Bakara Suresi(4)

Hiç yorum yok



233.
Emzirmeyi tamamlatmak isteyen için anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların örfe uygun olarak giyinmesi ve beslenmesi baba tarafına aittir. Bir insan, ancak gücü yettiğinden sorumlu tutulur. Hiçbir anne ve baba çocuğuna zarar vermesin. Onun benzen vâris üzerine de gerekir. Eğer ana ve baba birbiriyle görüşerek ve karşılıklı anlaşarak çocuğu memeden kes­mek isterlerse, kendilerine günah yoktur. Çocukları­nızı emzirtmek istediğiniz takdirde, süt anneye ver­mekte olduğunuzu iyilikle teslim etmeniz şartıyla üze­rinize günah yoktur. Allah'tan korkun. Bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı görür.
234. Sizden ölenlerin, geride bıraktıkları eşleri, kendi başlarına dört ay on gün beklerler. Bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, kendileri hakkında yaptıkları meşru işlerde size bir günah yoktur. Allah, yapmakta olduklarınızı bilir.
235. (İddet beklemekte olan) kadınlarla evlenme hususundaki düşüncelerinizi üstü kapalı bir biçimde anlatmanızda veya onu içinizde gizli tutmanızda size günah yoktur. Allah bilir ki siz onları anacaksınız, lâ­kin meşru sözler söylemeniz müstesna, sakın onlara giz­lice buluşma sözü vermeyin. Farz olan bekleme müd­deti dolmadan, nikah kıymaya kalkışmayın. Bilin ki Al -lah, gönlünüzdekileri bilir. Bu sebeple Allah'tan sakı­nın. Şunu iyi bilin ki Allah Ğafûr'dur, Halîm'dir.
236. Nikahtan sonra henüz dokunmadan veya on­lar için belli bir mehir tayin etmeden kadınları boşar-sanız, bunda size mehir zorunluğu yoktur. Bu durumda onlara mut'a verin. Zengin olan durumuna göre, fakir de durumuna göre vermelidir. Münasip bir mut'a ver­mek muhsinler için bir borçtur.
237. Kendilerine mehir tayin ederek evlendiğiniz kadınları, temas etmeden boşarsanız, tayin ettiğiniz mehrin yarısı onların hakkıdır. Ancak kadınların vaz­geçmesi veya nikah bağı elinde bulunanın (velinin) vaz­geçmesi hali müstesna, affetmeniz takvaya daha uygun­dur. Aranızda iyilik ve ihsanı unutmayın. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı hakkıyla görür.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah, önceki âyetlerde evlenme, boşanma, iddet, ric'at (kocanın karısını geri alması) ve adi yani kocasıyla tekrar evlenmek isteyen kadını bundan engellememe ile ilgili hükümlerden bir bölümünü açıkladı. Bu mübarek âyetlerde de emzirmenin hükmünü açıklamaktadır. Çünkü boşanmakla ayrılık meydana gelir. Bazen kişi eşini boşadığında onun emzirmesi gereken, küçük çocuğu olabilir. Belki de kadın kocasından intikam almak ve çocuk vesilesiyle ona eziyet etmek için çocuğu telef edebilir veya onu sütünden mahrum eder. Bundan dolayı bu âyet, boşanan anaları çocukları gözetmeye ve onlarla ilgili işlere ihtimam göstermeye çağırmaktadır. Bundan sonra Yüce Allah, ölüm sebebiyle eşlerin ayrılma­larının hükmünü, bu durumda kocanın hukukunu gözetmek maksadıyla kadının beklemesi gereken iddeti açıklamaktadır. Aynı zamanda iddet bek­leme durumunda olan kadına nasıl evlenme teklif edileceğini, ölüm veya boşanma neticesinde kadının hakkı olan yarım veya tam mehir konusunu açıklamaktadır. [1]

Kelimelerin İzahı

Fisâl ve fasl, ayırmak demektir. Çocuk anasının sütünden ayrılıp diğer gıda maddelerini yemeye başladığı için buna fisâl ismi veril­di. Müberred şöyle der: Fisâl, fasl'dan daha iyidir. Zira çocuk annesinden ayrıldığında annesi de ondan ayrılmış olur. Böylece aralarında fisâl meyda­na gelir. Yani Jlis (savaş) ve (vuruşma) karşılıklı olduğu gibi fisâl de karşılıklı olur.
Teşâvur, başkasından görüş açıklamasını istemek demektir. Müşâveret ve meşveret kelimeleri de bunun gibidir. Hepsi de bal çıkarmayı istemek mânâsına gelen "şevr" kökünden türetilmiştir.
Bırakırlar mânâsına gelen bu fiilin mâzîsi ve mastarı kul­lanılmaz.
Ta'riz, açıkça söylemeksizin îmâ ve işaretle anlatmak, demektir. Bu kelime "bir şeyin yanı" mânâsına gelen "urd" kelimesinden alınmıştır. Fakirin, iyilik sever birisine "senin cömert yüzünü görmek için geldim" demesi de ta'riz kabilindendir.
Hıtba evlenme teklif etmek, hutbe ise nasihat etmek demektir. Cuma ve bayram hutbesi gibi.
Örttünüz, gizlediniz demektir, İknan, sır ve gizlilik manasına­dır.
Bağlamak mânâsına gelen "akd" kökünden olup nikah bağı demektir. Darb-ı mesel de, "Ey düğümleyen çözmeyi de düşün!" şeklinde kullanılmıştır. Râğib şöyle der: "Ukde: Nikah, yemin ve diğer akd edilen şeylerin ismidir.
Halım, âsînin cezasını vermekte acele etmeyip mühlet veren demektir.
Muktir, fakir demektir. Bir kimse muhtaç duruma düştüğü zaman denir. [2]

Nüzul Sebebi

Rivayet edildiğine göre Ensardan bir adam Hanife oğullarından bir kadınla evlendi. Ancak kadın için herhangi bir mehir tayin etmedi. Sonra o-na dokunmadan onu boşadı. Bunun üzerine Nikahtan sonra henüz dokunmadan kadınları boşarsanız size mehir zorunluğu yoktur, âyeti indi. Resulullah (s.a.v.) o adama: "Ver de, isterse bir kalensüve yani takke olsun" dedi.[3]

Âyetlerin Tefsiri

233. Eğer kadınlar boşanmışlarsa ve emzirme çağında çocukları varsa ve de anne, baba emzir­meyi tamamlamak isterlerse annelerin çocuklarını tam iki sene emzirme­leri gerekir. Bundan fazlası mecburi değildir. Çocukların hizmetlerinin hakkıyle yapılabilmesi için boşanan an­nelerin nafakalarının ve elbiselerinin israf ve eksiklik olmaksızın baba ta­rafından verilmesi gerekir.
Nafaka ancak erkeğin gücünün yettiği kadardır. Zira Yüce Allah hiçbir kimseyi gücünün yettiğinden fazlası ile mükellef kılmaz. Anne, baba, yaptıkları anlaşmada eksiklik ve yapmaları gerekende kusur ederek çocuğa zarar vermesin, veya çocuk sebebiyle eşler birbirine zarar vermesin. Anne, çocuğun yetiştiril­mesi için babayı zarara sokmak maksadıyle çocuğu emzirmeyi bırakmasın. Baba da, anne çocuğa emzirmeye istekli olduğu halde, ona zarar vermek için çocuğu onun elinden çekip almasın. Mücahid, âyeti böyle tefsir etmiştir. Vârisin üzerine de bunun aynısını yapması gere­kir. Yani nasıl ki çocuğun babasının anneye nafaka vermesi onun hukukunu yerine getirmesi ve ona zarar vermemesi gerekiyorsa, vârisin de aynı şeyleri yapması gerekir. Bundan maksat babanın vârisidir. Bir başka görüşe göre çocuğun vârisidir. Taberî birinci görüşü tercih etmiştir. Anne, baba istişare ettikten sonra çocuğun faydasına olduğu kanaatine varır ve iki sene dolmadan önce çocuğu me­meden kesmeye karar verirlerse, bunda da onlara bir günah yoktur. Ey babalar! Anne [bakmaktan aciz olduğu veya evlenmek istediği takdirde çocuğunuz için [başka bir süt annesi tutmak isterseniz, anlaştığınız ücreti ödemeniz şartıy-jla bunda sizin için bir günah yoktur. Çünkü ücretini ödemediğiniz takdirde süt anne, çocuğa gereken önemi vermez ve emzirmekle ilgilenmez, Bütün işlerinizde Allah'dan korkunuz. Çünkü sizin söz ve davranışlarınızdan hiçbir şey ona gizli kalmaz. [4]
234. Kocası ölen kadınların eşleri için bir matem olarak dört ay on gün iddet beklemeleri gerekir. Bu hüküm gebe olmayanlar içindir. Gebe olanların id-deti ise çocuklarını doğumncaya kadardır. Çünkü Yüce Allah, "Gebe olan­ların bekleme süresi çocuklarını doğumncaya kadardır[5] buyurmuştur, Ey veliler! İddetleri bitince evlenmelerine ve şeriatın müsaade ettiği süslenme ve kendileriyle evlen­me teklifi yapanlara görünmelerine izin vermenizde sizin için bir günah yoktur. Allah bütün yaptıklarınızı bilir ve ona göre karşılı­ğını verir. [6]
235. Ey erkekler! Kocası öl­müş kadınlara, iddet bekleme esnasında açıkça değil de üstü örtülü olarak, evlenme teklif etmenizde sizin için bir günah yoktur.
İbn Abbas bu teklif erkeğin: "Allah'ın bana saliha bir kadın nasip et­mesini istiyorum" ve " benim kadınlara ihtiyacım var" gibi sözleriyle olur, demiştir.
Onlarla evlenme isteğinizi içinizde saklamanızda da sizin için bir günah yoktur, Şüphesiz Allah, sizin onlarla evlenmeyi aklınızdan geçireceğini­zi ve onlara sabredemeyeccğinizi bildi de sizden zorluğu kaldırdı. Onlarla evlenmeyi düşünün fakat şeriatın size müsaade ettiği çıtlatma, işaret ve benzeri örf ve âdetlerin dışında, gizli olarak onlarla evlenme sözleşmesi yapmayın. İddet sona erinceye kadar sakın evlenme akdi yapmayın. Biliniz ki Allah sizin kalbinizdekini bilir. Öyle ise onun emrine muhalefet edip te a-zâbına dûçâr olmaktan sakınınız. Ve biliniz ki Allah Gafur ve Halîm'dir. Tevbe edenin, günahını bağışlar, kendisine isyan edene ceza vermekte acele etmez
Yüce Allah bundan, sonra kendisine dokunulmadan boşanan kadınla ilgili hükmü anlatarak şöyle buyurur: [7]
236. Ey erkekler! Kadınlara dokunmadan, yani cinsel ilişkide bulunmadan ve herhangi bir mehir tayin etmeden onları boşamanızda sizin için bir günah yoktur. Bu gibi hallerde ihtiyaç veya zarurete binaen boşamakta bir sakınca yoktur.
Onları boşadığınızda gönüllerini hoş etmek ve ayrılığın meydana getirdiği yarayı sarmak için onlara bir miktar mal verin. Bu mal erkeğin zenginlik ve fakirliğine göre takdir edilir. Zengin, zenginliğine göre; fakir de fakirliğine göre iyilikle bir miktar mal verir. Bu, güzel amel sahibi mü'minler üzerine bir borçtur. [8]
237. Onlar için muayyen bir mehir tayin ederek evlenip te cinsel ilişkide bulunmadan onları boşarsanız tayin edilen mehrin yarısını vermeniz gerekir. Çünkü bu, dokunmadan önce yapılan bir boşamadır. Ancak boşanan kadın veya nikah bağı elinde bulunan, yani küçük olan kız çocuğunun velisi bu haktan vazgeçerse bu durum müstesnadır. Bir görüşe göre nikah bağı elinde bulunan kocadır. Kocanın hakkından vazgeçmesi ise vermiş olduğu mehirin tümünü kadına bağışlamasıyla olur,
İbn Cerir bu görüşü tercih eder. Zemahşerî ise, "Nikah bağı elinde o-landan maksat velîdir" diyenlerin görüşünün doğruluğu açıktır[9] der.
Bağışlamanız takvaya daha yakındır. Hitap umûmî olup erkek ve kadınlara şâmildir. İbn Abbas sbu âyeti şöyle açıklar: Ayrılan eşlerden takvaya daha yakın olan mehir hakkından vazgeçendir. Ey mü'minler! Aranızda iyilik ve ihsanı unut­mayın. Kuşkusuz Allah yaptıklarınızı görendir. Yüce Allah bu âyetleri, eş­ler arasında sevgi, iyilik ve güzelliğin unutulmamasını hatırlatarak sona er­dirdi.
Bir takım zorlayıcı ve zarurî sebeplerle meydana gelen boşanmanın dostluk ve akrabalık bağlarını kesmemesi gerekir. [10]

Edebî Sanatlar

1. Bu cümlede emri uygulamaya teşvikte mübalağa ifa­de etmek için, daha önce geçen âyetinde olduğu gibi emir, muzâri sıygasıyla gelmiştir.
2, "Çocuklarınıza süt emzirtmek isterseniz." Burada hazif yoluyla i'câz vardır. Takdiri şöyledir: Ço­cuklarınıza emzirecek süt annesi tutmak isterseniz. Burada aynı zamanda gaipten muhataba dönüş vardır. Zira bu cümle muhatap cümlesi olduğu hal­de önceki cümlesi gaip sıygasıyla gelmiştir. Bu iltifat sanatının faydası ise çocuklara karşı babalarının duygularını tahrik etmektir.
3. İddet dolmadan nikah yapmayı yasaklamada mübalağa etmek için "nikah akdine azmetmeyiniz yani kalkışmayınız" denilmiştir. Bir şeyi yapmaya azmetmek yasaklanınca o şeyi yapmanın ya­saklanması daha evlâdır.
4. Yüce Allah "onlara dokunmadığınız müddetçe", buyura­rak kullan birbirleriyle konuşurken güzel kelimeleri seçsinler diye onlara edep Öğretmek maksadıyla mess (dokunma) kelimesini kinaye olarak cin­sel ilişki yerinde kullandı.
5. Cümlelerinde hitap umumî olup erkek ve kadınları kapsar. Fakat burada tağlîb yoluyla erkeklere ait bir sıyga ile gel­miştir.
6. Korku ve heybeti artırmak için burada zamir yerine "Allah" lafzı gelmiştir. [11]

Faydalı Bilgiler

1. 233. âyette veya boşanan kadınlar kelimeleri yerine "anneler" kelimesinin kullanılması annelerin çocuklara karşı şefkatlerini celb eder. Zira onların boşanmış olmaları analık şefkatinden mahrum olmalarını gerektirmez.
2. Yüce Allah bu âyeti kerimede ifadele­rinde çocuğu ana,babadan herbirine izafe etmiştir. Bu izafet ana, babanın çocuğa karşı şefkat ve merhametlerini celbetmek içindir. Çünkü çocuk ana, babaya yabancı değildir. Biri annesi, diğeri ise babasıdır. Dolayısıyla çocuğa acıyıp merhamet etmeleri ve aralarındaki anlaşmazlığın çocuğa zarar vermemesi gerekir.
3. Boşanan kadına mal vermenin lûzumundaki hikmet, boşanmanın açtığı yarayı sarmaktır. İbn Abbas der ki: Erkek fakirse boşadığı kadına üç elbise, zenginse bir hizmetçi verir.
4. Rivayet edildiğine göre Hz. Ali'nin oğlu Hasan, boşadığı karısına onbin dirhem vermiş. Bunun üzerine kadın "ayrılan sevgiliden az bir mal" diyerek parayı azımsamıştır. Boşamasının sebebi de şöyle rivayet olunur: Hz. Ali şehit edilip de Hasan'ın halifeliğine biat edilince hanımı ona "Ey mü'minlerin emiri! Halifelik seni zayıflatacak" der. Hasan ona "Ali öldürülüyor, sen sevinç mi gösteriyorsun?" git artık, seni üç talakla boşa­dım cevabım verir. Bunun üzerine kadın çarşafına bürünür ve iddeti bitin­ceye kadar bekler. Hz. Hasan ona onbin dirhem ile birlikte mehrinden ka­lanını gönderir. Para kadına gittiğinde yukarıdaki sözünü söyler. Görevli durumu Hz. Hasan'a bildirince ağlar ve "üç talak ile boşamamış olsaydım onu geri alırdım" der.[12]
238. Namazlara, ve orta namaza devam edin. Alla­h'a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın.
239. Eğer (herhangi bir şeyden) korkarsanız (na­mazlarınızı) yaya giderken veya binek üzerinde (kılın). Güvene kavuştuğunuz zaman, bilmediklerinizi Allah'ın size öğrettiği şekilde, Allah'ı anın.
240. İçinizden ölüp de dul eşler bırakan kimseler, eşlerinin, evlerinden çıkarılmadan, bir yıla kadar bıraktıkları maldan faydalanmaları hususunda vasiyet etsinler. Eğer o kadınlar, kendiliklerinden çıkıp gider­lerse, kendileri hakkında yaptıkları meşru şeylerden size bir günah yoktur. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.
241. Boşanmış kadınların, makul ölçüde koca­larından yararlanma hakları vardır. Bu, müttakiler için bir vazifedir.
242. Allah size işte böylece âyetlerini açıklar ki, düşünüp hakikati anlayasmız.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Namaza devam etmeyi emreden âyetler, aile ve boşanma veya diğer sebeplerle ayrılma esnasında eşlerin biribirleriyle olan münasebetleriyle ilgili hükümler arasında yer aldı. Bunun büyük bir hikmeti vardır: Yüce Allah, boşandıktan sonra eşlerin biribirlerine karşı bağışlayıcı, müsama­hakâr davranmalarını ve biribirlerine iyilik ve ihsanda bulunmayı unutma­mayı emrettikten sonra namaza devam etme emrini açıkladı. Çünkü na­maz, dünya gam ve kederlerini unutmak için en iyi vesiledir. Bundan dolayı Rasulullah (s.a.v.) üzücü bir olayla karşılaştığında hemen namaz kılmaya başlardı. Boşamak kin ve düşmanlığa sebep olur. Namaz ise iyilik ve müsa­mahaya davet eder, kötülük ve çirkin hareketlerden de alıkor. İşte bu, insan ruhunu terbiye etmek için en üstün yoldur. [13]

Kelimelerin İzahı

Devam ediniz demektir. Muhafaza, bir şeye devam etmek de­mektir.
Vusta, kelimesinin müennesidir. Bir şeyin vasatı onun iyisi ve dengelisi demektir. Rasulullah (s.a.v. )'i öven bedevi Arap şöyle der:
Ey, övünmede insanların en mutedili, ve en şerefli anne ve babaya sa­hip olan!
Kunut lügatte bir şeye devam etmektir. Kur'an-ı Kerim bu tabi­ri özellikle boyun eğerek ve tevazu ile itaata devam etme mânâsında kul­lanmıştır. Yüce Allah: "Boyun eğerek ve tevazu ile Rabbine itaata devam et[14] buyurmuştur.
Ayakları üzerine duran mânâsına olan râcil kelimesinin ço­ğuludur. Râğıb İsfehanî şöyle der: "Ayakla yürüyen mânâsına olan râcil ke­limesi, ayak mânâsına olan "rici" kelimesinden türetilmiştir. İyi yürüme­yen kimse için denilir.[15]
Rükbân; at, hayvan ve benzeri bineklere binen mânâsına gelen "râkib" kelimesinin çoğuludur. [16]

Âyetlerin Tefsiri

238. Ey mü'minler! Namazları, özel­likle ikindi namazını vakitlerinde kılmaya devam ediniz. Çünkü melekler namaz vakitlerinde hazır bulunurlar. Boyun eğerek ve tevazu ile Allah'a ibadet ve itaata devam edin. Yani, Allah için huşu içersinde na­mazınızı kılın. [17]
239. Eğer düşman veya başka bir şeyden kor­karsanız, namazınızı yürüyerek veya hayvan üzerinde kılın.
Korku gidip emniyet geldiğinde, Allah'ın size emrettiği ve sizin için meşru kıldığı şekilde, bütün rûkûnlarına riâyet ederek namaz kılınız. Nitekim âyet-i kerimede "Huzur ve sükuna erdiğiniz­de namazı dosdoğru küm[18] buyrulmuştur. Âyetteki zikirden maksat, bü­tün erkanına riâyet edilen tam bir namazdır. Zemahşerîye göre âyetin mânâsı şöyledir: "Allah, size ibadet yollarını, korku ve emniyet durumların da nasıl namaz kılacağınızı öğretme lütfunda bulunmuştur. O size nasıl öğrettiyse, o şekilde ibadet ederek O'mı anın". Yüce Allah daha sonra idde-tin hükümlerini açıklayarak şöyle buyurur: [19]
240. Aranızdaki erkeklerden öldüğünde geride eşler bırakacak olanların ölüm döşeğine düşmeden önce, kendilerinden sonra eşlerine tam bir sene yetecek kadar bir mal vasiyet etmeleri gerekir. Bu terekeden alınır ve eşler evlerin­den çıkarılmadan, onlara harcanır. Bu hüküm, İslâm'ın başlangıcında idi. Daha sonra bu süre 4 ay on güne indirilerek, âyetin hükmü neshedildi. ölü sahipleri! Eğer eşler gönül rızasıyle ve kendi istekleriyle evlerinden çıkarlarsa; süslenme, güzel koku sürünme ve evlenme teklifi yapabileceklere kendilerini gösterme gibi şeriatin reddetmediği şeyleri yapmalarına müsaade etmenizde sizin için bir günah yoktur. Allah, mülkünde galip, yaptıklarında hikmet sahibidir. [20]
241. Kocaların, boşanan kadınlara güçleri yettiği ölçüde ayrılığın verdiği yalnızlık yarasını sarmak için mal-vermeleri gerekir. Bu, Allah'ın emrine uyan mü'minlerin üzerine bir borç­tur. [21]
242. İşte Yüce Allah, ruhları sevgi ve merhamete yönlendiren bu yeterli açıklamayı yaptığı gibi, anlamanız ve gereğiyle amel etmeniz için size, şer'î hükümlerini gösteren âyetlerini açıklar. [22]

Edebî Sanatlar

1. Bu terkip, orta namazın daha faziletli olduğunu açıklamak için, hususî bir meselenin, umumî bir mesele üzerine atfı kabilinden-dir.
2. Cümlesi ile cümlesi arasında tıbak sanatı vardır. Bu da edebî güzelliklerdendir. Ebussuûd şöyle der: Birinci şart cümle­sinde, korkunun vuku bulmadığını gösteren "jf edatının gelmesi, ikinci­sinde ise, emniyetin vukuu ve yaygın oluşunu gösteren "lif edatının gelme­si; birincinin cevabının i'caz yoluyla, ikincinin cevabının ise itnab yoluyla verilmesi, ifadenin fesahat ve akıcılığını ve akıl sahiplerinin ibret alacağı bir mânânın varlığını gösterir.[23]

Bir Uyarı

Tercih edilen görüşlere göre "orta namaz" dan maksat ikindi na­mazıdır. Çünkü o; sabah ve öğle namazı ile akşam ve yatsı namazının or-tasındadır. Buharı ve Müslim'de rivayet edilen şu hadis, bu görüşü kuvvet­lendirir: "Bizi orta namaz yani ikindi namazından alıkoydular. Allah, onların kalplerini ve evlerini ateşle doldursun". Bir başka hadiste de şöyle buyurulmuştur: "İkindi namazını kılamayan kimsenin malı ve aile efradı eksilmiş gibidir". Bu hadisi Buharî ve Müslim rivayet etmişlerdir. Bu konu­da daha başka sahih hadislerde vardır.[24]
243. Binlerce oldukları halde, ölüm korkusundan dolayı yurtlarından çıkıp gidenleri görmedin mi? Allah onlara "ölün" dedi, (öldüler). Sonra onları diriltti. Şüphesiz Allah insanlara karşı lütufkârdır. Lâkin in­sanların çoğu şükretmez.
244. Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah, her-şeyi işitir ve bilir.
245. Kim Allah'a karz-ı hasen verirse, Allah ona çokça, kat kat fazlasını verir. Allah rızkı isterse bol ve­rir, isterse kısar. Sadece O'na döndürüleceksiniz.
246. Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere "Bize bir hükümdar tayin et de Allah yo­lunda savaşalım" demişlerdi. "Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız!" dedi. "Yurtlarımızdan çıkarılmış, ço­cuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde neden savaşmayalım?" dediler. Kendilerine savaş yazılın­ca, içlerinden pek azı hariç geri dönüp kaçtılar. Allah zâlimleri iyi bilir.
247. Peygamberleri onlara "Bilin ki Allah, Tâlût'u size komutan olarak gönderdi" dedi. Bunun üzerine "Biz komutanlığa daha layık olduğumuz halde, kendi­sine servet ve zenginlik yönünden geniş imkanlar veril­memişken, O bize nasıl komutan olur?" deliler. "Allah sizin üzerinize onu seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah herşeyi ihata eden ve her şeyi bilendir" dedi.
248. Peygamberleri onlara, "Onun komutanlığının alâmeti, Tâbut'un size gelmesidir. Onun için de Rabbi-nizden size bir sükûn, Musa ve Harun'un bıraktık­larından bir miktar bakiyye vardır. Onu melekler taşır. Eğer inanmış kimseler iseniz, bunda sizin için açık bir delil vardır.
249. Tâlut askerlerle beraber ayrılınca, "Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Sadece bir avuç içen müstesna. Kim ondan içmezse bendendir" dedi. İçlerinden pek azı hariç hepsi ırmaktan içtiler. Tâlut ve iman edenler beraberce ırmağı geçince, "Bugün, bizim Câlut'a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur" dedi-! ler. Allah'ın huzuruna varacaklarına inananlar "Nice az sayıda bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir" dediler.
250. Câlut ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında "Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Bize cesaret ver ki tutunalnn. kâfir kavme karşı bize yardım et" dediler.
251. Sonunda Allah'ın izniyle onları yendiler. Dâvud da Câlut'u öldürdü. Allah ona (Davud'a) hüküm­darlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah'ın insanlardan bir kısmının kötülüğünü diğerleriyle savması olmasaydı, elbette yeryüzünde boz­gun çıkarda Lâkin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve
kerem sahibidir.
252. İşte bunlar, Allah'ın âyetleridir. Biz onları sana, doğru olarak anlatıyoruz. Şüphesiz sen, Allah tarafından gönderilmiş peygamberlerdensin.

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde, aile ile ilgili hükümleri ve aile fertleri­ni birbirine bağlıyan nizam ve kaideleri zikretti. Aile, faziletli bir toplumu meydana getiren unsurların çekirdeği ve temel taşıdır. Bu itibarla Yüce Allah onun ıslahı için yol gösterdi. Bu âyetlerde ise Yüce Allah, cihad ile ilgili hükümlerden bahsetmektedir. Zira inanç ve mukaddes değerlerin ko­runması ve kişiyi yüce hayata giden yolu gösteren müslüman ailenin yaşa­yabileceği iyi bir toplumun kurulabilmesi için cihad gereklidir. Zira aile­nin iyi olması, toplumun iyi olmasına bağlıdır. Ailenin beka ve devamlı­lığı, ancak hakkın ve hak yolunda çalışanların bekasıyle olur. Bundan do­layı Yüce Allah cihadı emretmekte ve ona dair, eski milletlerle ilgili dar-b-ı meseller getirmektedir. Onların, Hak yolda nasıl cihad ettiklerini, az sayıda imanlı kişilerin, küfür ve taşkınlık içinde olan çok sayıda kişilere nasıl galip ve üstün geldiklerini anlatmaktadır. Batılın yardımcılarının çokluğuna itibar edilmez. Önemli olan, hak yolda olanların sebatı ve hak­tan ayrılmayarak o yolda cihad etmeleridir. [25]

Kelimelerin İzahı

Üluf, elf kelimesinin cem-i kesretidir. Cem-i kılleti gelir.mânâsı pek çok, binlerce demektir.
Hazer, korku ve haşyet manasınadır.
Kabz, kendine çekmek, dağınık bir şeyi toplamak de­mektir. Burada cimrilik yapmak, geçimini zorlaştırmak manasınadır. Bast, bunun zıddıdır. Rızkım bollaştırmak, bolluk ihsan etmek demektir. Ebu Temmam, şu beytinde kabze ve best kelimelerini bu mânâda kullanmıştır.
Adam, eli açık olmaya o kadar alıştı ki, eğer elini kapanmaya çağı­rırsa, parmak uçları onun bu isteğini yerine getirmez. Yani, cömertliğe o kadar alıştı ki bundan sonra istese de cimri olamaz.
Mele; ileri gelen insanlar demektir. Heybet ve azametle göz doldurdukları için bu ismi almışlardır.
Fasale, yerinden ayrıldı demektir. Bir kimse bir yerden çıkıp o-radan ayrıldığı zaman denir. Sizi imtihan edici demektir. Jij : Yakînen biliyorlar, manasınadır.
Fie, bir grup insan demektir. Raht ve nefer kelimeleri gibi toplu­luk ismi olup tekili yoktur.
Efriğ, "dök" demektir. Bir kimse birşeyi yukardan aşağı dökerek boşalttığı zaman denir. [26]

Âyetlerin Tefsiri

243. Ey Muhammed, veya ey Muhatab! Sayıları binleri bulduğu halde, ölümden korktukları için ondan kaçıp kurtulmak gayesiyle yurtlarından çıkan o kişilerin haberini duymadın mı? Buradaki sorudan maksat, muhatapları hayrete düşürmek ve onları anlatılacak kıssayı dinlemeye teşvik etmektir. Onlar yetmişbin kişi idi. Allah "ölün" diyerek onları öldürdü, sonra dirilt­ti. Onlar İsraîloğullarından bir kavim idi. Hükümdarları onları cihada davet etti, ölüm korkusuyla kaçtılar. Bunun üzerine Allah onları öldürdü, pey­gamberleri Hazkil'm duası ile, sekiz gün sonra tekrar diriltti. Bundan sonra uzun süre yaşadılar. Bir görüşe göre, Taun hastalığından kaçtılar, fakat Al­lah onları öldürdü. İbn Kesir: Bu kıssa da, korkunun kederden kaçıp kurtul­maya bir faydası olmadığına, Allah'ın kaderinden yine onun kaderine sığınılabileceğine dikkat çekilmektedir, der. Şüphesiz Allah, insanlara lütuf ve ihsan sahibidir. Zira onlara açık ve kesin delillerle dünya ve âhirette mutluluğa ulaşacakları yolu gösterir. Lâkin insanlardan çoğu, verdiği nimetler için Allah'a şükretmez­ler, aksine onu inkâr ederler. [27]
244. Allah yolunda, O'nun dinini Yüceltmek için kâfirlerle savaşın, nefsani arzu ve hevesler için savaşmayın. Biliniz ki, Allah sözlerinizi işitir, niyet ve hallerinizi bilir, ona göre sizi cezalandırır. Korkunun kaderden kurtulmaya faydası olmadığı gibi cihaddan kaçmak da eceli ne uzaklaştırır, ne de yaklaştırır. [28]
245. Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah'a güzel bir borç verecek olan kim var? Yani, kim, malım Allah rızasını elde etmek ve dinini yüceltmek için cihad ve diğer hayır yollarında harcayacak? İşte Yüce Allah böyle ya­pan kimseye, bu harcamalarına karşılık verdiğinin kat kat fazlasını verir. Zira onun yaptığı bu harcamalar, âlemlerin Rabbi olan zenginler zengini Yüce Allah'a bir nevi borç vermektir. Hadis-i kudsî'de: "Kim, fakir olma­yan ve asla zulmetmeyen (Allah'a) borç verir?" buyrulmuştur.[29]
Allah belâ ve mihnetle imtihana tabi tutmak için di­lediği kulunun rızkını daraltır, dilediğininkini de bollaştınr. Kı­yamet günü, sadece O'na döndürüleceksiniz ve O sizi, yaptıklarınızdan do­layı cezalandıracak. [30]
246. Musa'dan sonra Benî Israîlden ileri gelenlerin haberi" sana gelmedi mi? Bu soru da, yukarıda geçen âyetteki gibi, dinleyicileri hayrete düşürme ve anlatılacak kıssayı dinlemeye teşvik için sorulmuştur. Söz konusu kişiler, âyetin de gösterdiği gibi, Musa (a.s.)'nın vefatından sonra yaşıyan İsrailoğullarından idi. liCU UJ doul _^J ^_J : Hani onlar, Harun neslinden gelen[31] neb'ileri Şem'ûn'a : "Bizim başımıza bir hükümdar getir, onu bize kumandan yap da, Allah yolunda onunla beraber düşmanlara karşı savaşalım" demiş­lerdi. Nebileri onlara: Size savaş farz kılınır da, ya savaşmazsanız?" dedi. Yani, ben size savaş farz kılınıp da, sizin düşmanla savaşmamanızdan ve ondan kaçmanızdan korkuyorum dedi. "yurtlarımız e -limizden alınmış, çocuklarımız esir edilmiş olduğu halde, savaşmamamız için ne sebep olabilir ki?" dediler. Yüce Allah, onların kalplerindeki korku ve heyecanı açıklamak için şöyle buyurdu: Üzerlerine savaş yazılınca, çoğu cihadtan kaçtılar. Sadece az sayıda bir topluluk sabır ve sebat gösterdi. Bunlar, Tâlut ile beraber nehiri geçenlerdir. Kurtubî şöyle der: "Refah ve bolluk içersinde yaşayan, toplum­ların hali budur. İzzet-i nefisleri kabardığı zaman harp isterler, savaş gelip çatınca da korkarlar ve tabiatlarında bulunan korkaklığa boyun eğerler[32] Allah zâlimleri iyi bilir. Bu, Allah'ın emrine isyan edip ci­hadı terkederek yaptıkları zulmden dolayı, onlar için bir tehdittir. [33]
247. Nebileri onlara, Allah'ın harp ile ilgili konularda emrine uymaları için Tâlût'u hükümdar yaptığım ve kendilerine onu emir olarak seçtiğini haber verdi. Buna itiraz ederek nebilerine şöyle dediler: O bize nasıl hükümdar olur? Biz hükümdarlığa ondan daha layığız. Çünkü bizim içimizde, hükümdar çocukları var. O ise, hiç malı mülkü ol­mayan fakir birisi. Bize nasıl hükümdar olur?
Nebileri, onların bu itirazlarına şöyle cevap verdi: Al­lah sizin üzerinize onu seçti. Sizin menfaatinize olan şeyleri o daha iyi bilir.
Hükümdar tayin edilirken iki prensip göz ününde bulundurulur: Birin­cisi, askeri iyi yönetebilmek için idareciliği bilmek; ikincisi de, kalplere heybet salmak, düşmanlara karşı koyabilmek ve zorluklara göğüs gerebil­mek için kuvvetli bir bedene sahip olmak. Alîah Tâlût'a, bu iki özelliği de bol bol vermiştir. İbn Kesir şöyle der: "Buna göre hükümdar olacak kişinin bilgili, güzel, bedenen ve ruhen son derece kuvvetli olması gerekir. [34]
Allah, veraset ve zenginlik olmadan, hüküm­darlığı dilediği kuluna verir. Allah'ın ihsanı çok boldur. Ona kimin lâyık ve ehil olduğunu bilir ve o kimseye ihsan da bulunur. Nebilerin­den, Allah'ın Tâlût'u hükümdar seçtiğini gösteren bir delil getirmesini iste­diler. [35]
248. Nebileri onlara şöyle cevap verdi: Onun, hükümdarlığının ve sizin için seçildiğinin alâmeti, Allah'ın daha önce sizden alman Tâbût'u geri vermesidir.
Zemahşerî'nin de dediği gibi, Tâbut bir sandıktır. Musa (a.s.) savaşa çıktığı zaman onu askerlerin önüne koyardı. Bu, İsraîloğullarmın ruhlarına bir sekinet verir, böylece savaştan kaçmazlardı.
Onun içinde Rabbınizden size bir ferahlık, sükunet ve vekar vardır. Ayrıca onun içinde Musa ve Harun'un ailelerinin bıraktıklarından bir miktar kalıntı vardır. Bunlar, Musa (a.s.)'nm asası ve elbisesi İle, Tevrat'ın yazıldığı bazı levha­lardır. Onu melekler taşır. İbn Abbas (r.a.) şöyle der: Melekler, sema ile yer arasında Tâbût'u taşıyarak geldiler ve onu herkesin gözü önünde Tâlût'un önüne bıraktılar. Eğer Allah'a ve âlıiret gününe inanmış kimseler iseniz, Tâbût'un size indirilmesinde, Allah'ın Tâlût'u size hükümdar seçtiğine dair açık bir delil vardır. [36]
249. Tâlût, sayıları seksenbin olan askerleriyle yola çıkıp Beyt-i Makdis'ten ayrılınca onları çöl gibi kuru bir arazide bekletti. Burada onlara şiddetli sıcak ve susuzluk isabet etti. Tâlût askerlerine şöyle dedi: "Biliniz ki, Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek" Bu, Ürdün ile Filistin arasında bulunan meşhur Seri a nehridir. "Ondan kim içerse benden değildir, benim askerim ola­maz"
Böyle yapmakla, savaşa girmeden önce, onların irade ve itaat durum­larını denemek istedi. . Kim o ırmaktan içmez ve tat­mazsa, o, benimle beraber savaşacak olan askerlerirndendir. Ancak, susuzluğunu gidermeniz için bir avuç içerse bunda bir beis yoktur. Böylece susuzluğu giderecek kadar, emmek suretiyle azıcık su içmelerine izin verdi. İçlerinden pek azı hariç, bütün ordu ırmaktan içti. Az sayıda bir topluluk susuzluğa sabretti. Süddî: "Yetmişaltıbin kişi içti. Tâlûtun yanında dört bin asker kaldı" der. Tâlût, susuzluk ve yorgunluğa sabreden mü'minlerle nehri geçip de düşmanlarının çokluğunu görünce onları bir korku sardı. İçlerinden bir grup: Biz Câlût komutasındaki bu düşmanla savaşamayız. Sayımız az, onlar ise son derece kalabalık" dedi­ler. Sonunda Allah'ın huzuruna varacaklarına ina­nan, Tâlût'un seçkin ve alim askerleri şöyle dediler: "Çoğu zaman, az sayıda bir topluluk, Allah'ın irade ve dileme­siyle çok sayıdaki topluluklara üstün gelmiştir. Zafer, sayı çokluğu ile değil, Allah'ın yardımıyle elde edilir. Allah, koruması, gö­zetmesi ve desteğiyle sabredenlerle beraberdir. Allah kiminle beraber olur­sa, o, Allah'ın izniyle muzaffer olur. [37]
250. Geniş alanda Câlût ve onun harp için eğitilmiş kalabalık ordusu ile karşılaştıkları zaman, zafere götüren vesile­leri anladıklarım gösteren şu üç dua ile Allah'a yalvardılar: Ya Rabbi! Bizim hepimize çok sabırlar ihsan et, özellikle nefisleri­mize sabır ver ki, düşmanlarımıza karşı savaşmak için kendimizde kuvvet bulalım Bizi harp meydanında sabit kıl, kalplerimize, savaştan kaçma düşüncesinin gelmesine fırsat verme.: Sana inanmayan ve peygamberlerini yalanlayan Câlût ve ordusuna karşı bize yardım et. [38]
251. Allah da onların bu dualarını kabul etti ve O'nun yardım ve desteğiyle Câlût'un ordusunu hezimete uğrattılar. Düşmanlar çok kalabalık olmalarına rağmen mağlup oldu. Tâlût'la beraber mü'minler ordusu içinde bulunan Dâvud, küfrün başı Câlût'u öldürdü ve or­dusu dağıldı. Allah, Dâvud (a.s.)'a hüküm­darlık ve peygamberlik verdi ve dilediği faydalı ilimleri ona öğretti.
İbn Kesir şöyle der: Tâlût, Câlût'u öldürdüğü takdirde Dâvud (a.s.)'a kızını vereceğini, malını onunla bölüşeceğini ve hükümdarlık işinde onu yanma yardımcı alacağını vadetmişti. Tâlût bu sözünü tuttu. Daha sonra, Allah'ın kendisine ihsan ettiği peygamberlik nimeti ile birlikte hüküm­darlık Dâvud (a.s.)'a geçti.
Eğer yüce olan Allah, kötüle­rin kötülüklerini iyilerin yaptığı cihad ile defetmeseydi, hayat fesada uğrardı. Zira şer galip gelse, her taraf harap ve helak olurdu. Lâkin Allah, bütün insanlığa lütuf ve keremi ile muamele eder. Şerre asla üstünlük ve galebe imkanı veremz. [39]
252. Ya Muhammed! İsraîloğullarının ba­şına gelen, sana anlattığımız bu hayret verici iş ve kıssalar, Allah'ın Ceb­rail vasıtasıyle sana hak olarak vahyettiği mucize ve gayb haberleridir. Ya Muhammed! Sen Allah'ın davetini tebliğ için gönder­diği peygamberlerdensin. [40]

Edebî Sanatlar

1. Ebu Hayyan der ki: Bu bölümdeki ilk üç âyet-i kerimede birçok edebî sanat vardır.
lafzında soru, hayret ifade etmek için getirilmiştir. cümlesinde hazif vardır. Bu cümle takdirindedir ve lafızları ile ve arasında tıbak sanatı vardır ile terkiplerinde tekrar vardır. İfadesinde üçüncü şahıs kipinden ikinci şahıs kipine dönüş vardır.
terkibinde, teşbih, benzetme edatı kullanılmadan yapılmiştir. Kulun Allah yolunda yaptığı infak Allah'ın kabul etmesi, hakikî borca benzetilerek ona "borç" ismi verilmiştir.
lafzı arasında mugayir cinas vardır.[41] istiâre-i temsiliyye vardır. Zira Yüce Allah'ın onların üzerlerine sabır döktüğü andaki halleri bir vücud üzerine su dökülüp de, suyun bütün vücudu içiyle dışıyla sararak kalbe serinlik, esen­lik, sükûnet ve itminan vermesi haline benzetilmiştir. [42]

Faydalı Bilgiler

1. Allah ihtiyaçtan münezzeh olduğu halde, cümlesinde, "borç istemek" Allah'a isnad edilmiştir. Bu, sadakaya teşvik içindir. Nitekim, Buharı ve Müslim'in rivayet ettiği bir hadis-i kudsîde de; hasta, aç ve susuza yapılan iyilik, Yüce Allah'ın nefsine izafe edilmiştir. Hadis-i kudsîdeki ifadeler şöyledir: Ey Âdemoğlu! Hastalandım, beni ziya­ret etmedin, senden yemek istedim, bana yemek vermedin, senden su iste­dim, bana su vermedin,[43]
2. Rivayet edildiğine göre, âyet-i kerimesi inince Ensar'dan Ebu'd-Dahdah Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek: "Gerçekten Allah bizden borç mu istiyor?" diye sorar. Rasulullah (s.a.v.): "Evet, ey Ebu'd-Dahdah! der. Ebu'd-Dahdah: "Ya Rasulullah! Bana elini uzatırmısm? der. Sonra onun elini tutarak şöyle der: "Ben, bahçemi Rabbime borç verdim". Bahçesinde altiyüz hurma ağacı vardı. Karısı ve çocukları da orada bulu­nuyordu. Ebuddahdah gelerek eşine: Ey Ümmü Dahdah diye seslenir. Karısı; "Buyur" der. Karısına: "Bahçeden çık. Ben onu Yüce Rabbime borç olarak verdim" der.[44] Bir rivayete göre hanımı, "alışverişin kârlı olsun Ey Ebu'd-Dahdah" der ve aile fertleriyle birlikte oradan çıkar.
3. Bikaî şöyle der: Herhalde İsraîloğullarından bahseden âyetlerin bu kıssa ile bitmesinin sebebi, bu kıssada, Rasulullah (s.a.v.)'m peygamber­liğini gösteren açık bir delilin bulunmuş olmasıdır. Zira İsraîloğullarının seçkin âlimlerinden sadece birkaçı bu kıssayı biliyordu.[45]
253. O Peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa'ya açık mu'cizeler verdik ve onu Ruhu'l-Kudüs ile güçlendirdik. Allah dikseydi, o peygamberlerden sonra gelen milletler, kendilerine açık deliller geldikten son­ra birbirleriyle savaşmazlardı. Fakat onlar ihtilafa düştüler de içlerinden kimi iman etti, kimi de inkâr etti. Allah dileseydi onlar savaşmazlardı, lâkin Allah di­lediğini yapar.
254. Ey iman edenler! Kendisinde artık alış-veriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın. Ger­çekleri inkâr edenler elbette zâlimlerdir. [46]

Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde, İsraîloğullarımn başına Tâlût'un Imesini ve hem hükümdarlık hem de peygamberlik şerefine nail olması toiyle Dâvud (a.s.)'un diğer İsraîloğullarından üstünlüğünü anlattı. Daha sonra Rasullullah (s.a.v.)'m peygamberlerden olduğunu kendisine bildirdi. Lafzın zahirî mânâsı, peygamberlerin eşit olduğunu göstermektedir. İşte bu âyetlerde Yüce Allah, peygamberlerin aynı derecede olmadıklarım, bilakis diğer insanlar arasında olduğu gibi, onlar arasında da üstünlük bakımından farklılık bulunduğunu anlatmaktadır.[47]

Kelimelerin İzahı

Derecât, Yüce ve yüksek mevki mânâsına gelen "derece" kelimesinin çoğuludur.
Beyyinât, mu'cizeler demektir.
Takviye etmek mânâsına gelen te'yid kelimesinden olup, "onu kuvvetlendirdik" demektir.
Kuds, temizlik; Ruhu'1-Kuds ise Cebrâîl (a.s.) demektir. Bu isim daha önce de açıklanmıştır
Hülle, dostluk ve sevgi demektir. Dosta karşı beslenen sevgi, âdeta kişinin azaları arasına girdiği için bu isim verilmiştir. "Dost" mânâ­sına gelen "halîl" de bu kabildendir.
Şefaat, eklemek mânâsına olan kelimesinden alınmıştır. Şefaat, başka birine yardım etmek ve yardımını istemek üzere onunla arka­daş olmaktır. [48]

Âyetlerin Tefsiri

253. Ey Muhammedi Sana haberlerini verdiğimiz bu peygamberler, Allah'ın hak peygamberleridir. Kuşkusuz biz onları yüksek mertebe, mevki ve makam bakımından birbirlerine üstün kılmışızdır. Onlardan öylesi vardır ki, Allah vasıtasız olarak sadece onunla konuşmuştur. Musa (a.s.)'mn durumu böyledir. Bazılarına da yüksek ve yüce mertebeler tahsis etmiştir. Son pey­gamber Hz. Muhammed (s.a.v.)'in durumu böyledir. O, hem dünyada hem de âhirette öncekilerin ve sonrakilerin efendisidir. Peygamberlerin babası Ha­lil İbrahim (a.s.)'in durumu da bunun gibidir. O pey­gamberlerden öylesi de vardır ki, ona Ölüleri diriltme, anadan doğma kör ve alacalıyı iyileştirme ve gayptan haber verme gibi engin mu'cizeler verdik. Onu Cibrîl-i Emin ile kuvvetlendirdik. Bu peygamber, Meryem oğlu İsa'dır. Allah isteseydi bu peygamberlerden sonra gelen ümmetler, peygamberleri kendilerine açık deliller ve engin hüccetler getirdikten sonra onları katlet-mezlerdi. Allah dileseydi onlar çekişmezler, ihtilafa düşmezler ve birbir­leriyle savaş azlardı ve peygamberlerin hak din üzerinde ittifak ettikleri gibi, Allah onları peygamberlere uyma hususunda birleştirirdi,
Fakat Allah bir kısmını, onlardan dindeki ihtilaf­ları ve çeşitli fasit görüş ve mezheplere ayrılmaları sebebiyle doğru yolu bulmalarını dilemedi. Dolayısıyla onların bazıları imanda sebat etti, bazıları ise ayrılıp küfre saptı, Allah dileseydi, insan oğlunu meleklerin tabiatında yaratırdı da, birbirle­riyle çekişmez ve birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat Allah hikmet sahibidir, insanların menfaatine olan şeyleri yapar. Bunların hepsi Allah'ın kaza ve kaderiyle olur. Allah, dilediğini yapandır. [49]
254. Ey mü'minler! Allah'ın size lütfetmiş olduğu maldan O'nun yolunda harcayın. Zekatı verin. Hayır, iyilik ve salih amel işleyerek malınızı har­cayın. O korkunç gün gelmeden bütün bunları yapın. Zira o gün, alış-veriş yapıyormuş gibi hiçbir malı kendiniz için bir fidye olarak veremiyeceksi-niz. Bu azabı sizden savacak bir dost ve günahlarınızın bağışlanması için şefaat edecek bir şefaatçi bulamıyacaksıniz. Ancak, âlemlerin Rabbı olan Allah izin verirse bunlar olur. Kâfirler, zâlimlerin ta kendileridir. Yani o gün Allah'ın huzuruna kâfir olarak çıkandan daha zâlim kimse yoktur. Allah'ı inkâr eden, azaba müstehak olan zâlimin kendisidir. [50]

Edebî Sanatlar

1. Burada uzaklık ifade eden "tilke" işaret isminin kul­lanılması, peygamberlerin mertebelerinin yüksekliğini gösterir.
2. Âyetin bu bölümü, önceki bölümde ifade edilen üstünlüğü açıklar. Edebiyatta buna "taksim" ismi verilir. bölümünde de aynı sanat vardır. ve lafızları arasında da "tıbak" sanatı vardır.
3. Cümlesi iki defa tekrarlandığı için "itnab" vardır.
4. Burada sıfat mevsufa tahsis edilmiştir. Ayrıca mânâ, isim cümlesi ve zamir-i fasılla da tekit edilmiştir. [51]

Faydalı Bilgiler

Atâ b. Dinar'ın şöyle dediği rivayet olunur: "Kâ­firler zâlimlerin kendileridir" buyurup da, "Zâlimler kâfirlerin kendileridir" buyurmayan Allah'a hamd olsun. Atâ bu sözü ile şu­nu demek istemiştir: Eğer bu şekilde demiş olsaydı, her zâlimin kâfir ol­duğuna hükmedilirdi. Allah'ın koruduğu kimseler hariç kimse bundan kurtulamazdı.[52]

Bir Uyarı

Burada küfrün, hakiki mânâsının kastedilmiş olması ihtimali olduğu gibi, mecazî mânâsının kastedilmiş olması da muhtemeldir. İkinci ihtimale göre kâfirden maksat "zekatı vermeyen" dır. Nitekim Zemahşerî de bu görüştedir. O şöyle der: Yüce Allah "Zekatı vermeyenler zâlimlerin kendileridir" demek istemiştir. "Zekatı terkeden" yerine "kâfir" kelimesini tercih etmesi sertlik ve tehdit ifade eder. Nitekim hacc âyetinde de "kim haccetmezse" yerine "kim kâfir olursa" lafzı tercih edilmiştir. Ayrıca "Zekâtını vermeyen müşriklere yazıklar olsun'0ıumealindeki âyette de, zekâtı vermemek kâfirlerin sıfatlarından sayılmıştır. [53]
255. Allah, kendinden başka hiçbir ilâh bulun­mayandır. O, Hayy'dir. Kayyûm'dur. Kendisine ne uy­ku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hep­si O'nundur, İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, dünyada ve âhirette olacakları bilir.O'nun bildirdiklerinin dışında, insanlar O'nun ilmînden hiç­bir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.
256. Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğ­rilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğût'u red­dedip Allah'a inanırsa, sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.
257. Allah, inananların dostudur, onları ka­ranlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da Tâğût'tur, onları aydınlıktan alıp karanlıklara götürür. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar.

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde peygamberlerin birbirlerine olan üstünlüğünü anlattı ve onlardan sonra gelen insanların ihtilafa düştüklerini, din sebebiyle çekişip savaştıklarını açıkladı. Bu âyetlerde ise, peygamber­ler arasındaki üstünlük farklarının onlara tabi olanlar arasında mücadele, düşmanlık ve çekişmeyi gerektirmediğini vurgulamaktadır. Çünkü peygam­berler, her ne kadar fazilet bakımından birbirlerinden farklı iseler de, hepsi aynı daveti yani tevhid davetini yapmışlardır. Onların risaleti bir, dinleri birdir. Sonra dinde zorlama yoktur. Çünkü hakkın ziyası doğmuş, nuru par­lamıştır. [54]

Kelimelerin İzahı

Hayy, kâmil hayat sahibi demektir. Devamlı var olan, yok ol­mayan demektir.
Kayyûm, mahlukâtm işlerini yürüten demektir.
Sine, uykudan önceki gevşeklik ve hafif uyuklama halidir. Şâir şöyle der:
Yaşlı adamı uyku bastırdı. Henüz uykuya dalmadığı halde, hafif hafif uyumaya başladı.
Ona ağır gelir ve onu yorar demektir.
Aliyy, bundan maksat, makamı yüce, şanı büyük, saltanatı kud­retli demektir.
İkrah, kişiyi istemediği birşeyi yapmaya zorlamak demektir.
Tâğût, tuğyan kelimesinden türemiştir. Buna göre tâğût in­sanı azdıran, onu hak ve hidâyet yolundan saptıran herşeydir.
Vüska; sağlam, güvenilir şey mânâsına gelen "ipj\" kelimesi­nin müfennesidir.
Infisâm, kırılmak manasınadır. Ferrâ: "İnfisam ve inkısam aynı mânâda iki kelimedir. Ancak infisâm daha fasihtir" der. Bazıları da: "Fasm, kopmaksızın kırılmak; kasnı ise kırılıp kopmak demektir" der. [55]

Nüzul Sebebi

Ensardan bir adamın iki oğlu vardı. Bunlar Rasulullah (s.a.v.) pey­gamber olarak gönderilmeden önce Hıristiyan olmuşlardı. Daha sonra, zey­tinyağı ticareti yapan bir grupla Medine'ye geldiler. Babaları yakalarına yapışarak: "Müslüman olmadıkça sizi bırakmam" dedi. Bunun üzerine: -Dinde zorlama yoktur. Hak ile bâtıl birbirinden ayrılmıştır" mealindeki âyet nazil oldu.[56]

Âyetlerin Tefsiri

255. Allah, kendinden başka hiçbir ilâh bulun­mayandır. O, Hayy'dır, Kayyûm'dur. Yani Allah (c.c.) birdir, tektir, Samed-tir, kâmil hayat sahibidir. Ölmeyen, devamlı var olandır. Mahlukâtm ih­tiyaçlarını gözeterek, onları koruyarak işlerini bir nizam içersinde yürü­tendir. O'na ne uyku gelir, ne de uyuklama. Nitekim ha­diste şöyle Duyurulmuştur: "Şüphesiz Allah uyumaz. Uyuması da uygun düşmez. O, adalet terazisini alçaltır ve yükseltir.[57] Yerlerde ve göklerde ne varsa hepsi O'nun mülkü ve kuludur. O'nun gücü ve saltanatı altındadır. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? Yani Allah'ın izni olmadan, hiçkimse başka birine şefaat edemez. İbn Kesir der ki: "Bu âyet Allah'ın azamet ve yüce­liğini gösterir. Zira, Mevlâ'nın izni olmadan hiç kimse şefaat edemez.
Allah, hem onların gördükleri dünyayı ve onda var o-lanları bilir, hem de onların önünde olan âhireti bilir. Çünkü O'nun ilmi, kâinatı ve âlemleri kuşatmıştır. İnsanlar, Allah'ın peygamberleri vasıtasıyle kendilerine bildirdiklerinden başka, Al­lah'ın bildiklerinden hiçbir şeyi bilemezler, O'nun Kürsî'si, genişliği ve büyüklüğü sebebiyle gökleri ve yeri içine alır. Yedi kat gökler ve yerler, kürsüye nisbetle çöle atılmış bir halka gibidir. Rivayet edildiğine göre İbn Abbas; den maksat, Allah'ın ilmidir, demiş ve "Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin herşeyi kuşatmıştır[58] mealindeki âyeti delil getirerek, Allah'ın ilminin herşeyi kuşattığını bildirmiştir.[59]
Hasan-ı Basrî: "Kürsî'den maksat Arş'tır" der. İbn Kesir de şöyle der: Doğru olan, Kürsî'nin Arş'tan başka bir şey oluşudur. Arş Kürsî'den daha büyüktür. Nitekim hadisler ve haberler bunu göstermektedir. Gökleri, yerleri ve onlarda bulunanları korumak Allah'a ağır gelmez ve O'nu aciz bırakmaz. O mahlukâtmın üstünde yücedir, azamet ve ululuk sahibidir. "O, çok büyüktür ve yücedir.[60]
256. İslâm dinine girmesi için, hiçkimse zorlanamaz. Şüphesiz hak batıldan, hidâyet sapıklıktan ayrılmış ve açıkça ortaya çıkmıştır. Kim Allah'dan başka, şeytan ve putlar gibi kendilerine iba­det edilen şeyleri inkâr eder ve Allah'a inanırsa, en sağlam, kopmayan ve yok olmayan kulpa yani dine sarılmış olur. Allah, kullarının sözlerini işitir, fiillerini bilir. [61]
257. Allah, mü'minlerin yardımcısı, koruyucusu ve işlerini yürütendir. Onları küfür ve dalâlet ka­ranlıklarından iman ve hidâyet nuruna çıkarır. Kâfirlerin dostları ise şeytanlardır. Onları iman nurundan çıkarıp, şek ve sapıklık karanlıklarına sokar, Onlar cehennem ehlidir. Oradan çıkmayıp ebedî olarak kalacak­lardır. [62]

Edebî Sanatlar

1. Âyete'l-kürsî'de birçok edebî sanat vardır. Bunlar:
a) Hüsnü'1-iftitâh (güzel başlangıç): Çünkü bu âyet Allah Teâlâ'nın en yüce ismiyle başladı.
b) Allah'ın adı isim ve.zamir olarak onsekiz yerde geçer.
c) Sıfatların tekrarı ile meydana gelen itnâb.
d) Fasl sanatı vardır. Çünkü cümleler atıf harfiyle birbirine bağlan­mamıştır.
e) âyetinde tıbâk sanatı vardır. Bahru'l-muhît sahi­bi Ebu Hayyan böyle açıklamıştır.
2. Sağlam bir kulpa sarılmıştır. Burada istiâre-i temsiliyye vardır. Zira İslam dinine sarılan kimse, sağlam bir ipe tutunmuş birine benzetilmiştir. "Kopmayan" kaydında ise "tersin" sanatı vardır.
3. Bu lafızlarda istiâre-i tasrîhiyye vardır. Çünkü küfür karanlıklara, iman ise aydınlığa benzetilmiştir. Telhîsu'l-beyan ya­zan Şerif Râdî şöyle der: Bu, teşbihin en güzellerindendir. Çünkü, küfür, içersinde yürüyenlerin yollarını şaşırıp saptığı karanlık gibidir. İman ise, yoldan çıkanlara yol gösteren, şaşkınları doğru yola ileten nur gibidir. İmanın neticesi, naîm cennetleri ve sevaba erildiği için aydınlıktır. Küfrün neticesi ise, cehennem ve azap olduğu için karanlıktır.[63]

Faydalı Bilgiler

Yüce Allah âyet-i kerimede kelimesini müfred, kelime­sini ise olarak getirmiştir. Çünkü doğru bir tane, sapıklık yolları ise çoktur. [64]

Bir Uyarı

Ayete'l-Kürsî'nin şanı yücedir. Rasulullah (s.a.v.)'tan nakledilen sahih hadiste onun, Allah'ın kitabındaki âyetlerin en faziletlisi olduğu bildirilmistir. Şu hadis-i şerifte de bildirildiği gibi, onda Yüce Allah'ın ism-i a'zamı vardır: "Allah'ın ism-i a'zamı üç yerdedir. Bu isim hürmetine dua edilirse Allah kabul eder. Bu yerler: Bakara suresinde[65] Âl-i İmrân ve Tâhâ sûreleri-dir." Hişam bunları şöyle açıklar: Bakara sûresinde Âl-i İmrân sûresinde[66] Tâhâ sûresinde ise,[67] âyetleridir.[68] İbn Kesir şöyle der: Âyete'l-Kürsî, Zât-ı Bari ile ilgili müstakil on cümle ihtiva eder. Bu âyette, bir olan Yüce Allah'ı tazim ifâdeleri vardır.[69]
258. Allah kendisine mülk verdiği için Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni görmedin mi! İşte o zaman İbrahim "Rabbim hayat veren ve öldü­rendir" demişti.. O, Ben de hayat verir ve öldürürüm demişti. İbrahim, "Allah güneşi doğudan getirmektedir. Haydi sen de onu batıdan getir" dedi. Bunun üzerine kâfir apışıp kaldı. Allah zâlim kimseleri hidâyete erdirmez.
259. Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları çatıları üzerine çökmüş bir kasabaya uğradı, "Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba!" dedi. Bunun üzerine Allah onu öldürüp, yüz sene bıraktı; sonra tekrar diriltti. "Ne kadar kaldın?" dedi. "Birgün yahut daha az" dedi. Allah ona, "Hayır! yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozul­mamıştır. Eşeğine de bak. Seni insanlara ibret kılalım diye bunu yaptık. Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl birbiri üstüne kuruyor, sonrada ona nasıl et giydiriyo­ruz" dedi. Durum açığa çıkınca, "Şimdi iyice biliyorum ki, Allah herşeye kadirdir" dedi.
260. İbrahim Rabbine, "Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster" demişti. Rabbi ona "Yoksa i-nanmadın mı?" dedi. İbrahim "Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için" dedi. Bunun üzerine Al­lah "Öyleyse dört tane kuş yakala; onları yanına al; son­ra her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonrada onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki Allah Azîz'dir, Hakîm'dir" buyurdu.

Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Yüce Allah Önceki âyetlerde kendisine imanı ve mukaddes yüce sıfatlarını zikrederek kendisinin mü'minlerin dostu, tâğûtun da kâfirlerin dostu olduğunu bildirdi. Bu âyetlerde de şu üç kıssayı anlatarak taşkınlığın, inatçı kâfirlerin ruhlarında ve Allah'ın birliğine karşı verdikleri mücade­ledeki tahakkümüne örnekler vermektedir. Kıssalardan birincisi, hikmet sa­hibi yaratıcının, ikinci ve üçüncüsü ise, haşrin ve öldükten sonra dirilmenin isbatı hakkındadır. [70]

Kelimelerin İzahı

Muhacce, birbirlerine üstün gelmeye çalışmak demektir. Bir kimse hasmı ile mücadele ettiği zaman karşılıklı delil getirdi demektir.
Sesi kesildi ve şaşkın bir şekilde apışıp kaldı. Şâir şöyle der:
Onu'ansızın gördüğüm zaman, neredeyse cevap veremiyecek şekilde apışıp kalırım.
Hâviye, yıkılan demekti.
Urûş, evin tavam mânâsına gelen "arş" kelimesinin çoğuludur. Gölgelenmek veya gizlenmek için hazırlanan herşeye arîş denir.
Değişmez, bozulmaz demektir. Hurma ağacı yaşlanıp da, yıllar onu değiştirdiğinde denir. Bu kelime ondan alınmıştır.
Onları birbiri üstüne dizeriz demektir. Bu kelime, kaldırmak mânâsına gelen nişaz mastarından türetilmiştir. Yeryüzünün yüksek kısım­larına "rieşez" denir. Kadının kocasına isyan edip başkaldırması mânâsına gelen "nüşûz" da bu köktendir.
Onları yanına al, sonra kes demektir. Bir kimse bir şeyi kes­tiğinde denir. [71]

Âyetlerin Tefsiri

258. Allah kendisine hü­kümdarlık verdiği için şımarıp da, O'nun varlığını inkâr eden, iyilik ve ihsa­na nankörlük ve taşkınlıkla karşılık vererek Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya giren, onun varlığı ve kudreti hakkında mücadele eden inatçı Kenan oğlu Nemrud'un durumunu bilmiyor musun? Bu âyet, bu kâfirin duru­munu işitenleri hayrete düşürmektedir. İbrahim Allah'ın varlığına delil getirerek "Benim Rabbim, bedenlerde hayatı ve ölümü yaratandır. O tekdir, âlemlerin Rabbidir" dediği zaman, azgın: "Ben de diriltir ve öldürürüm" dedi. Rivayete gö­re, idamına hükmedilmiş iki adam getirtti, birisinin öldürülmesini, diğerinin serbest bırakılmasını emretti ve: "İşte ben de onu öldürdüm, buna da hayat verdim" dedi. Hz. İbrahim (a.s.) Nemrud'un bu aptallığım ve bu de­lil hakkında mücadeleye devam edeceğini anlayınca, onu daha iyi sustura­cak başka bir delile başvurdu. İbrahim dedi ki: Madem ki sen ilâhlık iddia ediyor ve âlemlerin Rabbinin yaptığı gibi, öldürüp diriltebileceğini söylüyorsun, işte güneş, o Allah'ın emri ve kudretiyle her gün doğudan doğuyor. Sen onu gücün ve kud­retinle bir defa olsun batıdan doğdur. Bu kesin delil karşısında o kâfirin dili tutuldu ve dehşet içersinde, cevap veremiyerek apışıp kaldı Allah mücadele ve delil getirme makamında hüccet ve delil getirmeleri için zâlimlere ilham vermez. Müttekî dostlarına ise il­ham eder. [72]
259. Bu, ikinci kıssa olup, Allah onu, hidâyetini murat ettiği kimseler için bir darb-ı mesel olarak getir­miştir. "Yahut evlerinin duvarları tavanları üzerine çökerek alt üst olmuş bir kasabaya uğrayan kimsenin halini bilmiyor musun? Burası, Buhtunnasr'ın yıkmış olduğu Beyt-i Makdis kasabasıdır. O salih adam şöyle dedi: Bu şehir, harap olup yıkıldıktan sonra, acaba Allah burayı nasıl diriltecek? Bu adam meşhur görüşe göre Uzeyr (a.s.) idi. O, bu sözleri, Allah'ın kudretini ve yıkılıp harap olmuş bu şehrin durumu karşısındaki şaşkınlığını ifâde etmek için söylemişti. Kendisi bu şehirden geçerken eşeğine binmişti. Allah bu soruyu soran zâtı öldürdü ve yüz sene ölü olarak kaldı. Sonra Allah kudretinin kemalini göstermek için onu diriltti, Rabbi melek vasıtasıyla ona: "Bu durumda ne kadar kaldın" diye sordu. O da: "Birgün" diye cevap verdi. Sonra çevresine baktı. Güneşin batmadığını görünce: Veya bir günden de az kaldım" dedi. Rabbi ona şöyle hitap etti:
"Bilakis ölü olarak tam yüz sene kaldın." Eğer şüphe ediyorsan, yiyeceğine ve içeceğine bak. Uzun zaman geçmesine rağmen bozulmamış. Onun yanında üzüm, incir, ve meyve suyu vardı. Dirüdiğinde onları bıraktığı gibi, bozulmamış olarak buldu. Eşeğine de bak. Onun kemikleri nasıl çürüyüp dağılmış ve çürümüş bir heykel haline gelmiş. Biz bunu, sen Allah'ın kudretini anlayasın ve seni, kudretimizin kemalini gösteren açık bir mucize kılalım diye yaptık. Eşeğinin çürümüş kemik­lerini düşün de, gözlerinin Önünde onları nasıl birbiri üstüne dizeceğimizi ve sonra da kudretimizle onlara nasıl et giydireceğimizi gör. Uzeyr (a.s.) bu açık delilleri görünce: "Yakinen bildim ve gördüm ki, Allah herşeye kadirdir" dedi. [73]
260. Bu, üçüncü kıssadır. Bun­da, yok olduktan sonra tekrar diriltmeye delalet eden gözle görülür deliller vardır. Âyetin mânâsı şöyledir: İbrahim'in, Rabbinden, ölüleri nasıl diril­teceğini kendisine göstermesini istediği zamanı hatırla. Hz.İbrahim Allah'ın kudretine kesin olarak inanmakla birlikte, nasıl olduğunu öğrenmek için böyle bir istekte bulundu. O, vicdanen kesin olarak inandığı bir şeyi gözle görerek öğrenmek istiyordu. Bunun üzerine Rabbi ona; Diriltmeye gücümün yettiğine inanmadın mı? Dedi.
Hz.İbrahim: "Evet inandım, fakat bunu görerek basiretimin artmasını ve kalbimin sükuna ermesini istedim, Yüce Allah: "Öyleyse yanına dört tane kuş al, sonra onları kesip parçala ve tek bir yığın haline gelinceye kadar onları birbirine iyice kanştır. Sonra onları parçalara ayırıp her dağın başına bir parça koy. Sonra da onları çağır, sana koşarak gelirler. Mücahid şöyle der: Bu kuşlar tavus, karga, güvercin ve horozdur. İbrahim (a.s.) onları kesti sonra söylenenleri yaptı ve onları çağırdı. Onlar koşarak geldiler. Bil ki Allah herşeye kadirdir, istediğini yapmaktan aciz değildir. Yaptığında ve ettiğinde hikmet sahibidir. Tefsirciler şöyle der:
Hz.İbrahim onları kesti, parçaladı, tüyleri kanları ve etlerini birbirine ka­rıştırdı. Sonra başlarını elinde tutarak vücutlarını parça parça dağların başına koydu. Sonra da Yüce Allah'ın emrettiği gibi onları çağırdı. Gözleri önünde tüylerin, etlerin ve kanların birbirlerine doğru uçarak bir araya gelip eskisi gibi kuş olduklarını gördü. Sonra bu kuşlar, Hz.İbrahim (a.s.)'in iste­diğini daha iyi bir şekilde görebilmesi için hızla yürüyerek ona geldiler. Bunu İbn-i Kesir anlatmıştır. [74]

Edebî Sanatlar

1. Buradaki görme, kalbî görmedir. Soru dinleyicileri hayrete düşürmek içindir.
2. Bu muzâri fiiller yenilenme ve devamlılık ifâde eder. şeklindeki ifâde, öldürme ve diriltmenin sadece Allah'a mahsus olduğunu bildirir. Çünkü mübteda ve haberin her ikisi marife (be­lirli) olarak gelmiştir. Mânâsı şudur: Öldüren ve dirilten, sadece bir olan Yüce Allah'tır. kelimeleri arasında, edebî güzelliklerden olan tıbâk sanatı vardır. kelimeleri arasında da aynı sanat vardır.
3. Bu yüce ifâde, onun inkâr etmiş olmasının şaşkınlığın asıl sebebi olduğunu gösterir. denilseydi, bu ince mânâ ifâde e-dilmiş olmazdı.
4. "Ölümünden sonra Allah bu kasabayı nasıl diriltecek?" Kasabanın ölmesinden maksat, orda oturanların ölmesidir. Bu, yeri söyleyip orada bulunanları kasdetme kabilinden olup mecâz-ı mürseldir.
5. "Sonra o kemiklere et giydiririz"? Elbisenin, bedeni örttüğü gibi onları etle örteriz. Ebu Hayyan şöyle der: Hakiki elbise bede­nin dışındaki elbisedir. Yüce Allah burada, yaratıp kemikleri örttüğü et ye­rine, müstear olarak elbiseyi zikretmiştir. Bu, son derece güzel bir istiaredir.[75]

Faydalı Bilgiler

1. Mücahid şöyle der: Dünyanın doğularına ve batılarına dört kişi ha­kim olmuştur. Bunlardan ikisi mü'min, ikisi kâfirdir, mü'minler Dâvud oğlu Süleyman ile Zülkarneyn'dir. kâfirler ise, Nemrud ile Beyt-i Makdis'i harap eden Buhtunnasr'dır.[76]
2. Hz.İbrahim, azgın Nemrud'un hayat ve ölümün mânâsını bilmezlik­ten geldiğini ve verdiği cevabın mantıksız olduğu, kimseye gizli kalmaya­cak şekilde açık olmasına rağmen, cahil halkın gözünü boyama yoluna girdiğini görünce, mugalata yapılamayacak ve azgın Nemrud'un kibir ve mücadele ile kolay kolay altından kalkamayacağı başka bir delile başvur­du. Ve şöyle dedi: "Allah güneşi doğudan getiriyor, sen onu batıdan getir" böylece Hz.İbrahim onun boynunu büktü, aczini gösterdi ve dilini kesti.
3. Hz .İbrahim'in "ölüleri nasıl diriltirsin" diye sorması, Allah'ın kud­reti hakkında şüphesinden değil, diriltme olayının nasıl cereyan ettiğini öğ­renme merakındandır. "Nasıl" mânâsına gelennin kullanılmış olması da bunu göstermektedir. Keyfe, durumu sormak için kullanılan bir edattır. Peygamberimiz (s.a.v.)"in şu sözü de bu mânâyı pekiştirir. "Biz şüpheye, İbrahim'den daha yakınız[77] Yani biz şüphe etmiyorsak, İbrahim'in şüphe etmemesi daha evladır. [78]
261. Allah yolunda mallarını harcayanların ör­neği, yedi başak bitiren bir tane gibidir ki, her başakta yüz tane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah'ın lütfü geniştir, O herşeyi bilir.
262. Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasın­dan başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kim­seler var ya, onların Allah katında mükafaatları vardır. Onlar için korku yoktur, üzüntü de çekmeyeceklerdir.
263. Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, aceleci değildir.
264. Ey iman edenler! Allah'a ve âhiret gününe i-nanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağnak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak kaya ha­line getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbirisi­ne sahip olamazlar. Allah, kâfirleri doğru yola iletmez.
265. AHahın rızasını kazanmak ve ruhlarındaki cömertliği kuvvetlendirmek için mallarını hayra sarfe-denlerin durumu, bir tepede kurulmuş güzel bir bahçe­ye benzer ki üzerine bol yağmur yağmış da iki kat ürün vermiştir. Bol yağmur yağmasa bile, bir çisinti düşer. Allah, yaptıklarınızı görmektedir.
266. Sizden biriniz arzu eder mi ki, hurma ve üzüm ağaçlarıyla dolu, arasından sular akan ve kendisi için orada her çeşit meyveden bulunan bir bahçesi ol­sun da, bakıma muhtaç çoluk çocuğu varken kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, bahçeye de içinde ateş bulunan bir kasırga isabet ederek yakıp kül etsin! İşte düşünüp anlayasınız diye Allah size âyetleri açıklar.
267. Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerin­den ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan hayra har­cayın. Size verilse gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah zengindir, övgüye layıktır.
268. Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimri­liği telkin eder. Allah size katından bir mağfiret ve bir lütuf vadeder. Allah, herşeyi ihata eden ve herşeyi bi­lendir.
269. Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.

Bu Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde insanların, Allah'ın dostları mü'minler ve tâğût'un dostları kâfirler olmak üzere ikiye ayrıldığını açıkladı. Sonra da iman ve azgınlıktan herbirine örnekler verdi. Bu âyetlerde ise, Allah yolun­da, Özellikle Allah'ın düşmanlarına karşı cihad hususunda harcamaya teşvik sebeplerim zikretmektedir. Çünkü hak yolunda cihad etmenin üç merhalesi vardır: Birincisi delillerle ikna etmek, ikincisi nefs ile cihad, üçüncüsü de mal ile cihaddır. Birinci ve ikinci merhaleler daha önce zikre-dildiği için burada mal ile cihad açıklanmaktadır. [79]

Kelimelerin İzahı

Menn, bir kimsenin başkasına yaptığı iyilikleri sayıp dökmesi ve kendisini üstün görerek kibirle, verdiği nimeti ona hatırlatmasıdır. Şâir şöyle der:
Yaptığın iyiliği, başa kakarak ifsat ettin. Cömert, iyilik ettiğinde başa kakmaz.
İnsanlara gösteriş için. Yani harcamasıyla Allah'ın rızasını değil, insanların övgüsünü kazanmak ister. Bu kelime görmek mânâsına ge­len rü'yet kökündendir. Buna göre riya, insanların kendisini övmesi ve ona hürmet etmesi için, yaptıklarını onlara göstermektir.
Safvan, büyük düz taş demektir. Ahfeş şöyle der: Bu kelime çoğuldur. Müfredi Safvane'dir. Bir görüşe göre bu, hacer kelimesi gibi cins isimdir.
Vâbil, şiddetli yağmur demektir.
Sald, düz taştır. Birşey bitirmeyen herşeye "sald" denir. "Düz alın" mânâsına olan olda bu köktendir.
Rabve, yüksek yer demektir. Yüksek yere rabve ve rabiye deni-
Birşey artıp yükseldiği zaman denir.
Tali, küçük taneli hafif yağmur, çişe demektir. Mücahid'in de içlerinde bulunduğu bir grup ilim adamı da, tali kelimesinin "çiğ" mânâ­sına geldiğini söylemişlerdir.
İsâr, yerden esip, direk gibi göğe doğru yükselen şiddetli
rüzgar demektir. Buna da denir. "Kalkışmayın, niyetlenmeyin" demektir.
Gözünüzü yumarsınız. Bir kimse bir hususta kolaylık gösterdiğinde "Adam göz yumdu" denir. Hoşa gitmeyen bir şey için göz yummaya da denir. Bu, ona benzer. [80]

Nüzul Sebebi

Ayeti, Tebük gazasında Osman b, Affan ve Abdurrahman b. Avf hakkında nazil olmuştur. Zira Hz.Osman (r.a.) bu gaza için palan ve palaslarıyla birlikte bin deve hazırlamış ve Ra-sulullah (s.a.v.)' a bin dinar vermiştir. Rasulullah (s.a.v.) o paraları karıştırarak: "Osman'ın bu günden sonra yapacakları ona zarar vermez" di­yordu. Abdurrahman b. Avf ise, 4000 (dörtbin) dirhem getirerek şöyle dedi: Ya Rasulallah! Sekizbin dirhem param vardı. Dörtbinini kendime ve aile efradıma ayırdım, dört binini de Rabbime borç veriyorum. Rasulullah (s.a.v.): Ayırdığını da, verdiğini de Allah sana mübarek kılsın" buyurdu. İşte bu olay üzerine, bu âyet nazil oldu.[81]

Âyetlerin Tefsiri

261. Allah yo­lunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir tane gibidir. İbn Kesir şöyle der: Bu âyet, Allah yolunda onun rızasını kazanmak maksadıyle malını harcayan kimsenin sevabının kat kat alacağı, bir iyiliğe en az on misli olmak üzere 700'e kadar karşılık verileceğine dair, Allah'ın getirdiği bir darb-ı meseldir. Yani onların harcadıkları mal, ekilen bir tohum tanesi gibidir ki, ondan yedi başak sürmüştür. Bu başakların her biri, yüzer tane ihtiva etmektedir. Böylece bir taneden yediyüz tane meyda­na gelmiş olur. Bu, ihlasla sadaka veren kimsenin mükafatının kat kat ola­cağına dair bir temsildir. Bunun içindir ki Yüce Allah *Uo buyurmuştur. Yani Allah, ihlas ile ve kendi rızasını kazanmak maksadıyla malını harcıyan kimsenin samimiyetine göre, dilediğine kat kat mükafal verir.: Allah'ın lutfu boldur, harcıyanın niyetini bilir. [82]
262. Mallarım Allah yolunda harcıyarak onun rızasından başka bir şey gözetmeyenler sonrada da yaptıkları hayır ve verdikleri sadakayı "sana iyilik ettim senin ya­ranı sardım", diyerek iyilikte bulundukları kimselerin başına kakmayan ve başkalarına söylemekle ona eziyet etmeyenler var ya! İtaatlarmdan dolayı, Allah katında onların sevabı vardır. Kıyamet gününde onlara bir korku gelmez ve onlar elde edemedik­leri dünya nimetleri için üzülmezler. [83]
263. Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir. Yani, dilenciye güzel söz söylemek ve ısrarını bağışlamak, ona sadaka verip de sonra eziyet etmek veya dilencilik etti diye onu ayıplamaktan, Allah katında daha hayırlı ve daha sevaptır. Allah zengindir, mahlukata muhtaç değildir. Halîm'dir, emrine muhalefet edeni cezalandırma hususunda acele etmez. Bundan sonra Yüce Allah, sadakayı iptal eden ve sevabını yok eden dav­ranışları bildirerek şöyle buyurur. [84]
264. Ey mü'minler! Sevap alma veya azabtan kurtulmayı düşünmeksizin Allah'a ve âhiret gününe inanmadan gösteriş için malını harcıyarak infakının sevabını iptal eden riyakâr gibi; başa kakarak ve inci­terek , yaptığınız hayırların sevabını boşa çıkarmayınız. Malını bu şekilde harcayan riyakarın durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz taşa benzer ki onu gören, münbit güzel bir tarla zanneder. Ancak ona sağnak bir yağmur isabet ettiğinde, üzerindeki top­rağı silip götürür de, o, üzerinde hiçbir toz toprak kalmamış düz kaya haline gelir. İşte münafık da böyledir. Kendisinin salih amelleri olduğunu zanne­der, fakat kıyamet günü geldiğinde bunlar yok olur gider. Yaptıkları için âhirette bir sevap alamazlar ve ondan bir fayda bula­mazlar. Allah, kâfirler topluluğunu hayır yoluna ve doğru yola iletmez.
Sonra Yüce Allah, malını Allah rızası için harcayan mü'minler hakkında başka bir darb-ı mesel getirerek şöyle buyurur: [85]
265. Allah'ın rızasını kazanmak, O'na ulaşacağına inanmak, sevabını beklemek ve tabi-atlarındaki cömertliği kuvvetlendirmek için mallarım hayır yollarına har­cayanların durumu, Yüksek arazide bulunan, ağaçlan bol bahçenin durumu gibidir ki, ona bol yağmur isabet eder de diğer yerlerin meyvesinin iki katı kadar olgun meyve verir. Ağaçlarının güzelliği ve meyvelerinin temizliği sebebiyle yüksek yer mânâsına gelen "Rabve" ile misal verilmiştir. Oraya bol yağmur yağmasa bile, hafif bir yağmur veya bir çisinti yeter. Çünkü orası toprağı bereketli, havası güzel, münbit bir yerdir. Her halükârda meyve verir. Allah, yaptıklarınızı görmektedir. Kulların amellerinden hiçbir şey ona gizli kalmaz. [86]
266. Sizden biriniz arzu eder mi ki, hurma, üzüm ve benzeri birçok meyve ağaçlarıyla dolu, aralarından sular akan zengin bir bahçesi olsun, orada her türlü meyve ve her çeşitten iç açıcı bitkiler yetiştirsin de bu durumda kendisi mal kazanamayacak derecede ihtiyar­lasın ve gelir getiremeyecek kadar küçük çocukları bulunsun, sonra da o bahçeye içinde ateş bulunan bir kasırga gelip in­sanların ençok ihtiyaç duydukları meyve ve ağaçlan yakıversin?! Hiç kim­se bunu istemez İşte Yüce Allah, mesele­leri bu sağlam ve güzel darb-ı meselde açık bir şekilde beyan ettiği gibi, Kitab-ı Hakim'indeki âyetlerini açıklar ki âyetleri, Öğütleri ve ibretli şeyleri düşünüp tefekkür edesiniz de ibret alasınız. [87]
267. Ey iman edenler! Kazandığınız malların temiz ve helal olanından ve yeryü­zünden sizin için çıkardığımız hububat ve meyvelerin temizlerinden hayra harcayın. malın kötü ve değersiz olanını sadaka vermeye kalkışmayın. Halbuki o şey size ve­rilse, göz yummadıkça ve hoşgörü ile davranmadıkça kabul etmezsiniz. O halde böyle bir maldan Allah hakkım nasıl ödersiniz! Biliniz ki Allah zengindir, sizin sadakalarınıza ihtiyacı yoktur. O öğülmüştür. İhsanda bulunanlara en güzel bir şekilde karşılığını verecektir. Sonra Yüce Allah şeytanın vesvesesinden sakındırarak şöyle buyurur: [88]
268. Şeytan, sadaka verdiğiniz tak­dirde fakir düşersiniz diye sizi korkutur, sizi cimriliğe ve zekat vermemeye teşvik eder. Allah ise, uğrunda yaptığınız harca­maya karşılık günahlarınızı bağışlamayı ve harcadığınızın yerine ondan daha fazlasını vermeyi va'd eder Allah'ın fazlı ve ikramı, çoktur, övgüye lâyık olanı bilir. [89]
269. O, iyi iş yapmaya sevk edecek faydalı ilmi kullarından dilediğine verir, Kime hikmet verilirse, ona, sahibini ebedî saadete götürecek pek çok hayır verilmiştir. Kur'an'ın darb-ı mesellerini ve hikmetlerini ancak nef­sin arzularından kurtulmuş, nurlu hakıl sahipleri anlar ve öğüt alır. [90]

Edebî Sanatlar

1. Bir tane gibi.... Yüce Allah kendi uğrunda verilen sadakayı toprağa ekilmiş ve mevlânın bereketi ile 700 tane haline gelmiş bir tohuma benzetti. Teşbih edadı zikredilip vechi şebeh hazf edildiği için burada mürsel ve mücmel teşbih vardır. Ebu Hayyan şöyle der: Bu temsil, kat kat verme olayım bir tasvirdir. Sanki kişinin gözleri Önünde şekillenmiş du­rumdadır.[91]
2. Yedi başak bitirdi. Burada bitirme fiilinin taneye is­nadı mecazdır. Buna mecâz-ı aklî denir. Çünkü gerçekte bitiren Allahtır.
3. Bunlar genel mânâ ifâde etmesi için husustan sonra umu­mun zikri kabilindendir. Çünkü eziyet minneti de içine almaktadır.
4. Üzerinde toprak bulunan düz taş gibi.....Burada
temsilî teşbih denilen bir teşbih vardır. Çünkü vech-i şebeh birkaç tanedir. Yüksek yerdeki bir bahçe gibi.... terkibinde de yine temsili teşbih vardır.
5. Bu âyette müşebbeh ile teşbih edatı zikre-dilniemiştir. Edebiyatçılar bu tür sanata "İstiare-i temsilîyye," derler. İstiâre-i temsilîyye, bir durumun başka bir duruma benzetilmesidir. Bu benzetmede müşebbehun bihin dışında teşbihin diğer unsurları zikredilmez. Ancak benzetme yapıldığım gösteren karineler bulunur. Âyetteki hemze, istifham için olup uzaklık ve olumsuzluk ifâde eder. "Hiç kimse bunu iste­mez" demektir.
6. Göz yummadıkça..... Bunun burada ki mânâsı, hakkınızdan vazgeçip hoş görüyle davranmadıkça şeklindedir. Çünkü in­san, hoşuna gitmeyen bir şeyi gördüğü zaman onu görmemek için gözlerini yumar. Bu sözde de mecâz-ı mürsel vaya istiare vardır.[92]

Faydalı Bilgiler

1. Zemahşerî şöyle der : "Menn" kişinin iyilik ettiği kimseye yaptığı iyilikleri sayıp dökmesidir. "Nevâbiğu'l-kelim" adındaki kitabında şöyle der: "Dilenciye verip te sonra başına kakan kimse ile kendisine cömert davranana cimrilik yapan kimse iki kardeş gibidir." "İhsanlar, kudret hel­vasından daha tatlıdır. Halbuki minnetle verilen nimet zakkumdan daha acıdır.[93]
Şâir şöyle der:
Eğer bir kişi bana bir iyilik yapar da onu bir defa bile olsa hatırlatırsa o mutlaka alçaktır.
2. Yağmurun ilk gelenine "serpinti" bunu takip edene "çisinti" bundan sonra gelene "hafif yağmur" bunun ardından gelene "sulu yağmur" bundan sonrakine "yoğun yağmur", Bundan sonra gelene de "şiddetli yağmur" denir. "şiddetli, bol yağmur" demektir.
3. Bir gün Hz. Ömer, Pygamber (s.a.v.)'in ashabına âyetinin, kimin hakkında nazil olduğunu biliyor musunuz? diye sordu. Onlar. "Allah daha iyi bilir" diye cevap verdiler. Hz. Ömer buna kızarak, "biliyoruz veya bilmiyoruz" deyin, dedi. Bunun üzerine İbn Abbas "Ey mü'minlerin emiri; Bu hususta benim bir bilgim var" dedi. Hz. Ömer, "Ey kardeşimin oğlu söyle kendini küçük görme!" dedi. İbn Abbas, "Sen zengin bir kimsenin ameliyle ilgili darb-ı mesel getirdin. Zengin, Allah'a itaatle amel eder, sonra şeytan ona adamlarını gönderir bu sefer isyan etmeye başlar, nihayet, bütün iyi amellerini yok eder.[94]
4. Hasan Basrî şöyle der: Vallahi bu darb-ı meseli anlayan azdır: Yaşlı bir ihtiyar, bedeni zayıflamış, körpe çocukları çok, bahçesine en çok muhtaç olduğu bir anda içinde ateş bulunan bir kasırga geliyor ve bahçeyi yakıyor. Vallahi siz Öldüğünüzde dünyadaki amelinize daha çok ihtiyaç duyacaksınız. [95]
270. Yaptığınız her harcamayı ve adadığınız her adağı muhakkak Allah bilir. Zâlimler için hiç yardımcı yoktur.
271. Eğer sadakaları açıktan verirseniz ne alâ! Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır. Allah da bu sebeple sizin günahlarınızı örter. Allah, yapmakta olduklarınızı bilir.
272. Onları doğru yola iletmek sana ait değildir. Lâkin Allah dilediğini doğru yola iletir. Hayır olarak harcadıklarınız kendi iyiliğiniz içindir. Yapacağınız hayırları ancak Allah'ın rızasını kazanmak için yapmalısınız. Hayır olarak verdiğiniz ne varsa, karşılığı size tam olarak verilir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.
273. Sadakayı kendilerim Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirlere verin. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar ısrar ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.
274. Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık hayra sarfedenler var ya, onların mükâfatları Allah katmda-dir. Onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Bu mübarek âyetler hayır ve iyilik yolunda mal harcamaktan bahset­meye devam ediyor. Hayır yollarının en üstünü Allah yolunda cihad etmek ve onun adını yüceltmek (i'lâ-i kelimetullah) için mal harcamaktır. Bu âyetler aynı zamanda sadakaların gizli verilmesini teşvik etmektedir. Çünkü gizli vermek gösterişten daha uzaktır. Bu âyetlerin Öncekilerle münasebeti açıktır. [96]

Kelimelerin İzahı

Bu kelimenin asılı dır. Mimler birbirine idgam edildi, oldu. Zeccâc "Bu kelime O ne güzel şeydir" manasınadır, der.
Hasr, haps demektir. Yani kendilerini cihada hasr edenler... Hasrın mânâsı daha önce açıklandı.
Teaffüf, iffet kökündendir. Bir kimse bir şeyi istemekten çekinip uzak durduğu zaman denir. Âyetteki teaffuftan maksat, istemeye tenezzül etmeyip iffetini korumaktır.
Sîmâ, bir şeyin tanınmasına sebep olan alâmet demektir. Bu kelime vezninde şeklinde de telaffuz edilir. Bunun aslı alâmet mânâsına gelendir. "Yüzlerinde secdelerin izinden alâmet vardır.[97] mealindeki bu âyettede bu mânâda kullanılmıştır.
İlhaf İstemede ısrar etmek demektir. Bir kimse inat ve ısrarla bir şey istediğinde denir. [98]

Nuzûl Sebebi

Said b. Cübeyr'den şöyle rivayet edilmiştir. Müslümanlar, müslüman olmayan zimmîlerin fakirlerine sadaka veriyorlardı. Müslümanların fakir­leri çoğalınca Rasulullah (s.a.v.) "Kendi dindaşlarınızdan başkasına sadaka
vermeyin" buyurdu. Bunun üzerine onlan doğru yola iletmek senin vazifen değildir" âyeti nazil oldu. Bu âyet, müslüman olmayanlara da sadaka vermeyi mubah kıldı.[99]

Âyetlerin Tefsiri

270. Ey mü'minler! Yaptığınız her türlü mali harcamaları ve Allah yolunda adadığınız adağı şüphesiz, o bilir ve size karşılığını verir. Zâlimler için hiçbir yardımcı yoktur. Yani zekatı vermeyen veya malı Allah'a isyanda sarf eden kimse için bir yardımcı veya onu Allah'ın azabından koruyacak bir koruyucu yok­tur. [100]
271. Eğer zekat ve sadakaları açıktan verirse­niz, şüphesiz bu yapacağınız güzel bir şeydir, Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz, bu sizin için daha sevaptır. Çünkü bu gösterişten daha uzaktır. Allah, güzel amel­lerinize karşılık günahlarınızı silecektir, Allah yapmakta olduğunuz amellerinizden haberdardır, sizin gizli şeylerinizi de bilir. Âyet­te gizliliğe teşvik vardır. [101]
272. Ey Muhammed! Onları doğ­ru yola iletmek senin görevin değildir. Doğru yola gelmeyenin günahından sen sorumlu değilsin, sen sadece onlara bildirmekle görevlisin. Allah kul­larından dilediğini İslâm'a iletir. Maldan neyi har­carsanız kendiniz içindir, başkası ondan faydalanmaz. Çünkü onun sevabı size aittir. Yapacağınız harcamayı dünyevi bir mak­satla değil, sadece Allah rızası için yapınız. Bu cümle haber cümlesi olup nehiy manasınadır. Allah rızasından başka bir şey gözetmeyiniz demektir. Hayır kasdıyle verdiğiniz ne varsa onun ecrini ve sevabını kat kat alacaksınız, sevabınızdan hiçbir şey eksil­tilmez. [102]
273. Yapacağınız hayırları kendilerini Al­lah yolunda cihad ve savaşa adayan fakirlere yapın, Onlar cihad ettikleri için ticaret ve kazanç maksadıyle yeryüzünde do­laşmaya imkân bulamazlar. iffetli dav­randıkları için hallerini bilmeyenler onları zengin sanarlar. Sen onların halini tevazu alâmetleri ve meşakkat izlerin­den tanırsın. Bununla beraber onlar insanlardan asla bir şey istemez ve ısrarda bulunmazlar. Bir görüşe göre âyetin mânâsı: Onlar isterlerse neza­ketle isterler, ısrar etmezler, şeklindedir.
Hayır yolunda ne harcarsanız şüphesiz Allah onu bilir ve size en güzel şekilde karşılığını verir. [103]
274. Allah yolunda, onun rı­zasını kazanmak için gece, gündüz bütün vakitlerde ve gizli, açık bütün hallerde mallarını harcayanlar var ya, İşte onlar için Rableri katında, hayra harcadıklarının sevabı vardır. Kıyamet gününde onlar için bir korku yoktur ve onlar dünyada elde edeme­diklerine üzülmezler de. [104]

Edebî Sanatlar

1. Cümlesinde ile arasında iştikak cması var­dır, ile arasında da aynı sanat vardır.
2. Bu âyetteki ve kelimeleri arasında tıbâk-ı lafzı vardır. ve kelimeleri ile ve kelimeleri arasında da aynı sanat vardır. Bu da güzel sanatlardandır.
3. Size eksik ödenmez. Bu cümlede itnâb sanatı vardır. Çünkü bu cümle eksiksiz tam olarak size ulaşır mânâsına gelen cümlesinden sonra gelmiştir. [105]

Faydalı Bilgiler

Bilgelerden biri şöyle der: İyilik yaparsan onu gizle, sana iyilik yapılırsa onu yay. Şâir şöyle der:
Mânâsı: O, yaptığı iyiiikleri gizler, halbuki Allah, onları açığa çıkarır. Güzel olanı gizi esen de o yine meydana çıkar. [106]
275. Faiz yiyenler, şeytan çarpmış kimselerin cin­net nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların "alışveriş de tıpkı faiz gibidir" demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah'a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse, işte on­lar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar.
276. Allah faizli malın bereketini tüketir. Sadakalan ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiçkimseyi sevmez.
277. îman edip iyi şeyler yapan, namaz kılan ve ze­kat verenler varya, onların mükâfatları Rableri katın-dandir. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmez­ler.
278. Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız, halen mevcut faiz alacak­larınızı terkedin.
279. Şayet yapmazsanız, Allah ve Resulü tara­fından açılan savaştan haberiniz olsun. Eğer tevbe edip vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir; ne haksızlık etmiş, ne de haksızlığa uğramış olursunuz.
280. Eğer (borçlu) darlık içinde ise, eli genişle-yinceye kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer anlar­sanız, bunu sadaka saymak sizin için daha hayırlıdır.
281. Allah'a döndürüleceğiniz, sonrada her şahsa hak ettiği eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı bir günden sakının.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah bundan önceki âyetlerde temiz kazançlardan harcama yapılmasını emrederek sadaka vermeye ve Allah yolunda harcamaya teşvik etti. Bu âyetlerde ise onun tam zıddı olan, sevilmeyen, kirli kazanç faizi anlatmaktadır. Faiz cimrilik, çirkeflik ve pislikten başka bir şey değildir. Sadaka ise, bir ihsan, bir lütuf ve temizliktir. Temiz kazanç ile kirli kazanç arasındaki fark açıkça ortaya çıksın diye, iyi bir amel olan Allah yolunda harcama işinin hemen peşinden faizi anlattı. Nitekim: "Eşya zıddıyle bi­linir" denir. [107]

Kelimelerin İzahı

Ribâ'nm lügat mânâsı artmaktır. Bir şey arttığı zaman denilir. Tepe ve fazlalık mânâlarına gelen ve kelimeleri de bu köktendir. Ribâ'nm İstılahı mânâsı: Alacaklının, aradan geçen süre karşılığı olarak borçludan, verdiği malın dışında aldığı fazlalıktır.
Tehabbut, devenin tırnakları üzerine yürümesi gibi, düzgün ol­mayan bir şekilde yürümek demektir. Sağa sola sapıp yolunu bulamayan kimseye "Kör devenin yürüyüşü gibi yürüdü, çıkmaza girdi" denir. Birisine bir delilik veya cinnet isabet ettiği zaman, Mess, delilik demektir. Bu kelimenin asıl mânâsı, "el ile do­kunmak" tır. Sanki şeytan insana dokunuyor da, ondan delilik hasıl oluyor.
Selefe; geçti, sona erdi demektir. Geçmiş zamana denilmesi bundandır.
Mahk, bir şeyi peyderpey eksiltmek demektir. Ayın dolunay ge­celerinden sonra, şeklinde ve ışığında görülen noksanlığa denilmesi de bundandır. Allah bir şeyin bereketini giderip de o şeyin bereketi kalmadığı zaman, denilir.
Esîm; çok günahkar, sürekli günah işleyen kişi demektir. [108]

Nuzûl Sebebi

Sakif kabilesinden Amr oğullarının Muğire oğullarından faiz olacağı vardı. Vakti gelince faizi ödemelerini istediler. Bunun üzerine "Ey İman edenler! Allah'tan korkun, eğer inanıyorsanız faizden (henüz alınmayıp) geri kalan kısmı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız, o takdirde Allah ve Ra-sulu ile savaşa girdiğinizi bilin..." âyetleri nazil oldu. Bunu duyan Sakifliler: "Allah ve Rasulü ile savaş yapacak halimiz yok" diyerek tevbe ettiler ve sadece ana mallarını aldılar.[109]

Âyetlerin Tefsiri

275. Riba ile ahş-veriş yapıp insanların kanlarını emenler, kıyamet günü kabirlerin­den, delirerek sar'aya tutulmuş kişinin kalktığı gibi kalkarlar. Düşe kalka giderler, düzgün yürüyemezler. Sar'alı hastalar gibi delicesine kalkarlar. İşte onların görünüşleri böyledir. Rezil ve rüsvay olmaları için, mahşer ye­rinde bu şekilde tanınırlar. Bu, ayağa kalkıp düşmek ve şeytan çarpmış gibi kalkmak, Allah'ın haram kıldığı şeyi helal saymaları ve: "Riba, ahış- veriş gibidir, niçin haram olsun? demeleri yüzündendir, Oysa Allah, karşılıklı menfaat sağladığı için alışverişi helal, fert ve topluma son derece zararlı olduğu için faizi haram kılmıştır. Çünkü onda, borçlunun zar zor geçimini sağladığı eme­ğinden ve etinden koparılmış bir fazlalık vardır. Kime Rabbinden bir öğüt, yani ribâ yasağı gelir de, o öğüte uyarak faizle iş görmekten sakınırsa, faiz yasağı gelmeden önce aldığı kendisinin­dir. Onun işi Allah'a kalmıştır, dilerse onu affeder, dilerse ceza­landırır. Kim, Allah haram kıldıktan sonra tekrar faizle iş yapar ve onu helal sayarsa, o kimse ebediyyen cehen­nemde kalacak olanlardandır. [110]
276. Her ne kadar, zahirde bir artış gibi görünse de Allah faizin bereket ve hayrını giderir. Zahiren eksiliyormuş gibi görünse de, sadakaları artırır ve bereketlendirir. Allah, kalbinde küfür, dili ve fiili günah dolu olan hiçkimseyi sevmez. Âyette, ribâ konusunda sert ve şiddetli ifâdeler kullanılarak, onun, kâfirlerin işlerinden biri olduğu gösterilmiştir. Sonra Yüce Allah, emrine uyup da na­maz kılan ve zekat veren mü'minleri överek şöyle buyurur: [111]
277. Allah'a inanan ve namaz kılmak ve oruç tutmak gibi salih amelleri işleyenler var ya, İşte onlar için cennette, Rableri katında tam bir sevap vardır. Onlar için kıyamet günü bir korku yoktur. Dünyada, elde edemedikleri şeyler için mahzun olmazlar. [112]
278. Ey iman edenler! Rabbinizden korkun ve yaptığınız işlerde O'nu gözetin. Eğer ger­çek mü'minler iseniz insanlardan alacağınız olan ribayı bırakın, almayın. [113]
279. Eğer faizli işleri terketmez-seniz, Allah ve rasulünün size karşı harp açmış olduğunu iyi bilin. İbn Ab-bas şöyle der: "Faiz yiyen kimseye, kıyamet günü "Savaş için silahını al" denilir." Eğer tevbe ederek ribâyı bırakırsanız, fazlasız ve eksiksiz olarak daha önce verdiğiniz ana malınız sizindir. [114]
280. Eğer borçlu darlık içersindeyse, bolluğa erinceye kadar ona mühlet verin. Câhiliyye devrindekilerin yaptığı gibi: "Ya borcunu öder, ya da faizi artırırsın" demeyin, Eğer yaptığınız harekette ki güzel övgü ve büyük mükafaatı bi­len kimselerden iseniz, darlık içinde olan kimseden alacağınızdan vaz­geçmeniz ve onu sadaka saymanız sizin için daha hayırlıdır. Sonra Yüce Allah, salih amelden başka hiçbir şeyin fayda vermeyeceği o korkunç günden kullarım sakındırarak şöyle buyurur: [115]
281. Rabbinize döndürüleceğiniz bir günden korkun. Sonra her şahsa, kazandığı noksansız verilir. Hiç bir haksızlığa uğramazsınız. Bu mübarek âyetler Kur'an'm en son inen ve İslâm'ın emir ve yasaklarını özlü biçimde ihtiva eden bu âyet ile sona ermiş ve bu son âyetin inişiyle vahiy kesilmiştir. Bu âyetler, kullara o korkunç günü hatırlatmaktadır. İbn Kesir şöyle der: Bu âyet, Kur'an-ı Kerim'in son nazil olan âyetidir. Hz.Peygamber (s.a.v.), bu âyet nazil olduktan sonra dokuz gün yaşamış, sonra âhirete göçmüştür. [116]

Edebî Sanatlar

l. Âyetinde, teşbihin en yüksek mertebelerinden olan "teşbih-i maklûb' vardır. Zira müşebbeh, müşebbehun bih yerine konulmuştur. Şâirin şu sözünde de bu sanat vardır, Sanki güneşin ziyası Caferin yüzüdür. Eğer Teşbih-i maklûb yapılmamış olsaydı. "Faiz alışveriş gibidir." denilirdi. Fakat onlar, faizin helâl oldu­ğuna o kadar inandılar ki, bu inançları onları, faizi, kendisine kıyas ya­pılan bir asıl saymalarına şevketti ve neticede alışverişi ona benzettiler.
2. 1 âyetinde, ve lafızları ile j lafızları arasında tıbâk sanatı vardır.
3. Bunlar mübalağa sığalarıdır. Küfrü büyük olan ve çok günah işleyen demektir.
4. ifâdesinde harp kelimesi, korku vermek için nekre geti­rilmiştir. Yani, Allah katında olan ve tarifi imkânsız büyük bir harp demek­tir. Ebussuûd böyle tefsir etmiştir.
5. Bu ifâdelerde, edebî sanatlardan cinas-ı nakıs vardır. Zira aynı kelime, farklı iki şekilde kullanılmıştır.
6. ifâdesinde, kelimesinin nekre gelmesi, korkunçluk ve büyüklük ifâde eder. [117]

Faydalı Bilgiler

1. Yüce Allah, faizden faydalanmayı, faiz yemek şeklinde ifâde etti.
Çünkü faydalanma daha çok yemek suretiyle olur. Sorumluluk bakımından, faizi alan ve veren aynıdır. Câbir şöyle der: "Rasulullah (s.a.v.) faizi alana, verene, bu muameleyi yazana ve ona şahit olanlara lanet etti ve : Sorumlu­lukta hepsi birdir" dedi.
2. Yüce Allah faiz alanları, şeytan çarpmış saralı kişilere benzetti. Zira Allah (c.c), onların yediği faizi karınlarında arttırdı ve onları ağırlaş­tırdı, böylece düşüp kalkan deliler haline geldiler. Said b. Cübeyr: "Faiz yi­yenlerin, kıyamet günündeki alâmeti budur" der.
3. İslâm şehidi Seyyid Kutup, bu âyetin tefsirinde şöyle der: âyeti, faizli muamele yapanlara kor­kunç bir saldırı ve korkunç bir tasvirdir. Bu âyetin, faiz yiyen kimseyi sa -r'aya tutulmuş kimse gibi canlı bir şekilde tasvir ettiği kadar, hiçbir manevi tehdit duygulara tesir edemez. Tefsirlerin büyük bir kısmı, "Bu korkunç şekildeki kalkmadan maksat, kıyamet günündeki kalkıştır" der. Fakat bize göre bu kalkış, bu dünyada iken de mevcuttur. Zira doğru yoldan sapmış olan insanlık, faizli sistemin zulmü altında şeytan çarpmışa dönmüştür. Bugün içinde yaşadığımız dünya, maddi medeniyetin yüksek seviyeye ulaşmasına ve maddi refahın yükselmesine rağmen sıkıntı, ızdırap ve kor­kunun, sinir ve ruh hastalıklarının hakim olduğu bir dünyadır. Bu dünya umumi harplerin, yok edici muharebelerin ve hiçbir yerde
4. Bûhârî'nin, Ebu Hureyre (r.a.)'den rivayetine göre, Rasulullah 1 s.a.v.) şöyle buyurmuştur: İnsanlara ödünç veren bir adam vardı. Bu adam, alacağını toplamak için gönderdiği adamına: "Darlık içinde olanı görürsen ondan alma. Umulur ki buna karşılık, Allah da bizim günahımızı bağışlar" derdi. Sonra bu adam öldü. Allah onun günahlarını bağışladı.[118]
Faizin tedrici olarak yasaklanması ve bu kanunun hikmeti hakkında geniş bilgi için "Revâiu'l-beyân" adlı kitabımıza bakınız. 1/389 [119]
282. Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın. Bir kâtip o-nu aranızda adaletle yazsın. Hiç bir kâtip Allah'ın ken­disine Öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın; yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu) da yazdırsın, Rabbin-den korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın. Şayet borçlu sefih veya aklı zayıf ya da kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki er­kek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için iki kadın (gösterin). Çağrıldıkları vakit şahitler gelme-mezlik etmesin. Büyük veya küçük, vadesine kadar hiçbirşeyi yazmaktan sakın üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah nezdinde daha adaletli, şehadet için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygundur. Ancak aranızda yapıp bitirdiğiniz peşin bir ticaret olursa, bu durum farklıdır. Bu durumda onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Alış-veriş yaptığınızda şahit tu­tun. Ne yazan, ne de şahit zarara uğratılsın. Eğer bunu yaparsanız şüphe yok ki bu, sizin yoldan çıkmanız de­mektir. Allah'tan korkun. Allah size gerekli olanı öğretiyor. Allah her şeyi bilmektedir.
283. Yolculukta olur da, yazacak kimse bulamaz­sanız alınmış bir rehin de yeterlidir. Birbirinize güve­nirseniz, kendisine güvenilen borçlu borcunu Ödesin ve Rabbi olan Allah'tan korksun. Şahitliği, bildiklerinizi gizlemeyin. Kim onu gizlerse, bilsin ki onun kalbi gü­nahkârdır. Allah yapmakta olduklarınızı bilir.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Faiz, borçlunun alınteri ve canından koparılarak alınmış bir fazlalık olduğu için, Tslamın çirkin bulduğu ve yasakladığı kirli bir kazançtır. İşte; Yüce Allah önceki âyetlerde faizi ve onun kötülük ve çirkinliğini an­lattıktan sonra bu âyetlerde de maddi hiçbir menfaat gözetilmeksizin veri­lecek karz-ı haseni, borçlanma, ticaret ve rehinle ilgili hükümleri anlat­maktadır. Bunların hepsi, malın artırılması ve çoğaltılması için meşru ve şerefli yollardır. Zira bu yollar fert ve toplumun faydasına olan esasları İh­tiva etmektedir. Borçlanma âyeti Kur'an'm en uzun âyeti olup, İslam'ın/ikti sadî nizamlara verdiği önemi gösteren âyetlerdendir. [120]

Kelimelerin İzahı

İmlâl mastarından emir kipidir. İmlâl, birisinin, herhangi bir şeyi söyliyerek başkasına yazdırmasıdır. İmlâl ve imla kalıpları ayriı mâ­nâda kullanılır.
Bahs, eksiltmek demektir.
Se'm ve seâmet; üşenmek, bir şeyden bıkmak, usanmak ve sıkılmak demektir.
Kist, adalet manasınadır. Bir kimse adaletle muamele ettiğinde denir. Bu kelime kast şeklinde okunduğunda zulüm mânâsına gelir. Birisi zulmettiğinde denir. "Zâlimlere gelince, onlar cehenneme odun oldular[121] mealindeki âyette de bu mânâyadır.
Ebu Ubeyd şöyle der: unutur manasınadır. demek, "şahitlik edeceği konunun bir parçasını unutmak" demektir.
Ednâ, en yakın manasınadır.
İrtiyab, şek mânâsına gelen Rayb kökündendir. "kuşkulanırsınız" demektir.
Rihân, rehin kelimesinin çoğuludur. Rehin ise, verilen borcu güvence altına almak için, borçlunun alacaklıya verdiği herhangi bir şeydir. [122]

Âyetlerin Tefsiri

282. Ey iman eden­ler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın. Yüce Allah bu emirle, süreli borçlanma muamelelerinde, borcun miktarı ve zamanını sağlam bir şekilde tesbit ve korumak için, muamelelerin yazıl­ması hususunda kullarını irşat etmiştir. Her iki ta-rafa da haksızlık yapmayacak emin ve adil bir kâtip onu sizin için yazsın. Hiç kimse, Allah'ın kendisine öğrettiği gibi adaletle yazmaktan sakınmasın, yazsın. Anlaşmayı kâtibe, borçlu söyliyerek yazdırsın. Çünkü borcu ikrar eden ve hakkında şahitlik edilen odur. Borçlu âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korksun. Borçtan hiçbir şeyi asla eksik yazdırmasın. Eğer borçlunun aklı noksan ise, veya çocuk ya da bunama derecesinde ihtiyar ise, ya­hut iyi ifade edememe, dilsizlik veya tutanakta kullanılan dili bilmeme gibi engellerden dolayı kendisi yazdıramıyorsa, velisi veya vekili, eksilt­meden veya artırmadan, adaletle yazdırsın, işi daha sağlam tutmak için, borçlanma muamelesini yazarken, müslümanlar-dan iki şahit hazır bulundurun. Eğer o iki şahit erkek değil ise, dini inançları ve adaletleri konusun­da güvenilir kimselerden bir erkek ve iki kadın şahitlik etsin. Kadınlardan biri, şahitlik ettiği konuyla ilgili bazı şeyleri unutursa, diğeri ona hatırlatır. İşte bu, yani biri unuttuğu takdirde diğerilıin hatırlatması, bir erkeğin yerine iki kadının şahit olmasının vacip oluşunun sebebidir. Çünkü kadınlarda zapt eksikliği vardır, Borçlanma muamelesi yazılırken şahitliğe veya daha önce şahit olmuş ise şahitliği icra etmeye çağrıldıklarında, şahitler gelmezlik etme­sin. Küçük, büyük, az, çok ne olursa olsun borcu, süresiyle birlikte yazmaktan üşenmeyin. Size emrettiğimiz bu şey, yani borcu yazmak Alla­h'ın hükmünde daha âdil, unutulmaması için şahitliği daha sağlamlaştırıra, borcun miktarı ve süresi hususunda şüpheye düşmemeniz için daha doğru bir yoldur.
Ancak yaptığınız alış-veriş, peşin olur, ücreti de hemen ödenirse Bu durumda mahzur ortadan kalktığı için, bu muameleyi yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. İster peşin olsun, ister vere­siye olsun, alış-veriş yaptığınızda şahit tutun. Çünkü bu, çekişme ve ihtilafı daha çok bertaraf edicidir. Hak sahibi kâtiplere ve şahitlere zarar vermesin. Size yasaklanan şeyi yaparsanız, Allah'a itaatten çıkarak fasık olursunuz. Allah'tan korkun ve onun emrin: gözetin. O size, dünya ve âhiret mutluluğunu sağlayacak faydalı ilmi verir Allah faydalı şeyleri ve bunların sonuçlarını bilir. Hiçbiı şey ona gizli kalmaz. [123]
283. Yolculuk yaparken, bel­li bir zaman için borçlanır da, sizin için bunu yazacak bir kâtip bulamaz sanız, yazma yerine alacağını garanti etmek için, hak sahibinin rehin al ması kâfidir. Birbirinizt güvenirseniz, yani alacaklı borçlunun güvenilir bir kişi olduğundan emii olur da, ondan rehin almazsa, kendisine güvenilen borçlu borcunu ödesin Emanetin hukukunu gözetmede Allah'dan korksun. Şahitliği icra etmeye çağrıldığınızda onu gizlemeyin Çünkü onu gizlemek büyük bir günahtır. Kalbi günahkar, sahibini de şuçlı yapar. Âyette özellikle kalp zikredildi. Çünkü o en önemli azadır. O iy olursa bütün vücut iyi olur, o bozulursa bütün vücut bozulur. Allah, yaptıklarınızı bilir. Kullarının iş ve amellerinden hiçbir şey oni gizli kalmaz. [124]

Edebî Sanatlar

1. terkiple rinde "mugayir cinas" sanatı vardır.
2. terkiplerinde tıbak sanatı vardır. Bu rada dalal, unutma manasınadır.
3. Ayetlerinde ıtnab vardır.
4. Bu âyetlerde hazif yoluyla birçok icaz vardır. Bahr-ı Muhît sahibi Ebu Hayyan, bu icazın misallerini saymıştır.
5. cümlelerinde, ruhlara kor­ku ve heybet salmak için, Allah lafzı üç defa tekrar edilmiştir.
6. Cümlesinde, sakındırmada mübalağa ifade etmek için Allah'ın ismi ile sıfatı bir arada gelmiştir. [125]

Faydalı Bilgiler

İlim, kesbî ve vehbî olmak üzere iki kısımdır. Birincisi çalışmak, de­vam ve müzakere ile elde edilir, ikincisini elde etme yolu ise takva ve iyi ameldir. Nitekim Yüce Allah: "Allah'tan korkun. O size bilmediklerinizi öğretir" buyurmuştur. Bu ilme ilm-i ledünnî ismi verilir. "Ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.[126] mealindeki âyette buna işaret vardır. Bu ilim, Allah'ın müttekî kullarından dilediğine hibe ettiği faydalı ilimdir. İmam Şafiî, aşağıdaki beyitlerinde buna işaret eder.
Hafızamın zayıflığından (unutkanlıktan) Veki'ye şikâyet ettim. Bana, günahları terketmeyi tavsiye etti. Dediki: ilim bir nurdur. Allah'ın nuru ise silere verilmez. [127]
284. Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ındır. İçinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de, Allah on­dan dolayı sizi hesaba çekecektir, sonra dilediğini af­feder, dilediğine de azap eder. Allah her şeye kadirdir.
285. Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indi­rilene iman etti, mü'minler de. Her biri Allah'a, melek­lerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. "Al­lah'ın peygamberlerinden hiç biri arasında ayırım yap­mayız, işittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz affına sığındık! Dönüş sanadır" dediler.
286. Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, ya­pacağı (şer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Biz­den öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim mevlâmızsm. Kâfir topluluğuna karşı bize yardım et.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Bu mübarek sûrenin bu âyetlerle son bulması gayet uygun düşmüştür, ünkü bu sûre namaz, oruç, hac, zekat, kısas, cihat, talâk ve iddet gibi birçok mükellefiyetler ve faiz, alış-veriş, borçlanma ve benzeri konularla ilgili hükümleri kapsamaktadır. Yüce Allah bize bu mükellefiyetleri farz kıldıktan sonra, kendisinin, göklerde ve yerlerde ne varsa hepsinin sahibi olduğunu, dilediğine dilediği mükellefiyeti yükleyebileceğini, amellerin karşılığını ise âhirette vereceğini anlatması uygun düşmüştür. Böylece bu mübarek sûreyi, emrine uymayanları tehdit ederek sona erdirmiştir. [128]

Kelimelerin İzahı

Isr, lügatte, ağırlık ve zorluk demektir. Nâbiğa şöyle der:
"Ey, zulmün, onların üzerine kapanmasını engelleyen! Ve me­şakkatin ne olduğunu bildikten sonra onların yükünü taşıyan!"
Bu güç mükellefiyetler, mükellefin omuzuna yük olduğu için bunlara "ısr" denilmiştir. Nitekim ağırlığından dolayı "ahde" de "ısr" denilir.
Taka, bir şeye güç yetirmek demektirfiilinin kural dışı mastarıdır.
Afv, günahı bağışlamak demektir.
Gufran, günahı örtmek ve yok etmek demektir. [129]

Nüzûl Sebebi

"Içinizdekileri açığa vursamz da, gizleseniz de, Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir" mealindeki âyet inince bu, sahabeye ağır geldi. Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek dediler ki: "Namaz, oruç, cihat ve zekat gibi, gücümüzün yettiği amellerle mükellef kılındık. Bunları yapabiliyoruz. Fa­kat bu âyet indirildi. Buna gücümüz yetmez. Rasulullah (s.a.v.) onlara: Siz­den önce Ehl-i kitab olan Hıristiyan ve Yahudiler gibi mi söylemek istiyor­sunuz? Onlar "işittik, isyan ettik" demişlerdi. Siz "işittik, itaat ettik" deyin buyurdu. Sahabe "işittik, itaat ettik" deyince, Yüce Allah âyetini indirdi. Yüce Allah bundan sonra gelen Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar, âyeti ile. Sahabeyi endişelendiren âyeti neshetti.[130]

Âyetlerin İzahı

284. Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ındır, onları bilir. İçiniz­deki kötülükleri açığa vursamz da, gizleseniz de Allah onları bilir ve ona göre sizi hesaba çeker son­ra dilediğini affeder, dilediğine de ceza verir. O her şeye kadirdir, yaptık­larından mesul değildir. İnsanlar ise yaptıklarından sorumludur. [131]
285. Peygamber Hz.Muhammed (s.a.v.) Rabbi tarafından kendisine indirilen Kur'an'a ve vahye iman etti. mü'minler de iman ettiler. Peygamber ve ümmetinden herbiri Allah'ın birliğine, meleklerine, kitaplarına ve pey­gamberlerine inandı. "Biz, Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız" derler. Yani, Yahudi ve Hıristiyanların yaptığı gibi onların bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr etmeyiz. Bilakis a-yırım yapmaksızın Allah'ın peygamberlerinin hepsine inanırız. Dediler ki: Çağrına icabet ettik, emrine itaat et­tik. Ey Allahımız! İşlediğimiz günahlardan dolayı senin mağfiretini diliyo­ruz. Dönüş sadece sanadır, ey Allahımız! [132]
286. Allah hiç kimseyi, gücünün üstünde bir şeyle mükellef kılmaz. Herkesin kazandığı hayrın karşılığı kendisine aittir. İşlediği kötülüğün cezası da onundurEy Rabbimiz! Unutmak veya hata sebebiyle bizden meydana gelen hareketlerimizden dolayı bize azap etme. Ey mü'minler! Allah'a bu şekilde dua edin. Ey Rabbimiz! Kendini öldürerek tevbe etmek, elbisenin pislenen ağışla, kötülükleri­mizi örtCöl Ey Allah! Sen bizim yardımcımız ve işlerimizin idarecisisin. Biini kesmek gibi, bizden önceki ümmetlere yüklediğin ve fakat bizim, yerine getirmekten aciz olduğumuz zor görevleri bize yükleme: Ey Rabbimiz! Gücümüzün yetmiyeceği mükellefiyet ve belâları bize yükleme,: Günahlarımızı b, büyük haşr gününde bizi rezil etme, her şeyi kuşatan rahmetinle bize merhamet et. zi yardımsız bırakma. Bizim ve senin dininin kâfir düşmanlarına karşı bize yardım et. Onlar senin dinini ve birliğini inkâr ettiler, peygamberinin risaletini yalanladılar.
Rivayet olduğuna göre, Rasulullah (s.a.v.) bu dualarla dua edince, her duada kendisine: "yaptım" denilirdi. [133]

Edebî Sanatlar

Bu âyetlerde birçok edebî sanat vardır:
1. arasında tıbâk sanatı vardır.
2. arasında mânâ yönünden tıbak sanatı vardır. Çünkü kesb hayırda, iktisab serde kullanılır.
3 arasında iştikak cinası vardır.
4. âyetinde ıtnab vardır.
5. lafzında, hazif yoluyla i'caz vardırtakdirin­dedir. Başka yerlerde de bu sanat vardır. [134]

Faydalı Bilgiler

İbn Mes'ud (r.a.)'tan rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kim, herhangi bir gece, Bakara sûresinin son iki âyetini okursa ona yeter.[135] Bu hadisi Buharı rivayet etmiştir. Müslim'in bir rivayetinde şöyledir: Gökten bir melek inerek Peygamber (s.a.v.)'in yanma geldi ve ona: Müjde! Sana, senden önce hiçbir peygambere verilmeyen iki nur verildi. Bunlar, Fatiha sûresi ile Bakara sûresinin son âyetleridir. Onlar­dan bir kelime ile bile dua etsen, mutlaka sana verilir." dedi.[136]
Yüce Allah'ın yardımıyle Bakara sûresinin tefsiri bitti. [137]




[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/276-277.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/277-278.
[3] Kurtubî, 3/202
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/278.
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/278-279.
[5] Talâk sûresi, 65/4
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/279.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/279.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/279-280.
[9] Bu görüş, İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir. İmam Malik'in mezhebi ve İmam Şafiî'nin eski görüşü de budur. Zemahşerî'nin sözüne talika yazan Nasır şöyle der: "Bu görüşün doğruluğu açıktır" diyen Zemahşerî doğru söylemiştir. Altı sebebten ötürü onun sözü hak ve doğrudur. Bu altı sebebi o güzel bir şekilde açıklamıştır. Bakınız Keşşâf.1/217
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/280.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/280-281.
[12] Kurtubî, 3/202
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/281.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/282-283.
[14] Ali-İmraıı sûresi, 3/43
[15] Râğib, Müfredat, Ricl maddesi.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/283.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/283.
[18] Nisa sûresi, 4/103
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/283-284.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/284.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/284.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/284.
[23] Ebussuûd Tefsiri 1/180
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/284.
[24] Buharî, K. Mevakit 14; Müslim, K. Mesacİd 200
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/285.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/288-289.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/289.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/289-290.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/290.
[29] Bu kııdsî hadisi Müslim K. Müsafirin,171 İbn Kesir bu âyeti tefsir ederken Nüzul hadi­sinden alarak zikretmiştir. Bakınız Muhtasar-ı İbn Kesir 1/222
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/290.
[31] Bunu Mukatil söylemiştir Bakınız Kurtubî TU/243 Şem'ûn, Benî İsrail'in Peygamberlerin­den biridir.
[32] Kurtubî, III/245
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/290-291.
[34] Muhtasar-ı İbn Kesir, î/224
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/291.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/291-292.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/292.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/293.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/293.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/293.
[41] el-Bahni'l-muhît, TII/253
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/293-294.
[43] Müslim, K-el-Birr 43
[44] Bu hadisi, Bezzar ve Taberânî, İbn Mesut'tan rivayet etmişlerdir. (Kurtubî, 111/237-238; Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/222)
[45] Mehâsinu't-te'vil. 111/650
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/294.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/295-296.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/296.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/296-297.
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/297.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/297.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/297.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/297-298.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/300.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/300.
[56] Kunubî, III/280
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/300.
[57] Müslim, K, iman 293
[58] Mü'minun sûresi, 49/7
[59] İbn Cerir şöyle der: "Kur'an'm zahiri mânâsı, İbn Abbas'ın bu sözünün doğruluğunu gösterir. Ayrıca kürsî kelimesi, aslında ilim manasınadır. Bu mânâda alimlere de "kürsîler" denilir. Zira onlar, kendilerine itimat edilen kimselerdir. Ayrıca alimlere, "yeryüzünün direk­leri de deniiir." Doğru olan, tbn Kesir'in biraz sonra anlatacağımız görüşüdür.
[60] Ra'd sûresi, 13/9
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/301.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/301-302.
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/302.
[63] Telhîsu'l-beyân, sayfa 15.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/302.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/302.
[65] Bakara sûresi, 2/225
[66] AÎ-iİmran, 3/1-2
[67] Tâhâ sûresi, 20/111
[68] Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde sadece ilk ikisi vardır. Bkz. VI/461
[69] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/230
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/302-303.
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/305.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/305-306.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/306.
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/306-307.
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/307-308.
[75] el-Bahru'I-muhît, 11/294
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/308.
[76] Mutıtasar-i İbn Kesir, 1/234
[77] Buhârî, K, Tefsiru'l-Kur'an 46
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/308-309.
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/312.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/312-313.
[81] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl s. 47
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/313.
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/313.
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/313-314.
[84] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/314.
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/314.
[86] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/314-315.
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/315.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/315.
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/315.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/315.
[91] el-Bahru'1-muhît, 1/304
[92] el-Futuhâtu'Hlâhiyye, 1/223
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 15-316.
[93] el-Keşşâf, 1/238
[94] Buhârî, K. Tefsiru'I-Kui'an 47
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/316-317.
[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/319.
[97] Fetih sûresi, 48/29
[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/319.
[99] Kurtubî, 3/337
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 319-320.
[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/320.
[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/320.
[102] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/320.
[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/320-321.
[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/321.
[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/321.
[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/321.
[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/323.
[108] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/323-324.
[109] el-Bahru'l-muhît n/337
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/324.
[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/324.
[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/325.
[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/325.
[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/325.
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/325.
[115] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/325.
[116] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/325.
[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/325-326.
[118] Buhârî, Enbiya 54
[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/326-327.
[120] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/329.
[121] Cin sûresi,.72/15
[122] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/329-330.
[123] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/330-331.
[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/331.
[125] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/331-332.
[126] Kchf sûresi, 18/65
[127] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/332.
[128] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/334.
[129] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/334.
[130] Müslim, İman 199, Bak. Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s.U
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/334.
[131] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/334-335.
[132] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/335.
[133] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/335.
[134] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/335-336.
[135] Buharı, Fedaüıi'l-Kur'an 10,27,34
[136] Müslim, Musafirin, 254
[137] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/336.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder