NEML SÛRESİ
NEML SÛRESİ
Mekkede inmiştir. 93
âyettir.
Sûreyi Takdim
Nemi sûresi, Allah'ın birliği,
peygamberlik ve öldükten sonra dirilmek gibi, İslam'ın inanç esaslarım
anlatmaya önem veren, Mekke'de inmiş sûrelerden biridir. Bu sûre, arka arkaya
inmiş ve Kur'an'da peş peşe tertip edilmiş olan üç sûreden biridir. Bunlar,
Şuarâ, Nemi ve Kasas sûreleridir. Geçmiş milletlerin kıssalarını anlatmak
suretiyle ibret ve öğüt verme hususunda hemen hemen aynı yolu takip
eder.
Bu mübarek sûre Resûlullah'ın
(s.a.v.) kıyamete kadar devam edecek olan en büyük mucizesi ve güçlü delilidir.
Kur'an'm, bilgi ve hikmet sahibi olan Allah tarafından indirilmiş bir kitap
olduğunu açıklar. Sonra da peygamberlerin kıssalarından bazılarını özet olarak,
bazılarını da geniş bir şekilde anlatır. Meselâ; Musa (a.s.), Salih (a.s.) ve
Lut (a.s.) 'm kıssalarını, Allah'ın davetinden yüzçevirmeleri ve değerli
peygamberlerini yalanlamaları sebebiyle kavimlerinin başlarına gelen azap ve
musibetleri Özet olarak anlatır.
Yine bu sûre, Davud (a.s.) ile
oğlu Süleyman (a.s.)'m kıssalarından, Allah'ın onlara lütfettiği yüce nimetleri
ve sadece onlara verilmiş olan peygamberlik ile geniş mülk üzerinde hükümdarlık
gibi büyük ihsanlardan geniş bir şekilde bahseder. Sonrada Süleyman (a.s.)'ın
Sebe' kraliçesi Belkis ile olan kıssasını anlatır.
Bu kıssada makam ve saltanat
sahipleri ile devlet büyükleri ve hükümdarlar için önemli bir hedef
gösterilmiştir. Meselâ Süleyman (a.s.), İnsanları Allah'a davet etmek için
hükümdarlığı bir vâsıta olarak kullanmıştır. Allah'a çağırmadık ne bir zâlim
hükümdar ne de bir kâfir kral bırakmıştır. Belkıs ile olan durumu da böyledir.
Onun daveti neticesinde Belkıs puta tapmayı bırakmış ve ordusuyla birlikte
Allah'ın davetini kabul edip müslüman olarak ve boyun eğerek ona
gelmiştir.
Bu mübarek sûre, Allah'ın
varlığım ve birliğini gösteren delilleri de kapsar. Bunlar, onun
yarattıklarındaki alâmetler ile eşsiz sanatıdır. Yine bu sûre, büyük mahşer
gününde, insanların göreceği bazı korkunç hal ve manzaraları tasvir eder. O gün
insanlar korku ve dehşet içinde olurlar. Bir kısmı iyi ve mutlu kimseler bir
kısmı da yüzleri üzerine cehenneme sürüklenenler olmak üzere iki kısma
ayrılırlar. [1]
Sûrenin Adı
Yüce Allah hu sûrede nemi
(karınca) kıssasını anlattığı için buna "Nemi Sûresi" adı verilmiştir. Süleyman
(a.s.) vadiden geçerken, bu karınca, kendi cinsinden olan karıncalara
yuvalarına çekilmelerini öğütlenıiş, uyanda bulunmuş sonra da Süleyman (a.s.) ve
ordusundan özür dilemişti. Süleyman (a.s.), karıncanın söylediklerini anlamış,
dolayısıyla gülümsemiş ve Yüce Allah'ın nimet ve ettiği lütuf sebebiyle ona
sükretmişti. Bu olay, hayvanların bilgi sahibi olduklarını en iyi bir şekilde
gösterir. Şüphesiz ki bu, Tek olan Yüce Allah'ın ilhamıdır. [2]
Bismillâhirrahmanirrahîm
1. Tâ, Sîn.
Bunlar Kur'ân'ın, apaçık bir kitabın âyetleridir.
2,3. Namazı
kılan, zekâtı veren ve âhirette de kesin olarak iman eden mü'nıinler için bir
hidâyet rehberi ve bir müjdecidir.
4. Şüphesiz
biz, âhirete inanmayanların işlerini kendilerine süslü gösterdik; o yüzden
bocalar dururlar.
5. İşte bunlar,
o kimselerdir ki, kendileri için azabın kötüsü vardır; âhirette en çok ziyana
uğrayacaklar da bunlardır.
6. Şüphesiz ki
bu Kur'ân, hikmet sahibi ve herşeyi bilen Allah tarfından sana
verilmektedir.
7. Hatırla ki
Musa, ailesine şöyle demişti: "Gerçekten ben bir ateş gördüm. (Gidip) size
ordan bir haber getireceğim, yahut bir ateş koru getireceğim, umarım ki
ısınırsınız!"
8. Oraya
geldiğinde şöyle seslenildi: "Ateşin bulunduğu yerdeki ve çevresindekiler
mübarek kılınmıştır! Âlemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden
münezzehtir!"
9. "Ey Mûsâ!
İyi bil ki, ben, mutlak galip ve hikmet sahibi olan
Allah'ım"
10. "Asanı
at!" Mûsâ onu
yılan gibi deprenir görünce, dönüp arkasına bakmadan
kaçtı. "Ey Mûsâ; Korkma; çünkü benim huzurumda peygamberler
korkmaz.
11. Ancak,
haksızlık yapan korkar. O da, sonra yaptığı kötülüğü iyiliğe çevirirse, bilsin
ki ben çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim."
12. Elini koynuna
sok da kusursuz
bembeyaz çıksın. Dokuz mucize ile Firavun ve kavmine git. Çünkü onlar
artık yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır.
13. Âyetlerimiz apaçık olarak onlara gelince, "Bu
apaçık bir sihirdir " dediler.
14. Akılları,
bunların doğruluğuna tam bir kanaat getirdiği halde, zulüm ve kibirlerinden
ötürü onları bilerek inkâr ettiler. Bozguncuların sonunun nice olduğuna bir
bak!
15. Andolsun ki
biz, Davud'a ve Süleyman'a ilim verdik. Onlar, "Bizi, mü'min kullanrınm
birçoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun" dediler.
16. Süleyman,
Davud'a vâris oldu ve dedi ki: "Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her
şeyden verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur."
17.
Süleyman'ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil orduları toplandı;
hepsi birarada düzenli olarak sevkediliyordu.
18. Nihayet
Karınca vadisine geldikleri zaman, bir karınca "Ey karıncalar! Yuvalarınıza
girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!"
dedi.
19. Süleyman
onun sözünden dolayı gülümsedi ve dedi ki: "Ey Rabbim! Bana ve ana-babama
verdiğin nimetten dolayı, bana, şükretme ve hoşnud olacağın iyi işler yapma
imkânını ver. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat.
Kelimelerin İzahı
Bocalarlar. Şaşkınlık ve tereddüt,
demektir. Yolunu şaşıran kimsenin durumu böyledir. Şair şöyle
der:
Şaşkın ve tereddüt içinde olanlara
doğru yolu kapadı. Kabes, kor veya benzeri şeyden alınmış
ateş.
Isınırsınız. Bir kimse üşüdükten
sonra ısındığında "ısındı" denir. Geniş zamanı "ısınır" şeklindedir. Şair şöyle
der:
Ateş kışın meyvesidir. Kim, kışın
meyvelerini yemek isterse ısınsın.[3]
Mübarek kılındı. Bu, çokluk ve
bolluk manasına gelen bereket kökündendir. Sa'lebî şöyle der: "Araplar, bu
kelimeyi "Allah sana hayır ve bereket versin" manasında, diye dört şekilde
kullanırlar. Şâir de şöyle der:
Sen doğuştan mübarek kılınmıştın,
yetişirken de mübarektin. İhtiyarlığında
da mübarek kılınmışsın çünkü sen
çok gün görmüşsün.[4]
Engellenirler, aslında, yasaklamak
ve önlemek demektir. Bir kimse, birini bir şeyden engellediğinde denilir,
muzârisi şeklindedir. Osman (r.a.) da
bu kelimeyi şu
sözünde bu manada kullanmıştır.
Şüphesiz ki Allah, Kur'an'la mani olmadığına sultanla mani olur. Nâbiğa da şöyle
der:
Genç gibi davrandığı için
ihtiyarlığı kınadığım ve "Ben hâlâ uyanmayacak mıyım? Halbuki ihtiyarlık genç
gibi yaşamaya engeldir" dediğim zaman... [5]
Âyetlerin Tefsiri
1. Bu huruf-û
mukattaa, Kur'an'm mucize oluşuna dikkat çekmek için gelmiştir. Bunlar hakkında
daha önce açıklama yapılmıştır.[6]
Ey Peygamber! Sana indirilen bu âyetler,
delili apaçık, açıklamasıyla muarızlarını acze düşüren Kur'an'ın âyetleridir.
Düşünen ve tefekkür edenler için, apaçık bir kitabın âyetleridir. Yüce Allah
onda hükümleri açıkladı ve onunla insanları doğru yola iletti. [7]
2. İşte onlar,
mü'm inleri doğru yola ileten ve onlara naîm cennetlerini müjdeleyen o Kur'an'm
âyetleridir. Kur'an'dan sadece mü'ininler faydalandığı için Yüce Allah sadece
onları zikretti. [8]
3. O mü'minler
namazı edep ve erkanını gözeterek, alçak gönüllülükle en mükemmel bir şekilde
kılanlar ve mallarının zekâtlarını gönül hoşluğu içinde verenlerdir, Onlar,
âhirete de kuşkusuz ve şüphesiz bir şekilde inanırlar. Fahreddİn Râzî şöyle der:
"Bu cümle ara cümlesi olup sanki şöyle denilmiştir: İnanan ve iyi amel işleyen o
kimseler, âhirete de kesinkes inananlardır. Ahirete ancak iman ile iyi ameli
birleştirenler gerçek manada kesinkes inanırlar. Çünkü âhiret korkusu onları
zorluklara katlanmaya teşvik eder."[9]
Ebu Hayyân şöyle der: "Namaz kılmak ve
zekât vermek yenilenen ve bütün zamanı kapsamayan ibadet oldukları için, sıla
cümlesi fiil olarak geldi. Ahirete iman ise sabit ve yerleşmiş olduğu için,
cümle, isim cümlesi olarak geldi ve zamirin tekrarı ile pekiştirilerek denildi.
Devamlılığa delâlet etmesi için mübtedanın haberi fiil olarak geldi.[10] Yüce Allah öldükten sonra dirilmeye kesin
olarak İnananları anlattıktan sonra ardından, âhireti yalanlayanları anlatmak
üzere şöyle buyurdu: [11]
4. Öldükten
sonra dirilmeye inanmayanlar varya onlar için çirkin amellerini süsledik;
onları güzel gördüler. Râzî şöyle der: "Süslemekten maksat, Yüce Allah'ın onun
kalbinde, yaptığı işteki fayda ve lezzetlerle ilgili bilgiyi yaratması; ondaki
zarar ve afatlarla ilgili bilgiyi yaratmamasıdır."[12]
Onlar o çirkin amellerinin sapıklığı içerisinde tereddütlü ve şaşkın bir
haldedirler. Güzel ile çirkini bi-ribirinden ayıramazlar. [13]
5. İşte onlar
için dünyada öldürülmek, esir ve sürgün edilmek suretiyle şiddetli azap vardır.
Âhiretteki zararları dünyadakinden daha fazladır. Çünkü onlar sonu olmayan
cehenneme gidecekler ve zincirlere vurulacaklardır. [14]
6. Ey
Peygamber! Şüphesiz sen bu Kur'an-ı Kerim'i, mahlukatını hikmetle idare eden ve
onların iyilik ve mutluluklarını sağlayacak şeyleri bilen Allah katından
alıyorsun, bu sana oradan veriliyor. Zemahşerî şöyle der: "Bu âyet, bundan
sonra anlatmak istediği kıssalar ve bunlarda bulunan bilgi ve hikmetinin
inceliklerine bir hazırlık ve giriştir."[15]
7. Ey
Peygamber! Hatırla ki bir zamanlar, Musa (a.s.) eşine, "Ben bir ateş gördüm"
demişti. Tefsirciler der ki: "Bu olay, Musa (a.s.) Medyen'den Mısır'a giderken
olmuştu. Olay, soğuk ve karanlık bir gecede meydana gelmiş, Musa (a.s.) yolu
kaybetmiş, hanımını da doğum sancısı tutmuştu. Ateşin yanma vardığımda size yol
hakkında bilgi getiririm, ya da size ateşten bir parça kor getiririm. Böylece
ısınırsınız. [16]
8. Musa, ateşin
bulunduğu yere vardığında korkunç bir manzara ile karşılaştı. Zira, ateşin
yeşil bir ağaç içinde yandığını görmüştü. Ateşin alevleri arttıkça,
ağacın yeşilliği ve parlaklığı
artıyordu. Sonra başını kaldırdı.
Bir de ne görsün, ateşin aydınlığı gök ile birleşmiş. İbn Abbas şöyle der: "O
ateş değil, sadece parlayan bir nurdu. [17]
Musa (a.s.) gördüklerine hayret ederek dikilip kaldı ve ona yüksekten bir nida
geldi: Tûr dağı tarafından: "Ey Musa!
Sen mübarek kılındın, çevrendeki
melekler de mübarek kılındı" diye seslenildi.
İbn Abbas: Mukaddes kılındı: dan maksat da meleklerdir" dedi. Ebu Hayyân
der ki: "Ey Musa! diye nida ederek başlaması, Musa (a.s.) için bir müjde ve
yalnızlığını gidermek, yapacağı münâcaata bir giriştir. Ateşin yanında ve
çevresinde olanlar mübarek kılınmaya layıktır. Çünkü büyük bir olay meydana
gelmiştir ki bu da Allah'ın Musa (a.s.) ile konuşması ve ona peygamberlik
görevini vermiş olmasıdır.[18]
İzzet sahibi ve şanı yüce olan Allah mukaddestir ve eksikliklerden uzaktır.
Hiçbir mahlûku, ne zatında, ne sıfatında ve ne de fiilerinde O'na
benzemez. [19]
9. Ey Musa! Ben
güçlü ve kuvvetli olan Allah'ım, mağlup edilemeyecek şekilde kudretliyim.
Herşeyi hikmet ve tedbirle yapan hikmet sahibiyim. [20]
10.
Göstereceğin mucizeyi kendin görmen ve ona alışman için âsânı yere at, diye
Musa'ya (a.s.) seslenildi. Bu cümle, daha önce geçen üzerine atfedilmiştir.
Musa, âsânın ince ve hızlı hareket eden bir yılan gibi, sür'atle kıpırdadığını
görünce korkarak arkasına dönüp kaçtı. Duyduğu korku ve kapıldığı dehşetten
dolayı geriye dönmedi. Mücâhid şöyle der: dönmedi manasınadır. Katâde de şöyle
der: "Geriye bakmadı". O anda, insanın tabîî olarak hissedebileceği şeyleri
hissetti. Çünkü asanın koşan bir yılana dönüşmesi gibi, cidden çok korkunç bir
olay görmüştü. Bunun içindir ki, Rabbi ona şöyle seslendi: Ey Musa! Korkma, dön
gel. Çünkü sen benim huzurumdasın. Benim huzurumda bulunan güven içindedir.
Gerçek şu ki, sen benim elçimsin. Kendilerini peygamber seçtiğim elçilerim,
benden başka bir şeyden korkmaz. İbn Cevzî şöyle der: "Yüce Allah,
peygamberlik vermek suretiyle
azaptan emin kıldığı
kimselerin, bir yılandan
kormaması gerektiğine dikkat çekti."[21]
11. Fakat
peygamberlerden değil de, diğer insanlardan, zulmeden kimseler korkar. Ancak
tevbe edip de kötü amelini iyi amele çeviren bilsin ki, ben çok bağışlayan, pek
esirgeyenim. Âyetteki istisna muntkatı'dır. Zulmedenlerin, peygamberlerin
dışındaki insanlar olduğunu vurgular. İbn Kesir şöyle der: "Burada insanlık
için büyük bir müjde vardır. Zira kim kötü bir amel işledikten sonra tevbe edip
onu bırakır ve dönerse, Yüce Allah onun
tevbesini kabul eder. Nitekim bir başka âyette şöyle buyrulmuştur: "Ve ben
tevbe eden, inanan, ve yararlı iş yapan, sonra da doğru yolda devam eden
kimseye karşı elbette çok bağışlayıcıyımdır."[22]
12. Ey Musa!
Elini elbisenin cebine çok. Sonra onu çıkar O, alacalık veya herhangi bir
hastalığı olmaksızın, göz alan
bir şimşek gibi
parlar bir şekilde, bembeyaz
ve aydınlatıcı olarak çıkacaktır. Bu, Musa'nın (a.s.), Allah'ın sonsuz
gücünü gösteren diğer bir mucızesidir. Bu, âsâ ve el muci -zeleri, seni
kendileriyle desteklediğim ve senin doğruluğuna delil kıldığım dokuz mucizenin
içindedir. Bunları, Firavun ve kavmine göstermek üzere gitmen için sana verdim.
Şüphesiz onlar, bize itaatten çıkanlar, inkar ve sapıklıkta aşırı
gidenlerdir. [23]
13. Onlar, o
parlak mucizeleri apaçık görünce onları
inkar ettiler ve aşikar bir sihir olduğunu iddia ettiler. [24]
14. O
harikulade olayları yalanlayıp inkar ettiler. Halbuki onların Allah katından
olduğuna ve sihir kabilinden olmadığına kalpleriyle kesin olarak inanmışlardı.
Ancak zalimlikleri ve hakka uymayı gururlarına yediremedikleri için onları inkar
ettiler. Onların Allah katından gelmiş apaçık birer mucize olduğuna kesin olarak
inanıp da sonra kibirlenerek sihir diyen kimselerin zulmünden daha kötü hangi
zulüm vardır?!.. Bunun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurdu: Ey Muhatap!
Azgınların sonunun ne olduğuna bir bak. Fikir ve kalp gözüyle bir düşün...
Dünyada boğuldular, âhirettede yanacaklar, ibn Kesir şöyle der: "Bu hitaptan
anlaşılan şudur. Yüce Allah sanki şöyle buyurmuştur: "Ey Muhammed'i
yalanlayanlar ve senin, Rabbinden getirdiğini inkar edenler! Öncekilerin basma
gelenlerin, onların başına da haydi haydi gelmesinden sakınsınlar."Çünkü
Muhammed (s.a.v.) Musa'dan (a.s.) daha üstün ve daha büyüktür. Onun delili,
Musa'nın (a.s.) delilinden daha kuvvetli ve etkilidir. Allah'ın en üstün salât
ve selâmı onun üzerine olsun."[25]
15. Bu, mübarek
sûrede geçen ikinci kıssa, Davud ve Süleyman (a.s.)'ın kıssasıdır: Allah'a
andolsun ki, biz Davud'a ve onun oğlu Süleyman (a.s.)'a, dünya ve din
ilimlerinden, geniş bir ilim verdik ve onlara hem dünya, hem de âhiret
mutluluğunu nasip ettik. Taberî şöyle der: "Bu, Allah'ın sadece onlara verdiği,
kuşlar, hayvanlar ve diğer varlıklarla konuşma ilmidir."[26]
Dâvûd ve Süleyman (a.s.) Allah'a şükretmek üzere şöyle dediler: Bize
peygamberlik ve ilim vermesi; insanları, cinleri ve şeytanları emrimize hazır
kılarak bizi rnü'min kullarından birçoğuna üstün kılan Allah'a hamdolsun. [27]
16.
Peygamberlik, ilim ve hükümdarlıkta babalarına, diğer evlatları değil, sadece
Süleyman vâris oldu. Kelbî şöyle der: "Dâvûd' un 19 oğlu vardı. Bunların
arasından peygamberlik ve hükümdarlığa sadece Süleyman vâris oldu. Bu veraset,
peygamberlik ve hükümdarlık değil de mal veraseti olsaydı, şüphesiz bu hususta
bütün çocukları eşit olurdu."[28]
Süleyman, Allah'ın nimetini anmak için,
"Ey İnsanlar! Yüce Allah bize ikramda bulundu da, kuşların konuşmasını ve bütün
hayvanların çıkardığı seslerin ne anlama geldiğini bize öğretti. Allah bize, hükümdarlara ve büyük insanlara
verilen, dünya nimetlerinden verdi. Bize verilenler ve Allah'ın bize tahsis
ettiği çeşitli nimetler kuşkusuz, apaçık bir lütuftur. Süleyman (a.s.) bu sözü,
üstünlük ve böbürlenme yoluyla değil, Allah'a şükür ve hamd yoluyla
söyledi. [29]
17. Süleyman'ın
askeleri ve orduları toplanıp büyük bir yolculuğa çıkmak üzere onun huzuruna
getirildiler. Ordunun içinde cin, insan ve kuş birlikleri vardı. Süleyman
onların önünde büyük bir azamet ve heybetle yürüyordu, Askerlerin, Süleyman
(a.s.)'m önüne geçmelerine engel olunuyordu. İbn Abbas şöyle der: Yürüyüş sırasında öne geçmemeleri için, her
grubun başına, ileri çıkanları geri çevirecek bir kumandan tayin olundu.
Nitekim, hükümdarlar böyle yaparlar.[30]
18. Nihayet
onlar Suriye bölgesinde karıncası çok bir vadiye geldiklerinde, Karıncalardan
biri, arkadaşlarına, "yuvalarınıza girin" dedi. Karınca, arkadaşlarına
akıllılara yapılan hitap gibi hitap etti. Çünkü o onlara, akıllılara emredilen
şeyi emretti. Sakın Süleyman ve orduları farkına varmadan ve kasten çiğnemek
istemedikleri halde, ayaklarıyle sizi ezmesin. Karınca arkadaşlarını sakındırdı,
sonrada Süleyman ve ordusunu mazur gösterdi. Çünkü o, Süleyman (a.s.)'ın
merhametli bir peygamber olduğunu anladı. Süleyman (a.s.) onun sözünü işitti ve
maksadım anladı. [31]
19. Karıncanın,
kendisini ve ordusunu övdüğünü işitince" sevinçle gülümsedi. Çünkü karıncanın,
"onlar farkına varmadan" sözü, onları takva sahibi ve hayvanlara zarar vermekten
sakınan kimseler olarak tanıtmak demektir, Süleyman dedi ki: Ey Rabbim! Bana ve
ana babama lütfettiğin nimet ve ihsanlarına şükretmeyi bana ilham et ve beni
ona muvaffak kıl. Ve beni sana yaklaştıracak, sevdiğin ve razı olduğun iyi
işleri yapmayı bana nasip et. beni, iyi kullarınla birlikte, rahmet yurdu olan
cennete sok. [32]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler, birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda
Özetliyoruz:
1. Bunlar,
Kur'an'ın âyetleridir" cümlesinde, uzak için konulmuş olan işaret ismi, yakın
için kullanılmıştır. Bu, âyetlerin, fazilet ve şeref mevkilerinin yüksekliğini
gösterir.
2. "Apaçık bir
kitap" terkibinde "kitap" kelimesinin nekra gelmesi, onu yüceltmeyi ve ona
saygıyı ifade eder. Yani, "şanı yüce, değeri yüksek bir
kitaptır".
3. "Bir hidâyet
ve bir müjde" kelimeleri mastar olup vurgu ifade etmeleri için ism-i fail
yerinde kullanılmışlardır. "Doğruyu gösteren ve müjdeleyen"
demektir.
4. "Âhirete
kesinkes inananlar onlardır" cümlesinde zamirin tekrarlanması, kesinkes
inananların sadece onlar olduğunu ifade eder. Âhirette ziyana uğrayanlar
onlardır" cümlesi de ona benzer. Burada iki cümle arasında güzel bir mukabele
sanatı vardır.
5. "Şüphesiz bu
Kur'an, sana verilmektedir" cümlesinde, Kur'an hakkında şüphe edenler bulunduğu
için, , ve ile pekiştirme
yapılmıştır.
6. "Âsâm at!
Musa onun deprendiğini görünce..."
cümlesinde hazif yoluyla icaz vardır. "Onu attı, o yılana dönüştü..." cümlesi
hazfedilmiş tir. Sözün akışı bunu göstermektedir.
7. ifadeleri
arasında tıbâk sanatı vardır.
8. "Âyetlerimiz
apaçık bir şekilde..." ifadesinde istiare vardır. "görmek" lafzı, açıklık ve
beyan için müsteâr olarak kullanılmıştır. Çünkü insan, eşyayı gözleri ile
görür. Yani, hakiki manada gözler için kullanılır.
9. "O, sanki
bir yılandır" cümlesinde mürsel mücmel teşbih vardır. Çünkü burada benzetme
edatı söylenmiş, benzetme yönü söylenmemiştir. Böylece mürsel ve mücmel teşbih
olmuştur.
10. "Onlar
farkına varmaksızın" cümlesinde nazik bir şekilde özür beyanı vardır. [33]
Bir Nükte
Bazı âlimler, Bir karınca, "Ey
karıncalar! Yuvalarınıza girin... dedi
âyeti ve devamı hakkında şöyle demişlerdir: "Bu âyet, Kur'an'ın hayret ifade
eden âyetlerinden biridir. Çünkü karınca, "ey" edatı ile seslendi, edatı ile
uyardı, "karıncalar" ifadesiyle, hitabın karıncalara olduğunu belirtti,
"giriniz" kelimesiyle emretti, "yuvalarınıza" terkibiyle, girecekleri yeri
belirtti, sizi ezmesin" ifadesiyle sakındırdı, sözüyle tahsis yaptı, ve onun orduları" terkibiyle genelleme yaptı,
"onlar farkına varmaksızın" sözüyle de, onların mazeretlerini bildirdi. Ne zeki
bir karınca!!... [34]
20. Süleyman kuşları gözden geçirdi ve şöyle
dedi: "Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı
karıştı?"
21. Ya bana
apaçık ber delil getirecek ya da mutlaka onu şiddetli bir azaba uğratacağım,
yahut boğazlayacağım!
22. Çok
geçmeden Hüdhüd gelip, "Ben, dedi, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe'den
sana çok doğru bir haber getirdim."
23. Ben, onlara
hükümdarlık eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla
gördüm.
24. Onun ve
kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine
yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru
yolu bulamıyorlar.
25. Göklerde ve
yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğiniz ve açıkça yaptığınızı bilen Allah'a
secde etmezler.
26. "O Allah ki
kendinden başka ilah yoktur ve büyük arşın da sahibidir."
27. Süleyman
dedi ki: "Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın,
bakacağız.
28. Şu
mektubumu götür, onu onlara ver, sonra onlardan biraz çekil de, ne sonuca
varacaklarına bak."
29. Sebe'
melikesi, "Beyler, ileri gelenler! Bana çok önemli bir mektup verildi "
dedi.
30.
"Mektup Süleyman'dandır, (Bisnıillâhirrah-mânirrahîm diye, yani)
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla başlamaktadır.
31. Bana baş
kaldırmayın, teslimiyet gösterip bana gelin,
denilmektedir.
32. Dedi ki:
"Ey ileri gelenler! Bu işimde bana bir fikir verin. Siz yanımda olmadan hiçbir
işi kestirip atmam."
33. Onlar, şu
cevabı verdiler: "Biz güçlü kuvvetli kimseleriz, zorlu
savaş erbabıyız; buyruk
senindir; artık ne emredeceğini düşün de karar
ver."
34. Melike,
"Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ileri
gelenleri hakir hale getirirler. Onlar böyle yaparlar"
dedi.
35. "Ben onlara
bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne ile
dönecekler."
36. Elçiler,
Süleyman'a gelince Süleyman şöyle dedi: "Siz bana mal ile yardım mı
ediyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Size verilen
hediyelerle ancak siz sevinirsiniz.
37. Onlara dön;
iyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları
muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız!"
38. Süleyman
dedi ki: "Ey ileri gelenler! Onlar
müslüman olarak bana gelmeden önce o melikenin tahtını bana hanginiz
getirebilir? "
39. Cinlerden
bir ifrît, "Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe
gücüm yeter ve ben güvenilir bir kimseyim " dedi.
40. Kitaptan
bir ilmi olan kimse ise, "Gözünü açıp kapamadan, ben onu sana getiririm" dedi.
Süleyman o-nu, yanıbaşma yerleşmiş olarak görünce, "Bu, dedi, şükür mü yoksa
nankörlük mü edeceğim diye beni imtihan etmek üzere Rabbimin lütfundandır.
Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelin-ce, o bilsin
ki Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem
sahibidir."
41. Dedi ki:
"Onun tahtım bilemeyeceği bir vaziyete getirin, bakalım onu tanıyabilecek mi?
Yoksa tanıyamayanlardan mı olacak?"
42. Melike
gelince, "Senin tahtın da böyle mi?" dendi: O; "Bu, tıpkı o" diye cevap verdi.
Süleyman şöyle dedi: "Bize daha önce bilgi verilmiş ve biz müslüman
olmuştuk."
43. Onu ise
Allah'tan başka taptığı şeyler alıkoymuştu. Kuşkusuz o, inkarcı bir
kavimdendi.
44. Ona "Köşke
gir!" dendi. Melike köşkü görünce derin bir su sandı ve eteğini yukarı çekti.
Süleyman "Bu, billurdan yapılmış, şeffaf bir zemindir" dedi. Melike dedi ki:
"Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmişim. Süleyman'la beraber âlemlerin
Rabbi olan Allah'a teslim oldum."
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Bu mübarek âyetler, Allah'ın,
kendisine hem peygamberlik hem de hükümdarlık verdiği Davud oğlu Süleyman
(a.s)'i anlatmaya devam eder. Süleyman (a.s) hem peygamber, hem de hükümdardı.
Yüce Allah, insanları ve cinleri onun emrine vermiş ve ona kuş dilini
öğretmişti. Bu âyet-i kerimeler, onun Sebe' kraliçesi Belkıs ile olan kıssasını
ve onun zamanında meydana gelen ilginç olayları anlatır. [35]
Kelimelerin İzahı
Teftiş etti. Tefakkud, insanın,
yanında olmayan şeyi araştırmasıdır.
Hab', gizlenmiş şey. Bir kimse,
bir şeyi gizlediğinde, der. Muzârii
mastarı ise dır.
Sâgîrûn, hor ve hakir kişiler. Bu
kelime, "horluk" manasına gelen kökündendir.
İfrît, insan ve şeytanların azgın
ve kuvvetlisi, hilekâr ve düzenbaz.
Sarh, köşk. Yüksek her binaya sarh
denir. Firavun'un," Haman! Bana bir köşk
yap"[36]
ifadesinde de bu manada
kullanılmıştır.
Mümerred, düz ve parlak. Buluğ
çağma geldiği halde sakalı çıkmayan kişiye emred (köse) denir. Üzerinde yaprak
bulunmayan ağaca da denir.
Kavârîr, şişe manasına gelen kelimesinin çoğuludur. [37]
Âyetlerin Tefsiri
20. Süleyman
(a.s) kuş topluluğunu teftiş etti: Hüdhüd'ü niçin burada göremiyorum? dedi.
Tefsirciler şöyle der: "Süleyman (a.s) yola çıktığında kuşlar onunla birlikte
çıkar ve kanatlarıyle onu gölgelendirirlerdi. Süleyman (a.s) karınca vadisinden
ayrılıp ıssız bir yerde konaklayınca ordu susadı ve ondan su istediler. Ona
suyun bulunduğu yeri Hüdhüd kuşu gösterirdi. "Şurada su vardır" dediğinde,
şeytanlar orayı kazar ve sular fışkırırdı. O gün Süleyman (a.s) Hüdhüd'ü aradı,
fakat bulamadı. Bunun üzerine, "Onu
niçin göremiyorum, yoksa kayıplara mı karıştı?" dedi. Buradaki edatı, munkatıa olup manasınadır. "Bilakis o
kayıplara karıştı. Benden izinsiz çekip gitti" demektir. [38]
21. O bana ya
mazaretini açıkça gösterecek bir delil getirir, ya da onu hapse atmak veya
tüylerini yolmak suretiyle elem verici bir cezaya çarptırırım, veya
keserim. [39]
22. Hüdhüd,
gittiği yerde kısa bir süre kaldıktan sonra Süleyman (a.s)'a geldi. Dedi ki:
Senin görmediğini gördüm ve bilmediğini öğrendim. Yemen'deki Sebe' şehrinden
sana çok önemli bir haber ve doğru bir bilgi getirdim. [40]
23. Gördüğüm
ilginç şeylerden biri şu: Belkıs isimli bir kadın onların kraliçesi olup, ona
itaatle boyun eğmektedirler.[41]
Ona, kralların ihtiyaç duyduğu dünya
nimetlerinden bol mal, çok asker, çok silah ve malzeme gibi herşey verilmiş.
İnci ve mercan ile süslenmiş büyük bir tahtı var. Katâde şöyle der: "Belkıs'm
tahtı, altından; tahtının ayakları mücevherlerden yapılmış olup inci ile
süslenmişti." Taberî şöyle der: "Burada, tahtın büyüklüğünden maksat, genişlik
ve yükseklik bakımından büyüklüğü değil, değer ve önem bakımından büyüklüğüdür.
Onun içindir ki İbn Abbas şöyle der: Güzel yapılmış, değerli bir tahttır.
Belkıs'ın tahtı altından, tahtın ayakları ise inci ve mücevherdendi."[42]
Daha sonra Hüdhüd, daha büyük ve önemli olayı anlatmaya başlayarak şöyle
dedi: [43]
24. Onların
hepsinin mecûsî olduğunu gördüm. Bir tek olan Allah'a tapmayı bırakıp da güneşe
tapıyorlar. Şeytan, Allah'ı bırakıp da güneşe tapmalarım ve ona secde etmelerini
onlara güzel göstermiş. Bu sapıklık dolayisıyle onları, gerçek ve doğru yoldan
alıkoymuş şeytanın saptırması sebebiyle, Allah'a ve onun birliğine yol
bulamıyorlar. Daha sonra hüdhüd, hayretle şöyle dedi: [44]
25. Göklerde ve
yerde gizlenmiş olan herşeyi ve gizlilikleri bilen Yüce Yaratıcı Allah'a secde
etmiyorlar da, güneşe mi secde ediyorlar.[45]
İbn Abbas şöyle der: "Allah, göklerde ve
yerde gizli olan herşeyi bilir". Allah gizliyi ve açığı, zahiri ve bâtını
bilir. [46]
26. Allah,
büyüklük ve yücelikte tektir. Yüce Arş'ın sahibi olup kendisine ibadet ve secde
edilmeye layıktır. Arş, yaratılmışların en büyüğü olduğu için, Yüce Allah onu
burada özellikle zikretti. Hüdhüd'ün sözü burada bitti. [47]
27. Süleyman
(a.s) dedi ki: Sözünü bir araştıralım. Doğru mu söylüyorsun yoksa yalan mı,
tesbit edelim. İbn Cevzî şöyle der: "Süleyman (a.s), kendisinden başka bir
hükümdar bulunmasını kabul etmediği için hüdhüd'ün haberinden şüphe etti. Sonra bir mektup yazarak onu mührüyle
mühürledi ve hüdhüd'e verdi. Şöyle dedi: [48]
28. Bu mektubu
al ve Sebe' kraliçesi ile ordusuna ulaştır. Sonra onlardan saklanarak yakın bir
yere çekil. Bak bakalım, nasıl cevap verecekler? Tefsirciler şöyle der: "Hüdhüd
mektubu alıp Belkıs'a ve kavmine gitti. Belkıs'm başı üzerinde süzülerek mektubu
kucağına bıraktı." [49]
29. Belkıs,
kavminin ileri gelenlerine, "Bana Önemli bir mektup geldi" dedi. [50]
30. Mektup
Süleyman tarafından gönderilmiş sonra onu açtı birde ne görsün içinde,
"Bismillâhirrahmânirrahîm" yazılı. Bu, mektuba güzel bir giriştir. Besmelede,
Rabliğin Allah'a mahsus olduğu ilan edilmiştir. Bundan sonra mektupta Allah'ın
birliğine ve onun emrine boyun eğmeye çağrı yapılmıştır. [51]
31. Kralların
yaptığı gibi, bana karşı büyüklük taslamayın ve mü'min olarak bana gelin. İbn
Abbas: "Allah'ı birleyiciîer olarak gelin" der. Süfyan ise: "Allah'a itaat
edenler olarak gelin" şeklinde tefsir eder. [52]
32. Belkıs dedi
ki: Ey kavmim! Bu mesele hakkında bana görüşlerinizi söyleyin. Siz bulunmadan
ve görüşünüzü almadan ben, herhangi bir şey yapacak değilim. [53]
33. İleri
gelenler dediler ki: Bizim çok asker ve silahımız var. Aynı zamanda çok iyi de
savaşırız. Biz senin emrindeyiz. Ne istersen bize emret, boyun eğeriz. Onların
bu sözü, son derece itaatkar olduklarını göstermektedir. Kurtubî şöyle der:
"Belkıs, kavmine güzel muamele eder ve karşılaştığı her durumda onlarla
istişare ederdi. İleri gelenler, onu mutlu edecek şekilde cevap vererek,
ordularının kuvvetli ve savaş gücüne sahip olduğunu ona bildirdiler. Sonra da
işi, onun görüşüne bıraktılar. Bu, herkesin yapması gereken güzel bir
diyalogtur.[54]
Hasan-ı Basrî şöyle der: "işlerini,
tecrübeli cesur ve becerikli bîr kadına bıraktılar. Belkıs, onlardan daha sağlam
görüşlü ve bilgili olduğu için bu sözleri söylediler."[55]
34. Belkıs dedi
ki: Kralların adeti şöyledir: Onlar, herhangi bir ülkeyi savaşarak alırlarsa
orayı yakıp yıkarlar Oranın ileri gelenlerini
öldürür, esir ve sürgün ederek zelil ederler. Savaşarak girdikleri her
şehirde, âdet ve usulleri böyledir. Sonra sulh ve barış yoluna yönelerek şöyle
dedi: [56]
35. Ben ona,
onun gibilerine yakışan büyük bir hediye göndereceğim. Bakayım, kabul mü edecek,
yoksa red mi edecek. Katâde şöyle der: "Kadın, müslümanhğmda da, müşrik-liğinde
de ne akıllı idi! Hediyenin, insanları etkilediğini biliyordu." İbn Abbas şöyle
der: "Kavmine dedi ki: "Eğer hediyeyi kabul ederse, o, dünya peşinde koşan bir
kraldır. Onunla savaşın. Kabul etmezse, o, doğru sözlü bir peygamberdir. Ona
uyun.[57]
36. Belkıs'm
elçileri Süleyman'a büyük hediyeyi götürünce, Süleyman (a.s) onları azarlayarak
dedi ki: Sizi inkarınız ve hakimiyetiniz üzerinde bırakmam için, mal ve
hediyelerle beni aldatmaya mı çalışıyorsunuz? Allah'ın bana verdiği
peygamberlik ve bol mal, size verdiği süslü hayattan daha iyidir. Benim, sizin
hediyenize ihtiyacını yok. Bilakis hediyelere siz sevinirsiniz. Çünkü siz
dünyada, birbirinize karşı övünen ve mal çokluğu ile böbürlenen kimselersiniz.
Sonra Süleyman (a.s) heyet başkanına şöyle dedi: [58]
37.
Hediyelerini onlara geri götür. Allah'a yemin olsun ki, üzerlerine, karşı
koyamayacakları ve savaşamaya-caklan bir ordu ile geleceğiz. Müslüman olarak
bana gelmedikleri takdirde, onları mutlaka hor ve hakir olarak yurt ve
ülkelerinden çıkaracağız. İbn Abbas şöyle der: "Belkıs'm elçileri Süleyman
(a.s)'ın yanından dönüp durumu ona haber verdiklerinde, Belkıs "Bu zatın kral
olmadığını anladım, bizim ona gücümüz yetmez" dedi. Süleyman' (a.s)'a elçi
gönderip: "Ben, kavmimin ileri gelenleri
ile sana geliyorum. Durumunun ne olduğunu ve çağırdığın dininin nasıl bir din olduğunu göreyim" dedi. Sonra 12.000
komutanla Süleyman'ın yanma gitti."[59]
38. Süleyman
(a.s), yanında bulunan ordu kumandanlarına: Belkıs, kavmi ile birlikte,
müslü-man olarak bana gelmeden önce, onun, mücevherle süslü tahtını bana kim
getirecek?" dedi. Beyzâvî şöyle der: "Süleyman (a.s), bununla Allah'ın
kendisine özel olarak
vermiş olduğu gücünü
ve peygamberlik iddiasında
doğruluğunu gösteren, harikulade şeylerden bazılarını, Belkis'a göstermek ve
onun tahtını tanınmayacak bir hale getirip de tanıyıp tanımayacağını görmek
suretiyle zekasını denemek istedi."[60]
39. Güçlü
cinlerden biri olan ifrit dedi ki: Sen, hüküm meclisinden kalkmadan önce ben onu
sana getiririm. Süleyman (a.s), her gün sabahtan öğleye kadar hüküm meclisinde
otururdu. Ifrit'in bundan maksadı, tahtı, yarım günden daha az bir zaman
içersinde getireceğini ona bildirmekti. Şüphesiz ben onu taşıyabilirim. İçinde
bulunan mücevher, inci ve diğer kıymetli eşya hakkında da emin birisiyim. [61]
40. Kendisinde
kitap bilgisi olan kimse ise, "Gözünü açıp kapamadan ben onu sana geti-rim"
dedi. Tefsirciler şöyle der: "O, Âsaf b. Berhiyâ'dir. Sıddîklardan olup, dua
edildiğinde kabul olunan ism-i a'zam duasını bilirdi. Belkıs'm tahtını getiren
odur. Süleyman'a (a.s) şöyle demişti: Sen gözünü açıp kapamadan ben onu sana
getiririm. Allah'a dua etti. Taht anında geliverdi, Süleyman (a.s) bakıp tahtı
yanıda hazır görünce: "Bu, Allah'ın bana lütfü ve ihsanıdır" dedi. Lütuf ve
ihsanına şükür mü yoksa onu inkar mı
edeceğimi denemek için böyle yaptı. Kim şükrederse, faydası kendisinedir. Çünkü
şükür, Allah'ın lütfunu artırır. Nitekim âyet-i kerimede, "Eğer şükrederseniz
sizin için mutlaka artırırım"[62]
buymlmııştur. Kim de şükretmez ve
Allah'ın lütfuna nankörlük ederse, bilsin ki, Allah'ın ona ve şükrüne ihtiyacı
yoktur. Allah, nimetine nankörlük edenlere lütfetmede de cömerttir. Sebe'
kraliçesi, Süleyman (a.s)'ın ülkesine yaklaşınca, kraliçeyi imtihan etmek için
tahtının bazı alâmetlerinin değiştirilmesini emretti. [63]
41. İnsanın,
bilinemeyecek şekilde halini değiştirdiği gibi, onun tahtının bazı şekil ve
vasıflarını da değiştirin, dedi. Bakalım onu gördüğünde, kendi tahtı olduğunu
tanıyabilecek mi, yoksa tanıyamıyacak mı? Süleyman (a.s) bununla Belkıs'm zekâ
ve aklını denemek istedi. [64]
42. Belkıs
geldiğinde ona: "Senin tahtın, bu gördüğün tahta benziyor mu?" denildi. Bir
ipucu vermiş olmamak için Süleyman (a.s): "Bu senin tahtın mı? demedi, Belkıs,
bu benim tahtıma benziyor, dedi. "Evet odur" veya "Hayır o değildir" demedi. İbn
Kesir şöyle der: "Bu son derece akıllı ve zekice bir davranıştır."[65] Bu; Süleyman (a.s)'ın sözlerindendir.Yani,
Süleyman (a.s), Allah'ın nimetlerini anarak: "Allah ve onun kudreti hakkında bu
kadından önce bize, bilgi verilmiştir. Ve biz ondan önce Allah'a teslim
olanlarız. Biz ilim ve İslam bakımından ondan öndeyiz" dedi. [66]
43. Daha önce
güneşe ve aya tapmış olması, onu Allah'a iman etmekten alıkoydu, inkarı ve
müşrik kavim arasında yetişmiş olması sebebiyle o kafirlerden oldu. [67]
44. Belkıs'a:
"Bu büyük köşke gir" denildi. Belkıs o büyük sarayın avlusunu görünce, onu
derin bir su sandı. Oraya girmek için ayaklarının az yukarısını açtı. Süleyman
(a.s) dedi ki, "o, saf camdan yapılmış, düz ve'parlak bir saraydır... Bunun
üzerine Belkts, "Ey Rabbim! dedi. Kuşkusuz ben, şirk koşarak ve güneşe taparak
kendime zulmettim. Dinini kabul ederek Süleyman'a uydum. Âlemlerin Rabbine
inanmış olarak İslam'a girdim. İbn Kesir şöyle der: "Bu âyetle anlatılmak
istenen şudur: Süleyman (a.s) bu kraliçe için, billurdan yapılmış güzel ve büyük
bir saray edindi ki, ona güç ve kuvvetinin büyüklüğünü göstersin. Belkıs,
Allah'ın Süleyman (a.s)'a verdiği şeyi ve onun durumunun yüceliğini görüp
düşününce Allah'ın emrine boyun eğdi ve Süleyman (a.s)'ın büyük bir peygamber ve
Hükümdar olduğunu anladı da, Yüce Allah'a teslim oldu."[68]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek
âyetler birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda
özetliyoruz:
1. "Hüdhüd'ü
niçin göremiyorum?" Bu, hayret ifâde eden bir üsluptur.
2. "Onu mutlaka
cezalandıracağım", "veya onu mutlaka keseceğim", "ya da mutlaka bana delil
getirir" lafızlarında, te'kid, pekiştirme edatının terarlanması, yapılacak işlerin
kesinlikle yapılması gerektiğini gösterir.
3. "Senin
bilmediğini bildim" ifadesinde tibâk-ı selb vardır. Aynı şekilde, yol bulursun",
II yol bulmazlar" sözleri arasında da tıbâk-ı selb vardır.
4. "Sana,
Sebe'den bir haber getirdim" cümlesinde cınâs-ı latîf vardır. Bazı harfleri
değiştiği için buna cinâs-ı nâki£ denir.[69]
5.
Gizliyorsunuz? ile açıklıyorsunuz?" arasında mana yönünden tıbâk vardır.
arasında da aynı şekilde tibâk vardır.
6. "Doğrumu
söyledin?" ile "yoksa yalan söyleyenlerden misin?" arasında mana yönünden tıbak
vardır. Beyan âlimleri şöyle der:
Burada, mana bakımından olan
tıbâk, lafız bakımından olan tıbâktan daha vurguludur. Çünkü, fiil cümlesinden
isim cümlesine dönülmüştür. Bu da, devamlılık ifade eder. Eğer, "doğru mu
söyledin, yoksa yalan mı?" deseydi, bu manayı vermezdi. Çünkü bu ifadeye göre
Hüdhüd bu işte yalan söyleyebilir, başkasında söylemeyebilir. "Yoksa yalan
calırdan mısın?" sözü, şunu ifade eder: Hüdhüd yalancıların yoluna girmekle
tanınmışsa, o kuşkusuz yalancıdır. Ona asla güvenilmez.
7. "Kalkarsın"
ile, "makamından" arasında cinâs-ı iştikak vardır. kelimeleri arasında da aynı
sanat vardır.
8. "Sanki bu,
odur" cümlesinde teşbîh vardır. Yani bu, şekil ve evsâf bakımından benim tahtıma
benziyor. Buna mür sel-mücmel teşbîh denir.
9. "Gözünü açıp
kapamadan" cümlesinde güzel bir istiare vardır. Tahtı getirmesinin hızı, insanın
bakışının geri dönmesine benzetilmiştir. Göz kapaklarının birbirine değmesi
demektir. Bu, hızın ifade edilmesinde mümkün olan en kuvvetli vurgudur. "Kıyamet
saatinin durumu ise, göz açıp kapama
gibi, veya daha az bir zamandan başkası
değildir"[70]
Mealindeki âyette de bu sanat vardır.
Yüce Allah, yüksek hız için, irtidâdu'1-tarf i müsteâr olarak kullanmıştır.[71]
10. Birçok
âyette, âyet sonlan birbirine uygun düşmüştür. Bunun da, insan ruhuna güzel bir
etkisi vardır. Mesela: Yoksa kayıplara mı karıştı?" Ya da mutlaka bana apaçık
bir delil getirir", "Sana Sebe'den çok doğru bir haber getirdim. "Bu bölümün
sonuna kadar böyle âyetler vardır. [72]
Bir Nükte
Bazı ilim adamları, "Kuşları
teftiş etti" sözünden, hükümdarın, halkının durumunu teftiş etmesinin iyi bir
şey olduğu hükmünü çıkarmışlardır. Aynı şekilde arkadaş, yakın ve dostların
durumunu araştırmanın da iyi olduğunu söylemişlerdir. Onlardan biri şöyle
demiştir:
Süleyman (a.s) bize bir çığır
açtı. Açtığı çığırda ona uyulmuştur. Mülkünde bulunan kuşları teftiş etti ve :
"Niçin hüdhüd'ü göremiyorum?" dedi. [73]
45. "Allah'a
kulluk edin!" desin diye, Semûd kavmine kardeşleri Salih'i görderdik. Hemen birbiriyle çekişen
iki zümre oluverdiler.
46. Salih dedi
ki: Ey kavmim! İyilik dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz?
Allah'tan mağfiret dile -seniz olmaz mı? Belki size merhamet
edilir.
47. "Senin ve
beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık" dediler. Salih, "Size çöken uğursuzhık, Allah
katımladır. Hayır sîz imtihana çekilen bir kavimsiniz"
dedi.
48. O şehirde
dokuz kişi vardı ki, bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar, iyilik tarafına
hiç yanaşmıyorlardı.
49. Allah'a and
içerek birbirlerine şöyle dediler: Gece ona ve ailesine baskın yapalım; sonra da
velisine, "Biz Salih ailesinin yok edilişi sırasında orada değildik, inanın ki
doğru söylüyoruz " diyelim.
50. Onlar böyle
bir tuzak kurdular. Biz de kendileri farkında olmadan, onların planlarını
bozduk.
51. Bak işte,
tuzaklarının akıbeti nice oldu: Onları da, kavimlerini de toptan helak
ettik!
52. İşte
haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! Anlayan bir kavim için elbette bunda bir
ibret vardır.
53. İman edip
Allah'a karşı gelmekten sakınanları kurtardık.
54. Lut'u da
gönderdik. Kavmine şöyle demişti: Göz göre göre hâlâ, o hayasızlığı yapacak
mısınız?
55. İlle de
kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşacak mısınız? Doğrusu siz,
beyinsizlikte devam edegelen bir kavimsiniz!
56. Kavminin
cevabı sadece "Lut ailesini memleketinizden çıkarın; çünkü onlar temiz kalmak
isteyen insanlarmış!" demelerinden ibaret oldu.
57. Bunun
üzerine onu ve ailesini kurtardık. Yalnız karısı müstesna; onun, helak
olanlardan olmasını takdir ettik.
58. De ki:
"Hamd olsun Allah'a selam oisun seçkin kıldığı kullarına. Allah mı daha hayırlı,
yoksa O'na koştukları ortaklar mı?"
60. Yoksa
gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? Ki onunla, biz bir ağacını
bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah'la
beraber başka bir ilâh mı var?! Doğrusu onlar Allah'a başkasını denk tutan bir
güruhtur.
61. Yoksa
yeryüzünü oturmaya elverişli kılan, aralarından nehirler akıtan, arz için sabit
dağlar yaratan, iki deniz arasına
engel koyan mı?
Allah'ın yanında başka bir ilâh mı var? Doğrusu onların çoğu
bilmiyorlar.
62. Yoksa,
kendine yalvardiği zaman bunalmışa karşılık veren ve sıkıntıyı gideren, sizi
yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'ın yanında başka bir ilâh mı var?! Ne
kadar da kıt düşünüyorsunuz!.
63. Yoksa,
karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin önünde
rüzgarları müjdeci olarak gönderen mi? Allah'ın yanında başka bir ilâh mı var?!
Allah, onların koştukları ortaklardan çok
yücedir.
64. Yoksa
yoktan yaratan, yok olduktan sonra tekrar dirilten ve sizi hem gökten hem
yerden rızıklandı-ran mı? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var?! De ki:
"Eğer doğru söylüyorsanız kesin delilinizi getirin.
65. De ki:
"Göklerde ve yerde, Allah'tan başka kimse gaybi bilmez. Ve onlar ne zaman
diriltilecekleri-ni de bilmezler."
66. Hayır;
onların âhiret hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır. Bundan öte onlar şüphe
içindedirler. Hattâ onlar âhiret bilgisi bakımından, tam bir karanlık
içindedirler.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah, sûrenin başında Musa
(a.s)'nın kıssasını anlattı. Ardından Davud ve Süleyman (a.s)'nm kıssasından ve
bu kıssada bulunan ilginç ve enteresan şeylerden bahsetti. Bu âyetlerde ise
Salih (a.s) ve Lut (a.s)'un kıssalarını anlattı. Bütün bu kıssaların maksadı
öğüt vermek, ibret alınmasını sağlamak ve yalanlayanların yok edilmesi hususunda
Allah'ın kanununu açıklamaktır. Bundan sonra Yüce Allah, birliğini, ilmini ve
kudretini gösteren delilleri anlatmaktadır. [74]
Kelimelerin İzahı
Uğursuzluğa uğradık. Bu kelime,
uğursuzluk manasına gelen dan alınmıştır. Zeccâc şöyle der: "Bunun aslı dır.
iğâm olundu. sakin olduğu için, okunabilmesi gayesiyle elif
getirildi,
Hâviye, boş manasınadır. Karın boş
olduğu zaman kullanılan ve yıldız
battığında kullanılan sözünden alınmıştır. Fahişe, çirkin ve âdi
fiil.
Hadâik, nın çoğuludur. Hadîka ise,
etrafı duvarla çevrili bahçe demektir. Ferrâ şöyle der: "Hadîka, etrafı duvarla
çevrili olan bahçedir. Etrafı çevrili olmayan bahçeye denir.[75]
Karâr, üzerinde, bir şeyin sabit
durduğu karargah.
Haciz, iki şeyin arasını ayıran
engel. [76]
Ayetlerin Tefsiri
45. Allah'a
andolsunki, Semûd kabilesine de kardeşleri Salih (a.s)'i gönderdik. Salih (a.s),
dinen değil, soy bakımından onların kardeşi idi. Onları, Allah'ı birlemeye ve
ona ibadet etmeye çağırıyordu. Ayetteki, mahzuf yeminin cevabıdır, Hemen, din
hususunda birbirleriyle çekişen, mü'minler ve kâfirler olarak iki gruba
ayrıldılar. Mücâhid şöyle der: "Onlar, mü'inin ve kâfir olmak üzere iki grup
idiler. Birbirleriyle çekişmeleri ise, din hususunda ihtilafları ve
cedellcridir. Mânâ dikkate alınarak fiil, ikil değil de çoğul kipiyle şeklinde
gelmiştir. [77]
46. Salih (a.s)
onlara, acıma ve şefkatle şöyle dedi: Ey kavmim! Niçin rahmet istemeden azabı
istiyorsunuz? Neden, rahmeti istemiyorsunuz da, azabı istemede acele
ediyorsunuz? Allah'ın, tevbinizi kabul edip size merhamet etmesi için, şirki
bırakıp Allah'a donseniz ya!? Tefsirciler şöyle der: "Kâfirler, aşırı
inkarlarından dolayı: "Ey Salih! Bize,
Allah'ın azabını getir" derlerdi. Salih (a.s) de onlara şöyle dedi: Azap
gelmeden önce, Allah'tan bağışlanmanızı dileseniz ya. Çünkü hayrı acele
istemek, şerri acele istemekten daha iyidir."
[78]
47. Dediler ki,
"Ey Salih! Senin ve senin peşinden
giden mü'minlerin yüzünden uğursuzluğa uğradık. Şüphesiz, başımıza gelen belanın
sebebi sizsiniz. Onlara kıtlık gelmiş ve aç kalmışlardı. Sâfih (a.s) dedi ki:
Gerçekten, sizin, hayır veya serden nasibiniz Allah kalındadır. O'nun hükmüyle
olur. Dilerse size rızık verir, dilerse mahrum eder. Salih onlara yumuşak bir
şekilde hitap edince, onlar sertçe cevap verdiler ve: "Senin ve
beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık" dediler. Salih (a.s) da,
uğursuzluklarının, kendisi ve mü'minler yüzünden değil, yaptıkları yüzünden
olduğunu onlara bildirdi, Bilakis, gerçek şu ki, siz, öyle bir topluluksunuz
ki, vesvesesi ve aldatmasıyla şeytan sizi fitneye düşürüyor. Söylediklerinizi,
bundan dolayı söylüyorsunuz. [79]
48. Salih'in
şehri olan Hicr'de, kavminin ileri gelenlerinden dokuz kişi vardı. Dahhâk şöyle
der: "Bu dokuz kişi, o şehir halkının ileri gelenleri idi." Onların işi, fesat
çıkarmak ve her vesile ve yol ile kullara eziyet etmekti. İbn Abbas şöyle der:
"Onlar, deveyi boğazlayanlardır." [80]
49. Dediler ki,
geceleyin Salih'i ve ailesini öldürelim
sonra da, onun kanını dava edecek velisine "Biz onun öldürüldüğü yere gelmedik.
Ne onun, ne de ailesinin katilini biliyoruz diyelim" diye Allah'a yemin edin,
dediler. Doğru söylediğimize dair onlara yemin edelim, İbn Abbas şöyle der:
"Kılıçlarını çekerek Salih'in (a.s) evine geldiler. Bunun üzerine melekler,
onlara taş atıp öldürdüler."[81] Yüce Allah şöyle buyurdu: [82]
50. Onlar
Salih'i öldürmek için tuzak kurdular. Biz de, tuzaklarına karşı onları, yok
etmeyi çabuklaştırmak suretiyle cezalandırdık. Yüce Allah, müşâkele yoluyla,
kendi yaptığına da tuzak adı verdi.[83]
Onlar farkına varmadan, biz onları cezalandırdık. Ebu Hayyân şöyle der: "Onların
tuzağı, Salih (a.s)'i ve ailesini öldürmek için, gizlice plan yapmalarıdır.
Allah'ın tuzağı ise, bilmedikleri bir taraftan onları yok etmesidir."[84]
51. Onların
yaptıklarının sonunu ve tuzaklarının neticesini iyice düşün. Biz hepsini nasıl
yok ettik. Sonunda harap ve yok oldular. [85]
52. İşte,
evleri ve yurtları! Zulüm ve inkarları yüzünden bomboş. Çünkü oraların halkı yok
olup gitti. İşte bu, hayret verici yok etmede, Allah'ın gücünü bilen ve ibret
alan bir kavim için büyük bir ders yardır. [86]
53. Salih ile
birlikte, iman eden takva sahibi mü'minleri azaptan kurtardık. [87]
54.
Peygamberimiz Lut'u da hatırla. Hani o, kavmi Sodom halkına şöyle demişti.
Fahişelik ve çirkin bir iş olduğunu kesin olarak bildiğiniz halde, o çirkin
fiili mi yapıyorsunuz? Bu çirkin fiil, oğlancılıktır. [88]
55. Ey kavim!
Aşırı beyinsizliğinizden dolayı, kadınları bırakıp da erkekleri mi
istiyorsunuz.? Kınamak maksadıyla söz tekrarlanmıştır. O çirkin yolla, erkeler
erkeklerle yetiniyordu. Bilakis siz arsız ve beyinsiz kimselersiniz.
Dolayısıyle bu çirkin fiili, Allah'ın size helal kıldığı kadınlara tercih
ediyorsunuz. [89]
56. O
suçluların cevabı, "Lut'u ve ailesini yurdunuzdan çıkarın" demekten başka bir
şey olmadı. "Onlar, pisliklerden uzak duran ve yaptıklarımızı pislik sayan bir
topluluktur" Bu, Lut fa.s ailesinin yurttan çıkarılması ve kovulması gerdiğini
gösteren bir sebeptir. Katâde şöyle der: "Vallahi, onların ayıpları olmadığı
halde, kötü işlerden uzak durdular diye onları ayıpladılar. İbn Abbas da şöyle
der: "Bu bir alaydır. Mü'minler, erkeklerin dübürlerinden uzak durdukları için,
onlarla alay ediyorlardı."[90]
57. Kavminin
başına gelen azaptan onu ve karısının dışındaki aile fertlerini kurtardık.
Karısını, kaza ve kaderimizle helak edip azap içinde kalanlardan kıldık. [91]
58. Üzerlerine
gökten yağmur gibi taş yağdırdık da bu yağmur onları helak etti. Onların başına
yağdırılan bu azap yani pişirilmiş çamurdan meydana gelmiş yoğun taş yağmuru ne
kötüdür. Yüce Allah, önceki âyetlerde peygamberlerin kıssalarını anlatınca,
ardından, birliğini ve gücünü gösteren delilleri anlattı. [92]
59. Ey
peygamber! De ki, lütufları ve nimetleri için Allah'a hamdolsun Selâm,
peygamberlik için seçtiği ve davetini tebliğ için tercih ettiği kullan üzerine
olsun. Zemahşerî şöyle der: "Yüce Allah peygamberine, kendisinin birliğini
gösteren, gücünü ve hikmetini delilerle anlatan şu âyetleri okumasını ve
Allah'a hamd ve peygamberlere salât ile başlamasını emretti. Burada güzel bir
davranış iyi bir şekilde öğretilmektedir. Ki, bu da, Allah'a hamdetmek ve
peygamberlere salât ve selâm getirmektir. Bu güzel davranışı, büyükten küçüğe,
âlimler, hatipler ve vaizler, birbirlerinden alagelmişlerdir. Her ilmi okumadan
ve her vaaz ve öpde başlamadan önce peygamberine salât ve selâm okumuşlardır."[93]
Allah mı hayırlı, yoksa Ona koştukları ortaklar mı? Bu âyet, müşrikleri
susturmakta ve onların davranışlarım alaya almaktadır. Yani, hikmet sahibi,
yoktan yaratan Allah mı daha hayırlı, yoksa taptıkları, işitmeyen ve is-'
teklere cevap veremeyen putlar mı daha hayırlı?
[94]
60. Bu âyet,
Allah'ın birliğim gösleren bir başka delildir. Yani, bu kâinatı yoktan var eden,
bu yükseklik ve durulukta gökleri yaratan, göklerde parlak yıldızları, yeri ve
yerde bulunan dağları, ovaları, nehirleri ve denizleri yaratan mı daha
hayırlıdır? Yoksa ortak koştukları putlar mı? Allah, kudretiyle sizin için
bulutlardan yağmur yağdırdı ve bu yağmurla, güzel, yeşil, parlak ve çok güzel
manzaralı bağlar ve bahçeler yetiştiştirdi. Bırakın meyvesini de, insanoğlu,
onun ağacını bile bitiremez. onlar için bu mümkün değildir. Onunla birlikte
başka bir ilâh mı var ki, ikisini eşit tutasmız. Yaratan ve meydana getiren
sadece odur. Bu bir istifhâm-ı inkârîdir. Fakat onlar, Allah'a ortak koşan bir
topluluk olup putları onun dengi ve benzeri saymakta ve yaratıp rızık verenle
onları eşit saymaktadırlar. [95]
61. Ayet,
Allah'ın varlığını gösteren bir başka delildir. Yani Allah, yeryüzünü, üzerinde
yerleşip ikâmet edebileceğiniz bir şekilde, insan ve hayvanlar için karargâh
kılmıştır. Yer katmanlarında ve vadilerinde temiz ve tatlı nehirler akıttı. Bu
nehirler, gerek yer katmanlarında ve gerek vadilerde doğuya, batıya, kuzeye ve
güneye doğru akıp giderler. Sizi sarsmasın diye yeryüzünü sabit tutacak yüksek
dağları yarattı. Tatlı suyla tuzlu arasına, birbirlerine karışmalarını
engelleyecek bir engel koydu ki, deniz suyu tatlı suları bozmasın.[96]
Allah'la birlikte, ondan başka ilâh mı
var? Bilakis müşriklerin çoğu, gerçeği bilmiyorlar ve başkasını Allah'a ortak
koşuyorlar. [97]
62. Bu,
Allah'ın birliğini gösteren üçüncü delildir. Kendisine bir
musibet gelip de
sıkıntıya düşen kimse,
ona dua ettiğinde, duasına cevap
verip İsteğini yerine getiren ve ondan, o musibet ve sıkıntıyı kaldıran ve sizi
yeryüzünün, onu nesilden nesile ve toplumdan topluma onaracak olan sakinleri
kılan Allah mı hayırlı, yoksa putlar mı? Allah'la birlikte bunları yapacak bir
ilâh mı var ki, ona tapasınız? Gördüklerinizden ne de az öğüt ve ibret
alıyorsunuz. [98]
63. Bu,
dördüncü delildir. Yani, karalarda, çöllerde
ve denizlerde, zifiri
karanlıkta yolculuk
yaparken, sizi maksadınıza gece ve gündüz gitmek için
yöneldiğiniz ülkelere götüren yolu gösteren, ve rüzgarı, insanlar ve ülkeler
için bi rahmet olan yağmurun inişini müjdeleyici olarak sevkeden mi hayırlı,
yoksa putlar mı? Allah'la birlikte bunları yapacak bir ilâh mı var? Yaratıcı ve
güçlü olan Yüce Allah, yaratılmış ve âciz olanların ortaklığından uzaktır. [99]
64. Bu, beşinci
delildir. İnsanı ilk olarak yaralan,
sonra, yok olduktan sonra tekrar dirilten mi hayırlıdır, yoksa diğerleri mi?
Zemahşerî şöyle der:"Müşrikler tekrar dirilmeyi inkar ettikleri halde, Yüce
Allah onlara nasıl böyle hitap etti? denilirse, şöyle cevap verilir:
Bilmelerini ve ikrar etmelerini sağlamak suretiyle mazeretleri ortadan
kaldırıldı Artık onların, inkar hususunda herhangi bir mazeretleri kalmadı."[100]
Size gökten yağmuru indirip yeryüzünün bereketlerinden, sizin için ekin ve
meyveleri bitiren mi, yoksa diğerleri mi hayırlı? Ebû Hayyân şöyle der: Yüce
Allah'ın, insanoğlunu yaratması onlar için bir lütuf ve ihsan olduğu ve lütuf da
ancak rızıkla tamamlandığı için Yüce Allah, Size rızık olarak, gökten yağmuru,
yerden de bitkileri veren mi hayırlıdır? buyurdu.[101]
Allah'la birlikte bunu yapacak bir ilâh mı var? Allah'la birlikte başka bîr"
ilâhın olduğuna dair söylediklerinizde doğruysanız, iddianızın delillerini
getiriniz.[102]
65. De ki,
gaybı, sadece, tek olan Yüce Allah bilir. Kurtubî şöyle der: "Bu âyet, Peygamber
(s.a.v.)'e kıyametin ne zaman kopacağını soran müşrikler hakkında inmiştir.
Mahlûkât, öldükten sonra ne zaman diriltileceklerini bilmezler. [103]
66. Müşrikler,
âhireti ve âhiret hallerini biliyorlar ve ona inanıyorlar mı ki, kıyametin
kopma zamanını soruyorlar. Onlar âhirete inanmadıkları halde, kıyametin ne zaman
kopacağını niçin soruyorlar? Bilakis
onlar âhiret hakkında şüphe içindedirler, ona inanmazlar, dolayısıyle inat ve
kibir gösteriyorlar. Âyette geçen edatı, önceki cümleyi bırakıp yeni bir cümleye
geçmek için gelmiştir. Hattâ onlar âhiret hakkında kördürler. Onların, âhiretin
meydana geleceğini gösteren delilleri anlayacak basiretleri yoktur. Zira karın
doyurmak ve cinsî tatmine ulaşmak gibi, nefsânî zevklerle uğraşmaları, onları,
düşünmeyen ve anlayamayan hayvanlar haline getirmiştir. Ibn Kesir şöyle
der: "Onlar, kıyametin
varlığı ve meydana
gelmesi hususunda şüphe içindedirler. Hattâ bu hususta, büyük
bir cehalet ve körlük içindedirler. [104]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek
âyetler, birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda
özetliyoruz:
1. "
bozuyorlar" ile "düzeltmiyorlar" arasında tıbâk sanatı
vardır.
2. "Allah'tan
mağfiret dilemelisiniz" cümlesi teşvik ifade eder.
3. "uğursuzluğa
uğradık" ile "uğursuzluğunuz" arasında cİnâs-ı iştikak
vardır.
4. "tuzak
kurdular" ile "biz de tuzak kurduk" arasında müşâkele sanatı vardır. Yüce Allah,
onları yok ve helak etmesine, müşâkele yoluyla "tuzak"
dedi.
5. "kötülük"
ile "iyilik" arasında tıbâk vardır.
6. "Göz göre
göre, hâlâ o hayasızlığı yapacak mısınız?" sorusu kınama ifade
eder.
7. "Allah mı
hayırlı, yoksa ortak koştukları mı?" cümlesi, azarlama ve alay üslubuyla
söylenmiştir.
8. "Rahmetinden
önce" terkibinde latif bir istiare vardır. "Yağmur yağmadan önce" demektir.
Burada, Yüce Allah, "iki el" kelimesini, yerinde müsteâr olarak
kullanmıştır.
9. "ilk defa
yaratan" ile "öldükten sonra onu tekrar dirilten" arasında tıbâk
vardır.
10. "Hattâ
onlar, kıyamet hakkında kördürler" cümlesinde istiare vardır. Körlük, hakkı
görmemezlikten gelmek, Allah'ın nimetlerini düşünmemek yerinde müsteâr olarak
kullanılmıştır.
11. Ayet
sonlarında uygunluk vardır. Bu, sözün güzelliğini ve parlaklığını artıran
unsurlardandır. Kulağa da ayrı bir etkisi vardır. Meselâ ve gibi. Bunun
benzerleri çoktur. âyetinde de bu güzellik vardır. Kur'an-ı Kerim'de dilin ifade
edemeyeceği kadar parlak bir beyan üslubu vardır. Bu mucize kitabı, sadece Ummî
Peygamberine (s.a.v.) gönderen Yüce Allah, noksan sıfatlardan uzaktır. [105]
67. İnkarcılar,
dediler ki: "Sahi, biz ve atalarımız, toprak olduktan sonra, gerçekten
çıkarılacak mıyız?!
68. Andolsıın
ki, bu telıdid bize yapıldığı gibi, daha önce atalarımıza da yapılmıştır. Bu,
öncekilerin masallarından başka bir şey değildir."
69. De ki:
"Yeryüzünde gezin de, günahkarların akıbeti nice oldu,
görün!"
70. Onların
yüzünden tasalanma, kurmakta oldukları tuzaklardan ötürü sıkıntı
duyma.
71. Onlar,
"Eğer doğru söylüyorsanız, bu tehdit ne zaman" derler.
72. De ki: "Çabucak gelmesini istediğiniz şeyin bir
kısmı herhalde yakında başınıza gelecektir."
73. Şüphesiz
Rabbin, insanlara karşı lütuf sahibidir; fakat insanları çoğu
şükretmezler.
74. Rabbin
elbette onların kalblerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da
bilir.
75. (îökte ve
yerde göze görünmeyen hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta
bulunmasın.
76. Doğrusu bu
Kur'an, İsrailoğullarına, hakkında ihtilaf edegeldikleri şeylerin pek çoğunu
anlatmaktadır.
77. Ve O,
mü'minler için gerçekten bir hidâyet
rehberi ve rahnıetttir.
78. Rabbin
şüphesiz, onlar arasında hükmünü verecektir. O, çok güçlü, çok hikmet
sahibidir.
79. O halde sen
Allah'a güven. Çünkü sen, apaçık hakikat üzeresin.
80. Bil ki sen,
Ölülere, arkalarını dönüp kaçınca sağırlara da'veti
duyuramazsın.
81. Sen körleri
sapıklıklarından çevirip doğru yola getiremezsin. Ancak âyetlerimize iman edip teslim
olanlara duyurabilirsin.
82. Azap onlara
uıklaştığı zaman, onlar için bir "dabbe" çıkarırız da, hu onlara, insanların
âyetlerimize iman etmemiş olduklarını söyler.
83. O gün,
âyetlerimizi yalanlayan her ümmetten birer cemaat toplarız da onlar toplu olarak
sevkedilirler.
84. Nihayet
geldikleri zaman Allah buyurur: "Siz benim âyetlerimi, ne olduğunu kavramadan
yalan mı saydınız? Yoksa başka ne yapmakta idiniz? "
85. Yaptıkları
haksızlıktan ötürü, azap gerçekleşmiştir; artık onlar
konuşamazlar.
86. Dinlensinler diye geceyi karanlık ve çalışsınlar diye
gündüzü aydınlık kıldığımızı görmediler mi? İman eden bir kavim için elbette
bunda bir çok ibretler vardır.
87. Sûr'a
üfürüldüğü gün, Allah'ın
diledikleri müstesna, göklerde ve yerde
bulunanlar hep
dehşete
kapılır. Hepsi boyunları bükük
olarak O'na gelirler.
88. Sen dağları
görürsün de onları yerinde durur sanırsın. Oysa onlar bulutların
yürümesi gibi yürümektedirler. Bu, her şeyi sapa sağlam
yapan Allah'ın sanatıdır. Şüphesiz ki O,
yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır.
89. Kim iyilik
getirirse, ona daha iyisi verilir. Ve onlar o gün korkudan emin
kalırlar.
90. Kötülük
getiren kimseler ise yüzü koyun cehenneme atılırlar. Onlara "Ancak
yaptıklarınızın karşılığını görmektesiniz!" denir.
91. 92. Bana
ancak bu şehrin Rabbına onu dokunulmaz kılana kulluk etmem emrolundu. Herşey
O'na aittir. Ve bana müslümanlardan olmam ve Kur'an okumam emredildi. Artık kim
doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de
ki : "Ben sadece
uyarıcılardanım."
93. Ve şöyle
de: "Hamd Allah'a mahsustır. O, âyetlerini size gösterecek, siz de onları
tanıyacaksınız. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz
değildir."
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah, öceki âyetlere,
âlemlerin Rabbi olan Allah'ın birliğini gösteren delilleri anlattıktan sonra,
burada da, müşriklerin âhirete, Ödükten sonra dirilmeye ve haşre iman
hususundaki şüphelerinden bahsetmektedir. Ardından, kesin delilleri getirmekte
ve kıyamet kopmadan önce, olacak bazı korkunç olayları anlatmaktadır. [106]
Kelimelerin İzahı
Yaklaştı.
Gizler.
Dahirîn, zelîl ve aşağılık
insanlar olarak. Fevc, topluluk demektir. Câmideten, donuk. bir şeyin hareket
etmeyip sakin olması
manasınadır.
Sağlam yaptı, şeyi tam, mükemmel
ve sağlam olarak,
en güzel şekilde yapmak
demektir.
Atıldı, atmak demektir. Bir kimse
birini yüzükoyun attığın da der. Kabın altını üstüne çeviren kimse de, der. [107]
Âyetlerin Tefsiri
67. Öldükten
sonra dirilmeyi inkar eden Mekkeli müşrikler dediler ki: Biz, ölüp de çürümüş
kemikler haline geldiğimizde kabirlerimizden çıkarılıp ikinci defa mı diriltileceğiz? [108]
68. Muhammed,
ondan öncekilerin, atalarımızı korkuttuğu gibi öldükten sonra dirileceğimizi
söyleyerek bizi korkutmaktadır. Söyledikleri doğru olsaydı, şimdiye kadar
gerçekleşirdi. Bu, öncekilerin hurafeleri ve boş sözleridir. Müşrikler, burada
yoktan yaratıldıklarını ve kendilerini ilkin yaratanın, ikinci olarak hayata
döndürebileceğini unutarak, öldükten sonra dirilmeyi inkar ediyorlar. [109]
69. O kâfirlere
de ki: "Yeryüzünde dolaşın da, ibret gözüyle bir bakın ki, peygamberleri
yalanlayanların sonu nasıl olmuş?! Allah onları yok etmedi mi? Önceki
suçluların başına gelen, sonraki suçluların da başına gelecektir." Bu âyet bir
tehdit ve uyarıdır. [110]
70. "Ey
peygamber! İman etmedikleri takdirde o yalanlayanlar için ne üzül, ne de
tasalan. Onların tuzaklarından dolayı canın sıkılmasın. Çünkü Allah seni
onlardan koruyacaktır." Bu âyet Rasulullah (s.a.v.)'ı teselli etmektedir.[111]
71. Onlar alay
ederek: "Doğru söylüyorsanız, azap bize ne zaman gelecek?" derler. Bu hitap,
peygambere ve nıü'minleredir. [112]
72. "Çabuk
gelmesini istediğiniz azabın bir kısmı, belki de size yaklaşmıştır."
Tefsirciler şöyle der: "Bu azap, Bedir günü onların başına gelen, öldürülme ve
esir edilme olayıdır." [113]
73. Kuşkusuz
Rabbin, onların isyanlarına ve inkârlarına karşılık kendilerini hemen
cezalandırmamama insanlara karşı lütuf ve ihsan ile muamele etmiştir. Fakat
çoğu, nimetin hakkını bilmez ve Rablerine şükretmezler. [114]
74. Şüphesiz
Yüce Allah, onların peygambere karşı kalplerinde gizledikleri düşmanlak ve
kurdukları tuzağı da, açıkça yaptıklarını da bilir. Onlara, yaptıklarının
karşılığını verecektir. [115]
75. İnsanlar
için son derece gizli bulunan ve onların bilmediği ne varsa, Allah muhakkak onu
bilir ve ilmiyle kuşatır. Onu kendi katındaki Levh-i Mahfuz'da yazmıştır.
Hiçbir şey ona gizli kalmaz. İbn Abbas şöyle der: "Göklerde ve yerde gizli veya
açık ne varsa, hepsini Allah bilir."[116]
76. Yüce Allah,
mahlukatın ilk yaratılışını, öldükten sonra tekrar diriltilişini ve
peygamberliği anlattı. Şüphesiz, Kur'an-ı Kerim, Muhammed (s.a.v.)'in ve
getirdiklerinin doğruluğunu gösteren en büyük delillerdendir. Ardından burada,
Kur'an-ı Kerim'i ve özelliklerini anlattı. Yani, peygamberlerin
(aleyhimu's-selâm) sonuncusuna indirilmiş olan bu Kur'an, Ehl-i kitaba, din
hususunda düştükleri ihtilafı açıklayan hak bir kitaptır. Ehl-i kitabın İsa
(a.s) hakkıdaki ihtilafları, bu hususta, birçok gruplara ayrılmaları, hattâ
neticede birbirlerini yalanlamaları, Kur'an'm onlarla ilgili anlattığı
olaylardandır. İnsaflı olsalardı mutlaka İslamı seçerlerdi. Çünkü Kur'an onlara,
apaçık bir görüş ve kesin bir bilgi getirmiştir. [117]
77. Kuşkusuz bu
Kur'an, mü'minlerin kalplerini sapıklıktan kurtarıp doğru yola ileten bir rehber
ve onları azaptan koruyan bir rahmettir. Kurtubî şöyle der: "Kur'an'dan
yararlananlar, mü'minler olduğu için, Yüce Allah sadece onları zikretti."[118]
78. "Ey
Peygamber! Şüphesiz Rabbin, kıyamet günü, İsrailoğullan arasında âdil ve sağlam
hükmüyle hükmedecek, haklı ve haksızın karşılığım verecektir. Allah, emri geri
çevrilmeyen galip, güçlü ve kulların fiillerini pek iyi bilendir.
Yaptıklarından hiç biri onlara gizli kalmaz.
[119]
79. İşini
Allah'a bırak ve bütün işlerinde ona dayan. Şüphesiz o, senin yardımcındır. Ey
Peygamber! Şüphesiz sen, gerçek ve apaçık bir din üzerindesin. Kâfirlere karşı
zafer kazanmak suretiyle, güzel sonuç senin olacaktır.[120]
80. Sen,
düşünüp ibret almadıkları için, kâfirlere duyuramazsın. Onlar, hissiz ve şuursuz
ölüler gibidir. Onlara Allah'ı hatırlattığında veya imana çağırdığında,
özellikle senden yüzçevirip kaçtıklarında çağrını ve sesini duyuramazsm. Çünkü
onlar, kulaklarında ağırlık bulunan sağırlar gibidir. Çağrıya cevap vermezler.
Sağır, dönüp gittikten sonra kendisine seslendiğinde işitmekten çok uzak olur.
Zira, sağırlığına bir de mesafenin uzaklığı eklenmiştir. [121]
81. Ey
Peygamber! Kalpleri kör olanları, inkar ve sapıklıklarından çevirmeye senin
gücün yetmez. Sen, düşünüp anlamalarım sağlayacak bir şekilde, sadece mü'minlere
duyurabilirsin. Davetini, inananlardan başkası kabul etmez. Kendilerini Allah'a
teslim edip boyun eğenler onlardır. Yüce Allah, işitmeyen ve aklını
kullanmayanları, her ne kadar diri de olsalar, hakkı işitmemeleri hususunda,
ölülere benzetti. Sonra onları, ikinci defa, duyu organları sağlam da olsa,
sağır ve körlere benzetti. Onların işitmemelerini, "dönüp gittiklerinde" sözü
ile vurguladı. Çünkü sağır, geri dönüp gittiğinde, sağırlığı daha da artar;
hattâ hiç işitmez. Ayetten maksat şudur: O kâfirler, ölü, sağır ve körler
gibidir. Anlamazlar, işitmezler ve görme/icr. Kcvnî deliller veya Kur'an
delillerinden hiçbirine iltifat etmezler. [122]
82. Bu âyet,
kıyamet kopmadan önce meydana gelecek olayı açıklamaktadır. Yani, azabın inmesi
ve kıyametin kopması yaklaştığında ve kâfirlerin cezalandırılma zamanı
geldiğinde, Kâfirler için, o büyük alâmet "Dâbbe-tu'l-arz"ı çıkaracağız. O,
insanlarla konuşacak ve onlarla münazara edecek. Onun sözlerinden bazıları
şunlardır: "Bilesiniz ki, Allah'ın laneti zalimler üzerinedir. Onlar, Allah'ın
âyetlerine inanmayan ve onları tasdik etmeyenlerdir. Dâbbctu'l-arz'ın çıkışı
kıyamet alâmetlerindendir.
Hadiste şöyle buyrulmuştur; "Siz
10 tane alâmet görmedikçe kıyamet kapmaz... Rasulullah (s.a.v.) güneşin batından
doğmasını ve Dâbbetu'l-arz'ın çıkışını bu alâmetlerden saydı."[123]
İbn Kesir şöyle der: "Bu hayvan âhir zamanda, insanların bozulduğu, Allah'ın
emirlerini bıraktığı, hak dini değiştirdikleri zaman çıkacak; insanlarla
konuşacak ve onlarla görüşecektir. İbn Abbas ve Atâ şöyle derler: "İnsanlara söz
söyleyecek ve onlara, insanların, âyetlerimize iman etmediklerini
söyleyecek."[124]
Rivayete göre, onun çıkışı, hayrın kesildiği, iyiliğin emredilmediği, kötülüğün yasaklanmadığı, tevbe edip Allah'a dönen kimse kalmadığı
zamanda olacaktır. Dâbbetu'1-arz, olağan üstü, Özel bir kıyamet alâmetidir.
Bundan sonra Yüce Allah, bazı kıyamet sahnelerini anlatarak şöyle buyurdu: [125]
83. Her
ümmetten, âyetlerimizi ve peygamberlerimizi yalanlayan inkarcı topluluk ve
zümreyi, hesap ve ceza için toplayacağımız günü hatırla. Onlar toplanıp sonra
şiddetle sevkedilirler. [126]
84. Nihayet
hesap ve soru yerine geldiklerinde Yüce Allah kınayarak ve azarlayarak onlara
şöyle der: Mahiyetini veya doğruluğunu anlamayı sağlayacak bir şekilde düşünüp
tefekkür etmeden, peygamberlerime inen âyetlerimi yalanladınız, öyle mi? Yoksa,
dünyada yaptığınız ne idi? Bu, bir başka kınama ve azarlamadır. Yüce Allah,
onları önce, "Âyetlerimi yalanladınız, öyle mi?" sözüyle kınadı. Sonra onu
bırakarak itiraf ettirme ve azarlama sorusuyla kınadı. Sanki şöyle denildi.
Benim, "âyetlerimi yalanladınız, öyle mi?" sözümü bırakın. Söyleyin bana
yalanlamanın dışında dünyada ne yaptınız?" [127]
85. Yaptıkları
haksızlıktan ötürü, haklarında azap gerçekleşmiştir. Apışıp kaldılar, cevap
veremediler. Zulümleri, yani Allah'ın âyetlerini yalanlamaları sebebiyle,
aleyhlerinde delil sabit oldu ve haklarında azap gerçekleşti. Artık onlar
konuşamazlar. Çünkü herhangi bir mazeret ve delilleri kalmamıştır. Azap onları
meşgul ettiği için cevap veremezler. Yüce Allah, kıyametin korkunç hallerini
anlattıktan sonra, imana giden yolu daha çok göstermek için; birliğini, haşri ve
neşri gösteren delilleri anlatarak şöyle buyurdu: [128]
86. Allah'ın
gücünü görüp de, uyumaları ve hayatın yorgunluğunu atıp dinlenmeleri için geceyi
karanlık kıldığını; geçim ve
rızık arama hususunda faaliyet
götermeleri içinde gündüzü aydınlık ve
ışık yaptığını anlamadılar mı? Gece ve
gündüzün, aydınlıktan karanlığa ve karanlıktan
aydınlığa döndürülmesinde, inanan ve ibret alan bir toplum için, Allah'ın
gücünü gösteren, kesin ve parlak deliller vardır. Bundan sonra Yüce Allah,
insanların âhiretteki hallerine işaret ederek şöyle buyurdu: [129]
87. İsrafil'in
sûra, korku üfürüğünü üfürdüğü günü hatırla. O zaman gök ve yerde bulunanlardan,
korkup ürpermeyen hiç kimse kalmaz. Ancak, Allah'ın diledikleri, yani melekler,
peygamberler ve şehitler korkmazlar. Tefsirciler şöyle der: "Bu, korku
üfürüğüdür. Sonra bunu, ölüm üfürüğü izler. Bunun ardından da, kabirlerden
kalkma üfürüğü gelir ki, bu, âlemlerin Rabbinin huzuruna çıkmak için üflenen
üfürmedir."[130]
Ebu Hureyre şöyle der: "Melek, sûr'a üç
defa üfleyecektir. Biri, korku üfürüğüdür. Bu korku, dünya hayatı korkusudur.
Büyük korku değildir. İkincisi, ölüm üfürüğüdür. Üçüncüsü, kabirlerden kalkma
üfürüğüdür, Diriltilen bütün ölüler, itaat ederek ve zelil bir şekilde Rablerine
gelirler, hiçbiri geri kalmaz. [131]
88. Muhatap!
Birinci üfürük vaktinde, sen dağları görür ve onları yerlerinde sabit duruyor
sanırsın. Halbuki onlar, bulut gibi hızlı bir şekilde yürür. Fahreddin er-Râzî
şöyle der: "İnsanların, dağları sabit sanmalarının tefsiri şudur: Büyük
cisimler, aynı yörüngede hızlı bir şekilde hareket ettiğinde, hızlı bir şekilde
gitmelerine rağmen onlara bakan, onların durduğunu zanneder."[132]
bu, herşeyi sağlam yaratan ve ona hikmetini yerleştiren, yoktan yaratan Allah'ın
işidir. Şüphesiz o, kulların yaptığı hayrı ve şerri çok iyi bilir ve onlara,
yaptıklarının karşılığını eksiksiz verecektir. Bundan sonra Yüce Allah, o
korkunç günde, mutlularla mutsuzların durumlarını açıklayarak şöyle
buyurdu: [133]
89. Kim,
kıyamet gününde herhangi bir iyilik getirirse, Allah ona, getirdiğinin on katı
iyilik verir ve az ameline karşılık ona ebedî sevabı ihsan eder. Onlar, o zor
günün korkusundan emindir. Nitekim, âyet-i kerimede "onları, o büyük korku
üzrnez" buyrulmuştur.[134]
90. Kim de,
kıyamet gününde iyiliksiz, suç işlemiş veya Allah'a ortak koşmuş olarak gelirse,
şüphesiz o, baş aşağı yüzü koyun cehenneme atılır. İbn Abbas, "Bu âyetteki den
maksat, Allah'a ortak koşmak'tır der. Kınamak için onlara şöyle denilir:
"Size, dünyada yapmış olduğunuz kötü işlerin karşılığından başkası mı
verilecek? [135]
91. Ey
Peygamber! Onlara de ki: "Şüphesiz bana, sadece bu emin beldenin Rabbi olan tek
Allah'a kulluk etmem emredildi. O Allah, Mekke'yi emniyetli ve harem belde
kıldı. Orada kan dökülmez, hiçbir kimse zulüm görmez, av avlanmaz ve yaş
bitkileri koparılmaz. Nitekim sahih hadiste böyle buyrulmuştur. Yüce Allah, her
şeyin yaratıcısı ve sahibidir. O herşeyin Rabbi ve Mâliki Bana, Allah'ı birlemek
suretiyle, ihlas ile ona kulluk edenler, emrine boyun ve hükmüne teslim
olanlardan olmam emredildi. [136]
92. Aynı
zamanda parlak hakikatlerinin bana görülmesi için Kur'an-ı tilâvet etmem ve onu
insanlara okumam emrolundu. Kim, Kur'an ile doğru yolu bulur, iman ile de
kalbini aydınlatırsa, doğru yolu bulmasının yararı ona aittir. Kim de, doğru
yoldan şaşarsa, sapmasının vebali kendisine aittir. Çünkü, peygamberin görevi
sadece tebliğ etmektir. Ben de, Allah'ın risale-tini size tebliğ ettim. [137]
93. Ey
Peygamber! De ki: "Allah'ın bana özel olarak verdiği peygamberlik ve nebilik
şerefi ve bana verdiği yüksek mevki ve makamdan dolayı Allah'a hamd olsun.
Size, kendinizde ve dış âlemde, Allah'ın güç ve kudretini gösteren parlak
delilleri göstereceğiz de, bilmenin size fayda vermeyeceği bir zamanda o
delilleri öğreneceksiniz. Bu, bir tehditir. Rabbin, sizin, yani bütün kulların
yaptıklarından habersiz değildir. Aksine o, herşeyi görendir. Bunda da bir
tehdit ve korkutma vardır. [138]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek
âyetler birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda
özetliyoruz:
1. "Biz toprak
olduktan sonra, gerçekten, diriltilip çıkarılacak mıyız?" cümlesi istifhâm-i
inkârîdir. "biz mi.?" terkibinde soru hemzesinin tekrar edilmesi, daha çok
hayret ve inkar ifade eder.
2. "De ki,
yeıyüzünde gezin de, günahkarların akıbeti nice oldu, bir bakın" âyeti tehdit ve
korkutma
ifade eder.
3. "Şüphesiz
Rabbin lütuf sahibidir", "Rabbin elbette bilir" ve "şüphesiz o, bir hidâyettir"
cümleleri, ve edatları ile pekiştirilmiştir.
4.
"Göğüslerinin gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir" cümlesinde tıbâk
vardır. Çünkü, "gizler" manasınadır.
5. "Kuşkusuz bu
Kur'an anlatıyor" cümlesinde güzel bir istiare vardır. Çünkü
anlatma sıfatıyle, ancak, konuşan
ve temyiz gücüne sahip kimseler niteleneBilir. Eakat Kur'an-ı Kerim,
öncekilerin haberlerini kapsadığı için, insanlara habeıierianlatan şahıs gibi
olmuştur. Do-layısıyle burada istiâre-i tebeiyye vardır.
6. "Çok güçlü
ve çok bilgili" kelimeleri çokluk ifade eder. Çünkü vezni mübalağa
sıyğalarmdandır.
7. "Kuşkusuz
sen, ölülere işittiremezsin" cümlesinde, istiâre-i temsîliyye vardır. "Ölüler" "sağırlar" ve "körler" kelimelerinin tümü
istiare yoluyla kullanılmıştır. Bu, kâfirlerin imandan faydalanamamaları
hususundaki hallerini, onları ölülere, sağırlara ve körlere benzetmek suretiyle
anlatan bir ifadedir.
8. "Yoksa,
yaptığınız (başka) ne idi?". Bu, bir kınama ve azarlama
üslûbudur.
9. "Kim, iyilik
getirirse" ile "kim, kötülük getirirse" arasında tıbâk
vardır.
10. "Onlar,
bulutun yürümesi gibi yürümektedir" cümlesinde teşbîh-i belîğ vardır. Yani
dağlar, bulutlar gibi hızlı yürürler. Bu cümlede benzetme edatı ile benzetme
yönü hazfedilmiş ve böylece teşbîh-i belîğ olmuştur. Bu Muhammed aydır"
teşbihine benzer.
11.
"Dinlensinler diye geceyi yaranışımızı ve gündüzü apaydın yaptığımızı görmediler
mi?" cümlesinde ihtibâk sanatı vardır. Zira, âyetin sonunda var olan, baş
tarafından; baş tarafında bulunan ise, sonunaan hazfedilmiştir. Takdiri
şöyledir: Dinlensinler diye geceyi
kapkaranlık; Çalışsınlar diye de, gündüzü apaydın yarattık" Burada " apaydın"
kelimesinden anlaşıldığı için, kapkaranlık" kelimesi kaldırılmıştır.
Dinlensinler" ifadesi gösterdiği için çalışsınlar" ifadesi kaldırılmıştır. Bu
tür edebî sanata ihtibâk sanatı denir. Bu, güzel edebî
sanatlardandır.
Allah'ın yardımıyle "Nemi Sûresi"
nin tefsiri bitti. [139]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/359.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/360.
[3] Kurtubî, 13/157.
[4] Ebu Hayyân, el-Bahrurl-muhît
7/55.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/364.
[6] Geniş malûmat için bkz. Bakara sûresinin
başı.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/364.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/364.
[9] Tefsîr-i kebîr, 24/178
[10] el-Bahru'l- muhît,7/53
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/364-365.
[12] Tefsir-i kebir 24/179
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/365.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/365.
[15] Keşşaf, IH, 275
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/365.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/365-366.
[17] Muhîasar-ı İbn Kesîr, II,
666
[18] el-Bahnı'1-muhît, VII, 56
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/366.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/366.
[21] Zâdu'I-mesîr, VI,156
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/366.
[22] Tâhâ sûresi, 20/82. Muhtasar-ı İbn Kesir, Tl,
667
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/367.
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/367.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/367.
[25] Muhtasar-ı İbn Kesîr, II, 667
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/367.
[26] Taberî, XIX, 87
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/367-368.
[28] Kurtubî, XITT,164
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/368.
[30] Taberî, XIX, 88
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/368.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/368-69.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/369.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/369-370.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/370.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/374.
[36] Mü'min sûresi, 40/36
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/375.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/375.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/375.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/375.
[41] Bu olayın ilginçliği şudur: Genellikle krallar,
erkeklerden olur. Kadınlar, ülkeleri yönetmeye elverişli olmazlar. Şu hadis de
bunu destekler: "İşlerini bir kadının eline veren bir kavim asla felah bulmaz."
(Bkz, Buhârî, Meğâzî, 82) Fıtratın mantığı da budur.
[42] Taberî, XIX, 92
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/375-376.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/376.
[45] Âyet-i kerimeden benim anladığım mana budur. Belki de,
Kur'an metninin ruhunu anlamaya en yakın olan budur. Çünkü Hüdhüd'ün bu sözü,
bir şeyi haber verme yerinde değil, hayret ve kınama yerinde kullanılmıştır.
Bazı tefsircilerin, "Buradaki zâid olup mana şöyledir: Onlar Allah'a secde
etmeye yol bulamazlar. "Veya mana: "Dikkat edin, ey insanlar! Allah'a secde
edin" şeklindeki görüşleri kapalı kalmaktadır. Allah en iyisini
bilir.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/376.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/376.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/376.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/377.
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/377.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/377.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/377.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/377.
[54] Kurtubî, Xm,194
[55] Muhtasar-ı İbn Kesir, II, 671
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/377.
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/377.
[57] Mııhtasar-ı İbn Kesîr, 11, 671
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/377-378.
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/378.
[59] Beyzâvî Haşiyesi, III, 493
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/378.
[60] Beyzâvî, II, 83
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/378.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/378-379.
[62] İbrâhîm sûresi, 14/7
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/379.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/379.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/379.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/379.
[68] Muhtasar-ı İbn Kesîr, n, 674
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/379-380.
[69] Ze-Mahşeri şöyle der: "Zorlama olmaksızın tabîî olarak
gelmesi veya bunu kelamın ince-hgm b len bir k.msenm yapmas, şartıyla bu kelâmm
güzellİ,erinden olur. Âyetlede, hem lafız hem mana bakımından son derce uygun
düşmüştür. Baksana, eğer kelimesi yenne kelimesi konsaydı, elbette mana doğru
olurdu. Fakat, önemli haber manasma olan ve durumu anlatmaya uygun düşen nebe'
kelimesindeki fazla manalar ifade edilmiş olmazdı
[70] Nahl sûresi, 16/77
[71] Şerîf Râdî, Telhîsul-beyân,
S.261
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/380-381.
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/381.
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/385.
[75] Kurlııbî, XIII, 221
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/385-386.
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/386.
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/386.
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/386.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/387.
[81] İbnu'l-Ccvzî, Zâzu'l-mesîr.VT.
182
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/387.
[83] Müşâkele, lafızların aynı, mananın farklı olması
demektir.
[84] el-Bahr, VII, 85
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/387.
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/387.
[86] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/387.
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/387.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/387.
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/387-388.
[90] Kurtubî, XIII, 219
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/388.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/388.
[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/388.
[93] Keşşaf, IIT, 295
[94] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/388.
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/388-389.
[96] Bu, Hasen-i Basrî'nin görüşüdür. İbn Kcsîr de bunu
tercih etmiştir. En açık mana da budur. Bir görüşe göre, âyetten maksat, Fars
Denizi ile Rum Denizi'dir.
[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/389.
[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/389.
[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/389.
[100] Keşşaf, III, 297
[101] el-Bahr, VII, 90
[102] Ebu Hayyân şöyle der: "Her soruyu kendisinden sonra
gelen ve ona uygun düşen bir cümle İle sona erdirdi. Göklerle yerin yaratılışını
ve yağmur indirerek elüğİ lütfü anlattıktan sonra, sözü, "Doğrusu onlar,
yaratılmış olan başka şeyleri ona denk sayan bir topluluktur cümlesiyle bitirdi.
Yeryüzünü karargâh kıldığını ve nehirler fışkırttığını anlatınca ki, bunda
düşünmeye ve aklı kullanmaya dikkat çekilmektedir, sözü, "Doğrusu onların çoğu
bilmiyorlar" cümlesiyle bitirdi. Darda kalmışın sıkıntısını giderdiğini ve
kötülüğü yok ettiğini anlattıktan sonra da sözü, "Ne de az hatırlıyorsunuz!"
cümlesi ile bitirdi, çünkü insan, sıkıntıları yok olunca ona unutkanlık gelir.
Allah karanlıklarda yol gösterdiğini ve rüzgarları müjdeci olarak gönderdiğini,
onların İse doğru yolu gösteremediği ve ihtiyaçlarına ce\ ap \ creıııedigı halde
mâbûdları kendisine ortak koştuklarını anlattıktan sonra da sözü "Allah, onların
ortak koştukları şeylerden yücedir" cümlesiyle bitirdi. el-Bahr, VII,
91
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/389-390.
[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/390.
[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/390.
[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/391.
[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/395.
[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/395-396.
[108] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/396.
[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/396.
[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/396.
[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/396.
[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/396.
[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/396.
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/396.
[115] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/396.
[116] el-Bahr, VII, 95
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/396-397.
[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/397.
[118] Kurtubî, Xm, 231
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/397.
[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/397.
[120] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/397.
[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/397.
[122] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/397-398.
[123] Bu hadisi Ahmed b.Hanbcl Müsncd'indc tahric etmiştir.
Bkz. Müsncd, 4/6.7 Sahih-i Müslim'de de şu hadis vardır: Alâmetlerin ilk çıkacak
olanı, güneşin batıdan doğması, kuşluk zamanı, Dâbbetu'l-arz'ın çıkıp insanların
yanına gelmesidir. Bunlardan hangisi daha önce olursa, hemen arkasından diğeri
çıkar. (Bkz. Müslim, Fitcn; 118)
[124] Muhtasar-ı İbn Kesir, İL 682
[125] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/398.
[126] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/398.
[127] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/398-399.
[128] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/399.
[129] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/399.
[130] el-Bahr, VII.99
[131] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/399.
[132] Tefsîr-i kebîr, XXIV, 34
[133] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/399-400.
[134] Enbiyâ sûresi, 21/103
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/400.
[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/400.
[136] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/400.
[137] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/400.
[138] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/400.
[139] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 4/401-402.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder