KAMER SURESİ

Hiç yorum yok
. 9

KAMER SURESİ

Mekke'de inmiştir. 55 âyettir.

Takdim

Kamer Sûresi Mekke'de inen sûrelerdendir. İslam inançlarının esas­larını ele alır. Sûre baştan sona kadar, Kur'an'ı yalanlayanlara karşı şiddetli ve korkunç bir saldırıdır. Sûrenin ana karekteri tehdit, korkutmadır. Uyan görevini yapanların mazur olduğunu ifade eder. Bunların yanında, çeşitli azap ve helak sahnelerini de anlatır.
Bu mübarek sûre, insanların efendisinin birçok mucizesinden biri olan o kevnî mucizeyi, yani ayın yarılması mucizesini anlatarak başlar. Bu olay, müşriklerin, Peygamber (a.s.)'den, doğruluğunu gösteren açık bir mu­cize istedikleri zaman meydana gelmişti. Müşrikler, onun peygamberliğini tasdik etmeleri için ayı yarmasını istediler. Buna rağmen kibirlenip inat et­tiler: «Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı. Onlar bir mucize görürlerse hemen yüz çevirir ve "eskiden beri devam eden bir büyüdür" derler.»
Sonra bu sûre, duyguları sarsacak ve o çetin günün şiddetinden ruhlar­da korkuyu harekete geçirecek ürpertici bir üslupla, kıyametin şiddet ve sıkıntılarından söz etmeye başlar: «Çağıranın, görülmemiş, tanınmamış bir şeye çağırdığı gün sen de onlardan yüz çevir. Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi gözleri düşük bir halde ve davetçiye koşarak kabirlerden çıkarlar. Kâfirler, "Bu, çok çetin bir gün" derler.»
Mekke kâfirlerinden sonra söz, yalanlayanların yıkılıp gitmelerine ve dünyada başlarına gelen çeşitli azap ve helake gelir. Buna Nuh'un (a.s.) kavminden başlar: «Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanladı. Hem de ku­lumuzun yalancı olduğunda ısrar ederek, "o delirdi" dediler. Ve Nûh zor du­ruma düşürüldü.»
Bunun ardından söz, geçmiş milletlerden peygamberleri yalanlayan ve dolayısıyle Yüce Allah tarafından korkunç bir şekilde helak edilen ve toptan yok edilen azgın zorbalara gelir. Âyet-i Kerimeler Âd, Semûd, Lût, Firavun kavimlerini ve bunların dışındaki azgın zorbaları geniş bir şekilde, başlarına gelen türlü azapları tasvir ederek anlatır.
Peygamberleri (aleyhimu's-selânı) yalanlayanların başlarına gelen bu elem verici azap ve ceza sahnelerini arzettikten sonra sûre, Kureyş'e hitap etmeye yönelir. Onları böyle, hattâ daha şiddetli ve kötü bir şekilde yıkılıp gitmekten sakındırır: «O topluluk yakında hezimete uğrayacak ve arkalarına dönüp kaçacaklar. Hattâ kıyamet, onlara vadedilen asıl saattir. Kıyamet daha kötü ve acıdır.»
Sûre, suçlu bedbahtların sonlarını anlattıktan sonra, Kur'an'm entere­san üslubu olan hem korkutma hem de teşvik etme metoduyla, takva sahibi mutlu kişilerin akıbetlerini açıklayarak sona erer: «Takva sahipleri cennet­lerde ve ırmaklardadır. Mutlak kudret sahibi Yüce Allah'ın huzurunda hak meclisindedirler.» [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.
2. Onlar bir mu'cize görürlerse hemen yüzçevi-rîrler ve "devam ede gelen bir büyüdür" derler.
3. Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. Hal­buki her işin bir durma yeri (gayesi) vardır.
4. Andolsun, onlara kötülükten önleyecek nice önemli haberler gelmiştir.
5. Bunlar, gayesine ulaşan birer hikmettir. Fakat uyarılar fayda vermiyor,
6. Çağıranın görülmemiş, tanınmamış bir şeye ça­ğırdığı gün, sen de onlardan yüzçevir.
7, 8. Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi göz­leri düşkün (utançtan yere bakar) bir halde ve da'vetçi-ye koşarak kabirlerden çıkarlar. O esnada kâfirler, "Bu, çok çetin bir gündür!" derler.
9. Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanladı, hem de kulumuzun yalancı olduğunda ısrar ederek "O, de­lirdi" dediler. Ve (Nuh, davetten vazgeçmeye) zorlandı.
10. Bunun üzerine, Rabbine "Ben mağlûb oldum, bana yardım et!" diyerek yalvardı.
11. Biz de derhal nehir gibi devamlı akan bir su île göğün kapılarını açtık.
12. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık (Her iki) su, takdir edildiği şekilde birleşti.
13. Nuh'u da tahtalardan yapılmış, çivilerle çakıl­mış gemiye bindirdik.
14. İnkâr edilmiş olana (Nuh'a) bir mükâfat olmak üzere gemi, gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.
15. Andolsun ki onu bir ibret olarak bıraktık, ib­ret alan yok mudur?
16. Benim azabım ve uyarılarım nasılmış?!
17. Andolsun biz Kur'an'ı öğüt almak için kolay­laştırdık. Düşünüp öğüt alan yok mudur?
18. Âd (kavmi peygamberleri Hûd'u) yalanladı da azabım ve uyarılarım nasıl oldu?!
19. Biz onların üstüne, uğursuzluğu devamlı bir günde dondurucu bir rüzgâr gönderdik.
20. O rüzgâr, insanları, sökülmüş hurma kütükle­ri gibi yere seriyordu.
21. Nasılmış benim azabım ve uyarılarım?!
22. Andolsun biz Kur'an'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?
23. Semûd kavmi de uyarıları yalanladı.
24. "Bizden tek bir insana mı uyacağız? O tak­dirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık etmiş oluruz" dediler.
25. "Vahiy, aramızda ona mı verildi. Hayır o, ya­lancı ve şımarığın biridir." (dediler.)
26. Yarın onlar, yalancı ve şımarığın kim olduğu­nu bileceklerdir.
27. Gerçekten onları imtihan etmek için dişi de­veyi gönderen biziz. Sen onları gözetle ve sabret.
28. Onlara, aralarında suyun paylaştırıldığını ha­ber ver. Her içene düşen miktar hazır kılınmıştır.
29. Arkadaşlarını çağırdılar, o da kılıcını kaptı ve deveyi kesti.
30. Azabım ve uyarılarım nasıl oldu?!
31. Biz onların üzerlerine korkunç bir ses gönder­dik. Hemen hayvan ağılına konan kuru ot gibi oluverdi-ler.
32. Andolsun biz Kur'an'ı, anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık. O halde düşünüp öğüt alan yok mu­dur?

Kelimelerin İzahı

Ecdâs, kabir mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Muhtiîyn, hızlı yürüyenler demektir. Bir kimse hızlı yürüdü­ğünde denilir.
Münhemir, "çok ve hızlı akan" manasınadır. Su, çok ve hızlı indiğinde denilir.
Düşür, gemiye çakılan büyük çiviler. kelimesinin çoğu­ludur. kalıbındadır
kalıbındadır. Cevheri şöyle der: Disâr, düşür kelimesinin tekilidir. Düşür, gemi levhalarının bağlandığı iplerdir. Bunlara (çiviler) de denilir.[2]
Müddekir, öğüt alan, korkan manasınadır. Bunun aslı dir. çevrilmiş, sonra da idgam edilmiş ve böylece olmuştur.
Sarsar, soğuk, gürültülü ve uğultulu demektir. Bu kelime, ka­pının gıcırdaması mânâsına gelen dan alınmıştır.
A'caz, birşeyden geriye kalan mânâsına gelen kelimesi­nin çoğuludur.
Munkaır, kökünden sökülmüş. Bir kimse, ağacı kökünden sök­tüğünde, o, kökünden söküldü" demektir.
Şuur, delilik demektir. Bu kelime, Arapların " Deli deve" sözünden alınmıştır. Deve, sanki aşın hareketliliğinden dolayı deli­dir. Şair şöyle der:
Yolculuk onu sarstığında, onda delilik var sanılır.[3] Esir, şımarık demektir. Nimetin şımarttığı kimseye
denilir. [4]

Âyetlerin Tefsiri

1. Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı. [5]
2. Kureyş kâfirleri, Muhammed (a.s.)'in doğruluğunu gösteren parlak bir mucize ve açık bir alâmet görür­lerse imandan yüzçevirir ve, "Bu, devamlı bir sihirdir. Muhammed onunla gözlerimizi büyüledi" derler, Tefsirciler şöyle der: Mekke kâfirleri Rasu-lullah (s.a.v)'a dediler kî: "Eğer doğru söylüyorsan, bize ayı ikiye ayır." Bu­nu yaptığı takdirde iman edeceklerine söz verdiler. O gece aym ondördüy-. Rasulullah (s.a.v), İstediklerini kendisine vermesini Rabbinden istedi. Bunun üzerine ay ikiye ayrıldı. Yansı Safa tepesi üzerinde, diğer yarısı da
Safâ'nın mukabilinde olan Kaykaân tepesi üzerinde görüldü. Bu ikisi ara­sında Hira dağını gördüler. Müşrikler, "Muhammed bizi büyüledi" dediler. Sonra da dediler ki: Bizi büyülediyse, bütün insanları da büyüleyemez ya!! Ebû Cehil, bunun üzerine şöyle dedi: Bedeviler bize gelinceye kadar sabre­din. Eğer onlar da, ayın yarıldığmı söylerlerse bu gerçektir. Aksi halde, Mu­hammed gözlerimizi büyülemiş demektir. Daha sonra Bedeviler gelip, ayın yarıldığını haber verdiler. Bunun üzerine Ebû Cehil ve müşrikler dediler ki: Bu sürekli bir büyüdür. Bu sebeple Yüce Allah, "Kıyamet yaklaştı. Ay yarıldı. Onlar bir mucize görürlerse hemen yüz çevirir ve "eskiden beri de­vam eden bir büyüdür" derler mealindeki âyetleri indirdi.[6] Hâzin şöyle der: Ayın yarılması, Allah Rasulü'(a.s) nün açık ve parlak mucizelerindendir. Buhârî ve Müslim'in Enes'ten rivayet ettikleri şu hadis bunu gösterir: Mekkeliler, Rasulullah (a.s.)'tan, kendilerine bir mucize göstermesini istediler. O da, iki defa ay yarılmasını gösterdi.[7] İbn Mes'ûd'dan rivayet edilen şu ha­dis de bunun delilidir: Der ki: Rasulullah (s.a.v) zamanında ay ikiye ayrıldı. Rasulullah (s.a.v) : "Şahit olun" buyurdu.[8] Cübeyr b. Mut'ım'den gelen şu ri­vayet de bunu destekler. Cübeyr der ki: Rasulullah (s.a.v)'ın zamanında ay ikiye ayrıldı. Kureyşliler, "Muhammed gözlerimizi büyüledi" dediler. Bir kısmı da, "Bizi büyülemiş olsa da bütün insanları büyüleyemez" dedi. Ka­filelerle karşılaşıyorlar, kafileler onlara ayın yarıldığmı gördüklerini söylü­yorlar, fakat Kureyşliler onları da yalanlıyorlardı.[9] İşte bu sahih hadisler, Kur'an-ı Kerim'in buna şahitliği ile birlikte, bu büyük mucize hakkın da gelmiş hadislerdir. Kuşkusuz Kur'ân, bu olayı ve bunun mümkün olduğunu isbat eden en kuvvetli delildir. Bu hususta hiçbir mü'min şüphe etmez. Bu âyetin mânâsının şöyle olduğunu söyleyenler de vardır: "Ay kıyamet günü yarılacaktır". Bu, sahih olmayan bâtıl ve isbat edilmeyen şâz bir görüştür. Çünkü tefsirciler bunun aksine icma etmişlerdir. Bir de Yüce Allah bu olayı, geçmiş zaman kipiyle anlatmış ve "ay yarıldı" buyurmuştur. Geçmiş zaman kipinin, gelecek zaman için yorumlanması uzak bir şeydir.[10]
3. Ayın yarılması hususunda açıkça gördükleri, Allah'ın gücünü ve Peygamber'i yalanladılar. Şeytanın kendilerine süslü gösterdiği batıla uydular, Bütün işler, bir hedefe ulaşmaktadır. O hedefte mutlaka karar kılacaklardır. Hayırsa, karşılığı hayır; serse karşılığı şer olacaktır. Mukâtil der ki: Her sözün bir sonu ve son bulacağı bir hakikati vardır. Katâde de der ki: Hayır, hayır ehli içinde yerleşir, şer de şer ehli içinde yerleşir. Her şey, kendi ehli içinde yerleşir.[11]
4. O kâfirlere, peygamberleri yalanlayan geçmiş ümmetlerin haberlerinden, inkâr ve sapıklık içersinde devamlanna karşı öğüt verecek şeyler gelmiştir. [12]
5. Bu Kur'an, hidayet ve beyan hususunda son nok­taya ulaşmış bir hikmettir. Allah'ın kendisine bedbahtlık yazdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği kimseye uyarıların ne faydası olur?! Tefsirciler der ki: Yani, onlara son noktaya ulaşmış tam bir hikmet olan Kur'an geldi. Al­lah'ın kelamını dinlemeye karşı kulaklarını kapayan bir kavme, uyarma ve tehditlerin ne faydası olur? Nitekim Yüce Allah, mealen, "Fakat inanmay­an bir topluma deliller ve uyarmalar fayda vermez"[13] buyurmuştur. [14]
6. Ey Muhammedi O suçlulardan yüzçevir ve onların başına geleceği bekle. O gün İsrafil, görülmemiş korkunç bir şeye çağırır. Şiddeti ve korkunçluğu yüzünden nefisler onu tanıyamaz. O, kıyamet günü ve onda bulunan belâ ve sıkıntılardır. [15]
7. Korkunun şiddetinden dolayı gözleri, kaldıramayacak­ları şekilde zelil olarak kabirlerden çıkarlar. Onlar yayılmaları ve davetçiye hızla icabet etmeleri hususunda etra­fa yayılmış çekirgeler gibidir. Korku ve şaşkınlıktan, nereye gideceklerini bilemezler. Ibnu'l-Cevzî der ki: Çekirgenin yönelip gideceği belli bir yönü olmadığı için, Allah onları yayılmış çekirgelere benzetti. İnsanlar kabir­lerden korkulu bir halde çıkarlar. Hiçbirinin gideceği belli bir yönü yoktur. Buradaki davetçi ise, İsrafil (a.s.)'dir.[16]
8. Davetçiye doğru boyunlarını uzatarak hızla giderler. Hiç gecikmezler, Kâfirler, "Bu, zor bir gündür" derl­er. Hâzin der ki: Burada o günün, mü'minler için değil, kâfirler için zor bir gün olduğuna işaret vardır.[17] Nitekim Yüce Allah mealen, "Kâfirler için ko­lay değildir"[18] buyurmuştur.
Bundan sonra Yüce Allah, peygamberleri yalanlayan milletlere gelen musibetleri ve başlarına inen azap ve cezayı anlattı. Bunu, Rasulullah (a.s.)'i, teselli etmek ve Mekke kâfirlerini sakındırmak için yaptı. Buyurdu ki: [19]
9. Ey Muhammedi Senin kavminden Önce Nuh kavmi de yalanlamıştı. Kulumuz Nuh'u yalanladı ve, "O bir delidir" dediler. Sövmek, korkutmak ve tehdit etmek suretiyle, onu peygamberlik dâvasından koymaya çalıştılar. Dediler ki: "Ey Nuh! Vazgeçmezsen, iyi bil ki taşa tutulanlardan olacaksın"[20] Ebû Hayyân der ki: Kâfirler, Nuh (a.s.)'u yalanlamakla yetinmediler ve ona "deli" dediler. Yani, "O, aklın kabul etmeyeceği şeyler söylüyor" dediler. Bu, onların şiddetle yalanladıklarını ifade eder. Yüce Allah'ın, " kulumuz" demesi, onu şereflendirdiğini ve has kulu olduğunu ifade eder.[21]
10. Nuh Rabb'ine dua etti ve dedi ki: Rabbim! Ben bu suçlulara karşı koyamayacak kadar zayıfım. Benim intikamımı on­lardan Sen al ve dinine yardım et. Ebû Hayyân der ki: Nuh (a.s.) ancak, on­lardan ümidini kesip, kötülükleri artınca beddua etti. Kavminden biri, bayılıp yere düşünceye kadar onun gırtlağını sıkıyordu. O ise: "Allah'ım! Kavmimi bağışla. Çünkü onlar bilmiyor" diyordu.[22]
11. Biz de hemen, gökten bol ve şiddetli ya­ğan yağmur indirdik. Ebussuud der ki: Bu, yağmurun çokluğunu ve şiddetle yağdığını temsili olarak ifade eder.[23]
12. Bütün yer yüzünü su fışkırtan gözeler haline getir­dik. Göğün suyu ile yerin suyu, Allah'ın ezelde takdir ettiği ve yalanlayanların boğularak helak edilmesine hükmettiği bir durum­da birleşti. Katâde şöyle der: Levh-i Mahfuz'da, inkâr ettikleri zaman boğulacaklarına hükmedildi. [24]
13. Nuh'u, çivilerle birbirine çakılmış geniş tahta levhah gemiye bindirdik. Ebû Hayyân şöyle der: den maksat, Nuh (a.s.)'un yaptığı gemidir. Bu iki özellikten anlaşılıyor ki, o, bir gemidir. Bu özellik, nitelenen şey yerine geçen bir sıfattır. Şu söz bunun bir benzeridir: Gömleğim demirden örülmüştür, yani, gömleğim bir zırhtır. Bu, fasîh ve edebî kelâmdandır. Sıfatla mevsûf birlikte zikredilseydi fasîh ol­mazdı. Düşür, "çiviler" demektir.[25]
14. Gemi, korumamız ve gözetimimiz altında suyun üzerinde yüzüyordu, Kulumuz Nuh'a yardım etmek için kav­mini boğduk. Çünkü o, yalanlanmış ve fazileti inkâr edilmişti. Âlûsî şöyle der: Bunu, Nuh'a bir mükâfat olsun diye yaptık. Çünkü o, Allah'ın, kavmine ihsan ettiği bir nimetti. Fakat onu yalanladılar. Aynı şekilde, her peygam­ber, ümmetine Allah tarafından verilmiş bir nimettir.[26]
15. Bu tufan olayını bir ibret olarak geriye bıraktık. İbret ve öğüt alan mı var? [27]
16. Bu korkutucu hayrete düşürücü bir sorudur. Yani, peygamberlerimi yalanlayıp âyetlerimden Öğüt almayanlar için aza­bım ve uyarım nasıl oldu?! [28]
17. Allah'a yemin olsun ki, biz, ezberlenmesi, dü­şünülmesi ve öğüt alınması için Kur'an'i kolaylaştırdık. Çünkü o, çeşitli öğütler ve ibretleri kapsamaktadır, Fakat onun öğütlerinden öğüt alan mı var?! Kıssa ve yasaklamalarından ibret alan mı var?! Hâzin der ki: Burada Kur'an'ı öğretmeye ve onunla meşgul olmaya teşvik vardır. Çünkü Yüce Allah, onu dilediği kuluna kolaylaştırmıştır. Şöyle ki, küçükle­re, büyüklere, Arab'a ve Arap olmayana onu ezberlemek kolay olur. Said b. Cübeyr şöyle der: Ayetin mânâsı, "Onun ezberlenmesini ve okunmasını ko­laylaştırdık," demektir. Zira Allah'ın kitablarından, Kur'an'dan başka hiçbi­ri tümüyle ezberden okunmaz."[29] Özet olarak diyebiliriz ki, Yüce Allah, Kur'anRerim'i ezberlemek, anlamak ve öğüt almak isteyenler için kolay bir hale getirmiştir. O, dünya ve âhiret saadetinin başıdır. [30]
18. "Ad, kavmi de peygamberleri Hûd'u ya­lanladı. Ama, onları azap ile uyarım nasıl oldu?!
Bundan sonra Yüce Allah, başlarına gelen o öldürücü korkunç azabı açıklamaya başladı: [31]
19. Üzerlerine şiddetli esen, soğuk ve çok gürültülü bir fırtına gönderdik. İbn Abbas, "çok soğuk manasınadır" der. Süddî ise, bunun "çok gürültülü" mânâsında olduğunu söyler.[32] Bu olay, uğursuzluğu devamlı olan bir günde meydana geldi. O gün, uğursuzluğu ile onların başında devam etti. O gün, onlardan helak ol­madık hîç kimse kalmadı. İbn Kesir der ki: O günün onlara uğursuzluğu ve helak etmesi devam etti. Çünkü o, dünya ve âhiret azaplarının birleştiği bir gündür. [33]
20. Rüzgâr o kavmi yukarı kaldırıp baş aşağı atıyor ve boyunlarını kırıp bırakıyordu. Sanki onlar, yerlerinden sökü­lüp yıkılmış hurma kökleridir. Boylarının uzunluğu ve bedenlerinin iriliğin­den dolayı hurma ağacına benzetildiler. Hâzin şöyle der: Rüzgâr onları kal­dırıp baş aşağı atıyor, boyunlarını kırıp başlarını bedenlerinden ayırıyordu. Bedenleri, yere yıkılmış hurma kökleri gibi başsız kalıyordu.[34]
21. Bu, başlarına gelen azabın korkutucu ve işleri­nin hayret verici olduğunu ifâde eder. Yani, onları uyarmam ve azabım na­sıl oldu? Korkutucu ve dehşet verici değil miydi? [35]
22. Yüce Allah, Kur'an'ın ezberlen­mesini kolaylaştırarak mü'minlere verdiği lutfa dikkat çekmek için âyeti tekrarladı. Yani, andolsun, ezberlenmesi ve anlaşılması için Kur'an'ı kolay­laştırdık. Kur'an vaazlarından öğüt alan, ve yasaklamalarından ibret alan mı var??!
Bundan sonra Yüce Allah, peygamberleri Salih (a.s.)'i yalanlayan Semûd kavmini anlatmak üzere şöyle buyurdu:[36]
23. Semûd kavmi de, peygamberleri Salih'in uyarılarını ve öğütlerini yalanladı. [37]
24. Dediler ki, bizim gibi insanlardan birisi olan, eşraftan ve büyüklerden olmayan bir insana mı uyacağız? Oysa biz, kalabalık bir topluluğuz. Ebû Hayyân şöyle der: Bunu kıskançlıklarından ve insanların bu şekilde birbirlerinden üstün olmalarını uzak görmelerinden dolayı söylediler. Dediler ki: Biz bir topluluk olduğumuz halde, bizden bi­rine mi uyacağız?! Bilemediler ki, üstünlük Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Hidayet nurunu, razı olduğu kimsenin üzerine saçar.[38] Biz ona uyduğumuz takdirde mutlaka hata etmiş, açıkça haktan uzaklaşmış ve sürekli bir deliliğe yakalanmış oluruz. İbn Abbâs şöyle der: Şuur, delilik demektir. Çok hareketli olduğu için deliymiş gibi görünen deve İçin kullandıkları sözünden alınmıştır.[39]
25. İnkâr ifade eden bir sorudur. Yani, bize değil de, bir tek ona mı vahy ve peygamberlik geldi? Oysa içimizde ondan daha zengin ve durumu daha iyi olan var. Fahreddin Râzî şöyle der: Bu âyette, inkâr ettikleri şeye vurgulu bir şekilde işaret vardır. Çünkü ilkâ, hızla indir­mek demektir. Onlar sanki şöyle demişlerdir: Melek iridir, gök uzaktır. Durum böyle olunca vahy ona bir anda nasıl iniyor? ona" sözleri de başka bir inkârdır. Sanki onlar şöyle demişlerdir: Ona asla vahy indirilme­di. Vahyin indiğini farz edelim, bu takdirde aramızdan ona inmez. Çünkü aramızda ondan daha şerefli ve zeki kimseler vardır. " Allah mı indirdi yerine indirildi mi? Şeklindeki sözleri vahyin Allah’tan olması bir yana gökten indirilmesinin imkansız olduğuna işarettir.[40] Aksine o peygamberlik iddasında yalancı, bu konuda sınırı aşan, bize karşı üstünşük taslayan kibirli ve şımarığın tekidir. İddiasından vaz geçmesi hususunda etkili olmak için onu "şımarıklık"la nitelediler. Sanki şöyle diyorlardı: O, zayıf birinin yalan söylediği gibi, bir zaruretten veya kurtuluş ihtiyacından dolayı yalan söylemiyor. Bilakis kibirlenip şımarıyor ve size başkan olup peşinden gitmenizi istiyor. Bunun için de Allah'ın yapmadığı bir şeyi ona isnat ederek yalan söylüyor. Onun sözüne itibar edilmez. Çünkü o iki kötü işi birlikte yapmış, hem yalan söylemiş hem de kibirlenmiştir. Bunların her biri, ona uyulmaya engeldir.
Yüce Allah, iftiralarına cevap vermek ve tehdit etmek üzere şöyle buyurdu: [41]
26. Kimin çok yalancı ve şımarık olduğunu âhirette anlayacaklardır. Salih mi, yoksa yalanlayan suçlu kavmi mi?.. Âlûsî şöyle der: Yani, onlar, çok yalancı ve şımarık olanların, kendileri olduğunu anlayacaklardır. Fakat bu durumun, hemen hemen gizlenemeye­cek kadar açık olduğuna işaret etmek için, Yüce Allah bunu kapalı olarak ifade etti.[42]
27. Biz, onları imtihan edip denemek için, istedik­leri ve diledikleri şekilde sağır kayadan o deveyi çıkarıcıyız. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah onlar için tıpkı istedikleri gibi, sağır kayadan, on aylık gebe büyük bir deve çıkarttı ki, Salih (a.s.)'in getirdiği şeyi tasdik etme hususunda, onlara karşı Allah'ın bir delili olsun.[43] Onları bekle, ne yapacaklarım ve onlara ne yapılacağını gözetle, eziyetlerine sab­ret. Allah, onlara karşı sana yardım edecektir. [44]
28. Vadilerinden akan suyun, Semûd kavmi ile deve arasında taksim edildiğini onlara bildir. Nitekim Yüce Allah mealen şöyle buyurmuştur: "Su içme hakkı (bir gün) onundur. Sizin de belli bir. gün içme hakkınız vardır"[45] İbn Abbas şöyle der: Onların içme günü geldiğinde deve, onlara süt verdiği halde hiç su içmezdi. Onlar nimet içinde rahat olurlardı. Devenin günü geldiğinde, bütün suyu içer, onlara hiç bir şey bırakmazdı.[46] Yüce Allah, tağlib yoluyla diyerek, akıllılar için olan zamiri kullandı. Su sırası gelen, gelip payını alırdı. Devenin günü olduğunda, içme nöbetine deve gelir; onların günü olduğunda da, su alma nöbetine onlar gelirdi. [47]
29. Semûd kabilesi, kavmin en azılısı olan Kudar b. Salife, deveyi öldürmesini söyledi. Kudar, bu büyük olaya aldırış et­meden kılıcını çekip deveyi öldürdü. [48]
30. Onları uyarmam ve azabım nasıl oldu. Çok kor­kunç olmadı mı? [49]
31. Onları Cebrail'in seslendiği tek bir sesle yok ettik. Açılıp kapanan hiç bir göz kalmadı. Çürüyüp parçalanarak ayakların ufaladığı ağaç kurusu gibi dağınık çöp haline geldi­ler. Celâleyn yazarı şöyle der: Muhtezır, davarlarını kurt ve yırtıcı hayvan­lardan korumak ,maksadıyle, kuru ağaç ve dikenlerden ağıl yapan kimseye denir. Bu ağaç ve dikenlerden yere dökülüp ayakların ufaladığı şeylere de heşim" denir. [50]
32. Andolsun bîz, ezberlenmek ve öğüt alınmak için Kur'an'ı kolaylaştırdık. Fakat hani ibret alan?! [51]
33. Lût'un kavmi de uyarıcıları yalanladı.
34, 35. Biz de üzerlerine taş gönderdik. Ancak Lût ailesi müstesna, katımızdan bir nîmet olarak onlar, se­her vaktinde kurtard.k. Biz şükreden, işte böyle nıükâ-tatlandırırız.
36. Andolsun ki Lût onları, bizim şiddetli azabı­mızla uyardı. Fakat onlar bu ikazları kuşkuyla karşıla­yıp tekzip ettiler.
37. Onlar Lût'un misafirleri ile günah işlemek is­tediler. Hemen biz onların gözlerini silme kör ettik. "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!", (dedik).
38. Bir sabah kendilerine, yakalarını bir daha bı­rakmayacak olan bir azap gelip çattı.
39. "İşte azabımı ve uyarılarımı tadın!" (denildi).
40. Andolsun biz Kur'ân'ı, öğüt almak için kolay­laştırdık. O halde düşünüp ibret alan yok mudur?
41. Şüphesiz Firavun'un kavmine de uyarıcılar gelmişti.
42. Lâkin onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları çok kuvvetli ve kudretli bir zâtın yaka-layışı gibi yakaladık.
43. Şimdi sizin kâfirleriniz, onlardan daha mı iyi­dirler? Yoksa kitaplarda sizin için bir berâet mi var?
44. Yoksa "Biz, gücü yeten bir topluluğuz" mu diyorlar?
45. O topluluk yakında bozulacak ve onlar arka­larını dönüp kaçacaklardır.
46. Bilâkis kıyamet onlara va'dedilen asıl saattir ve o saat daha belalı ve daha acıdır.
47. Şüphesiz suçlular bir sapıklık ve çılgın ateşler içindedirler.
48. O gün yüzüstü ateşe sürüklendiklerinde "Ce­hennemin dokunmasını tadın!" denir.
49. Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık.
50. Bizim buyruğumuz, bir anlık bakış gibi, bir tek sözden başka bir şey değildir.
51. Andolsun biz, sizin benzerlerinizi hep helak ettik. Düşünüp ibret alan yok mudur?
52. Yaptıkları her şey kitaplarda mevcuttur.
53. Küçük büyük her şey, satır satır yazılmıştır.
54. Takva sahipleri cennetlerde ve ırmaklarda,
55. Güçlü, Yüce Allah'ın huzurunda hak meclisin-dedirler.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah, önceki ayetlerde Âd ve Semûd kavimlerinden peygam­berleri yalanlayanları anlattıktan sonra, burada Lût ve Firavun kavmini ve bunların başına gelen azap ve helaki anlattı ki, Mekke kâfirlerine, Allah'ın, kendisinin ve peygamberlerinin düşmanlarından intikam aldığını hatırlat­sın. Bu mübarek sûreyi, suçlu kâfirlerin cezalandırılması ile ilgili Allah kanununu açıklayarak sona erdirdi. [52]

Kelimelerin İzahı

Hâsıb, taş demektir. Bir görüşe göre de, çakılları hareket etti­rip savuracak kadar şiddetli rüzgâra denir.
Batşetenâ, "şiddetli azabımız" manasınadır. Zübür, İlahi kitab mânâsına gelen kelimesinin çoğulu olup semavî kitaplar demektir.
Edhâ, büyük ve garip olay mânâsına gelen î-ab kökünden olup "çok korkunç şey" manasınadır.
Şuur, hüsran ve delilik manasınadır.
Sakar, cehennemin İsimlerinden bir isimdir. Allah bizi ondan korusun. [53]

Nüzul Sebebi

Ebû Hureyre'nin şöyle dediği rivayet olunmuştur: Kureyş müşrikleri, kader hakkında Peygamber (a.s.) ile tartışmak üzere geldiler. Bunun üzeri­ne, «Yüz üstü ateşe sürülecekleri gün, "tadın cehennem azabını" denilir. Biz herşeyi bir ölçüye göre yarattık» mealindeki âyet indi.[54]

Âyetlerin Tefsiri

33. Lût kavmi, peygamberleri Lût (a.s.)'un uyarıları­nı yalanladı. [55]
34. Biz de onların üzerine taş attık. Emrimizle gökten taş yağmuruna tutuldular. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah Cebrâîl (a.s.)'e emretti. O da Lût kavminin şehirlerini yüklenip gözün görebileceği yere kadar göğe yükseltti. Sonra şehirleri alt üst edip bıraktı. Şehirlerin ar­kasından, ateşte pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırıldı. Hâszb, taş demek­tir.[56] Ancak Lût ve ona uyan mü'minler, bu azabın dışında kalmıştır. Onları, sabah olmadan az önce, seher vaktinde helakten kurtardık. [57]
35. Onları, bizden bir lütuf olarak azaptan kurtardık. Bu güzel mükâfat gibi, iman ve itaat ederek nimetimize şükreden kimseyi de mükâfatlandırırız. [58]
36. Kuşkusuz Lût, çetin azabımıza ve intikamımıza karşı onları uyarmıştı. Fakat kuşkulanıp uyarı ve tehditi yalan­ladılar. [59]
37. Misafirlerine, livata (oğlancılık) yoluyla kötülük yapmak için, Lût'tan onları kendilerine teslim etmesini istediler. Bu misafirler, meleklerdi. Bunun üzerine biz, gözlerini kör ettik. Netice de gözlerini kaybedip görmez oldular. Tefsirciler şöyle der: Melek­ler, Lût (a.s.)'a tüyü bitmemiş güzel yakışıklı delikanlılar şeklinde gelmiş­ler o da bunları misafir etmişti. Kavmi, onlara tecâvüz maksadiyle koşarak ona geldi. Lût (a.s.) onlara kapıyı kapattı. Bunun üzerine kapıyı kırmaya ça­lıştılar. Bu sebeple Cebrail (a.s.), kanadının bir tarafıyle gözlerine vurdu da gözleri silinip kör oldular.[60] Lût'un sizi uyardığı azabımı ta­dın. [61]
38. Sabah vakti onlara, devamlı ve âhiret azabına bitişik bir azab geldi. Sâvî der ki: Bu olay şöyle olmuştu: Cebrâîl (a.s) şehirlerini kökünden söküp göğe yükseltti sonra da onlarla birlikte alt üst etti ve üzerlerine gökten pişirilmiş taş yağdırdı. Böylece dünya azabı ile âhiret azabı birleşmiş olup cehenneme varıncaya kadar onlardan ayrıl­mayacaktır.[62]
39. Ey Kâfirler! Elem verici azabımı ve peygamber­lerimin diliyle yaptığım uyarımı görün. [63]
40. Andolsun biz, Kur'an'ı, ezberlen­mek ve üzerinde düşünülmek için kolaylaştırdık. Hani öğüt ve ibret alan?! Tefsirciler der ki: Her kıssada bu âyetin tekrar edilmesinin hikmeti, geç­miş milletlerle ilgili haberleri düşünmeye ve öğüt almaya dikkat çekmek­tir. Ayrıca her bir peygamberi inkâr etmenin, azabın inmesini gerektir­diğine işaret etmektir. Nitekim Yüce Allah "O halde, Rabbinizin nimetle­rinden hangisini yalanlayabilirsiniz?"[64] mealindeki âyeti bu şekilde tekrar­lamıştır. Bu âyet, çeşitli nimetleri bildirmek için tekrar edilmiştir. Her nimeti anlatınca, ardından onu yalanlamayı kınamıştır.[65]
41. Andolsun ki, Firavun ve kavmine de, tekrar tekrar uyarılar yapılmış, fakat ibret almamışlardır. Ebussuud şöyle der: Firavun kavminin kıssasının son derece önemli olduğunu göstermek için, kıssaya pekiştİrici yeminle başlandı. Çünkü bu kıssada son derece büyük mucizeler ve karşılaştıkları azabın korkunçluğu anlatılmaktadır. Bu taşkınlığın başı Firavun'dur.[66]
42.Bütün mucizeleri, yani Musa'ya verilen dokuz mucizeyi yalanladılar.[67] Denizde boğarak onlardan inti­kam aldık. İntikamını almaya gücü yeten, onları yok edebilen ve kendisini hiç bir şeyin acze düşüremediği bir ilahın yakalayışı gibi yakalayıp azap ettik.
Bundan sonra Yüce Allah Mekke kâfirlerini korkutmak üzere şöyle buyurdu: [68]
43. Bu istifhâm-ı inkârı, kınama ve azarlama ifade eder. Yani, Ey Arap topluluğu! Sizin kâfirleriniz, kendilerine azap indirdi­ğim O Nuh, Âd, Semûd, Lut ve Firavun kavmi kâfirlerinden daha mı üstün ki, onlara azap etmeyeyim?! Kurtubî şöyle der: Bu, istifhâm-ı inkârı olup olumsuzluk ifâde eder. Yani, sizin kâfirleriniz, daha Önce gelip geçmiş ümmetlerin, inkârları yüzünden helak olmuş kâfirlerinden daha üstün değildir.[69] Ey Kureyş kâfirleri! Yoksa sizin azaptan kur­tulduğunuza dâir, peygamberlere inen semavî kitaplarda bir beraatınız mı var? [70]
44. Yoksa onlar, "Biz kalabalık bir topluluğuz, çokluğumuza ve kuvvetimize güveniyoruz, Muhammed'e gâlîp geliriz" mi diyorlar?
Yüce Allah, onlara cevap vermek üzere şöyle buyurdu: [71]
45. Bütün müşrikler hezimete uğrayacak ve mağ­lup olarak dönüp kaçacaklardır. İbnu'l-Cevzî şöyle der: Bu Yüce Allah'ın Peygamberin'e (s.a.v.) bildirdiği gayb bilgisindendir. Hezimet, Bedir sava­şında gerçekleşmiştir. [72]
46. Bu, onlara yapılacak azabın tamamı değildir. Ak­sine, onlara asıl azap etme zamanı kıyamettir. Kıyamet, öldürülmek ve esir edilmekten daha büyük ve acı bir musibettir.[73]
47. Kuşkusuz kâfirler, dünyada hayret ve bocal­ama âhirette ise alevli yanan ateş içindedirler. İbn Abbas şöyle der: Kâfir­ler, hüsran ve delilik içindedir.[74]
48. Cezalandırmak ve zelil kılmak için, onlar o gün yüz üstü cehenneme çekilirler. Onlara, "Ey yalan­layanlar? Tadın cehennem azabını" denilir. Ebussuud şöyle der: Sakar, ce­hennemin özel adıdır. Dolayısıyle kesresiz ve tenvinsız okunur.[75]
49. Biz her şeyi, ezelde Levh-i Mahfûz'da yazıl­mış ve takdir edilmiş olarak yarattık. [76]
50. Yaratma ve vücuda getirme hususunda bizim işimiz sadece bir kezdir. Göz açıp kapayacak kadar hızlıdır. Bir şeye biz "ol" deriz, o da oluverir. İbn Kesîr şöyle der: Biz bir şeye sadece bir kez emrederiz. İkinciyle te'kide ihtiyacımız yoktur. O şey, göz açıp kapayacak kadar sürede, ertelenmeden hemen meydana geliverir.[77]
51. Andolsun ki biz, geçmiş milletlerden inkâr ve sapıklıkta size benzeyenleri yok etmiştik. Hatırlayıp öğüt alan hani?! [78]
52. Yalanlayan milletlerin, hayır ve serden yaptıklarının tümü üzerlerine yazılmış ve koruyucu meleklerin ellerindeki defterlere kaydedilmiştir. İbn Zeyd şöyle der: den makat, "Melek­lerin defterlerinde " demektir. [79]
53. Büyük küçük her amel, Levh-i Mahfûz'da yazılmış ve tesbit edilmiştir. [80]
54. Takva sahipleri, cennetlerde ve nehirlerdedir. Kurtubî şöyle der: Su, şarap, bal ve süt nehirleri içindedir. [81]
55. Onlar beğenilen bir mevkide ve güzel bir makam­dadırlar. Yüce bir Rabbin katında, mülkünde ve saltanatında güçlü, hiçbir şeyin kendisini acze düşüremeyeceği bir Rabbin, yani Alem­lerin Rabbi Allah'ın kalındadırlar. [82]

Edebî Sanatlar

Bu mübarek sûre birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "Göğün kapılarım açtık" cümlesinde, istiâre-i temsîliyye vardır. Yağmurun buluttan çıkışı, göğün kapılarını açan ve gök yüzünü yaran nehirlerin dökülmesine, istiâre-i temsîliyye yoluyla benzetil­miştir.
2. Çağırır ile çağıran arasında cinâs-ı iştikak vardır.
3. Nuh'u da tahtalı ve çiviliye bindirdik" cümlesinde kinaye vardır. Bu âyet, tahta ve çivilerle yapılmış olan gemi­den kinayedir.
4. Onlar, sökülmüş hurma kütükleri gibi.." terki­binde mürsel mücmel teşbih vardır. Ağılcı çırpısının kı­rıntıları haline geldiler" cümlesinde de aynı şekilde mürsel mücmel teşbîh vardır.
5. "Hayır o, çok yalancı ve şımarığın biridir." cümlesin­de mübalağa kipleri kullanılmıştır. Çünkü ve kalıpları mübalağa içindir.
6. "Bilakis onların zamanı kıyamettir. Kıyamet daha korkunçtur..." âyetinde, lafız tekrarlanarak itnab yapılmıştır. Bu, daha çok korkutmak için yapılmıştır.
7. "Kuşkusuz Suçlular bir sapıklık ve çılgın ateş içindedir" âyeti ile " Kuşkusuz takva sahipleri ise, cennetler ve nehirlerdedir" âyeti arasında mukabele vardır.
8. Küçük ile büyük arasında tıbâk vardır.
9. Ayet sonlarında lafız ve musikinin güzelliğini artıran akıcı sec'i murassa vardır. Mesela şu âyetleri oku;
Allah'ın yardımıyle "Kamer Sûresi"nin tefsiri bitti. [83]


[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/139-240.
[2] Sıhah, maddesi.
[3] Kurtubî 17/138
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/244.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/244.
[6] Bu, tef sirenlerin çoğunun görüşüdür. Bu, İbn Abbas, Enes ve tbn Ömer'den rivayet edil­miştir. Bazılarına göre ise ay, kıyamet günü yarılacaktır. İbnu'l-Cevzî, "İki şâz bir görüştür. İcmaın karşısında duramaz" der.
[7] Bkz. Buhârî Tefsir 54/1; Ahmed İbn Hanbel, Müsned 4/81,82; Taberî 27/50:51
[8] Buhârî, Tefsir, 54/1
[9] Taberî, 27/50-51
[10] Hâzin, 4/226
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/244-245.
[11] Îbnu'l-Cevzî, 8/89
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/245-246.
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/246.
[13] Yunus sûresi, 10/101
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/246.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/246.
[16] İbnu'l-Cevzi, 8/91
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/246.
[17] Hâzin, 4/228
[18] Müddessir sûresi, 74/10
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/246.
[20] Şuarâ sûresi, 26/116
[21] Bahr, 8/176
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/246-247.
[22] Bahr, 8/176
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/247.
[23] Ebussuud, 7/786
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/247.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/247.
[25] Bahr, 8/177
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/247.
[26] Ruhu'l-meânî, 27/83
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/247.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/248.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/248.
[29] Hâzin, 4/228
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/248.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/248.
[32] İbn Kesir, çeşitli görüşleri naklettikten sonra şöyle der: Gerçek şu ki, fırtına, bu sıfatların tümünü taşımaktadır. Çok hızlı ve kuvvetli bîr rüzgar idi. Son derece soğuktu. Rahatsız ede­cek derecede gürültülü idi. Bizim lercih ettiğimiz görüş de budur.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/248.
[34] Hâzin, 4/229
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/248.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/249.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/249.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/249.
[38] el-Bahrs 8/180
[39] Kurtubî, 17/138
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/249.
[40] Tefsir-i Kebir, 7/799
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/249-250.
[42] Rûhû'l-meânî, 27/88
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/250.
[43] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/411
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/250.
[45] Şuarâ sûresi, 26/155
[46] Kurtubî, 17/140
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/250.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/250.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/251.
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/251.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/251.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/254.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/254.
[54] Müslim, Kader, 46/19; Tirmizî, Kader 33/19
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/254.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/254.
[56] Muhtasar-ı ibn Kesîr, 3/412
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/254.
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/255.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/255.
[60] Hâzin, 4/230; Tefeîr-i kebîr, 7/808
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/255.
[62] Sâvî Haşiyesi, 4/150
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/255.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/255.
[64] Rahman sûresi, 55/13
[65] Tefsîr-i kebîr, 7/810
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/255.
[66] Ebussuud, 5/78
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/255-256.
[67] Kurtubî der ki: Mucizelerden maksat, Allah'ın birliğini ve Musa'nın (a.s.) peygamber­liğini gösteren âsâ, yed-i beyzâ (el), kıtlık yılları, gözlerin kör edilmesi, tufan, çekirge, bit, kurbağa ve kan mucizeleridir.
[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/256.
[69] Kurtubî, 17/145
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/256.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/256.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/256.
[73] Zâdu'l-mesîr, S/100
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/256.
[74] Ruhu'l-meânî, 27/93
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/256.
[75] Ebussuud, 5/179
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/257.
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/257.
[77] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/414
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/257.
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/257.
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/257.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/257.
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/257.
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/257.
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/257-258.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder