MÜNAFİKUN SURESİ
. 6
MÜNAFİKUN SURESİ
Medine'de inmiştir. 11
âyettir.
Takdim
Münafikûn
sûresi Medîne'de inmiştir. Bunun durumu da Medine'de inen ve ahkâm konularını
işleyen ve İslâm'ın amelî yönünü, yani ahkâm konularını anlatan diğer sûrelerin
durumu gibidir.
Bu mübarek sûrenin, etrafında
döndüğü asıl konu, nifak ve münafıkları genişçe anlatmaktır. O kadar ki bu
sûre, onların nifak perdelerini açıp rezil eden bu isimle yani "Münâfikûn Sûresi" diye isimlendirilmiştir.
Bu mübarek sûre başlangıçta
münafıkların huylarını ve yerilen sıfatlarını ele alır ki, bu sıfatların en
belirgin olanı da yalan söylemeleri ve içlerinin dışlarına uymamasıdır. Çünkü
onlar kalben inanmadıkları şeyleri dilleriyle söylerler. Daha sonra sûre,
Peygamber (a.s.)'e ve mü'minlere kurdukları
komploları anlatır. Kuşkusuz bu sûre onların rezilliklerini ve suçlarını ortaya
çıkarıp rezil etmiştir. Onlar, dıştan müslüman
görünmekle insanları Allah'ın dininden alıkoyuyor ve İslam davetine, açıkça
inkâr eden kâfirin veremediği zararı veriyorlardı. Dolayısıyle onların tehlikeleri daha büyük ve verdikleri
zarar daha çoktur: "Şüphe yok ki münafıklar, cehennemin en alt
tabakasındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın"[1]
Aynı zamanda bu mübarek sûre,
münafıkların Peygamber (s.a.v) hakkındaki adîce konuşmalarını, onun davetinin
dağılıp yok olacağına, Benî Mustalik Gazasından
döndükten sonra Peygamberimizi (s.a.v.) ve mü'-minleri
Medine'den kovacaklarına inanmaları ve diğer bazı âdî sözlerini
anlatır.
Bu mübarek sûre mü'minleri münafıklar gibi Allah'a itaat ve ibadeti bırakıp
dünya zineti, malı ve eğlencesi ile meşgul olmaktan
sakındırır. Bunun zararlı bir yol olduğunu açıklar. Ecel sona erip vakit geçmeden Önce, Allah rızasını kazanmak maksadıyla O'nun
yolunda harcamayı emreder. Ecel gelince, hasret ve pişmanlığın fayda vermediği
bir zamanda insan pişman olur ve hasret çeker.
[2]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Münafıklar
sana geldiklerinde "Şahitlik ederiz ki sen Allah'ın Peygamberisin" derler. Allah
da bilir ki sen elbette, Allah'ın Peygamberisin. Allah hiç şüphesiz münafıkların
yalancı olduklarına şahitlik eder.
2. Yeminlerini
kalkan yapıp (insanları) Allah yolundan
saptırdılar. Gerçekten onların
yaptıkları ne kötüdür!
3. Bunun
sebebi, onların önce îman edip sonra inkâr etmeleridir. Bu yüzden kalbleri mühürlenmiştir. Artık onlar anlamazlar.
4. Onları
gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar
sanki duvara dayandırılmış kütüklerdir.
Her gürültüyü kendi aleyhlerine
sanırlar. Düşman onlardır.
Onlardan sakın. Allah onları
kahretsin! Nasıl olup da döndürülüyorlar?
5. Onlara
"Gelin, Allah'ın Peygamberi sizin için mağfiret dilesin" denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen
onların, büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün.
6. Onlara
mağfiret dilesen de, dilenıesen de birdir. Allah
onları kat'iyyen bağışlamayacaktır. Çünkü Allah,
yoldan çıkmış topluluğu doğru yola iletmez.
7. Onlar:
"Allah'ın elçisinin yanında bulunanlara hiçbir şey vermeyin ki dağılıp
gitsinler" diyenlerdir. Oysa göklerin ve
yerlerin hazineleri Allah'ındır. Fakat münafıklar bunu anlamazlar.
8. Onlar,
"Andolsun, eğer Medine'ye dönersek, en üstün olan, en
alçak olanı oradan mutlaka çıkaracaktır."
diyorlardı. Halbuki üstünlük ancak Allah'ın ve Peygamber'inin ve mü'minlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.
9. Ey îman
edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu
yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.
10. Herhangi
birinize ölüm gelip de "Rabbim! Beni
yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!" demesinden
önce, size verdiğimiz rıziktan harcayın.
11. Allah,
eceli gelince hiçbir nefsi geri bırakmaz. Allah, yaptıklarınızdan haberi
olandır.
Kelimelerin İzahı
Cünne,
canlarını ve mallarını koruyacakları kalkan demektir.
Hadiste, "Oruç kalkandır"[3]
yani Allah'ın azabından koruyucudur buyrulmuştur.
Üzerine kâfirlik mührü vuruldu.
Mühür demektir.
Haktan sapıklığa döndürülüyorlar.
Bu kelime, döndürmek mâ-mânâsına gelen
kökündendir.
Eğdiler, hareket ettirdiler. Bir
kimse başını hareket ettirip çevirdiğinde denir.
Dağılırlar.
Sizi oyalamasın. Faydası olmayan
söz veya iş demektir. [4]
Nüzul Sebebi
Rivayete göre Rasulullah (s.a.v) Benî Mustalik
Gazasına çıktı. İnsanlar burada bir suyun başında kalabahklaştılar. Bunların arasında Ömer (r.a.)'in
hizmetkârı Cahcah b. Saîd
ile, münafıkların reisi Abdullah b. Se-IûTun destekçisi Sinan el-Cühenî
de vardı. Cahcâh, Sinan'a bir tokat attı. Sinan buna
kızıp "Yetişin ey Ensar!" diye bağırdı. Cahcâh da, "Yetişin ey Muhacirler!" diye bağırdı. Abdullah
b. Selûl dedi ki; "Bunu da yaptılar ha! Vallahi
bizimle bunların (Muhacirleri kastediyor) durumu, öncekilerin "Besle kargayı
oysun gözünü" sözüyle anlattıkları gibidir. Bilesiniz ki, vallahi Medine'ye
dönersek, daha üstün olan daha alçak olanı mutlaka oradan çıkaracaktır." O,
"Daha üstün olan" ile kendisini, "Daha alçak olan" ile de Rasulullah (s.a.v)'ı ve Ashabım kastediyordu. Sonra kavmine
şöyle dedi: "Bu muhacirler sizin yardımınız ve onlara infâkınız sayesinde
Medine'de oturuyorlar. Onlardan bu yardımı kesmiş olsaydınız mutlaka beldenizden
kaçarlardı" Zeyd b. Erkam
onu işitti ve durumu Rasulullah (s.a.v)'a bildirdi.
Haber, Abdullah b. Selûl'a ulaştı. Abdullah, böyle bir
şey söylemediğine dâir yemin edip Zeyd'i yalancı
durumuna düşürdü. Bunun üzerine, "Andolsun eğer
Medine'ye dönersek, daha üstün olan alçak olanı mutlaka oradan çıkaracaktır."
mealindeki âyete kadar bu sûre indi.[5]
Ayetlerin Tefsiri
1. Ey Muhammed!
Abdullah b. Selûl ve arkadaşları gibi münafıklar senin
meclisine geldiklerinde, münafıklık ve riyadan dolayı, dilleriyle, "Ey Muhammed!
Senin, Allah'ın elçisi olduğuna şahitlik ederiz" derler. Kalplerinde olmayan
şeyi dilleriyle
söylerler. Ebussuûd şöyle der: Münafıklar, bu şahitliklerini samimi bir
kalp, saf bir inanç, aşın bir arzu ve istekle yaptıklarını göstermek için,
sözlerini ve ile te'kîd ederek, sen, muhakkak
Allah'ın elçisisin" dediler.[6]
Ey Muhammedi Yüce Allah da biliyor ki sen hak peygamberisin. Çünkü seni gönderen
O'dur. Bu bir ara cümlesidir. Hz. Mu-hammed'in (s.a.v.) peygamberlik iddiası hususunda, Allah'ın
onları yalanladığı vehmini ortadan kaldırmak için getirilmiştir ki, bunu duyan,
münafıkların "Sen muhakkak Allah'ın elçisisin" sözlerinin haddi zatında yalan
olduğu vehmine kapılmasın. İbn Cüzeyy şöyle der: "Allah da biliyor ki, sen onun elçisisin"
sözü, münafıkların sözünden değil, Allah'ın sözündendir. Eğer Yüce Allah bu sözü
söylememiş olsaydı, "Allah, münafıkların hiç şüphesiz yalancı olduklarına
şahitlik eder" mealindeki sözün, peygamberliği iptal ettiği vehmedilirdi. Yüce
Allah münafıkların sözleri ile onların yalancı olduğunu ifade eden cümle arasına
bu cümleyi getirdi ki, peygamberliğin iptal edildiği vehmini gidersin ve
peygamberliğin var olduğunu bildirsin.[7]
Bundan sonra Yüce Allah şöyle buyurdu: Allah, münafıkların açıkladıkları
şahitlikleri ve dilleriyle ettikleri yeminleri hususunda kesinlikle yalancı
olduklarına şahitlik eder. Çünkü diliyle bir şey söyleyip de onun aksine inanan
kimse yalancıdır. zamiri yerine şeklinde açık isim getirilmesi, münafıkları
yermek ve bu çirkin sıfatı üzerlerine tescil etmek içindir. Nitekim daha fazla
açıklamak ve anlatmak için ifade, ve ile
pekiştirilmiş olarak gelmiştir. [8]
2. Münafıklar
yalan yeminlerini, öldürülmekten korunabilecekleri bir kalkan edindiler. Dahhâk şöyle der: Yeminlerinden maksat, müslüman olduklarına dâir Allah adına ettikleri yemindir.
Böylece insanları cihâddan ve Muhammed (s.a.v)'e iman
etmekten alıkoydular. Taberî şöyle der: Allah'ın,
Peygamberi (s.a.v.) vasıtasıyla gönderdiği dininden ve mahlukatı için koymuş
olduğu şeriatından yüz çevirdiler.[9]
İbn Kesîr de şöyle der: Münafıklar, yalan yeminlerle
insanlardan korundular. Gerçek yüzlerini bilmeyen kimseler onlara aldanıp müslüman olduklarına inandılar. Oysa gerçekte onlar, İslama ve müslümanlara kötülük
etmekten geri kalmazlar. Onların bu tutumları sebebiyle birçok insana büyük bir
zarar gelmiştir.[10]
Onların amelleri ve yaptıkları iş ne çirkin olmuştur! Çünkü onlar münafık ve
günahkâr oldukları halde, kendilerini mü'min
gösteriyorlar. Onların pis amelleri, yani münafıklık ve yalan
yeminleri ne de kötü olmuştur. Sâvî şöyle der: fiilinden "yerme" taleb edildiğinde gibidir. Bunda "hayret etme" mânâsı da
vardır.[11]
Aynı zamanda, muhataplar nezdinde tutumlarının çok
büyük bir kötülük olduğunu ifade eder. [12]
3. Bu yalan
yemin ve Allah yolundan alıkoyma, dilleri ile iman etmeleri, kalpleri ile ise
inkâr etmelerinden dolayıdır. Ebussuûd şöyle der:
Mü'minlerin yanında kelime-i şehâdet getirdiler, suçlu şeytanlarının yanında ise kâfir
olduklarını söylediler. Ayette, uzağı göstermek için kullanılan getirilmesi,
olayın son derece kötü olduğunu göstermek içindir.[13]
Bu sebeple, kalplerinin üzerine mühür basılmıştır. Artık o kalplere ne hidayet
ulaşır ne de nur. Dolayısıyle hayrı ve imam bilemez ve
güzel ile çirkini ayıramazlar. Çünkü Allah kalplerini
mühürlemiştir. [14]
4. O
münafıkları gördüğünde, şekil ve görünümleri, güzel, parlak ve iri olduğu için,
hoşuna gider. Fesâhatları ve dillerinin akıcılığından
dolayı, konuştuklarında sözlerine kulak verirsin. İbn
Abbâs şöyle der: Münafıkların reisi İbn Selûl cüsseli, fasîh ve belîğ
konuşan biriydi. Konuştuğu zaman, Rasulullah (s.a.v)
onun söylediklerini dinlerdi. Aynı şekilde arkadaşları da böyleydi, Peygamber
(s.a.v)'-in meclisine geldiklerinde insanlar onların beden görünüşlerini
beğenirdi.[15]
İlim ve fikirden mahrum bir takım suretler olmaları hususunda, duvara
dayandırılmış kütüklere benzerler. Onlar ruhsuz kalıplar, akılsız bedenlerdir.
Ebû Hayyân şöyle der:
Anlayışsızlıkları ve kalplerinde iman olmayışından dolayı kütüklere
benzetildiler. Benzetme cümlesi, onları korkaklık ve zayıflıkla
nitelemektedir.[16]
Bunun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurdu: Korkaklık ve zayıflıklarından dolayı,
duydukları her ses ve seslenişte kendilerinin kastedildiğini zannederler.
Allah'ın, perdelerini yırtıp sırlarını açığa çıkarmasından mütemadiyen bir korku
ve endişe içindedirler. İbn Kesfr şöyle der: Her ne zaman bir olay ve korkulu şey
meydana gelse, korkaklıklarından, bu olayın kendi başlarına geleceğine
inanırlar.[17]
Mukâtil de şöyle der: Bir kayıp ilanı işittiklerinde
veya nasıl olursa olsun, bir ses duyduklarında akılları başlarından gider ve
bunu başlarına getirilecek bir musibet sanarlar.[18]
Onlar her ne kadar müslüman görünseler de, hem sana
hem mü'minlere tam anlamıyla düşmandırlar.
Binaenaleyh, onlardan sakın, sır hususunda onlara güvenme, çünkü onlar sana
düşman olanların casuslarıdır. Bu bir beddua cümlesidir. Yani, Allah onları
rezil etsin, onlara lanet etsin ve rahmetinden uzaklaştırsın. Doğru yoldan
sapıklığa nasıl döndürülüyorlar?! Delillerin açıklığına rağmen akılları nasıl
sapıyor?! Bu âyette münafıkların cehalet ve sapıklıkları ve deliller
getirildiği halde imandan dönmeleri sebebiyle hayret edilmesi gerektiği ifade
edilmektedir. İmâm Ah-med b. Hanbel, Ebû Hüreyre'den Rasulullah
(s.a.v)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Münafıkların bazı alâmetleri vardır. Onlar bu alâmetlerle tanınırlar:
Selâmları lanet okumadır, yemekleri yağma malıdır, ganimetleri hainliktir,
mescitlere sadece çirkin söz söylemek ve alay için yaklaşırlar, namaza ancak
sonuna doğru gelirler, kibirlidirler, ne kimseyle yakınlık kurarlar ne de
onlarla yakınlık kurulur, geceleyin sessiz kütükler, gündüzleri ise
çığırtkandırlar.[19]
5. O
münafıklara, Allah'ın Rasulüne gelin de, sizin için Allah'tan mağfiret dilesin
denildiğinde Böbürlenmek ve alay etmek için başlarını sallayıp hareket
ettirirler. Onların, kibirlenip Rasulullah
(s.a.v)'ın kendileri için istiğfar etmesini
istemeyerek, çağrıldıkları şeyden yüzçevirdiklerini
görürsün. İnat ve yüz çevirmeye devam ettiklerini göstermek için geniş zaman
kipi kullanılmıştır.[20]
Tefsirciler der ki: Ayetler münafıkları rezil edip perdelerini açarak inince,
mü'min akrabaları onlara gidip şöyle dediler:
Yazıklar olsun size! Münafıklık yaparak rezil oldunuz, kendinizi helak ettiniz.
Rasulullah'a gelip münafıklıktan tevbe edin ve sizin için mağfiret dilemesini isteyin.
Münafıklar bunu kabul etmediler, alay ve eğlence olsun diye başlarını
salladılar. Bunun üzerine bu âyet indi. Daha sonra İbn
SelûTe dediler ki: Rasulullah (s.a.v)'a git ve suçunu itiraf et de senin için
istiğfar etsin. O bu görüş ve teklifi ret etmek için başını salladı sonra da
onlara şöyle dedi: İman etmemi istediniz ettim. Malımın zekâtını vermemi
istediniz verdim. Bir Muhammed'e secde etmemi emretmediğiniz kaldı.
Bundan sonra Yüce Allah, onlara
istiğfar etmenin fayda vermeyeceğini açıkladı. Çünkü onlar münafıklıkta
diretmektedirler: [21]
6. Onların
durumuna göre, senin onlar için istiğfar etmenle etmemen birdir. Yani, senin
onların bağışlanmasını istemenin hiçbir faydası olmaz. Çünkü onlar Allah ve
Rasulüne itaattan
çıkmışlardır. Sâvî şöyle der: Bu âyet, onların iman
etmelerinden ümit kesildiğini bildirmek içindir. Yani, Ey Muhammedi
Bağışlanmalarını dilemen ile dilememen birdir. Onlar imana gelmezler. Çünkü daha
Önce bedbaht olacakları yazılmıştır.[22]
Onlar iyice inkâra daldıkları ve isyanda ısrar ettikleri için, Allah onları asla
bağışlamayacaktır. Bundan sonra Yüce Allah şöyle buyurarak bunun sebebini
açıkladı. Kuşkusuz Allah, Allah'a itaattan çıkan fasık kimseleri iman etmeye muvaffak etmez.
Bundan sonra Yüce Allah, onların
suçlarım ve yaptıkları çirkinlikleri daha fazla açıklamak için şöyle
buyurdu: [23]
7. Onlar,
"Muhacirlere para v.b. yardımda bulunmayın da Muhammed'den ayrılsınlar" diyen
kâfirlerdir. Ebû Hayyân
şöyle der: Bu, İbn Selûl ve
kavminden ona uyanlara bir işarettir. Yüce Allah, muhacirlerin rızıklarının kendi ellerinde olduğunu zannetmeleri sebebiyle
münafıkların beyinsiz olduğunu bildirdi. Bilemediler ki, rızik Allah'ın elindedir. Münafıkların, "Allah'ın Rasulü'nün yanında olanlara" sözleri, alay yollu söylenmiş
bir sözdür. Çünkü Muhammed (a.s.)'-in peygamberliğini ikrar etselerdi, onlardan
böyle bir şey çıkmazdı. Açık olan şu ki, onlar, aynı lafızları kullanmadılar.
Fakat Yüce Allah, Rasûlüne bir ikram olsun diye onu bu
sözlerle ifade etti.[24]
Rızkın anahtarları sadece Yüce Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir,
dilediğine vermez. Hiçkimse, Allah'ın, kullarına
lütfetmesine engel olamaz. imaldi Fakat münafıklar Allah'ın hikmetini ve
tedbirini anlayamazlar. Dolayısıyle söyledikleri o
inkâr ve sapıklık sözlerini söylerler.
Bundan sonra Yüce Allah
münafıkların bazı çirkin davranışlarını ve sözlerini saymak üzere şöyle
buyurdu: [25]
8. Diyorlar ki,
bu BenîMus-talik Savaşından döndüğümüz ve beldemiz
olan Medîne-i Münevvere'ye avdet ettiğimizde, mutlaka
Muhammed ve arkadaşlarını oradan çıkaracağız. Bunu söyleyen. İbn Selûl'dür. Âyetteki " daha
üstün" ile kendini ve taraftarlarını "daha zelil" ile de Rasulullah (s.a.v)'ı ve beraberindekileri kastetmektedir.[26]
Tefsirciler şöyle der: İbn Selûl bunları söyleyip de Medî-ne'ye döndüğünde oğlu Abdullah kılıcım çekip onun için
Medîne girişinde bekledi. İnsanlar önünden gelip geçiyordu. Babası gelince oğlu, "Geri dön. Vallahi, Rasulullah (s.a.v) daha üstün, ben daha zelilim demedikçe
asla Medîne'ye giremezsin" dedi. İbn Selûl de bunları söyledi. Sonra oğlu Rasulullah (s.a.v)'a gelip dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü! Babamı öldürmek istediğini duydum. Eğer bunu
yapacaksan, emret, başını sana ben getireyim".
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v): "Hayır, bilakis bizimle birlikte olduğu
müddetçe ona iyi davranacağız ve onunla güzel arkadaşlık yapacağız" dedi.[27]
Kuvvet ve üstünlük, başkasına değil, Allah'a ve Onun üstün tutup desteklediği
peygamberine ve mü'minlere mahsustur. Bu kalıp hasr ifâde eder. Kurtubî şöyle
der: Münafıklar, üstünlüğün mal ve taraftarların çokluğu ile olduğunu sandılar.
Yüce Allah da izzet ve üstünlüğün Allah'a, Rasulüne ve
mü'minlere âit olduğunu açıkladı.[28]
Fakat münafıklar son derece câhil ve gururlu oldukları için izzet ve üstünlüğün,
Allah'ın düşmanlarına değil de dostlarına mahsûs olduğunu bilmezler. [29]
9. Yüce Allah
münafıkların çirkin davranışlarını anlattıktan sonra, mal ve evlatlara aldanma
hususunda onlara benzemekten mü'minleri
sakındırdı. Yani, Ey Mü'minler! Mal ve çocuklar, münafıkları alıkoyduğu gibi,
sizi Allah'a itaat ve ibadetten, size farz kıldığı namaz, zekât ve haccı edadan
alıkoymasın. Ebû Hayyân
şöyle der: Artırmaya çalışmanız ve biriktirmekten zevk almanız sebebiyle
mallarınız; kendileriyle sevinç duymanız ve ihtiyaçlarını gidermeye bakmanız sebebiyle de çocuklarınız sizi
Allah'ı zikirden
alıkoymasın. Zikir, namaz, tesbîh, hamd etme ve diğer
ibadetleri kapsar.[30]
Dünya, kimi Allah'a itaat ve ibadetten
alıkorsa, işte onlar tam zarara uğrayanların ta
kendileridir. Çünkü onlar geçici ve basit olanı, sonsuz .ve yüce olana tercih
etmişler ve dünyayı âhiretten üstün tutmuşlardır. [31]
10. İnsana ölüm
gelip de can çekişme durumuna gelmeden önce size verdiğimiz ve lütfettiğimiz
malların bir kısmından Allah rızası için harcayın. Ve öleceğini kesin olarak
anlayıp da. "Rabbim! Bana mühlet verip ölümümü kısa bir zaman ertelesen de,
Harcasam, güzel amel etsem ve böylece sâlih ve takva
sahibi birisi olsam" demeden önce Allah yolunda harcayın. İbn Kesîr şöyle der: Her ihmalkâr, ölüm geldiğinde pişman
olur ve kaçırdıklarını elde etmek için müddetin uzamasını ister. Fakat, heyhat
ki iş işten geçmiştir.[32]
11. Kim olursa
olsun, eceli geldiğinde Allah hiç kimseye kesinlikle mühlet vermeyecektir. Asla
ömrünü uzatmayacaktır. Burada hemen itaat etmeye teşvik edilmektedir ki, ihmal
edip
Rabbine kavuşma hazırlığı yapmadan ecel
gelmesinden kişiyi sakındırsın, Yüce Allah, hayır ya
da şer, yapmış olduğunuz amellerden haberdardır, onları bilir ve karşılığını
size verir. [33]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz.
1. "Allah
münafıkların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder" âyetinde daha fazla
açıklamak için cümle, yemin, ve edatları
ile pekiştirilmiştir.
2. "Allah
biliyor ki, Şüphesiz sen O'nun Peygamberisin" cümlesi, bir ara cümlesidir.
Münafıkların, o sözü inanarak söylemediklerini açıklamak, Muhammed (a.s)'in
peygamberliğine şahitlik ettikleri iddialarında yalanladıkları vehmini ortadan
kaldırmak için şart cümlesi ile cevap cümlesi arasında gelmiştir. İbarenin aslı
şöyledir: O cümle bu ikisi arasına, bir ara cümlesi olarak
gelmiştir.
3. "Yeminlerini
kalkan edindiler." Cümlesinde istiare vardır. Çünkü aslında l, kişinin
kendisiyle korunup siper edindiği kalkan gibi bir şeydir. Sonra burada Yüce
Allah onu müsteâr olarak kullandı. Çünkü onlar mallarını ve canlarını korumak
için, miislüman görünüyorlardı.
4. arasında
tıbâk sanatı vardır. Bu da güzelleştirici edebî
sanatlardandır.
5. "Konuşurlai'sa sözlerini dinlersin. Tıpkı sıralanmış kof
kütük gibidirler" âyetinde mürsel mücmel teşbîh
vardır. Bu, parlak teşbihlerdendir.
6. arasında
tıbâk-ı selb
vardır.
7. "Allah
onları Öldürsün" cümlesi dua cümlesidir. Onlara lanet, rezillik ve helak isteği
ile yapılmış bir bedduadır.
8. Âyet
sonlarında birbirine uygunluk vardır. Bu, Kur'ân'da
çok oup kelâmın güzelliğini artırmaktadır. [34]
Bir Uyarı
Münafıklık Mekke'de yoktu. Orada
sadece kâfirlik vardı. Münafıklık Medîne-i Münevvere'de, İslam güçlenip yardımcıları artınca ortaya
çıktı. Münafıklar mallarını ve canlarını korumak için, müslüman görünüyorlardı. Şâir şöyle der:
İslam'a, sırf kanlarını
akıtılmaktan kurtarmak için girdiler. [35]
Faydalı Bilgiler
İzzet, kibirden farklı bir şeydir.
Müslümanın kendisini zelîl düşürmesi ona helâl olmaz.
İzzet, insanın, nefsinin hakikatini bilmesidir. Kibir ise insanın kendisini
tanım aması dır. Ali (r.a.)'nin oğlu Hasan'a (r.a.)
denildi ki: İnsanlar sende kibir ve gurur olduğunu iddia ediyorlar. Hasan
(r.a.): "Bu kibir değil, müslümanın izzetidir" dedi
ve "İzzet, Allah'a, Rasulüne ve müT-minlere mahsustur" mealindeki
âyet-i kerime'yi okudu. [36]
Bir Nükte
İbn Abbâs (r.a)'ın şöyle dediği
rivayet olunur: Kimin, kendisini Rabbi-nin evini
ziyarete (hacca) götürecek veya üzerine zekât farz olacak kadar malı olur da, bu
görevleri yapmazsa, ölürken geri dönmek ister. Adamın biri dedi ki: "Ey İbn Abbâs! Allah'tan kork. Geri
dönmeyi sadece kâfirler ister." Bunun üzerine İbn
Abbâs, size bununla ilgili Kur'ân âyetini okuyacağım diyerek "Herhangi birinize ölüm
gelip de "Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip
iyilerden olsam" demeden önce size verdiğimiz rızıktan
harcayın" mealindeki âyeti okudu.
Allah'ın yardımı ile "Münâfikûn Sûresi"nin tefsiri bitti. [37]
[1] Nisa sûresi, 4/145
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/443.
[3] Buhârî, Savm 2: Müslim, Sıyâm,
162,163.
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/446.
[5] BuhM Tefsîr, 63/7; İbn Cüzeyy, Teshil,
4/122
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/446.
[6] Ebussuûd. 5/164
[7] Teshîl, 4/121
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/446-447.
[9] Taberî, 28/69
[10] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/503
[11] Sâvî Haşiyesi,
4/208
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/447-448.
[13] Ebussuûd, 5/165
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/448.
[15] Sâvî Haşiyesi, 4/208
[16] Bahr, 8/272
[17] Muhtasar-ı İbn Kesir,
3/504
[18] ÂlÛsî, 28/111
[19] Ahmed b. Hanbel, II, 293
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/448-449.
[20] Bahr, 8/237
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/449.
[22] Sâvî, 4/209
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/449-450.
[24] Bahr, 8/274
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/450.
[26] Daha önce anlatılan "Nüzul Sebebi"ne
bakınız.
[27] İbn İshâk'ın Sîret'ine bakmakta fayda
vardır. Orada bu olay genişçe anlatılmıştır.
[28] Kurtubî, 1129
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/450-451.
[30] Bahr, 8/274
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/451.
[32] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/506
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/451.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/451-452.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/452.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/452.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/453.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/453.
MÜNAFİKUN SURESİ
Medine'de inmiştir. 11
âyettir.
Takdim
Münafikûn
sûresi Medîne'de inmiştir. Bunun durumu da Medine'de inen ve ahkâm konularını
işleyen ve İslâm'ın amelî yönünü, yani ahkâm konularını anlatan diğer sûrelerin
durumu gibidir.
Bu mübarek sûrenin, etrafında
döndüğü asıl konu, nifak ve münafıkları genişçe anlatmaktır. O kadar ki bu
sûre, onların nifak perdelerini açıp rezil eden bu isimle yani "Münâfikûn Sûresi" diye isimlendirilmiştir.
Bu mübarek sûre başlangıçta
münafıkların huylarını ve yerilen sıfatlarını ele alır ki, bu sıfatların en
belirgin olanı da yalan söylemeleri ve içlerinin dışlarına uymamasıdır. Çünkü
onlar kalben inanmadıkları şeyleri dilleriyle söylerler. Daha sonra sûre,
Peygamber (a.s.)'e ve mü'minlere kurdukları
komploları anlatır. Kuşkusuz bu sûre onların rezilliklerini ve suçlarını ortaya
çıkarıp rezil etmiştir. Onlar, dıştan müslüman
görünmekle insanları Allah'ın dininden alıkoyuyor ve İslam davetine, açıkça
inkâr eden kâfirin veremediği zararı veriyorlardı. Dolayısıyle onların tehlikeleri daha büyük ve verdikleri
zarar daha çoktur: "Şüphe yok ki münafıklar, cehennemin en alt
tabakasındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın"[1]
Aynı zamanda bu mübarek sûre,
münafıkların Peygamber (s.a.v) hakkındaki adîce konuşmalarını, onun davetinin
dağılıp yok olacağına, Benî Mustalik Gazasından
döndükten sonra Peygamberimizi (s.a.v.) ve mü'-minleri
Medine'den kovacaklarına inanmaları ve diğer bazı âdî sözlerini
anlatır.
Bu mübarek sûre mü'minleri münafıklar gibi Allah'a itaat ve ibadeti bırakıp
dünya zineti, malı ve eğlencesi ile meşgul olmaktan
sakındırır. Bunun zararlı bir yol olduğunu açıklar. Ecel sona erip vakit geçmeden Önce, Allah rızasını kazanmak maksadıyla O'nun
yolunda harcamayı emreder. Ecel gelince, hasret ve pişmanlığın fayda vermediği
bir zamanda insan pişman olur ve hasret çeker.
[2]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Münafıklar
sana geldiklerinde "Şahitlik ederiz ki sen Allah'ın Peygamberisin" derler. Allah
da bilir ki sen elbette, Allah'ın Peygamberisin. Allah hiç şüphesiz münafıkların
yalancı olduklarına şahitlik eder.
2. Yeminlerini
kalkan yapıp (insanları) Allah yolundan
saptırdılar. Gerçekten onların
yaptıkları ne kötüdür!
3. Bunun
sebebi, onların önce îman edip sonra inkâr etmeleridir. Bu yüzden kalbleri mühürlenmiştir. Artık onlar anlamazlar.
4. Onları
gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar
sanki duvara dayandırılmış kütüklerdir.
Her gürültüyü kendi aleyhlerine
sanırlar. Düşman onlardır.
Onlardan sakın. Allah onları
kahretsin! Nasıl olup da döndürülüyorlar?
5. Onlara
"Gelin, Allah'ın Peygamberi sizin için mağfiret dilesin" denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen
onların, büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün.
6. Onlara
mağfiret dilesen de, dilenıesen de birdir. Allah
onları kat'iyyen bağışlamayacaktır. Çünkü Allah,
yoldan çıkmış topluluğu doğru yola iletmez.
7. Onlar:
"Allah'ın elçisinin yanında bulunanlara hiçbir şey vermeyin ki dağılıp
gitsinler" diyenlerdir. Oysa göklerin ve
yerlerin hazineleri Allah'ındır. Fakat münafıklar bunu anlamazlar.
8. Onlar,
"Andolsun, eğer Medine'ye dönersek, en üstün olan, en
alçak olanı oradan mutlaka çıkaracaktır."
diyorlardı. Halbuki üstünlük ancak Allah'ın ve Peygamber'inin ve mü'minlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.
9. Ey îman
edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu
yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.
10. Herhangi
birinize ölüm gelip de "Rabbim! Beni
yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!" demesinden
önce, size verdiğimiz rıziktan harcayın.
11. Allah,
eceli gelince hiçbir nefsi geri bırakmaz. Allah, yaptıklarınızdan haberi
olandır.
Kelimelerin İzahı
Cünne,
canlarını ve mallarını koruyacakları kalkan demektir.
Hadiste, "Oruç kalkandır"[3]
yani Allah'ın azabından koruyucudur buyrulmuştur.
Üzerine kâfirlik mührü vuruldu.
Mühür demektir.
Haktan sapıklığa döndürülüyorlar.
Bu kelime, döndürmek mâ-mânâsına gelen
kökündendir.
Eğdiler, hareket ettirdiler. Bir
kimse başını hareket ettirip çevirdiğinde denir.
Dağılırlar.
Sizi oyalamasın. Faydası olmayan
söz veya iş demektir. [4]
Nüzul Sebebi
Rivayete göre Rasulullah (s.a.v) Benî Mustalik
Gazasına çıktı. İnsanlar burada bir suyun başında kalabahklaştılar. Bunların arasında Ömer (r.a.)'in
hizmetkârı Cahcah b. Saîd
ile, münafıkların reisi Abdullah b. Se-IûTun destekçisi Sinan el-Cühenî
de vardı. Cahcâh, Sinan'a bir tokat attı. Sinan buna
kızıp "Yetişin ey Ensar!" diye bağırdı. Cahcâh da, "Yetişin ey Muhacirler!" diye bağırdı. Abdullah
b. Selûl dedi ki; "Bunu da yaptılar ha! Vallahi
bizimle bunların (Muhacirleri kastediyor) durumu, öncekilerin "Besle kargayı
oysun gözünü" sözüyle anlattıkları gibidir. Bilesiniz ki, vallahi Medine'ye
dönersek, daha üstün olan daha alçak olanı mutlaka oradan çıkaracaktır." O,
"Daha üstün olan" ile kendisini, "Daha alçak olan" ile de Rasulullah (s.a.v)'ı ve Ashabım kastediyordu. Sonra kavmine
şöyle dedi: "Bu muhacirler sizin yardımınız ve onlara infâkınız sayesinde
Medine'de oturuyorlar. Onlardan bu yardımı kesmiş olsaydınız mutlaka beldenizden
kaçarlardı" Zeyd b. Erkam
onu işitti ve durumu Rasulullah (s.a.v)'a bildirdi.
Haber, Abdullah b. Selûl'a ulaştı. Abdullah, böyle bir
şey söylemediğine dâir yemin edip Zeyd'i yalancı
durumuna düşürdü. Bunun üzerine, "Andolsun eğer
Medine'ye dönersek, daha üstün olan alçak olanı mutlaka oradan çıkaracaktır."
mealindeki âyete kadar bu sûre indi.[5]
Ayetlerin Tefsiri
1. Ey Muhammed!
Abdullah b. Selûl ve arkadaşları gibi münafıklar senin
meclisine geldiklerinde, münafıklık ve riyadan dolayı, dilleriyle, "Ey Muhammed!
Senin, Allah'ın elçisi olduğuna şahitlik ederiz" derler. Kalplerinde olmayan
şeyi dilleriyle
söylerler. Ebussuûd şöyle der: Münafıklar, bu şahitliklerini samimi bir
kalp, saf bir inanç, aşın bir arzu ve istekle yaptıklarını göstermek için,
sözlerini ve ile te'kîd ederek, sen, muhakkak
Allah'ın elçisisin" dediler.[6]
Ey Muhammedi Yüce Allah da biliyor ki sen hak peygamberisin. Çünkü seni gönderen
O'dur. Bu bir ara cümlesidir. Hz. Mu-hammed'in (s.a.v.) peygamberlik iddiası hususunda, Allah'ın
onları yalanladığı vehmini ortadan kaldırmak için getirilmiştir ki, bunu duyan,
münafıkların "Sen muhakkak Allah'ın elçisisin" sözlerinin haddi zatında yalan
olduğu vehmine kapılmasın. İbn Cüzeyy şöyle der: "Allah da biliyor ki, sen onun elçisisin"
sözü, münafıkların sözünden değil, Allah'ın sözündendir. Eğer Yüce Allah bu sözü
söylememiş olsaydı, "Allah, münafıkların hiç şüphesiz yalancı olduklarına
şahitlik eder" mealindeki sözün, peygamberliği iptal ettiği vehmedilirdi. Yüce
Allah münafıkların sözleri ile onların yalancı olduğunu ifade eden cümle arasına
bu cümleyi getirdi ki, peygamberliğin iptal edildiği vehmini gidersin ve
peygamberliğin var olduğunu bildirsin.[7]
Bundan sonra Yüce Allah şöyle buyurdu: Allah, münafıkların açıkladıkları
şahitlikleri ve dilleriyle ettikleri yeminleri hususunda kesinlikle yalancı
olduklarına şahitlik eder. Çünkü diliyle bir şey söyleyip de onun aksine inanan
kimse yalancıdır. zamiri yerine şeklinde açık isim getirilmesi, münafıkları
yermek ve bu çirkin sıfatı üzerlerine tescil etmek içindir. Nitekim daha fazla
açıklamak ve anlatmak için ifade, ve ile
pekiştirilmiş olarak gelmiştir. [8]
2. Münafıklar
yalan yeminlerini, öldürülmekten korunabilecekleri bir kalkan edindiler. Dahhâk şöyle der: Yeminlerinden maksat, müslüman olduklarına dâir Allah adına ettikleri yemindir.
Böylece insanları cihâddan ve Muhammed (s.a.v)'e iman
etmekten alıkoydular. Taberî şöyle der: Allah'ın,
Peygamberi (s.a.v.) vasıtasıyla gönderdiği dininden ve mahlukatı için koymuş
olduğu şeriatından yüz çevirdiler.[9]
İbn Kesîr de şöyle der: Münafıklar, yalan yeminlerle
insanlardan korundular. Gerçek yüzlerini bilmeyen kimseler onlara aldanıp müslüman olduklarına inandılar. Oysa gerçekte onlar, İslama ve müslümanlara kötülük
etmekten geri kalmazlar. Onların bu tutumları sebebiyle birçok insana büyük bir
zarar gelmiştir.[10]
Onların amelleri ve yaptıkları iş ne çirkin olmuştur! Çünkü onlar münafık ve
günahkâr oldukları halde, kendilerini mü'min
gösteriyorlar. Onların pis amelleri, yani münafıklık ve yalan
yeminleri ne de kötü olmuştur. Sâvî şöyle der: fiilinden "yerme" taleb edildiğinde gibidir. Bunda "hayret etme" mânâsı da
vardır.[11]
Aynı zamanda, muhataplar nezdinde tutumlarının çok
büyük bir kötülük olduğunu ifade eder. [12]
3. Bu yalan
yemin ve Allah yolundan alıkoyma, dilleri ile iman etmeleri, kalpleri ile ise
inkâr etmelerinden dolayıdır. Ebussuûd şöyle der:
Mü'minlerin yanında kelime-i şehâdet getirdiler, suçlu şeytanlarının yanında ise kâfir
olduklarını söylediler. Ayette, uzağı göstermek için kullanılan getirilmesi,
olayın son derece kötü olduğunu göstermek içindir.[13]
Bu sebeple, kalplerinin üzerine mühür basılmıştır. Artık o kalplere ne hidayet
ulaşır ne de nur. Dolayısıyle hayrı ve imam bilemez ve
güzel ile çirkini ayıramazlar. Çünkü Allah kalplerini
mühürlemiştir. [14]
4. O
münafıkları gördüğünde, şekil ve görünümleri, güzel, parlak ve iri olduğu için,
hoşuna gider. Fesâhatları ve dillerinin akıcılığından
dolayı, konuştuklarında sözlerine kulak verirsin. İbn
Abbâs şöyle der: Münafıkların reisi İbn Selûl cüsseli, fasîh ve belîğ
konuşan biriydi. Konuştuğu zaman, Rasulullah (s.a.v)
onun söylediklerini dinlerdi. Aynı şekilde arkadaşları da böyleydi, Peygamber
(s.a.v)'-in meclisine geldiklerinde insanlar onların beden görünüşlerini
beğenirdi.[15]
İlim ve fikirden mahrum bir takım suretler olmaları hususunda, duvara
dayandırılmış kütüklere benzerler. Onlar ruhsuz kalıplar, akılsız bedenlerdir.
Ebû Hayyân şöyle der:
Anlayışsızlıkları ve kalplerinde iman olmayışından dolayı kütüklere
benzetildiler. Benzetme cümlesi, onları korkaklık ve zayıflıkla
nitelemektedir.[16]
Bunun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurdu: Korkaklık ve zayıflıklarından dolayı,
duydukları her ses ve seslenişte kendilerinin kastedildiğini zannederler.
Allah'ın, perdelerini yırtıp sırlarını açığa çıkarmasından mütemadiyen bir korku
ve endişe içindedirler. İbn Kesfr şöyle der: Her ne zaman bir olay ve korkulu şey
meydana gelse, korkaklıklarından, bu olayın kendi başlarına geleceğine
inanırlar.[17]
Mukâtil de şöyle der: Bir kayıp ilanı işittiklerinde
veya nasıl olursa olsun, bir ses duyduklarında akılları başlarından gider ve
bunu başlarına getirilecek bir musibet sanarlar.[18]
Onlar her ne kadar müslüman görünseler de, hem sana
hem mü'minlere tam anlamıyla düşmandırlar.
Binaenaleyh, onlardan sakın, sır hususunda onlara güvenme, çünkü onlar sana
düşman olanların casuslarıdır. Bu bir beddua cümlesidir. Yani, Allah onları
rezil etsin, onlara lanet etsin ve rahmetinden uzaklaştırsın. Doğru yoldan
sapıklığa nasıl döndürülüyorlar?! Delillerin açıklığına rağmen akılları nasıl
sapıyor?! Bu âyette münafıkların cehalet ve sapıklıkları ve deliller
getirildiği halde imandan dönmeleri sebebiyle hayret edilmesi gerektiği ifade
edilmektedir. İmâm Ah-med b. Hanbel, Ebû Hüreyre'den Rasulullah
(s.a.v)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Münafıkların bazı alâmetleri vardır. Onlar bu alâmetlerle tanınırlar:
Selâmları lanet okumadır, yemekleri yağma malıdır, ganimetleri hainliktir,
mescitlere sadece çirkin söz söylemek ve alay için yaklaşırlar, namaza ancak
sonuna doğru gelirler, kibirlidirler, ne kimseyle yakınlık kurarlar ne de
onlarla yakınlık kurulur, geceleyin sessiz kütükler, gündüzleri ise
çığırtkandırlar.[19]
5. O
münafıklara, Allah'ın Rasulüne gelin de, sizin için Allah'tan mağfiret dilesin
denildiğinde Böbürlenmek ve alay etmek için başlarını sallayıp hareket
ettirirler. Onların, kibirlenip Rasulullah
(s.a.v)'ın kendileri için istiğfar etmesini
istemeyerek, çağrıldıkları şeyden yüzçevirdiklerini
görürsün. İnat ve yüz çevirmeye devam ettiklerini göstermek için geniş zaman
kipi kullanılmıştır.[20]
Tefsirciler der ki: Ayetler münafıkları rezil edip perdelerini açarak inince,
mü'min akrabaları onlara gidip şöyle dediler:
Yazıklar olsun size! Münafıklık yaparak rezil oldunuz, kendinizi helak ettiniz.
Rasulullah'a gelip münafıklıktan tevbe edin ve sizin için mağfiret dilemesini isteyin.
Münafıklar bunu kabul etmediler, alay ve eğlence olsun diye başlarını
salladılar. Bunun üzerine bu âyet indi. Daha sonra İbn
SelûTe dediler ki: Rasulullah (s.a.v)'a git ve suçunu itiraf et de senin için
istiğfar etsin. O bu görüş ve teklifi ret etmek için başını salladı sonra da
onlara şöyle dedi: İman etmemi istediniz ettim. Malımın zekâtını vermemi
istediniz verdim. Bir Muhammed'e secde etmemi emretmediğiniz kaldı.
Bundan sonra Yüce Allah, onlara
istiğfar etmenin fayda vermeyeceğini açıkladı. Çünkü onlar münafıklıkta
diretmektedirler: [21]
6. Onların
durumuna göre, senin onlar için istiğfar etmenle etmemen birdir. Yani, senin
onların bağışlanmasını istemenin hiçbir faydası olmaz. Çünkü onlar Allah ve
Rasulüne itaattan
çıkmışlardır. Sâvî şöyle der: Bu âyet, onların iman
etmelerinden ümit kesildiğini bildirmek içindir. Yani, Ey Muhammedi
Bağışlanmalarını dilemen ile dilememen birdir. Onlar imana gelmezler. Çünkü daha
Önce bedbaht olacakları yazılmıştır.[22]
Onlar iyice inkâra daldıkları ve isyanda ısrar ettikleri için, Allah onları asla
bağışlamayacaktır. Bundan sonra Yüce Allah şöyle buyurarak bunun sebebini
açıkladı. Kuşkusuz Allah, Allah'a itaattan çıkan fasık kimseleri iman etmeye muvaffak etmez.
Bundan sonra Yüce Allah, onların
suçlarım ve yaptıkları çirkinlikleri daha fazla açıklamak için şöyle
buyurdu: [23]
7. Onlar,
"Muhacirlere para v.b. yardımda bulunmayın da Muhammed'den ayrılsınlar" diyen
kâfirlerdir. Ebû Hayyân
şöyle der: Bu, İbn Selûl ve
kavminden ona uyanlara bir işarettir. Yüce Allah, muhacirlerin rızıklarının kendi ellerinde olduğunu zannetmeleri sebebiyle
münafıkların beyinsiz olduğunu bildirdi. Bilemediler ki, rızik Allah'ın elindedir. Münafıkların, "Allah'ın Rasulü'nün yanında olanlara" sözleri, alay yollu söylenmiş
bir sözdür. Çünkü Muhammed (a.s.)'-in peygamberliğini ikrar etselerdi, onlardan
böyle bir şey çıkmazdı. Açık olan şu ki, onlar, aynı lafızları kullanmadılar.
Fakat Yüce Allah, Rasûlüne bir ikram olsun diye onu bu
sözlerle ifade etti.[24]
Rızkın anahtarları sadece Yüce Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir,
dilediğine vermez. Hiçkimse, Allah'ın, kullarına
lütfetmesine engel olamaz. imaldi Fakat münafıklar Allah'ın hikmetini ve
tedbirini anlayamazlar. Dolayısıyle söyledikleri o
inkâr ve sapıklık sözlerini söylerler.
Bundan sonra Yüce Allah
münafıkların bazı çirkin davranışlarını ve sözlerini saymak üzere şöyle
buyurdu: [25]
8. Diyorlar ki,
bu BenîMus-talik Savaşından döndüğümüz ve beldemiz
olan Medîne-i Münevvere'ye avdet ettiğimizde, mutlaka
Muhammed ve arkadaşlarını oradan çıkaracağız. Bunu söyleyen. İbn Selûl'dür. Âyetteki " daha
üstün" ile kendini ve taraftarlarını "daha zelil" ile de Rasulullah (s.a.v)'ı ve beraberindekileri kastetmektedir.[26]
Tefsirciler şöyle der: İbn Selûl bunları söyleyip de Medî-ne'ye döndüğünde oğlu Abdullah kılıcım çekip onun için
Medîne girişinde bekledi. İnsanlar önünden gelip geçiyordu. Babası gelince oğlu, "Geri dön. Vallahi, Rasulullah (s.a.v) daha üstün, ben daha zelilim demedikçe
asla Medîne'ye giremezsin" dedi. İbn Selûl de bunları söyledi. Sonra oğlu Rasulullah (s.a.v)'a gelip dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü! Babamı öldürmek istediğini duydum. Eğer bunu
yapacaksan, emret, başını sana ben getireyim".
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v): "Hayır, bilakis bizimle birlikte olduğu
müddetçe ona iyi davranacağız ve onunla güzel arkadaşlık yapacağız" dedi.[27]
Kuvvet ve üstünlük, başkasına değil, Allah'a ve Onun üstün tutup desteklediği
peygamberine ve mü'minlere mahsustur. Bu kalıp hasr ifâde eder. Kurtubî şöyle
der: Münafıklar, üstünlüğün mal ve taraftarların çokluğu ile olduğunu sandılar.
Yüce Allah da izzet ve üstünlüğün Allah'a, Rasulüne ve
mü'minlere âit olduğunu açıkladı.[28]
Fakat münafıklar son derece câhil ve gururlu oldukları için izzet ve üstünlüğün,
Allah'ın düşmanlarına değil de dostlarına mahsûs olduğunu bilmezler. [29]
9. Yüce Allah
münafıkların çirkin davranışlarını anlattıktan sonra, mal ve evlatlara aldanma
hususunda onlara benzemekten mü'minleri
sakındırdı. Yani, Ey Mü'minler! Mal ve çocuklar, münafıkları alıkoyduğu gibi,
sizi Allah'a itaat ve ibadetten, size farz kıldığı namaz, zekât ve haccı edadan
alıkoymasın. Ebû Hayyân
şöyle der: Artırmaya çalışmanız ve biriktirmekten zevk almanız sebebiyle
mallarınız; kendileriyle sevinç duymanız ve ihtiyaçlarını gidermeye bakmanız sebebiyle de çocuklarınız sizi
Allah'ı zikirden
alıkoymasın. Zikir, namaz, tesbîh, hamd etme ve diğer
ibadetleri kapsar.[30]
Dünya, kimi Allah'a itaat ve ibadetten
alıkorsa, işte onlar tam zarara uğrayanların ta
kendileridir. Çünkü onlar geçici ve basit olanı, sonsuz .ve yüce olana tercih
etmişler ve dünyayı âhiretten üstün tutmuşlardır. [31]
10. İnsana ölüm
gelip de can çekişme durumuna gelmeden önce size verdiğimiz ve lütfettiğimiz
malların bir kısmından Allah rızası için harcayın. Ve öleceğini kesin olarak
anlayıp da. "Rabbim! Bana mühlet verip ölümümü kısa bir zaman ertelesen de,
Harcasam, güzel amel etsem ve böylece sâlih ve takva
sahibi birisi olsam" demeden önce Allah yolunda harcayın. İbn Kesîr şöyle der: Her ihmalkâr, ölüm geldiğinde pişman
olur ve kaçırdıklarını elde etmek için müddetin uzamasını ister. Fakat, heyhat
ki iş işten geçmiştir.[32]
11. Kim olursa
olsun, eceli geldiğinde Allah hiç kimseye kesinlikle mühlet vermeyecektir. Asla
ömrünü uzatmayacaktır. Burada hemen itaat etmeye teşvik edilmektedir ki, ihmal
edip
Rabbine kavuşma hazırlığı yapmadan ecel
gelmesinden kişiyi sakındırsın, Yüce Allah, hayır ya
da şer, yapmış olduğunuz amellerden haberdardır, onları bilir ve karşılığını
size verir. [33]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz.
1. "Allah
münafıkların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder" âyetinde daha fazla
açıklamak için cümle, yemin, ve edatları
ile pekiştirilmiştir.
2. "Allah
biliyor ki, Şüphesiz sen O'nun Peygamberisin" cümlesi, bir ara cümlesidir.
Münafıkların, o sözü inanarak söylemediklerini açıklamak, Muhammed (a.s)'in
peygamberliğine şahitlik ettikleri iddialarında yalanladıkları vehmini ortadan
kaldırmak için şart cümlesi ile cevap cümlesi arasında gelmiştir. İbarenin aslı
şöyledir: O cümle bu ikisi arasına, bir ara cümlesi olarak
gelmiştir.
3. "Yeminlerini
kalkan edindiler." Cümlesinde istiare vardır. Çünkü aslında l, kişinin
kendisiyle korunup siper edindiği kalkan gibi bir şeydir. Sonra burada Yüce
Allah onu müsteâr olarak kullandı. Çünkü onlar mallarını ve canlarını korumak
için, miislüman görünüyorlardı.
4. arasında
tıbâk sanatı vardır. Bu da güzelleştirici edebî
sanatlardandır.
5. "Konuşurlai'sa sözlerini dinlersin. Tıpkı sıralanmış kof
kütük gibidirler" âyetinde mürsel mücmel teşbîh
vardır. Bu, parlak teşbihlerdendir.
6. arasında
tıbâk-ı selb
vardır.
7. "Allah
onları Öldürsün" cümlesi dua cümlesidir. Onlara lanet, rezillik ve helak isteği
ile yapılmış bir bedduadır.
8. Âyet
sonlarında birbirine uygunluk vardır. Bu, Kur'ân'da
çok oup kelâmın güzelliğini artırmaktadır. [34]
Bir Uyarı
Münafıklık Mekke'de yoktu. Orada
sadece kâfirlik vardı. Münafıklık Medîne-i Münevvere'de, İslam güçlenip yardımcıları artınca ortaya
çıktı. Münafıklar mallarını ve canlarını korumak için, müslüman görünüyorlardı. Şâir şöyle der:
İslam'a, sırf kanlarını
akıtılmaktan kurtarmak için girdiler. [35]
Faydalı Bilgiler
İzzet, kibirden farklı bir şeydir.
Müslümanın kendisini zelîl düşürmesi ona helâl olmaz.
İzzet, insanın, nefsinin hakikatini bilmesidir. Kibir ise insanın kendisini
tanım aması dır. Ali (r.a.)'nin oğlu Hasan'a (r.a.)
denildi ki: İnsanlar sende kibir ve gurur olduğunu iddia ediyorlar. Hasan
(r.a.): "Bu kibir değil, müslümanın izzetidir" dedi
ve "İzzet, Allah'a, Rasulüne ve müT-minlere mahsustur" mealindeki
âyet-i kerime'yi okudu. [36]
Bir Nükte
İbn Abbâs (r.a)'ın şöyle dediği
rivayet olunur: Kimin, kendisini Rabbi-nin evini
ziyarete (hacca) götürecek veya üzerine zekât farz olacak kadar malı olur da, bu
görevleri yapmazsa, ölürken geri dönmek ister. Adamın biri dedi ki: "Ey İbn Abbâs! Allah'tan kork. Geri
dönmeyi sadece kâfirler ister." Bunun üzerine İbn
Abbâs, size bununla ilgili Kur'ân âyetini okuyacağım diyerek "Herhangi birinize ölüm
gelip de "Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip
iyilerden olsam" demeden önce size verdiğimiz rızıktan
harcayın" mealindeki âyeti okudu.
Allah'ın yardımı ile "Münâfikûn Sûresi"nin tefsiri bitti. [37]
[1] Nisa sûresi, 4/145
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/443.
[3] Buhârî, Savm 2: Müslim, Sıyâm,
162,163.
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/446.
[5] BuhM Tefsîr, 63/7; İbn Cüzeyy, Teshil,
4/122
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/446.
[6] Ebussuûd. 5/164
[7] Teshîl, 4/121
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/446-447.
[9] Taberî, 28/69
[10] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/503
[11] Sâvî Haşiyesi,
4/208
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/447-448.
[13] Ebussuûd, 5/165
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/448.
[15] Sâvî Haşiyesi, 4/208
[16] Bahr, 8/272
[17] Muhtasar-ı İbn Kesir,
3/504
[18] ÂlÛsî, 28/111
[19] Ahmed b. Hanbel, II, 293
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/448-449.
[20] Bahr, 8/237
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/449.
[22] Sâvî, 4/209
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/449-450.
[24] Bahr, 8/274
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/450.
[26] Daha önce anlatılan "Nüzul Sebebi"ne
bakınız.
[27] İbn İshâk'ın Sîret'ine bakmakta fayda
vardır. Orada bu olay genişçe anlatılmıştır.
[28] Kurtubî, 1129
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/450-451.
[30] Bahr, 8/274
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/451.
[32] Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/506
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/451.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/451-452.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/452.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/452.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/453.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/453.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder