NEML SÛRESİ

Hiç yorum yok

NEML SÛRESİ

Mekkede inmiştir. 93 âyettir.

Sûreyi Takdim

Nemi sûresi, Allah'ın birliği, peygamberlik ve öldükten sonra diril­mek gibi, İslam'ın inanç esaslarım anlatmaya önem veren, Mekke'de inmiş sûrelerden biridir. Bu sûre, arka arkaya inmiş ve Kur'an'da peş peşe tertip edilmiş olan üç sûreden biridir. Bunlar, Şuarâ, Nemi ve Kasas sûreleridir. Geçmiş milletlerin kıssalarını anlatmak suretiyle ibret ve öğüt verme hu­susunda hemen hemen aynı yolu takip eder.
Bu mübarek sûre Resûlullah'ın (s.a.v.) kıyamete kadar devam edecek olan en büyük mucizesi ve güçlü delilidir. Kur'an'm, bilgi ve hikmet sahibi olan Allah tarafından indirilmiş bir kitap olduğunu açıklar. Sonra da peygamberlerin kıssalarından bazılarını özet olarak, bazılarını da geniş bir şekilde anlatır. Meselâ; Musa (a.s.), Salih (a.s.) ve Lut (a.s.) 'm kıssalarını, Allah'ın davetinden yüzçevirmeleri ve değerli peygamberlerini yalanlamaları sebebiyle kavimlerinin başlarına gelen azap ve musibetleri Özet olarak anlatır.
Yine bu sûre, Davud (a.s.) ile oğlu Süleyman (a.s.)'m kıssalarından, Allah'ın onlara lütfettiği yüce nimetleri ve sadece onlara verilmiş olan peygamberlik ile geniş mülk üzerinde hükümdarlık gibi büyük ihsanlardan geniş bir şekilde bahseder. Sonrada Süleyman (a.s.)'ın Sebe' kraliçesi Belkis ile olan kıssasını anlatır.
Bu kıssada makam ve saltanat sahipleri ile devlet büyükleri ve hükümdarlar için önemli bir hedef gösterilmiştir. Meselâ Süleyman (a.s.), İnsanları Allah'a davet etmek için hükümdarlığı bir vâsıta olarak kul­lanmıştır. Allah'a çağırmadık ne bir zâlim hükümdar ne de bir kâfir kral bırakmıştır. Belkıs ile olan durumu da böyledir. Onun daveti neticesinde Belkıs puta tapmayı bırakmış ve ordusuyla birlikte Allah'ın davetini kabul edip müslüman olarak ve boyun eğerek ona gelmiştir.
Bu mübarek sûre, Allah'ın varlığım ve birliğini gösteren delilleri de kapsar. Bunlar, onun yarattıklarındaki alâmetler ile eşsiz sanatıdır. Yine bu sûre, büyük mahşer gününde, insanların göreceği bazı korkunç hal ve manzaraları tasvir eder. O gün insanlar korku ve dehşet içinde olurlar. Bir kısmı iyi ve mutlu kimseler bir kısmı da yüzleri üzerine cehenneme sürüklenen­ler olmak üzere iki kısma ayrılırlar. [1]

Sûrenin Adı

Yüce Allah hu sûrede nemi (karınca) kıssasını anlattığı için buna "Nemi Sûresi" adı verilmiştir. Süleyman (a.s.) vadiden geçerken, bu karın­ca, kendi cinsinden olan karıncalara yuvalarına çekilmelerini öğütlenıiş, uyanda bulunmuş sonra da Süleyman (a.s.) ve ordusundan özür dilemişti. Süleyman (a.s.), karıncanın söylediklerini anlamış, dolayısıyla gülümsemiş ve Yüce Allah'ın nimet ve ettiği lütuf sebebiyle ona sükretmişti. Bu olay, hayvanların bilgi sahibi olduklarını en iyi bir şekilde gösterir. Şüphesiz ki bu, Tek olan Yüce Allah'ın ilhamıdır. [2]
Bismillâhirrahmanirrahîm
1. Tâ, Sîn. Bunlar Kur'ân'ın, apaçık bir kitabın âyetleridir.
2,3. Namazı kılan, zekâtı veren ve âhirette de ke­sin olarak iman eden mü'nıinler için bir hidâyet rehbe­ri ve bir müjdecidir.
4. Şüphesiz biz, âhirete inanmayanların işlerini kendilerine süslü gösterdik; o yüzden bocalar dururlar.
5. İşte bunlar, o kimselerdir ki, kendileri için azabın kötüsü vardır; âhirette en çok ziyana uğrayacak­lar da bunlardır.
6. Şüphesiz ki bu Kur'ân, hikmet sahibi ve herşeyi bilen Allah tarfından sana verilmektedir.
7. Hatırla ki Musa, ailesine şöyle demişti: "Ger­çekten ben bir ateş gördüm. (Gidip) size ordan bir ha­ber getireceğim, yahut bir ateş koru getireceğim, uma­rım ki ısınırsınız!"
8. Oraya geldiğinde şöyle seslenildi: "Ateşin bu­lunduğu yerdeki ve çevresindekiler mübarek kılınmış­tır! Âlemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden münez­zehtir!"
9. "Ey Mûsâ! İyi bil ki, ben, mutlak galip ve hikmet sahibi olan Allah'ım"
10. "Asanı at!" Mûsâ onu yılan gibi deprenir görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. "Ey Mûsâ; Korkma; çünkü benim huzurumda peygamberler kork­maz.
11. Ancak, haksızlık yapan korkar. O da, sonra yaptığı kötülüğü iyiliğe çevirirse, bilsin ki ben çok ba­ğışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim."
12. Elini koynuna sok da kusursuz bembeyaz çıksın. Dokuz mucize ile Firavun ve kavmine git. Çün­kü onlar artık yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır.
13. Âyetlerimiz apaçık olarak onlara gelince, "Bu apaçık bir sihirdir " dediler.
14. Akılları, bunların doğruluğuna tam bir kanaat getirdiği halde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları bi­lerek inkâr ettiler. Bozguncuların sonunun nice oldu­ğuna bir bak!
15. Andolsun ki biz, Davud'a ve Süleyman'a ilim verdik. Onlar, "Bizi, mü'min kullanrınm birçoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun" dediler.
16. Süleyman, Davud'a vâris oldu ve dedi ki: "Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden ve­rildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur."
17. Süleyman'ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlar­dan müteşekkil orduları toplandı; hepsi birarada dü­zenli olarak sevkediliyordu.
18. Nihayet Karınca vadisine geldikleri zaman, bir karınca "Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süley­man ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!" dedi.
19. Süleyman onun sözünden dolayı gülümsedi ve dedi ki: "Ey Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin ni­metten dolayı, bana, şükretme ve hoşnud olacağın iyi işler yapma imkânını ver. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat.

Kelimelerin İzahı

Bocalarlar. Şaşkınlık ve tereddüt, demektir. Yolunu şaşıran kimsenin durumu böyledir. Şair şöyle der:
Şaşkın ve tereddüt içinde olanlara doğru yolu kapadı. Kabes, kor veya benzeri şeyden alınmış ateş.
Isınırsınız. Bir kimse üşüdükten sonra ısındığında "ısındı" denir. Geniş zamanı "ısınır" şeklindedir. Şair şöyle der:
Ateş kışın meyvesidir. Kim, kışın meyvelerini yemek isterse ısınsın.[3]
Mübarek kılındı. Bu, çokluk ve bolluk manasına gelen bereket kökündendir. Sa'lebî şöyle der: "Araplar, bu kelimeyi "Allah sana hayır ve bereket versin" manasında, diye dört şekilde kullanırlar. Şâir de şöyle der:
Sen doğuştan mübarek kılınmıştın, yetişirken de mübarektin. İhtiyarlığında
da mübarek kılınmışsın çünkü sen çok gün görmüşsün.[4]
Engellenirler, aslında, yasaklamak ve önlemek demektir. Bir kimse, birini bir şeyden engellediğinde denilir, muzârisi şeklindedir. Osman (r.a.) da bu kelimeyi şu sözünde bu manada kul­lanmıştır. Şüphesiz ki Allah, Kur'an'la mani olmadığına sultanla mani olur. Nâbiğa da şöyle der:
Genç gibi davrandığı için ihtiyarlığı kınadığım ve "Ben hâlâ uyanmayacak mıyım? Halbuki ihtiyarlık genç gibi yaşamaya engeldir" dediğim zaman... [5]

Âyetlerin Tefsiri

1. Bu huruf-û mukattaa, Kur'an'm mucize oluşuna dikkat çekmek için gelmiştir. Bunlar hakkında daha önce açıklama yapılmıştır.[6] Ey Peygamber! Sana indirilen bu âyetler, delili apaçık, açıklamasıyla muarızlarını acze düşüren Kur'an'ın âyetleridir. Düşünen ve tefek­kür edenler için, apaçık bir kitabın âyetleridir. Yüce Allah onda hükümleri açıkladı ve onunla insanları doğru yola iletti. [7]
2. İşte onlar, mü'm inleri doğru yola ileten ve onlara naîm cennetlerini müjdeleyen o Kur'an'm âyetleridir. Kur'an'dan sadece mü'ininler faydalandığı için Yüce Allah sadece onları zikretti. [8]
3. O mü'minler namazı edep ve erkanını gözeterek, alçak gönüllülükle en mükemmel bir şekilde kılanlar ve mallarının zekâtlarını gönül hoşluğu içinde verenlerdir, On­lar, âhirete de kuşkusuz ve şüphesiz bir şekilde inanırlar. Fahreddİn Râzî şöyle der: "Bu cümle ara cümlesi olup sanki şöyle denilmiştir: İnanan ve iyi amel işleyen o kimseler, âhirete de kesinkes inananlardır. Ahirete an­cak iman ile iyi ameli birleştirenler gerçek manada kesinkes inanırlar. Çünkü âhiret korkusu onları zorluklara katlanmaya teşvik eder."[9] Ebu Hayyân şöyle der: "Namaz kılmak ve zekât vermek yenilenen ve bütün za­manı kapsamayan ibadet oldukları için, sıla cümlesi fiil olarak geldi. Ahirete iman ise sabit ve yerleşmiş olduğu için, cümle, isim cümlesi ola­rak geldi ve zamirin tekrarı ile pekiştirilerek denildi. Devamlılığa delâlet etmesi için mübtedanın haberi fiil olarak geldi.[10] Yüce Allah öldükten sonra dirilmeye kesin olarak İnananları anlattıktan sonra ardından, âhireti yalanlayanları anlatmak üzere şöyle buyurdu: [11]
4. Öldükten sonra dirilmeye inan­mayanlar varya onlar için çirkin amellerini süsledik; onları güzel gördüler. Râzî şöyle der: "Süslemekten maksat, Yüce Allah'ın onun kalbinde, yaptığı işteki fayda ve lezzetlerle ilgili bilgiyi yaratması; ondaki zarar ve afatlar­la ilgili bilgiyi yaratmamasıdır."[12] Onlar o çirkin amellerinin sa­pıklığı içerisinde tereddütlü ve şaşkın bir haldedirler. Güzel ile çirkini bi-ribirinden ayıramazlar. [13]
5. İşte onlar için dünyada öldürülmek, esir ve sürgün edilmek suretiyle şiddetli azap vardır. Âhiretteki zararları dünyadakinden daha fazladır. Çünkü onlar sonu olmayan cehenneme gidecekler ve zincirlere vurulacaklardır. [14]
6. Ey Peygamber! Şüphesiz sen bu Kur'an-ı Kerim'i, mahlukatını hikmetle idare eden ve onların iyilik ve mutluluklarını sağlayacak şeyleri bilen Allah katından alıyorsun, bu sana ora­dan veriliyor. Zemahşerî şöyle der: "Bu âyet, bundan sonra anlatmak iste­diği kıssalar ve bunlarda bulunan bilgi ve hikmetinin inceliklerine bir hazırlık ve giriştir."[15]
7. Ey Peygamber! Hatırla ki bir zamanlar, Musa (a.s.) eşine, "Ben bir ateş gördüm" demişti. Tefsirciler der ki: "Bu olay, Musa (a.s.) Medyen'den Mısır'a giderken olmuştu. Olay, soğuk ve ka­ranlık bir gecede meydana gelmiş, Musa (a.s.) yolu kaybetmiş, hanımını da doğum sancısı tutmuştu. Ateşin yanma vardığımda size yol hakkında bilgi getiririm, ya da size ateşten bir parça kor getiririm. Böylece ısınırsınız. [16]
8. Musa, ateşin bulunduğu yere vardığında korkunç bir man­zara ile karşılaştı. Zira, ateşin yeşil bir ağaç içinde yandığını görmüştü. Ateşin alevleri arttıkça, ağacın yeşilliği ve parlaklığı artıyordu. Sonra başını kaldırdı. Bir de ne görsün, ateşin aydınlığı gök ile birleşmiş. İbn Abbas şöyle der: "O ateş değil, sadece parlayan bir nurdu. [17] Musa (a.s.) gör­düklerine hayret ederek dikilip kaldı ve ona yüksekten bir nida geldi: Tûr dağı tarafından: "Ey Musa! Sen mübarek kılındın, çevrendeki melekler de mübarek kılındı" diye seslenildi. İbn Abbas: Mukaddes kılındı: dan maksat da meleklerdir" dedi. Ebu Hayyân der ki: "Ey Musa! diye nida ederek başlaması, Musa (a.s.) için bir müjde ve yalnızlığını gidermek, yapacağı münâcaata bir giriştir. Ateşin yanında ve çevresinde olanlar mübarek kılınmaya layıktır. Çünkü büyük bir olay meydana gelmiştir ki bu da Allah'ın Musa (a.s.) ile konuşması ve ona peygamberlik görevini vermiş olmasıdır.[18] İzzet sahibi ve şanı yüce olan Allah mukaddestir ve eksikliklerden uzaktır. Hiçbir mah­lûku, ne zatında, ne sıfatında ve ne de fiilerinde O'na benzemez. [19]
9. Ey Musa! Ben güçlü ve kuvvetli olan Allah'ım, mağlup edilemeyecek şekilde kudretliyim. Herşeyi hikmet ve tedbirle yapan hikmet sahibiyim. [20]
10. Göstereceğin mucizeyi kendin görmen ve ona alışman için âsânı yere at, diye Musa'ya (a.s.) seslenildi. Bu cümle, daha önce geçen üzerine atfedilmiştir. Musa, âsânın ince ve hızlı hareket eden bir yılan gibi, sür'atle kıpırdadığını görünce korkarak arkasına dönüp kaçtı. Duyduğu korku ve kapıldığı dehşetten dolayı geriye dönmedi. Mücâhid şöyle der: dönmedi manasınadır. Katâde de şöyle der: "Geriye bakmadı". O anda, insanın tabîî olarak hissedebi­leceği şeyleri hissetti. Çünkü asanın koşan bir yılana dönüşmesi gibi, cid­den çok korkunç bir olay görmüştü. Bunun içindir ki, Rabbi ona şöyle ses­lendi: Ey Musa! Korkma, dön gel. Çünkü sen benim huzurumdasın. Benim huzurumda bulunan güven içindedir. Gerçek şu ki, sen benim elçimsin. Kendilerini peygamber seçtiğim elçile­rim, benden başka bir şeyden korkmaz. İbn Cevzî şöyle der: "Yüce Allah, peygamberlik vermek suretiyle azaptan emin kıldığı kimselerin, bir yılandan kormaması gerektiğine dikkat çekti."[21]
11. Fakat peygamberlerden değil de, diğer insanlardan, zulmeden kimseler korkar. Ancak tevbe edip de kötü amelini iyi amele çeviren bilsin ki, ben çok bağışlayan, pek esirgeye­nim. Âyetteki istisna muntkatı'dır. Zulmedenlerin, peygamberlerin dışında­ki insanlar olduğunu vurgular. İbn Kesir şöyle der: "Burada insanlık için bü­yük bir müjde vardır. Zira kim kötü bir amel işledikten sonra tevbe edip onu bırakır ve dönerse, Yüce Allah onun tevbesini kabul eder. Nitekim bir baş­ka âyette şöyle buyrulmuştur: "Ve ben tevbe eden, inanan, ve yararlı iş ya­pan, sonra da doğru yolda devam eden kimseye karşı elbette çok bağışlayıcıyımdır."[22]
12. Ey Musa! Elini elbisenin cebine çok. Sonra onu çıkar O, alacalık veya herhangi bir hastalığı ol­maksızın, göz alan bir şimşek gibi parlar bir şekilde, bembeyaz ve aydınlatıcı olarak çıkacaktır. Bu, Musa'nın (a.s.), Allah'ın sonsuz gücünü gösteren diğer bir mucızesidir. Bu, âsâ ve el muci -zeleri, seni kendileriyle desteklediğim ve senin doğruluğuna delil kıldığım dokuz mucizenin içindedir. Bunları, Firavun ve kavmine göstermek üzere gitmen için sana verdim. Şüphesiz onlar, bize itaatten çıkanlar, inkar ve sapıklıkta aşırı gidenlerdir. [23]
13. Onlar, o parlak mucizeleri apaçık görünce onları inkar ettiler ve aşikar bir sihir olduğunu iddia ettiler. [24]
14. O harikulade olayları yalanlayıp inkar ettiler. Halbuki onların Allah katından olduğuna ve sihir kabilinden olmadığına kalpleriyle kesin olarak inanmışlardı. Ancak zalimlikleri ve hakka uymayı gururlarına yediremedikleri için onları inkar ettiler. Onların Allah katından gelmiş apaçık birer mucize olduğuna kesin olarak inanıp da sonra kibirlenerek sihir diyen kimselerin zulmünden daha kötü hangi zulüm vardır?!.. Bunun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurdu: Ey Muhatap! Azgınların sonunun ne olduğuna bir bak. Fikir ve kalp gözüyle bir düşün... Dünyada boğuldular, âhirettede yanacaklar, ibn Kesir şöyle der: "Bu hitaptan anlaşılan şudur. Yüce Allah sanki şöyle buyur­muştur: "Ey Muhammed'i yalanlayanlar ve senin, Rabbinden getirdiğini in­kar edenler! Öncekilerin basma gelenlerin, onların başına da haydi haydi gelmesinden sakınsınlar."Çünkü Muhammed (s.a.v.) Musa'dan (a.s.) daha üstün ve daha büyüktür. Onun delili, Musa'nın (a.s.) delilinden daha kuvvetli ve etkilidir. Allah'ın en üstün salât ve selâmı onun üzerine olsun."[25]
15. Bu, mübarek sûrede geçen ikinci kıssa, Davud ve Süleyman (a.s.)'ın kıssasıdır: Allah'a andolsun ki, biz Davud'a ve onun oğlu Süleyman (a.s.)'a, dünya ve din ilimlerinden, geniş bir ilim verdik ve onlara hem dünya, hem de âhiret mutluluğunu nasip ettik. Taberî şöyle der: "Bu, Allah'ın sadece onlara verdiği, kuşlar, hayvanlar ve diğer varlık­larla konuşma ilmidir."[26] Dâvûd ve Süleyman (a.s.) Allah'a şükretmek üzere şöyle dediler: Bize peygamber­lik ve ilim vermesi; insanları, cinleri ve şeytanları emrimize hazır kılarak bizi rnü'min kullarından birçoğuna üstün kılan Allah'a hamdolsun. [27]
16. Peygamberlik, ilim ve hükümdarlıkta babalarına, diğer evlatları değil, sadece Süleyman vâris oldu. Kelbî şöyle der: "Dâvûd' un 19 oğlu vardı. Bunların arasından peygamberlik ve hükümdarlığa sadece Süleyman vâris oldu. Bu veraset, peygamberlik ve hükümdarlık değil de mal veraseti olsaydı, şüphesiz bu hususta bütün çocukları eşit olurdu."[28] Süleyman, Allah'ın nimetini anmak için, "Ey İnsanlar! Yüce Allah bize ikramda bulundu da, kuşların konuşmasını ve bütün hayvanların çıkardığı seslerin ne anlama geldiğini bize öğretti. Allah bize, hükümdarlara ve büyük insanlara verilen, dünya ni­metlerinden verdi. Bize verilenler ve Allah'ın bize tahsis ettiği çeşitli nimetler kuşkusuz, apaçık bir lütuftur. Süleyman (a.s.) bu sözü, üstünlük ve böbürlenme yoluyla değil, Allah'a şükür ve hamd yoluyla söyledi. [29]
17. Süleyman'ın askeleri ve or­duları toplanıp büyük bir yolculuğa çıkmak üzere onun huzuruna getirildil­er. Ordunun içinde cin, insan ve kuş birlikleri vardı. Süleyman onların önünde büyük bir azamet ve heybetle yürüyordu, Askerlerin, Süleyman (a.s.)'m önüne geçmelerine engel olunuyordu. İbn Abbas şöyle der: Yürüyüş sırasında öne geçmemeleri için, her grubun başına, ileri çıkanları geri çevirecek bir kumandan tayin olundu. Nitekim, hükümdarlar böyle yaparlar.[30]
18. Nihayet onlar Suriye bölgesinde karıncası çok bir vadiye geldiklerinde, Karıncalardan biri, arkadaşlarına, "yuvalarınıza girin" dedi. Karınca, arkadaşlarına akıllılara yapılan hitap gibi hitap etti. Çünkü o onlara, akıllılara emredilen şeyi emretti. Sakın Süleyman ve ordu­ları farkına varmadan ve kasten çiğnemek istemedikleri halde, ayaklarıyle sizi ezmesin. Karınca arkadaşlarını sakındırdı, sonrada Süleyman ve ordusunu mazur gösterdi. Çünkü o, Süleyman (a.s.)'ın merhametli bir peygamber olduğunu anladı. Süleyman (a.s.) onun sözünü işitti ve maksadım anladı. [31]
19. Karıncanın, kendisini ve ordusunu övdüğünü işitince" sevinçle gülümsedi. Çünkü karıncanın, "onlar farkına varmadan" sözü, onları takva sahibi ve hayvanlara zarar vermekten sakınan kimseler olarak tanıtmak demektir, Süleyman dedi ki: Ey Rabbim! Bana ve ana babama lütfettiğin nimet ve ih­sanlarına şükretmeyi bana ilham et ve beni ona muvaffak kıl. Ve beni sana yaklaştıracak, sevdiğin ve razı olduğun iyi işleri yapmayı bana nasip et. beni, iyi kullarınla bir­likte, rahmet yurdu olan cennete sok. [32]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek âyetler, birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda Özetliyoruz:
1. Bunlar, Kur'an'ın âyetleridir" cümlesinde, uzak için konulmuş olan işaret ismi, yakın için kullanılmıştır. Bu, âyetlerin, fazilet ve şeref mevkilerinin yüksekliğini gösterir.
2. "Apaçık bir kitap" terkibinde "kitap" kelimesinin nekra gelmesi, onu yüceltmeyi ve ona saygıyı ifade eder. Yani, "şanı yüce, değeri yüksek bir kitaptır".
3. "Bir hidâyet ve bir müjde" kelimeleri mastar olup vur­gu ifade etmeleri için ism-i fail yerinde kullanılmışlardır. "Doğruyu göste­ren ve müjdeleyen" demektir.
4. "Âhirete kesinkes inananlar onlardır" cümlesinde zamirin tekrarlanması, kesinkes inananların sadece onlar olduğunu ifade eder. Âhirette ziyana uğrayanlar onlardır" cümlesi de ona benzer. Burada iki cümle arasında güzel bir mukabele sanatı vardır.
5. "Şüphesiz bu Kur'an, sana verilmektedir" cümlesin­de, Kur'an hakkında şüphe edenler bulunduğu için, , ve ile pekiştirme ya­pılmıştır.
6. "Âsâm at! Musa onun deprendiğini görün­ce..." cümlesinde hazif yoluyla icaz vardır. "Onu attı, o yılana dönüştü..." cümlesi hazfedilmiş tir. Sözün akışı bunu göstermektedir.
7. ifadeleri arasında tıbâk sanatı vardır.
8. "Âyetlerimiz apaçık bir şekilde..." ifadesinde istiare vardır. "görmek" lafzı, açıklık ve beyan için müsteâr olarak kul­lanılmıştır. Çünkü insan, eşyayı gözleri ile görür. Yani, hakiki manada gözler için kullanılır.
9. "O, sanki bir yılandır" cümlesinde mürsel mücmel teşbih vardır. Çünkü burada benzetme edatı söylenmiş, benzetme yönü söylenme­miştir. Böylece mürsel ve mücmel teşbih olmuştur.
10. "Onlar farkına varmaksızın" cümlesinde nazik bir şekilde özür beyanı vardır. [33]

Bir Nükte

Bazı âlimler, Bir karınca, "Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin... dedi âyeti ve devamı hakkında şöyle demişlerdir: "Bu âyet, Kur'an'ın hayret ifade eden âyetlerinden biridir. Çün­kü karınca, "ey" edatı ile seslendi, edatı ile uyardı, "karıncalar" ifadesiyle, hitabın karıncalara olduğunu belirtti, "giriniz" kelime­siyle emretti, "yuvalarınıza" terkibiyle, girecekleri yeri belirtti, sizi ezmesin" ifadesiyle sakındırdı, sözüyle tahsis yaptı, ve onun orduları" terkibiyle genelleme yaptı, "onlar farkına varmaksızın" sözüyle de, onların mazeretlerini bildirdi. Ne zeki bir karınca!!... [34]
20. Süleyman kuşları gözden geçirdi ve şöyle dedi: "Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?"
21. Ya bana apaçık ber delil getirecek ya da mutlaka onu şiddetli bir azaba uğratacağım, yahut boğazlayacağım!
22. Çok geçmeden Hüdhüd gelip, "Ben, dedi, se­nin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe'den sana çok doğru bir haber getirdim."
23. Ben, onlara hükümdarlık eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla gördüm.
24. Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe sec­de ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bu­nun için doğru yolu bulamıyorlar.
25. Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğiniz ve açıkça yaptığınızı bilen Allah'a secde et­mezler.
26. "O Allah ki kendinden başka ilah yoktur ve büyük arşın da sahibidir."
27. Süleyman dedi ki: "Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız.
28. Şu mektubumu götür, onu onlara ver, sonra on­lardan biraz çekil de, ne sonuca varacaklarına bak."
29. Sebe' melikesi, "Beyler, ileri gelenler! Bana çok önemli bir mektup verildi " dedi.
30. "Mektup Süleyman'dandır, (Bisnıillâhirrah-mânirrahîm diye, yani) Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla başlamaktadır.
31. Bana baş kaldırmayın, teslimiyet gösterip bana gelin, denilmektedir.
32. Dedi ki: "Ey ileri gelenler! Bu işimde bana bir fikir verin. Siz yanımda olmadan hiçbir işi kestirip at­mam."
33. Onlar, şu cevabı verdiler: "Biz güçlü kuvvetli kimseleriz, zorlu savaş erbabıyız; buyruk senindir; artık ne emredeceğini düşün de karar ver."
34. Melike, "Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ileri gelenleri hakir hale getirirler. Onlar böyle yaparlar" dedi.
35. "Ben onlara bir hediye göndereyim de, ba­kayım elçiler ne ile dönecekler."
36. Elçiler, Süleyman'a gelince Süleyman şöyle de­di: "Siz bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Size verilen hediyelerle ancak siz sevinirsiniz.
37. Onlara dön; iyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız!"
38. Süleyman dedi ki: "Ey ileri gelenler! Onlar müslüman olarak bana gelmeden önce o melikenin tah­tını bana hanginiz getirebilir? "
39. Cinlerden bir ifrît, "Sen makamından kalkma­dan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm ye­ter ve ben güvenilir bir kimseyim " dedi.
40. Kitaptan bir ilmi olan kimse ise, "Gözünü açıp kapamadan, ben onu sana getiririm" dedi. Süleyman o-nu, yanıbaşma yerleşmiş olarak görünce, "Bu, dedi, şü­kür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni imti­han etmek üzere Rabbimin lütfundandır. Şükreden an­cak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelin-ce, o bilsin ki Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir."
41. Dedi ki: "Onun tahtım bilemeyeceği bir vazi­yete getirin, bakalım onu tanıyabilecek mi? Yoksa tanıyamayanlardan mı olacak?"
42. Melike gelince, "Senin tahtın da böyle mi?" dendi: O; "Bu, tıpkı o" diye cevap verdi. Süleyman şöy­le dedi: "Bize daha önce bilgi verilmiş ve biz müslüman olmuştuk."
43. Onu ise Allah'tan başka taptığı şeyler alıkoy­muştu. Kuşkusuz o, inkarcı bir kavimdendi.
44. Ona "Köşke gir!" dendi. Melike köşkü görün­ce derin bir su sandı ve eteğini yukarı çekti. Süleyman "Bu, billurdan yapılmış, şeffaf bir zemindir" dedi. Me­like dedi ki: "Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık et­mişim. Süleyman'la beraber âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum."

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Bu mübarek âyetler, Allah'ın, kendisine hem peygamberlik hem de hükümdarlık verdiği Davud oğlu Süleyman (a.s)'i anlatmaya devam eder. Süleyman (a.s) hem peygamber, hem de hükümdardı. Yüce Allah, insanları ve cinleri onun emrine vermiş ve ona kuş dilini öğretmişti. Bu âyet-i keri­meler, onun Sebe' kraliçesi Belkıs ile olan kıssasını ve onun zamanında meydana gelen ilginç olayları anlatır. [35]

Kelimelerin İzahı

Teftiş etti. Tefakkud, insanın, yanında olmayan şeyi araş­tırmasıdır.
Hab', gizlenmiş şey. Bir kimse, bir şeyi gizlediğinde, der. Muzârii mastarı ise dır.
Sâgîrûn, hor ve hakir kişiler. Bu kelime, "horluk" manasına gelen kökündendir.
İfrît, insan ve şeytanların azgın ve kuvvetlisi, hilekâr ve düzenbaz.
Sarh, köşk. Yüksek her binaya sarh denir. Firavun'un," Haman! Bana bir köşk yap"[36] ifadesinde de bu manada kul­lanılmıştır.
Mümerred, düz ve parlak. Buluğ çağma geldiği halde sakalı çıkmayan kişiye emred (köse) denir. Üzerinde yaprak bulunmayan ağaca da denir.
Kavârîr, şişe manasına gelen kelimesinin çoğuludur. [37]

Âyetlerin Tefsiri

20. Süleyman (a.s) kuş topluluğunu teftiş etti: Hüdhüd'ü niçin burada göremiyorum? dedi. Tefsirciler şöyle der: "Süleyman (a.s) yola çıktığında kuşlar onunla birlikte çıkar ve kanatlarıyle onu gölgelendirirlerdi. Süleyman (a.s) karınca vadisinden ayrılıp ıssız bir yerde konaklayınca ordu susadı ve ondan su istediler. Ona suyun bulunduğu yeri Hüdhüd kuşu gösterirdi. "Şurada su vardır" dediğinde, şeytanlar orayı kazar ve sular fışkırırdı. O gün Süleyman (a.s) Hüdhüd'ü aradı, fakat bula­madı. Bunun üzerine, "Onu niçin göremiyorum, yoksa kayıplara mı karıştı?" dedi. Buradaki edatı, munkatıa olup ma­nasınadır. "Bilakis o kayıplara karıştı. Benden izinsiz çekip gitti" demek­tir. [38]
21. O bana ya mazaretini açıkça gösterecek bir delil getirir, ya da onu hapse atmak veya tüylerini yolmak suretiyle elem verici bir cezaya çarptırırım, veya keserim. [39]
22. Hüdhüd, gittiği yerde kısa bir süre kaldıktan sonra Süleyman (a.s)'a geldi. Dedi ki: Senin görmediğini gördüm ve bilmediğini öğrendim. Yemen'deki Sebe' şehrinden sana çok önemli bir haber ve doğru bir bilgi getirdim. [40]
23. Gördüğüm ilginç şeylerden biri şu: Belkıs isimli bir kadın onların kraliçesi olup, ona itaatle boyun eğmektedirler.[41] Ona, kralların ihtiyaç duyduğu dünya nimetlerinden bol mal, çok asker, çok silah ve malzeme gibi herşey verilmiş. İnci ve mercan ile süslenmiş büyük bir tahtı var. Katâde şöyle der: "Belkıs'm tahtı, altından; tahtının ayakları mücevherlerden yapılmış olup inci ile süslenmişti." Taberî şöyle der: "Burada, tahtın büyüklüğünden mak­sat, genişlik ve yükseklik bakımından büyüklüğü değil, değer ve önem bakımından büyüklüğüdür. Onun içindir ki İbn Abbas şöyle der: Güzel yapılmış, değerli bir tahttır. Belkıs'ın tahtı altından, tahtın ayakları ise inci ve mücevherdendi."[42] Daha sonra Hüdhüd, daha büyük ve önemli olayı anlatmaya başlayarak şöyle dedi: [43]
24. Onların hepsinin mecûsî olduğunu gördüm. Bir tek olan Allah'a tapmayı bırakıp da güneşe tapıyorlar. Şeytan, Allah'ı bırakıp da güneşe tapmalarım ve ona secde etmelerini onlara güzel göstermiş. Bu sapıklık dolayisıyle onları, gerçek ve doğru yoldan alıkoymuş şeytanın saptırması sebebiyle, Allah'a ve onun birliğine yol bulamıyorlar. Daha son­ra hüdhüd, hayretle şöyle dedi: [44]
25. Göklerde ve yerde gizlenmiş olan herşeyi ve gizlilikleri bilen Yüce Yaratıcı Allah'a secde et­miyorlar da, güneşe mi secde ediyorlar.[45] İbn Abbas şöyle der: "Allah, göklerde ve yerde gizli olan herşeyi bilir". Allah gizliyi ve açığı, zahiri ve bâtını bilir. [46]
26. Allah, büyüklük ve yücelikte tektir. Yüce Arş'ın sahibi olup kendisine ibadet ve secde edilmeye layıktır. Arş, yaratılmışların en büyüğü olduğu için, Yüce Allah onu burada özellikle zik­retti. Hüdhüd'ün sözü burada bitti. [47]
27. Süleyman (a.s) dedi ki: Sözünü bir araştıralım. Doğru mu söylüyorsun yoksa yalan mı, tesbit edelim. İbn Cevzî şöyle der: "Süleyman (a.s), kendisinden başka bir hükümdar bulun­masını kabul etmediği için hüdhüd'ün haberinden şüphe etti. Sonra bir mektup yazarak onu mührüyle mühürledi ve hüdhüd'e verdi. Şöyle dedi: [48]
28. Bu mektubu al ve Sebe' kraliçesi ile ordusu­na ulaştır. Sonra onlardan saklanarak yakın bir yere çekil. Bak bakalım, nasıl cevap verecekler? Tefsirciler şöyle der: "Hüdhüd mektubu alıp Belkıs'a ve kavmine gitti. Belkıs'm başı üzerinde süzülerek mektubu kucağına bıraktı." [49]
29. Belkıs, kavminin ileri gelenle­rine, "Bana Önemli bir mektup geldi" dedi. [50]
30. Mektup Süleyman ta­rafından gönderilmiş sonra onu açtı birde ne görsün içinde, "Bismillâhirrahmânirrahîm" yazılı. Bu, mektuba güzel bir giriştir. Besmelede, Rabliğin Allah'a mahsus olduğu ilan edilmiştir. Bundan sonra mektupta Allah'ın bir­liğine ve onun emrine boyun eğmeye çağrı yapılmıştır. [51]
31. Kralların yaptığı gibi, bana karşı büyüklük taslamayın ve mü'min olarak bana gelin. İbn Abbas: "Allah'ı birleyiciîer olarak gelin" der. Süfyan ise: "Allah'a itaat edenler olarak gelin" şeklinde tefsir eder. [52]
32. Belkıs dedi ki: Ey kavmim! Bu mesele hakkında bana görüşlerinizi söyleyin. Siz bulun­madan ve görüşünüzü almadan ben, herhangi bir şey yapacak değilim. [53]
33. İleri gelenler dediler ki: Bizim çok asker ve silahımız var. Aynı zamanda çok iyi de savaşırız. Biz senin emrindeyiz. Ne istersen bize emret, boyun eğeriz. On­ların bu sözü, son derece itaatkar olduklarını göstermektedir. Kurtubî şöyle der: "Belkıs, kavmine güzel muamele eder ve karşılaştığı her durumda on­larla istişare ederdi. İleri gelenler, onu mutlu edecek şekilde cevap vererek, ordularının kuvvetli ve savaş gücüne sahip olduğunu ona bildirdiler. Sonra da işi, onun görüşüne bıraktılar. Bu, herkesin yapması gereken güzel bir diyalogtur.[54] Hasan-ı Basrî şöyle der: "işlerini, tecrübeli cesur ve becerikli bîr kadına bıraktılar. Belkıs, onlardan daha sağlam görüşlü ve bilgili olduğu için bu sözleri söylediler."[55]
34. Belkıs dedi ki: Kralların adeti şöyledir: Onlar, herhangi bir ülkeyi savaşarak alırlarsa orayı yakıp yıkarlar Oranın ileri gelenlerini öldürür, esir ve sürgün ederek zelil ederler. Savaşarak girdikleri her şehirde, âdet ve usulleri böyledir. Sonra sulh ve barış yoluna yönelerek şöyle dedi: [56]
35. Ben ona, onun gibilerine yakışan büyük bir hediye göndereceğim. Bakayım, kabul mü edecek, yoksa red mi edecek. Katâde şöyle der: "Kadın, müslümanhğmda da, müşrik-liğinde de ne akıllı idi! Hediyenin, insanları etkilediğini biliyordu." İbn Abbas şöyle der: "Kavmine dedi ki: "Eğer hediyeyi kabul ederse, o, dünya peşinde koşan bir kraldır. Onunla savaşın. Kabul etmezse, o, doğru sözlü bir peygamberdir. Ona uyun.[57]
36. Belkıs'm elçileri Süleyman'a büyük he­diyeyi götürünce, Süleyman (a.s) onları azarlayarak dedi ki: Sizi inkarınız ve hakimiyetiniz üzerinde bırakmam için, mal ve hediyelerle beni aldat­maya mı çalışıyorsunuz? Allah'ın bana verdiği pey­gamberlik ve bol mal, size verdiği süslü hayattan daha iyidir. Benim, sizin hediyenize ihtiyacını yok. Bilakis hediyelere siz sevi­nirsiniz. Çünkü siz dünyada, birbirinize karşı övünen ve mal çokluğu ile böbürlenen kimselersiniz. Sonra Süleyman (a.s) heyet başkanına şöyle dedi: [58]
37. Hediyelerini onlara geri götür. Allah'a yemin olsun ki, üzerlerine, karşı koyamayacakları ve savaşamaya-caklan bir ordu ile geleceğiz. Müslüman olarak bana gelmedikleri takdirde, onları mutlaka hor ve hakir olarak yurt ve ülkelerinden çıkaracağız. İbn Abbas şöyle der: "Belkıs'm elçileri Süleyman (a.s)'ın yanından dönüp durumu ona haber verdiklerinde, Belkıs "Bu zatın kral olmadığını anladım, bizim ona gücümüz yetmez" dedi. Süleyman' (a.s)'a elçi gönderip: "Ben, kavmimin ileri gelenleri ile sana geliyorum. Durumunun ne olduğunu ve çağırdığın dininin nasıl bir din olduğunu göreyim" dedi. Sonra 12.000 komutanla Süleyman'ın yanma gitti."[59]
38. Süleyman (a.s), yanında bulunan ordu kumandanlarına: Belkıs, kavmi ile birlikte, müslü-man olarak bana gelmeden önce, onun, mücevherle süslü tahtını bana kim getirecek?" dedi. Beyzâvî şöyle der: "Süleyman (a.s), bununla Allah'ın ken­disine özel olarak vermiş olduğu gücünü ve peygamberlik iddiasında doğruluğunu gösteren, harikulade şeylerden bazılarını, Belkis'a göstermek ve onun tahtını tanınmayacak bir hale getirip de tanıyıp tanımayacağını görmek suretiyle zekasını denemek istedi."[60]
39. Güçlü cinlerden biri olan ifrit dedi ki: Sen, hüküm meclisinden kalkmadan önce ben onu sana getiririm. Süleyman (a.s), her gün sabahtan öğleye kadar hüküm meclisinde otururdu. Ifrit'in bundan maksadı, tahtı, yarım günden daha az bir zaman içersinde getireceğini ona bildirmekti. Şüphesiz ben onu taşıyabilirim. İçinde bulunan mücevher, inci ve diğer kıymetli eşya hakkın­da da emin birisiyim. [61]
40. Kendisinde kitap bilgisi olan kimse ise, "Gözünü açıp kapamadan ben onu sana geti-rim" dedi. Tefsirciler şöyle der: "O, Âsaf b. Berhiyâ'dir. Sıddîklardan olup, dua edildiğinde kabul olunan ism-i a'zam duasını bilirdi. Belkıs'm tahtını getiren odur. Süleyman'a (a.s) şöyle demişti: Sen gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm. Allah'a dua etti. Taht anında geliverdi, Süleyman (a.s) bakıp tahtı yanıda hazır görünce: "Bu, Allah'ın bana lütfü ve ihsanıdır" dedi. Lütuf ve ihsanına şükür mü yoksa onu inkar mı edeceğimi denemek için böyle yaptı. Kim şükrederse, faydası kendisinedir. Çünkü şükür, Allah'ın lütfunu artırır. Nitekim âyet-i kerimede, "Eğer şükrederseniz sizin için mutlaka artırırım"[62] buymlmııştur. Kim de şükretmez ve Allah'ın lütfuna nankörlük ederse, bilsin ki, Allah'ın ona ve şükrüne ih­tiyacı yoktur. Allah, nimetine nankörlük edenlere lütfetmede de cömerttir. Sebe' kraliçesi, Süleyman (a.s)'ın ülkesine yaklaşınca, kraliçeyi imtihan et­mek için tahtının bazı alâmetlerinin değiştirilmesini emretti. [63]
41. İnsanın, bilinemeyecek şekilde halini değiştirdiği gibi, onun tahtının bazı şekil ve vasıflarını da değiştirin, dedi. Bakalım onu gördüğünde, kendi tahtı olduğunu tanıya­bilecek mi, yoksa tanıyamıyacak mı? Süleyman (a.s) bununla Belkıs'm ze­kâ ve aklını denemek istedi. [64]
42. Belkıs geldiğinde ona: "Senin tahtın, bu gördüğün tahta benziyor mu?" denildi. Bir ipucu vermiş olmamak için Süleyman (a.s): "Bu senin tahtın mı? demedi, Belkıs, bu benim tahtıma benziyor, dedi. "Evet odur" veya "Hayır o değildir" demedi. İbn Ke­sir şöyle der: "Bu son derece akıllı ve zekice bir davranıştır."[65] Bu; Süleyman (a.s)'ın sözlerindendir.Yani, Süleyman (a.s), Allah'ın nimetlerini anarak: "Allah ve onun kudreti hakkında bu kadından önce bize, bilgi verilmiştir. Ve biz ondan önce Allah'a teslim olanlarız. Biz ilim ve İslam bakımından ondan öndeyiz" dedi. [66]
43. Daha önce güneşe ve aya tapmış ol­ması, onu Allah'a iman etmekten alıkoydu, inkarı ve müşrik kavim arasında yetişmiş olması sebebiyle o kafirlerden oldu. [67]
44. Belkıs'a: "Bu büyük köşke gir" denildi. Belkıs o büyük sarayın avlusunu görünce, onu de­rin bir su sandı. Oraya girmek için ayaklarının az yukarısını açtı. Süleyman (a.s) dedi ki, "o, saf camdan yapılmış, düz ve'parlak bir saraydır... Bunun üzerine Belkts, "Ey Rabbim! dedi. Kuşkusuz ben, şirk koşarak ve güneşe taparak kendime zulmettim. Dinini kabul ederek Süleyman'a uydum. Âlemlerin Rabbine inanmış olarak İslam'a girdim. İbn Kesir şöyle der: "Bu âyetle anlatılmak istenen şudur: Süleyman (a.s) bu kraliçe için, billurdan yapılmış güzel ve büyük bir saray edindi ki, ona güç ve kuvvetinin büyüklü­ğünü göstersin. Belkıs, Allah'ın Süleyman (a.s)'a verdiği şeyi ve onun duru­munun yüceliğini görüp düşününce Allah'ın emrine boyun eğdi ve Süleyman (a.s)'ın büyük bir peygamber ve Hükümdar olduğunu anladı da, Yüce Allah'a teslim oldu."[68]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek âyetler birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "Hüdhüd'ü niçin göremiyorum?" Bu, hayret ifâde eden bir üsluptur.
2. "Onu mutlaka cezalandıracağım", "veya onu mutlaka keseceğim", "ya da mutlaka bana delil getirir" lafızlarında, te'kid, pekiştirme edatının terarlanması, yapılacak işlerin kesinlikle yapılması gerektiğini gösterir.
3. "Senin bilmediğini bildim" ifadesinde tibâk-ı selb vardır. Aynı şekilde, yol bulursun", II yol bulmazlar" sözleri arasında da tıbâk-ı selb vardır.
4. "Sana, Sebe'den bir haber getirdim" cümlesinde cınâs-ı latîf vardır. Bazı harfleri değiştiği için buna cinâs-ı nâki£ denir.[69]
5. Gizliyorsunuz? ile açıklıyorsunuz?" arasında mana yönünden tıbâk vardır. arasında da aynı şekilde tibâk vardır.
6. "Doğrumu söyledin?" ile "yoksa yalan söyleyenlerden misin?" arasında mana yönünden tıbak vardır. Beyan âlim­leri şöyle der:
Burada, mana bakımından olan tıbâk, lafız bakımından olan tıbâktan daha vurguludur. Çünkü, fiil cümlesinden isim cümlesine dönülmüştür. Bu da, devamlılık ifade eder. Eğer, "doğru mu söyledin, yoksa ya­lan mı?" deseydi, bu manayı vermezdi. Çünkü bu ifadeye göre Hüdhüd bu işte yalan söyleyebilir, başkasında söylemeyebilir. "Yoksa yalan calırdan mısın?" sözü, şunu ifade eder: Hüdhüd yalancıların yoluna girmek­le tanınmışsa, o kuşkusuz yalancıdır. Ona asla güvenilmez.
7. "Kalkarsın" ile, "makamından" arasında cinâs-ı iştikak vardır. kelimeleri arasında da aynı sanat vardır.
8. "Sanki bu, odur" cümlesinde teşbîh vardır. Yani bu, şekil ve evsâf bakımından benim tahtıma benziyor. Buna mür sel-mücmel teşbîh de­nir.
9. "Gözünü açıp kapamadan" cümlesinde güzel bir istiare vardır. Tahtı getirmesinin hızı, insanın bakışının geri dönmesine benzetilmiştir. Göz kapaklarının birbirine değmesi demektir. Bu, hızın ifade edilmesinde mümkün olan en kuvvetli vurgudur. "Kıyamet saatinin durumu ise, göz açıp kapama gibi, veya daha az bir zamandan başkası değildir"[70] Mealindeki âyette de bu sanat vardır. Yüce Allah, yüksek hız için, irtidâdu'1-tarf i müsteâr olarak kullanmıştır.[71]
10. Birçok âyette, âyet sonlan birbirine uygun düşmüştür. Bunun da, insan ruhuna güzel bir etkisi vardır. Mesela: Yoksa kayıplara mı karıştı?" Ya da mutlaka bana apaçık bir delil geti­rir", "Sana Sebe'den çok doğru bir haber getirdim. "Bu bölümün sonuna kadar böyle âyetler vardır. [72]

Bir Nükte

Bazı ilim adamları, "Kuşları teftiş etti" sözünden, hüküm­darın, halkının durumunu teftiş etmesinin iyi bir şey olduğu hükmünü çıkar­mışlardır. Aynı şekilde arkadaş, yakın ve dostların durumunu araştırmanın da iyi olduğunu söylemişlerdir. Onlardan biri şöyle demiştir:
Süleyman (a.s) bize bir çığır açtı. Açtığı çığırda ona uyulmuştur. Mülkünde bulunan kuşları teftiş etti ve : "Niçin hüdhüd'ü göremiyorum?" dedi. [73]
45. "Allah'a kulluk edin!" desin diye, Semûd kav­mine kardeşleri Salih'i görderdik. Hemen birbiriyle çekişen iki zümre oluverdiler.
46. Salih dedi ki: Ey kavmim! İyilik dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Allah'tan mağfiret dile -seniz olmaz mı? Belki size merhamet edilir.
47. "Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğur­suzluğa uğradık" dediler. Salih, "Size çöken uğursuzhık, Allah katımladır. Hayır sîz imtihana çekilen bir kavimsiniz" dedi.
48. O şehirde dokuz kişi vardı ki, bunlar yeryü­zünde bozgunculuk yapıyorlar, iyilik tarafına hiç ya­naşmıyorlardı.
49. Allah'a and içerek birbirlerine şöyle dediler: Gece ona ve ailesine baskın yapalım; sonra da velisine, "Biz Salih ailesinin yok edilişi sırasında orada değil­dik, inanın ki doğru söylüyoruz " diyelim.
50. Onlar böyle bir tuzak kurdular. Biz de kendi­leri farkında olmadan, onların planlarını bozduk.
51. Bak işte, tuzaklarının akıbeti nice oldu: Onları da, kavimlerini de toptan helak ettik!
52. İşte haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! An­layan bir kavim için elbette bunda bir ibret vardır.
53. İman edip Allah'a karşı gelmekten sakınanları kurtardık.
54. Lut'u da gönderdik. Kavmine şöyle demişti: Göz göre göre hâlâ, o hayasızlığı yapacak mısınız?
55. İlle de kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşacak mısınız? Doğrusu siz, beyinsizlikte devam edegelen bir kavimsiniz!
56. Kavminin cevabı sadece "Lut ailesini memle­ketinizden çıkarın; çünkü onlar temiz kalmak isteyen insanlarmış!" demelerinden ibaret oldu.
57. Bunun üzerine onu ve ailesini kurtardık. Yal­nız karısı müstesna; onun, helak olanlardan olmasını takdir ettik.
58. De ki: "Hamd olsun Allah'a selam oisun seçkin kıldığı kullarına. Allah mı daha hayırlı, yoksa O'na koş­tukları ortaklar mı?"
60. Yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? Ki onunla, biz bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Al­lah'la beraber başka bir ilâh mı var?! Doğrusu onlar Allah'a başkasını denk tutan bir güruhtur.
61. Yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kılan, ara­larından nehirler akıtan, arz için sabit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah'ın yanında başka bir ilâh mı var? Doğrusu onların çoğu bilmiyor­lar.
62. Yoksa, kendine yalvardiği zaman bunalmışa karşılık veren ve sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün ha­kimleri kılan mı? Allah'ın yanında başka bir ilâh mı var?! Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz!.
63. Yoksa, karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin önünde rüzgarları müj­deci olarak gönderen mi? Allah'ın yanında başka bir ilâh mı var?! Allah, onların koştukları ortaklardan çok
yücedir.
64. Yoksa yoktan yaratan, yok olduktan sonra tek­rar dirilten ve sizi hem gökten hem yerden rızıklandı-ran mı? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var?! De ki: "Eğer doğru söylüyorsanız kesin delilinizi getirin.
65. De ki: "Göklerde ve yerde, Allah'tan başka kimse gaybi bilmez. Ve onlar ne zaman diriltilecekleri-ni de bilmezler."
66. Hayır; onların âhiret hakkındaki bilgileri ye­tersiz kalmıştır. Bundan öte onlar şüphe içindedirler. Hattâ onlar âhiret bilgisi bakımından, tam bir karanlık içindedirler.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah, sûrenin başında Musa (a.s)'nın kıssasını anlattı. Ardından Davud ve Süleyman (a.s)'nm kıssasından ve bu kıssada bulunan ilginç ve enteresan şeylerden bahsetti. Bu âyetlerde ise Salih (a.s) ve Lut (a.s)'un kıssalarını anlattı. Bütün bu kıssaların maksadı öğüt vermek, ibret alınmasını sağlamak ve yalanlayanların yok edilmesi hususunda Allah'ın kanununu açıklamaktır. Bundan sonra Yüce Allah, birliğini, ilmini ve kudretini göste­ren delilleri anlatmaktadır. [74]

Kelimelerin İzahı

Uğursuzluğa uğradık. Bu kelime, uğursuzluk manasına gelen dan alınmıştır. Zeccâc şöyle der: "Bunun aslı dır. iğâm olundu. sakin olduğu için, okunabilmesi gayesiyle elif getirildi,
Hâviye, boş manasınadır. Karın boş olduğu zaman kullanılan ve yıldız battığında kullanılan sözünden alınmıştır. Fahişe, çirkin ve âdi fiil.
Hadâik, nın çoğuludur. Hadîka ise, etrafı duvarla çevrili bahçe demektir. Ferrâ şöyle der: "Hadîka, etrafı duvarla çevrili olan bahçe­dir. Etrafı çevrili olmayan bahçeye denir.[75]
Karâr, üzerinde, bir şeyin sabit durduğu karargah.
Haciz, iki şeyin arasını ayıran engel. [76]

Ayetlerin Tefsiri

45. Allah'a andolsunki, Semûd kabilesine de kardeşleri Salih (a.s)'i gönderdik. Salih (a.s), dinen değil, soy bakımından onların kardeşi idi. Onları, Allah'ı birlemeye ve ona ibadet et­meye çağırıyordu. Ayetteki, mahzuf yeminin cevabıdır, Hemen, din hususunda birbirleriyle çekişen, mü'minler ve kâfirler olarak iki gruba ayrıldılar. Mücâhid şöyle der: "Onlar, mü'inin ve kâfir olmak üzere iki grup idiler. Birbirleriyle çekişmeleri ise, din hususunda ihtilafları ve cedellcridir. Mânâ dikkate alınarak fiil, ikil değil de çoğul kipiyle şeklinde gelmiştir. [77]
46. Salih (a.s) onlara, acıma ve şefkatle şöyle dedi: Ey kavmim! Niçin rahmet istemeden azabı istiyorsu­nuz? Neden, rahmeti istemiyorsunuz da, azabı istemede acele ediyorsu­nuz? Allah'ın, tevbinizi kabul edip size merhamet etmesi için, şirki bırakıp Allah'a donseniz ya!? Tefsirciler şöyle der: "Kâfirler, aşırı inkarlarından dolayı: "Ey Salih! Bize, Allah'ın azabını ge­tir" derlerdi. Salih (a.s) de onlara şöyle dedi: Azap gelmeden önce, Allah'­tan bağışlanmanızı dileseniz ya. Çünkü hayrı acele istemek, şerri acele is­temekten daha iyidir." [78]
47. Dediler ki, "Ey Salih! Senin ve senin peşin­den giden mü'minlerin yüzünden uğursuzluğa uğradık. Şüphesiz, başımıza gelen belanın sebebi sizsiniz. Onlara kıtlık gelmiş ve aç kalmışlardı. Sâfih (a.s) dedi ki: Gerçekten, sizin, hayır veya serden nasibi­niz Allah kalındadır. O'nun hükmüyle olur. Dilerse size rızık verir, dilerse mahrum eder. Salih onlara yumuşak bir şekilde hitap edince, onlar sertçe cevap verdiler ve: "Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğra­dık" dediler. Salih (a.s) da, uğursuzluklarının, kendisi ve mü'minler yüzün­den değil, yaptıkları yüzünden olduğunu onlara bildirdi, Bi­lakis, gerçek şu ki, siz, öyle bir topluluksunuz ki, vesvesesi ve aldatmasıyla şeytan sizi fitneye düşürüyor. Söylediklerinizi, bundan dolayı söylüyorsu­nuz. [79]
48. Salih'in şehri olan Hicr'de, kavminin ileri gelenlerinden dokuz kişi vardı. Dahhâk şöyle der: "Bu dokuz kişi, o şehir halkının ileri gelenleri idi." Onların işi, fesat çıkarmak ve her vesile ve yol ile kullara eziyet etmekti. İbn Abbas şöyle der: "Onlar, deveyi boğazlayanlardır." [80]
49. Dediler ki, geceleyin Salih'i ve ailesini öldürelim sonra da, onun kanını dava edecek velisine "Biz onun öldürüldüğü yere gelmedik. Ne onun, ne de ailesinin ka­tilini biliyoruz diyelim" diye Allah'a yemin edin, dediler. Doğru söylediğimize dair onlara yemin edelim, İbn Abbas şöyle der: "Kılıçlarını çekerek Salih'in (a.s) evine geldiler. Bunun üzerine melekler, onlara taş atıp öldürdüler."[81] Yüce Allah şöyle buyurdu: [82]
50. Onlar Salih'i öldürmek için tuzak kurdular. Biz de, tuzaklarına karşı onları, yok etmeyi çabuklaştırmak suretiyle ceza­landırdık. Yüce Allah, müşâkele yoluyla, kendi yaptığına da tuzak adı verdi.[83] Onlar farkına varmadan, biz onları cezalandırdık. Ebu Hayyân şöyle der: "Onların tuzağı, Salih (a.s)'i ve ailesini öldürmek için, gizlice plan yapmalarıdır. Allah'ın tuzağı ise, bilmedikleri bir taraftan on­ları yok etmesidir."[84]
51. Onların yaptıklarının sonunu ve tuzaklarının neticesini iyice düşün. Biz hepsini nasıl yok ettik. Sonunda harap ve yok oldular. [85]
52. İşte, evleri ve yurtları! Zulüm ve inkarları yüzünden bomboş. Çünkü oraların halkı yok olup gitti. İşte bu, hayret verici yok etmede, Allah'ın gücünü bilen ve ibret alan bir kavim için büyük bir ders yardır. [86]
53. Salih ile birlikte, iman eden takva sahi­bi mü'minleri azaptan kurtardık. [87]
54. Peygamberimiz Lut'u da hatırla. Hani o, kavmi Sodom halkına şöyle demişti. Fahişelik ve çirkin bir iş olduğunu kesin olarak bildiğiniz halde, o çirkin fiili mi yapıyorsunuz? Bu çirkin fiil, oğlancılıktır. [88]
55. Ey kavim! Aşırı beyinsiz­liğinizden dolayı, kadınları bırakıp da erkekleri mi istiyorsunuz.? Kınamak maksadıyla söz tekrarlanmıştır. O çirkin yolla, erkeler erkeklerle yetiniyor­du. Bilakis siz arsız ve beyinsiz kimselersiniz. Dolayısıyle bu çirkin fiili, Allah'ın size helal kıldığı kadınlara tercih ediyorsunuz. [89]
56. O suçluların ceva­bı, "Lut'u ve ailesini yurdunuzdan çıkarın" demekten başka bir şey olmadı. "Onlar, pisliklerden uzak duran ve yaptıklarımızı pislik sayan bir topluluktur" Bu, Lut fa.s ailesinin yurttan çıkarılması ve kovul­ması gerdiğini gösteren bir sebeptir. Katâde şöyle der: "Vallahi, onların ayıpları olmadığı halde, kötü işlerden uzak durdular diye onları ayıpladılar. İbn Abbas da şöyle der: "Bu bir alaydır. Mü'minler, erkeklerin dübürlerinden uzak durdukları için, onlarla alay ediyorlardı."[90]
57. Kavminin başına gelen azaptan onu ve karısının dışındaki aile fertlerini kurtardık. Karısını, kaza ve kaderimizle helak edip azap içinde kalanlardan kıldık. [91]
58. Üzerlerine gökten yağmur gibi taş yağdırdık da bu yağmur onları helak etti. Onların başına yağdırılan bu azap yani pişirilmiş çamurdan meydana gelmiş yoğun taş yağmuru ne kötüdür. Yüce Allah, önceki âyetlerde peygamberlerin kıssalarını anlatınca, ardın­dan, birliğini ve gücünü gösteren delilleri anlattı. [92]
59. Ey peygamber! De ki, lütufları ve nimetleri için Allah'a hamdolsun Selâm, peygamberlik için seçtiği ve davetini tebliğ için tercih ettiği kullan üzerine olsun. Zemahşerî şöyle der: "Yüce Allah peygamberine, kendisinin birliğini gösteren, gücünü ve hikme­tini delilerle anlatan şu âyetleri okumasını ve Allah'a hamd ve peygamber­lere salât ile başlamasını emretti. Burada güzel bir davranış iyi bir şekilde öğretilmektedir. Ki, bu da, Allah'a hamdetmek ve peygamberlere salât ve selâm getirmektir. Bu güzel davranışı, büyükten küçüğe, âlimler, hatipler ve vaizler, birbirlerinden alagelmişlerdir. Her ilmi okumadan ve her vaaz ve öpde başlamadan önce peygamberine salât ve selâm okumuşlardır."[93] Allah mı hayırlı, yoksa Ona koştukları ortaklar mı? Bu âyet, müşrikleri susturmakta ve onların davranışlarım alaya almaktadır. Yani, hikmet sahibi, yoktan yaratan Allah mı daha hayırlı, yoksa taptıkları, işitmeyen ve is-' teklere cevap veremeyen putlar mı daha hayırlı? [94]
60. Bu âyet, Allah'ın birliğim gösleren bir başka delildir. Yani, bu kâinatı yoktan var eden, bu yükseklik ve durulukta gökleri yaratan, göklerde parlak yıldızları, yeri ve yerde bulunan dağları, ovaları, nehirleri ve denizleri yaratan mı daha hayırlıdır? Yoksa ortak koştukları putlar mı? Allah, kudre­tiyle sizin için bulutlardan yağmur yağdırdı ve bu yağmurla, güzel, yeşil, parlak ve çok güzel manzaralı bağlar ve bahçeler yetiştiştirdi. Bırakın meyvesini de, insanoğlu, onun ağacını bile bitiremez. onlar için bu mümkün değildir. Onunla birlikte başka bir ilâh mı var ki, ikisini eşit tutasmız. Yaratan ve meydana getiren sadece odur. Bu bir istifhâm-ı inkârîdir. Fakat onlar, Allah'a ortak koşan bir topluluk olup putları onun dengi ve benzeri saymakta ve yaratıp rızık veren­le onları eşit saymaktadırlar. [95]
61. Ayet, Allah'ın varlığını gösteren bir başka de­lildir. Yani Allah, yeryüzünü, üzerinde yerleşip ikâmet edebileceğiniz bir şekilde, insan ve hayvanlar için karargâh kılmıştır. Yer kat­manlarında ve vadilerinde temiz ve tatlı nehirler akıttı. Bu nehirler, gerek yer katmanlarında ve gerek vadilerde doğuya, batıya, kuzeye ve güneye doğru akıp giderler. Sizi sarsmasın diye yeryüzünü sabit tuta­cak yüksek dağları yarattı. Tatlı suyla tuzlu arasına, birbirlerine karışmalarını engelleyecek bir engel koydu ki, deniz suyu tatlı suları bozmasın.[96] Allah'la birlikte, ondan başka ilâh mı var? Bilakis müşriklerin çoğu, gerçeği bilmiyorlar ve başkasını Allah'a ortak koşuyorlar. [97]
62. Bu, Allah'ın birliğini gösteren üçüncü delil­dir. Kendisine bir musibet gelip de sıkıntıya düşen kimse, ona dua ettiğinde, duasına cevap verip İsteğini yerine getiren ve ondan, o musibet ve sıkıntıyı kaldıran ve sizi yeryüzünün, onu nesilden nesile ve toplumdan topluma onaracak olan sakinleri kılan Allah mı hayırlı, yoksa putlar mı? Allah'la birlikte bunları yapacak bir ilâh mı var ki, ona tapasınız? Gördüklerinizden ne de az öğüt ve ibret alıyorsunuz. [98]
63. Bu, dördüncü delildir. Yani, karalarda, çöllerde ve denizlerde, zifiri karanlıkta yolculuk yaparken, sizi mak­sadınıza gece ve gündüz gitmek için yöneldiğiniz ülkelere götüren yolu gösteren, ve rüzgarı, insanlar ve ülkeler için bi rahmet olan yağmurun inişini müjdeleyici olarak sevkeden mi hayırlı, yoksa putlar mı? Allah'la birlikte bunları yapacak bir ilâh mı var? Yaratıcı ve güçlü olan Yüce Allah, yaratılmış ve âciz olanların ortaklığından uzaktır. [99]
64. Bu, beşinci delildir. İnsanı ilk olarak yaralan, sonra, yok olduktan sonra tekrar dirilten mi hayırlıdır, yoksa diğerleri mi? Zemahşerî şöyle der:"Müşrikler tekrar dirilmeyi inkar ettikleri halde, Yüce Allah onlara nasıl böyle hitap etti? denilirse, şöyle cevap verilir: Bilmele­rini ve ikrar etmelerini sağlamak suretiyle mazeretleri ortadan kaldırıldı Artık onların, inkar hususunda herhangi bir mazeretleri kalmadı."[100] Size gökten yağmuru indirip yeryüzünün bereketlerinden, si­zin için ekin ve meyveleri bitiren mi, yoksa diğerleri mi hayırlı? Ebû Hayyân şöyle der: Yüce Allah'ın, insanoğlunu yaratması onlar için bir lütuf ve ihsan olduğu ve lütuf da ancak rızıkla tamamlandığı için Yüce Allah, Size rızık olarak, gökten yağmuru, yerden de bitkileri veren mi hayırlıdır? buyurdu.[101] Allah'la birlikte bunu yapa­cak bir ilâh mı var? Allah'la birlikte başka bîr" ilâhın olduğuna dair söylediklerinizde doğruysanız, iddianızın delillerini getiriniz.[102]
65. De ki, gaybı, sadece, tek olan Yüce Allah bilir. Kurtubî şöyle der: "Bu âyet, Peygamber (s.a.v.)'e kıyame­tin ne zaman kopacağını soran müşrikler hakkında inmiştir. Mahlûkât, öldükten sonra ne zaman diriltileceklerini bilmezler. [103]
66. Müşrikler, âhireti ve âhiret hallerini biliyor­lar ve ona inanıyorlar mı ki, kıyametin kopma zamanını soruyorlar. Onlar âhirete inanmadıkları halde, kıyametin ne zaman kopacağını niçin soruyor­lar? Bilakis onlar âhiret hakkında şüphe içindedirler, ona inanmazlar, dolayısıyle inat ve kibir gösteriyorlar. Âyette geçen edatı, önceki cümleyi bırakıp yeni bir cümleye geçmek için gelmiştir. Hattâ onlar âhiret hakkında kördürler. Onların, âhiretin meydana ge­leceğini gösteren delilleri anlayacak basiretleri yoktur. Zira karın doyur­mak ve cinsî tatmine ulaşmak gibi, nefsânî zevklerle uğraşmaları, onları, düşünmeyen ve anlayamayan hayvanlar haline getirmiştir. Ibn Kesir şöyle der: "Onlar, kıyametin varlığı ve meydana gelmesi hususunda şüphe içindedirler. Hattâ bu hususta, büyük bir cehalet ve körlük içindedirler. [104]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek âyetler, birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. " bozuyorlar" ile "düzeltmiyorlar" arasında tıbâk sanatı vardır.
2. "Allah'tan mağfiret dilemelisiniz" cümlesi teşvik ifade eder.
3. "uğursuzluğa uğradık" ile "uğursuzluğunuz" arasında cİnâs-ı iştikak vardır.
4. "tuzak kurdular" ile "biz de tuzak kurduk" arasında müşâkele sanatı vardır. Yüce Allah, onları yok ve helak etmesine, müşâkele yoluyla "tuzak" dedi.
5. "kötülük" ile "iyilik" arasında tıbâk vardır.
6. "Göz göre göre, hâlâ o hayasızlığı yapacak mısınız?" sorusu kınama ifade eder.
7. "Allah mı hayırlı, yoksa ortak koştukları mı?" cümlesi, azarlama ve alay üslubuyla söylenmiştir.
8. "Rahmetinden önce" terkibinde latif bir istiare vardır. "Yağmur yağmadan önce" demektir. Burada, Yüce Allah, "iki el" ke­limesini, yerinde müsteâr olarak kullanmıştır.
9. "ilk defa yaratan" ile "öldükten sonra onu tekrar di­rilten" arasında tıbâk vardır.
10. "Hattâ onlar, kıyamet hakkında kördürler" cümle­sinde istiare vardır. Körlük, hakkı görmemezlikten gelmek, Allah'ın nimet­lerini düşünmemek yerinde müsteâr olarak kullanılmıştır.
11. Ayet sonlarında uygunluk vardır. Bu, sözün güzelliğini ve par­laklığını artıran unsurlardandır. Kulağa da ayrı bir etkisi vardır. Meselâ ve gibi. Bunun benzerleri çoktur. âyetinde de bu güzellik vardır. Kur'an-ı Kerim'de dilin ifade ede­meyeceği kadar parlak bir beyan üslubu vardır. Bu mucize kitabı, sadece Ummî Peygamberine (s.a.v.) gönderen Yüce Allah, noksan sıfatlardan uzaktır. [105]
67. İnkarcılar, dediler ki: "Sahi, biz ve atalarımız, toprak olduktan sonra, gerçekten çıkarılacak mıyız?!
68. Andolsıın ki, bu telıdid bize yapıldığı gibi, da­ha önce atalarımıza da yapılmıştır. Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir."
69. De ki: "Yeryüzünde gezin de, günahkarların akıbeti nice oldu, görün!"
70. Onların yüzünden tasalanma, kurmakta olduk­ları tuzaklardan ötürü sıkıntı duyma.
71. Onlar, "Eğer doğru söylüyorsanız, bu tehdit ne zaman" derler.
72. De ki: "Çabucak gelmesini istediğiniz şeyin bir kısmı herhalde yakında başınıza gelecektir."
73. Şüphesiz Rabbin, insanlara karşı lütuf sahibi­dir; fakat insanları çoğu şükretmezler.
74. Rabbin elbette onların kalblerinin gizledikle­rini de, açığa vurduklarını da bilir.
75. (îökte ve yerde göze görünmeyen hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta bulunmasın.
76. Doğrusu bu Kur'an, İsrailoğullarına, hakkın­da ihtilaf edegeldikleri şeylerin pek çoğunu anlatmak­tadır.
77. Ve O, mü'minler için gerçekten bir hidâyet rehberi ve rahnıetttir.
78. Rabbin şüphesiz, onlar arasında hükmünü ve­recektir. O, çok güçlü, çok hikmet sahibidir.
79. O halde sen Allah'a güven. Çünkü sen, apaçık hakikat üzeresin.
80. Bil ki sen, Ölülere, arkalarını dönüp kaçınca sağırlara da'veti duyuramazsın.
81. Sen körleri sapıklıklarından çevirip doğru yo­la getiremezsin. Ancak âyetlerimize iman edip teslim olanlara duyurabilirsin.
82. Azap onlara uıklaştığı zaman, onlar için bir "dabbe" çıkarırız da, hu onlara, insanların âyetlerimi­ze iman etmemiş olduklarını söyler.
83. O gün, âyetlerimizi yalanlayan her ümmetten birer cemaat toplarız da onlar toplu olarak sevkedilirler.
84. Nihayet geldikleri zaman Allah buyurur: "Siz benim âyetlerimi, ne olduğunu kavramadan yalan mı saydınız? Yoksa başka ne yapmakta idiniz? "
85. Yaptıkları haksızlıktan ötürü, azap gerçekleş­miştir; artık onlar konuşamazlar.
86. Dinlensinler diye geceyi karanlık ve çalışsın­lar diye gündüzü aydınlık kıldığımızı görmediler mi? İman eden bir kavim için elbette bunda bir çok ibretler vardır.
87. Sûr'a üfürüldüğü gün, Allah'ın diledikleri müstesna, göklerde ve yerde bulunanlar hep dehşete
kapılır. Hepsi boyunları bükük olarak O'na gelirler.
88. Sen dağları görürsün de onları yerinde durur sanırsın. Oysa onlar bulutların yürümesi gibi yürümektedirler. Bu, her şeyi sapa sağlam yapan Allah'ın sanatıdır. Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır.
89. Kim iyilik getirirse, ona daha iyisi verilir. Ve onlar o gün korkudan emin kalırlar.
90. Kötülük getiren kimseler ise yüzü koyun ce­henneme atılırlar. Onlara "Ancak yaptıklarınızın kar­şılığını görmektesiniz!" denir.
91. 92. Bana ancak bu şehrin Rabbına onu doku­nulmaz kılana kulluk etmem emrolundu. Herşey O'na aittir. Ve bana müslümanlardan olmam ve Kur'an oku­mam emredildi. Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki : "Ben sadece uyarıcılardanım."
93. Ve şöyle de: "Hamd Allah'a mahsustır. O, âyetlerini size gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir."

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah, öceki âyetlere, âlemlerin Rabbi olan Allah'ın birliğini gösteren delilleri anlattıktan sonra, burada da, müşriklerin âhirete, Ödükten sonra dirilmeye ve haşre iman hususundaki şüphelerinden bahsetmektedir. Ardından, kesin delilleri getirmekte ve kıyamet kopmadan önce, olacak bazı korkunç olayları anlatmaktadır. [106]

Kelimelerin İzahı

Yaklaştı. Gizler.
Dahirîn, zelîl ve aşağılık insanlar olarak. Fevc, topluluk demektir. Câmideten, donuk. bir şeyin hareket etmeyip sakin olması
manasınadır.
Sağlam yaptı, şeyi tam, mükemmel ve sağlam olarak,
en güzel şekilde yapmak demektir.
Atıldı, atmak demektir. Bir kimse birini yüzükoyun attığın da der. Kabın altını üstüne çeviren kimse de, der. [107]

Âyetlerin Tefsiri

67. Öldükten sonra diril­meyi inkar eden Mekkeli müşrikler dediler ki: Biz, ölüp de çürümüş kemik­ler haline geldiğimizde kabirlerimizden çıkarılıp ikinci defa mı dirilti­leceğiz? [108]
68. Muhammed, ondan öncekilerin, ata­larımızı korkuttuğu gibi öldükten sonra dirileceğimizi söyleyerek bizi kor­kutmaktadır. Söyledikleri doğru olsaydı, şimdiye kadar gerçekleşirdi. Bu, öncekilerin hurafeleri ve boş sözleridir. Müşrikler, burada yoktan yaratıldıklarını ve kendilerini ilkin yaratanın, ikinci olarak hayata döndürebileceğini unutarak, öldükten sonra dirilmeyi inkar ediyorlar. [109]
69. O kâfirlere de ki: "Yeryüzünde dolaşın da, ibret gözüyle bir bakın ki, peygamberleri yalanla­yanların sonu nasıl olmuş?! Allah onları yok etmedi mi? Önceki suçluların başına gelen, sonraki suçluların da başına gelecektir." Bu âyet bir tehdit ve uyarıdır. [110]
70. "Ey peygamber! İman etmedikleri takdirde o yalanlayanlar için ne üzül, ne de tasalan. Onların tuzak­larından dolayı canın sıkılmasın. Çünkü Allah seni onlardan koruyacaktır." Bu âyet Rasulullah (s.a.v.)'ı teselli etmektedir.[111]
71. Onlar alay ederek: "Doğru söylüyorsanız, azap bize ne zaman gelecek?" derler. Bu hitap, peygambere ve nıü'minleredir. [112]
72. "Çabuk gelmesini iste­diğiniz azabın bir kısmı, belki de size yaklaşmıştır." Tefsirciler şöyle der: "Bu azap, Bedir günü onların başına gelen, öldürülme ve esir edilme olayı­dır." [113]
73. Kuşkusuz Rabbin, onların isyanlarına ve inkârlarına karşılık kendilerini hemen cezalandırmamama insanlara karşı lütuf ve ihsan ile muamele etmiştir. Fakat çoğu, nime­tin hakkını bilmez ve Rablerine şükretmezler. [114]
74. Şüphesiz Yüce Allah, onların peygambere karşı kalplerinde gizledikleri düşmanlak ve kurdukları tuzağı da, açıkça yaptıklarını da bilir. Onlara, yaptıklarının karşılığını verecektir. [115]
75. İnsanlar için son derece gizli bulunan ve onların bilmediği ne varsa, Allah muhakkak onu bilir ve il­miyle kuşatır. Onu kendi katındaki Levh-i Mahfuz'da yazmıştır. Hiçbir şey ona gizli kalmaz. İbn Abbas şöyle der: "Göklerde ve yerde gizli veya açık ne varsa, hepsini Allah bilir."[116]
76. Yüce Allah, mahlukatın ilk yaratılışını, öldükten sonra tekrar diriltilişini ve peygamber­liği anlattı. Şüphesiz, Kur'an-ı Kerim, Muhammed (s.a.v.)'in ve getirdikleri­nin doğruluğunu gösteren en büyük delillerdendir. Ardından burada, Kur'an-ı Kerim'i ve özelliklerini anlattı. Yani, peygamberlerin (aleyhimu's-selâm) sonuncusuna indirilmiş olan bu Kur'an, Ehl-i kitaba, din hususunda düştük­leri ihtilafı açıklayan hak bir kitaptır. Ehl-i kitabın İsa (a.s) hakkıdaki ihti­lafları, bu hususta, birçok gruplara ayrılmaları, hattâ neticede birbirlerini ya­lanlamaları, Kur'an'm onlarla ilgili anlattığı olaylardandır. İnsaflı olsalardı mutlaka İslamı seçerlerdi. Çünkü Kur'an onlara, apaçık bir görüş ve kesin bir bilgi getirmiştir. [117]
77. Kuşkusuz bu Kur'an, mü'minlerin kalplerini sapıklıktan kurtarıp doğru yola ileten bir rehber ve onları azaptan koruyan bir rahmettir. Kurtubî şöyle der: "Kur'an'dan yararlananlar, mü'minler oldu­ğu için, Yüce Allah sadece onları zikretti."[118]
78. "Ey Peygamber! Şüphesiz Rabbin, kıyamet günü, İsrailoğullan arasında âdil ve sağlam hükmüyle hükmedecek, haklı ve haksızın karşılığım verecektir. Allah, emri geri çevrilme­yen galip, güçlü ve kulların fiillerini pek iyi bilendir. Yaptıklarından hiç bi­ri onlara gizli kalmaz. [119]
79. İşini Allah'a bırak ve bütün işlerinde ona dayan. Şüphesiz o, senin yardımcındır. Ey Peygamber! Şüphesiz sen, gerçek ve apaçık bir din üzerindesin. Kâfirlere karşı zafer kazanmak suretiyle, güzel sonuç senin olacaktır.[120]
80. Sen, düşünüp ibret almadıkları için, kâfirlere duyuramazsın. Onlar, hissiz ve şuursuz ölüler gibidir. Onlara Allah'ı hatırlattığında veya imana çağırdığında, özellikle sen­den yüzçevirip kaçtıklarında çağrını ve sesini duyuramazsm. Çünkü onlar, kulaklarında ağırlık bulunan sağırlar gibidir. Çağrıya cevap vermezler. Sağır, dönüp gittikten sonra kendisine seslendiğinde işitmekten çok uzak olur. Zira, sağırlığına bir de mesafenin uzaklığı eklenmiştir. [121]
81. Ey Peygamber! Kalpleri kör olanları, inkar ve sapıklıklarından çevirmeye senin gücün yetmez. Sen, düşünüp anlamalarım sağlayacak bir şekilde, sadece mü'minlere duyurabilirsin. Davetini, inananlardan başkası kabul etmez. Kendilerini Allah'a teslim edip boyun eğenler onlardır. Yüce Allah, işitmeyen ve aklını kullanmayanları, her ne kadar diri de olsalar, hakkı işitmemeleri hususunda, ölülere benzetti. Sonra onları, ikinci defa, duyu organları sağlam da olsa, sağır ve körlere benzetti. Onların işitmemelerini, "dönüp gittiklerinde" sözü ile vurguladı. Çünkü sağır, geri dönüp gittiğinde, sağırlığı daha da artar; hattâ hiç işitmez. Ayetten maksat şudur: O kâfirler, ölü, sağır ve körler gibidir. Anlamazlar, işitmezler ve görme/icr. Kcvnî deliller veya Kur'an delillerinden hiçbirine iltifat etmezler. [122]
82. Bu âyet, kıyamet kopmadan önce meydana gele­cek olayı açıklamaktadır. Yani, azabın inmesi ve kıyametin kopması yak­laştığında ve kâfirlerin cezalandırılma zamanı geldiğinde, Kâfirler için, o büyük alâmet "Dâbbe-tu'l-arz"ı çıkaracağız. O, insanlarla konuşacak ve onlarla münazara edecek. Onun sözlerinden bazıları şunlardır: "Bilesiniz ki, Allah'ın laneti zalimler üzerinedir. Onlar, Allah'ın âyetlerine inanmayan ve onları tasdik etmeyen­lerdir. Dâbbctu'l-arz'ın çıkışı kıyamet alâmetlerindendir. Hadiste şöyle buyrulmuştur; "Siz 10 tane alâmet görmedikçe kıyamet kapmaz... Rasulullah (s.a.v.) güneşin batından doğmasını ve Dâbbetu'l-arz'ın çıkışını bu alâ­metlerden saydı."[123] İbn Kesir şöyle der: "Bu hayvan âhir zamanda, insan­ların bozulduğu, Allah'ın emirlerini bıraktığı, hak dini değiştirdikleri za­man çıkacak; insanlarla konuşacak ve onlarla görüşecektir. İbn Abbas ve Atâ şöyle derler: "İnsanlara söz söyleyecek ve onlara, insanların, âyetleri­mize iman etmediklerini söyleyecek."[124] Rivayete göre, onun çıkışı, hayrın kesildiği, iyiliğin emredilmediği, kötülüğün yasaklanmadığı, tevbe edip Allah'a dönen kimse kalmadığı zamanda olacaktır. Dâbbetu'1-arz, olağan üstü, Özel bir kıyamet alâmetidir. Bundan sonra Yüce Allah, bazı kıyamet sahnelerini anlatarak şöyle buyurdu: [125]
83. Her ümmetten, âyetlerimizi ve peygamberlerimizi yalanlayan inkarcı topluluk ve zümreyi, hesap ve ceza için toplayacağımız günü hatırla. Onlar toplanıp sonra şiddetle sevkedilirler. [126]
84. Nihayet hesap ve soru yerine geldiklerinde Yüce Allah kınayarak ve azarlayarak onlara şöyle der: Mahiyetini veya doğruluğunu anlamayı sağlayacak bir şekilde düşünüp te­fekkür etmeden, peygamberlerime inen âyetlerimi yalanladınız, öyle mi? Yoksa, dünyada yaptığınız ne idi? Bu, bir başka kınama ve azarlamadır. Yüce Allah, onları önce, "Âyetlerimi yalanladınız, öyle mi?" sözüyle kınadı. Sonra onu bırakarak itiraf ettirme ve azarlama sorusuyla kınadı. Sanki şöyle denildi. Benim, "âyetlerimi yalanladınız, öyle mi?" sözümü bırakın. Söyleyin bana yalanlamanın dışında dünyada ne yaptınız?" [127]
85. Yaptıkları haksızlıktan ötürü, haklarında azap gerçekleşmiştir. Apışıp kaldılar, cevap veremediler. Zulümleri, yani Allah'ın âyetlerini yalanlamaları sebebiyle, aleyhlerinde delil sabit oldu ve haklarında azap gerçekleşti. Artık onlar konuşamazlar. Çünkü herhangi bir mazeret ve delilleri kalmamıştır. Azap onları meşgul ettiği için cevap veremezler. Yüce Allah, kıyametin korkunç hallerini anlattıktan sonra, imana giden yolu daha çok göstermek için; birliğini, haşri ve neşri gösteren delilleri anlatarak şöyle buyurdu: [128]
86. Allah'ın gücünü görüp de, uyumaları ve hayatın yorgunluğunu atıp dinlenmeleri için geceyi karanlık kıldığını; geçim ve rızık arama hususunda faaliyet götermeleri içinde gündüzü aydınlık ve ışık yaptığını anlamadılar mı? Gece ve gündüzün, aydınlıktan karanlığa ve karanlıktan aydınlığa döndürülmesinde, inanan ve ibret alan bir toplum için, Allah'ın gücünü gösteren, kesin ve parlak deliller vardır. Bundan sonra Yüce Allah, insan­ların âhiretteki hallerine işaret ederek şöyle buyurdu: [129]
87. İsrafil'in sûra, korku üfürüğünü üfürdüğü günü hatırla. O zaman gök ve yerde bulunanlardan, korkup ürpermeyen hiç kimse kalmaz. Ancak, Allah'ın dile­dikleri, yani melekler, peygamberler ve şehitler korkmazlar. Tefsirciler şöyle der: "Bu, korku üfürüğüdür. Sonra bunu, ölüm üfürüğü izler. Bunun ardından da, kabirlerden kalkma üfürüğü gelir ki, bu, âlemlerin Rabbinin huzuruna çıkmak için üflenen üfürmedir."[130] Ebu Hureyre şöyle der: "Melek, sûr'a üç defa üfleyecektir. Biri, korku üfürüğüdür. Bu korku, dünya hayatı korkusudur. Büyük korku değildir. İkincisi, ölüm üfürüğüdür. Üçüncüsü, ka­birlerden kalkma üfürüğüdür, Diriltilen bütün ölüler, itaat ederek ve zelil bir şekilde Rablerine gelirler, hiçbiri geri kalmaz. [131]
88. Muhatap! Birinci üfürük vaktinde, sen dağları görür ve onları yerlerinde sabit duruyor sanırsın. Halbuki onlar, bulut gibi hızlı bir şekilde yürür. Fahreddin er-Râzî şöyle der: "İnsanların, dağları sabit sanmalarının tefsiri şudur: Büyük cisimler, aynı yörüngede hızlı bir şekilde hareket ettiğinde, hızlı bir şekilde gitmele­rine rağmen onlara bakan, onların durduğunu zanneder."[132] bu, herşeyi sağlam yaratan ve ona hikmetini yerleştiren, yoktan yaratan Allah'ın işidir. Şüphesiz o, kulların yaptığı hayrı ve şerri çok iyi bilir ve onlara, yaptıklarının karşılığını eksiksiz verecektir. Bundan sonra Yüce Allah, o korkunç günde, mutlularla mutsuzların durum­larını açıklayarak şöyle buyurdu: [133]
89. Kim, kıyamet gününde herhangi bir iyilik getirirse, Allah ona, getirdiğinin on katı iyilik verir ve az ameline karşılık ona ebedî sevabı ihsan eder. Onlar, o zor günün korku­sundan emindir. Nitekim, âyet-i kerimede "onları, o büyük korku üzrnez" buyrulmuştur.[134]
90. Kim de, kıyamet gününde iyiliksiz, suç işlemiş veya Allah'a ortak koşmuş olarak gelirse, şüphesiz o, baş aşağı yüzü koyun cehenneme atılır. İbn Abbas, "Bu âyetteki den mak­sat, Allah'a ortak koşmak'tır der. Kınamak için onla­ra şöyle denilir: "Size, dünyada yapmış olduğunuz kötü işlerin karşılığından başkası mı verilecek? [135]
91. Ey Peygamber! Onlara de ki: "Şüphesiz bana, sadece bu emin beldenin Rabbi olan tek Allah'a kulluk et­mem emredildi. O Allah, Mekke'yi emniyetli ve harem belde kıldı. Orada kan dökülmez, hiçbir kimse zulüm görmez, av avlanmaz ve yaş bitkileri koparılmaz. Nitekim sahih hadiste böyle buyrulmuştur. Yüce Allah, her şeyin yaratıcısı ve sahibidir. O herşeyin Rabbi ve Mâliki Bana, Allah'ı birlemek suretiyle, ihlas ile ona kulluk edenler, emrine boyun ve hükmüne teslim olanlardan olmam emredildi. [136]
92. Aynı zamanda parlak hakikatlerinin bana görülmesi için Kur'an-ı tilâvet etmem ve onu insanlara okumam emrolundu. Kim, Kur'an ile doğru yolu bulur, iman ile de kalbini aydınlatırsa, doğru yolu bulmasının yararı ona aittir. Kim de, doğru yoldan şaşarsa, sapmasının vebali kendisine aittir. Çünkü, peygamberin görevi sadece tebliğ etmektir. Ben de, Allah'ın risale-tini size tebliğ ettim. [137]
93. Ey Peygamber! De ki: "Allah'ın bana özel olarak ver­diği peygamberlik ve nebilik şerefi ve bana verdiği yüksek mevki ve ma­kamdan dolayı Allah'a hamd olsun. Size, kendinizde ve dış âlemde, Allah'ın güç ve kudretini gösteren parlak delilleri göstereceğiz de, bilmenin size fayda vermeyeceği bir zamanda o delilleri öğreneceksi­niz. Bu, bir tehditir. Rabbin, sizin, yani bütün kulların yaptıklarından habersiz değildir. Aksine o, herşeyi görendir. Bunda da bir tehdit ve korkutma vardır. [138]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek âyetler birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "Biz toprak olduktan sonra, gerçekten, dirilti­lip çıkarılacak mıyız?" cümlesi istifhâm-i inkârîdir. "biz mi.?" terki­binde soru hemzesinin tekrar edilmesi, daha çok hayret ve inkar ifade eder.
2. "De ki, yeıyüzünde gezin de, günahkarların akıbeti nice oldu, bir bakın" âyeti tehdit ve korkutma
ifade eder.
3. "Şüphesiz Rabbin lütuf sahibidir", "Rab­bin elbette bilir" ve "şüphesiz o, bir hidâyettir" cümleleri, ve edatları ile pekiştirilmiştir.
4. "Göğüslerinin gizlediklerini de açığa vur­duklarını da bilir" cümlesinde tıbâk vardır. Çünkü, "gizler" manasına­dır.
5. "Kuşkusuz bu Kur'an anlatıyor" cümlesinde güzel bir istiare vardır. Çünkü anlatma sıfatıyle, ancak, konuşan ve temyiz gücüne sahip kimseler niteleneBilir. Eakat Kur'an-ı Kerim, öncekilerin ha­berlerini kapsadığı için, insanlara habeıierianlatan şahıs gibi olmuştur. Do-layısıyle burada istiâre-i tebeiyye vardır.
6. "Çok güçlü ve çok bilgili" kelimeleri çokluk ifade eder. Çünkü vezni mübalağa sıyğalarmdandır.
7. "Kuşkusuz sen, ölülere işittiremezsin" cümlesinde, istiâre-i temsîliyye vardır. "Ölüler" "sağırlar" ve "körler" kelimelerinin tümü istiare yoluyla kullanılmıştır. Bu, kâfirlerin imandan faydalanamamaları hususundaki hallerini, onları ölülere, sağırlara ve körlere benzetmek suretiyle anlatan bir ifadedir.
8. "Yoksa, yaptığınız (başka) ne idi?". Bu, bir kınama ve azarlama üslûbudur.
9. "Kim, iyilik getirirse" ile "kim, kötülük getirirse" arasında tıbâk vardır.
10. "Onlar, bulutun yürümesi gibi yürümektedir" cüm­lesinde teşbîh-i belîğ vardır. Yani dağlar, bulutlar gibi hızlı yürürler. Bu cümlede benzetme edatı ile benzetme yönü hazfedilmiş ve böylece teşbîh-i belîğ olmuştur. Bu Muhammed aydır" teşbihine benzer.
11. "Dinlensinler diye geceyi yaranışımızı ve gündüzü apaydın yaptığımızı görmediler mi?" cümlesinde ihtibâk sanatı vardır. Zira, âyetin sonunda var olan, baş tarafından; baş ta­rafında bulunan ise, sonunaan hazfedilmiştir. Takdiri şöyledir: Dinlensinler diye geceyi kapkaranlık; Çalışsınlar diye de, gündüzü apaydın yarattık" Burada " apaydın" ke­limesinden anlaşıldığı için, kapkaranlık" kelimesi kaldırılmıştır. Dinlensinler" ifadesi gösterdiği için çalışsınlar" ifadesi kaldırılmıştır. Bu tür edebî sanata ihtibâk sanatı denir. Bu, güzel edebî sa­natlardandır.
Allah'ın yardımıyle "Nemi Sûresi" nin tefsiri bitti. [139]


[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/359.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/360.
[3] Kurtubî, 13/157.
[4] Ebu Hayyân, el-Bahrurl-muhît 7/55.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/364.
[6] Geniş malûmat için bkz. Bakara sûresinin başı.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/364.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/364.
[9] Tefsîr-i kebîr, 24/178
[10] el-Bahru'l- muhît,7/53
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/364-365.
[12] Tefsir-i kebir 24/179
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/365.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/365.
[15] Keşşaf, IH, 275
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/365.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/365-366.
[17] Muhîasar-ı İbn Kesîr, II, 666
[18] el-Bahnı'1-muhît, VII, 56
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/366.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/366.
[21] Zâdu'I-mesîr, VI,156
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/366.
[22] Tâhâ sûresi, 20/82. Muhtasar-ı İbn Kesir, Tl, 667
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/367.
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/367.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/367.
[25] Muhtasar-ı İbn Kesîr, II, 667
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/367.
[26] Taberî, XIX, 87
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/367-368.
[28] Kurtubî, XITT,164
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/368.
[30] Taberî, XIX, 88
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/368.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/368-69.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/369.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/369-370.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/370.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/374.
[36] Mü'min sûresi, 40/36
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/375.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/375.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/375.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/375.
[41] Bu olayın ilginçliği şudur: Genellikle krallar, erkeklerden olur. Kadınlar, ülkeleri yönetmeye elverişli olmazlar. Şu hadis de bunu destekler: "İşlerini bir kadının eline veren bir kavim asla felah bulmaz." (Bkz, Buhârî, Meğâzî, 82) Fıtratın mantığı da budur.
[42] Taberî, XIX, 92
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/375-376.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/376.
[45] Âyet-i kerimeden benim anladığım mana budur. Belki de, Kur'an metninin ruhunu anla­maya en yakın olan budur. Çünkü Hüdhüd'ün bu sözü, bir şeyi haber verme yerinde değil, hayret ve kınama yerinde kullanılmıştır. Bazı tefsircilerin, "Buradaki zâid olup mana şöyledir: Onlar Allah'a secde etmeye yol bulamazlar. "Veya mana: "Dikkat edin, ey insanlar! Allah'a secde edin" şeklindeki görüşleri kapalı kalmaktadır. Allah en iyisini bilir.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/376.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/376.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/376.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/377.
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/377.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/377.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/377.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/377.
[54] Kurtubî, Xm,194
[55] Muhtasar-ı İbn Kesir, II, 671
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/377.
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/377.
[57] Mııhtasar-ı İbn Kesîr, 11, 671
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/377-378.
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/378.
[59] Beyzâvî Haşiyesi, III, 493
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/378.
[60] Beyzâvî, II, 83
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/378.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/378-379.
[62] İbrâhîm sûresi, 14/7
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/379.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/379.
[65] Tefsîr-i İbn Kesîr, II, 673
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/379.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/379.
[68] Muhtasar-ı İbn Kesîr, n, 674
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/379-380.
[69] Ze-Mahşeri şöyle der: "Zorlama olmaksızın tabîî olarak gelmesi veya bunu kelamın ince-hgm b len bir k.msenm yapmas, şartıyla bu kelâmm güzellİ,erinden olur. Âyetlede, hem lafız hem mana bakımından son derce uygun düşmüştür. Baksana, eğer kelimesi yenne kelimesi konsaydı, elbette mana doğru olurdu. Fakat, önemli haber manasma olan ve durumu anlatmaya uygun düşen nebe' kelimesindeki fazla manalar ifade edilmiş olmazdı
[70] Nahl sûresi, 16/77
[71] Şerîf Râdî, Telhîsul-beyân, S.261
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/380-381.
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/381.
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/385.
[75] Kurlııbî, XIII, 221
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/385-386.
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/386.
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/386.
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/386.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/387.
[81] İbnu'l-Ccvzî, Zâzu'l-mesîr.VT. 182
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/387.
[83] Müşâkele, lafızların aynı, mananın farklı olması demektir.
[84] el-Bahr, VII, 85
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/387.
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/387.
[86] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/387.
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/387.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/387.
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/387-388.
[90] Kurtubî, XIII, 219
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/388.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/388.
[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/388.
[93] Keşşaf, IIT, 295
[94] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/388.
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/388-389.
[96] Bu, Hasen-i Basrî'nin görüşüdür. İbn Kcsîr de bunu tercih etmiştir. En açık mana da bu­dur. Bir görüşe göre, âyetten maksat, Fars Denizi ile Rum Denizi'dir.
[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/389.
[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/389.
[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/389.
[100] Keşşaf, III, 297
[101] el-Bahr, VII, 90
[102] Ebu Hayyân şöyle der: "Her soruyu kendisinden sonra gelen ve ona uygun düşen bir cümle İle sona erdirdi. Göklerle yerin yaratılışını ve yağmur indirerek elüğİ lütfü anlattıktan sonra, sözü, "Doğrusu onlar, yaratılmış olan başka şeyleri ona denk sayan bir topluluktur cümlesiyle bitirdi. Yeryüzünü karargâh kıldığını ve nehirler fışkırttığını anlatınca ki, bunda düşünmeye ve aklı kullanmaya dikkat çekilmektedir, sözü, "Doğrusu onların çoğu bilmiyor­lar" cümlesiyle bitirdi. Darda kalmışın sıkıntısını giderdiğini ve kötülüğü yok ettiğini an­lattıktan sonra da sözü, "Ne de az hatırlıyorsunuz!" cümlesi ile bitirdi, çünkü insan, sıkıntıları yok olunca ona unutkanlık gelir. Allah karanlıklarda yol gösterdiğini ve rüzgarları müjdeci ola­rak gönderdiğini, onların İse doğru yolu gösteremediği ve ihtiyaçlarına ce\ ap \ creıııedigı halde mâbûdları kendisine ortak koştuklarını anlattıktan sonra da sözü "Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir" cümlesiyle bitirdi. el-Bahr, VII, 91
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/389-390.
[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/390.
[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/390.
[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/391.
[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/395.
[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/395-396.
[108] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/396.
[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/396.
[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/396.
[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/396.
[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/396.
[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/396.
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/396.
[115] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/396.
[116] el-Bahr, VII, 95
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/396-397.
[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/397.
[118] Kurtubî, Xm, 231
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/397.
[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/397.
[120] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/397.
[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/397.
[122] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/397-398.
[123] Bu hadisi Ahmed b.Hanbcl Müsncd'indc tahric etmiştir. Bkz. Müsncd, 4/6.7 Sahih-i Müslim'de de şu hadis vardır: Alâmetlerin ilk çıkacak olanı, güneşin batıdan doğması, kuşluk zamanı, Dâbbetu'l-arz'ın çıkıp insanların yanına gelmesidir. Bunlardan hangisi daha önce olursa, hemen arkasından diğeri çıkar. (Bkz. Müslim, Fitcn; 118)
[124] Muhtasar-ı İbn Kesir, İL 682
[125] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/398.
[126] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/398.
[127] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/398-399.
[128] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/399.
[129] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/399.
[130] el-Bahr, VII.99
[131] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/399.
[132] Tefsîr-i kebîr, XXIV, 34
[133] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/399-400.
[134] Enbiyâ sûresi, 21/103
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/400.
[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/400.
[136] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/400.
[137] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/400.
[138] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/400.
[139] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/401-402.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder