Bakara Suresi(4)
233. Emzirmeyi tamamlatmak isteyen için anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların örfe uygun olarak giyinmesi ve beslenmesi baba tarafına aittir. Bir insan, ancak gücü yettiğinden sorumlu tutulur. Hiçbir anne ve baba çocuğuna zarar vermesin. Onun benzen vâris üzerine de gerekir. Eğer ana ve baba birbiriyle görüşerek ve karşılıklı anlaşarak çocuğu memeden kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur. Çocuklarınızı emzirtmek istediğiniz takdirde, süt anneye vermekte olduğunuzu iyilikle teslim etmeniz şartıyla üzerinize günah yoktur. Allah'tan korkun. Bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı görür.
234. Sizden ölenlerin, geride bıraktıkları
eşleri, kendi başlarına dört
ay on gün
beklerler. Bekleme
müddetlerini bitirdikleri vakit,
kendileri hakkında yaptıkları
meşru işlerde size bir günah yoktur. Allah, yapmakta olduklarınızı
bilir.
235. (İddet beklemekte olan) kadınlarla evlenme
hususundaki düşüncelerinizi üstü kapalı bir biçimde anlatmanızda veya onu
içinizde gizli tutmanızda size günah yoktur. Allah bilir ki siz onları
anacaksınız, lâkin meşru sözler söylemeniz müstesna, sakın onlara gizlice
buluşma sözü vermeyin. Farz olan bekleme müddeti dolmadan, nikah kıymaya
kalkışmayın. Bilin ki Al -lah, gönlünüzdekileri bilir. Bu sebeple Allah'tan
sakının. Şunu iyi bilin ki Allah Ğafûr'dur, Halîm'dir.
236. Nikahtan sonra henüz dokunmadan veya onlar
için belli bir mehir tayin etmeden kadınları boşar-sanız, bunda size mehir
zorunluğu yoktur. Bu durumda onlara mut'a verin. Zengin olan durumuna göre,
fakir de durumuna göre vermelidir. Münasip bir mut'a vermek muhsinler için bir
borçtur.
237. Kendilerine mehir tayin ederek evlendiğiniz
kadınları, temas etmeden boşarsanız,
tayin ettiğiniz mehrin yarısı onların hakkıdır. Ancak kadınların vazgeçmesi
veya nikah bağı elinde bulunanın (velinin) vazgeçmesi hali müstesna, affetmeniz
takvaya daha uygundur. Aranızda iyilik
ve ihsanı unutmayın. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı
hakkıyla görür.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce
Allah, önceki âyetlerde
evlenme, boşanma, iddet,
ric'at (kocanın karısını geri alması) ve adi yani kocasıyla tekrar
evlenmek isteyen kadını bundan engellememe ile ilgili hükümlerden bir bölümünü
açıkladı. Bu mübarek âyetlerde de emzirmenin hükmünü açıklamaktadır. Çünkü
boşanmakla ayrılık meydana gelir. Bazen kişi eşini boşadığında onun emzirmesi
gereken, küçük çocuğu olabilir. Belki de kadın kocasından intikam almak ve çocuk
vesilesiyle ona eziyet etmek için çocuğu telef edebilir veya onu sütünden mahrum
eder. Bundan dolayı bu âyet, boşanan anaları çocukları gözetmeye ve onlarla
ilgili işlere ihtimam göstermeye çağırmaktadır. Bundan sonra Yüce Allah, ölüm
sebebiyle eşlerin ayrılmalarının hükmünü, bu durumda kocanın hukukunu gözetmek
maksadıyla kadının beklemesi gereken iddeti açıklamaktadır. Aynı zamanda iddet
bekleme durumunda olan kadına nasıl evlenme teklif edileceğini, ölüm veya
boşanma neticesinde kadının hakkı olan yarım veya tam mehir konusunu
açıklamaktadır. [1]
Kelimelerin İzahı
Fisâl ve fasl, ayırmak demektir. Çocuk anasının sütünden ayrılıp diğer gıda
maddelerini yemeye başladığı için buna fisâl ismi verildi. Müberred şöyle der:
Fisâl, fasl'dan daha iyidir. Zira çocuk annesinden ayrıldığında annesi de ondan
ayrılmış olur. Böylece aralarında fisâl meydana gelir. Yani Jlis (savaş) ve
(vuruşma) karşılıklı olduğu gibi fisâl de karşılıklı olur.
Teşâvur, başkasından görüş açıklamasını istemek
demektir. Müşâveret ve meşveret kelimeleri de bunun gibidir. Hepsi de bal
çıkarmayı istemek mânâsına gelen "şevr" kökünden türetilmiştir.
Bırakırlar mânâsına gelen bu fiilin mâzîsi ve
mastarı kullanılmaz.
Ta'riz,
açıkça söylemeksizin îmâ ve işaretle anlatmak, demektir. Bu kelime
"bir şeyin yanı" mânâsına gelen "urd" kelimesinden alınmıştır. Fakirin, iyilik
sever birisine "senin cömert yüzünü görmek için geldim" demesi de ta'riz
kabilindendir.
Hıtba evlenme teklif etmek, hutbe ise nasihat etmek
demektir. Cuma ve bayram hutbesi gibi.
Örttünüz, gizlediniz demektir, İknan, sır ve
gizlilik manasınadır.
Bağlamak mânâsına gelen "akd" kökünden olup nikah
bağı demektir. Darb-ı mesel de, "Ey düğümleyen çözmeyi de düşün!" şeklinde
kullanılmıştır. Râğib şöyle der: "Ukde: Nikah, yemin ve diğer akd edilen
şeylerin ismidir.
Halım, âsînin cezasını vermekte acele etmeyip
mühlet veren demektir.
Muktir, fakir demektir. Bir kimse muhtaç duruma
düştüğü zaman denir.
[2]
Nüzul Sebebi
Rivayet edildiğine göre Ensardan bir adam Hanife
oğullarından bir kadınla evlendi. Ancak kadın için herhangi bir mehir tayin
etmedi. Sonra o-na dokunmadan onu boşadı. Bunun üzerine Nikahtan sonra henüz
dokunmadan kadınları boşarsanız size mehir zorunluğu yoktur, âyeti indi.
Resulullah (s.a.v.) o adama: "Ver de, isterse bir kalensüve yani takke olsun"
dedi.[3]
Âyetlerin Tefsiri
233. Eğer kadınlar boşanmışlarsa ve emzirme
çağında çocukları varsa ve de anne, baba emzirmeyi tamamlamak isterlerse
annelerin çocuklarını tam iki sene emzirmeleri gerekir. Bundan fazlası mecburi
değildir. Çocukların hizmetlerinin hakkıyle yapılabilmesi için boşanan
annelerin nafakalarının ve elbiselerinin israf ve eksiklik olmaksızın baba
tarafından verilmesi
gerekir.
Nafaka ancak erkeğin gücünün yettiği kadardır. Zira
Yüce Allah hiçbir kimseyi gücünün yettiğinden fazlası ile mükellef kılmaz. Anne,
baba, yaptıkları anlaşmada eksiklik ve yapmaları gerekende kusur ederek çocuğa
zarar vermesin, veya çocuk sebebiyle eşler birbirine zarar vermesin. Anne,
çocuğun yetiştirilmesi için babayı zarara sokmak maksadıyle çocuğu emzirmeyi
bırakmasın. Baba da, anne çocuğa emzirmeye istekli olduğu halde, ona zarar
vermek için çocuğu onun elinden çekip almasın. Mücahid, âyeti böyle tefsir
etmiştir. Vârisin üzerine de bunun aynısını yapması gerekir. Yani nasıl ki
çocuğun babasının anneye nafaka vermesi onun hukukunu yerine getirmesi ve ona
zarar vermemesi gerekiyorsa, vârisin de aynı şeyleri yapması gerekir. Bundan
maksat babanın vârisidir. Bir başka görüşe göre çocuğun vârisidir. Taberî
birinci görüşü tercih etmiştir. Anne, baba istişare ettikten sonra çocuğun
faydasına olduğu kanaatine varır ve iki sene dolmadan önce çocuğu memeden
kesmeye karar verirlerse, bunda da onlara bir günah yoktur. Ey babalar! Anne
[bakmaktan aciz olduğu veya evlenmek istediği takdirde çocuğunuz için [başka bir
süt annesi tutmak isterseniz, anlaştığınız ücreti ödemeniz şartıy-jla bunda
sizin için bir günah yoktur. Çünkü ücretini ödemediğiniz takdirde süt anne,
çocuğa gereken önemi vermez ve emzirmekle ilgilenmez, Bütün işlerinizde
Allah'dan korkunuz. Çünkü sizin söz ve davranışlarınızdan hiçbir şey ona gizli
kalmaz. [4]
234. Kocası ölen kadınların eşleri için bir matem
olarak dört ay on gün iddet beklemeleri gerekir. Bu hüküm gebe olmayanlar
içindir. Gebe olanların id-deti ise çocuklarını doğumncaya kadardır. Çünkü Yüce
Allah, "Gebe olanların bekleme süresi çocuklarını doğumncaya kadardır[5] buyurmuştur, Ey veliler! İddetleri bitince evlenmelerine ve şeriatın
müsaade ettiği süslenme ve kendileriyle evlenme teklifi yapanlara görünmelerine
izin vermenizde sizin için bir günah yoktur. Allah bütün yaptıklarınızı bilir ve
ona göre karşılığını verir. [6]
235. Ey erkekler! Kocası ölmüş kadınlara, iddet
bekleme esnasında açıkça değil de üstü örtülü olarak, evlenme teklif etmenizde
sizin için bir günah yoktur.
İbn Abbas bu teklif erkeğin: "Allah'ın bana saliha
bir kadın nasip etmesini istiyorum" ve " benim kadınlara ihtiyacım var" gibi
sözleriyle olur, demiştir.
Onlarla evlenme isteğinizi içinizde saklamanızda da
sizin için bir günah yoktur, Şüphesiz Allah, sizin onlarla evlenmeyi aklınızdan
geçireceğinizi ve onlara sabredemeyeccğinizi bildi de sizden zorluğu kaldırdı.
Onlarla evlenmeyi düşünün fakat şeriatın size müsaade ettiği çıtlatma, işaret ve
benzeri örf ve âdetlerin dışında, gizli olarak onlarla evlenme sözleşmesi
yapmayın. İddet sona erinceye kadar sakın evlenme akdi yapmayın. Biliniz ki
Allah sizin kalbinizdekini bilir. Öyle ise onun emrine muhalefet edip te
a-zâbına dûçâr olmaktan sakınınız. Ve biliniz ki Allah Gafur ve Halîm'dir. Tevbe
edenin, günahını bağışlar, kendisine isyan edene ceza vermekte acele
etmez
Yüce Allah bundan, sonra kendisine dokunulmadan
boşanan kadınla ilgili hükmü anlatarak şöyle buyurur: [7]
236. Ey erkekler! Kadınlara dokunmadan, yani
cinsel ilişkide bulunmadan ve herhangi bir mehir tayin etmeden onları
boşamanızda sizin için bir günah yoktur. Bu gibi hallerde ihtiyaç veya zarurete
binaen boşamakta bir sakınca yoktur.
Onları boşadığınızda gönüllerini hoş etmek ve ayrılığın meydana getirdiği yarayı sarmak için onlara bir miktar mal
verin. Bu mal erkeğin zenginlik ve fakirliğine göre takdir edilir. Zengin,
zenginliğine göre; fakir de fakirliğine göre iyilikle bir miktar mal verir. Bu,
güzel amel sahibi mü'minler üzerine bir borçtur. [8]
237. Onlar için muayyen bir mehir tayin ederek
evlenip te cinsel ilişkide bulunmadan onları boşarsanız tayin edilen mehrin
yarısını vermeniz gerekir. Çünkü bu, dokunmadan önce yapılan bir boşamadır.
Ancak boşanan kadın veya nikah bağı elinde bulunan, yani küçük olan kız
çocuğunun velisi bu haktan vazgeçerse bu durum müstesnadır. Bir görüşe göre
nikah bağı elinde bulunan kocadır. Kocanın hakkından vazgeçmesi ise vermiş
olduğu mehirin tümünü kadına bağışlamasıyla olur,
İbn Cerir bu görüşü tercih eder. Zemahşerî ise,
"Nikah bağı elinde o-landan maksat
velîdir" diyenlerin görüşünün doğruluğu açıktır[9] der.
Bağışlamanız takvaya daha yakındır. Hitap umûmî
olup erkek ve kadınlara şâmildir. İbn Abbas sbu âyeti şöyle açıklar: Ayrılan
eşlerden takvaya daha yakın olan mehir hakkından vazgeçendir. Ey mü'minler!
Aranızda iyilik ve ihsanı unutmayın. Kuşkusuz Allah yaptıklarınızı görendir.
Yüce Allah bu âyetleri, eşler arasında sevgi, iyilik ve güzelliğin
unutulmamasını hatırlatarak sona erdirdi.
Bir takım zorlayıcı ve zarurî sebeplerle meydana
gelen boşanmanın dostluk ve akrabalık bağlarını kesmemesi gerekir. [10]
Edebî Sanatlar
1.
Bu cümlede emri uygulamaya teşvikte mübalağa ifade
etmek için, daha önce geçen âyetinde
olduğu gibi emir, muzâri sıygasıyla gelmiştir.
2,
"Çocuklarınıza süt emzirtmek isterseniz." Burada
hazif yoluyla i'câz vardır. Takdiri şöyledir: Çocuklarınıza emzirecek süt
annesi tutmak isterseniz. Burada aynı zamanda gaipten muhataba dönüş vardır.
Zira bu cümle muhatap cümlesi olduğu halde önceki cümlesi gaip sıygasıyla
gelmiştir. Bu iltifat sanatının faydası ise çocuklara karşı babalarının
duygularını tahrik etmektir.
3. İddet dolmadan nikah yapmayı yasaklamada
mübalağa etmek için "nikah akdine azmetmeyiniz yani kalkışmayınız" denilmiştir.
Bir şeyi yapmaya azmetmek yasaklanınca o şeyi yapmanın yasaklanması daha
evlâdır.
4. Yüce Allah
"onlara dokunmadığınız müddetçe", buyurarak kullan birbirleriyle
konuşurken güzel kelimeleri seçsinler diye onlara edep Öğretmek maksadıyla mess
(dokunma) kelimesini kinaye olarak cinsel ilişki yerinde kullandı.
5.
Cümlelerinde hitap umumî olup erkek ve kadınları
kapsar. Fakat burada tağlîb yoluyla erkeklere ait bir sıyga ile
gelmiştir.
Faydalı Bilgiler
1. 233. âyette veya boşanan kadınlar kelimeleri
yerine "anneler" kelimesinin kullanılması annelerin çocuklara karşı şefkatlerini
celb eder. Zira onların boşanmış olmaları analık şefkatinden mahrum olmalarını
gerektirmez.
2.
Yüce Allah bu âyeti kerimede ifadelerinde çocuğu
ana,babadan herbirine izafe etmiştir. Bu izafet ana, babanın çocuğa karşı şefkat
ve merhametlerini celbetmek içindir. Çünkü çocuk ana, babaya yabancı değildir.
Biri annesi, diğeri ise
babasıdır. Dolayısıyla çocuğa acıyıp
merhamet etmeleri ve aralarındaki anlaşmazlığın çocuğa zarar vermemesi gerekir.
3. Boşanan kadına mal vermenin lûzumundaki
hikmet, boşanmanın açtığı yarayı sarmaktır. İbn Abbas der ki: Erkek fakirse
boşadığı kadına üç elbise, zenginse bir hizmetçi verir.
4. Rivayet edildiğine göre Hz. Ali'nin oğlu
Hasan, boşadığı karısına onbin dirhem vermiş. Bunun üzerine kadın "ayrılan
sevgiliden az bir mal" diyerek parayı azımsamıştır. Boşamasının sebebi de şöyle
rivayet olunur: Hz. Ali şehit edilip de Hasan'ın halifeliğine biat edilince
hanımı ona "Ey mü'minlerin emiri! Halifelik
seni zayıflatacak" der.
Hasan ona "Ali öldürülüyor, sen sevinç mi
gösteriyorsun?" git artık, seni üç talakla boşadım cevabım verir. Bunun üzerine
kadın çarşafına bürünür ve iddeti bitinceye kadar bekler. Hz. Hasan ona onbin
dirhem ile birlikte mehrinden kalanını gönderir. Para kadına gittiğinde
yukarıdaki sözünü söyler. Görevli durumu Hz. Hasan'a bildirince ağlar ve "üç
talak ile boşamamış olsaydım onu geri alırdım" der.[12]
238. Namazlara, ve orta namaza devam edin.
Allah'a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın.
239. Eğer (herhangi bir şeyden) korkarsanız
(namazlarınızı) yaya giderken veya binek üzerinde (kılın). Güvene kavuştuğunuz
zaman, bilmediklerinizi Allah'ın size öğrettiği şekilde, Allah'ı
anın.
240. İçinizden ölüp de dul eşler bırakan
kimseler, eşlerinin, evlerinden çıkarılmadan, bir
yıla kadar bıraktıkları maldan
faydalanmaları hususunda vasiyet etsinler. Eğer o kadınlar, kendiliklerinden
çıkıp giderlerse, kendileri hakkında yaptıkları meşru şeylerden size bir günah
yoktur. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.
241. Boşanmış kadınların, makul ölçüde kocalarından yararlanma hakları
vardır. Bu, müttakiler için bir vazifedir.
242. Allah size işte böylece âyetlerini açıklar
ki, düşünüp hakikati anlayasmız.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Namaza devam etmeyi emreden âyetler, aile ve
boşanma veya diğer sebeplerle ayrılma esnasında eşlerin biribirleriyle olan
münasebetleriyle ilgili hükümler arasında yer aldı. Bunun büyük bir hikmeti
vardır: Yüce Allah, boşandıktan sonra eşlerin biribirlerine karşı bağışlayıcı,
müsamahakâr davranmalarını ve biribirlerine iyilik ve ihsanda bulunmayı
unutmamayı emrettikten sonra namaza devam etme emrini açıkladı. Çünkü namaz,
dünya gam ve kederlerini unutmak için en iyi vesiledir. Bundan dolayı Rasulullah
(s.a.v.) üzücü bir olayla karşılaştığında hemen namaz kılmaya başlardı. Boşamak
kin ve düşmanlığa sebep olur. Namaz ise iyilik ve müsamahaya davet eder,
kötülük ve çirkin hareketlerden de alıkor. İşte bu, insan ruhunu terbiye etmek
için en üstün yoldur.
[13]
Kelimelerin İzahı
Devam ediniz demektir. Muhafaza, bir şeye devam
etmek demektir.
Vusta, kelimesinin müennesidir. Bir şeyin vasatı
onun iyisi ve dengelisi demektir. Rasulullah (s.a.v. )'i öven bedevi Arap şöyle
der:
Ey, övünmede insanların en mutedili, ve en şerefli
anne ve babaya sahip olan!
Kunut lügatte bir şeye devam etmektir. Kur'an-ı
Kerim bu tabiri özellikle boyun eğerek ve tevazu ile itaata devam etme
mânâsında kullanmıştır. Yüce Allah: "Boyun eğerek ve tevazu ile Rabbine itaata
devam et[14] buyurmuştur.
Ayakları üzerine duran mânâsına olan râcil
kelimesinin çoğuludur. Râğıb İsfehanî şöyle der: "Ayakla yürüyen mânâsına olan
râcil kelimesi, ayak mânâsına olan "rici" kelimesinden türetilmiştir. İyi
yürümeyen kimse için denilir.[15]
Rükbân; at, hayvan ve benzeri bineklere binen
mânâsına gelen "râkib" kelimesinin çoğuludur. [16]
Âyetlerin Tefsiri
238. Ey mü'minler! Namazları, özellikle ikindi
namazını vakitlerinde kılmaya devam ediniz. Çünkü melekler namaz vakitlerinde
hazır bulunurlar. Boyun eğerek ve tevazu ile Allah'a ibadet ve itaata devam
edin. Yani, Allah için huşu içersinde namazınızı kılın. [17]
239. Eğer düşman veya başka bir şeyden
korkarsanız, namazınızı yürüyerek veya hayvan üzerinde kılın.
Korku gidip emniyet geldiğinde, Allah'ın size
emrettiği ve sizin için meşru kıldığı şekilde, bütün rûkûnlarına riâyet ederek
namaz kılınız. Nitekim âyet-i kerimede "Huzur ve sükuna erdiğinizde namazı
dosdoğru küm[18] buyrulmuştur. Âyetteki zikirden maksat, bütün erkanına riâyet edilen
tam bir namazdır. Zemahşerîye göre âyetin mânâsı şöyledir: "Allah, size ibadet
yollarını, korku ve emniyet durumların da nasıl namaz kılacağınızı öğretme
lütfunda bulunmuştur. O size nasıl öğrettiyse, o şekilde ibadet ederek O'mı
anın". Yüce Allah daha sonra idde-tin hükümlerini açıklayarak şöyle
buyurur: [19]
240. Aranızdaki erkeklerden öldüğünde geride
eşler bırakacak olanların ölüm döşeğine düşmeden önce, kendilerinden sonra
eşlerine tam bir sene yetecek kadar bir mal vasiyet etmeleri gerekir. Bu
terekeden alınır ve eşler evlerinden çıkarılmadan, onlara harcanır. Bu hüküm,
İslâm'ın başlangıcında idi. Daha sonra bu süre 4 ay on güne indirilerek, âyetin
hükmü neshedildi. ölü sahipleri! Eğer eşler gönül rızasıyle ve kendi
istekleriyle evlerinden çıkarlarsa; süslenme, güzel koku sürünme ve evlenme
teklifi yapabileceklere kendilerini gösterme gibi şeriatin reddetmediği şeyleri
yapmalarına müsaade etmenizde sizin için bir günah yoktur. Allah, mülkünde
galip, yaptıklarında hikmet sahibidir. [20]
241. Kocaların, boşanan kadınlara güçleri yettiği
ölçüde ayrılığın verdiği yalnızlık yarasını sarmak için mal-vermeleri gerekir.
Bu, Allah'ın emrine uyan mü'minlerin üzerine bir borçtur. [21]
242. İşte Yüce Allah, ruhları sevgi ve merhamete
yönlendiren bu yeterli açıklamayı yaptığı gibi, anlamanız ve gereğiyle amel
etmeniz için size, şer'î hükümlerini
gösteren âyetlerini açıklar. [22]
Edebî Sanatlar
1. Bu terkip, orta namazın daha faziletli
olduğunu açıklamak için, hususî bir meselenin, umumî bir mesele üzerine atfı
kabilinden-dir.
2. Cümlesi ile cümlesi arasında tıbak sanatı
vardır. Bu da edebî güzelliklerdendir. Ebussuûd şöyle der: Birinci şart
cümlesinde, korkunun vuku bulmadığını gösteren "jf edatının gelmesi,
ikincisinde ise, emniyetin vukuu ve yaygın oluşunu gösteren "lif edatının
gelmesi; birincinin cevabının i'caz yoluyla, ikincinin cevabının ise itnab
yoluyla verilmesi, ifadenin fesahat ve akıcılığını ve akıl sahiplerinin
ibret alacağı bir mânânın varlığını gösterir.[23]
Bir Uyarı
Tercih edilen görüşlere göre "orta namaz" dan
maksat ikindi namazıdır. Çünkü o; sabah ve öğle namazı ile akşam ve yatsı
namazının or-tasındadır. Buharı ve Müslim'de rivayet edilen şu hadis, bu görüşü
kuvvetlendirir: "Bizi orta namaz yani ikindi namazından alıkoydular. Allah,
onların kalplerini ve evlerini ateşle doldursun". Bir başka hadiste de şöyle
buyurulmuştur: "İkindi namazını kılamayan kimsenin malı ve aile efradı eksilmiş
gibidir". Bu hadisi Buharî ve Müslim rivayet etmişlerdir. Bu konuda daha başka
sahih hadislerde vardır.[24]
243.
Binlerce oldukları halde, ölüm korkusundan dolayı
yurtlarından çıkıp gidenleri görmedin mi? Allah onlara "ölün"
dedi, (öldüler). Sonra onları
diriltti. Şüphesiz Allah insanlara karşı lütufkârdır. Lâkin insanların
çoğu şükretmez.
244.
Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah, her-şeyi
işitir ve bilir.
245.
Kim Allah'a karz-ı hasen verirse, Allah ona çokça,
kat kat fazlasını verir. Allah rızkı isterse bol verir, isterse kısar. Sadece
O'na döndürüleceksiniz.
246.
Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri gelen kimseleri
görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere "Bize bir hükümdar tayin et
de Allah yolunda savaşalım" demişlerdi. "Ya size savaş yazılır da
savaşmazsanız!" dedi. "Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz
halde neden savaşmayalım?"
dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç geri dönüp
kaçtılar. Allah zâlimleri iyi bilir.
247. Peygamberleri onlara "Bilin ki Allah,
Tâlût'u size komutan olarak gönderdi"
dedi. Bunun üzerine "Biz komutanlığa daha layık olduğumuz halde,
kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkanlar verilmemişken, O bize
nasıl komutan olur?" deliler. "Allah sizin
üzerinize onu seçti,
ilimde ve bedende
ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah herşeyi ihata
eden ve her şeyi bilendir" dedi.
248. Peygamberleri onlara, "Onun komutanlığının
alâmeti, Tâbut'un size gelmesidir. Onun için de Rabbi-nizden size bir sükûn,
Musa ve Harun'un bıraktıklarından bir miktar bakiyye vardır. Onu melekler
taşır. Eğer inanmış kimseler iseniz, bunda sizin için açık bir delil
vardır.
249. Tâlut askerlerle beraber ayrılınca, "Biliniz
ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir.
Sadece bir avuç içen müstesna. Kim ondan içmezse bendendir" dedi. İçlerinden pek azı hariç hepsi ırmaktan
içtiler. Tâlut ve iman edenler beraberce ırmağı geçince, "Bugün, bizim Câlut'a ve askerlerine karşı
koyacak hiç gücümüz yoktur" dedi-!
ler. Allah'ın huzuruna varacaklarına inananlar "Nice az sayıda bir birlik
Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir"
dediler.
250. Câlut ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında
"Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Bize cesaret ver ki tutunalnn. kâfir kavme
karşı bize yardım et" dediler.
251.
Sonunda
Allah'ın izniyle onları
yendiler. Dâvud da Câlut'u öldürdü. Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve
hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah'ın
insanlardan bir kısmının
kötülüğünü diğerleriyle savması olmasaydı, elbette yeryüzünde bozgun
çıkarda Lâkin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve
kerem sahibidir.
252. İşte bunlar, Allah'ın âyetleridir. Biz
onları sana, doğru olarak anlatıyoruz. Şüphesiz sen, Allah tarafından
gönderilmiş peygamberlerdensin.
Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde, aile ile ilgili
hükümleri ve aile fertlerini birbirine bağlıyan nizam ve kaideleri zikretti.
Aile, faziletli bir toplumu meydana getiren unsurların çekirdeği ve temel
taşıdır. Bu itibarla Yüce Allah onun ıslahı için yol gösterdi. Bu âyetlerde ise
Yüce Allah, cihad ile ilgili hükümlerden bahsetmektedir. Zira inanç ve mukaddes
değerlerin korunması ve kişiyi yüce hayata giden yolu gösteren müslüman ailenin
yaşayabileceği iyi bir toplumun kurulabilmesi için cihad gereklidir. Zira
ailenin iyi olması, toplumun iyi olmasına bağlıdır. Ailenin beka ve
devamlılığı, ancak hakkın ve hak
yolunda çalışanların bekasıyle olur. Bundan dolayı Yüce Allah cihadı
emretmekte ve ona dair, eski milletlerle ilgili dar-b-ı meseller getirmektedir.
Onların, Hak yolda nasıl cihad ettiklerini, az sayıda imanlı kişilerin, küfür ve
taşkınlık içinde olan çok sayıda kişilere nasıl
galip ve üstün geldiklerini anlatmaktadır. Batılın yardımcılarının çokluğuna itibar
edilmez. Önemli olan, hak yolda olanların sebatı ve haktan ayrılmayarak o yolda
cihad etmeleridir.
[25]
Kelimelerin İzahı
Üluf, elf kelimesinin cem-i kesretidir. Cem-i
kılleti gelir.mânâsı pek çok, binlerce demektir.
Hazer, korku ve haşyet manasınadır.
Kabz, kendine çekmek, dağınık bir şeyi toplamak
demektir. Burada cimrilik yapmak, geçimini zorlaştırmak manasınadır. Bast,
bunun zıddıdır. Rızkım bollaştırmak, bolluk ihsan etmek demektir. Ebu Temmam, şu
beytinde kabze ve best kelimelerini bu mânâda kullanmıştır.
Adam, eli açık olmaya o kadar alıştı ki, eğer elini
kapanmaya çağırırsa, parmak uçları onun bu isteğini yerine getirmez. Yani,
cömertliğe o kadar alıştı ki bundan sonra istese de cimri olamaz.
Mele; ileri gelen insanlar demektir. Heybet ve
azametle göz doldurdukları için bu ismi almışlardır.
Fasale, yerinden ayrıldı demektir. Bir kimse bir
yerden çıkıp o-radan ayrıldığı zaman denir. Sizi imtihan edici demektir. Jij :
Yakînen biliyorlar, manasınadır.
Fie, bir grup insan demektir. Raht ve nefer
kelimeleri gibi topluluk ismi olup tekili yoktur.
Efriğ, "dök" demektir. Bir kimse birşeyi yukardan aşağı dökerek boşalttığı zaman
denir. [26]
Âyetlerin Tefsiri
243. Ey Muhammed, veya ey Muhatab! Sayıları
binleri bulduğu halde, ölümden korktukları için ondan kaçıp kurtulmak gayesiyle
yurtlarından çıkan o kişilerin haberini duymadın mı? Buradaki sorudan maksat,
muhatapları hayrete düşürmek ve onları anlatılacak kıssayı dinlemeye teşvik
etmektir. Onlar yetmişbin kişi idi. Allah "ölün" diyerek onları öldürdü, sonra
diriltti. Onlar İsraîloğullarından bir kavim idi. Hükümdarları onları cihada
davet etti, ölüm korkusuyla kaçtılar. Bunun üzerine Allah onları öldürdü,
peygamberleri Hazkil'm duası ile, sekiz gün sonra tekrar diriltti. Bundan sonra
uzun süre yaşadılar. Bir görüşe göre, Taun hastalığından kaçtılar, fakat Allah
onları öldürdü. İbn Kesir: Bu kıssa da, korkunun kederden kaçıp kurtulmaya bir
faydası olmadığına, Allah'ın kaderinden yine onun kaderine sığınılabileceğine
dikkat çekilmektedir, der. Şüphesiz Allah, insanlara lütuf ve ihsan sahibidir.
Zira onlara açık ve kesin delillerle dünya ve âhirette mutluluğa ulaşacakları
yolu gösterir. Lâkin insanlardan çoğu, verdiği nimetler için Allah'a
şükretmezler, aksine onu inkâr
ederler. [27]
244. Allah yolunda, O'nun dinini Yüceltmek için
kâfirlerle savaşın, nefsani arzu ve hevesler için savaşmayın. Biliniz ki, Allah
sözlerinizi işitir, niyet ve hallerinizi bilir, ona göre sizi cezalandırır.
Korkunun kaderden kurtulmaya faydası olmadığı gibi cihaddan kaçmak da eceli ne
uzaklaştırır, ne de yaklaştırır. [28]
245. Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine
ödemesi için Allah'a güzel bir borç verecek olan kim var? Yani, kim, malım Allah
rızasını elde etmek ve dinini yüceltmek için cihad ve diğer hayır yollarında harcayacak? İşte
Yüce Allah böyle yapan kimseye, bu harcamalarına karşılık verdiğinin kat kat
fazlasını verir. Zira onun yaptığı bu harcamalar, âlemlerin Rabbi olan zenginler
zengini Yüce Allah'a bir nevi borç vermektir. Hadis-i kudsî'de: "Kim, fakir
olmayan ve asla zulmetmeyen (Allah'a) borç verir?" buyrulmuştur.[29]
Allah belâ ve mihnetle imtihana tabi tutmak için
dilediği kulunun rızkını daraltır, dilediğininkini de bollaştınr. Kıyamet
günü, sadece O'na döndürüleceksiniz ve O sizi, yaptıklarınızdan dolayı
cezalandıracak. [30]
246. Musa'dan sonra Benî Israîlden ileri
gelenlerin haberi" sana gelmedi mi? Bu soru da, yukarıda geçen âyetteki gibi,
dinleyicileri hayrete düşürme ve anlatılacak kıssayı dinlemeye teşvik için
sorulmuştur. Söz konusu kişiler, âyetin de gösterdiği gibi, Musa (a.s.)'nın
vefatından sonra yaşıyan İsrailoğullarından idi. liCU UJ doul _^J ^_J : Hani
onlar, Harun neslinden gelen[31] neb'ileri Şem'ûn'a : "Bizim başımıza bir hükümdar getir, onu bize
kumandan yap da, Allah yolunda onunla beraber düşmanlara karşı savaşalım"
demişlerdi. Nebileri onlara: Size savaş farz kılınır da, ya savaşmazsanız?"
dedi. Yani, ben size savaş farz kılınıp da, sizin düşmanla savaşmamanızdan ve
ondan kaçmanızdan korkuyorum dedi. "yurtlarımız e -limizden alınmış,
çocuklarımız esir edilmiş olduğu halde, savaşmamamız için ne sebep olabilir ki?"
dediler. Yüce Allah, onların kalplerindeki korku ve heyecanı açıklamak için
şöyle buyurdu: Üzerlerine savaş yazılınca, çoğu cihadtan kaçtılar. Sadece az
sayıda bir topluluk sabır ve sebat gösterdi. Bunlar, Tâlut ile beraber nehiri
geçenlerdir. Kurtubî şöyle der: "Refah ve bolluk içersinde yaşayan, toplumların
hali budur. İzzet-i nefisleri kabardığı zaman harp isterler, savaş gelip çatınca
da korkarlar ve tabiatlarında bulunan korkaklığa boyun eğerler[32] Allah zâlimleri iyi bilir. Bu, Allah'ın emrine isyan edip cihadı
terkederek yaptıkları zulmden dolayı,
onlar için bir tehdittir.
[33]
247. Nebileri onlara, Allah'ın harp ile ilgili
konularda emrine uymaları için Tâlût'u hükümdar yaptığım ve kendilerine onu emir
olarak seçtiğini haber verdi. Buna itiraz ederek nebilerine şöyle dediler: O
bize nasıl hükümdar olur? Biz hükümdarlığa ondan daha layığız. Çünkü bizim
içimizde, hükümdar çocukları var. O ise, hiç malı mülkü olmayan fakir birisi.
Bize nasıl hükümdar olur?
Nebileri, onların bu itirazlarına şöyle cevap
verdi: Allah sizin üzerinize onu seçti. Sizin menfaatinize olan şeyleri o daha
iyi bilir.
Hükümdar tayin edilirken iki prensip göz ününde
bulundurulur: Birincisi, askeri iyi yönetebilmek için idareciliği bilmek;
ikincisi de, kalplere heybet salmak, düşmanlara karşı koyabilmek ve zorluklara
göğüs gerebilmek için kuvvetli bir bedene sahip olmak. Alîah Tâlût'a, bu iki
özelliği de bol bol vermiştir. İbn Kesir şöyle der: "Buna göre hükümdar olacak
kişinin bilgili, güzel, bedenen ve ruhen son derece kuvvetli olması gerekir.
[34]
Allah, veraset ve zenginlik olmadan, hükümdarlığı
dilediği kuluna verir. Allah'ın ihsanı çok boldur. Ona kimin lâyık ve ehil
olduğunu bilir ve o kimseye ihsan da bulunur. Nebilerinden, Allah'ın Tâlût'u
hükümdar seçtiğini gösteren bir delil getirmesini istediler. [35]
248. Nebileri onlara şöyle cevap verdi:
Onun, hükümdarlığının ve sizin
için seçildiğinin alâmeti, Allah'ın daha önce sizden alman
Tâbût'u geri vermesidir.
Zemahşerî'nin de dediği gibi, Tâbut bir sandıktır.
Musa (a.s.) savaşa çıktığı zaman onu askerlerin önüne koyardı. Bu,
İsraîloğullarmın ruhlarına bir sekinet verir, böylece savaştan
kaçmazlardı.
Onun içinde Rabbınizden size bir ferahlık, sükunet
ve vekar vardır. Ayrıca onun içinde Musa ve Harun'un ailelerinin
bıraktıklarından bir miktar kalıntı vardır. Bunlar, Musa (a.s.)'nm asası ve
elbisesi İle, Tevrat'ın yazıldığı bazı levhalardır. Onu melekler taşır. İbn
Abbas (r.a.) şöyle der: Melekler, sema ile yer arasında Tâbût'u taşıyarak
geldiler ve onu herkesin gözü önünde Tâlût'un önüne bıraktılar. Eğer Allah'a ve
âlıiret gününe inanmış kimseler iseniz, Tâbût'un size indirilmesinde, Allah'ın
Tâlût'u size hükümdar seçtiğine dair açık bir delil vardır. [36]
249. Tâlût, sayıları seksenbin olan askerleriyle
yola çıkıp Beyt-i Makdis'ten ayrılınca onları çöl gibi kuru bir arazide
bekletti. Burada onlara şiddetli sıcak ve susuzluk isabet etti. Tâlût
askerlerine şöyle dedi: "Biliniz ki, Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek" Bu,
Ürdün ile Filistin arasında bulunan meşhur Seri a nehridir. "Ondan kim içerse
benden değildir, benim askerim olamaz"
Böyle yapmakla, savaşa girmeden önce, onların irade
ve itaat durumlarını denemek istedi. . Kim o ırmaktan içmez ve tatmazsa, o,
benimle beraber savaşacak olan askerlerirndendir. Ancak, susuzluğunu gidermeniz
için bir avuç içerse bunda bir beis yoktur. Böylece susuzluğu giderecek kadar,
emmek suretiyle azıcık su içmelerine izin verdi. İçlerinden pek azı hariç, bütün
ordu ırmaktan içti. Az sayıda bir topluluk susuzluğa sabretti. Süddî:
"Yetmişaltıbin kişi içti. Tâlûtun yanında dört bin asker kaldı" der. Tâlût,
susuzluk ve yorgunluğa sabreden mü'minlerle nehri geçip de düşmanlarının
çokluğunu görünce onları bir korku sardı. İçlerinden bir grup: Biz Câlût
komutasındaki bu düşmanla savaşamayız. Sayımız az, onlar ise son derece
kalabalık" dediler. Sonunda Allah'ın huzuruna varacaklarına inanan, Tâlût'un
seçkin ve alim askerleri şöyle dediler: "Çoğu zaman, az sayıda bir topluluk,
Allah'ın irade ve dilemesiyle çok sayıdaki topluluklara üstün gelmiştir. Zafer,
sayı çokluğu ile değil, Allah'ın yardımıyle elde edilir. Allah, koruması,
gözetmesi ve desteğiyle sabredenlerle beraberdir. Allah kiminle beraber
olursa, o, Allah'ın izniyle muzaffer olur. [37]
250.
Geniş alanda Câlût ve onun harp için eğitilmiş kalabalık
ordusu ile karşılaştıkları zaman, zafere götüren vesileleri anladıklarım
gösteren şu üç dua ile Allah'a yalvardılar: Ya Rabbi! Bizim hepimize çok
sabırlar ihsan et, özellikle nefislerimize sabır ver ki, düşmanlarımıza karşı
savaşmak için kendimizde kuvvet bulalım Bizi harp meydanında sabit kıl,
kalplerimize, savaştan kaçma düşüncesinin gelmesine fırsat verme.: Sana
inanmayan ve peygamberlerini yalanlayan Câlût ve ordusuna karşı bize yardım
et. [38]
251. Allah da onların bu dualarını kabul etti ve
O'nun yardım ve desteğiyle Câlût'un ordusunu hezimete uğrattılar. Düşmanlar çok
kalabalık olmalarına rağmen mağlup oldu. Tâlût'la beraber mü'minler ordusu
içinde bulunan Dâvud, küfrün başı Câlût'u öldürdü ve ordusu dağıldı. Allah, Dâvud (a.s.)'a hükümdarlık ve
peygamberlik verdi ve dilediği faydalı ilimleri ona öğretti.
İbn Kesir şöyle der: Tâlût, Câlût'u öldürdüğü
takdirde Dâvud (a.s.)'a kızını vereceğini, malını onunla bölüşeceğini ve
hükümdarlık işinde onu yanma yardımcı alacağını vadetmişti. Tâlût bu sözünü
tuttu. Daha sonra, Allah'ın kendisine ihsan ettiği peygamberlik nimeti ile
birlikte hükümdarlık Dâvud (a.s.)'a
geçti.
Eğer yüce olan Allah, kötülerin kötülüklerini
iyilerin yaptığı cihad ile defetmeseydi, hayat fesada uğrardı. Zira şer galip
gelse, her taraf harap ve helak olurdu. Lâkin Allah, bütün insanlığa lütuf ve
keremi ile muamele eder. Şerre asla üstünlük ve galebe imkanı
veremz. [39]
252. Ya Muhammed! İsraîloğullarının başına
gelen, sana anlattığımız bu hayret verici iş ve kıssalar, Allah'ın Cebrail
vasıtasıyle sana hak olarak
vahyettiği mucize ve gayb
haberleridir. Ya Muhammed! Sen Allah'ın davetini tebliğ için gönderdiği
peygamberlerdensin.
[40]
Edebî Sanatlar
1. Ebu Hayyan der ki: Bu bölümdeki ilk üç âyet-i
kerimede birçok edebî sanat vardır.
lafzında soru, hayret ifade etmek için
getirilmiştir. cümlesinde hazif vardır. Bu cümle takdirindedir ve lafızları
ile ve arasında tıbak sanatı vardır
ile terkiplerinde tekrar vardır. İfadesinde üçüncü şahıs kipinden ikinci şahıs
kipine dönüş vardır.
terkibinde, teşbih, benzetme edatı kullanılmadan
yapılmiştir. Kulun Allah yolunda
yaptığı infak Allah'ın kabul etmesi, hakikî borca benzetilerek ona "borç" ismi
verilmiştir.
lafzı arasında mugayir cinas vardır.[41] istiâre-i temsiliyye vardır. Zira Yüce Allah'ın onların üzerlerine sabır
döktüğü andaki halleri bir vücud üzerine su dökülüp de, suyun bütün vücudu
içiyle dışıyla sararak kalbe serinlik, esenlik, sükûnet ve itminan vermesi haline benzetilmiştir. [42]
Faydalı Bilgiler
1. Allah ihtiyaçtan münezzeh olduğu halde, cümlesinde, "borç istemek" Allah'a isnad
edilmiştir. Bu, sadakaya teşvik içindir. Nitekim, Buharı ve Müslim'in rivayet
ettiği bir hadis-i kudsîde de; hasta, aç ve susuza yapılan iyilik, Yüce Allah'ın
nefsine izafe edilmiştir. Hadis-i kudsîdeki ifadeler şöyledir: Ey Âdemoğlu!
Hastalandım, beni ziyaret etmedin, senden yemek istedim, bana yemek vermedin,
senden su istedim, bana su vermedin,[43]
2. Rivayet edildiğine göre, âyet-i kerimesi
inince Ensar'dan Ebu'd-Dahdah Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek: "Gerçekten Allah bizden borç mu istiyor?" diye sorar. Rasulullah (s.a.v.):
"Evet, ey Ebu'd-Dahdah! der. Ebu'd-Dahdah: "Ya Rasulullah! Bana elini
uzatırmısm? der. Sonra onun elini tutarak şöyle der: "Ben, bahçemi Rabbime borç
verdim". Bahçesinde altiyüz hurma ağacı vardı. Karısı ve çocukları da orada
bulunuyordu. Ebuddahdah gelerek eşine: Ey Ümmü Dahdah diye seslenir. Karısı;
"Buyur" der. Karısına: "Bahçeden çık. Ben onu Yüce Rabbime borç olarak verdim"
der.[44] Bir rivayete
göre hanımı, "alışverişin kârlı olsun Ey Ebu'd-Dahdah" der ve aile fertleriyle
birlikte oradan çıkar.
3. Bikaî şöyle der: Herhalde İsraîloğullarından
bahseden âyetlerin bu kıssa ile bitmesinin sebebi, bu kıssada, Rasulullah
(s.a.v.)'m peygamberliğini gösteren açık bir delilin bulunmuş olmasıdır. Zira
İsraîloğullarının seçkin âlimlerinden sadece birkaçı bu kıssayı
biliyordu.[45]
253. O Peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden
üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece
yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa'ya açık mu'cizeler verdik ve onu Ruhu'l-Kudüs ile
güçlendirdik. Allah dikseydi, o peygamberlerden sonra gelen milletler,
kendilerine açık deliller geldikten sonra
birbirleriyle savaşmazlardı. Fakat
onlar ihtilafa düştüler de
içlerinden kimi iman etti, kimi de inkâr etti. Allah dileseydi onlar
savaşmazlardı, lâkin Allah dilediğini yapar.
254. Ey iman edenler! Kendisinde artık
alış-veriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gün gelmeden önce, size verdiğimiz
rızıktan hayır yolunda harcayın. Gerçekleri inkâr edenler elbette
zâlimlerdir. [46]
Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde, İsraîloğullarımn
başına Tâlût'un Imesini ve hem hükümdarlık hem de peygamberlik şerefine nail
olması toiyle Dâvud (a.s.)'un diğer İsraîloğullarından üstünlüğünü anlattı. Daha
sonra Rasullullah (s.a.v.)'m peygamberlerden olduğunu kendisine bildirdi. Lafzın
zahirî mânâsı, peygamberlerin eşit olduğunu göstermektedir. İşte bu âyetlerde
Yüce Allah, peygamberlerin aynı derecede olmadıklarım, bilakis diğer insanlar
arasında olduğu gibi, onlar arasında da üstünlük bakımından farklılık
bulunduğunu anlatmaktadır.[47]
Kelimelerin İzahı
Derecât, Yüce ve yüksek mevki mânâsına gelen
"derece" kelimesinin çoğuludur.
Beyyinât, mu'cizeler demektir.
Takviye etmek mânâsına gelen te'yid kelimesinden
olup, "onu kuvvetlendirdik" demektir.
Kuds, temizlik; Ruhu'1-Kuds ise Cebrâîl (a.s.)
demektir. Bu isim daha önce de açıklanmıştır
Hülle, dostluk ve sevgi demektir. Dosta karşı
beslenen sevgi, âdeta kişinin azaları arasına girdiği için bu isim verilmiştir.
"Dost" mânâsına gelen "halîl" de bu kabildendir.
Şefaat, eklemek mânâsına olan kelimesinden
alınmıştır. Şefaat, başka birine yardım etmek ve yardımını istemek üzere onunla
arkadaş olmaktır.
[48]
Âyetlerin Tefsiri
253.
Ey Muhammedi Sana haberlerini verdiğimiz bu
peygamberler, Allah'ın hak peygamberleridir. Kuşkusuz biz onları yüksek mertebe,
mevki ve makam bakımından birbirlerine üstün kılmışızdır. Onlardan öylesi vardır
ki, Allah vasıtasız olarak sadece onunla konuşmuştur. Musa (a.s.)'mn durumu
böyledir. Bazılarına da yüksek ve yüce mertebeler tahsis etmiştir. Son
peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)'in durumu böyledir. O, hem dünyada hem de
âhirette öncekilerin ve sonrakilerin efendisidir. Peygamberlerin babası Halil
İbrahim (a.s.)'in durumu da bunun gibidir. O peygamberlerden öylesi de vardır
ki, ona Ölüleri diriltme, anadan doğma kör ve alacalıyı iyileştirme ve gayptan
haber verme gibi engin mu'cizeler verdik. Onu Cibrîl-i Emin ile kuvvetlendirdik.
Bu peygamber, Meryem oğlu İsa'dır. Allah isteseydi bu peygamberlerden sonra
gelen ümmetler, peygamberleri kendilerine açık deliller ve engin hüccetler
getirdikten sonra onları katlet-mezlerdi.
Allah dileseydi onlar çekişmezler, ihtilafa düşmezler ve birbirleriyle
savaş azlardı ve peygamberlerin hak din üzerinde ittifak ettikleri gibi, Allah
onları peygamberlere uyma hususunda birleştirirdi,
Fakat Allah bir kısmını, onlardan dindeki
ihtilafları ve çeşitli fasit görüş ve mezheplere ayrılmaları sebebiyle doğru
yolu bulmalarını dilemedi. Dolayısıyla onların bazıları imanda sebat etti,
bazıları ise ayrılıp küfre saptı, Allah dileseydi, insan oğlunu meleklerin
tabiatında yaratırdı da, birbirleriyle çekişmez ve birbirlerini öldürmezlerdi.
Fakat Allah hikmet sahibidir, insanların menfaatine olan şeyleri yapar. Bunların
hepsi Allah'ın kaza ve kaderiyle olur. Allah, dilediğini yapandır. [49]
254. Ey mü'minler! Allah'ın size lütfetmiş olduğu
maldan O'nun yolunda harcayın. Zekatı verin. Hayır, iyilik ve salih amel
işleyerek malınızı harcayın. O korkunç gün gelmeden bütün bunları yapın. Zira o
gün, alış-veriş yapıyormuş gibi hiçbir malı kendiniz için bir fidye olarak
veremiyeceksi-niz. Bu azabı sizden savacak bir dost ve günahlarınızın
bağışlanması için şefaat edecek bir şefaatçi bulamıyacaksıniz. Ancak, âlemlerin
Rabbı olan Allah izin verirse bunlar olur. Kâfirler, zâlimlerin ta kendileridir.
Yani o gün Allah'ın huzuruna kâfir olarak çıkandan daha zâlim kimse yoktur.
Allah'ı inkâr eden, azaba müstehak olan zâlimin kendisidir. [50]
Edebî Sanatlar
1. Burada uzaklık ifade eden "tilke" işaret
isminin kullanılması, peygamberlerin mertebelerinin yüksekliğini
gösterir.
2. Âyetin bu bölümü, önceki bölümde ifade edilen
üstünlüğü açıklar. Edebiyatta buna "taksim" ismi verilir. bölümünde de aynı
sanat vardır. ve lafızları arasında da
"tıbak" sanatı vardır.
3. Cümlesi iki defa tekrarlandığı için "itnab"
vardır.
4. Burada sıfat mevsufa tahsis edilmiştir. Ayrıca
mânâ, isim cümlesi ve zamir-i fasılla da tekit edilmiştir. [51]
Faydalı Bilgiler
Atâ b. Dinar'ın şöyle dediği rivayet olunur:
"Kâfirler zâlimlerin kendileridir" buyurup da, "Zâlimler kâfirlerin
kendileridir" buyurmayan Allah'a hamd olsun. Atâ bu sözü ile şunu demek
istemiştir: Eğer bu şekilde demiş olsaydı, her zâlimin kâfir olduğuna
hükmedilirdi. Allah'ın koruduğu kimseler hariç kimse bundan
kurtulamazdı.[52]
Bir Uyarı
Burada küfrün, hakiki mânâsının kastedilmiş olması
ihtimali olduğu gibi, mecazî mânâsının kastedilmiş olması da muhtemeldir. İkinci
ihtimale göre kâfirden maksat "zekatı vermeyen" dır. Nitekim Zemahşerî de bu
görüştedir. O şöyle der: Yüce Allah "Zekatı vermeyenler zâlimlerin kendileridir"
demek istemiştir. "Zekatı terkeden" yerine "kâfir" kelimesini tercih etmesi
sertlik ve tehdit ifade eder. Nitekim hacc âyetinde de "kim haccetmezse" yerine
"kim kâfir olursa" lafzı tercih edilmiştir. Ayrıca "Zekâtını vermeyen müşriklere
yazıklar olsun'0ıumealindeki âyette de, zekâtı vermemek kâfirlerin sıfatlarından
sayılmıştır. [53]
255. Allah, kendinden başka hiçbir ilâh
bulunmayandır. O, Hayy'dir. Kayyûm'dur. Kendisine ne uyku gelir ne de
uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur, İzni olmadan O'nun katında
kim şefaat edebilir? O, dünyada ve âhirette olacakları bilir.O'nun
bildirdiklerinin dışında, insanlar O'nun ilmînden hiçbir şeyi tam olarak
bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek
kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.
256. Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla
eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğût'u reddedip Allah'a
inanırsa, sağlam kulpa yapışmıştır.
Allah işitir ve bilir.
257. Allah,
inananların dostudur, onları
karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların
dostları da Tâğût'tur, onları aydınlıktan alıp karanlıklara götürür. İşte bunlar
cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar.
Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde peygamberlerin
birbirlerine olan üstünlüğünü anlattı ve onlardan sonra gelen insanların
ihtilafa düştüklerini, din sebebiyle çekişip savaştıklarını açıkladı. Bu
âyetlerde ise, peygamberler arasındaki üstünlük farklarının onlara tabi olanlar
arasında mücadele, düşmanlık ve çekişmeyi gerektirmediğini vurgulamaktadır.
Çünkü peygamberler, her ne kadar fazilet bakımından birbirlerinden farklı
iseler de, hepsi aynı daveti yani tevhid davetini yapmışlardır. Onların risaleti
bir, dinleri birdir. Sonra dinde zorlama yoktur. Çünkü hakkın ziyası doğmuş,
nuru parlamıştır.
[54]
Kelimelerin İzahı
Hayy, kâmil hayat sahibi demektir. Devamlı var
olan, yok olmayan demektir.
Kayyûm, mahlukâtm
işlerini yürüten demektir.
Sine, uykudan önceki gevşeklik ve hafif uyuklama
halidir. Şâir şöyle der:
Yaşlı adamı uyku bastırdı. Henüz uykuya dalmadığı
halde, hafif hafif uyumaya başladı.
Ona ağır gelir ve onu yorar demektir.
Aliyy, bundan maksat, makamı yüce, şanı büyük,
saltanatı kudretli demektir.
İkrah, kişiyi istemediği birşeyi yapmaya zorlamak
demektir.
Tâğût, tuğyan kelimesinden türemiştir. Buna göre
tâğût insanı azdıran, onu hak ve hidâyet yolundan saptıran
herşeydir.
Vüska; sağlam, güvenilir şey mânâsına gelen "ipj\"
kelimesinin müfennesidir.
Infisâm, kırılmak manasınadır. Ferrâ: "İnfisam ve
inkısam aynı mânâda iki kelimedir. Ancak infisâm daha fasihtir" der. Bazıları
da: "Fasm, kopmaksızın kırılmak; kasnı ise kırılıp kopmak demektir"
der. [55]
Nüzul Sebebi
Ensardan bir adamın iki oğlu vardı. Bunlar
Rasulullah (s.a.v.) peygamber olarak gönderilmeden önce Hıristiyan olmuşlardı.
Daha sonra, zeytinyağı ticareti yapan bir grupla Medine'ye geldiler. Babaları
yakalarına yapışarak: "Müslüman olmadıkça sizi bırakmam" dedi. Bunun üzerine:
-Dinde zorlama yoktur. Hak ile bâtıl birbirinden ayrılmıştır" mealindeki âyet
nazil oldu.[56]
Âyetlerin Tefsiri
255.
Allah, kendinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır. O,
Hayy'dır, Kayyûm'dur. Yani Allah (c.c.) birdir, tektir, Samed-tir, kâmil hayat
sahibidir. Ölmeyen, devamlı var olandır. Mahlukâtm ihtiyaçlarını gözeterek,
onları koruyarak işlerini bir nizam içersinde yürütendir. O'na ne uyku gelir,
ne de uyuklama. Nitekim hadiste şöyle Duyurulmuştur: "Şüphesiz Allah uyumaz.
Uyuması da uygun düşmez. O, adalet terazisini alçaltır ve yükseltir.[57] Yerlerde ve göklerde ne varsa hepsi O'nun mülkü ve kuludur. O'nun gücü
ve saltanatı altındadır. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? Yani
Allah'ın izni olmadan, hiçkimse başka birine şefaat edemez. İbn Kesir der ki:
"Bu âyet Allah'ın azamet ve yüceliğini gösterir. Zira, Mevlâ'nın izni
olmadan hiç kimse şefaat edemez.
Allah, hem onların gördükleri dünyayı ve onda var
o-lanları bilir, hem de onların önünde olan âhireti bilir. Çünkü O'nun ilmi,
kâinatı ve âlemleri kuşatmıştır. İnsanlar, Allah'ın peygamberleri vasıtasıyle
kendilerine bildirdiklerinden başka, Allah'ın bildiklerinden hiçbir şeyi
bilemezler, O'nun Kürsî'si, genişliği ve büyüklüğü sebebiyle gökleri ve yeri
içine alır. Yedi kat gökler ve yerler, kürsüye nisbetle çöle atılmış bir halka
gibidir. Rivayet edildiğine göre İbn Abbas; den maksat, Allah'ın ilmidir, demiş
ve "Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin herşeyi kuşatmıştır[58] mealindeki
âyeti delil getirerek, Allah'ın ilminin herşeyi kuşattığını
bildirmiştir.[59]
Hasan-ı Basrî: "Kürsî'den maksat Arş'tır" der. İbn
Kesir de şöyle der: Doğru olan, Kürsî'nin Arş'tan başka bir şey oluşudur. Arş
Kürsî'den daha büyüktür. Nitekim hadisler ve haberler bunu göstermektedir.
Gökleri, yerleri ve onlarda bulunanları korumak Allah'a ağır gelmez ve O'nu aciz
bırakmaz. O mahlukâtmın üstünde yücedir, azamet ve ululuk sahibidir. "O, çok
büyüktür ve yücedir.[60]
256.
İslâm dinine girmesi için, hiçkimse zorlanamaz. Şüphesiz
hak batıldan, hidâyet sapıklıktan ayrılmış ve açıkça ortaya çıkmıştır. Kim
Allah'dan başka, şeytan ve putlar gibi kendilerine ibadet edilen şeyleri inkâr
eder ve Allah'a inanırsa, en sağlam, kopmayan ve yok olmayan kulpa yani dine
sarılmış olur. Allah, kullarının sözlerini işitir, fiillerini bilir. [61]
257. Allah, mü'minlerin yardımcısı, koruyucusu ve
işlerini yürütendir. Onları küfür ve dalâlet karanlıklarından iman ve hidâyet
nuruna çıkarır. Kâfirlerin dostları ise şeytanlardır. Onları iman nurundan
çıkarıp, şek ve sapıklık karanlıklarına sokar, Onlar cehennem ehlidir. Oradan
çıkmayıp ebedî olarak kalacaklardır. [62]
Edebî Sanatlar
1. Âyete'l-kürsî'de birçok edebî sanat vardır.
Bunlar:
a) Hüsnü'1-iftitâh (güzel başlangıç): Çünkü bu
âyet Allah Teâlâ'nın en yüce ismiyle başladı.
b)
Allah'ın adı isim ve.zamir olarak onsekiz yerde
geçer.
c) Sıfatların tekrarı ile meydana gelen
itnâb.
d) Fasl sanatı vardır. Çünkü cümleler atıf
harfiyle birbirine bağlanmamıştır.
e) âyetinde tıbâk sanatı vardır. Bahru'l-muhît
sahibi Ebu Hayyan böyle açıklamıştır.
2. Sağlam bir kulpa sarılmıştır. Burada istiâre-i
temsiliyye vardır. Zira İslam dinine sarılan kimse, sağlam bir ipe tutunmuş
birine benzetilmiştir. "Kopmayan" kaydında ise "tersin" sanatı
vardır.
3. Bu lafızlarda istiâre-i tasrîhiyye vardır.
Çünkü küfür karanlıklara, iman ise aydınlığa benzetilmiştir. Telhîsu'l-beyan
yazan Şerif Râdî şöyle der: Bu, teşbihin en güzellerindendir. Çünkü, küfür,
içersinde yürüyenlerin yollarını şaşırıp saptığı karanlık gibidir. İman ise,
yoldan çıkanlara yol gösteren, şaşkınları doğru yola ileten nur gibidir. İmanın
neticesi, naîm cennetleri ve sevaba erildiği için aydınlıktır. Küfrün neticesi
ise, cehennem ve azap olduğu için karanlıktır.[63]
Faydalı Bilgiler
Yüce Allah âyet-i kerimede kelimesini müfred,
kelimesini ise olarak getirmiştir. Çünkü doğru bir tane, sapıklık yolları ise
çoktur. [64]
Bir Uyarı
Ayete'l-Kürsî'nin şanı yücedir. Rasulullah
(s.a.v.)'tan nakledilen sahih hadiste onun, Allah'ın kitabındaki âyetlerin en
faziletlisi olduğu bildirilmistir. Şu hadis-i şerifte de bildirildiği gibi, onda
Yüce Allah'ın ism-i a'zamı vardır: "Allah'ın ism-i a'zamı üç yerdedir. Bu isim
hürmetine dua edilirse Allah kabul eder. Bu yerler: Bakara suresinde[65] Âl-i İmrân
ve Tâhâ sûreleri-dir." Hişam bunları şöyle açıklar: Bakara sûresinde Âl-i İmrân
sûresinde[66] Tâhâ sûresinde
ise,[67] âyetleridir.[68] İbn Kesir şöyle der:
Âyete'l-Kürsî, Zât-ı Bari ile ilgili müstakil on cümle ihtiva eder. Bu âyette,
bir olan Yüce Allah'ı tazim ifâdeleri vardır.[69]
258. Allah kendisine mülk verdiği için Rabbi
hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni görmedin mi! İşte o zaman İbrahim "Rabbim
hayat veren ve öldürendir" demişti.. O, Ben de hayat verir ve öldürürüm
demişti. İbrahim, "Allah güneşi doğudan getirmektedir. Haydi sen de onu batıdan
getir" dedi. Bunun üzerine kâfir apışıp kaldı. Allah zâlim kimseleri hidâyete
erdirmez.
259. Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin
duvarları çatıları üzerine çökmüş bir kasabaya uğradı, "Ölümünden sonra Allah
bunları nasıl diriltir acaba!" dedi.
Bunun üzerine Allah
onu öldürüp, yüz
sene bıraktı; sonra tekrar diriltti. "Ne kadar kaldın?" dedi. "Birgün
yahut daha az" dedi. Allah ona, "Hayır! yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine
bak, henüz bozulmamıştır. Eşeğine de bak. Seni insanlara ibret kılalım diye
bunu yaptık. Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl birbiri üstüne kuruyor,
sonrada ona nasıl et giydiriyoruz" dedi. Durum açığa çıkınca, "Şimdi iyice
biliyorum ki, Allah herşeye kadirdir" dedi.
260.
İbrahim Rabbine, "Ey Rabbim! Ölüleri nasıl
dirilttiğini bana göster" demişti. Rabbi ona "Yoksa i-nanmadın mı?" dedi.
İbrahim "Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için" dedi. Bunun üzerine
Allah "Öyleyse dört tane kuş yakala; onları yanına al; sonra her dağın başına
onlardan bir parça koy. Sonrada onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil
ki Allah Azîz'dir, Hakîm'dir" buyurdu.
Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Yüce Allah Önceki âyetlerde kendisine imanı ve
mukaddes yüce sıfatlarını zikrederek kendisinin mü'minlerin dostu, tâğûtun da
kâfirlerin dostu olduğunu bildirdi. Bu âyetlerde de şu üç kıssayı anlatarak
taşkınlığın, inatçı kâfirlerin ruhlarında ve Allah'ın birliğine karşı verdikleri
mücadeledeki tahakkümüne örnekler vermektedir. Kıssalardan birincisi, hikmet
sahibi yaratıcının, ikinci ve üçüncüsü ise, haşrin ve öldükten sonra dirilmenin
isbatı hakkındadır.
[70]
Kelimelerin İzahı
Muhacce, birbirlerine üstün gelmeye çalışmak
demektir. Bir kimse hasmı ile mücadele ettiği zaman karşılıklı delil getirdi
demektir.
Sesi kesildi ve şaşkın bir şekilde apışıp kaldı.
Şâir şöyle der:
Onu'ansızın gördüğüm zaman, neredeyse cevap
veremiyecek şekilde apışıp kalırım.
Hâviye, yıkılan demekti.
Urûş, evin tavam mânâsına gelen "arş" kelimesinin
çoğuludur. Gölgelenmek veya gizlenmek için hazırlanan herşeye arîş
denir.
Değişmez, bozulmaz demektir. Hurma ağacı yaşlanıp
da, yıllar onu değiştirdiğinde denir. Bu kelime ondan alınmıştır.
Onları birbiri üstüne dizeriz demektir. Bu kelime,
kaldırmak mânâsına gelen nişaz mastarından türetilmiştir. Yeryüzünün yüksek
kısımlarına "rieşez" denir. Kadının kocasına isyan edip başkaldırması mânâsına
gelen "nüşûz" da bu köktendir.
Onları yanına al, sonra kes demektir. Bir kimse bir
şeyi kestiğinde denir.
[71]
Âyetlerin Tefsiri
258. Allah kendisine hükümdarlık verdiği için
şımarıp da, O'nun varlığını inkâr eden, iyilik ve ihsana nankörlük ve
taşkınlıkla karşılık vererek Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya giren, onun
varlığı ve kudreti hakkında mücadele eden inatçı Kenan oğlu Nemrud'un durumunu
bilmiyor musun? Bu âyet, bu kâfirin durumunu işitenleri hayrete düşürmektedir.
İbrahim Allah'ın varlığına delil getirerek "Benim Rabbim, bedenlerde hayatı ve
ölümü yaratandır. O tekdir, âlemlerin Rabbidir" dediği zaman, azgın: "Ben de
diriltir ve öldürürüm" dedi. Rivayete göre,
idamına hükmedilmiş iki
adam getirtti, birisinin
öldürülmesini, diğerinin serbest bırakılmasını emretti ve: "İşte ben de
onu öldürdüm, buna da hayat verdim" dedi. Hz. İbrahim (a.s.) Nemrud'un bu
aptallığım ve bu delil hakkında mücadeleye devam edeceğini anlayınca, onu daha
iyi susturacak başka bir delile başvurdu. İbrahim dedi ki: Madem ki sen ilâhlık
iddia ediyor ve âlemlerin Rabbinin yaptığı gibi, öldürüp diriltebileceğini
söylüyorsun, işte güneş, o Allah'ın emri ve kudretiyle her gün doğudan doğuyor.
Sen onu gücün ve kudretinle bir defa olsun batıdan doğdur. Bu kesin delil
karşısında o kâfirin dili tutuldu ve
dehşet içersinde, cevap veremiyerek apışıp
kaldı Allah mücadele ve delil getirme makamında hüccet ve delil
getirmeleri için zâlimlere ilham vermez. Müttekî dostlarına ise ilham
eder. [72]
259. Bu, ikinci kıssa olup, Allah onu, hidâyetini
murat ettiği kimseler için bir darb-ı mesel olarak getirmiştir. "Yahut
evlerinin duvarları tavanları üzerine çökerek alt üst olmuş bir kasabaya uğrayan
kimsenin halini bilmiyor musun? Burası, Buhtunnasr'ın yıkmış olduğu Beyt-i
Makdis kasabasıdır. O salih adam şöyle dedi: Bu şehir, harap olup yıkıldıktan
sonra, acaba Allah burayı nasıl diriltecek? Bu adam meşhur görüşe göre Uzeyr
(a.s.) idi. O, bu sözleri, Allah'ın kudretini ve yıkılıp harap olmuş bu şehrin
durumu karşısındaki şaşkınlığını ifâde etmek için söylemişti. Kendisi bu
şehirden geçerken eşeğine binmişti. Allah bu soruyu soran zâtı öldürdü ve yüz
sene ölü olarak kaldı. Sonra Allah kudretinin kemalini göstermek için onu
diriltti, Rabbi melek vasıtasıyla ona: "Bu durumda ne kadar kaldın" diye sordu.
O da: "Birgün" diye cevap verdi. Sonra çevresine baktı. Güneşin batmadığını
görünce: Veya bir günden de az kaldım" dedi. Rabbi ona şöyle hitap etti:
"Bilakis ölü olarak tam yüz sene kaldın." Eğer
şüphe ediyorsan, yiyeceğine ve içeceğine bak. Uzun zaman geçmesine rağmen
bozulmamış. Onun yanında üzüm, incir, ve meyve suyu vardı. Dirüdiğinde onları
bıraktığı gibi, bozulmamış olarak buldu. Eşeğine de bak. Onun kemikleri nasıl
çürüyüp dağılmış ve çürümüş bir heykel haline gelmiş. Biz bunu, sen Allah'ın
kudretini anlayasın ve seni, kudretimizin kemalini gösteren açık bir mucize
kılalım diye yaptık. Eşeğinin çürümüş kemiklerini düşün de, gözlerinin Önünde
onları nasıl birbiri üstüne dizeceğimizi ve sonra da kudretimizle onlara nasıl
et giydireceğimizi gör. Uzeyr (a.s.) bu açık delilleri görünce: "Yakinen bildim
ve gördüm ki, Allah herşeye kadirdir" dedi. [73]
260.
Bu, üçüncü kıssadır. Bunda, yok olduktan sonra tekrar
diriltmeye delalet eden gözle görülür deliller vardır. Âyetin mânâsı şöyledir:
İbrahim'in, Rabbinden, ölüleri nasıl dirilteceğini kendisine göstermesini
istediği zamanı hatırla. Hz.İbrahim Allah'ın kudretine kesin olarak inanmakla
birlikte, nasıl olduğunu öğrenmek için böyle bir istekte bulundu. O, vicdanen
kesin olarak inandığı bir şeyi gözle görerek öğrenmek istiyordu. Bunun üzerine
Rabbi ona; Diriltmeye gücümün yettiğine inanmadın mı? Dedi.
Hz.İbrahim: "Evet inandım, fakat bunu görerek
basiretimin artmasını ve kalbimin sükuna ermesini istedim, Yüce Allah: "Öyleyse
yanına dört tane kuş al, sonra onları kesip parçala ve tek bir yığın haline
gelinceye kadar onları birbirine iyice kanştır. Sonra onları parçalara ayırıp
her dağın başına bir parça koy. Sonra da
onları çağır, sana koşarak gelirler. Mücahid şöyle der: Bu kuşlar tavus, karga,
güvercin ve horozdur. İbrahim (a.s.) onları kesti sonra söylenenleri yaptı ve
onları çağırdı. Onlar koşarak geldiler. Bil ki Allah herşeye kadirdir,
istediğini yapmaktan aciz değildir. Yaptığında ve ettiğinde hikmet sahibidir.
Tefsirciler şöyle der:
Hz.İbrahim onları kesti, parçaladı, tüyleri kanları
ve etlerini birbirine karıştırdı. Sonra başlarını elinde tutarak vücutlarını
parça parça dağların başına koydu. Sonra da Yüce Allah'ın emrettiği gibi onları
çağırdı. Gözleri önünde tüylerin, etlerin ve kanların birbirlerine doğru uçarak
bir araya gelip eskisi gibi kuş olduklarını gördü. Sonra bu kuşlar, Hz.İbrahim
(a.s.)'in istediğini daha iyi bir şekilde görebilmesi için hızla yürüyerek ona
geldiler. Bunu İbn-i Kesir anlatmıştır. [74]
Edebî Sanatlar
1. Buradaki görme, kalbî görmedir. Soru
dinleyicileri hayrete düşürmek içindir.
2. Bu muzâri fiiller yenilenme ve devamlılık
ifâde eder. şeklindeki ifâde, öldürme ve diriltmenin sadece Allah'a mahsus
olduğunu bildirir. Çünkü mübteda ve
haberin her ikisi marife (belirli) olarak gelmiştir. Mânâsı şudur: Öldüren ve
dirilten, sadece bir olan Yüce Allah'tır. kelimeleri arasında, edebî
güzelliklerden olan tıbâk sanatı vardır. kelimeleri arasında da aynı sanat
vardır.
3. Bu yüce ifâde, onun inkâr etmiş olmasının
şaşkınlığın asıl sebebi olduğunu gösterir. denilseydi, bu ince mânâ ifâde
e-dilmiş olmazdı.
4. "Ölümünden sonra Allah bu kasabayı nasıl
diriltecek?" Kasabanın ölmesinden maksat, orda oturanların ölmesidir. Bu,
yeri söyleyip orada
bulunanları kasdetme kabilinden
olup mecâz-ı
mürseldir.
5. "Sonra o kemiklere et giydiririz"? Elbisenin,
bedeni örttüğü gibi onları etle örteriz. Ebu Hayyan şöyle der: Hakiki elbise
bedenin dışındaki elbisedir. Yüce Allah burada, yaratıp kemikleri örttüğü et
yerine, müstear olarak elbiseyi
zikretmiştir. Bu, son derece güzel bir istiaredir.[75]
Faydalı Bilgiler
1. Mücahid şöyle der: Dünyanın doğularına ve
batılarına dört kişi hakim olmuştur. Bunlardan ikisi mü'min, ikisi kâfirdir,
mü'minler Dâvud oğlu Süleyman ile Zülkarneyn'dir. kâfirler ise, Nemrud ile
Beyt-i Makdis'i harap eden Buhtunnasr'dır.[76]
2. Hz.İbrahim, azgın Nemrud'un hayat ve ölümün
mânâsını bilmezlikten geldiğini ve verdiği cevabın mantıksız olduğu, kimseye
gizli kalmayacak şekilde açık olmasına rağmen, cahil halkın gözünü boyama
yoluna girdiğini görünce, mugalata yapılamayacak ve azgın Nemrud'un kibir ve
mücadele ile kolay kolay altından kalkamayacağı başka bir delile başvurdu. Ve
şöyle dedi: "Allah güneşi doğudan getiriyor, sen onu batıdan getir" böylece
Hz.İbrahim onun boynunu büktü, aczini gösterdi ve dilini kesti.
3. Hz .İbrahim'in "ölüleri nasıl diriltirsin"
diye sorması, Allah'ın kudreti hakkında şüphesinden değil, diriltme olayının
nasıl cereyan ettiğini öğrenme merakındandır. "Nasıl" mânâsına gelennin
kullanılmış olması da bunu göstermektedir. Keyfe, durumu sormak için kullanılan
bir edattır. Peygamberimiz (s.a.v.)"in şu sözü de bu mânâyı pekiştirir. "Biz
şüpheye, İbrahim'den daha yakınız[77] Yani biz şüphe etmiyorsak, İbrahim'in şüphe etmemesi daha
evladır. [78]
261. Allah yolunda mallarını harcayanların
örneği, yedi başak bitiren bir tane gibidir ki, her başakta yüz tane vardır.
Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah'ın lütfü geniştir, O herşeyi
bilir.
262. Mallarını Allah yolunda harcayıp da
arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, onların
Allah katında mükafaatları vardır. Onlar için korku yoktur, üzüntü de
çekmeyeceklerdir.
263. Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme
gelen sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, aceleci
değildir.
264. Ey iman edenler! Allah'a ve âhiret gününe
i-nanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa
kakmak ve incitmek
suretiyle yaptığınız hayırlarınızı
boşa çıkarmayın. Böylesinin
durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağnak bir
yağmur isabet etmiş de onu çıplak kaya haline getirivermiştir. Bunlar
kazandıklarından hiçbirisine sahip olamazlar. Allah, kâfirleri doğru yola
iletmez.
265. AHahın rızasını kazanmak ve ruhlarındaki
cömertliği kuvvetlendirmek için mallarını hayra sarfe-denlerin durumu, bir
tepede kurulmuş güzel bir bahçeye benzer ki üzerine bol yağmur yağmış da iki
kat ürün vermiştir. Bol yağmur yağmasa bile, bir çisinti düşer. Allah,
yaptıklarınızı görmektedir.
266. Sizden biriniz arzu eder mi ki, hurma ve
üzüm ağaçlarıyla dolu, arasından sular akan ve kendisi için orada her çeşit
meyveden bulunan bir bahçesi olsun da, bakıma muhtaç çoluk çocuğu varken
kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, bahçeye de içinde ateş bulunan bir kasırga
isabet ederek yakıp kül etsin! İşte düşünüp anlayasınız diye Allah size âyetleri
açıklar.
267. Ey iman edenler! Kazandıklarınızın
iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan hayra harcayın. Size
verilse gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye
kalkışmayın. Biliniz ki Allah zengindir, övgüye layıktır.
268. Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size
cimriliği telkin eder. Allah size
katından bir mağfiret ve bir lütuf vadeder. Allah, herşeyi ihata eden ve
herşeyi bilendir.
269. Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet
verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp
ibret alırlar.
Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde insanların, Allah'ın
dostları mü'minler ve tâğût'un dostları kâfirler olmak üzere ikiye ayrıldığını
açıkladı. Sonra da iman ve azgınlıktan herbirine örnekler verdi. Bu âyetlerde
ise, Allah yolunda, Özellikle Allah'ın düşmanlarına karşı cihad hususunda
harcamaya teşvik sebeplerim zikretmektedir. Çünkü hak yolunda cihad etmenin üç
merhalesi vardır: Birincisi delillerle ikna etmek, ikincisi nefs ile cihad,
üçüncüsü de mal ile cihaddır. Birinci ve ikinci merhaleler daha önce
zikre-dildiği için burada mal ile cihad açıklanmaktadır. [79]
Kelimelerin İzahı
Menn, bir kimsenin başkasına yaptığı iyilikleri
sayıp dökmesi ve kendisini üstün görerek kibirle, verdiği nimeti ona
hatırlatmasıdır. Şâir şöyle der:
Yaptığın iyiliği, başa kakarak ifsat ettin. Cömert,
iyilik ettiğinde başa kakmaz.
İnsanlara gösteriş için. Yani harcamasıyla Allah'ın
rızasını değil, insanların övgüsünü kazanmak ister. Bu kelime görmek mânâsına
gelen rü'yet kökündendir. Buna göre riya, insanların kendisini övmesi ve ona
hürmet etmesi için, yaptıklarını onlara göstermektir.
Safvan, büyük düz taş demektir. Ahfeş şöyle der: Bu
kelime çoğuldur. Müfredi Safvane'dir. Bir görüşe göre bu, hacer kelimesi gibi
cins isimdir.
Vâbil, şiddetli yağmur demektir.
Sald, düz taştır. Birşey bitirmeyen herşeye "sald"
denir. "Düz alın" mânâsına olan olda bu köktendir.
Rabve, yüksek yer demektir. Yüksek yere rabve ve
rabiye deni-
Birşey artıp yükseldiği zaman denir.
Tali, küçük taneli hafif yağmur, çişe demektir.
Mücahid'in de içlerinde bulunduğu bir grup ilim adamı da, tali kelimesinin "çiğ"
mânâsına geldiğini söylemişlerdir.
İsâr, yerden esip, direk gibi göğe doğru yükselen
şiddetli
rüzgar demektir. Buna da denir. "Kalkışmayın,
niyetlenmeyin" demektir.
Gözünüzü
yumarsınız. Bir kimse bir hususta
kolaylık gösterdiğinde "Adam göz yumdu" denir. Hoşa gitmeyen bir şey için
göz yummaya da denir. Bu, ona
benzer. [80]
Nüzul Sebebi
Ayeti, Tebük gazasında Osman b, Affan ve
Abdurrahman b. Avf hakkında nazil olmuştur. Zira Hz.Osman (r.a.) bu gaza için
palan ve palaslarıyla birlikte bin deve hazırlamış ve Ra-sulullah (s.a.v.)' a
bin dinar vermiştir. Rasulullah (s.a.v.) o paraları karıştırarak: "Osman'ın bu
günden sonra yapacakları ona zarar vermez" diyordu. Abdurrahman b. Avf ise,
4000 (dörtbin) dirhem getirerek şöyle dedi: Ya Rasulallah! Sekizbin dirhem param
vardı. Dörtbinini kendime ve aile efradıma ayırdım, dört binini de Rabbime borç
veriyorum. Rasulullah (s.a.v.): Ayırdığını da, verdiğini de Allah sana mübarek
kılsın" buyurdu. İşte bu olay üzerine, bu âyet nazil oldu.[81]
Âyetlerin Tefsiri
261. Allah yolunda mallarını harcayanların
örneği, yedi başak bitiren bir tane gibidir. İbn Kesir şöyle der: Bu âyet, Allah
yolunda onun rızasını kazanmak maksadıyle malını harcayan kimsenin sevabının kat
kat alacağı, bir iyiliğe en az on misli olmak üzere 700'e kadar karşılık
verileceğine dair, Allah'ın getirdiği bir darb-ı meseldir. Yani onların
harcadıkları mal, ekilen bir tohum tanesi gibidir ki, ondan yedi başak
sürmüştür. Bu başakların her biri, yüzer tane ihtiva etmektedir. Böylece bir
taneden yediyüz tane meydana gelmiş olur. Bu, ihlasla sadaka veren kimsenin
mükafatının kat kat olacağına dair bir temsildir. Bunun içindir ki Yüce Allah
*Uo buyurmuştur. Yani Allah, ihlas ile ve kendi rızasını kazanmak maksadıyla
malını harcıyan kimsenin samimiyetine göre, dilediğine kat kat mükafal verir.:
Allah'ın lutfu boldur, harcıyanın niyetini bilir. [82]
262. Mallarım Allah yolunda harcıyarak onun
rızasından başka bir şey gözetmeyenler sonrada da yaptıkları hayır ve verdikleri
sadakayı "sana iyilik ettim senin yaranı sardım", diyerek iyilikte bulundukları
kimselerin başına kakmayan ve başkalarına söylemekle ona eziyet etmeyenler var
ya! İtaatlarmdan dolayı, Allah katında onların sevabı vardır. Kıyamet gününde
onlara bir korku gelmez ve onlar elde edemedikleri dünya nimetleri için
üzülmezler. [83]
263. Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme
gelen sadakadan daha iyidir. Yani, dilenciye güzel söz söylemek ve ısrarını
bağışlamak, ona sadaka verip de sonra eziyet etmek veya dilencilik etti diye onu
ayıplamaktan, Allah katında daha hayırlı ve daha sevaptır. Allah zengindir,
mahlukata muhtaç değildir. Halîm'dir, emrine muhalefet edeni cezalandırma
hususunda acele etmez. Bundan sonra Yüce Allah, sadakayı iptal eden ve sevabını
yok eden davranışları bildirerek şöyle buyurur. [84]
264. Ey mü'minler! Sevap alma veya azabtan
kurtulmayı düşünmeksizin Allah'a ve âhiret gününe inanmadan gösteriş için malını
harcıyarak infakının sevabını iptal eden riyakâr gibi; başa kakarak ve
inciterek , yaptığınız hayırların sevabını boşa çıkarmayınız. Malını bu şekilde
harcayan riyakarın durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz taşa benzer ki onu
gören, münbit güzel bir tarla zanneder. Ancak ona sağnak bir yağmur isabet
ettiğinde, üzerindeki toprağı silip götürür de, o, üzerinde hiçbir toz toprak
kalmamış düz kaya haline gelir. İşte münafık da böyledir. Kendisinin salih
amelleri olduğunu zanneder, fakat kıyamet günü geldiğinde bunlar yok olur
gider. Yaptıkları için âhirette bir sevap alamazlar ve ondan bir fayda
bulamazlar. Allah, kâfirler topluluğunu hayır yoluna ve doğru yola
iletmez.
Sonra Yüce Allah, malını Allah rızası için harcayan
mü'minler hakkında başka bir darb-ı mesel getirerek şöyle buyurur: [85]
265. Allah'ın rızasını kazanmak, O'na ulaşacağına
inanmak, sevabını beklemek ve tabi-atlarındaki cömertliği kuvvetlendirmek için
mallarım hayır yollarına harcayanların durumu, Yüksek arazide bulunan, ağaçlan
bol bahçenin durumu gibidir ki, ona bol yağmur isabet eder de diğer yerlerin
meyvesinin iki katı kadar olgun meyve verir. Ağaçlarının güzelliği ve
meyvelerinin temizliği sebebiyle yüksek yer mânâsına gelen "Rabve" ile misal
verilmiştir. Oraya bol yağmur yağmasa bile, hafif bir yağmur veya bir çisinti
yeter. Çünkü orası toprağı bereketli, havası güzel, münbit bir yerdir. Her
halükârda meyve verir. Allah, yaptıklarınızı görmektedir. Kulların amellerinden
hiçbir şey ona gizli kalmaz. [86]
266.
Sizden biriniz arzu eder mi ki, hurma, üzüm ve benzeri
birçok meyve ağaçlarıyla dolu, aralarından
sular akan zengin bir bahçesi olsun, orada her türlü meyve ve her
çeşitten iç açıcı bitkiler yetiştirsin de
bu durumda kendisi mal kazanamayacak derecede ihtiyarlasın ve gelir
getiremeyecek kadar küçük çocukları bulunsun,
sonra da o bahçeye içinde ateş bulunan bir kasırga gelip insanların
ençok ihtiyaç duydukları meyve ve ağaçlan yakıversin?! Hiç kimse bunu istemez
İşte Yüce Allah, meseleleri bu sağlam ve güzel darb-ı meselde açık bir şekilde
beyan ettiği gibi, Kitab-ı Hakim'indeki
âyetlerini açıklar ki âyetleri,
Öğütleri ve ibretli şeyleri düşünüp tefekkür edesiniz de
ibret alasınız. [87]
267.
Ey iman edenler! Kazandığınız malların temiz ve helal
olanından ve yeryüzünden sizin için çıkardığımız hububat ve meyvelerin
temizlerinden hayra harcayın. malın kötü ve değersiz olanını sadaka vermeye
kalkışmayın. Halbuki o şey size verilse, göz yummadıkça ve hoşgörü ile
davranmadıkça kabul etmezsiniz. O halde böyle bir maldan Allah hakkım nasıl
ödersiniz! Biliniz ki Allah zengindir, sizin sadakalarınıza ihtiyacı yoktur. O
öğülmüştür. İhsanda bulunanlara en güzel bir şekilde karşılığını verecektir.
Sonra Yüce Allah şeytanın vesvesesinden sakındırarak şöyle buyurur: [88]
268. Şeytan, sadaka verdiğiniz takdirde fakir
düşersiniz diye sizi korkutur, sizi cimriliğe ve zekat vermemeye teşvik eder.
Allah ise, uğrunda yaptığınız harcamaya karşılık günahlarınızı bağışlamayı ve
harcadığınızın yerine ondan daha fazlasını vermeyi va'd eder Allah'ın fazlı ve
ikramı, çoktur, övgüye lâyık olanı bilir. [89]
269. O, iyi iş yapmaya sevk edecek faydalı ilmi
kullarından dilediğine verir, Kime hikmet verilirse, ona, sahibini ebedî saadete
götürecek pek çok hayır verilmiştir. Kur'an'ın darb-ı mesellerini ve
hikmetlerini ancak nefsin arzularından kurtulmuş, nurlu hakıl sahipleri anlar
ve öğüt alır. [90]
Edebî Sanatlar
1. Bir tane gibi.... Yüce Allah kendi uğrunda
verilen sadakayı toprağa ekilmiş ve mevlânın bereketi ile 700 tane haline gelmiş
bir tohuma benzetti. Teşbih edadı zikredilip vechi şebeh hazf edildiği için
burada mürsel ve mücmel teşbih vardır. Ebu Hayyan şöyle der: Bu temsil, kat kat
verme olayım bir tasvirdir. Sanki kişinin gözleri Önünde şekillenmiş
durumdadır.[91]
2. Yedi başak bitirdi. Burada bitirme fiilinin
taneye isnadı mecazdır. Buna mecâz-ı aklî denir. Çünkü gerçekte bitiren Allahtır.
3. Bunlar genel mânâ ifâde etmesi için husustan
sonra umumun zikri kabilindendir. Çünkü eziyet minneti de içine
almaktadır.
4. Üzerinde toprak bulunan düz taş
gibi.....Burada
temsilî teşbih denilen bir teşbih vardır. Çünkü
vech-i şebeh birkaç tanedir. Yüksek
yerdeki bir bahçe gibi.... terkibinde de yine temsili teşbih vardır.
5. Bu âyette müşebbeh ile teşbih edatı
zikre-dilniemiştir. Edebiyatçılar bu tür sanata "İstiare-i temsilîyye," derler.
İstiâre-i temsilîyye, bir durumun başka bir duruma benzetilmesidir. Bu
benzetmede müşebbehun bihin dışında teşbihin diğer unsurları zikredilmez. Ancak
benzetme yapıldığım gösteren karineler bulunur. Âyetteki hemze, istifham için
olup uzaklık ve olumsuzluk ifâde eder. "Hiç kimse bunu istemez"
demektir.
6. Göz yummadıkça..... Bunun burada ki mânâsı,
hakkınızdan vazgeçip hoş görüyle davranmadıkça şeklindedir. Çünkü insan, hoşuna
gitmeyen bir şeyi gördüğü zaman onu görmemek için gözlerini yumar. Bu sözde de
mecâz-ı mürsel vaya istiare vardır.[92]
Faydalı Bilgiler
1. Zemahşerî şöyle der : "Menn" kişinin iyilik
ettiği kimseye yaptığı iyilikleri sayıp dökmesidir. "Nevâbiğu'l-kelim" adındaki
kitabında şöyle der: "Dilenciye verip te sonra başına kakan kimse ile kendisine
cömert davranana cimrilik yapan kimse iki kardeş gibidir." "İhsanlar, kudret
helvasından daha tatlıdır. Halbuki minnetle verilen nimet zakkumdan daha
acıdır.[93]
Şâir şöyle der:
Eğer bir kişi bana bir iyilik yapar da onu bir defa
bile olsa hatırlatırsa o mutlaka alçaktır.
2. Yağmurun ilk gelenine "serpinti" bunu takip
edene "çisinti" bundan sonra gelene "hafif yağmur" bunun ardından gelene "sulu
yağmur" bundan sonrakine "yoğun yağmur",
Bundan sonra gelene de "şiddetli yağmur" denir. "şiddetli, bol yağmur" demektir.
3. Bir gün Hz. Ömer, Pygamber (s.a.v.)'in
ashabına âyetinin, kimin hakkında nazil
olduğunu biliyor musunuz? diye sordu. Onlar. "Allah daha iyi bilir" diye cevap
verdiler. Hz. Ömer buna kızarak, "biliyoruz veya bilmiyoruz" deyin, dedi. Bunun
üzerine İbn Abbas "Ey mü'minlerin emiri; Bu hususta benim bir bilgim var" dedi.
Hz. Ömer, "Ey kardeşimin oğlu söyle kendini küçük görme!" dedi. İbn Abbas, "Sen
zengin bir kimsenin ameliyle ilgili darb-ı mesel getirdin. Zengin, Allah'a
itaatle amel eder, sonra şeytan ona adamlarını gönderir bu sefer isyan etmeye
başlar, nihayet, bütün iyi amellerini yok eder.[94]
4. Hasan Basrî şöyle der: Vallahi bu darb-ı
meseli anlayan azdır: Yaşlı bir ihtiyar, bedeni zayıflamış, körpe çocukları çok,
bahçesine en çok muhtaç olduğu bir anda
içinde ateş bulunan bir kasırga geliyor ve bahçeyi yakıyor. Vallahi siz
Öldüğünüzde dünyadaki amelinize daha çok ihtiyaç duyacaksınız. [95]
270. Yaptığınız her harcamayı ve adadığınız her
adağı muhakkak Allah bilir. Zâlimler için hiç yardımcı
yoktur.
271.
Eğer sadakaları açıktan verirseniz ne alâ! Eğer onu
fakirlere gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır. Allah da bu
sebeple sizin günahlarınızı örter. Allah, yapmakta olduklarınızı
bilir.
272. Onları doğru yola iletmek sana ait değildir.
Lâkin Allah dilediğini doğru yola iletir. Hayır olarak harcadıklarınız kendi
iyiliğiniz içindir. Yapacağınız hayırları ancak Allah'ın rızasını
kazanmak için yapmalısınız. Hayır olarak verdiğiniz ne varsa, karşılığı size tam
olarak verilir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.
273. Sadakayı kendilerim Allah yoluna adamış, bu
sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirlere verin. Bilmeyen kimseler,
iffetlerinden dolayı onları zengin
zanneder. Sen onları
simalarından tanırsın. Çünkü
onlar ısrar ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah
bilir.
274. Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık
hayra sarfedenler var ya, onların mükâfatları Allah katmda-dir. Onlara korku
yoktur, üzüntü de çekmezler.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Bu mübarek âyetler hayır ve iyilik yolunda mal
harcamaktan bahsetmeye devam ediyor. Hayır yollarının en üstünü Allah yolunda
cihad etmek ve onun adını yüceltmek (i'lâ-i kelimetullah) için mal harcamaktır.
Bu âyetler aynı zamanda sadakaların gizli verilmesini teşvik etmektedir. Çünkü
gizli vermek gösterişten daha uzaktır. Bu âyetlerin Öncekilerle münasebeti
açıktır. [96]
Kelimelerin İzahı
Bu kelimenin asılı dır. Mimler birbirine idgam
edildi, oldu. Zeccâc "Bu kelime O ne güzel şeydir" manasınadır, der.
Hasr, haps demektir. Yani kendilerini cihada hasr
edenler... Hasrın mânâsı daha önce açıklandı.
Teaffüf, iffet kökündendir. Bir kimse bir şeyi
istemekten çekinip uzak durduğu zaman
denir. Âyetteki teaffuftan maksat, istemeye tenezzül etmeyip iffetini
korumaktır.
Sîmâ, bir şeyin tanınmasına sebep olan alâmet
demektir. Bu kelime vezninde şeklinde de telaffuz edilir. Bunun aslı alâmet
mânâsına gelendir. "Yüzlerinde secdelerin izinden alâmet vardır.[97] mealindeki bu âyettede bu mânâda kullanılmıştır.
İlhaf İstemede ısrar etmek demektir. Bir kimse inat
ve ısrarla bir şey istediğinde
denir. [98]
Nuzûl Sebebi
Said b. Cübeyr'den şöyle rivayet edilmiştir.
Müslümanlar, müslüman olmayan zimmîlerin fakirlerine sadaka veriyorlardı.
Müslümanların fakirleri çoğalınca Rasulullah (s.a.v.) "Kendi dindaşlarınızdan
başkasına sadaka
vermeyin" buyurdu. Bunun üzerine onlan doğru yola
iletmek senin vazifen değildir" âyeti nazil oldu. Bu âyet, müslüman olmayanlara
da sadaka vermeyi mubah kıldı.[99]
Âyetlerin Tefsiri
270. Ey mü'minler! Yaptığınız her türlü mali
harcamaları ve Allah yolunda adadığınız adağı şüphesiz, o bilir ve size
karşılığını verir. Zâlimler için hiçbir yardımcı yoktur. Yani zekatı vermeyen
veya malı Allah'a isyanda sarf eden kimse için bir yardımcı veya onu Allah'ın
azabından koruyacak bir koruyucu yoktur. [100]
271. Eğer zekat ve sadakaları açıktan
verirseniz, şüphesiz bu yapacağınız güzel bir şeydir, Eğer onu fakirlere
gizlice verirseniz, bu sizin için daha sevaptır. Çünkü bu gösterişten daha
uzaktır. Allah, güzel amellerinize karşılık günahlarınızı silecektir, Allah
yapmakta olduğunuz amellerinizden haberdardır, sizin gizli şeylerinizi de bilir.
Âyette gizliliğe teşvik vardır. [101]
272. Ey Muhammed! Onları doğru yola iletmek
senin görevin değildir. Doğru yola gelmeyenin günahından sen sorumlu değilsin,
sen sadece onlara bildirmekle görevlisin. Allah kullarından dilediğini İslâm'a
iletir. Maldan neyi harcarsanız kendiniz içindir, başkası ondan faydalanmaz.
Çünkü onun sevabı size aittir. Yapacağınız harcamayı dünyevi bir maksatla
değil, sadece Allah rızası için yapınız. Bu cümle haber cümlesi olup nehiy
manasınadır. Allah rızasından başka bir şey gözetmeyiniz demektir. Hayır
kasdıyle verdiğiniz ne varsa onun ecrini ve sevabını kat kat alacaksınız,
sevabınızdan hiçbir şey eksiltilmez. [102]
273. Yapacağınız hayırları kendilerini Allah
yolunda cihad ve savaşa adayan fakirlere yapın, Onlar cihad ettikleri için
ticaret ve kazanç maksadıyle yeryüzünde dolaşmaya imkân bulamazlar. iffetli
davrandıkları için hallerini bilmeyenler onları zengin sanarlar. Sen onların
halini tevazu alâmetleri ve meşakkat izlerinden tanırsın. Bununla beraber onlar
insanlardan asla bir şey istemez ve ısrarda bulunmazlar. Bir görüşe göre âyetin
mânâsı: Onlar isterlerse nezaketle isterler, ısrar etmezler,
şeklindedir.
Hayır yolunda ne harcarsanız şüphesiz Allah onu
bilir ve size en güzel şekilde karşılığını verir. [103]
274. Allah yolunda, onun rızasını kazanmak için
gece, gündüz bütün vakitlerde ve gizli, açık bütün hallerde mallarını
harcayanlar var ya, İşte onlar için Rableri katında, hayra harcadıklarının
sevabı vardır. Kıyamet gününde onlar için bir korku yoktur ve onlar dünyada elde
edemediklerine üzülmezler de. [104]
Edebî Sanatlar
1. Cümlesinde ile arasında iştikak cması vardır,
ile arasında da aynı sanat
vardır.
2. Bu âyetteki ve kelimeleri arasında tıbâk-ı
lafzı vardır. ve kelimeleri ile ve kelimeleri arasında da aynı sanat vardır. Bu
da güzel sanatlardandır.
3. Size eksik ödenmez. Bu cümlede itnâb sanatı
vardır. Çünkü bu cümle eksiksiz tam olarak size ulaşır mânâsına gelen
cümlesinden sonra gelmiştir. [105]
Faydalı Bilgiler
Bilgelerden biri şöyle der: İyilik yaparsan onu
gizle, sana iyilik yapılırsa onu yay. Şâir şöyle der:
Mânâsı: O, yaptığı iyiiikleri gizler, halbuki
Allah, onları açığa çıkarır. Güzel olanı gizi esen de o yine meydana
çıkar. [106]
275. Faiz yiyenler, şeytan çarpmış kimselerin
cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların "alışveriş de tıpkı
faiz gibidir" demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alışverişi helal, faizi haram
kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse,
geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah'a kalmıştır. Kim tekrar
faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı
kalırlar.
276.
Allah faizli malın bereketini tüketir. Sadakalan ise
bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiçkimseyi
sevmez.
277.
îman edip iyi şeyler yapan, namaz kılan ve zekat
verenler varya, onların mükâfatları Rableri katın-dandir. Onlara korku yoktur,
onlar üzüntü de çekmezler.
278.
Ey iman
edenler! Allah'tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız, halen
mevcut faiz alacaklarınızı
terkedin.
279.
Şayet yapmazsanız, Allah ve Resulü tarafından açılan
savaştan haberiniz olsun. Eğer tevbe edip vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir; ne
haksızlık etmiş, ne de haksızlığa uğramış olursunuz.
280.
Eğer (borçlu) darlık içinde ise, eli genişle-yinceye
kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer anlarsanız, bunu sadaka saymak sizin
için daha hayırlıdır.
281.
Allah'a döndürüleceğiniz, sonrada her şahsa hak ettiği
eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı bir günden
sakının.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah bundan önceki âyetlerde temiz
kazançlardan harcama yapılmasını emrederek sadaka vermeye ve Allah yolunda
harcamaya teşvik etti. Bu âyetlerde ise onun tam zıddı olan, sevilmeyen, kirli
kazanç faizi anlatmaktadır. Faiz cimrilik, çirkeflik ve pislikten başka bir şey
değildir. Sadaka ise, bir ihsan, bir lütuf ve temizliktir. Temiz kazanç ile
kirli kazanç arasındaki fark açıkça ortaya çıksın diye, iyi bir amel olan Allah
yolunda harcama işinin hemen peşinden faizi anlattı. Nitekim: "Eşya zıddıyle
bilinir" denir. [107]
Kelimelerin İzahı
Ribâ'nm lügat mânâsı artmaktır. Bir şey arttığı
zaman denilir. Tepe ve fazlalık mânâlarına gelen ve kelimeleri de bu köktendir.
Ribâ'nm İstılahı mânâsı: Alacaklının, aradan geçen süre karşılığı olarak
borçludan, verdiği malın dışında aldığı fazlalıktır.
Tehabbut, devenin tırnakları üzerine yürümesi gibi,
düzgün olmayan bir şekilde yürümek demektir. Sağa sola sapıp yolunu bulamayan
kimseye "Kör devenin yürüyüşü gibi yürüdü, çıkmaza girdi" denir. Birisine bir
delilik veya cinnet isabet ettiği zaman, Mess, delilik demektir. Bu kelimenin
asıl mânâsı, "el ile dokunmak" tır. Sanki şeytan insana dokunuyor da, ondan
delilik hasıl oluyor.
Selefe; geçti, sona erdi demektir. Geçmiş zamana
denilmesi bundandır.
Mahk, bir şeyi peyderpey eksiltmek demektir. Ayın
dolunay gecelerinden sonra, şeklinde ve ışığında görülen noksanlığa denilmesi
de bundandır. Allah bir şeyin bereketini giderip de o şeyin bereketi kalmadığı
zaman, denilir.
Esîm; çok günahkar, sürekli günah işleyen kişi
demektir. [108]
Nuzûl Sebebi
Sakif kabilesinden Amr oğullarının Muğire
oğullarından faiz olacağı vardı. Vakti gelince faizi ödemelerini istediler.
Bunun üzerine "Ey İman edenler! Allah'tan korkun, eğer inanıyorsanız faizden
(henüz alınmayıp) geri kalan kısmı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız, o takdirde
Allah ve Ra-sulu ile savaşa girdiğinizi bilin..." âyetleri nazil oldu. Bunu
duyan Sakifliler: "Allah ve Rasulü ile savaş yapacak halimiz yok" diyerek tevbe
ettiler ve sadece ana mallarını aldılar.[109]
Âyetlerin Tefsiri
275. Riba ile ahş-veriş yapıp insanların
kanlarını emenler, kıyamet günü kabirlerinden, delirerek sar'aya tutulmuş
kişinin kalktığı gibi kalkarlar. Düşe kalka giderler, düzgün yürüyemezler.
Sar'alı hastalar gibi delicesine kalkarlar. İşte onların görünüşleri böyledir.
Rezil ve rüsvay olmaları için, mahşer yerinde bu şekilde tanınırlar. Bu, ayağa
kalkıp düşmek ve şeytan çarpmış gibi kalkmak, Allah'ın haram kıldığı şeyi helal
saymaları ve: "Riba, ahış- veriş gibidir, niçin haram olsun? demeleri
yüzündendir, Oysa Allah, karşılıklı menfaat sağladığı için alışverişi helal,
fert ve topluma son derece zararlı olduğu için faizi haram kılmıştır. Çünkü
onda, borçlunun zar zor geçimini sağladığı emeğinden ve etinden koparılmış bir
fazlalık vardır. Kime Rabbinden bir öğüt, yani ribâ yasağı gelir de, o öğüte
uyarak faizle iş görmekten sakınırsa, faiz yasağı gelmeden önce aldığı
kendisinindir. Onun işi Allah'a kalmıştır, dilerse onu affeder, dilerse
cezalandırır. Kim, Allah haram kıldıktan sonra tekrar faizle iş yapar ve onu
helal sayarsa, o kimse ebediyyen cehennemde kalacak olanlardandır. [110]
276.
Her ne kadar, zahirde bir artış gibi görünse de Allah
faizin bereket ve hayrını giderir. Zahiren eksiliyormuş gibi görünse de,
sadakaları artırır ve bereketlendirir. Allah, kalbinde küfür, dili ve fiili
günah dolu olan hiçkimseyi sevmez. Âyette, ribâ konusunda sert ve şiddetli
ifâdeler kullanılarak, onun, kâfirlerin işlerinden biri olduğu gösterilmiştir.
Sonra Yüce Allah, emrine uyup da namaz kılan ve zekat veren mü'minleri
överek şöyle buyurur: [111]
277. Allah'a inanan ve namaz kılmak ve oruç
tutmak gibi salih amelleri işleyenler var ya, İşte onlar için cennette, Rableri
katında tam bir sevap vardır. Onlar için kıyamet günü bir korku yoktur. Dünyada,
elde edemedikleri şeyler için mahzun olmazlar. [112]
278. Ey iman edenler! Rabbinizden korkun ve
yaptığınız işlerde O'nu gözetin. Eğer gerçek mü'minler iseniz insanlardan
alacağınız olan ribayı bırakın, almayın. [113]
279. Eğer faizli işleri terketmez-seniz,
Allah ve rasulünün size karşı harp açmış
olduğunu iyi bilin. İbn Ab-bas şöyle der: "Faiz yiyen kimseye, kıyamet günü
"Savaş için silahını al" denilir." Eğer tevbe ederek ribâyı bırakırsanız,
fazlasız ve eksiksiz olarak daha önce verdiğiniz ana malınız
sizindir. [114]
280. Eğer borçlu darlık içersindeyse, bolluğa
erinceye kadar ona mühlet verin. Câhiliyye devrindekilerin yaptığı gibi: "Ya
borcunu öder, ya da faizi artırırsın" demeyin, Eğer yaptığınız harekette ki
güzel övgü ve büyük mükafaatı bilen kimselerden iseniz, darlık içinde olan
kimseden alacağınızdan vazgeçmeniz ve onu sadaka saymanız sizin için daha
hayırlıdır. Sonra Yüce Allah, salih amelden başka hiçbir şeyin fayda vermeyeceği
o korkunç günden kullarım sakındırarak şöyle buyurur: [115]
281. Rabbinize döndürüleceğiniz bir günden
korkun. Sonra her şahsa, kazandığı noksansız verilir. Hiç bir haksızlığa
uğramazsınız. Bu mübarek âyetler Kur'an'm en son inen ve İslâm'ın emir ve
yasaklarını özlü biçimde ihtiva eden bu âyet ile sona ermiş ve bu son âyetin
inişiyle vahiy kesilmiştir. Bu âyetler, kullara o korkunç günü hatırlatmaktadır.
İbn Kesir şöyle der: Bu âyet, Kur'an-ı Kerim'in son nazil olan âyetidir.
Hz.Peygamber (s.a.v.), bu âyet nazil olduktan sonra dokuz gün yaşamış, sonra
âhirete göçmüştür.
[116]
Edebî Sanatlar
l. Âyetinde, teşbihin en yüksek mertebelerinden
olan "teşbih-i maklûb' vardır. Zira müşebbeh, müşebbehun bih yerine konulmuştur.
Şâirin şu sözünde de bu sanat vardır, Sanki güneşin ziyası Caferin yüzüdür. Eğer
Teşbih-i maklûb yapılmamış olsaydı. "Faiz alışveriş gibidir." denilirdi. Fakat
onlar, faizin helâl olduğuna o kadar inandılar ki, bu inançları onları, faizi,
kendisine kıyas yapılan bir asıl
saymalarına şevketti ve neticede alışverişi ona benzettiler.
2. 1 âyetinde, ve lafızları ile j lafızları
arasında tıbâk sanatı vardır.
3. Bunlar mübalağa sığalarıdır. Küfrü büyük olan
ve çok günah işleyen demektir.
4. ifâdesinde harp kelimesi, korku vermek için
nekre getirilmiştir. Yani, Allah katında olan ve tarifi imkânsız büyük bir harp
demektir. Ebussuûd böyle tefsir etmiştir.
5. Bu ifâdelerde, edebî sanatlardan cinas-ı nakıs
vardır. Zira aynı kelime, farklı iki şekilde kullanılmıştır.
Faydalı Bilgiler
1. Yüce Allah, faizden faydalanmayı, faiz yemek
şeklinde ifâde etti.
Çünkü faydalanma daha çok yemek suretiyle olur.
Sorumluluk bakımından, faizi alan ve veren aynıdır. Câbir şöyle der: "Rasulullah
(s.a.v.) faizi alana, verene, bu muameleyi yazana ve ona şahit olanlara lanet
etti ve : Sorumlulukta hepsi birdir" dedi.
2. Yüce Allah faiz alanları, şeytan çarpmış
saralı kişilere benzetti. Zira Allah (c.c), onların yediği faizi karınlarında
arttırdı ve onları ağırlaştırdı, böylece düşüp kalkan deliler haline geldiler.
Said b. Cübeyr: "Faiz yiyenlerin, kıyamet günündeki alâmeti budur"
der.
3. İslâm şehidi Seyyid Kutup, bu âyetin
tefsirinde şöyle der: âyeti, faizli muamele yapanlara korkunç bir saldırı ve
korkunç bir tasvirdir. Bu âyetin, faiz
yiyen kimseyi sa -r'aya tutulmuş kimse gibi canlı bir şekilde tasvir ettiği
kadar, hiçbir manevi tehdit duygulara tesir edemez. Tefsirlerin büyük bir kısmı,
"Bu korkunç şekildeki kalkmadan maksat, kıyamet günündeki kalkıştır" der. Fakat
bize göre bu kalkış, bu dünyada iken de mevcuttur. Zira doğru yoldan sapmış olan
insanlık, faizli sistemin zulmü altında şeytan çarpmışa dönmüştür. Bugün içinde
yaşadığımız dünya, maddi medeniyetin yüksek seviyeye ulaşmasına ve maddi refahın
yükselmesine rağmen sıkıntı, ızdırap ve korkunun, sinir ve ruh hastalıklarının
hakim olduğu bir dünyadır. Bu dünya umumi harplerin, yok edici muharebelerin ve
hiçbir yerde
4. Bûhârî'nin, Ebu Hureyre (r.a.)'den rivayetine
göre, Rasulullah 1 s.a.v.) şöyle buyurmuştur: İnsanlara ödünç veren bir adam
vardı. Bu adam, alacağını toplamak için gönderdiği adamına: "Darlık içinde olanı
görürsen ondan alma. Umulur ki buna karşılık, Allah da bizim günahımızı
bağışlar" derdi. Sonra bu adam öldü.
Allah onun günahlarını bağışladı.[118]
Faizin tedrici olarak yasaklanması ve bu kanunun
hikmeti hakkında geniş bilgi için "Revâiu'l-beyân" adlı kitabımıza bakınız.
1/389 [119]
282. Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için
birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın. Bir kâtip o-nu aranızda adaletle
yazsın. Hiç bir kâtip Allah'ın kendisine Öğrettiği gibi yazmaktan geri
durmasın; yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu) da yazdırsın, Rabbin-den
korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın. Şayet borçlu sefih
veya aklı zayıf ya
da kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, velisi
adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek
bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile biri yanılırsa
diğerinin ona hatırlatması için iki kadın (gösterin). Çağrıldıkları vakit
şahitler gelme-mezlik etmesin. Büyük veya küçük, vadesine kadar hiçbirşeyi
yazmaktan sakın üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah nezdinde daha adaletli, şehadet
için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygundur. Ancak aranızda yapıp
bitirdiğiniz peşin bir ticaret olursa, bu durum farklıdır. Bu durumda onu
yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Alış-veriş yaptığınızda şahit
tutun. Ne yazan, ne de şahit zarara uğratılsın. Eğer bunu yaparsanız şüphe yok
ki bu, sizin yoldan çıkmanız demektir. Allah'tan korkun. Allah size gerekli
olanı öğretiyor. Allah her şeyi bilmektedir.
283. Yolculukta olur da, yazacak kimse
bulamazsanız alınmış bir rehin de yeterlidir. Birbirinize güvenirseniz,
kendisine güvenilen borçlu borcunu Ödesin ve Rabbi olan Allah'tan korksun.
Şahitliği, bildiklerinizi gizlemeyin. Kim onu gizlerse, bilsin ki onun kalbi
günahkârdır. Allah yapmakta olduklarınızı bilir.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Faiz, borçlunun alınteri ve canından koparılarak
alınmış bir fazlalık olduğu için, Tslamın çirkin bulduğu ve yasakladığı kirli
bir kazançtır. İşte; Yüce Allah önceki âyetlerde faizi ve onun kötülük ve
çirkinliğini anlattıktan sonra bu âyetlerde de maddi hiçbir menfaat
gözetilmeksizin verilecek karz-ı haseni, borçlanma, ticaret ve rehinle ilgili
hükümleri anlatmaktadır. Bunların hepsi, malın artırılması ve çoğaltılması için
meşru ve şerefli yollardır. Zira bu yollar fert ve toplumun faydasına olan
esasları İhtiva etmektedir. Borçlanma âyeti Kur'an'm en uzun âyeti olup,
İslam'ın/ikti sadî nizamlara verdiği önemi gösteren âyetlerdendir. [120]
Kelimelerin İzahı
İmlâl mastarından emir kipidir. İmlâl, birisinin,
herhangi bir şeyi söyliyerek başkasına yazdırmasıdır. İmlâl ve imla kalıpları
ayriı mânâda kullanılır.
Bahs, eksiltmek demektir.
Se'm ve seâmet; üşenmek, bir şeyden bıkmak, usanmak
ve sıkılmak demektir.
Kist, adalet manasınadır. Bir
kimse adaletle muamele ettiğinde denir. Bu kelime kast
şeklinde okunduğunda zulüm mânâsına gelir. Birisi zulmettiğinde denir.
"Zâlimlere gelince, onlar cehenneme odun oldular[121] mealindeki
âyette de bu mânâyadır.
Ebu Ubeyd şöyle der: unutur manasınadır. demek,
"şahitlik edeceği konunun bir parçasını unutmak" demektir.
Ednâ, en yakın manasınadır.
İrtiyab,
şek mânâsına gelen
Rayb kökündendir. "kuşkulanırsınız" demektir.
Rihân, rehin kelimesinin çoğuludur. Rehin ise,
verilen borcu güvence altına almak için, borçlunun alacaklıya verdiği herhangi
bir şeydir. [122]
Âyetlerin Tefsiri
282. Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için
birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın. Yüce Allah bu emirle, süreli
borçlanma muamelelerinde, borcun miktarı ve zamanını sağlam bir şekilde tesbit
ve korumak için, muamelelerin yazılması hususunda kullarını irşat etmiştir. Her
iki ta-rafa da haksızlık yapmayacak emin ve adil bir kâtip onu sizin için
yazsın. Hiç kimse, Allah'ın kendisine öğrettiği gibi adaletle yazmaktan
sakınmasın, yazsın. Anlaşmayı kâtibe, borçlu söyliyerek yazdırsın. Çünkü borcu
ikrar eden ve hakkında şahitlik edilen odur. Borçlu âlemlerin Rabbi olan
Allah'tan korksun. Borçtan hiçbir şeyi asla eksik yazdırmasın. Eğer borçlunun
aklı noksan ise, veya çocuk ya da bunama derecesinde ihtiyar ise, yahut iyi
ifade edememe, dilsizlik veya tutanakta kullanılan dili bilmeme gibi engellerden
dolayı kendisi yazdıramıyorsa, velisi veya vekili, eksiltmeden veya artırmadan,
adaletle yazdırsın, işi daha sağlam tutmak için, borçlanma muamelesini yazarken,
müslümanlar-dan iki şahit hazır bulundurun. Eğer o iki şahit erkek değil ise,
dini inançları ve adaletleri konusunda güvenilir kimselerden bir erkek ve iki
kadın şahitlik etsin. Kadınlardan biri, şahitlik ettiği konuyla ilgili bazı
şeyleri unutursa, diğeri ona hatırlatır. İşte bu, yani biri unuttuğu takdirde
diğerilıin hatırlatması, bir erkeğin yerine iki kadının şahit olmasının vacip
oluşunun sebebidir. Çünkü kadınlarda zapt eksikliği vardır, Borçlanma muamelesi
yazılırken şahitliğe veya daha önce şahit olmuş ise şahitliği icra etmeye
çağrıldıklarında, şahitler gelmezlik etmesin. Küçük, büyük, az, çok ne olursa
olsun borcu, süresiyle birlikte yazmaktan üşenmeyin. Size emrettiğimiz bu şey,
yani borcu yazmak Allah'ın hükmünde daha âdil, unutulmaması için şahitliği daha
sağlamlaştırıra, borcun miktarı ve süresi hususunda şüpheye düşmemeniz için daha
doğru bir yoldur.
Ancak yaptığınız alış-veriş, peşin olur, ücreti de
hemen ödenirse Bu durumda mahzur ortadan kalktığı için, bu muameleyi
yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. İster peşin olsun, ister veresiye
olsun, alış-veriş yaptığınızda şahit tutun. Çünkü bu, çekişme ve ihtilafı daha
çok bertaraf edicidir. Hak sahibi kâtiplere ve şahitlere zarar vermesin. Size
yasaklanan şeyi yaparsanız, Allah'a itaatten çıkarak fasık olursunuz. Allah'tan
korkun ve onun emrin: gözetin. O size, dünya ve âhiret mutluluğunu sağlayacak
faydalı ilmi verir Allah faydalı şeyleri ve bunların sonuçlarını bilir. Hiçbiı
şey ona gizli kalmaz.
[123]
283. Yolculuk yaparken, belli bir zaman için
borçlanır da, sizin için bunu yazacak bir kâtip bulamaz sanız, yazma yerine
alacağını garanti etmek için, hak sahibinin rehin al ması kâfidir. Birbirinizt
güvenirseniz, yani alacaklı borçlunun güvenilir bir kişi olduğundan emii olur
da, ondan rehin almazsa, kendisine güvenilen borçlu borcunu ödesin Emanetin
hukukunu gözetmede Allah'dan korksun. Şahitliği icra etmeye çağrıldığınızda onu
gizlemeyin Çünkü onu gizlemek büyük bir günahtır. Kalbi günahkar, sahibini de
şuçlı yapar. Âyette özellikle kalp zikredildi. Çünkü o en önemli azadır. O iy
olursa bütün vücut iyi olur, o bozulursa bütün vücut bozulur. Allah,
yaptıklarınızı bilir. Kullarının iş ve amellerinden hiçbir şey oni gizli
kalmaz. [124]
Edebî Sanatlar
1. terkiple rinde "mugayir cinas" sanatı
vardır.
2. terkiplerinde tıbak sanatı vardır. Bu rada
dalal, unutma manasınadır.
3. Ayetlerinde ıtnab vardır.
4. Bu âyetlerde hazif yoluyla birçok icaz vardır.
Bahr-ı Muhît sahibi Ebu Hayyan, bu icazın misallerini saymıştır.
5. cümlelerinde, ruhlara korku ve heybet salmak
için, Allah lafzı üç defa tekrar edilmiştir.
6. Cümlesinde, sakındırmada mübalağa ifade etmek
için Allah'ın ismi ile sıfatı bir arada gelmiştir. [125]
Faydalı Bilgiler
İlim, kesbî ve vehbî olmak üzere iki kısımdır.
Birincisi çalışmak, devam ve müzakere ile elde edilir, ikincisini elde etme
yolu ise takva ve iyi ameldir. Nitekim Yüce Allah: "Allah'tan korkun. O size
bilmediklerinizi öğretir" buyurmuştur. Bu ilme ilm-i ledünnî ismi verilir. "Ona
tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.[126] mealindeki âyette buna işaret vardır. Bu ilim, Allah'ın müttekî
kullarından dilediğine hibe ettiği faydalı ilimdir. İmam Şafiî, aşağıdaki
beyitlerinde buna işaret eder.
Hafızamın zayıflığından (unutkanlıktan) Veki'ye
şikâyet ettim. Bana, günahları terketmeyi tavsiye etti. Dediki: ilim bir nurdur.
Allah'ın nuru ise silere verilmez. [127]
284. Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ındır.
İçinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de, Allah ondan dolayı sizi hesaba
çekecektir, sonra dilediğini affeder, dilediğine de azap eder. Allah her şeye
kadirdir.
285. Peygamber, Rabbi tarafından kendisine
indirilene iman etti, mü'minler de. Her biri Allah'a, meleklerine,
kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. "Allah'ın peygamberlerinden hiç biri
arasında ayırım yapmayız, işittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz affına sığındık!
Dönüş sanadır" dediler.
286. Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği
ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de
kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey
Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey
Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla!
Bize acı! Sen bizim mevlâmızsm. Kâfir topluluğuna karşı bize yardım
et.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Bu mübarek sûrenin bu âyetlerle son bulması gayet
uygun düşmüştür, ünkü bu sûre namaz, oruç, hac, zekat, kısas, cihat, talâk ve
iddet gibi birçok mükellefiyetler ve faiz, alış-veriş, borçlanma ve benzeri
konularla ilgili hükümleri kapsamaktadır. Yüce Allah bize bu mükellefiyetleri
farz kıldıktan sonra, kendisinin, göklerde ve yerlerde ne varsa hepsinin sahibi
olduğunu, dilediğine dilediği mükellefiyeti yükleyebileceğini, amellerin
karşılığını ise âhirette vereceğini anlatması uygun düşmüştür. Böylece bu
mübarek sûreyi, emrine uymayanları tehdit ederek sona erdirmiştir. [128]
Kelimelerin İzahı
Isr, lügatte, ağırlık ve zorluk demektir. Nâbiğa
şöyle der:
"Ey,
zulmün, onların üzerine kapanmasını engelleyen!
Ve meşakkatin ne olduğunu bildikten sonra onların yükünü
taşıyan!"
Bu güç mükellefiyetler, mükellefin omuzuna yük
olduğu için bunlara "ısr" denilmiştir. Nitekim ağırlığından dolayı "ahde" de
"ısr" denilir.
Taka, bir şeye güç yetirmek demektirfiilinin kural
dışı mastarıdır.
Afv, günahı bağışlamak demektir.
Gufran, günahı örtmek ve yok etmek
demektir. [129]
Nüzûl Sebebi
"Içinizdekileri açığa vursamz da, gizleseniz de,
Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir" mealindeki âyet inince bu, sahabeye
ağır geldi. Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek dediler ki: "Namaz, oruç, cihat ve
zekat gibi, gücümüzün yettiği amellerle mükellef kılındık. Bunları
yapabiliyoruz. Fakat bu âyet indirildi. Buna gücümüz yetmez. Rasulullah
(s.a.v.) onlara: Sizden önce Ehl-i kitab olan Hıristiyan ve Yahudiler gibi mi
söylemek istiyorsunuz? Onlar "işittik, isyan ettik" demişlerdi. Siz "işittik,
itaat ettik" deyin buyurdu. Sahabe "işittik, itaat ettik" deyince, Yüce Allah
âyetini indirdi. Yüce Allah bundan sonra gelen Allah her şahsı, ancak gücünün
yettiği ölçüde mükellef kılar, âyeti ile. Sahabeyi endişelendiren âyeti
neshetti.[130]
Âyetlerin İzahı
284.
Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ındır, onları
bilir. İçinizdeki kötülükleri açığa vursamz da, gizleseniz de Allah onları
bilir ve ona göre sizi hesaba çeker sonra dilediğini affeder, dilediğine de
ceza verir. O her şeye kadirdir, yaptıklarından mesul değildir. İnsanlar ise
yaptıklarından sorumludur.
[131]
285.
Peygamber Hz.Muhammed (s.a.v.) Rabbi tarafından
kendisine indirilen Kur'an'a ve vahye iman etti. mü'minler de iman ettiler.
Peygamber ve ümmetinden herbiri
Allah'ın birliğine, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandı. "Biz,
Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız" derler. Yani,
Yahudi ve Hıristiyanların yaptığı gibi onların bir kısmına inanıp, bir kısmını
inkâr etmeyiz. Bilakis a-yırım yapmaksızın Allah'ın peygamberlerinin hepsine
inanırız. Dediler ki: Çağrına icabet
ettik, emrine itaat ettik. Ey Allahımız! İşlediğimiz günahlardan dolayı senin
mağfiretini diliyoruz. Dönüş sadece sanadır, ey Allahımız! [132]
286.
Allah hiç kimseyi, gücünün üstünde bir şeyle mükellef
kılmaz. Herkesin kazandığı hayrın
karşılığı kendisine aittir. İşlediği kötülüğün cezası da onundurEy Rabbimiz!
Unutmak veya hata sebebiyle bizden meydana gelen hareketlerimizden dolayı bize
azap etme. Ey mü'minler! Allah'a bu şekilde dua edin. Ey Rabbimiz! Kendini öldürerek tevbe etmek, elbisenin
pislenen ağışla, kötülüklerimizi örtCöl Ey Allah! Sen bizim yardımcımız ve
işlerimizin idarecisisin. Biini kesmek gibi, bizden önceki ümmetlere yüklediğin
ve fakat bizim, yerine getirmekten aciz olduğumuz zor görevleri bize yükleme: Ey
Rabbimiz! Gücümüzün yetmiyeceği mükellefiyet ve belâları bize yükleme,:
Günahlarımızı b, büyük haşr gününde bizi rezil etme, her şeyi kuşatan rahmetinle
bize merhamet et. zi yardımsız bırakma.
Bizim ve senin dininin kâfir düşmanlarına karşı bize yardım et. Onlar senin
dinini ve birliğini inkâr ettiler, peygamberinin risaletini
yalanladılar.
Rivayet olduğuna göre, Rasulullah (s.a.v.) bu
dualarla dua edince, her duada kendisine: "yaptım" denilirdi. [133]
Edebî Sanatlar
Bu
âyetlerde birçok edebî sanat vardır:
1.
arasında tıbâk sanatı vardır.
2.
arasında mânâ yönünden tıbak sanatı vardır. Çünkü kesb
hayırda, iktisab serde kullanılır.
3
arasında iştikak cinası vardır.
4.
âyetinde ıtnab vardır.
Faydalı Bilgiler
İbn Mes'ud (r.a.)'tan rivayet edildiğine göre
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kim, herhangi bir gece, Bakara sûresinin
son iki âyetini okursa ona yeter.[135] Bu hadisi Buharı rivayet etmiştir. Müslim'in bir rivayetinde şöyledir:
Gökten bir melek inerek Peygamber (s.a.v.)'in yanma geldi ve ona: Müjde! Sana,
senden önce hiçbir peygambere verilmeyen iki nur verildi. Bunlar, Fatiha sûresi
ile Bakara sûresinin son âyetleridir. Onlardan bir kelime ile bile dua etsen,
mutlaka sana verilir." dedi.[136]
Yüce Allah'ın yardımıyle Bakara sûresinin tefsiri
bitti. [137]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/276-277.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/277-278.
[3] Kurtubî,
3/202
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/278.
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/278-279.
[5] Talâk sûresi,
65/4
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/279.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/279.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/279-280.
[9] Bu görüş, İbn Abbas'tan
rivayet edilmiştir. İmam Malik'in mezhebi ve İmam Şafiî'nin eski görüşü de
budur. Zemahşerî'nin sözüne talika yazan Nasır şöyle der: "Bu görüşün doğruluğu açıktır" diyen
Zemahşerî doğru söylemiştir. Altı sebebten ötürü onun sözü hak ve doğrudur. Bu
altı sebebi o güzel bir şekilde açıklamıştır. Bakınız
Keşşâf.1/217
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/280.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/280-281.
[12] Kurtubî,
3/202
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/281.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/282-283.
[14] Ali-İmraıı sûresi,
3/43
[15] Râğib, Müfredat, Ricl
maddesi.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/283.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/283.
[18] Nisa sûresi,
4/103
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/283-284.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/284.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/284.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/284.
[23] Ebussuûd Tefsiri
1/180
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/284.
[24] Buharî, K. Mevakit 14;
Müslim, K. Mesacİd 200
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/285.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/288-289.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/289.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/289-290.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/290.
[29] Bu kııdsî hadisi Müslim
K. Müsafirin,171 İbn Kesir bu âyeti
tefsir ederken Nüzul hadisinden alarak zikretmiştir. Bakınız Muhtasar-ı İbn
Kesir 1/222
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/290.
[31] Bunu Mukatil
söylemiştir Bakınız Kurtubî TU/243 Şem'ûn, Benî İsrail'in Peygamberlerinden
biridir.
[32] Kurtubî,
III/245
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/290-291.
[34] Muhtasar-ı İbn Kesir,
î/224
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/291.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/291-292.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/292.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/293.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/293.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/293.
[41] el-Bahni'l-muhît,
TII/253
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/293-294.
[43] Müslim, K-el-Birr
43
[44] Bu hadisi, Bezzar ve
Taberânî, İbn Mesut'tan rivayet etmişlerdir. (Kurtubî, 111/237-238; Muhtasar-ı
İbn Kesir, 1/222)
[45] Mehâsinu't-te'vil.
111/650
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/294.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/295-296.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/296.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/296-297.
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/297.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/297.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/297.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/297-298.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/300.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/300.
[56] Kunubî,
III/280
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/300.
[57] Müslim, K, iman
293
[58] Mü'minun sûresi,
49/7
[59] İbn Cerir şöyle der:
"Kur'an'm zahiri mânâsı, İbn Abbas'ın bu sözünün doğruluğunu gösterir. Ayrıca
kürsî kelimesi, aslında ilim manasınadır. Bu mânâda alimlere de "kürsîler"
denilir. Zira onlar, kendilerine itimat edilen kimselerdir. Ayrıca alimlere,
"yeryüzünün direkleri de deniiir." Doğru olan, tbn Kesir'in biraz sonra
anlatacağımız görüşüdür.
[60] Ra'd sûresi,
13/9
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/301.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/301-302.
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/302.
[63] Telhîsu'l-beyân, sayfa
15.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/302.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/302.
[65] Bakara sûresi,
2/225
[66] AÎ-iİmran,
3/1-2
[67] Tâhâ sûresi,
20/111
[68] Ahmed b. Hanbel'in
Müsned'inde sadece ilk ikisi vardır. Bkz. VI/461
[69] Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/230
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/302-303.
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/305.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/305-306.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/306.
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/306-307.
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/307-308.
[75] el-Bahru'I-muhît,
11/294
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/308.
[76] Mutıtasar-i İbn Kesir,
1/234
[77] Buhârî, K,
Tefsiru'l-Kur'an 46
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/308-309.
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/312.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/312-313.
[81] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl
s. 47
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir,
Ensar Neşriyat: 1/313.
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/313.
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/313-314.
[84] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/314.
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/314.
[86] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/314-315.
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/315.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/315.
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/315.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/315.
[91] el-Bahru'1-muhît,
1/304
[92] el-Futuhâtu'Hlâhiyye,
1/223
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir,
Ensar Neşriyat: 1/ 15-316.
[93] el-Keşşâf,
1/238
[94] Buhârî, K.
Tefsiru'I-Kui'an 47
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/316-317.
[96] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/319.
[97] Fetih sûresi,
48/29
[98] Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/319.
[99] Kurtubî,
3/337
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir,
Ensar Neşriyat: 1/ 319-320.
[100] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/320.
[101] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/320.
[102] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/320.
[103] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/320-321.
[104] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/321.
[105] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/321.
[106] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/321.
[107] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/323.
[108] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/323-324.
[109] el-Bahru'l-muhît
n/337
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir,
Ensar Neşriyat: 1/324.
[110] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/324.
[111] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/325.
[112] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/325.
[113] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/325.
[114] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/325.
[115] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/325.
[116] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/325.
[117] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/325-326.
[118] Buhârî, Enbiya
54
[119] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/326-327.
[120] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/329.
[121] Cin
sûresi,.72/15
[122] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/329-330.
[123] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/330-331.
[124] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/331.
[125] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/331-332.
[126] Kchf sûresi,
18/65
[127] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/332.
[128] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/334.
[129] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/334.
[130] Müslim, İman 199, Bak.
Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s.U
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/334.
[131] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/334-335.
[132] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/335.
[133] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/335.
[134] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/335-336.
[135] Buharı,
Fedaüıi'l-Kur'an 10,27,34
[136] Müslim, Musafirin,
254
[137] Muhammed Ali
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/336.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder