HAŞR SÛRESİ
. 10
HAŞR SÛRESİ
Medine'de inmiştir. 24
âyettir.
Sûreyi Takdim
Haşr sûresi Medine'de inmiştir.
Burada inen diğer sûreler gibi ahkâm konularına önem verir. Bu mübarek sûrenin
ağırlık verdiği ana konu Nadi-roğulları gazvesidir. Bunlar, Rasulullah (s.a.v)
ile yaptıkları ahdi bozan Ya-hudilerdir. Ahdi bozdukları için Rasulullah (s.a.v)
onları Medine-i Münev-vere'den sürgün etmişti. Onun içindir ki İbn Abbas bu
sûreye "Nadiroğulla-rı Sûresi" derdi. Bu sûrede, aynı zamanda yahudilerle
anlaşma yapan münafıklardan söz edilir. Kısacası bu sûre gazveler, cihâd ve
ganimetler süresidir.
Bu mübarek sûre Allah'ı noksan
sıfatlardan tenzih etme ve yüceltme ile başlar. Bütün kâinat, içinde bulunan
insan, hayvan, bitki ve cansız ne varsa hepsi ile birlikte Allah'ın birliğine,
gücüne ve azametine şahitlik eder, onun büyüklüğünü ve saltanatını anlatır:
Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ı teşbih etmektedir. O üstündür, hikmet
sahibidir.
Daha sonra bu sûre, yahudilerin
yurtlarından ve vatanlarından sürgün edilmesi suretiyle, Allah'ın kudretinin
bazı eserlerini ve İzzetinin tezahürlerini anlatır. Oysa ki yahudiler sağlam
kalelerde bulunuyorlar ve kimsenin kendilerine gücü yetmeyecek derecede güçlü ve
kuvvetli olduklarına inanıyorlardı. Neticede, hiç hesaplarında olmayan bir
taraftan Allah'ın azabı geliverdi: "Ehl-i Kitab'tan inkâr edenleri, ilk
sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur
Sonra bu sûre tey ve ganimet işini
ele alır. Fey'in şartlarını ve hükümlerini açıklar. Fakirlere tahsis
edilmemesinin hikmetini izah eder ki, zenginler onu kendilerine seçmesinler ve
toplum tabakaları arasında biraz eşitlik meydana gelsin. Çünkü bunda her iki
grubun da yaran vardır ve bu âmme yararını gerçekleştirir: Allah'ın, fethedilen
ülkeler halkının mallarından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber,
yakınları, yetimler ve yoksullar... içindir."
Bu mübarek sûre, Rasulullah
(s.a.v)'m Ashabından (r. anhum) güzel bir övgü ile bahseder. Muhacirlerin
faziletlerinden ve Ensâr'm yaptıkları iyi hareketlerden övgü ile bahseder. Çünkü
Muhacirler Allah sevgisi uğruna yurtlarını ve vatanlarını bırakmışlardı. Ensar
ise Allah'ın dinine yardım edip, fakir ve muhtaç olmalarına rağmen, Muhacir
kardeşlerine mallarım ve yurtlarını vererek, onları kendilerine tercih
etmişlerdi: "Yurtlarından ve mallarından çıkarılmış olan, Allah'tan bir lütuf ve
rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir
Muhacirlerindir..."
Muhacir ve Ensâr'm zikrine
karşılık, sûre, İslama karşı Yahudilerle anlaşma yapan kötü münafıkları anlatır.
Onlar için en kötü misalleri getirir. Sûre onları, insanı küfür ve dalâlete
teşvik eden sonra da ondan uzaklaşıp yardımsız bırakan şeytana benzetir. İşte
münafıkların, kardeşleri Yahudilerle olan durumu böyledir: "Münafıkların, Ehl-i
Kitabdan inkâr eden dostlarına, "Eğer siz yurdunuzdan çıkanlırsanız, mutlaka biz
de sizinle beraber çıkarız..." dediklerini görmedin mi?"
Bu sûre mü'minlere, soy ve sopun
fayda vermeyeceği, mal ve makamın bir yarar sağlamayacağı o korkunç günü
hatırlamalarını öğütler. Cennet ehli ile Cehennem ehli arasındaki korkunç
farkı, adalet ve hesap yurdunda bahtiyarlarla bedbahtların akıbetlerini
açıklar: "Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Ve herkes yarın için ne
hazırladığına baksın..."
Bu mübarek sûre, Allah'ın güzel
isimlerini ve yüce sıfatlarını anlatarak ve O'nun noksan sıfatlardan uzak
olduğunu belirterek sona erer: "O, öyle bir Allah'tır ki, O'ndan başka hiçbir
ilâh yoktur..." Böylece sûrenin başlangıcı ile sonu en güzel şekilde
birbirlerine uygun düşmüştür. [1]
Bismillâhirrahmâuirrahîm
1. Göklerde ve
yerde olanların hepsi Allah'ı teşbih etmektedir. O, üstündür, hikmet
sahibidir.
2. Ehl-i
kitabtan inkâr edenleri, ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Siz onların
çıkacaklarını sanmam ıştın iz. Onlar da kalelerinin kendilerini Allah'tan
koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah (azabı,) onlara beklemedikleri yerden
geliverdi. O, yüreklerine korku düşürdü; öyle ki evlerini hem kendi elleriyle,
hem de mü'minlerin elleriyle harap ediyorlardı. Ey akıl sahipleri! İbret
alın.
3. Eğer Allah
onlara sürgünü yazmamış olsaydı, elbette onları dünyada başka şekilde cezalandıracaktı. Âhirette de onlar
için ateş azabı vardır,
4. Bu, onların
Allah'a ve Peygamber'ine karşı gelmelerinden dolayıdır. Kim Allah'a karşı
gelirse bilsin ki Allah'ın cezalandırması çetindir.
5. O kestiğiniz
veya kökü üzerine dikili bıraktığınız herhangi bir hurma ağacını, Allah'ın
izniyle kestiniz. Bu izin yoldan çıkan fâsıklan rezil etmek
içindir.
6. Allah'ın,
onların mallarından Peygamber'ine
verdiği ganimetler için siz at ve deveye binip onları
sürmüş değilsiniz. Fakat Allah,
peygamberlerini dilediği kimselere karşı üstün kılar. Allah her şeye
kadirdir.
7. Allah'ın
fethedilen ülkeler halkının mallarından Peygamber'ine verdiği ganimetler,
Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar
içindir. Böylece o
mallar, içinizden yalnız
zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse
onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü
Allah'ın cezalandırması çetindir.
8. (Allah'ın
verdiği bu ganimet
malları,) yurtlarından ve
mallarından çıkarılmış olan, Allah'tan bir lütuf ve rızâ dileyen, Allah'ın
dinine ve Peygamber'ine yardım eden fakir muhacirlerindir. İşte doğru olanlar
bunlardır.
9. Daha önceden
Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine îmanı yerleştirmiş olan
kimseler, kendilerine göç edip
gelenleri severler ve onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik
duymazlar. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih
ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa
erenlerdir.
10.
Bunların arkasından gelenler
şöyle derler: "Rabbimiz! Bizi ve
îman ile daha Önce bizi geçmiş din kardeşlerimizi bağışla;
kalblerimizde, îman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz!
Şüphesiz ki Sen çok şefkatli, çok merhametlisin!"
Kelimelerin İzahı
Haşr, toplamak demektir. Kıyamet
günü insanların, hesap ve ceza için toplandıkları gün olduğundan dolayı o güne
"haşr günü" denilmiştir, " Süleyman'ın orduları huzurunda toplandı"[2]
mealindeki âyette de bu mânâda kullanılmıştır.
Attı, hızla
indirdi.
Celâ, çoluk çocukla birlikte
yurttan çıkmak.
Düşmanlık ve muhalefet
ettiler.
Lîne, kısa ve iyi hurma ağacı
Meyvesinin güzelliğinden dolayı bu ismi almıştır. Ahfeş şöyle
der:
Güvercin, hurma ağacının üzerinde,
dostların ayrıldığından dolayı öttüğü zaman beni üzdü.[3]
Hızlı sürdünüz. Hızlı gitmek
demektir. Kişi, deveyi hızlı gitmeye teşvik ettiğinde denilir.
Dûle, tedavülde olan ve elden ele
dolaşan mal. Hasâsa, fakirlik ve ihtiyaç demektir. Gıll, kin manasınadır. [4]
Nüzul Sebebi
Nadiroğulları Yahudileri,
Peygamber (a.s.) ile yaptıkları antlaşmayı bozunca, Rasulullah (s.a.v) onları
kuşattı ve kalplerine korku salmak ve zelil düşürmek için hurma ağaçlarının
kesilip yakılmasını emretti. Bunu gören Yahudiler dediler ki: Ey Muhammedi Sen,
Peygamber olduğunu iddia etmiyor muydun? Kargaşayı yasaklamıyor muydun? Öyleyse,
niçin ağaçların kesilip yakılmasını emrediyorsun? Bunun üzerine Yüce Allah, "O
kestiğiniz veya kökü üzerine dikili bıraktığınız herhangi bir hurma ağacım,
Allah'ın izniyle kestiniz." mealindeki âyeti indirdi. [5]
Ayetlerin Tefsiri
1. Melek,
insan, ağaç ve cansız varlıklardan göklerde ve yerde ne varsa hepsi Yüce
Allah'ı noksan sıfatlardan uzak tutar, takdis edip yüceltir. Nitekim Yüce Allah,
meâlen "Onu Övgü İle teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur"[6]
buyurmuştur. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah, göklerde ve yerde bulunan her
şeyin, kendisini birlediğini, O'nu teşbih edip takdis ettiğini ve yücelttiğini
bildirmektedir.[7]
O, mülkünde güçlü; yaptıklarında hikmet
sahibidir. [8]
2. Ehl-i
kitab'tan inkâr edenleri ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Bu, Yüce
Allah'ın engin kudret ve apaçık gücünün bazı eserlerini açıklar. Yani,
Nadîroğulları Yahudilerini Medine-i Münevvere'd eki yurtlarından ilk kez
çıkartan O'dur. Bu Yahudilerin toplu halde Arapyanmadasmdan çıkarıldıkları ilk
sürgündür. Çünkü bundan önce böyle bir zillete düşmemişlerdi. Beyzâvî şöyle
der: Rasulullah (s.a.v) Medine'ye geldiğinde, Nadîroğullarıyla, ne kendisiyle
birlikte ne de aleyhinde olacaklarına dair bir anlaşma yapmıştı. Rasulullah
(s.a.v) Bedir Savaşında düşmana galip gelince yahudiler: "Kuşkusuz o, Tevrat'ta
muzaffer olacak diye nitelenen Peygamberdir. Onun sancağı, ulaştığı yerden geri
çevrilmez" dediler. Fakat müslümanlar Uhud Savaşında mağlup olunca şüpheye
düşüp antlaşmayı bozdular. Ka'b b. Eşref kırk kişilik süvari ile Mekke'ye gidip
Ebu Süfyan ile antlaşma yaptılar. Bunun üzerine Rasululfah (s.a.v), Ka'b'ın süt
kardeşi Muhammed b. Mesleme'ye onu Öldürmesini emretti. O da onu hile ile
öldürdü. Sonra da Rasulullah (s.a.v) askerleriyle baskın yaparak onları kuşattı.
Neticede sürgüne gitmek üzere Rasulullah (s.a.v) ile anlaşma yaptılar. Çoğu
Suriye taraflarına gitti. Bir kısmı da Hayber Yahudilerine katıldı. İşte Yüce
Allah'ın, âyetinde anlatılan budur.[9]
Alûsî de şöyle der: den maksat şudur: Bu, onların toplanıp Suriye'ye
sürülmeleri, ilk sürgün olayıdır. lafzı ile Yüce Allah, daha Önce Yahudilerin
başına böyle bir sürgün .olayı gelmediğine dikkat çekmiştir.[10]
Ey mü'minler! Yahudilerin güçlü, kuvvetli ve iyi savaşçı olmaları sebebiyle, bu
şekilde zillet ve horluk içerisinde yurtlarından çıkacaklarını beklemiyordunuz.
Çünkü onların kaleleri, gelir getiren arazileri, hurma ve meyve ağaçlan vardı.
Yahudiler de bu sağlam kalelerinin, kendilerini Allah'ın azabından koruyacağını
ve O'nun azap ve intikamım kendilerinden savacağını sanmışlardı. Beyzâvî şöyle
der: Normalde şöyle denilmesi gerekirdi: Haberin öne alınması ve cümlenin
zamirine isnadı ile cümle yapısının değiştirilmesi, kalelerin sağlamlığına aşırı
derecede güvendiklerini göstermek içindir. Şöyle ki onlar, güçlü ve kuvvetli
oldukları için, hiç kimsenin kendilerini oradan çıkaramayacağını
zannediyorlardı.[11]
Allah'ın azabı ve.şiddeti hesaplarında olmayan ve akıllarına gelmeyen bir
taraftan başlarına geliverdi. Allah, Nadîroğulları'nın kalplerine, güçlerini
zayıflatacak, güven ve huzurlarım yok edecek şiddetli korku verdi. Neticede
Rasulullah (s.a.v)'ın vereceği hükmü kabul ettiler. Hadiste şöyle buyrulmuştur:
Bana, bir aylık mesafeden korkutma gücü verilerek yardım edildi.[12]
Evlerini, içerden kendi elleriyle, dışardan da mü'minlerin elleriyle
yıkıyorlardı. Tefsirciler şöyle der: Nadiroğulları, yurtlarından sürülmeden
Önce, mü'minlere karşı duydukları kin ve hasetlerinden evlerini yıkıyor,
direkleri söküyor, tavanları kırıyor ve duvarları deliyorlardı ki mii'minler
oralarda otııramasm. Müslümanlar da, dışardan diğer tarafları tahrib
ediyorlardı ki, onların kalelerini yıksınlar. Ey akıl sahipleri! Yahudilerin
başlarına gelenden ibret alm. [13]
3. Eğer Yüce
Allah onların çoluk-çocuk ve aile olarak yurtlarından çıkmalarına hükmetmiş
olmasaydı, kardeşleri Kureyzaoğullarına yaptığı gibi mutlaka onlara da dünyada
kılıçla azap ederdi. Onlar için dünya azabı ile birlikte, cehennemin ebedî azabı
da vardır. [14]
4. Bu sürgün ve
azap, onların Allah'a muhalefet, düşmanlık, emrine isyan, işlemiş oldukları
suçlar ve Rasûlüne verdikleri sözü bozmaları sebebiyledir. Kim Allah'ın emrine
muhalefet ve dinine düşmanlık ederse, bilinmelidir ki, Allah ondan intikamını
alır. Çünkü Allah'ın azabı şiddetli, cezası elem vericidir: "Rabbin, haksızlık
eden memleketleri yakaladığında, O'nun yakalayışı işte böyle şiddetlidir. Çünkü
O'nun yakalaması pek elem verici, pek çetindir"[15]
Bundan sonra Yüce Allah,
müslümanlarm yaptığı hurma ağaçlarını kesme ve bazı meyve ağaçlarını yakma
olaylarının hepsinin, Allah'ın, emir ve iradesiyle olduğunu bildirdi: [16]
5. Ey
mü'minler! Kestiğiniz veya gövdesi üzeri-ne olduğu gibi bıraktığınız hurma
ağaçlan, Allah'ın emri, iradesi ve rızasıyle kesilmiş ya da bırakılmıştır. Bir
de Allah, ağaçlan ve hurmalıkları kesilmek suretiyle yahudileri zelil edip
öfkelendirmek için böyle yaptı. Fahreddin Râzî şöyle der: Yani, Yüce Allah,
kâfirlerin en kıymetli mallarında, düşmanlarının hükmünün uygulanması sebebiyle
kinlerinin artması ve hasetlerinin kat kat olması için buna izin verdi.[17]
Tefsirciler der kî: Rasulullah (s.a.v) Nadîroğullarını kuşatınca, bazı Sahâbîler
onların kalplerine korku salmak ve zelil düşürmek maksadıyle hurmalıklarını
kesip yakmaya başlamışlardı. Bunun üzerine yahudiler: "Ey Muhammed! Bu
bozgunculuk da ne oluyor? Sen, kargaşayı yasaklıyordun. O halde niçin bu
ağaçların kesilmesini emrediyorsun? Bunun üzerine Yüce Allah bu âyet-i kerîmeyi
indirdi.[18]
6. Nadîroğullan
yahudilerinin mallarından, Allah'ın, Peygamberine ganîmet olarak iade
ettiklerine gelince Siz, onun için ne atlarınızı sürdünüz ne develerinizi, ne de
onu elde etmek için yoruldunuz. Kurtubî şöyle der: Deve hızlı yürüdüğünde
denir. Mastarı tir. Sahibi deveyi hızlı yürümeye teşvik ettiğinde. denilir.
Rikâb, "binilen develer" demektir. Buna göre âyetin mânâsı şöyle olur: Siz, o
ganimetler için uzak yol katetmediniz. Savaşıp güçlük te çekmediniz.
Nadîroğullan yurdu Medine'ye iki mil uzaklıkta idi. Rasulullah (s.a.v) burayı
sulh yoluyla fethetti ve Yahudileri oradan sürüp mallarını aldı. Dolayısıyle
Yüce Allah o malları sadece Rasulullah (s.a.v)'a verdi. Rasulullah (s.a.v) o
mallarda dilediği gibi tasarrufta bulunur.[19]
Fakat savaşın sıkıntılarına
katlanmadan, düşmanlarının kalplerine korku salarak peygamberlerine yardım
etmesi, Yüce Allah'ın ilâhî kanunlarındandır. Yüce Allah'ın her şeye gücü
yeter. O, mağlup edilemez, engellenemez ve hiçbir şey O'nu âciz bırakamaz.
Bundan sonra Yüce Allah, Fey'in
hükmünü genel olarak açıkladı. Fey, müslümanlarm savaşmadan aldıkları
ganimettir: [20]
7. Allah'ın,
savaş yapmadan kâfirlerin mallarından Peygamberine verdiği ganimeti Allah,
Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Yani o
ganîmetin hükmü şudur: Ganimet Allah'ındır. Onu dilediğine verir. Rasulünün de
hakkı vardır. O da hem kendisi hem de müslümanlarm yaran için onu harcar.
Peygamber'in (a.s.) Hâşim ve Abdulmuttalib oğulların d an olan akrabalarının,
babalan ölmüş yetimlerin, muhtaç durumda olan düşkünlerin ve yolda kalmış
yabancının da hakkı vardır. Ibn Cüzey şöyle der: Bu âyetle Enfâl âyeti arasında
bir çelişki yoktur. Çünkü enfâl âyeti, savaşla, at ve deve sürmek suretiyle
alman ganimetin hükmü hakkındadır. O ganîmetten beşte biri alınır ve geri kalan
ise, ganimeti hak edenler arasında bölüştürülür. Bu âyet ise, fey'in hükmü
hakkındadır. Fey, kâfirlerden, savaş yapmadan alman maldır. Dolayısıyle bu ikisi
arasında bir çelişki ve nesih yoktur. İslam hukukçuları, ganimet ile fey
arasındaki farkı tesbit etmişler ve
bu ikisinin hükmünün farklı
olduğunu belirtmişlerdir. Ganimet savaşla, fey ise sulh ile alınan
maldır. Baksana, burada nasıl "fey" lafzı zikredilerek," Allah'ın, Peygamberine
verdiği fey..." buyrulmuştur; Enfal'de ise, ganimet lafzı zikredilerek, "Bilin
ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şey..."[21]
buyrulmuştur.[22]
İbn Abbas âyette geçen dan maksadın Kureyza, Nadîr, Fedek ve Hayber Yahudileri
olduğunu söyler.[23]
O mallar, İçinizden yalnız zenginler
arasında dolaşan bir mal olmasın, yani fakirlerin mala şiddetli ihtiyaçlarına
rağmen, onların değil de, bu maldan sadece zenginlerin faydalanmaması ve tercih
edilmemesi için böyle yaptık. Kurtubî şöyle der: Böyle yaptık ki, o fey'i fakir
ve zayıflar değil de, zengin ve liderler aralarında bölüşmesin. Çünkü Câhiliyye halkı, ganimet ele geçirdiklerinde, lider, dörtte birini kendine alırdı. Sonra
dilediğini seçip alırdı.[24]
Tefsirciler şöyle der: Rasulullah (s.a.v) Nadîroğullarmm mallarını Muhacirlere
taksim etti. O zaman Muhacirler fakir idi. Ensâr'a o maldan bir şey vermedi.
Çünkü onlar zengin idiler. Bunun üzerine Ensâr'dan bazıları, "Bu fey'den bizim
de payımız vardır" dediler. Dolayisıyle Yüce Allah şu âyeti indirdi: Peygamber
size ne emrettiyse onu yapın, neyi yasakladıysa ondan da sakının. Bilesiniz ki
o, her türlü iyi ve uygun olanı emreder. Her türlü kötü ve fesadı yasaklar.
Tefsirciler şöyle der: Bu âyet her ne kadar fey' malları hakkında inmişse de,
Peygamber (a.s.)'in emrettiği veya yasakladığı her türlü vâcib, veya mendûb, ya
da müstehab yahut haram hakkında geneldir. Fey' ve diğer şeyler de bu hükme
girer.[25]
İbn Mes'ûd'un şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah döğme yapan ve yaptıran
kadınlara, yüz yolan ve yolduranlara, güzellik için dişlerini
seyrekleştirenlere ve Allah'ın yarattığı şekli değiştirenlere lanet etmiştir".
Bu söz Esedoğullari kabilesinden Ümmü Ya'kub isimli bir kadının kulağına varmış.
Ümmü Yakub Kur'ân'ı okurdu-. Hemen İbn Mes'ud'a gelerek: "Ne o, senden kulağıma
gelen söz!? Sen, şöyle şöyle demişsin!" dedi ve duyduklarını ona anlattı. Bunun
üzerine İbn Mes'ud: "Rasululah (s.a.v)'ın lanet ettiklerine ben nasıl lanet
etmem?! Hem bu Allah'ın kitabında da vardır" diye cevap verdi. Kadın, "Yemin
ederim ki, ben, Mushaf'ın 'iki kapağı arasındakileri okudum. Fakat böyle bir şey
bulamadım" dedi. İbn Mes'ud: Gerçekten onu okuduysan mutlaka bulurdun. Yüce
Allah'ın, "Size Rasul ne getirdiyse onu alın; sîzi neden nehyettiyse hemen
vazgeçin" mealindeki âyetini okumadın mı?" dedi.[26]
Emirlerine sarılmak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle Rabbinizden korkun.
Kuşkusuz onun, kendisine isyan eden ve emrine muhalefette bulunan kimse için
azabı elem verici ve şiddetlidir. [27]
8. Bu âyet,
daha önce geçen fey' hükmünün devamıdır. Sanki Yüce Allah şöyle buyuruyor: Fey
ve ganimetler, Mekke kâfirlerinin yurtlarından göçe zorlamaları sonucu,
Allah'ın rızasını ve lutfunu isteyerek yurtlarını ve mallarını terkeden o
Muhacir fakirler içindir. Onlar Allah'ın emrini yüceltmek ve dinine yardım etmek
maksadıyle hicret ediyorlar, İşte bu güzel sıfatları taşıyanlar, imanlarında
samimi olanlardır. Katâde şöyle der: O Muhacirler, Allah ve Rasulü aşkına,
yurtlarını ve mallarını, çoluk-çocuklarını ve vatanlarını bırakanlardır. Hattâ
onlardan bazıları açlıktan karnına taş bağlıyordu ki onunla belini düz
tutsun.[28]
Bundan sonra Yüce Allah Ensâr'ı
övdü, şeref ve faziletlerini anlatmak üzere şöyle buyurdu: [29]
9. Medine'ye
yerleşip orayı yurt edinen ve Muhacirlerin bir çoğundan önce iman edenler yani
Ensâr var ya, Onlar, Muhacir kardeşlerini sever ve mallarıyla onlara yardım
ederler. Kurtubî şöyle der: Yani, Ensâr Muhacirlerden önce yurda yerleşen,
samimi ve kesin bir şekilde iman edenlerdir. Tebevvü', yerleşmek ve karar kılmak
demektir. Yüce Allah, bununla, Ensâr'm Muhacirlerden daha önce iman ettiğini
kastetmiyor. Bilakis onların, Peygamberin kendilerine hicret etmeden önce iman
ettiklerini kastediyor.[30]
Hâzin şöyle der: Olay şudur: Ensâr Muhacirleri, kendi evlerine oturttular ve
mallarına ortak ettiler.[31]
Ensâr, kendilerine verilmeyip te Muhacirlere verilen ganimetten dolayı hiçbir
kıskançlık, kin ve üzüntü duymuyorlardı. Tefsirciler der ki: Rasulullah (s.a.v)
Nadîroğullarmm mallarım Muhacirler arasında bölüştürdü. Üç kişi dışında
Ensâr'dan hiç kimseye bir şey vermedi. Ensâr, bu bölüştürmeden hoşnut oldu.
Onlar son derece ihtiyaç ve yoksulluk içinde olsalar da, malın başkalarına
verilmesini tercih ederler. Onların bu tercihi mala ihtiyaçları
olmadıklarından değildir. Aksine ıbu tercihleri, mala ihtiyaçları olmasına
rağmendir. İşte bu, başkasını kendisine son derece (îsâr) tercih etmektir, Allah
kimi cimrilikten korur ve uzak tutarsa, o felah bulup kazanmış demektir. Şuhh,
şiddetli hırs ve tamahkarlıkla birlikte cimrilik demektir. Şuhh, yaratılıştan
nefiste bulunan bir huydur. Onun içindir ki, " nefsinin şuhhu" denilerek tamlama
yapıldı. İbn Ömer şöyle der: Şuhh, kişinin, malım vermemesi değildir. O,
kendisine ait olmayan bir şeye, kişinin tamah etmesidir.[32]
Hadiste şöyle buyrulmuştur: Cimrilikten sakının. Çünkü o, sizden öncekileri yok
etmiş, onları kan dökmeye ve ha-ramları helal saymaya itmiştir.[33]
10. Bunların
arkasından gelenler ise, bunlar lütuf ve ihsana hak kazanan mü'minlerden üçüncü
sınıftır. Yani, kıyamete kadar ihsan ile onların peşlerinden gidenlerdir. Şöyle
diyerek onlar için dua ederler: Ey Rabbimiz! Bizi bağışla, bizden önce iman
etmiş olan kardeşlerimizi de. Ebussuud şöyle der: Öncekilerin üstünlüğünü
itiraf etmek için, onları "önce iman edenler" diye nitelediler. Çünkü onların
katında din kardeşliği, soy kardeşliğinden daha şerefli ve kıymetlidir.[34]
Kalplerimizde hiçbir mü'mine karşı kin
ve kıskançlık yaratma. Ey Rabbimiz! Sen şefkatli ve merhametlisin. Dualarımızı
kabul et. İbn Kesîr şöyle der: İmam Mâlik bu âyet-i kerîmeden ne güzel bir hüküm
çıkarmıştır: Sahabeye söven Râfizî, mü'minlerin sıfatlarıyla nitelenmediği için,
ganimet malından bir şey alamaz.[35]
Şeyhzâde şöyle der: Yüce Allah açıkladı ki, Muhacir ve Ensârdan sonra
gelenlerin, daha önce geçmiş olanları rahmet ve dua ile anmaları onların
şanındandır. Kim bu şekilde davranmaz da aksine onları kötülükle anarsa, bu
âyetler gereği, mü'min grupların dışında kalır. Şa'bî'nin şöyle dediği rivayet
olunmuştur: Yahudiler ve hrisliyanların bir özellikleriyle Râfizîler'den üstün
olduklarım iddia ettiler. Yahudilere soruldu ki: "Sizin dininizin en hayırlıları
kimlerdir?" Onlar da, "Musa'nın Ashabı" diye cevap verdiler. Aynı soru
hristiyanlara da soruldu. Onlar da, "İsa'nın Ashabı" dediler. Râfizîlere de,
"sizin dininizin en kötüleri kimlerdir?" diye soruldu. "Muhammed'in Ashabı" diye
cevap verdiler. Râfizîlere, Peygamber (a.s.)'in Ashabı için bağışlanma talebinde
bulunun diye emredildiği halde, onlar Sahabeye sövdüler. Kıyamete kadar onlara
kılıç çekilmiştir.[36]
Allah'ım! Değerli Peygamberini
sevmeyi bize nasip et. [37]
11.
Münafıkların, Ehl-i Kitâbdan inkâr eden dostlarına, "Kğer siz yurdunuzdan
çikarılırsanız, mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız; sizin aleyhinizde
kimseye asla uymayız. Eğer savaşa tutuşursanız, mutlaka yardım ederiz"
dediklerini görmedin mi? Allah, onların yalancı olduklarına şahitlik
eder.
12. Andolsun,
eğer onlar çıkarılsalar, onlarla beraber çıkmazlar, savaşa tutuşmuş olsalar,
onlara yardım etmezler, yardım etseler bile arkalarına dönüp kaçarlar, sonra
kendilerine yardım da edilme/.
13. Onların
kainlerinde sizin korkunuz, Allah'ın korkusundan fazladır. Bu, onların anlamayan
bir topluluk olmalarından dolayıdır.
14. Onlar
müstahkem şehirlerde veya duvarlar arkasında bulunmaksızın sizinle toplu halde
savaşamaz-lar. Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir. Sen onları derli
toplu sanırsın, halbuki kalbleri darmadağınıktır. Bu, onların aklını
kullanmayan bir topluluk olmalarından dolayıdır.
15.
(Onların durumu) kendilerinden az önce
geçmiş ve işlerinin cezasını tadmış olanların durumu gibidir. Onlara elem verici
bir azap vardır.
16.
Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana, "İnkâr et"
der. İnsan inkâr edince de: "Ben senden uzağım, çünkü ben Âlemlerin
Rabbi olan Allah'tan korkarım" der.
17. Nihayet
ikisinin de sonu, içinde ebedî kalacakları ateş olacaktır. İşte bu, zâlimlerin
cezasıdır.
18. Ey îman
edenler! Allah'tan korkun ve herkes yarına
ne hazırladığına baksın.
Allah'tan korkun, çünkü Allah,
yaptıklarınızdan haberi olandır.
19. Allah'ı
unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi
olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.
20. Cehennem
ehliyle cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli kurtularak isteklerine
erişenlerdir.
21. Eğer biz bu
Kur'ân'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek,
parça parça olmuş görürdün. Bu misâlleri insanlara düşünsünler diye
veriyoruz.
22. O, öyle bir
Allah'tır ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O,
Rahman, Ra-hîm.
23. O, öyle bir
Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. O, mâlik ve sahiptir,
münezzehtir, selâmet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır,
üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah,
müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.
24. O, yaratan,
var eden, varlıklara şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde
ve yerde olanlar O'nun şanını yüceltmektedirler. O, galip olan, herşeyi hikmeti
uyarınca yapandır.
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde samimi
mü'm inlerin vasıflarını anlattıktan sonra ardından bu âyetlerde hilekâr
münafıkların vasıflarını anlattı. Bunlar mü'minlere yardımı bırakıp yahudilerle
dost olmuş ve müslümanlara karşı onlarla anlaşma yapmış münafıklardır. Daha
sonra Yüce Allah cehennem ehli ile cennet ehli arasındaki büyük farkı durum ve
âki-betlerinin aynı olmadığını anlattı. Yüce Allah'ın esmâ-i hüsnâ (güzel isim)
ve sıfatlarından bazılarını anlatarak bu mübarek sûreyi sona erdirdi. [38]
Kelimelerin İzahı
Şettâ, dağınık demektir, "
birlikleri dağıldı" mânasınadır.
Hâşian, zelil ve boynu bükük halde
demektir. Mütesaddian, çatlak manasınadır. "Bina çatladı" mânâsına denir.
Kuddûs, her türlü eksiklik ve
kusurdan uzak demektir. Mü'min. mucizelerle peygamberlerini tasdik
eden.
Müheymin, herşeyi
gözetleyen.
Azîz; güçlü ve üstün
olan.
Cebbar; büyük, güçlü, güç ve
kudret sahibi.
Mütekebbir, son derece büyük ve
yüce.
Bari; yoktan yaratan, vücûda
getiren.
Musavvir; çeşitli şekilde
yaratan. [39]
Âyetlerin Tefsiri
11. Bu, Yüce
Allah'ın, münafıkların durumlarının şaşılacak bir şey olduğunu Peygamberine
(s.a.v.) bildirmesidir. Yani, Ey Muhammed! İçlerinde sakladıklarının aksini
açıklayan o münafıkların durumuna şaşmıyor musun? O münafıklar Hz. Muhammed
(a.s)'in peygamberliğini inkâr eden Kureyza ve Nadîroğul-lan yahudilerine şöyle
derler: Eğer siz Medine'den çıkarılırsanız, kesinlikle biz de sizinle oradan
çıkacağız. Biz, sizinle savaşma hususunda Muhammed'in
emrine uymayız. Size yardımı bırakmamızı emreden hiç kimseyi
de dinlemeyiz. İbn Cüzey şöyle der: Bu âyet, Abdullah b. Übey b. Selûl ve
münafıklardan bir grup hakkında inmiştir. Bunlar Nadîroğulları'na adam gönderip
şöyle dediler: Kalelerinizde kalıp kaçmayın. Durumunuz ne olursa olsun, biz
sizin yanınızdayız.'[40]
Münafıklar da, yahudiler gibi kâfir oldukları için Yüce Allah onları,
yahudilerin kardeşleri saydı. Eğer herhangi biri sizinle savaşırsa, düşmanınıza
karşı mutlaka size yardım eder ve yanınızda oluruz. Münafıkların, sözlerinde ve
onlara verdikleri sözde kesinlikle yalancı olduklarına Allah şahitlik
eder.
Bundan sonra Yüce Allah
münafıkların durumunu genişçe anlatarak şöyle buyurdu: [41]
12. Eğer
yahudiler çıkarılırsa münafıklar onlarla birlikte çıkmazlar, Yahudilerle savaş
yapılırsa, münafıklar ne onlara yardım eder, ne de onlarla birlikte savaşırlar.
Kurtubî şöyle der: Bu âyette, gaybten haber vermesi suretiyle, Muhammed
(s.a.v.)'-in peygamberliğinin doğruluğuna bir delil vardır. Çünkü, Kur'ân'm
bildirdiği gibi yahudiler daha sonra Medîne'den çıkarıldı, fakat münafıklar
onlarla beraber çıkmadılar. Yahudilerle savaş yapıldı, fakat onlara yardım
etmediler.[42]
Farz edelim ki, onlara yardıma geldiler ve onlarla savaştılar, bu durumda
mutlaka yenilecekler ve sonra münafıkların yardımı onlara fayda sağlamayacaktı.
Fahreddin Râzî şöyle der: Yüce Allah, yahudiler çıkarılırsa, münafıkların
onlarla birlikte çıkmayacaklarını haber verdi ve böyle de oldu. Çünkü
Nadîroğulları Medîne'den çıkarıldığında münafıklar onlarla birlikte çıkmadılar.
Aynı şekilde onlarla savaş yapıldı, fakat münafıklar onlara yardım etmediler,
Eğer onlara yardım etselerdi" cümlesi varsayım yoluyla söylenmiştir. Yani,
varsayalım ki, onlara yardım etmek istediler, kesinlikle bu yardımı bırakmak
zorunda kalacaklar ve mağlup olacaklardı.[43]
13. Ey müslüman
topluluğu! Siz, münafıkların kalbine Allah'tan daha çok korku veriyorsunuz.
Çünkü onlar, Allah'tan korktuklarından daha çok sizden korkuyorlar, Onların
sizden bu korkulan, Allah'ın büyüklüğünü bilmemelerinden dolayıdır.
Bilmediklerinden Allah'tan hakkıyle korkmuyorlar. Kurtubî şöyle der: Onlar
Allah'ın büyüklüğünü ve ne kadar kudretli olduğunu anlamıyorlar.[44]
Bundan sonra Yüce Allah yahudi ve
münafıkların aşırı telaştan dolayı korkak olduklarını ve müslümanlarla s av aş
amıyac aklarını, ancak kalelerinde korunmuş olduklarında savaşabileceklerini
haber verdi: [45]
14. Onlar toplu
olarak sizinle savaşamazlar, ancak surlar ve hendeklerle korunmuş şehirlerde
olduklarında veya siper edinecekleri duvarların arkasında olduklarında
savaşabilirler. Çünkü onlar aşırı derecede korkak ve telaşlıdırlar, Kendi
aralarında birbirlerine düşmanlıkları ise pek çetindir. Görünüşte onları, bir iş
ve görüşte toplanmış, dostluk ve birlik içinde sanırsın. Oysa ki onlar son
derece ihtilaf içindedirler. Çünkü görüşleri farklı, kalpleri de ayrı ayrıdır.
Katâde şöyle der: Bâtıl ehli, hak ehline karşı düşmanlıkta birleştikleri halde,
görüşleri farklı, arzuları değişik, şe-hâdetleri de farklıdır.[46]
Bu ayrılık ve dağınıklık, Allah'ın
emrini düşünebilecekleri bir akılları olmadığı içindir. Ebû Hayyân şöyle der: Bu
ayrılık ve dağınıklığı gerektiren şey,
akıllarının olmayışıdır. Onlar herhangi bir durumda ittifak edemeyen hayvanlar
gibidir.[47]
15. Sürgün olma
ve zillete düşme olayında Na-dîroğulîarınm durumu, Bedir Savaşında yenilip esir
düşen Mekke kâfirlerinin durumu gibidir. Beyzâvî şöyle der: Yahudilerin durumu
Bedir kâfirlerinin veya yakın geçmişte helak olan eski milletlerin durumuna
benzer.[48]
Onlar, dünyada işledikleri suçun kötü akıbetini tattılar. Onlar için âhirette
de, elem verici, şiddetli azap vardır. [49]
16.
Münafıkların yahudileri savaşa teşvik hususundaki durumları, insanı inkâra
teşvik edip sonra da onu yalnız bırakıp yardım etmeyen şeytanın durumuna benzer.
dil İnsan inkâr edip küfre girince şeytan ondan uzaklaşır ve: "Allah'ı inkâr
ettiğim takdirde, onun azabı ve intikamından korkarım" der. İbn Cüzey şöyle der:
Bu bir meseldir. Yüce Allah, Nadîroğulları yahudileri-ni aldatıp sonra onları
yardımsız bırakan münafıklar için, insanoğlunu aldatıp sonra ondan uzaklaşan
şeytanı misal verdi. Burada şeytan ve insandan maksat, bunların cinsidir.[50]
Şeytanın "Ben Allah'tan korkarım demesi" onun yalanı ve riyasıdir. Çünkü
Allah'tan korksaydı, emrine uyar ve isyan etmezdi.[51]
17. Münafıklar
İle ya-hudilerin sonu, şeytan ile ona aldanan insanın sonuna benzer. Çünkü
bunlar ebedî cehennemlik olmuşlardır. İşte, zâlim, kâfir, Allah'ın haramlarını
ve dini ihlal eden herkesin cezası budur.
Yüce Allah, önceki âyetlerde
münafık ve yahudilerden herbirinin sıfatlarını anlatıp onlar için darb-ı
meseller getirdikten sonra, mü'minleri yukarda anlatılanlar gibi olmaktan
sakındırmak için onlara güzel bir şekilde öğüt vermek üzere şöyle buyurdu: [52]
18. Ey
İnananlar! Allah'tan korkun ve emirlerine sarılmak, nehiylerinden kaçınmak
suretiyle azabından sakının. Herkes, kıyamet günü için hazırladığı iyi
amellerine baksın. İbn Kesîr şöyle der: Dönüp Rabbinize arz olunacağınız gün
için, iyi amellerden kendinize biriktirdiğinize bakın.[53]
Kıyamet gününün gelmesi yakın olduğu için, ona "yarın" mânâsına gelen ismi
verildi: "Kıyamet saatinin durumu, göz açıp kapama gibidir veya daha yakındır"[54]
Kelimesinin nekre getirilmesi, onun
büyüklüğünü ve korkunçluğunu ifade etmek içindir.[55]
Allah'tan korkun. Yüce Allah emrini pekiştirmek ve öncekilere ve sonrakilere
yapmış olduğu emrin yani takvanın derecesini açıklamak için bu âyeti tekraladı:
Sizden Önce kendilerine kitap verilenlere ve size, "Allah'tan korkun" diye
emrettik"[56]
Kuşkusuz Allah amellerinizden haberdardır. Size onların karşılığını
verecektir. [57]
19. Ey
Mü'minler topluluğu! Allah'ı anmayı O'nun gözetiminde olduğunu ve O'na itaat
etmeyi terkeden-ler gibi olmayın. Onlar böyle yapınca Allah da onlara haklarını
ve onlara elverişli bir şekilde bakmayı unutturdu. Ebû Hayyân şöyle der: Bu,
günaha başka bir günah ile ceza verme kabil indendir. Çünkü onlar Allah'a
ibadeti ve emirlerine sarılmayı terkettîler. Dolayısıyla payları unutturulmak
suretiyle onlara ceza verildi.[58]
Neticede yarın için kendilerine fayda sağlayacak herhangi bir iyilik sunmadılar.
işte onlar Allah'a itaat etmekten çıkan günahkârların ta kendileridir. [59]
20. Kıyamet
gününde bahtiyarlarla bedbahtlar yani cehennemliklerle cennetlikler rütbe ve
fazilette eşit değildir. Cennetlikler, nimet yurdunda ebedî mutluluğu
kazananlardır. İşte bu büyük bir kazançtır. Bundan sonra Yüce Allah Kur'ân-ı
Kerim'in korkutucu özelliğini ve sağlam bir şekilde oturmuş sağır dağlara
etkisini anlatmak üzere şöyle buyurdu: [60]
21. İnsanlarda
yarattığımız gibi, dağda da akıl ve temyiz gücü yaratsak, vaad ve tehdidi ile
bu Kur'ân'ı ona indirseydik, mutlaka Allah korkusu ve dehşetinden boyun eğer ve
çatlardı. Bu, Kur'ân'm kadrinin yüceliğini ve etkisinin gücünü tasvirdir. Aynı
zamanda, bu Kur'ân'la bir dağa hitap edilseydi, insanın sertliğine ve şiddetine
rağmen dağın, Allah korkusundan çatlayıp zelil olduğunu göreceğini
anlatmaktadır. Bundan maksat, insanı kınamaktır. Çünkü insan, Kur'ân okunduğunda
boyun eğmez, aksine onda bulunan enteresan ve büyük şeylerden yüz çevirir. Bu
âyet Kur'ân'm büyüklüğünü, insanın durumunun da alçaklığını açıklamaktadır.[61]
Ebû Hayyân şöyle der: Bundan maksat, kalbinin katılığı ve bu Kur'ân'dan
etkilenmemesi sebebiyle insanı kınamaktır. Eğer bu Kur'ân, bir dağa
indirilseydi, dağ boyun eğer ve çatlardı. Dağ, sertliğine ve büyüklüğüne rağmen
ona boyun eğip çatlıyorsa, insanoğlunun bunu yapması daha uygundur. Fakat
insanoğlu, zayıflığı ve değersizliğine rağmen etkilenmiyor.[62]
Biz bu misalleri, Allah'ın birliğini ve kudretini düşünüp iman etsinler diye
insanlara uzun uzun açıklıyoruz.
Yüce Allah, Kur'ân'ın yüceliğini
ve büyüklüğünü anlattıktan sonra ardından, Allah'ın yüceliğini açıklamaya
başladı: [63]
22. Şanı yüce
olan O Allah, gerçek ilahtır. Ondan başka hiçbir ilah ve rab yoktur. Gizliyi de
açığı da bilendir. Kulların göremediği ve görüp bildikleri şeyleri O bilir. O
Yüce Allah, dünyada da âhirette de geniş rahmet sahibidir. [64]
23. Yüce Allah,
tevhîd işine çok önem verdiği için lafzı tekrarladı. Yani, O'ndan başka hiçbir
ilah ve rab yoktur.
O, bütün mahlûkâtm sahibidir.
Emirler ve yasaklar koyarak, vücuda getirip yok ederek kullan üzerinde
tasarrufta bulunandır.
Çirkin şeylerden ve sonradan
olanların sıfatlarından uzaktır. ibn Cüzey şöyle der: Kuddûs, takdisten
türemiştir. Takdis ise, mahlukatın sıfatlarından ve hertürlü eksiklik ve ayıptan
uzak olmaktır. Bu vezin gibi mübalağa ifade eden kiplerdendir.[65]
Hadiste, meleklerin teşbih ederken
şöyle dedikleri bildirilmiştir: "O, noksan sıfatlardan çok uzaktır,
mukaddestir, meleklerin ve ruh'un Rabbidir"[66]
O, mahlûkâtm, cezasından selâmet
bulduğu ve zulmünden emîn olduğu kimsedir: "Senin Rabbin hiç kimseye
zulmetmez"[67]
Beyzâvî şöyle der: Yani, her türlü eksiklik ve âfetten selâmette olandır. Bu
kelime mastardır, mübalağa ifade etmesi için sıfat olarak kullanılmıştır.[68]
Peygamberlerin eliyle mucizeler
göstermek suretiyle onları tasdik edendir.
Herşeyi gözetleyip koruyandır. İbn
Abbas şöyle der: Kullarını amelleri ile birlikte görüp kendisine hiçbir şey
gizli kalmayandır.[69]
Güçlü, kuvvetli, mağlup edilemeyen
ve kendisine zillet gelmeyendir.
Kudretli, âlicenâb, kendisinden
aşağıda olanların boyun eğdiği kimsedir. İbn Abbas şöyle der: O, birşey
istediğinde yapan yüce varlıktır. Allah'ın cebbar olmasından maksat,
azametidir.[70]
Gerçekten büyüklüğe layık olandır.
Büyüklük Ondan başkasına layık olmaz. Kudsî hadiste şöyle buyrulmuştur:' "Azamet
Benim izarım, kibriyâ da ridâmdır. Kim bu iki sıfatta Benimle boy ölçüşmeye
kalkışırsa hiç aldırmadan belini kırarım"[71]
Fahreddin Râzî şöyle der: Bil ki, insanları nitelerken kullanılan "mütekebbir"
kelimesi, yerme sıfatıdır. Çünkü mütekebbir, kendinden kibir ortaya koyandır.
Mahlûkât hakkında bu bir noksanlıktır. Çünkü onun ne büyüklüğü vardır, ne de
yüceliği, Aksine zillet ve meskenetten başka bir şeyi yoktur. Üstünlük
gösterince yalancı durumuna düşer. Bu ise, insanlar hakkında yerilen bir şeydir.
Yüce Allah'a gelince, O, her türlü yücelik ve büyüklük O'nundur. O büyüklük
gösterince, kendi azameti ve yüceliğini tanıma yolunu kullara göstermiş olur.
Bu sıfat, Yüce Allah hakkında son derece övme sıfatıdır.[72]
Bunun içindir ki Yüce Allah âyetin sonunda şöyle buyurdu:
Azamet ve yüceliği içersinde
Allah, müşriklerin kendisine koştukları ortaklar ve benzerlerden münezzeh ve
mukaddestir. [73]
24. Yüce Allah
herşeyi yaratan, yoktan vücuda getiren ve yaratarak ortaya
koyandır.
Dilediği gibi şekil verendir:
"Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur'[74]
Hâzin şöyle der: Yani, mahlûkâta istediği şekilde suret verendir.[75]
Güzel mânâları gösteren yüce
isimler de O'nundur. Kâinattaki herşey, hal veya söz diliyle, Yüce Allah'ı
acizlik ve noksanlık sıfatlarından tenzih eder. Sâvî şöyle der: Yüce Allah,
tesbih'in en yüce gaye olduğuna, başlangıç ve sonun o olduğuna ve Allah'ı
tanımaktan gayenin, O'nun azametinin, akılların düşünebildiği şeylerden uzak
tutmak olduğuna işaret etmek için, başladığı gibi sûreyi yine teşbihle
bitirdi.[76]
O, mülkünde güçlü, yaptığı ve
yarattığında hikmet sahibidir. [77]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek sûre birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda
özetliyoruz:
1. "Siz onlann
çıkacaklarını sanmamıştmız. Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah'tan
koruyacaklarını sanmışlardı" âyetinde tıbâk-ı selb
vardır.
2. "Peygamber
size ne verdi ise onu alın" âyeti ile " Size neyi yasakladıysa ondan vaz geçin"
âyeti arasında latif mukabele vardır.
3. "Onlar
sâdıkların ta kendileridir" âyetinde, hasr ifade etmesi için, mübteda ile haber
arasına zamir konulmuştur.
4. "Medine'yi
ve imanı yurt edindiler" âyetinde latif istiare vardır. Yüce Allah, onların
ruhlarına yerleşmiş olan imanı, insanın evi ve karargâhına benzetti. İnsan oraya
iner, yerleşir, neticede orası onun evi olur. Bu latif
istiaredendir.
5. "Münafıklık
edenleri görmedin mi?" âyetindeki sorudan maksat inkâr ve hayrete
düşürmektir.
6. "Onları
derli toplu sanırsın. Oysa ki kalpleri darmadağınıktır" âyetindeki ile
kelimeleri arasında tıbâk vardır.
7. Onun durumu,
şeytanın durumuna benzer. Yani şeytan insana, "inkâr et" demişti... âyetinde
teşbîh-i temsilî vardır. Çünkü veclı-i şebeh birkaç şeyden
çıkarılmıştır.
8. "Her nefis,
yarın için ne takdim ettiğine baksın" âyetinde latif bir kinaye vardır. Yüce
Allah, yakınlığından dolayı kıyameti, kinaye olarak " yarın" kelimesi ile ifade
etti.
9. kelimeleri.,
arasında tibak vardır. [78]
Bir Nükte
Buhârî ve Müslim, Ebû Hureyre'nin
şöyle dediğini rivayet etmişlerdir. Bir adam Rasulullah (s.a.v)'a gelerek dedi
ki: Ey Allah'ın Rasulü! Ben çok aç ve fakir düştüm. Bunun üzerine Rasulullah
(s.a.v) hanımlarından birine, yanında bir şey olup olmadığını sormak üzere adam
gönderdi. Hanımı: "Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, yanımda sudan başka
bir şey yoktur. Sonra diğer hanımına adam gönderdi. O da aynı şeyi söyledi.
Bütün hanımları aynı şeyi söylediler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v):"Bu adamı
kim bu gece misafir ederse Allah ona merhamet etsin" buyurdu. Ensâr'dan Ebû
Talha isimli bir şahıs kalkıp, "Ben, ey Allah'ın Rasulü!" dedi ve adaniı evine
götürdü. Hanımına dedi ki: "Bu, Rasulullah (s.a.v)'m misafiridir. Hiçbir şeyi
bundan esirgeme ve ikram et" Kadın: "Bende, çocukların yiyeceğinden başka bir
şey yok" dedi. Adam: "Onları bir şeyle avut ve uyut. Misafirimiz içeri
girdiğinde, bizim yemek yediğimizi ona göster. Sonra lambayı düzeltmek için
kalk ve söndür" dedi. Kadın bunları yaptı. Oturdular, misafir yedi, onlar geceyi
aç geçirdiler. Sabah olunca adam Rasulullah'a (s.a.v) gitti, Rasulullah (s.a.v)
ona bakınca gülümsedi. Sonra, "Bu gece misafirinize yaptığınızı Allah çok
beğendi" dedi ve Yüce Allah, "Kendileri zaruret içerisinde bulunsalar bile,
onları kendilerine tercih ederler" mealin deki âyeti indirdi.[79]
Yüce Allah'ın yardımıyle "Haşr
Sûresi"nin tefsiri bitti. [80]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/369-370.
[2] Neml Sûresi, 27/17
[3] Kurtubî, 18/9
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/373-374.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/374.
[6] İsrâ sûresi, 17/44
[7] Muhtasar-i îbn Kesîr, 3/469
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/374.
[9] Beyzâvî, 3/469
[10] Âlûsî, 28/39
[11] Beyzâvî Haşiyesi, 3/470
[12] Buhâri, Teyemmüm 1, Salât 56, Cihâd 122; Müslim, Mesâcid
3/5,7,8.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/374-376.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/376.
[15] Hûd sûresi, 11/102
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/376.
[17] Tefsîr-İ kebîı; 29/283
[18] Bkz, Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/471; Bahr, 8/244. Ayrıca,
yukarıda geçen "Nüzul sebebi" bölümüne bakınız.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/376.
[19] Kurtubî, 18/10
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/376-377.
[21] Enfal, 8/41
[22] Teshil, 4/108
[23] Hâzin, 4/60
[24] Kurtubî, 18/16
[25] Tefsîr-i kebîr, 29/286
[26] Buhârî, Buyu', 25; Müslim, Libâs, 120. Alimler şöyle
der: Veşm, insanın azasına iğne batırıp oyarak içine sürme doldurulmasıdır.
Müstevşime, kendisine bu işin yapılmasını isteyendir. Namisa, yüzden kılları
yolandır. Müîefellice ise, güzelleşmek için dişlerinin arasının açılmasına
zorlanandır. Bütün bunlar yasak edilmiştir. Çünkü bunda, Allah'ın yarattığını
değiştirme vardır.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/377-378.
[28] Kurtubî, 18/19
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/378-379.
[30] Kurtubî, 18/20
[31] Hâzin, 4/62
[32] Sâvî Haşiyesi, 4/190
[33] Müslim, 3irr, 56; Ahmed b. Hanbel, Müsned 2/160,
191.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/379-380.
[34] Ebussuud, 5/152
[35] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/475
[36] Beyzâvi Haşiyesi, 3/477
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/380.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/383.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/384.
[40] Teshil, 4/ı 10
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/384.
[42] Kurtubî, 18/34
[43] Tefsîr-i kebîr, 29/289
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/384-385.
[44] Kurtubî, 18/35
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/385.
[46] Hâzin, 4/66
[47] Bahr, 8/249
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/385-386.
[48] Beyzâvî, 3/478
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/386.
[50] Teshil, 4/110
[51] Teshîl, 4/110endlle"ne 7ardım va'deden nıünâfıklara
aldanan bu yahudilerin dununu şeytanın durumuna benzer. Çünkü o kafirliği
insana güzel gösterdi sonra da nn dan
uzaklaştı ve: "Ben, Âlemlerin Rabbi Allah'tan korkarfm" dedi. (Muhtasar-ı İbn
Kesir, 3/476
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/386.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/386.
[53] İbn Kesîr, 3/477
[54] Nahl sûresi, 16/77
[55] Ebussuud, 5/154
[56] Nisa sûresi, 4/131
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/386-387.
[58] el-Bahru'1-muhît, 8/251
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/387.
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/387.
[61] Beyzâvî Haşiyesi, 3/479
[62] Bahr, S/251
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/387-388.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/388.
[65] Teshil, 4/111
[66] Müslim, Salât, 223; Ebû Dâvûd, Salât,
147
[67] Kehf sûresi, 18/49
[68] Hâzin, 4/72
[69] Kurtubî, 18/47
[70] Hâzin, 4/72
[71] Kurtubî, 18/47; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/376, 414; Ebû
Davûd, Libâs, 25.
[72] Tefsîr-i kebîr, 29/294
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/388-389.
[74] ÂI-i İmran sûresi, 3/6
[75] Hâzin, 4/73
[76] Sâvî Haşiyesi, 4/194
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/389.
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/390.
[79] Buhârî, Tegsiru'l-Kur'ân,
59/6.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 6/390-391.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder