yazdı, o da takrar
gelerek müslüman oldu.[180]
Âyetlerin Tefsiri
81. Ey Ehl-i kitap! Allah size kitap ve hikmet
verdiği için peygamberlerden yeminle pekiştirilmiş ahd aldığı zamanı
hatırlayın. Taberî bu âyeti şöyle tafsir eder: "Ey peygamberler! Size kitap ve
hikmet verdiğim zaman aldığım ahdi hatırlayın. Allah'ın Rasulü Mu-hammed. elinizdeki kitabı tasdik edici olarak
tarafımızdan size bir kitap getirecek, siz de mutlaka ona iman edip yardım edecektiniz. İbn Abbas şöyle der: Allah gönderdiği her
peygamberden, Muhanımed gönderildiğinde sağ olursa mutlaka ona iman edeceğine ve
yardımcı olacağına dair söz almış ve bu hususta ümmetinden ahid almasını da ona
emretmiştir Allah buyurdu ki: Bu ahdi
kabul ve itiraf ettiniz mi? Ümmetinizden benim adıma ahid aldınız mı?
Peygamberler, "itiraf ettik" dediler. Allah, "Kendinize ve ümmetinize şahit
olunuz. Ben de hem size hem de onlara şahidlerdenim. [181]
82. Artık bundan sonra, kim ahdini bozar da yüz
çevirirse işte onlar Allah'ın itaatinden çıkanların kendileridir. [182]
83. Allah bütün peygamberleri İslam dini üzere
gönderdiği halde Ehl-i kitap İslam'dan başka bir din mi arıyor? Soru edatı olan
hemze, inkâr ve kınama ifade eder. Bu yaptıkları doğru değildir, demektir.
oUHalbuki göklerde ve yerlerde bulunanlar ister istemez Allah'a teslim olmuş,
boyun eğmiş ve itaat etmiştir. Katâde şöyle der: "Mü'min gönüllü olarak, kâfir ise istemeyerek teslim olmuştur. Ne
var ki bu teslim oluş ona bir fayda sağlamaz. [183]İbn Kesir şöyle der: "Mü'min Allah'a gönüllü olarak kalbi ve
kalıbıyla, kâfir ise istemeyerek teslim
olur. O, karşı çıkılmayacak ve engel
olunamayacak baskı, zor ve büyük bir güç altındadır.[184] Kıyamet gününde
insanlar Allah'a döndürülecek ve O herkesin amelinin karşılığını
verecektir. [185]
84. Ey Muhammed! Sen ve ümmetin deyin ki: "Biz
Allah'a bize indirilen Kur'an-a, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullanna
işte bunlara indirilen sahifelere ve vahye iman ettik. Rableri tarafından
Musa'ya indirilen Tevrat'a îsâ'ya indirilen İncil'e ve bütün peygamberlere
indirilenlere iman ettik. Yahudi ve Hıristiyanların yaptığı gibi biz onların bir
kısmına inanıp bir kısmım inkâr etmeyiz. Bilakis hepsine iman ederiz. Biz ancak
Allah'a teslim olur, ona ibadet eder, onun ulûhiyet ve rubûbiyetini tasdik
ederiz. O'na asla kimseyi ortak koşmayız" âyette geçen kelimesinden maksat,
Yakub (a.s.)'ın soyundan türemiş İsrâîloğulları kabileleridir.
Bundan sonra
Yüce Allah, İslam'ın dışındaki bütün dinlerin bâtıl ve reddedilmiş
olduğunu bildirerek şöyle buyurur: [186]
85.
Rasulullah (s.a.v.)'m, İslam şeriatıyle amel etmek üzere
gönderilmesinden sonra kim İslam'dan başka bir din (şeriat) ararsa bilsin ki
kendisinden böyle bir din asla kabul edilmeyecek, tejrO' âhirette ziyan
edenlerden olacak ve cehenneme gidip orada ebedi kalacaktır: [187]
86.
Buradaki soru edatı hayret ve olayın büyüklüğünü ifade
eder. Yani iman ettikten sonra tekrar kâfir olan bir kavim hidâyete nasıl lâyık
olur. Muham-med (s.a.v.)'in Allah'ın
Rasulü olduğuna dair onlara şahidler, mucizeler ve apaçık deliller gelip te hak
ortaya çıktıktan sonra tekrar kafir olan bir kavim nasıl hidâyete hak kazanır.
Allah zalimler topluluğunu saadet yoluna girmeye muvaffak etmez. Hasan-ı Basri
şöyle der: Bu kavimden maksat, Yahudi ve Hıristiyanlardır. Onlar kitaplarında
Hz. Muhammed'in vasıflarını gördüler, onun hak Peygamber olduğuna şahid
oldular. Ancak kendi milletlerinden değil de Araplardan geldiği için
kıskandılar ve daha önce iman ettikleri Peygamberi inkâr ettiler.[188]
87.
İşte onların küfürlerine karşılık cezaları; Allah'ın,
meleklerin ve bütün insanlığın la'netine uğramalarıdır. [189]
88.
Onlar ebedî olarak cehennemde kalacaklar, azapları
hafifletilmeyecek, onlara mühlet te verilmecektir. [190]
89.
Ancak bundan sonra tevbe edip kendini Allah'a veren ve
bozmuş olduğu işleri tekrar düzelten Çünkü Allah, çok afvedici ve
merhametlidir. [191]
90.
İnandıktan sonra kafirliğe sapıp sonrada inkarcılıkta
daha da ileri gidenler var ya onlar
küfürde devam ettikleri m-'iddetçe,
tevbeleri asla kabul edilmeyecektir
Bu âyet Yahudiler hakkında inmiştir. Zira onlar Hz.
Musa'ya iman ettikten sonra Hz.İsa'yı inkâr eltiler. Daha sonra da Hz.Muhammed'i
ve Kur'an'i da reddettiler. Böylece küfürleri iyice arttı.
İşte onlar doğru yoldan çıkıp eğri yola gidenlerin
kendileridir. Yüce Allah, daha sonra da kâfir olup da küfür üzere ölen
kimsenin durumunu bildirerek şöyle buyurur: Gerçekten, inkâraedip te kafir
olarak ölenler var ya Fidye olarak dünya dolusu altın verecek olsalar dahi
hiçbirisinden kabul edilmeyecektir. Onlar için elem ve ıztırap verici bir azap
vardır. Onların yardımcıları da yoktur.Yani onları Allah'ın azabından kurtaracak
ve ıztırap verici cezasından koruyacak hiçbir kimseleri yoktur. [192]
Edebî Sanatlar
1. Burada gaiplikten muhataba dönüş) sanatı
vardır. Zira daha önce gaip sıygası olan
geçmişti.
2. lafızları arasında iştikak cinası vardır. Bu
da bediî sanatlardandır.
3. kelimeleri arasında tıbâk sanatı vardır. Küfür
ve İman lafızları arasında da yine tıbâk sanatı vardır.
4. "Onlar sapıkların kendileridir." Bu cümlede
sıfatın mevsufa kasrı sanatı vardır. Aynı sanat Onlar fâşıkların kendileridir."
âyetinde de vardır.
5. Burada umumî olan kelimesi, hususî olan kelimeleri üzerine atfedilmiştir. Burada
umumînin hususîye atfı söz konusudur.
6. Onlar için elam verici azap vardır. Burada
yerine sıygasının tercih edilmesi mübalağa ifade etmek içindir. [193]
Faydalı Bilgiler
Bu âyet-i kerimeler kâfirleri üç kısma
ayırdı:
1. Sadıkane bir şekilde tevbe eden ve tevbesinden
fayda görenlerBundan sonra tevbe edenler müstesna..." âyeti buna işaret
eder.
2. Pasif bir tevbe ile tevbe edip, tevbesinden
fayda göremeyenler. imanlarından sonra kafir olup sonra da küfürlerini
artıranlar." âyeti bunlara işaret eder.
3. Hiç tevbe etmeyip küfür üzere Ölenler. kâfir
olup ta küfürleri üzere Ölenler" âyeti de bunlara işaret eder. [194]
Bir Uyarı
Buhâıf ve Müslimin Enes b. Malik'ten rivayet
ettiklerine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Kıyamet gününde cehennem
ehlinden olan a-dama şöyle denir: Ne dersin, şu anda yeryüzündeki bütün servet
senin olsaydı, kurtuluş için onu fidye olarak verir miydin? Rasulullah (s.a.v.)
buyurur ki: "Adam, evet, der." Yüce Allah şöyle buyurur: "Ben senden bundan
daha azını istemiştim. Sen babanın sulbünde iken, bana şirk koşmayacağına dair
senden söz almıştım. Fakat sen şirkten başka bir şeyi kabul etmedin.[195]
92. Sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça iyiye
eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah
onu bilir.
93. Tevrat'ın indirilmesinden önce, İsrail'in
(Ya1-kub'un) kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü
İsrailoğullarına helâl idi. De ki: "Eğer doğru sözlü iseniz, o zaman Tevrat'ı
getirip onu okuyun."
94. Artık bundan sonra her kim Allah'a karşı
yalan uydurursa, işte bunlar, zâlimlerin ta
kendisidirler.
95. De ki: "Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise,
hakka yönelmiş olan İbrahim'in dinine uyunuz. O, müşriklerden
değildi."
96. Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidâyet kaynağı
olarak insanlar için kurulan ilk ev Mekke'deki (Ka'be)
dir.
97. Orada apaçık nişaneler, İbrahim'in makamı
vardır. Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi,
Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah
bütün âlemlerden müstağnidir.
98. De ki: "Ey Ehl-i kitap! Allah yaptıklarınızı
görüp dururken niçin
Allah'ın âyetlerini inkâr
edersiniz?"
99. De ki: "Ey Ehl-i kitap! Görüp bildiğiniz
halde niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek mü'-minleri Allah
yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz
değildir."
100. Ey iman edenler! Kendilerine Kitap
verilenlerden bir gruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden küfre
çevirirler.
101. Size Allah'ın âyetleri okunurken,
üstelik Allah Rasulü de aranızda iken,
nasıl inkâra saparsınız? Her kim
Allah'a bağlanırsa, kesinlikle doğru yola
iletilmiştir.
102. Ey iman edenler! Allah'tan O'na yaraşır
şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.
103. Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın;
parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetlerini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de
O, gönüllerinizi birleştirmiş ve
O'nun nimeti sayesinde kardeş
kimseler olmuştunuz. Yine siz, ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi
O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu
bulaşınız.
Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde kâfirlerin dünya ve
âhiretteki durumlarım anlattı ve âhirette, kendini kurtarmak için yeryüzü
doiusu altın vermek istese dahi bunun kâfire fayda vermeyeceğini açıkladı. Bu
âyetlerde de, Allah'ın rızasını ve cenneti elde etmek için mü'minlere faydalı
olan şeyleri anlatmaktadır. Sonra yine söz, peygamberlik, risalet ve İslam
dininin doğruluğu etrafında Ehl-i kitabın meydana getirdiği şüpheleri ortadan
kaldırmaya gelmekte, sonra da Yüce Allah İslamı ve müslümanların saflarını
parçalamak ve birliklerini bozmak için Ehl-i kitabın kurmuş oldukları tuzak ve
hilelerden mü'minleri s akın dırm aktadır, [196]
Kelimelerin İzahı
Birr, bütün iyilik türlerini içine alan bir
kelimedir. Burada cennet manasınadır.
HılI, helâl demektir. Bu kelime, sıfat yerine
kullanılmış bir mastardır. Dolayısıyle tekil, çoğul, erkek ve dişi için
kullanılır.
İsrâîl, Ya'kub (a.s.)'ım lakabıdır.
Bekke Mekke'nin adıdır. Buraya hem Bekke, hem de
Mekke denir. Zorbaların boyunlarını vurduğu için kendisine bu isim
verilimiştir. Mekke'ye hangi zorba kötülük yapmak istemişse, Allah mutlaka onun
belini kırmıştır.
Mübarek, bereketli demektir. Bereket, fazlalık ve
çok hayır manasınadır.
İbrahim (a.s.)'in ayakta durduğu yerdir. Ka'be'nin
duvarları yükselirken, üzerinde durarak çalıştığı taş.
İvec, meyi ve eğrilik demektir. Ebu Ubeyde şöyle
der: İvec; din, söz ve amelde eğrilik; avec ise duvarın ve daim eğriliği
mânâlarmadır.
Ya'tesımü; tutunur, sığınır manasınadır. Kok
itibariyle, men etmek ve engellemek demektir. Kurtubî şöyle der: " Bir şeye
tutunan kimseye bir şeye engel olan kimseye denir.[197] Bugün, Allah'ın emrine mani olacak kimse yoktur[198] mealindeki
âyette de bu mânâda kullanılmıştır.
Şefâ, bir şeyin tek kenarıdır. Sefir, de bunun
gibidir. Çukurun kenarı manasınadır. "Yıkılacak bir yarın kenarına[199] âyetinde de bu mânâda kullanılmıştır. [200]
Nuzûl Sebebi
Rivayet edildiğine göre, Evs ve Hazrec
kabilelerinden bir takım sahabe, bir mecliste otururlarken Şas b. Kays adında
bir Yahudi, yanlarından geçer, Câhiliyye devrinde aralarında şiddetli düşmanlık
ve husumet bulunan bu zevatın, İslamdan sonra aralarındaki bu ülfet, yakınlık
ve sevgiyi görünce öfkelenir ve: "Bunlar böyle toplandıkça, bize rahat ve huzur
yoktur." der ve bir Yahudi delikanlısına gidip onların yanına oturmasını,
onlara "Buas" gününü hatırlatmasını ve o gün söyledikleri şiirlerden bazı
parçalar okumasını emreder. Buas günü, Evs ve Hazrec kabilelerinin
birbirleriyle savaştığı ve Evs'in zaferi ile sonuçlandığı bir gündür. Delikanlı
onun dediklerini yapar, derken aralarında münakaşa çıkar, taraflar birbirlerine
karşı Övünmeye ve birbirlerine kızmaya başlar. Bunun üzerine: "Haydi Silâh
başına, silâh başına" derler. Durum Rasulullah (s.a.v.)'a intikal edince,
Rasulullah (s.a.v.) yanında bulunan Muhacir ve Ensardan bir grup ile onların
bulunduğu yere gider ve şöyle der: "Ben aranızda iken Câhiliyye davası mı
güdüyorsunuz? Allah sizi İslam ile şereflendirerek Câhiliyye â-detlerinin kökünü
kestikten ve sizi barıştırıp birleştirdikten sonra, hâlâ o davayı mı
güdüyorsunuz?" Bunu duyan Evs ve Hazrecliler, yaptıkları işin bir şeytan tuzağı
ve düşman hilesi olduğunu anlar, silâhlarını bırakır ve ağlayarak birbirlerini
kucaklamaya başlarlar. Sonra Rasulullah (s.a.v.)'in emrini dinleyip ona itaat
ederek beraberce giderler. Bunun
üzerine:
man edenler! Eğer kendilerine kitap verilenlerden
bir gruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden kafir ederler" mealindeki
âyet nazil olur.[201]
Âyetlerin Tefsiri
92.
Mallarınızın en iyisinden vermedikçe, asla iyilerden
olamaz ve cennete gidemezsinizAllah yolunda ne harcarsanız, Allah onu bilir.
Harcadıklarınızın sizin için saklanacak ve onlara karşılık en güzel bir şekilde
mükâfatlandırılacaksınız.
[202]
93.
Bütün yiyecekler İsrâîloğullarına helâl idi. al, Ancak,
Ya'kub (a.s.)'un kendi nefsine haram kıldığı müstesna. Ya'kub (a.s.)'un haram
kıldığı, deve eti ve sütü idi. Sonra isyanları sebebiyle ceza olarak
İsrâîloğullarına içyağı ve benzeri bazı besin maddeleri de haram kılındıBütün
bunlar Tevrat indirilmeden önce helâl idi Ey Muhammed! Onlara de ki: Eğer o
yiyeceklerin zulmünüz ve taşkınlığınız sebebiyle size haram kılınmadığı
iddiasında doğru iseniz, bana Tevrat'ı getirip okuyun.
Zemahşerî şöyle der: Yahudilerin maksadı;
taşkınlık, zulüm ve Allah yolundan alıkovma hususunda Allah'ın aleyhlerindeki
şahitliğini yalanlamaktır. Yüce Allah kendi kitaplarını onların aleyhine hüccet
getirip de onları susturunca apışıp kaldılar ve küçük duruma düştüler. Hiçbiri
Tevrat'ı getirmeye cesaret edemedi. Burada, Peygamber (s.a.v.)'in doğruluğuna
apaçık bir delil vardır.[203]
94.
Artık bu kesin ve apaçık delillerden sonra, kim Allah'a
karşı yalan uydurursa İşte haddi aşan ve
bâtılla kibirlenenler onlardır. [204]
95.
De ki: Allah, Muhammed'e vahyettiği ve haber verdiği her
hususta doğru söylemiştir. Öyleyse, Yahudiliği bırakıp, bütün bâtıl dinlerden
uzak olan ibrahim'in dinine uyun. O, İslam dinidir, İbrahim müşriklerden
değildi. Yüce Allah bu â-yette Hz.
İbrahim'i, Ehl-i kitabın, mensup olduğunu iddia ettiği Yahudi ve
Hıristiyanlıktan uzak tutmuştur. Bu âyette ayrıca Ehl-i kitabın müşrik olduğuna
ta'riz vardır. [205]
96.
Allah'a ibadet edilmek için yeryüzünde bina edilen ilk mescid Mekke'deki
Mcscid-i Haram'dır. 1 Mescid mübarek
olarak bina edilmiştir. Kendisini hac ve umre yaparak ziyaret edenler için
hayır ve bereketi çoktur. Yeryüzündekilerin kıblesi olduğundan dolayı, onlar
için hidâyet ve nur kaynağıdır. Bundan sonra Yüce Allah, Mescid-i Haram1 in
diğer bütün mescitlere üstünlüğünü gerektiren hususiyetlerini
anlatır. [206]
97. Orada onun diğer mescidlerden daha şerefli ve
daha üstün olduğunu gösteren bir çok açık delil vardır. İbrahim'in makamı
bunlardan biridir.
Bu makam, Beytullah'ı bina ederken Hz. İbrahim'in
üzerinde durduğu taştır. Ayrıca orada Zemzem, Hatim, Safa ve Merve ile Hacer-i
esved vardır. Bütün bunlar Beytullah'ın şerefine ve rnüslümanlarm kıblesi olmaya
daha lâyık olduğuna delil olarak yetmez mi?
Oraya giren emniyette olur. İşte bu da, oranın
şerefini gösteren başka bir âyettir. İbrahim (a.s.)'ın Ey Rabbinı! Bu beldeyi
emin kıl[207] şeklindeki duası berekeliyle buraya girenin emin olmasıdır. Yoluna gücü
yetenlerin, Allah'ın evini haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerine farz kıldığı
bir emirdir. Kim hacet terkederse bilsin ki Allah'ın ne onun ne de başka bir
mahlukun ibadetine ihtiyacı vardır. Haccı terketmenin büyük bir günah olduğunu
vurgulamak için Yüce Allah onu küfür
lafzıyle ifade etti. İbn Abbas (v.a) şöyle der : Kim,
hacc farizasını inkâr ederse kâfir olur, Allah'ın onun haccına ihtiyacı
yoktur.[208] Yüce Allah daha sonra, küfürlerine karşı delil getirerek onları
susturdu. [209]
98. De ki: "Muhammed'in doğruluğuna dair hüccet
ve deliller olmasına rağmen ona indirilen Kur'an'ı niye inkâr ediyorsunuz? Oysa
Allah, bütün yaptıklarınızı görmektedir, ona göre size ceza
verecektir. [210]
99. de ki: "Ey Ehl-i kitap! Niçin, iman etmek
isteyenlere mani olup, insanları Allah'ın hak dininden döndürüyorsunuz? Siz o
doğru yolun eğri olmasını istiyorsunuz. Rasulullah (s.a.v.)'m, kitabınızdaki
vasıflarını değiştiriyor ve insanlara, İslam'da bozukluk ve eğrilik varmış
vehmini vererek onları kandırıyorsunuz. Halbuki siz, İslam'ın hak ve doğru din
olduğunu biliyorsunuz. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir."
Bu âyette tehdit ve uyarı vardır. Bu iki âyet-i
kerimenin işaret ettiği gibi, Yahudi ve Hıristiyanlar iki vasfı yani sapma ve
saptırma vasıflarını taşımaktadırlar. Çünkü onlar İslamı inkâr etmiş, sonra da
zayıf iradeli insanların kalplerine kuşku ve şüphe atmak suretiyle onların
İslama girmesini önlemişlerdir. [211]
100. Ey iman edenler! Ehl-i kitaptan bir gruba
uyarsanız Allah size imanı nasip ettikten sonra, onlar sizi yeniden kâfir
ederler. Bu âyet Evs ve Hazrec kabilelerine hitap etmektedir. Çünkü iniş
sebebinde de belirtildiği gibi, Yahudiler onları fitneye düşürmek istiyorlardı.
Ancak âyetin lafzı umumî olup, bütün mü'minleri içine almaktadır. [212]
101. Küfür size nasıl yol bulur? Halbuki Allah'ın
âyetleri size inmeye devam ediyor, vahy kesilmedi, Rasulullah aranızda yaşıyor.
Bu soru cümlesi, inkârı ve küfrün uzaklığını ifade eder. Kim, Allah'ın,
Rasulünün lisanıyle açıklamış olduğu hak dine sarılırsa en sağlam yola
girmiştir. Bu yol, naîm cennetlerine götüren yoldur. [213]
102. Ey iman edenler! Allah'tan hak-kıyle korkun,
veya şanına yakışır bir şekilde korkun.. İbn Mesud şöyle der: "Bu, Allah'a isyan
etmeyip itaat etmek, O'nu unutmayıp hatırlamak ve O'n; nankörlük etmeyip
şükretmekle olur.[214] Âyetteki 'nin mânâsı: "Şanına lâyık bir şekilde korkunuz" demektir. Bu
da bütün masiyetlerdei sakınmakla olur. İslama sarılınız, onu sımsıkı tutunuz.
Ölüm size gelinceye kadar bu halde
olunuz ki, İslam dini üzere ölesiniz. Bundan maksat İslam dini üzere devam
etmeyi emretmektir.
[215]
103. Allah'ın dinine ve kitabına toptan sanlın.
Ondan ayrılmayın. Sizden önce Yahudi ve Hıristiyanların yaptığı gibi, din
hususunda ihtilafa diişmayin. Ey Arap topluluğu! Allah'ın size ihsanını
hatırlayın. Hani siz İslam'dan önce birbirinize amansız düşmanlar idiniz de
Allah İslam sayesinde kalplerinizi birbirine ısındırdı ve sizi aynı iman
üzerinde birleştirdi. Allah'ın lütfü ile kardeşler oldunuz. Siz cehennem ateşine
düşmek üzereydiniz, fakat Allah İslam ile sizi oradan kurtardı. İşte Yüce Allah
meseleleri böyle açıkladığı gibi, diğer âyetlerini de açıklıyor ki, onların
sayesinde dünya ve âhiret mutluluğuna yol bulaşınız. [216]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler birçok edebî sanatı ihtiva
etmektedir. Bunları
aşağıdaki şekilde özetliyebiliriz:
1. De ki: Tevrat'ı getirin. Burdaki emir Yahudileri kınamak ve susturmak
içindir. Onların yaptıklarının son derece çirkin olduğunu gösterir.
2. "Mekke'deki ev" demektir. Burada ism-i
mevsulun mevsu-fu olan "beyt" kelimesinin hazfedilmiş olması, onun büyüklüğünü
açıkça gösterir.
3. "Kim kâfir olursa,.." Burada lafzı, "Kim
haccetmezse...." yerine kullanılmıştır.
Bu durum haccın farz olduğunu tekit eder, bu emri terkedenin büyük bir
günah işlediğini gösterir. Ebussuûd şöyle der: âyet-i kerimesinde, bundan daha
iyi ifade edilemiye-cek birçok edebi sanat vardır:
a) Kesinlik ifade eden haber sıygası tercih
edilmiştir.
b) Subût ve devamlılık ifade eden isim cümlesi
ile açıklanmıştır. Bu ifade tarzı, haccın, Allah'ın insanlar üzerinde farz
kılınmış bir hakkı olduğunu vurgulayacak şekilde gelmiştir.
c) Ayette Önce umumî olarak haccın bütün insanlara farz olduğu ifade
edilmiş daha sonra gücü yetenlere tahsis edilmiştir.
d) Hacc meselesi önce inübhem olarak sonra da
açıkça anlatılmıştır.
4. Allah'ın ipine sarılınız...." Bu cümlede
istiâre-i tasrîhiyye yoluyla Kur'an-i Kerim ipe benzetilmiştir. Müşebbehün bih
olan kelimesi, müşebbeh olan kelimesi
yerinde müstear olarak kullanılmıştır. Benzetme yönü ise, her ikisinin de
kurtuluş vesilesi olmasıdır.
5. Çukurun kenarı": Burada istiâre-i temsiliyye
vardır. Evs ve Hazrec kabilelerinin Câhiliyyet dönemindeki durumları, derin bir
uçuruma düşmek üzere olan kimsenin durumuna benzetilimiştir. Allah daha iyi
bilir. [218]
Bir Uyarı
Bu mübarek âyetler Ehl-i kitabın iki şüphesini defetmek için gelmiştir.
1. Yahudiler Rasulullah (s.a.v.)'a şöyle dediler:
Sen İbrahim'in dini üzere olduğunu iddia ediyorsun, ama onun şeriatına aykırı
hareket ediyorsun. Çünkü sen devenin etini
ve sütünü helal sayıyorsun. Halbuki bunlar İbrahim'in dininde
haramdı. Yüce Allah, İsrâîl-oğullarına
bütün yiyecekler helaldi.." âyeti ile onların iddialarını reddetti.
2. Yahudiler: "Beyt-i Makdis, ilk mescit olup
bütün peygamberlerin kıblesidir. Kıble olmaya en lâyık olan da odur. Ey
Muhammed! Nasıl oluyor da sen, peygamberlerin getirdiği dinleri tasdik ettiğini
iddia ettiğin halde oraya yönelmiyorsun?" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah
İnsanların, Allah'a ibadet etmesi için yeryüzünde yapılan ilk mescid
Mekke'deki (Ka'be) dir" âyetini
indirerek onların iddialarını reddetti. [219]
104. Sizden
hayra çağıran, iyiliği
emredip kötülüğü men'eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar, kurtuluşa
erenlerdir.
105. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra
parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap
vardır.
106. Nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin de
karardığı günü (düşünün.) İmdi, yüzleri kararanlara "Siz iman ettikten sonra
kâfir mi oldunuz? Öyle ise inkâr etmiş olmanız yüzünden tadın azabı."
(denilir).
107. Yüzleri ağaranlara gelince, Allah'ın rahmeti
içindedirler; onlar orada ebedî kalacaklardır.
108. İşte
bunlar, Allah'ın âyetleridir.
Bunları sana hak olarak okuyoruz.
Allah hiçbir kimseye haksızlık etmek istemez.
109. Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır.
İşler, O'na döndürülür.
110. Siz, insanların iyiliği için ortaya
çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz;
iyiliği emreder, kötülükten men'eder ve Allah'a inanırsınız.
Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. İçlerinde
i-man edenler var; pek çoğu yoldan çıkmışlardır.
111. Onlar size, incitmekten başka bir zarar
veremezler. Sizinle savaşa girecek olsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar.
Sonra kendilerine yardım da edilmez.
112. Allah'ın kudretine ve insanların gücüne
sı-ğınmadıkça onlar nerede
bulunurlarsa bulunsunlar,
kendilerine zillet vurulmuş, Allah'ın hışmına uğramışlar, miskinliğe mahkum
edilmişlerdir. Bunun sebebi, onların, Allah'ın âyetlerini inkâr etmiş ve haksız
yere peygamberleri öldürmüş olmaları, ayrıca isyan etmiş ve haddi aşmış
bulunmalarıdır.
Bu Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde Ehl-i kitabın
tuzaklarına düşmekten sakındırdı ve Allah'ın ipine sarılmayı ve doğru şeriatına
"bağlanmayı emretti. Bu âyetlerde de mü'minleri, insanları Allah'a davet etme,
iyiliği emretme ve kötülükten nehyetme görevlerini yerine getirmeye çağırmakta,
onlara birlik ve beraberlik içinde olmalarını, ihtilafa düşmemelerini
emretmektedir. Daha sonra da taşkınlık ve zulümleri sebebiyle Yahudilerin
başına gelen zilleti açıklamaktadır. [220]
Kelimelerin İzahı
Ümmet, taife ve topluluk demektir. Beyyinat, açık
deliller demektir.
Ma'ıuf, şeriatın emrettiği ve selim aklın güzel
gördüğü şey manasınadır.
Münker, Şeriatın yasakladığı ve akl-ı selimin
çirkin gördüğü şeydir.
Edbâr, dübur kelimesinin çoğuludur. Dübur, herşeyin
son kısmı mânâsına gelir. Bir kimse gerisin geri dönüp kaçtığında denir. Sükıfü, bulundular, kendilerine
tesadüf edildi demektir. Allah'ın ipi, Habl, bilinen ip demektir. Burada ahit
mânâsında kullanılmıştır. Emniyet verdiği ve korkuyu giderdiği için ahd'e "habl"
denmiştir,
Bâu, döndüler manasınadır.
Meskenet, fakirlik demektir. [221]
Âyetlerin Tefsiri
104. Sizden, insanları Allah'a çağıracak, her
türlü iyiliği emredecek ve her türlü kötülüğü nehyedecek bir topluluk bulunsun.
İşte kurtuluşa erenler onlardır. [222]
105. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra,
hevâ ve heveslerine uydukları için dinde ihtilâfa düşüp parçalanan Yahudi ve
Hıristiyanlar gibi olmayın. İşte ihtilâfları sebebiyle onlar için kıyamet gününde şiddetli azap vardır. [223]
106. İman ve itaatleri sebebiyle kıyamet gününde
mü'minlerin yüzleri ak olur. Küfür ve masiyetleri dolayısıyle de, kâfirlerin
yüzleri kara olur. Ayetin bu bölümü iki grubun daha önce Özetle anlatılmış olan
hallerini geniş olarak açıklar. Şöyle ki, yüzleri kararmış olan cehennemliklere,
kınama yoluyla: "Size apaçık delil ve mu'cizeler gelip de iman ettikten sonra
kâfir mi oldunuz?" Öyleyse, İnkârınızdan dolayı şiddetli azabı tadınız"
denilir, [224]
107. İyi amelleri sebebiyle yüzleri ak olan
mutlu ve bahtiyar kişilere gelince
Onlar ebedî olarak cennette kalacaklar, oradan asla
çıkarılmayacaklardır.
[225]
108. Ey Muhammedi İşte bunlar Allah'ın
âyetleridir. Onları hak olarak sana okuyoruz. Allah hiçbir kimseye zulmetmez.
Fakat insanlar kendilerine zulmediyorlar. [226]
109. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ın
mülkü ve kuludur. İşler Allah'a döner. O, dünyada da âhirette de hakimdir ve
tasarruf sahibidir.
[227]
110. Ey Muhammed ümmeti! Siz miiletlerin en
hayırhsisımz. Çünkü insanlara en faydalı olan sizsiniz. Bundan dolayı Yüce Allah
insanlar için, yani onların menfati için çıkarıldınız" buyurdu. Buhârî, Ebu
Hureyre'den şöyle rivayet eder: âyetinin tefsirinde Ebu Hureyre : "Siz
insanların hayırlısısınız. Onları sevk ve teşvik edersiniz de onlar İslama
girerler.[228] demiştir, Bu bölüm, müslümanların niçin hayırlı olduğunu açıklar. Sanki
şöyle denilmiştir: Sizin hayırlı ümmet olmanızın sebebi, şu güzel hasletleri
taşımanız, yanı iyiliği emretmeniz, kötülükten menetmeniz ve Allah'a iman etmiş
olmanızdır. Hz. Ömer (r.a)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Kim bu ümmetten
olmayı isterse, bu hususta Allah'ın koştuğu şartı
yerine getirsin.[229] Ehl-i kitap, Muhammed (s.a.v.)'e indirilen Kur'an'a inansa ve onu tasdik
etseydi, dünyada da âhirette de kendileri için daha hayırlı olurdu. Ehl-i
kitaptan, Necâşî ve Abdullah b. Selâm gibi küçük bir grup mü'mindir. Büyük
çoğunluğu ise Allah'a itaatten çıkmış olan fasıklardir. [230]
111. Onlar, dilleri ile sövme ve ta'n etme gibi
az bir zararın dışında size bir şey yapamazlar, Sizinle savaşırlarsa, size bir
şey yapamadan hezimete uğrar ve arkalarına dönüp kaçarlar, Sonra, durumlarını
sana bildirdiğim kimseler yardımsız bırakılmışlardır, onlara yardım edilmez. Bu
cümle, isti'nâfiye cümlesidir. [231]
112. Nerede bulunurlarsa bulunsunlar zillet ve
horluk onlardan ayrılmaz. Bina edilen bir ev içindekileri nasıl kuşatırsa
zillet ve horluk da onları öylece kuşatır. Ancak Allah'ın ve müslümanlarm
zimmetine sığınırlarsa müstesna. Bu durumda bir
şey olmaz. İbn
Abbas (r.a); "Allah'ın ve insanların
verdiği söze sığınırlarsa,
müstesna" der. Onlar, Allah'ın şiddetli gazabına müstehak olarak döndüler.
Fakirlik ve başkalarına boyun eğme onları her taraftan kuşatmıştır, asla
onlardan ayrılmaz. Bu zillet, alçaklık, gazap ve helak onların, Allah'ın
âyetlerini inkâr etmeleri, zulüm ve azgınlıkla peygamberleri öldürmeleri
sebebiyledir. Bu, onların inatları ve Allah'ın emirlerine isyanları sebebi
iledir. [232]
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder