SÂFFÂT SÛRESİ
. 18
SÂFFÂT SÛRESİ
Mekke'de inmiştir. 182
âyettir.
Sûreyi Takdim
Sâffât Sûresi, "Allah'ın birliği,
vahy, öldükten sonra dirilme ve hesap" eibi, temel İslam inançlarına önem veren
Mekkî sûrelerdendir. Bu sûre iman esaslarım yerleştirmeyi hedef alan diğer Mekkî
sûrelerin özelliğini taşımaktadır.
Bu mübarek sûre, melâike-i
ebrârdan söz ederek başlar, O melekler, namazda ayaklarını saf saf tutan veya
Allah'ın emrini beklemek üzere kanatlarını saf saf bağlayan, bulutları,
Allah'ın dilediği tarafa sevketmek üzere hareket ettiren meleklerdir. Sonra bu
sûre, cinlerden ve onların parlak yıldızlarla taşlanıp kovulmaya maruz
kalmalarından bahseder. Bunu, Allah'la cinler arasında bir yakınlık olduğuna
inanan Câhiliyye halkının hurafelerini reddetmek için anlatır. Sûre, öldükten
sonra dirilmeden, hesaptan ve müşriklerin bunu inkar etmelerinden, çürüyüp
dağılmış kemikler haline geldikten sonra ikinci defa dünyaya gelmeyi uzak
görmelerinden bahseder.
Yine bu sûre, öldükten sonra
dirilmeye iman esasını pekiştirmek için, "Mü'min ve kâfir" kıssasını ve dünyada
bunlar arasında geçen konuşmayı anlatır. Bundan sonra, mü'minin cennete, kâfirin
cehennemde ebedî kalmasıyla, her birinin vardığı sonucu
anlatır.
Bu mübarek sûre, Nuh (a.s)'tan
başlayarak sırasıyle İbrahim, İsmail, Musa ile Harun ve İlyas ile Lut
(aleyhimu's-selâm) gibi bazı peygamberlerin kıssalarını sunar. İsmail (a.s)'in
kurban edilmesi ve Halil İbrahim (a.s)'-in gördüğü rüya olayındaki "İman ve
imtihan" kıssasını genişçe anlatır. O zaman Yüce Allah, mü'minlere, Hâkimler
Hâkimi'nin emrine teslim olma ve boyun eğmenin nasıl olacağını öğretmek için,
İbrahim (a.s)'a, çocuğunu kurban etmesini emretti, sonra çocuğun yerine fidye
geldi.
Bu mübarek sûre, Allah'ın
yardımının, dünya ve âhirette peygamberleri ve velileri için, iyi sonucun da
takva sahipleri için olduğunu açıklayarak sona erer. [1]
İsmi
Kullara, Allah'a ibadetten
ayrılmayan, temiz meleklerden oluşan "yüce topluluğu" hatırlattığı ve o yüce
topluluğun mükellef oldukları vazifeleri açıkladığı için bu sûreye "Sâffât
Sûresi" adı verildi: "O melekler bıkıp usanmaksızm gece gündüz teşbih ederler"[2]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1, 2, 3, 4. Sâf
sâf dizilmişlere, toplayıp sürenlere, zikir okuyanlara yemin ederim ki, ilâhınız
birdir.
5. O, hem
göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi, hem de doğuların
Rabbidir.
6. Biz yakın
göğü, bir süsle, yıldızlarla süsledik.
7. Ve itaat
dışına çıkan her şeytandan korumak için donattık.
8. Onlar, artık
Mele-i a'Iâ'ya kulak veremezler, Her taraftan taşlanırlar.
9. Kovulup
atılırlar. Ve onlar için sürekli bir azap vardır.
10. Ancak, (
bir söz kapan olursa, onu da delen ve yakan bir alev takip
eder.
11. Şimdi sor
onlara! Yaratılış bakımından onlar mı daha zor yoksa bizim yarattıklarımız mı?
Şüphesiz biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık.
12. Belki de
sen şaşirdın. Halbuki onlar alay ediyorlar.
13. Kendilerine
öğüt verildiği vakit, öğüt almazlar.
14. Bir mucize
görseler alay ederler.
15. "Bu ancak
açık bir büyüdür" derler.
16. "Gerçekten
biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı,
diriltileceğiz?"
17. "İlk
atalarımızda mı" (diriltilecek)?
18. De ki:
"Evet, hem de siz hor ve hakir olarak.
19. O sâdece
korkunç bir sesten ibaret olacak, o anda hemen bakacaklar.
20. "Eyvah
bize! Bu, ceza günüdür" derler.
21. İşte bu,
yalanlamış olduğunuz hüküm günüdür.
22. 23, 24.
"Zâlimleri, onların aynı yoldaki arkadaşlarını ve Allah'tan başka tapmış
oldukları putlarını toplayın. Onlara cehennemin yolunu gösterin. Onları
tutuklayın, çünkü onlar sorguya çekilecekler"
25. "Size ne
oldu ki birbirinize yardım etmiyorsunuz?"
26. Bilâkis
onlar o gün boyun eğecekler.
27. Onlar
birbirlerine dönüp sormaya başlarlar.
28. "Siz bize
sağdan gelirdiniz" derler.
29. 30. Onlar
da "Bilâkis, derler, siz inanan kimseler değildiniz. Bizim sizi zorlayacak bir
gücümüz de yoktu. Fakat siz kendiniz azgın bir toplum
idiniz.
31. Onun için
Rabbimizin hükmü bize hak oldu. Biz mutlaka tadacağız.
32. Biz sizi
azdırdık. Kendimiz de azmıştık."
33. Şüphesiz o
gün onlar azapta ortaktırlar.
34. İşte biz,
suçlulara böyle yaparız.
35. Çünkü
onlara: "Allah'tan başka tanrı yoktur" denildiği zaman büyüklük
taslarlardı.
36. "Mecnûn bir
şâir için, biz tanrılarımızı bırakacak mıyız?" derlerdi.
37. Hayır! O,
gerçeği getirdi ve peygamberleri de doğruladı.
38. Kuşkusuz
siz elem verici azabı tadacaksınız.
39. Çekeceğiniz
ceza yapmakta olduğunuzdan başka bir şeyin cezası
değildir.
40. Ancak
Allah'ın hâlis kullan hariç.
41. 42, 43, 44.
İşte, Onlar için bilinen bir rızık, türlü
meyveler vardır. Naîm
cennetlerinde karşılıklı koltuklar
üzerine kurulmuş oldukları halde kendilerine ikram
edilir.
45. Onlara
pınardan kadehler dolaştırılır.
46. Berraktır,
içenlere lezzet verir.
47. O içkide ne
sersemletme vardır, ne de onunla sarhoş olurlar.
48. Yanlarında
güzel bakışlarını yalnız onlara tahsis etmiş, iri gözlü eşler
vardır.
49. Sanki
onlar, saklı yumurta gibi bembeyazdır.
50. İşte o
zaman, birbirlerine dönerek soracaklar.
51. İçlerinden
bir sözcü der ki: "Benim, bir arkadaşım vardı".
52. 53. Der ki:
"Sen de inananlardan mısın? Biz ölüp kemik sonrada toprak hâline geldiğimiz
zaman cezalanacak mıyız?"
54, 55. O
mü'min, cennetteki arkadaşlarına: "Siz cehennemi görebiliyor musunuz?" dedi.
İşte o zaman kendisi baktı, arkadaşını cehennemin ortasında
gördü.
56, 57. "Yemin
ederim ki, sen az daha beni de helak edecektin. Rabbimin ni'meti olmasaydı,
şimdi ben de (cehenneme) getirilenlerden olurdum." dedi.
58, 59, 60, 61.
Birinci ölümümüz hâriç, bir daha biz ölmeyecek ve bir daha azap görmeyecek değil
miyiz? Şüphesiz bu, büyük kurtuluştur. Çalışanlar, böylesi bir kurtuluş için
çalışsın.
Kelimelerin İzahı
Zâcirât, hareket ettirenler. Zecr,
kuvvet kullanarak veya bağırmak suretiyle bir şeyi korumak. Zecre, sayha
(bağırma) demektir. Arapların, "çoban bağırarak koyunu korudu" sözünden
alınmıştır. Çoban, koyuna bağırıp da koyun onun sesinden dolayı döndüğünde böyle
denilir.
Mârid, azgın ve inatçı
demektir.
Sakıp, yakan, şiddetle delen
manasınadır. Vâsıb, sürekli, kesilmeyen demektir. Lâzib, birbirine yapışık.
Maîn, kaynaktan çıkan şarap.
Gavl, aklı bozan her şey demektir.
Ebu Ubeyde şöyle der: Gavl, aklı bozan ve gideren şey demektir. Ebu Ubeyde, İbn
İlyâs'm şu beytini okudu:
İçki hepimizin aklını devamlı
olarak bozuyor. Birinciden başlıyarak birer birer hepimizi helak ediyor.[3]
Ke's, kâse demektir. Dilciler
şöyle der: Araplar, bir kabın içinde içki bulunduğu zaman ona derler. İçinde
içki bulunmadığı zaman, sadece veya derler. Şair şöyle
der:
Nice kâse vardır ki, ondan
lezzetle içtim. Nice başka kâsler vardır ki, onunla ondan kurtuldum.[4]
Sarhoş olurlar. Bir kimse sarhoş
olduğunda denilir. Sarhoşa veya denir. Şair şöyle der:
Andolsun ki, sarhoş da olsanız,
ayık da olsanız, siz ne kötü pişman olanlarsınız, ey Ebcer ailesi![5]
Âyetlerin Tefsiri
1. O saf
bağlayıp duranlara and olsun. Yüce Allah bu sûreye, mahlukatmdan bazılarının
şanının yüceliğini ve faydalarının büyüklüğünü göstermek, onların kadrinin
yüceliğine kullarının dikkatini çekmek için, onların üzerlerine yemin ederek
başladı. Yani, namazda ayaklarını veya Allah'ın emrini beklerken kanatlarını
saf saf tutan o melek tayfalarına yemin ederim. İbn Mes'ud şöyle der; Onlar,
göklerde ibadet ve zikir anında saf saf duran meleklerdir. Hadiste şöyle
buyrulmuştur: Meleklerin, Rableri katında saf tuttukları gibi, saf olsanız ya!.
Biz, "Nasıl, ey Allah'ın rasülü" dedik. Rasulullah (s.a.v): "Öndeki safları
tamamlarlar, safta sık dururlar" buyurdu.[6]
Yüce Allah, meleklerin kadrinin yüceliğine ve £ok ibadet ettiklerine dikkat
çekmek için onların üzerine yemin etti. melekler, yaratılışlarının yüceliğine
rağmen Allah'a ibadetten ayrılmazlar. Mü'minlerin, namazda saf durdukları gibi,
huşu içersinde, aziz ve güçlü olan Allah'a boyun eğerek, ibadet için saf
tutarlar. Aziz ve güçlü olan Allah'a bütün mahlukat itaat eder ve Onun
azametinin yüceliği karşısında boyunlar eğilir. Allah, içlerinde Arş'ı
taşıyanların ve diğer temiz meleklerinde bulunduğu o saf tutan meleklere yemin
etti. [7]
2. Bulutları
hareket ettirerek, Allah'ın dilediği yöne doğru sevkeden meleklere andolsun.
Zâcirât sevk ve teşvik mânâsına gelen kokündendir. [8]
3. O Kur'an
okuyanlara andolsun. Bu âyet, melâike-i ebrânn üçüncü vasfıdır. Onların
güzelliklerini ve yüce menkıbelerini anmak suretiyle yüceltme ifade eder. Yani,
Allah'ı tesbîh ve takdîs etmek, Onu övmek ve yüceltmekle, âyetlerini
peygamberlerine ve dostlarına okuyan meleklere andolsun ki, [9]
4. Ey insanlar!
Kendisine ibadet edeceğiniz ilâhınız tek bir ilâhtır, ortağı yoktur. Melekler
üzerine yemin edilerek söylenen söz budur. Mukâtil şöyle der: Mekke kâfirleri
dediler ki: Tanrıları tek tanrı mı yaptı? Bu mahlûkâtı, nasıl bir tek ilâh emri
altına alabilir? Bunun üzerine Yüce Allah, melekleri şereflendirmek için onlar
üzerine yemin etti.[10] Bundan sonra Yüce Allah, birliğinin ve
ilâhlığının mânâsını açıkladı. [11]
5. Yüce Allah
göklerin ve yerin yaratıcısı ve sahibidir. İkisi arasında bulunan varlıkları ve
mahlûkları yaratan da O'dur. Onların varlıkları ve bu eşsiz şekil üzere
nizamları, Allah'ın varlığının ve birliğinin en açık delillerindendir. O' yazın
ve kışın güneşin doğduğu yerlerin de, battığı yerlerin de Rabbidir. Taberi
şöyle der: Sözden anlaşıldığı için, Yüce Allah, güneşin battığı yerleri
zikretmeyerek, doğduğu yerleri zikretmekle yetindi.[12]
Yüce Allah bir olduğunu anlattıktan sonra, gökleri yıldızlarla süslemek
suretiyle; gücünü de anlattı: [13]
6. Size yakın
göğü, parlayan mücevherler gibi görünen ve ışık saçak yıldızlarla süsledik. [14]
7. Allah'a itaattan çıkan, inatçı, azgın
her
21. İşte bu,
mahlukat arasında hüküm günüdür. Siz onu inkâr ediyor ve yalanlıyordunuz.
Beyzâvî şöyle der: Fasl, iyi amel edenle kötü amel eden arasında hükmedip
bunları birbirinden ayırmaktır.'[15]
22. Ey
melekler! Zalimleri onların isyankâr ve suçlu benzerlerini, ve her insanı
benzerleriyle birlikte toplayın. Kurtubî şöyle der: Zina edeni zina edenle; içki
içeni içki içenle ve hırsızı hırsızla toplayın.[16]
İbn Abbas da şöyle der: Zâlimleri kâfir
olan kadınları ile birlikte toplayın. İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre ise
bundan maksat, zalimlerin, âsi olan benzerleridir.[17]
Allah'tan başka tapmış oldukları
putları ile birlikte onları toplayın. Bu, onlara daha çok hasret çektirmek ve
utandırmak için böyle yapılır. [18]
23. Allah'tan
başkasma tapan o kimselere cehennemin yolunu öğretip ve onları oraya yöneltin,
Kelimesinde, alay mânâsı vardır. "Onlar dünyada doğru yolu bulamayınca bugün
cehennemin yolunu bulsunlar." demektir. [19]
24. Onları
yolda tutun. Çünkü onlar bütün söylediklerinden ve yaptıklarından sorguya
çekileceklerdir. Sonra kınama ve azarlama yoluyla onlara şöyle denilir: [20]
25. Birbirinize
niçin yardım etmiyorsunuz? Halbuki hepiniz buradasınız. Ve hepinizin yardımcı ve
destekçiye ihtiyacı var. Tefsirciler şöyle der: Bu, Ebu Cehil'in Bedir günü
söylediği, "Biz, birbirimize. yardım eden bir topluluğuz"[21]
sözüne işarettir. fiilinin aslı dur.
Kolay okunması, için elerin biri düşürülmüştür. Yüce Allah şöyle buyurdu: [22]
26. Bilakis
onlar o gün boyun eğmiş zeliller ve yardımdan âciz kimseler olacaklar. Bu
hususta onların tapanları ile tapılanlan birdir. [23]
27. Önderler
ile tâbi'ler birbirlerini kınamaya ve birbirleriyle çekişmeye başlarlar.
Ebussuûd şöyle der: Onların birbirlerine soru sormaları, çekişme ve didişme
yoluyla kınama sorusudur.[24]
28. Tâbi'leri
önderlerine şöyle der: Siz bize hak tarafından geliyor ve bâtılı bize süslü
gösteriyordunuz. Bizi hak yola uymaktan alıkoyuyordunuz.[25]
Taberî şöyle der: Siz bize din ve hak
tarafından geliyor, bizi en kuvvetli yolla aldatıyordunuz. Taberî der ki: Arap
dilinde "yemin" kelimesi kuvvet ve kudret mânâsına gelir. Nitekim şair şöyle
der:
Bir bayrak şeref için
yükseltildiğinde, Arâbe onu kuvvetle alır.[26]
Bir görüşe göre mânâ şudur: Siz bize, sağ tarafımızdan vesvese yoluyla
geliyordunuz. Nitekim, çoğunlukla gizli şeyleri anlatma halinde âdet böyledir.[27]
29. Önderler
onlara der ki: Sizi sapıklığa biz sev-ketmedik, sizi iman etmekten de
engellemedik. Aksine kendi ihtiyarınızla inkâr ettiniz ve iman etmediniz. İbn
Kesîr şöyle der: durum iddia ettiğiniz gibi değildir, bilakis kalpleriniz imanı
inkâr edici, kâfirliği ve isyanı kabul edici idi.[28]
30. Bizim
uymadığınız takdirde sizi ezecek güç ve kuvvetimiz yoktu. Bilakis sizde kötülük, taşkınlık ve isyan kabiliyeti
vardı. İşte bundan dolayı çağrımızı kabul ettiniz ve bize uydunuz. [29]
31. Allah'ın
bize va'dettiği azap hepimize hak oldu. Kurtuluş yok, biz bu azabı
tadacağız. [30]
32. Biz, bâtılı
güzel gösterdik ve sizi azgınlığa çağırdık. Çünkü biz, azgın ve sapık
kişilerdik. Yüce Allah şöyle buyurarak onların durumunu bildirdi: [31]
33. Onlar
azgınlıkta ortak oldukları gibi, şüphesiz kıyamet günü azapta da ortak
olacaklardır. Fakat bunun bir faydası olmayacak. Nitekim Yüce Allah meâlen
şöyle buyurmuştur: "Siz zalim olduğunuz için bugün pişmanlık size hiç fayda
vermeyecektir. Hepiniz azapta ortaksınız"[32]
34. Biz bunlara
yaptığımızın benzerini, o suçlu bedbahtlara da yaparız. Bunun sebebini Yüce
Allah, şöyle buyurarak açıkladı. [33]
35. Onlara, "Lâ
ilahe illallah, Allah'tan başka ilah yoktur" deyin denildiğinde, kibirlenip
böbürleniyorlardı. [34]
36. Allah'ı
birlemeye çağrıldıkları zaman, Rasulullah (s.a.v.)'ı kastederek, "mecnûn bir
şâirin sözüyle, biz putlarâ ibadeti bırakacak mıyız?" derlerdi. Yüce Allah onlara cevap olarak
şöyle buyurdu: [35]
37. Onların
ifüra ettikleri gibi değildir. Aksine Muhammed (a.s.) onlara, Allah'ın birliği
inancını ve apaçık gerçek olan İslam dinini getirmiştir. Kendisinden önceki
peygamberlerin getirdiklerinin benzerini getirmiştir. Ebu Hayyân şöyle der:
Müşrikler hem Allah'ın birliği inancını hem de peygamberliği inkâr ettiler.
Sonra da "Mecnûn bir şâir" diyerek, ifadelerini karışık bir hâle getirdiler.
Çünkü şâir enteresan mânâları nazım haline getirebilecek ve onları güzel lafız
kalıplarına sokabilecek anlayış ve maharete sahip kimsedir. Halbuki mecnûn bunu
yapamaz. Öyleyse onların bu sözü saçmalık ve uydurmadır.[36]
38. Suçlular!
Siz mutlaka en çetin azap ile cezalandırılacaksınız. [37]
39. Siz, sadece
amellerinizin dengi ceza ile cezalandırılacaksınız, Sâvî şöyle der: Çünkü
kötülüğün cezası, kötülük kadar olur. İyilikse
böyle değildir. Onun
mükâfatı kat kattır.[38] Yüce Allah, kâfirlerin hallerini ve
azaplarını biraz anlattıktan sonra, mü'minlerin hallerini ve nimetlerini bir
miktar anlattı. Bunu, Kur'an'ın, teşvik ve sakındırma maksadıyle iki grup
arasında mukayese yapma üslubuyla açıklamak üzere şöyle buyurdu: [39]
40. Ancak,
Allah'ın birliğine inanan ihlaslı kullan hâriç. Onlar azabı tatmayacaklar,
hesaba çekilmeyecekler, aksine Allah
onların günahlarını bağışlayacak, iyiliklerinin karşılığı on mislinden yediyüz
misline kadar kendilerine verilecek. Buradaki istisna, istisnâ-i mun-katıdır.
Bundan sonra Yüce Allah, şöyle buyurarak onlara vereceği mükafatı
açıkladı: [40]
41. O iyi ve
hayırlı kimseler için cennette sabah akşam rızıklar vardır. Nitekim
Yüce Allah mealen şöyle
buyurmuştur: "Orada sabah akşam, nzıkları onlar için hazırdır."[41]
Ebussuûd şöyle der: Ayetteki dan maksat,
güzel manzara, lezzet ve güzel koku gibi özellikleri bilinen rızıktır.[42]
Yüce Allah bu rızkı, daha sonra şöyle açıkladı:
[43]
42. O rızık,
canlarının çektiği her türlü meyvelerdir. Onlar cennette ağırlanır ve ikram
görürler. Cennette yiyilecek şeylerin hepinden, meyvesini yeme ve lezzet alma
yoluyla faydalanılacağı için Yüce Kllah özellikle meyveleri zikretti. [44]
43.
Cennetlerde, bağ ve bahçeler içersinde nimetlerden yararlanırlar. [45]
44. İnci ve
yâkût ile süslenmiş koltuklar üzerinde, karşılıklı otururlar. Koltuklar onları
istedikleri yöne döndürürler. Mücâhid şöyle der: den maksat şudur: Aralarında
dostluk ve muhabbet olduğu için birbirlerinin ensesine bakmazlar.[46]
45. Yüce Allah
yenilecek şeyleri anlattıktan sonra, ardından içilecek şeyleri anlattı: Yani,
hizmetçileri, cennet pınarlarından çıkıp akan bir nehirden doldurulmuş şarap
kâseleri ile onların etrafında dolaşırlar. Sâvî şöyle der: Cennet içkisi,
kaynak suyu gibi aktığı için, Yüce Allah onu cennet içkisi diye niteledi.[47]
İbn Abbas şöyle der: Kur'an'da geçen
bütün "ke's" kelimeleri içki manasınadır."maîn" ise akıcı demektir.[48]
46. Bu içki
beyaz ve içenlere lezzet vericidir. Onu içen ondan lezzet alır. Hasan Basrî
şöyle der: Cennet içkisi, sütten daha beyazdır.
[49]
47. O içkilerde
akıllarını giderecek ve bozacak bir şey yoktur. Onu içmekle sarhoş da olmazlar.
Halbuki dünya içkisi bunları yapar. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah, cennet
içkilerini, dünya içkilerinde bulunan baş ve karın ağrıtma aklı giderme gibi
âfetlerden uzak tutmuştur. Cennet içkisinin, tadı da rengi gibi güzeldir.
Buradaki den maksat baş ağrısıdır. Bunu İbn Abbas söylemiştir. Katâde ise şöyle
der: Ğavl, baş ve karın ağrısıdır.[50]
Cennet içkisinin bu özellikleri,
şarabını içenlere lezzet veren ve onun kötülük ve zararlarını ortadan kaldıran
en güzel Özelliklerdir. Orada, dünya içkisi gibi, baş ağrıtan, bir içki ve
içmenin zevkini giderecek sarhoşluk ve kavga yoktur. [51]
48. Yanlarında
güzel gözlü huriler vardır. Onlar iffetli
olup sadece kocalarına bakarlar. Haya ve iffetlerinden dolayı, başkalarına bakmazlar. İbn Abbas
şöyle der: den maksat şudur: Onlar iffetlidirler eşlerinden başkasına
bakmazlar.[52]
Onlar iffetli olmakla birlikte güzel ve iri gözlüdürler. Taberî şöyle der:
Gözleri geniş ve güzel olanlar, demektir. Bu kelime, kelimesinin çoğuludur. Ayna
ise, gözleri geniş ve güzel kadın manasınadır. Gözlerin en güzeli budur.[53]
49. Onlar,
sedefleri İçersinde gizlenmiş inci gibidir. Bunu İbn Abbas demiş ve şu mealdeki
âyeti de şahit getirmiştir: "Saklı inciler gibi iri gözlü huriler"[54]
Hasan Basri şöyle der: Meknûn; korunmuş, el değmemiş, demektir. Maksat şudur: O
huriler, bu eşsiz güzellikle birlikte, incelik, letafet ve yumuşaklıkla
sedefleri içersindeki inciler gibi korunmuşlardır: "Sanki onlar korunmuş
yumurtadır". Ona ne el değer, ne de göz görür. Araplar, saflığı ve beyazlığından
dolayı, kadını yumurtaya benzetirler. Ebu Hayyân şöyle der: Yüce Allah bu
âyetlerde önce rızkı anlattı. Rızık, vücudun lezzet aldığı şeydir. İkinci olarak
ikramı anlattı. Bu, canların zevk aldığı şeydir. Daha sonra da bu rızık ve
ikramın yeri olan Naîm cennetlerini anlattı. Ardından da sohbet ve toplantının
zevkini açıkladı: "karşılıklı, koltuklar üzerinde oldukları halde.." Bu durum,
sevinci tamamlayıcı ve muhabbeti perçinleyicidir. Bundan sonra, kendileri
almadan kâselerle sunulan içkiyi anlattı. Son olarak da, lezzetlerin en üstünü
olan bedenî zevki anlattı ki, o da kadınlarla işrettir.[55]
Bundan sonra Yüce Allah, cennet
ehlinin, mutluluk ve sohbetle ilgili konuşmalarını anlattı. Onlar bu konuşmayı,
içki sofralarında, her türlü faydalanılacak şeyden zevk alırken ve sohbetin
cazibesinden faydalanarak yaparlar. [56]
50. Oturup
dünyada başlarından geçenleri anlatmaya başlarlar. İçinde bulundukları nimeti,
dünyanın halini ve imanın meyvesini birbirlerine anlatırlar. [57]
51.
Cennettekilerden biri der ki, "Dünyada snim, öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden
bir arkadaşım vardı. [58]
52. Bana, "Sen,
Öldükten sonra dirilmeye ve hesa-1 alinanıyor musun?" derdi. [59]
53. "Biz ölüp
toprak zerreleri ve çürümüş kemikler olduğumuzda, gerçekten hesaba çekilip
amellerimizin karşılığını mı göreceğiz?" derdi. Bunu, yalanlama, hayret etme ve
uzak görme şeklinde söylerdi. [60]
54. Buna
anlatan mü'min zât, cennetteki kardeşlerine der ki: Siz cehennemi görüyor
musunuz? Bakalım o arkadaşın durumu nasıl? [61]
55. O adam
bakar ve kâfir arkadaşını alevli cehennem, ortasında gorur. [62]
56. Mü'min,
durumuna sevinerek ona şöyle hitabeden Vallahi, neredeyse beni aldatarak helak
edecektin. [63]
57. İman üzere
sabit kılarak, Yüce Allah bana lütufta bulunmasaydı, mutlaka ben de, bu
cehenneme seninle birlikte atılır ve orada azap çekerdim. Kâfirin dünyada onunla
alay etmesi gibi, o da burada alay ederek ona şöyle hitap eder. [64]
58, 59. En halâ
sadece bir defa Ölüp yok olacağımıza öldükten sonra dirilme ceza, hesap ve
azabın olmayacağına mı inanıyorsun? Bu, kahredici bir alay üslubudur. Mü'min,
böyle diyerek o kâfir arkadaşının durumunu görünce yüreğinin ferahladığını ve
Allah'ın kendisine verdiği nimete sevindiğini izhar ediyor. [65]
60.
Cennettekilerin elde ettikleri bu nimet, gerçekten büyük bir
kazançtır. [66]
61. Amel
edenlerin ve gayret sarf edenler in, böyle değerli mükâfat için çalışmaları
gerekir. Tefsirciler şöyle der: Bu âyet-i kerimeler sekiz bin dirhemleri olan
iki ortağın kıssasına işaret etmektedir. Bu iki ortaktan biri Allah'a ibadet
eder, ticaret ve dünya işlerine bakmakla daha az meşgul olurdu. Diğeri ise
malını çoğaltmaya bakardı. Dünya
işleriyle az meşgul olan ortağından ayrıldı. Bir ev, bir cariye, bir bahçe veya
benzeri bir şey satın aldığında, onu mü'rnine gösterir ve malının çokluğu ile
ona karşı böbürlenirdi. Mü'min ise, bunları işittiğinde, cennette karşılık
olarak bir köşk satın almak için, ona benzer bir şeyi sadaka verirdi. Arkadaşı
ona rastladığında: "Malını ne yaptın?" derdi. O da, "Onu, Allah rızası için
sadaka olarak verdim" derdi. Bunun üzerine arkadaşı onunla alay eder ve: "Sen
gerçekten inananlardan mısın?" derdi. Bunların durumu Yüce Allah'ın Kur'an~ı
Kerim'de bize anlattığı şeydir.[67]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek
âyetler birçok edebî sanatı
kapsamaktadır. Bunları aşağıda
özetliyoruz:
1. Doğrusu sen
şaş âyetinde tıbâk vardır. Zira "alay", "hayret" karşılığında
kullanılmıştır.
2. "Kuşkusuz
ilâhınız gerçekten tekdir" âyetinde ve ile pekiştirme vardır. Muhataplar
Allah'ın birliğini inkâr ettikleri için kelâmın makamı bunu
gerektirmektedir.
3. " Onlara
cehenneme âyetinde alaylı bir üslup vardır. Burada hidâyet yani doğru yolu
göstermek alay yoluyla kullanılmıştır. Çünkü hidâyet, cehenneme değil cennete
olur.
4. "Onlara 'la
ilahe illallah' denildiğinde" cümlesinde hazif yoluyla icaz vardır. "La ilahe
illallah" deyin demektir. Kelâmın akışı gösterdiği için 'deyin' lafzı
söylenmemiştir.
5. "Siz, elem
verici azabı mutlaka tadacaksınız" âyetinde III. şahıs kipinden II. şahıs kipine
dönüş vardır. Bunun aslı, onlar tadacaklardır" şeklindedir. Onları daha fazla
kınamak ve yermek için İT. şahıs kipine dönüldü.
6. "Sadece
kocalarına bakarlar" cümlesinde kinaye vardır. Yüce Allah, bunu iri ve güzel
gözlü hurilerden kinaye olarak söylemiştir. Çünkü onlar iffetlidirler,
kocalarından başkasına bakmazlar.
7. "Sanki
onlar, muhafaza altındaki yumurtadır"
cümlesinde mürsel mücmel teşbih vardır. Burada vech-i şebeh hazfedilmiş, böylece
mücmel olmuştur.
8. "ve benzeri
yerlerde âyet sonlarına riayet edilmiştir ki bu da güzelleştirici edebî
sanatlardandır. [68]
62, 63. Ziyafet
olarak, cennet ehli için anılan bu ni'metler mi daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı
mı? Biz onu zâlimler için bir fitne kıldık.
64. O,
cehennemin dibinde bitip yetişen bir ağaç.
65. Meyveleri
sanki şeytanların başlan gibidir.
66. Şüphesiz
onlar ondan yerler ve karınlarını ondan doldururlar.
67. Sonra
zakkum yemeğinin üzerine onlar için, kaynar su karıştırılmış bir içki
vardır.
68. Sonra
onların dönüşü, kesinlikle çılgın ateşe olacaktır.
69. Onlar
atalarını dalâlette buldular.
70. Hal böyle
iken atalarının peşinden hızla koştular.
71. Andolsun
ki, onlardan önce, eski milletlerin çoğu dalâlete düştü.
72. Kuşkusuz,
biz onlara uyarıcılar göndermiştik.
73.
Uyarılanların akıbetinin ne olduğuna bir bak!
74. Allah'ın
muhlis kulları müstesna.
75. Andolsun,
Nuh bize yalvarıp yakardı. Biz duayı ne güzel kabul
edenleriz.
76. Kendisini
ve ailesini büyük felâketten kurtardık.
77. Biz yalnız
Nuh'un soyunu kalıcılar kıldık.
78. Sonradan
gelenler için ona {iyi bir ün) bıraktık:
79. "Âlemler
içinde Nuh'a selâm" olsun.
80. İşte biz
doğruları böyle mükâfatlandırırız.
81. Zira o,
bizim inanmış kullarımızdan idi.
82. Sonra
ötekileri suda boğduk.
83. Şüphesiz
İbrahim onun milletinden idi.
84. Hani o,
Rabbine tertemiz bir kalp ile gelmişti.
85. Bir
zamanlar babasına ve kavmine: "Siz neye kulluk ediyorsunuz?"
dedi.
86. "İftira
etmek için, Allah'tan başka bir takım ilâhlar mı
istiyorsunuz?
87. O halde
Âlemlerin Rabbi hakkındaki görüşünüz nedir? dedi.
88. Bunun
üzerine İbrahim yıldızlara şöyle bir baktı.
89. "Ben
hastayım" dedi.
90. Ona
arkalarını dönüp gittiler.
91. 92. Yavaşça
putlarının yanına vardı. "Yemiyor musunuz? Hem neden konuşmuyorsunuz?
dedi.
93. Bunun
üzerine, yanlarına gelip sağ eliyle vurdu.
94. Koşarak
İbrahim'e geldiler.
95. 96,
İbrahim: "Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?! Oysa ki sizi ve yapmakta
olduklarınızı Allah yarattı." dedi.
97. "Onun için
bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın!" dediler.
98. Böylece ona
bir tuzak kurmayı istediler. Fakat biz onları alçaklar
kıldık.
99. 100. "Ben
Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek. Rabbim! Bana sâlihlerden olacak
bir evlâd ver." dedi.
101. İşte o
zaman biz onu uslu bir oğul ile müjdeledik.
102. Babasıyla
beraber yürüyüp gezecek çağa erişince, "Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı
görüyorum; bir düşün; ne dersin?" dedi. O da cevaben: "Babacığım! Emrolunduğun
şeyi yap. İnşâallah beni sabredenlerden bulursun." dedi.
103. 104, 105, 106. Her ikisi de teslim olup, İbrahim onu alnı üzerine
yatırınca, "Ey İbrahim! Rüyayı gerçekleştirdin.
Biz muhlisleri böyle
mükâfatlandırırız. Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır."
dedik.
107, 108, 109, 110, 111. Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik. Geriden
gelecekler arasında ona (iyi bir ün) bıraktık: "İbrahim'e selâm! olsun". Biz
muhsin-leri böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o, bizim mümin
kullarımızdandır.
112, 113.
Salihlerden bir peygamber olarak O'na îshak'ı müjdeledik. Onu ve îshâk'ı
bereketli kıldık. Lâkin her ikisinin neslinden iyi kimseler olacağı gibi,
kendine açıktan açığa kötülük edenler de olacak.
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Yüce Allah iki grubu, yani
iyilerle kötüleri birbirinden ayırmak mak-sadıyle, iyiler için cennette
hazırladıklarını anlatınca kötüler için de cehennemde hazırladıklarını anlattı.
Sonra Nuh ve İbrahim (a.s)'in kıssalarını ve ibret alacaklar için bu kıssalarda
bulunan öğüt ve ibretleri açıkladı. [69]
Kelimelerin İzahı
Nüzul, ziyafet ve ikram demektir.
Aslında nüzul, misafirler için hazırlanan yiyecek, içecek ve diğer şeyler
manasınadır.
Taluhâ; meyvesi demektir. Meyve
oluşurken âdeta doğduğu için ona bu isim verilmiştir.
Şevb, karışım demektir. Bir kimse
yemeğe başka bir şey karıştırdığında denir. Geniş zamanı gelir. Bu fülden
alınmıştır.
Hızla giderler. Ferrâ, korkudan
titreyerek hızla gitmektir, der. Müberred de şöyle der: "Sevkedilen, demektir.
Soğuk, bir kimseyi ateşe sevkettiğinde denilir.[70]
Taraftarları. adamın taraftarları,
yardımcıları, onun yolundan ve izinden gidenler.
İfk, yalan ve bâtıl şey
demektir.
Sakîm, hasta
manasınadır.
Yöneldi. Ona doğru gizlice
yöneldi, demektir. Asıl itibariyle bu kelime, eğilmek manasınadır. Şair şöyle
der:
Sana dil ucuyla tatlılık
gösteriyor. Oysa, tilkinin sinsice yaklaştığı gibi
Âyetlerin Tefsiri
62. Ziyafet ve
ikram olarak, cennet nimetleri mi daha iyi, yoksa cehennemdeki zakkum ağacı mı?
Hangisi daha iyi ve daha üstündür? Meyveler cennettekilerin, Zakkum ağacı ise
cehennemdekilerin yiyeceğidir. Bu âyetten maksat kâfirleri kınamaktır. [73]
63. Biz Zakkum
ağacını, sapıklar için bir fitne ve imtihan kıldık. Tefsirciler şöyle der:
Kâfirler, cehennemde Zakkum ağacının varlığından bahsedildiğini işitince
dediler ki: Ateş içersinde nasıl ağaç olur? Halbuki aleş ağacı yakar. Ebu Cehil
arkadaşlarına şöyle diyordu: Zakkum nedir, biliyor musunuz? O tereyağı ve
hurmadır. Sonra onlara bunu getirir ve: "Zakkum yiyin . Muhammed'in bizi
korkuttuğu şey budur"derdi.[74]
64. Cehennemin
dibinde biten, sonra orada dal budak salan ağaçtır. [75]
65. Onun
meyvesi ve yükü, sanki, şeytanların son derece çirkin olan kafalarıdır. İbn
Kesîr şöyle der: Şeytanların kafaları muhataplarca bilinmediği halde, Yüce
Allah, o ağacın meyvelerini şeytanların başlarına benzetti. Zira, şeytanların
çirkin görünüşlü olduğu nefislere yerleşmiştir.[76]
66. O kâfirler,
şiddetli açlıklarından dolayı, karınlarını dolduruncaya kadar o zakkumdan
yemeğe mecbur kalırlar. Cennettekilerin rızıklarma karşılık onların yiyecekleri
ve meyveleri budur. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Eğer Zakkumdan bir damla dünya
denizlerine damlasa, yeryüzündekilerin geçim kaynaklarını kesinlikle bozar.
Yiyeceği zakkum olan kimsenin hali ne olur?"[77]
67. Onlar
zakkumla karınlarım doyurduktan ve iyice susadıktan sonra onlar için son derece
sıcak su karışımı vardır. Azaplarını daha da şiddetlendirmek maksadıyle onlar
için, zakkûm'un acılığı ile kaynar suyun
sıcaklığım birleştirmek gayesi ile, sıcak su ile zakkum karıştırılır. [78]
68. Sonra da
onların dönüp varacağı yer cehennemin en alt tabakalarıdır. Mukâtil şöyle der:
Hamım denilen kaynar su cehennemin dışındadır. Onlar içmek için hamîm'e
gelirler, sonra tekrar cehenneme geri döndürülürler. Ebussuûd da şöyle der:
Zakkum ve kaynar su, cehenneme girmeden Önce onlara sunulacak olan ziyafettir.[79]
69. Kuşkusuz
onlar babalarını sapıklık üzere buldular ve onlara uydular. [80]
70. Onlar
hiçbir delil ve hüccetleri olmadan babalarının yoluna hızla gidiyorlar. Mücâhid
şöyle der: Yüce Allah onların atalarına tâbi' olmalarım, koşmaya benzetti.
Onlar, bir şeye doğru hızla koşan kimseye benzer. [81]
71. Senin
kavminden önce de, geçmiş ümmetlerin çoğu sapıtmıştır. [82]
72. İçlerinden,
kendilerini Allah'ın azabından sakındıracak birçok peygamber gönderdik. Fakat
onlar azgınlık ve sapıklıkta devam ettiler. [83]
73. Ey
Muhammedi O yalanlayanların durumunun nasıl olduğuna bir bak. Onları helak edip
de kullar için bir ibret kılmadık mı? [84]
74. Fakat
Allah'ın, sadece kendine ibadet etmelerini nasip ettiği mü'min kulları hâriç.
Onlar azaptan kurtulmuşlardır.
Bundan sonra Yüce Allah Nuh
(a.s)'un kıssasını açıklamaya başladı: [85]
75, 76. Bu
âyetin başındaki, yemini te'kîd için gelmiştir. Yani, Allah'a andolsun ki, kavmi
Nuh'u yalanladığında o bizden yardım istedi. Biz ona ne güzel cevap verenleriz.
Kelimesinin çoğul olarak gelmesi, Allah'ın büyüklük ve yüceliğini ifâde eder.
Sâvî şöyle der: Yüce Allah bu sûrede yedi kıssa anlatır. Bunlar sırasıyla Nuh ve
İbrahim (a.s)'in kıssaları, İsmail (a.s)'m boğazlanma kıssası, Mûsâ ve Hârûn
(a.s)'un :kıssası, Ilyâs (a.s)'ın kıssası, Lût ve Yûnus (a.s)'un kıssasıdır.
Bütün bunlar Rasulullah (s.a.v)'ı teselli etmek ve ümmetinden kâfir olanları
sakındırmak içindir.[86]
Nuh'u ve onunla birlikte iman edenleri yani aile efradım ve tabilerinî
boğulmaktan kurtardık. Tefsirciler şöyle der: Bunlar 80 erkek ve kadından
ibaretti. [87]
77. Kavmini
helak ettikten sonra Nuh (a.s)'un zürriyetini yeryüzünde kalanlar kıldık. İbn
Abbas şöyle der: Yeryüzündeki insanların tümü Nuh (a.s)'un soyundandır.[88]
İbn Cüzeyy de şöyle der: Bu şöyle olmuştur: Tufanda bütün insanlar boğulup da
Nuh ve onunla beraber gemide bulunanlar kurtulunca, insanlar onun şu üç oğlundan
yani Sâm, Hâm ve Yâfes'ten türedi.[89]
78. Her ümmet
içersinde kıyamete kadar ona güzel bir anılma nasip ettik. [90]
79. Yüce
Allah'tan ve mahlûkâttan Nuh (a.s) üzerine, kesintisiz ve sürekli güzel bir
selâm vardır. [91]
80. Kullardan
güzel amel işleyenleri böyle
mükafatlandırır, kıyamete kadar onun güzel bir şekilde anılmasını sağlarız. [92]
81. Şüphesiz o,
Allah'a kuluk hususunda samimi idi. Tâm ve yakın imana sahipti. Beyzâvî
Hâşiyesi'nin yazarı şöyle der: Yüce Allah bu değerli ikrama sebep olarak Nuh'un
(a.s.) ihsan sahiplerinden olmasını gösterdi. Onun ihsan sahibi olmasını da
mü'min bir kul olmasına bağladı. Bunu, imanın kadrinin yüceliğini ve Nuh'un
(a.s.) işinin asaletini göstermek için yaptı.
Alemlerin dillerinde onun güzel
bir şekilde dâima anılması için, dünyayı onun soyu ile doldurdu.[93]
82. Sonra Nuh'a
iman etmeyen kâfirlerin hepsini boğduk. Onların ne açılıp kapanan gözleri, ne
anılan, ne de izleri kaldı. Bundan sonra Yüce Allah, İbrahim (a.s)'in kıssasını
anlatmaya başladı: [94]
83. Nuh'un
yardımcı ve taraftarlarından ve onun yolu ve izinde gidenlerden biri de İbrahim
(a.s)'dir. Beyzâvî şöyle der: Nuh ile İbrahim (a.s) arasında 2640 yıl vardır. Bu
ikisi arasında Hûd ve Salih (a.s) olmak üzere iki peygamber gelmiştir.[95]
84. İbrahim
(a.s) Rabbine şek ve şirkten arınmış, tertemiz saf bir kalp ile gelmişti. [96]
85. O zaman,
babası Âzer'i ve kavmini kınayarak: "Taptığınız bu putlar nedir? dedi. Onun bu
sözü, babasının ve kavminin davranışı ret ve kınamadır. [97]
86. Yalan ve
iftira için mi Allah'tan başka ilâhlara tapıyorsunuz? Bu cümlede sebep bildiren
\&\ tümlecinin, normal tümleçten
önce getirilmesi, Allah'a ortak koşarak yalan ve bâtıl davranış içinde
olmalarından dolayı onları kınamak içindir. Aslı, şeklindedir. Kurtubî şöyle
der: İfk, en kötü yalandır. Aslında ifk, sabit olmayıp çalkalanan şey
demektir.[98]
87. Bu soru
kınama ve sakındırma ifade eder. Yani, Âlemlerin Rabbıru ne sanıyorsunuz? O'ndan
başkasına taptığınız halde, sizi cezasız bırakacağım mı zannediyorsunuz? Taberî
şöyle der: Yani, ey kavim! Siz O'ndan başkasına ibadet ettiğiniz halde, eğer
onunla karşılaşırsanız, size ne yapacağını
sanıyorsunuz?[99]
88, 89. İbrahim
(a.s), Allah'tan başkasına ibadet etmelerinden dolayı onları kınadıktan sonra,
putlarının fayda ve zarar veremeyeceğini onlara göstermek ve putları kırmak
için yalnız kalmak istedi. Bu sebeple, onlarla beraber bayrama çıkmayıp putlarla
birlikte kalma yollarını aradı. Müneccim bir kavim oldukları için, âdetleri
üzere göğe baktı ve onlara yıldızların, yarın kendisinin hasta olacağını
gösterdiği vehmini verdi. Böylece, "Ben hastayım, yani, sizinle birlikte
çıktığım takdirde hastalanacağım" dedi. Bu bir yalan değildi. Sadece şer'î bir
maksat için caiz olan üstü kapalı sözlerdendir. Nitekim Araplar şöyle der:
Kuşkusuz üstü kapalı konuşmayla yalandan uzak kalınır". Ya da İbrahim (a.s),
onlar putlara taptığı için, kalben rahatsız olduğunu ifade etmek istemiştir.[100]
90. Ondan
yüzçevîrmek için onu bırakıp bayram yerlerine gittiler. [101]
91. Kavmi onu
bırakıp gidince, dönüp gizlice putlara doğru gitti. İbn Kesîr şöyle der: Onlar
çıkıp gittikten sonra hızla ve gizlice putlara gitti.[102]
Onlara, "Bu yemekten yemiyor musunuz?"
dedi. Ibn Kesîr şöyle der: Olay şöyle olmuştur: Putperestler, kendileri için
mübarek olur ümidiyle onların önüne kurban yemeği koymuşlardı.[103]
92. Soruma
niçin cevap vermiyorsunuz? Ebu Hayyân şöyle der: Onlara 'yemek yiyin' teklifinde
bulunması ve niçin konuşmadıklarını sorması bir alay ifadesidir. Çünkü putlar,
kendilerine ibadet edenlerin derecesinden daha aşağı düşmüştür. Çünkü onlara
tapanlar, onların aksine yerler ve konuşurlar.[104]
93. Yanında
bulunan, sağ elindeki bir balta ile pulları kırmak üzere gizlice onlara doğru
yöneldi. Beyzâvî şöyle der: Vurma'-nın sağ elle kayıtlanması, vurmanın kuvvetli
olduğunu göstermek içindir. Zira âletin kuvvetli olması, fiilin kuvvetli
olmasını gerektirir.[105] Kurtubî de şöyle der: Sağ el daha kuvvetli ve
onunla vurmak daha şiddeli olduğu için, Yüce Allah özellikle onu zikretti.[106]
94. Müşrikler
İbrahim'e doğru, birbirlerini iterrnişcesine hızla geldiler. Yanma varınca: "Yazık sana! Biz onlara tapıyoruz, sen kırıyorsun" dediler. İbrahim (a.s.)
onları kınayarak şöyle cevap verdi: [107]
95. Ellerinizle
yontup yaptığınız putlara mı tapıyorsunuz? [108]
96. Halbuki
sizi de amelinizi de Allah yarattı. Her şey O'nun yaratmasıdır. O halde yaratanı
bırakıp yaratılana nasıl İbadet ediyorsunuz? Ey insanlar! Sizin aklınız yok mu?
İbn Cüzeyy şöyle der: Bazı tefsircilere göre daki mastar 'sıdır. Buna göre mânâ
şöyle olur: "Sizi de amellerinizi de Allah yarattı." Bu âyet onlara göre,
kulların fiillerinin yaratılması hususunda bir "esas"tır. Bazı tefsirciler ise
bunun "şey" mânâsına ism-i mevsûi olduğu görüşündedir. Bu durumda mânâ şöyle
olur: Sizi de, yaptığınız putları da Allah yarattı. Bu, kelâmın akışına daha
uygun ve putlara ibadet edenlere karşı delil getirmek istendiğinde daha
kuvvetlidir.[109]
97. Dediler ki,
İbrahim için bir yer yapif orada bir ateş yakın. Sonra onu o alevli ateşin içine
atın. Tefsirciler şöylt der: İbrahim (a.s) getirdiği delillerle onları mağlup
edince, onlar kaba kuv vetle galip gelme yoluna baş vurdular. Aralarında
istişare yaptıktan sonrs putlarına ve ilâhlarına yardım maksadıyla onu ateşe
atmaya karar verdiler. [110]
98. İbrahim'e
tuzak kurmak istediler ve om yok etme çarelerini aradılar. Biz onu ateşten
kurtardık ve ateşi ona sogu ve selâmet kıldık. Onları zelil ve mağlup ettik.
Çünkü İbrahim'e hazırlamı oldukları tuzak ve hilelerinin ona bir etkisi
olmadı. [111]
99. Yüce Allah
onu ateşten ve kâfirlerin ti zatlarından kurtarınca kavminden ayrılıp hicret
etti. Yani şöyle dedi; Beı kavmimin ülkesinden, Rabbimin bana emrettiği yere
hicret ediyorum. Mı katil şöyle der: O, Sâriye ile beraber Suriye topraklarına
hicret eden ilk iı sandır.[112]
100. Ey Rabbîm!
Bana, sâlihlerden, gurbette jyalnızlığımı giderecek bir çocuk ver. İbn Kesîr
şöyle der: İbrahim (a.s), ayrıldığı kavmi ve aşiretinin yerini tutacak itaatkâr
evlatlar istedi.[113]
101. Onun
duasını kabul ettik ve ona, büyüdüğünde ol-|gun olacak bir çocuk müjdeledik.
Ebussuûd şöyle der: Yüce Allah, bu sözüyle ona üç müjde vermiş oldu. Bunlar,
doğacak çocuğun erkek olacağı, bu çocuğun olgunluk çağma ulaşacağı ve halîm
(olgun) insan olacağı müjdeleridir. Çünkü küçük çocuk bu sıfatla nitelenmez.
Hangi olgunluk ve uysallık, İsmâîl (a.s)'in olgunluk ve uysallığına denk
olabilir! Hani babası ona, onu kurban etmeyi teklif etti de o, "Babacığım, sana
emrolunanı yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" dedi.[114]
Tefecilerin çoğunluğu, müjdelenen bu
çocuğun, İsmail (a.s) olduğunu söyler. Çünkü Yüce Allah, "kurban" kıssasının
tamamlanmasından sonra, "Sâlihlerden bir peygamber olarak ona İshâk'ı
müjdeledik" buyurmuştur. Bu âyet, "kurbarTın İsmâîl (a.s) olduğunu gösterir.[115]
102. Gelişip
delikanlı olunca, işleri ve ihtiyaçları hususunda babasıyla birlikte
koşturabilecek çağa gelince, ki tefsirciler bunun 13 yaş olduğunu söylerler,
ibrahim dedi ki: yavrum, bana rüyamda, seni kesmem emredildi. İbn Abbas,
"peygamberlerin rüyası vahydir" dedi ve bu âyeti okudu. Muhammed b. Ka'b şöyle
der: peygamberlere, uyanık iken de, uyurken de Allah tarafından vahy gelirdi.
Çünkü peygamberlerin gözleri uyur, kalpleri uyumaz.[116] Bu işi bir Idüşün, bu konuda ne dersin? İbn
Kesîr der ki: İşin ona kolay olması ve Allah'a ve babasına itaat hususundaki
sabrım, direncini ve azmini denemek için bunu oğluna bildirdi.[117]
Eğer, "Bu, Allah'ın kesin bir emridir. Böyle bir hususta oğluyla niçin istişare
etti?" diyen olursa, şöyle cevap verilir: İbrahim (a.s), oğlunun görüşüne baş
vurmak için onunla istişare etmedi. Bu oğlunun, kendi bildiğini bilmesi, böylece
kalbini sağlamlaştırması ve kendini sabretmeye hazırlaması içindi. Oğlu da ona
en güzel cevabı verdi:
Dedi ki: "Babacığım, benim
boğazlanmamla ilgili olarak Allah'ın sana emrettiğini yap. înşaallah beni
sabırlı bulacaksın. Bu cevap, kendisine olgunluk, sabır, emre boyun eğme ve
Allah'ın hükmüne razı olma vasfı verilen kimsenin cevabıdır. [118]
103. "Baba ve
oğul Allah'ın emrine teslim olup babası oğlunu boğazlamak için yüzü koyun
yatmnca" İbn Abbas der ki: Yüzü koyun yere yatırınca, [119]
104,105. Bu
bölümü, nın cevbıdır. Başındaki ise zâiddir. Yani, "Ey İbrahim! Sana emrolunanı
yerine getirdin. Çocuğunu kesmek için yatırmakla, gördüğün rüyandan maksat
hasıl oldu" diye ona seslendik. Rivayete göre İbrahim (a.s.), bıçağı defalarca,
kuvvetli bir şekilde oğlunun gırtlağına sürdü fakat bıçak kesmedi. Sâvî şöyle
der: Bu kıssadaki hikmet şudur: Yüce Allah İbrahim (a.s)'i dost edindi.
Rabbinden bir çocuk isteyip Rabbi ona bir çocuk bağışlayınca, kalbinin bir
bölümü, çocuğunun sevgisine bağlandı. Bunun üzerine sevgilinin kesilmesi
emredildi ki. dostluğun safiyeti ortaya çıksın. İbrahim (a.s.) Rabbinin emrine
uydu ve Onun sevgisini, oğlunun sevgisinden Öne aldı. İbn Abbas der ki: İbrahim
(a.s.). çocuğunu kesmeye azmedip de onu alnı üzere yatırınca oğlu şöyle dedi:
Babacığım! Beni iyice bağla ki, çırp inamı yayım. Elbiselerini koru ki,
kanımdan herhangi bir şey sıçramasın. Sonra annem görür de üzülür. Bıçağını
iyice bile, onu hızla gırtlağıma sür ki kolay öleyim. Anneme gidince ona
selamımı söyle, uygun görürsen, gömleğimi ona ver. Umulur ki o, benim hakkımda
annemi teselli eder. İbrahim (a.s.) ona şöyle dedi: Yavrum! Allah'ın emrini
yerine getirme hususunda sen ne güzel yardımcısın!"[120]
Bu cümle sıkıntıyı gidermenin sebebini açıklamaktadır. Yani, senin sıkıntılarını
giderdiğimiz gibi, güzel amel işleyenlerin de sıkıntılarını gidermek suretiyle
bu şekilde mükâfatlandırırız. Onlar için, içinde bulundukları durumlardan bir
çıkış ve ferahlık nasip ederiz. [121]
106. Kuşkusuz
bu, bir deneme ve samimi kişilerin münafıklardan ayrıldığı açık ve zor bir
imtihandır. [122]
107. Oğlunun
yerine fidye olarak ona cennetten, büyük bir koç gönderdik. İbn Abbas şöyle
der:"O, cennette kırk sene otlatılmış büyük bir koç idi".[123]
108. Kıyamete
kadar onun güzel bir şekilde anılmasını sağladık. [124]
109. İbrahim'e
bizden güzel ve kıymetli bir selâm olsun. [125]
110, 111. Biz
güzel iş yapanları böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o bizim mü'min
kullarımızdandı. Yüce Allah daha fazla övgü için, mükâfatı tekrar
anlattı.
Sonra da, İbrahim (a.s.)'in,
mükâfatının yakîn ve kalp huzuru ile sağlam iman sahiplerinden biri olması
sebebiyle olduğunu açıkladı. [126]
112. Bu olaydan
sonra ona başka bir çocuk müjdesi verdik ki o da, daha sonra peygamber olacak
olan İshak'tır. tbn Abbas şöyle der: İshâk (a.s.), hem doğarken, hem de
peygamberlik geldiğinde, peygamberlikle müjdelendi.[127]
Neredeyse bu âyet, "Kurban"m İshâk (a.s.) değil de İsmail (a.s.) olduğunu açık
bir şekilde ifâde eder. [128]
113. İbrahim'e
de, İshâk'a da din ve dünya bereketleri yağdırdık. İkisinin soyundan da iyi ve
kötü kişiler vardır. Taberî şöyle der: Muhsin'den maksat mü'min; nefsine
zulmedenden maksat da kâfirdir.[129]
Ebû Hayyân da şöyle der: Bu âyette,
ya-hudiler ve İbrahim ile İshak'ın soyundan olup da Muhammed (s.a.v.)'e iman
etmeyen kimseler için bir tehdit vardır. Aynı zamanda bu âyette, iyi bir
kimsenin soyundan, kötü birisinin gelebileceğine, bundan dolayı iyi kimseye bir
ayıp ve noksanlık gelmeyeceğine delil vardır.[130]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. Ziyafet
olarak bu mu daha iyi, yoksa zakkum ağacı mı? âyetinde, alay üslûbu vardır,
daha iyi" tabiri, onlarla alay etmektir.
2. ile arasında
cinas-j nakıs vardır. Çünkü birinciden maksat "peygamberler", ikinciden maksat
"Ümmetler" dir.
3. "Meyvesi
sanki şeytanların başlandır" cümlesinde teşbih vardır. Yani korkunçluk ve
adilikte onlara benzer. Buna mürsel mücmel teşbîh denir.
4. "Hani,
Rabbine selim bir kalp ile gelmişti" cümlesinde istiare-i tebeiyye vardır. Yüce
Allah, bunun samimi bir kalple Rabbine yönelişini, hükümdara kıymetli ve güze!
bir hediye takdim edip de rıza ve kabul gören kimseye benzetti. Dolayısıyle bu
cümlede istiâre-i tebeiyye vardır.
5. "İyi ile
zalim arasında tıbâk vardır.
6. "bina edin ile bir bina" arasında cinâs-ı iştikak
vardır.
7. "Geriden
gelecekler arasında ona (şöhret) bıraktık cümlesi latîf bir kinayedir. Yüce
Allah bunu, güzel övgüden kinaye olarak zikretti.
8. Âyet
sonlarında uygunluğa riayet vardır: ve gibi. Bu da güzelleştirici edebî
sanatlardan olup Kur'ân'm özelliklerindendir. Bunda Kur'an'm, parlaklığım ve
güzelliğini artıracak güzellik, parlaklık ve kulağa hoş gelen çekicilik
vardır. [131]
114. Andolsun
biz Musa'ya da Harun'a da ni'met-ler verdik.
115. Onları, ve
kavimlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık.
116.
Kendilerine yardım ettik de galip gelenler oldular.
117. Her
ikisine de o apaçık kitabı verdik.
118. Her
ikisini de doğru yola ilettik.
119,120. Sonra
gelenler içinde, "Mûsâ ve Harun'a selâm olsun" diye (iyi bir ün)
bıraktık.
121. Biz,
iyileri böylece mükâfatlandırırız.
122. Şüphesiz,
ikisi de mü'min kullarımizdandı.
123. İIyâs da,
şüphe yok ki, gönderilmiş peygamberlerdendi.
124,125,126.
(İlyâs) Milletine, "sakınmaz mısınız? Yaratanların en iyisi olan, sizin de
Rabbiniz, önceki babalarınızın da Rabbi olan Allah'ı bırakıp da Ba'l'e mi
taparsınız?" demişti.
127, 128. Onlar
hemen İlyâs'ı yalanladılar. Onun için Allah'ın ihlâslı kulları müstesna, onların
hepsi (cehenneme) götürüleceklerdir.
129, 130. Sonra
gelenler içinde, ona bir ün bıraktık, "İlyâs'a selâm!"
dedik.
131. Şüphesiz
biz, iyi hareket edenleri işte böyle mükâfatlandırırız.
132. Çünkü o,
bizim mü'min kullanmızdandı.
133. Lût da
elbette gönderilmiş peygamberlerdendi.
134. 135, 136.
Hatırla ki, helak olanlar arasında kalan yaşlı bir kadın dışında, Lût'u ve
ailesinin hepsini kurtardık. Sonra diğerlerini yok ettik.
137, 138.
Elbette siz sabah ve akşam onlara uğru-yorsunuz. Hâlâ düşünmüyor
musunuz?
139. Doğrusu
Yûnus da gönderilen peygamberlerdendi.
140. Hani o,
dolu bir gemiye kaçmıştı.
141. Gemide
olanlarla kur'a çektiler de yenilenlerden oldu.
142. Yûnus
kendisini kınarken onu bir balık yuttu.
143. 144. Eğer
teşbih edenlerden olmasaydı, insanların tekrar dirilecekleri güne kadar onun
karnında kalırdı.
145. Halsiz bir
vaziyette onu çıplak sahile attık.
146. Üstüne
kabak türünden bir nebat bitirdik.
147. Onu,
yüzbin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik.
148. Sonunda
ona îman ettiler, bunun üzerine biz de onları bir vakte kadar
yaşattık.
149. Şimdi o
müşriklere sor: Kızlar Rabbinin de erkekler onların mı?
150. Yoksa biz
melekleri onların gözü önünde dişi olarak mı yarattık?
151. 152.
Dikkat edin doğrusu onlar, iftiraları yüzünden "Allah baba oldu" diyorlar.
Onlar şüphesiz yalancıdırlar.
153. Allah,
kızları oğullara tercih mi etmiş?!
154, 155, 156.
Ne oluyar size? Nasıl hükmediyorsunuz? Hiç düşünmüyor musunuz? Yoksa sizin,
açık bir deliliniz mi var?
157. Doğru
sözlülerden iseniz, kitabınızı getirin!
158. Onlar
Allah ile cinler arasında bir soybirliği uydurdular. Andolsun cinler, onların
hesap yerine götürüleceklerini
bilirler.
159. Allah,
onların isnâd edegeldiklerinden yücedir, münezzehtir.
160. Ancak
Allah'ın ihlâsa erdirilmiş kullan böyle bir isnat etmekten
uzaktırlar.
161. 162, 163.
Sizler ve taptığınız şeyler! Cehenneme girecek kimseden başkasını Allah'a karşı
azdırıp saptıramazsınız.
164, 165, 166.
(Melekler şöyle derler: "Bizim her birimiz için, bilinen bir makam vardır. O,
Safsaf dizilenler biziz biz. O teşbih edenler de biziz.
167, 168, 169.
Müşrikler: "Eğer öncekilere verilenlerden bizde de bir kitap olsaydı, mutlaka
Allah'ın ihlâslı kulları olurduk!" diyorlardı.
170. Şimdi ise
onu inkâr ettiler. Ama ileride bileceklerdir.
171. Andolsun
ki, peygamber kullarımıza Önceden söz vermişizdir:
172. "Onlar,
mutlaka zafere ulaşacaklardır.
173. Bizim
ordumuz şüphesiz üstün gelecektir."
174. Onun için
sen bir vakte kadar onlardan yüz çevir.
175. Onların
halini gör, onlar da görecekler.
176. Azabımızı
acele mi istiyorlar?
177. Azap
yurtlarına indiğinde, uyarılanların sabahı ne kötü olur!
178. Sen bir
zamana kadar onlardan ytizçevir.
179. Onların
halini gör, onlar da göreceklerdir.
180. Senin
kudret ve şeref sahibi Rabbin, onların isnâd etmekte oldukları vasıflardan
yücedir, münezzehtir.
181. Bütün
peygamberlere selâm olsun.
182. Hamd,
Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsûstur.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah, İbrahim (a.s.)'in
kurban ve fidye kıssasını anlattıktan sonra, ardından Mûsâ, Hârûn, Yûnus ve Lût
(a. s.) gibi bazı peygamberlerin kıssalarını ve bu kıssalarda bulunan öğüt ve
ibretleri de anlattı. Bu mübarek sûreyi, zafer ve üstünlüğün peygamberlere ve
onlara uyan mü'minlere ait olduğunu açıklayarak sona erdirdi. [132]
Kelimelerin İzahı
Kaçtı.
Meşhûn, dolu
demektir.
Kur'a çekti. Yani, kur'a attı.
Müberred şöyle der: Bunun aslı, arada dolaştırılan "ok"lardan
gelmektedir.
Mudhadîn, mağlup olanlar demektir.
Bunun aslı, "ayağı kaydırmak" manasınadır. Bir kimse tartışmada mağlup
olduğunda, denir. Allah onun delilini boşa çıkarttı, yani mağlup oldu mânâsında
denir. Şair şöyle der:
Mağlupları her vadide öldürdük.
Onların öldürülmesiyle gözler aydın oldu.[133]
Müıîm, kınanacağı şeyleri yapan.
Arâ, ne bir ağacın ne de bir alametin bulunmadığı geniş yer. Ferrâ şöyle der:
Arâ, boş yerdir.
Yaktın, denilen bildiğimiz kabak.
Cevheri şöyle der: Kabak ve benzeri gövdesiz bitki.[134]
Saha, şehrin kenar mahallesi
demektir. [135]
Ayetlerin Tefsiri
114. Âyetin
başındaki mahzûf bir yenlinin cevabıdır. Yani, izzet ve celâlimiz hakkı için,
Mûsâ ve Harun'a çeşitli nimetler, dinî ve dünyevî yararlar bahşettik. Nebîlik
ve rasûllük nimeti de bunlardan biridir. [136]
115. O ikisini
ve kavimleri olan İsrâîl oğullarını büyük sıkıntı ve üzüntüden kurtardık. Bu
sıkıntı, Firavun'un erkek çocukları öldürüp kız çocukları diri bırakarak,
işkence etmesi ve onları köle yapmış olmasıdır.
[137]
116. Düşmanları
olan Kıbtîler'e karşı onlara yardım ettik ve daha önce onların emri altında
ezilmişlerken, şimdi galip duruma geçtiler. Âyette geçen '*a onlar' zamiri Mûsâ,
Hârûn ve İsrâîl oğullarının yerini tutar. [138]
117. O ikisine,
son derece açık, hadleri ve hükümleri tam olan Tevrat'ı verdik. [139]
118. Onları,
içinde eğrilik bulunmayan dosdoğru yola ilettik. Taberî şöyle der: Bu yol,
Allah'ın, peygamberlerine göndermiş olduğu din, yani İslam dinidir.[140]
119. Sonradan
gelenler içinde, onlar için güzel bir ün ve güzel bir anı bıraktık. [141]
120. Mûsâ ve
Harun'a bizden selâm olsun. [142]
121. 122. Güzel
iş yapan ve Allah'a samimiyetle kulluk edeni biz böyle mükafatlandırırız. [143]
123. İsrâîl
oğullarına gönderilen peygamberlerden biri olan İlyas da, insanların hidayeti
için gönderdiğim kıymetli peygamberlerdendir. Ebussuûd şöyle der: Bu, Mûsâ
(a.s.)'nm kardeşi Hârûn (a.s.)'un torunlarından İlyâs b. Yâsîn'dir.[144]
124. Hani O,
İsrâîloğullarından olan kavmine: "Allah'tan başkasına ibadet etmekle ondan
korkmuyor musunuz?" demişti. [145]
125.
Yaratıcıların en güzeli olan Rabbinize ibadeti bırakıp da Ba'l isimli şu puta mı
tapıyorsunuz? [146]
126.
Yaratıcıların en güzeli olan sizin ve sizden önceki atalarınızın Rabbi Allah'a
ibadet etmeyi bırakıyor musunuz? Kurtubî şöyle der: Ba'l, onların ibadet
ettikleri putlarının adıdır. Bundan dolayı, şehirlerine Ba'lbek adı
verilmiştir. Yani, uydurduğunuz bir rabbe, yani şu puta tapıyor da. kendisine
yaratıcı denilenlerin en güzeli olanı bırakıyor musunuz? Halbuki O, sizin de,
sizden öncekilerin de Rabbi olan Allah'tır.[147]
127. Onlar
peygamberlerini yalanladılar. Bu sebeple onlar, azaba götürüleceklerdir. [148]
128. Ancak,
Allah'ın mü'min kulları hariç, Onlar azaptan kurtulmuşlardır. [149]
129. Kıyamet
gününe kadar İlyâs'a güzel bir övgü bıraktık.
[150]
130. Bizden
İlyâs'a ve Yasin ailesine selam olsun. Tefsirciler şöyle der: İlyâsîn'den
maksat, İlyas ve onunla beraber iman edenlerdir. Tağlib yoluyla, onunla birlikte çoğul olarak ifade edildiler.
Nitekim Mühelleb ve onun kavmine Mühellebûn (mühellebler) denir.[151] Taberî bu kelimenin. İlyâs'm ismi olduğu
görüşünü tercih eder. İlyâs denildiği gibi İlyasîn de denilir. Bu, Mikâl ve
Mikâil denilmesine benzer İlyâs'm iki ismi vardır. İlyâs ve İlyâsîn denilir.[152]
131. 132.
Kuşkusuz biz iyi hareket edenleri işte böyle mükâfatlandırırız. O bizim mü'min kullanmızdandı. Bu âyetlerin
tefsiri daha önce geçmiştir. Yüce Allah iyi amelin ve imanın üstünlüğünü açıklamak ve bu değerli
peygamberlerin hepsinin bu sıfatla nitelenmiş olduklarını bildirmek için,
her peygamberi anlattıktan sonra, ona selâm getirmek ve bu iki mübarek âyeti
zikretmek suretiyle onunla ilgili âyetleri sona erdirdi. Peygamberler,
taşıdıkları bu sıfatlar sayesinde selâm ve hürmete ve halk arasında güzelce
anılmaya hak kazandılar. Allah'ın salât ve selâmı hepsinin üzerine olsun. [153]
133. Kuşkusuz
Lût da, kavminin hidayeti için gönderdiğimiz peygamberlerden biridir. [154]
134. Hatırla
ki, onu ve ailesi ve çocuklarından ona imân edenleri azaptan kurtarmıştık. [155]
135. Ancak onun
kâfir olan karısı hâriç, Çünkü o iman etmedi. Azap içinde kalanlardan ve helak
olanlardan oldu. [156]
136. Sonra
kavminden yalanlayanları en şiddetli ve rezil edici bir şekilde helak ettik.
Onların helaki, beldelerinin altının üstüne getirilmesi suretiyle olmuştur.
Şöyleki beldelerinin altını üstüne çevirdik, üzerlerine pişirilmiş çamurdan taş
yağdırdık. Bunun içindir ki Yüce Allah ifadesini kullandı. [157]
137, 138. Ey
Mekkeliler! Şüphesiz siz yolculuk yaparken onların yurtlarından geçiyor, Sabah
akşam ve gece gündüz, onların helak olduklarını gösteren kalıntıları
görüyorsunuz.
Bunu görüp de ibret almıyor
musunuz? Onların başına gelenlerin, sizin de başınıza gelmesinden korkmuyor
musunuz? [158]
139. Şüphesiz
Yûnus da kavmini doğru yola iletmesi için gönderdiğimiz peygamberlerden
biridir. [159]
140. Hatırla o
zamanı ki, Yûnus kaçıp insanlarla dolu bir gemiye binmişti. [160]
141.
Gemidekiler kur'a çekti. Kur'ada kaybetti ve onu denize attılar. Tefsirciîer
şöyle der: Yûnus (a.s.), kavminin kendisini yalanlamasından dolayı sıkıldı.
Bunun üzerine onlara yakında bir azabın geleceğini bildirerek uyardı. Kendisini
yalanladıkları için de öfkeli bir
şekilde onlardan ayrıldı. Bu kızgınlık onu deniz kenarına kadar götürdü. Orada
dolu bir gemiye bindi. Gemi fırtına ve dalgaya tutuldu. Bunun üzerine
denizciler:, "Burada, efendisinden kaçmış bir köle var. Geminin batmaktan
kurtulması için onu mutlaka suya atmak lâzım" dediler. Bunun üzerine kur'a
çektiler. Kur'a Yunus (a.s.)'a çıktı ve onu denize attılar. [161]
142. Allah'ın
kendisine verdiği görevi ihmal ettiği, kızarak kavmini bıraktığı ve Rabbinden
izinsiz çıktığı için kendisini kınadığı bir haldeyken balık onu yutuverdi. [162]
143. Eğer o
hayatında Allah'ı çokça zikredenlerden olmasaydı"[163]
144. Şüphesiz
kıyamete kadar balığın karnında kalırdı. Balığın karnı onun için bir kabir olur
ve asla kurtulamazdı. Fakat O balığın karnında Allah'ı tesbîh etti, af diledi ve
O'na şöyle seslendi, "Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tesbîh ederim.
Gerçekten ben zalimlerden oldum"[164] Yüce Allah onun dua ve yakarışını kabul
etti. [165]
145. Kendisine
gelen sıkıntıdan dolayı hasta olduğu halde, onu balığın karnından sahile,
ağaçsız ve gölgesiz geniş bir yere attık. Atâ şöyle der: Yüce Allah balığa şöyle
vahyetti: "Ben onu senin için bir besin kılmadım. Senin kalbini onun için zindan kıldım." Dolayısıyle Yunus (a.s.), hiçbir şeyi
bozulmadan sağ salim kaldı.[166]
146. Gölge
olması ve onu güneşin sıcağından koruması için üstünde bir bitki bitirdik. O,
geniş yapraklı kabak bitkisidir. İbn Cüzeyy şöyle der: Kabağın yaprakları geniş
ve gölgesi serin olduğu ve ona sinek yaklaşamadığı için. Yüce Allah özellikle
kabağı seçti. Çünkü Yunus(a.s.) denizden çıktığında, eti sineğe dayanamıyacak
şekilde idi.[167]
Bu, Allah'ın lütfü ve tedbirindendir.
Yûnus (a.s.) gücünü ve sağlığını tamamen kazanınca, Allah onu tekrar kavmine
gönderdi. Bunun içindir ki Yüce Allah şöyle buhurdu: [168]
147. Bundan
sonra onu kendilerinden kaçmış olduğu kavmine gönderdik. Onların sayısı yüzbin,
hatta daha fazla idi. Tefsirciler şöyle der: Onlar 120.000 kişiydiler. Bir
görüşe göre, 170.000 kişiydiler. Bunlar Musul taraflarında bulunan Ninova halkı
idi. Âyetteki edatı, manasınadır. Yani, hattâ daha da artıyorlardı. [169]
148. Tehdit
edildikleri azabın belirtilerini gördükten sonra iman ettiler. Ecelleri
gelinceye kadar, dünyada nimetlerden faydalanmak üzere onları bıraktık. İbn
Cüzeyy şöyle der: Rivayete göre onlar azabın belirtilerini görünce, çocuklar ve
yavrularıyla birlikte hayvanları alarak çıktılar. Sonra onları annelerinden
ayırıp bir tarafa çekildiler ve Allah'a yalvarıp yakardılar. Bunun üzerine Allah
onlardan azabı kaldırdı.[170]
Yüce Allah değerli peygamberlerden
bahsettikten sonra, sözü tekrar Peygamberi (s.a.v.) yalanlayan Mekke kâfirlerine
getirdi. [171]
149. Ey
Muhammedi Kınama ve azarlama üslubuyla Mekke kâfirlerine sor ve onlardan bilgi
iste: Meleklerin Allah'ın kızları olduklarını nasıl iddia ediyor ve Allah'a
dişileri, kendilerine ise erkekleri kılıyorlar? Onlar kızlardan hoşlanmıyor ve
kızların kendilerine nisbet edilmesine razı olmuyorlar. O halde, nasıl Allah
için buna razı oluyorlar da, kendilerine sadece oğulları ayırıyorlar? [172]
150. Yoksa,
temiz melekleri yarattığımızda onları dişiler kıldık da, onlar bunu gördüler mi
ki, böyle iftira atıyorlar. Bu, iftiralarından dolayı onları başka tür bir
kınama, onlarla alay etme ve cahilliklerini ortaya koymadır. [173]
151, 152. Ey
insanlar bilesiniz ki, o müşrikler yalan ve iftiralarından dolayı Allah'a çocuk
ve zürriyet isnat
ediyorlar. Onlar, "Melekler
Allah'ın kızlarıdır" sözlerinde kesinlikle yalancıdırlar. Ebussuûd şöyle der:
Bu âyet, onların bozuk inançlarının asılsız olduğunu göstermek için müstakil
olarak getirilmiştir. Bu iddianın dayanağının Kesin delilleri olmaksızın,
apaçık ve çirkin bir iftiradan başka birşey olmadığını açıklar.[174]
153. Yüce Allah
kızları erkeklere tercih mi etti? Bu da bir kınama ve azarlamadır. [175]
154. Size ne
oldu da, böyle zâlimce hüküm verdiniz? Allah, sizin iddianıza göre iki cinsin
daha düşüğünü nasıl kendisi için tercih eder? Bu âyet onların beyinsiz ve cahil
olduklarını İfade eder. [176]
155. Bu sözün
yanlış olduğunu anlayabileceğiniz idrak ve ayırt etme gücünüz yok mu? Ebussuûd
şöyle der: Bunun bâtıl olduğunu, aklın bedaheti ile anlayamıyor musunuz?
Şüphesiz bu, zeki ve aptal, herkesin aklına yerleşmiştir.[177]
156. Bu da
başka bir kınamadır. Yani, yoksa, Allah'ın, melekleri kendisine kız edindiğine
dair açık bir hüccet ve deliliniz mi var? [178]
157. Öyleyse
iddia ettiğiniz hususlarda, iddianızın doğruluğuna şahitlik edecek bu kitabı
getirin. Bundan maksat, onların bâtıl sözlerinde ne şer'î bir delile ne de aklî
bir mantığa dayanmadıklarını açıklamak ve onları âciz bırakmaktır. Burada konu,
müşriklerin uydurduğu diğer bir efsaneye geçer. Şöyleki, onlar Yüce Allah ile
cinler arasında bir ilişki bulunduğunu, Allah ile cinin evlenmesinden
meleklerin doğduğunu iddia etmişlerdi. Bu durumu Yüce Allah şöyle açıklar: [179]
158.
Müşriklere, Yüce Allah ile cinler arasında akrabalık ve soy birliği olduğunu
ileri sürmüşlerdi. Şöyle ki, onlar, "Allah cinlerle evlendi ve böylece O'nun
melekleri doğdu" demişlerdi. "Allah, o zalimlerin söylediği şeylerden uzaktır.
Son derece yücedir ve uludur." Daha sonra da meleklerin dişi ve Allah'ın kızı
olduğunu iddia ettiler. Şeytanlar, onların azaba gireceklerini bilirler. Sâvî
şöyle der: Bu, onları daha fazla yalanlar ve susturur. Sanki şöyle denilmiştir:
"Allah'ın kızları" dediğiniz ve kendilerine saygı gösterdiğiniz o cinler, sizin
halinizi ve işinizin âkibetini daha iyi bilirler.[180]
159. Yüce
Allah, o zalimlerin, Kendisini niteledikleri şeyden uzak ve münezzehtir. [181]
160. Bu,
istisnâ-i munkatıdır. Yani, Fakat Allah'ın samimi kullan hâriç. Onlar, Allah'ı,
kâfirlerin niteledikleri şeylerden tenzih ederler. [182]
161, 162, 163.
Ey kâfirler! Siz ve tapmış olduğunuz putlar ve şeytanlar Allah'ın kullarından
hiçbirini saptıramazsınız. Ancak Allah'ın, bedbaht olmasına hükmettiği ve
cehenneme girmesini takdir ettiği kimseler hâriç. Bundan sonra Yüce Allah,
meleklerin kendisine kulluk itirafında bulunduklarını anlattı: [183]
164. Bizden
hiçbir melek yoktur ki, onun bir mertebesi, makamı ve vazifesi olmasın. Melek,
kendisine verilen görevden başkasını yapmaz. Bizden bir kısmı nzıklarla, bir
kısmımız da ecellerle görevlendirilmiştir. Bizden öylesi de vardır ki, vahiy
indirir. Herbirinin, Allah'a yakınlık, ibadet ve şerefte mevkii vardır. [184]
165. Biz,
ibadette saf saf duranlarız. [185]
166. Şüphesiz
biz, Yüce Allah'ı, azametine ve büyüklüğüne yakışmayan şeylerden tenzih
edicileriz. Her zaman ve her an Allah'ı tesbîh ederiz. İbn Cüzeyy şöyle der:
Meleklerin söylediği bu söz, onların, Allah'ın kızları ve ortaklan olduğunu
söyleyenlere karşı bir reddiyedir. Çünkü melekler, kendilerinin kulluklarını,
Allah'a itaat ve Onu tenzih ettiklerini itiraf etmişlerdir.[186]
167, 168, 169.
Âyetteki zamir, Kureyş kâfirlerine aittir edatı da şeddeli den hafifletilmiştir.
Yani, oysa Mekke kâfirleri, kendilerine Kur'an inmeden Önce, "Öncekilerin
kitabları Tevrat ve İncil gibi, bize de herhangi bir kitap inseydi, biz onlardan
daha kuvvetli iman eder, daha çok ibadet eder ve Allah'a onlardan daha ihlaslı
olurduk" demişlerdi. Fakat kendilerine Kur'an gelince onu inkâr ettiler.
Bunun içindir ki Yüce Allah şöyle
buyurdu: [187]
170. Semavî
kitapların en şereflisi olan Kur'an'ı yalanladı ve inkâr ettiler. Allah'ın
âyetlerini inkâr etmelerinin akıbetini göreceklerdir. Bu bir tehdittir. [188]
171. Şüphesiz
bizim, değerli peygamberlerimiz için şöyle vadimiz ve hükmümüz geçmiştir: [189]
172.
Düşmanlarına karşı galip gelecek olanlar onlardır. Bu âyet, Yüce Allah'ın şu
mealdeki âyetine işarettir: "Allah, elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz,
diye yazdı."[190]
173. Dünyada da
âhirette de galip gelecek olan, mü'min ordularımızdır. Dünyada hüccet ve
delille, âhirette de cennetlere girmekle galip olacaklardır. Tefsirciler şöyle
der: Allah'ın, mü'minlere yardımı gerçekleşmiştir. Bazı savaşlarda mağlup
olmaları bu hükmü bozmaz. Esas olan, zafer ve Allah'ın yardımıdır. Ancak bazı
zamanlarda, mü'minler herhangi bir kusurları ya da deneme ve imtihan dolayısıyle
mağlup olurlar. [191]
174. Ey
Muhammedi Kısa bir süreye kadar, sana onlarla savaşman emredilinceye kadar
onlardan yüzçevir. [192]
175. Onlara
azap indiğinde onları gör. İnkârlarının akıbetini onlar da göreceklerdir. [193]
176. Allah'ın
azabını mı çabucak istiyorlar. Bu, tehdit ifade eden istifhâm-ı inkârîdir.
Rivayete göre "Onlar da görecekler" âyeti inince, alay ederek, "Bu ne zaman
olacak?" dediler. Dolayısıyle bu âyet indi. [194]
177. Bunu uzak
görmesinler. Azap, yalanlayanların kenar mahallelerine indiğinde, Onların
sabahı ne kötü bir sabah olacak. Yüce Allah o azabı, sabahleyin onlara saldıran
ve köklerini kesen bir orduya benzetti. [195]
178, 179. Kısa
bir süre için onlardan yüzçevir. Onların halini gör, onlar da görecekler.
Tehdidi pekiştirmek ve Peygamber (s.a.v.)'i teselli etmek için, Yüce Allah bu
âyetleri tekrar etti. [196]
180. Güç ve
kuvvet sahibi Yüce Allah, müşriklerin kendisini niteledikleri şeyden uzak ve
münezzehtir. [197]
181, 182.
Değerli peygamberlere bizden selâm olsun. Hamd başta da sonda da, bütün
mahrukatın sahibi Allah'a mahsustur. Yüce Allah kendisini, kâfirlerin
nitelediği şeyden tenzih etti. Onlar,
Allah'a (c.c.) yakışmayan şeylerdir. Yüce Allah bu sûrede, kâfirlerin bir
çok adi sözünü nakletti ve selâmı bütün peygamberlere genelleştirerek ve
kendisini de övmek suretiyle sûreyi sona erdirdi. Bu, kullara bir talim ve
Öğretmedir. [198]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler, birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1.
"Tapıyorsunuz ile Bırakıyorsunuz ve kızlar ile oğlanlar" arasında tıbâk
vardır.
2. "Kızlar,
Rabbinin mi?, yoksa biz melekleri
dişi olarak mı yarattık?, ne
oluyor size, nasıl hükmediyorsunuz?, hiç düşünmüyor musunuz? ve yoksa sizin
açık bir deliliniz mi var?" gibi âyetlerde ardı ardına, tekrar tekrar kınama
yapılmıştır. Hepsi kınama ve susturma ifade eder.
3. "Onlar
mutlaka zafere ulaşacaklardır. Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir" âyetlerinde mânânın mutlaka
gerçekleşeceğini ifade etmek için bir kaç edatla pekiştirilme yapılmıştır.
Cümlelerden herbiri ve ile pekiştirilmiştir.
4. "Hani o,
dolu bir gemiye kaçmıştı" cümlesinde istiâre-i tasrîhiyye vardır. Yüce Allah,
Yûnus(a.s.)'un Rabbinden izin almadan çıkışım, kölenin efendisinden kaçmasına
benzetti.
5. "Allah ile
cinler arasında da bir soy birliği uydurdular" cümlesinde, II. şahıs kipinden
III. şahıs kipine dönüş vardır. Aslı "kılıyorsunuz" şeklindedir. Bu dönüş,
onların hitaba ehil olmadıklarını ve Rabblerin Rabbı olan Allah'ın rahmetinden
uzak olduklarına işarettir.
6. "Azap
onların beldelerinin kenarına geldiğinde..." cümlesinde istiâre-i temsîliyye
vardır. Burada, onlara gelen azap, temsili olarak, ansızın kendilerine saldırıp
şehirlerinin kenarında duran ve kendilerine bazı nasihatlerde bulunan orduya
benzetilmiştir. Ordunun nasihatma rağmen şehir halkı uyanlara kulak asmamış ve
karşı hazırlık yapmamış, sonunda bu ordu onların kökünü kesmiştir. Zemahşerî
şöyle der: Bu cümle, temsil yoluyla gelmeseydi fasih olmaz ve senin hoşuna giden
bu parlaklık onda bulunmazdı.[199]
Faydalı Bilgiler
İbn Ebî Hatim, Şa'bî'den
Rasulullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kim, kendisine eksiksiz
bir ölçekle Ölçülmesinden sevinirse, bir meclis sona erip de kalkmak istediği
zaman şöyle desin:[200]
Allah'ın yardımı ile "Sâffât
Sûresi"nin tefsiri bitti. [201]
[1] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/233.
[2] Enbiyâ sûresi, 21/20
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/233.
[3] el-Bahr, 7/350
[4] Tefsir-i Kebîr, 26/137
[5] el-Bahr, 7/350
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/238.
[6] Müslim, Salât 119; Bkz, Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/174.
[7] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/238-239.
[8] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/239.
[9] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/239.
[10] Kurtubî, 15/62
[11] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/239.
[12] Taberî, 23/24
[13] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/239.
[14] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/239.
[15] Beyzâvî, 2/138
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/242.
[16] Kurtubî, 15/73. Kurtubî bu tefsiri Ömer. b. el-Hattab'a
(r.a.) nisbet eder.
[17] Bunları İbn Abbas'tan Ebu Hayyân rivayet etmiştir.
e)-Bahr, 7/356
[18] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/242.
[19] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/242.
[20] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/242.
[21] Kamer sûresi, 54/44. KurUıbî,
15/74
[22] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/242.
[23] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/242.
[24] Ebussuûd, 4/268
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/242.
[25] Bu görüşü İbn Kesîr Süddî'den hikaye etmiştir. Daha açık
olan da budur.
[26] Taberî, 23/32
[27] Bu manayı Seyyîd Kutub, Fi Zılâli'l-Kur'an adlı
tefsirinde zikretmiştir. Bu güzel bir manadır. Fakat dil bakımından bunun bir
desteği yoktur.
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/242-243.
[28] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/177
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/243.
[29] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/243.
[30] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/243.
[31] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/243.
[32] Zuhruf sûresi, 43/39
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/243.
[33] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/243.
[34] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/243.
[35] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/243-244.
[36] el-Bahr, 7/357
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/244.
[37] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/244.
[38] Sâvi Haşiyesi, 3/337
[39] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/244.
[40] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/244.
[41] Meryem sûresi, 19/62
[42] Ebussuûd, 4/268
[43] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/244.
[44] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/244.
[45] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/245.
[46] Kurtubİ, 15/77
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/245.
[47] Sâvî Haşiyesi, 3/337
[48] Taberî, 23/34
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/245.
[49] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/245.
[50] Muhtasar-ı İbn Kcsîr, 3/179
[51] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/245.
[52] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/179
[53] Tefsir-i Taberî, 23/36
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/245.
[54] Vakıa sûresi, 56/22-23
[55] el-Bahr, 7/359
[56] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/246.
[57] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/246.
[58] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/246.
[59] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/246.
[60] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/246.
[61] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/246.
[62] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/246.
[63] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/246.
[64] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/247.
[65] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/247.
[66] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/247.
[67] Bkz. Taberi 23/38; Muhtasar-i İbn Kesir, 3/181. Kıssa bu
iki kaynakta genişçe anlatılmıştır.
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/247.
[68] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/247-248.
[69] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/252.
[70] Kurtubî, 15/88
[71] Kmtubî, 15/94
[72] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/252-253.
[73] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/253.
[74] Taberî, 23/41
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/253.
[75] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/253.
[76] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/182
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/253.
[77] Tirmizî, Cehennem 4, Tirmİzi bu hadis için "hasen ve
sahihtir" demiştir.
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/253-254.
[78] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/254.
[79] Ebussuûd, 4/271
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/254.
[80] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/254.
[81] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/254.
[82] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/254.
[83] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/254.
[84] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/254.
[85] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/254.
[86] Sâvî Haşiyesi, 3/340
[87] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/254-255.
[88] el-Bahr, 7/364
[89] Teshil, 3/172
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/255.
[90] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/255.
[91] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/255.
[92] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/255.
[93] Beyzâvî Haşiyesi, 3/157
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/255.
[94] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/255.
[95] Beyzâvî, 2/141
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/255.
[96] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/255.
[97] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/255.
[98] Kurtubî, 15/92
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/256.
[99] Taberî, 23/45
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/256.
[100] Tefsircilerin görüşleri için, bkz, Kurtubî,
15/93
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/256.
[101] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/256.
[102] Muhtasar-ı tbn Kesîr, 3/185
[103] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/185
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/256.
[104] el-Bahr, 7/366
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/256.
[105] Beyzavî, 2/142
[106] Kurtubî, 14/94
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/257.
[107] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/257.
[108] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/257.
[109] Teshîl, 3/173
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/257.
[110] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/257.
[111] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/257.
[112] Kurtubî, 15/97
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/257.
[113] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/186
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/258.
[114] Ebussuûd, 4/273
[115] Bu konu hakkında geniş bilgi için, "en-Nübiivve ve'l
enbiyâ" adlı kitabımız, s. 173'e bakınız. Ayrıca bkz, Muhtasar-ı İbn Kesîr,
3/186.
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/258.
[116] Kurtubî, 15/102
[117] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/186
[118] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/258.
[119] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/259.
[120] Sâvî Haşiyesi, 3/343
[121] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/259.
[122] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/259.
[123] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/187
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/259.
[124] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/259.
[125] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/259.
[126] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/259-260.
[127] Muhtasar-ı tbn Kesir, 3/189
[128] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/260.
[129] Taberî, 23/57
[130] el-Bahr, 7/372
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/260.
[131] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/260-261.
[132] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/266.
[133] Kurtubî, 15/123
[134] Cevheri, es-Sıhah; el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûs, ilgili
madde.
[135] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/266.
[136] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/267.
[137] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/267.
[138] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/267.
[139] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/267.
[140] Taberî, 23/58
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/267.
[141] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/267.
[142] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/267.
[143] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/267.
[144] Ebussuûd, 4/276
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/267.
[145] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/267.
[146] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/267.
[147] Kurtubî, 15/116
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/267.
[148] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/268.
[149] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/268.
[150] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/268.
[151] Bkz. Sâvi Haşiyesi, 3/346
[152] Taberî, 23/61
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/268.
[153] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/268.
[154] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/268.
[155] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/268.
[156] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/268.
[157] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/268.
[158] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/268-269.
[159] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/269.
[160] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/269.
[161] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/269.
[162] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/269.
[163] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/269.
[164] Enbiyâ sûresi, 21/87
[165] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/269.
[166] Ebussuûd, 4/277
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/269.
[167] Teshil, 3/176
[168] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/269-270.
[169] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/270.
[170] Teshîl, 3/176
[171] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/270.
[172] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/270.
[173] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/270.
[174] Ebussuûd, 4/278
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/270.
[175] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/270.
[176] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/270.
[177] Ebussuûd, 4/278
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/271.
[178] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/271.
[179] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/271.
[180] Sâvî Haşiyesi, 3/348
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/271.
[181] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/271.
[182] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/271.
[183] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/271.
[184] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/271.
[185] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/272.
[186] Teshil, ,3/177
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/272.
[187] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/272.
[188] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/272.
[189] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/272.
[190] Mücâdele sûresi, 58/21
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/272.
[191] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/272.
[192] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/272.
[193] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/272.
[194] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/272.
[195] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/273.
[196] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/273.
[197] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/273.
[198] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/273.
[199] Keşşaf, 4/52
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/273-274.
[200] Bu hadisi tbn Ebî Hatim mürsel olarak tahriç etmiştir.
Ali'den (r.a.) de mevkuf olarak rivayet olunmuştur.
[201] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/274.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder