Enam Suresi(2)

Hiç yorum yok

Kelimelerin İzahı

Melekût, büyük hükümranlık demektir. Sonundaki ve hükümranlığın büyüklüğünü ifade eder. Nitekim kökünden gelen kökünden gelen kelimelerinde de ve mübalağa ifade eder.
Karanlığı ile onu örttü demektir. Vahidî şöyle der: Gece onu örttü manasınadır. Örttüğün her şeye Örtüldü, denilir. kelimeleri bu köktendir. Bunların hep­sinin aslında Örtmek ve örtülmek mânâları vardır.[156]
Bâziğ, doğan, demektir. Ay doğmaya başladığında de­nir. Ezherî şöyle der: Bu kelimenin, yarmak mânâsına gelen mas­tarından alınmış olma ihtimali vardır. Çünkü ay, ışığıyla karanlığı yarar.[157]
Gözden kayboldu, demektir. Bir şey gözden kaybolup uzaklaşınca denir.
Sultân, delil, demektir.
Karıştırırlar. Birisi bir işi karıştırdığında denir. Elbiseyi giydi, demektir. Onları seçtik Karâıîs, kağıt mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Şâir şöyle der:
İlmi kâğıda emanet etti, o da zayi etti. Kâğıtlar, ne kötü ilim ema­netçileridir.
Gamerât, nin çoğuludur. Gamre ise, aklı gideren şiddet demektir. İçine düşen her şeyi yutarak gizleyen çok su mânâsmdaki dan alınmıştır.
Size verdik, sizi sahip kıldık, demektir. bağış ve ihsan manasınadır.
Zayi oldu, boşa gitti, demektir. [158]

Nüzul Sebebi

Sâid b. Cübeyr'den rivayet edildiğine göre, Yahudilerden Mâlik b. Sayf, Peygamber (s.a.v.)'e gelerek onunla mücadele etmeye başladı. Rasu-lullah (s.a.v) ona şöyle dedi. Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah için yemin eder misin? Tevrat'ta, Allah'ın şişman âlimlere buğzettiğine dair âyet olduğunu bilmiyor musun? Mâlik b. Sayf şişman bir âlimdir. Buna kızan Mâlik şöyle dedi: Vallahi, Allah hiçbir beşere birşey indirmemiştir. Yanında bulunan arkadaşları: Yazıklar olsun sana, Musa'ya da mı bir şey indirmedi? dediler.
O, tekrar: "Allah, hiçbir beşere bir şey indirmemiştir" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah "Allah'ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi." dediler" âyetini indirdi.[159]

Âyetlerin Tefsiri

74. Ey Muhammedi ibrahim'in dîni üzerine olduklarını iddia eden putperest kavmine, onun, babası Âzer'i ayıplayarak "Seni yaratan, sana iyi bir şekil ve rızık veren Allah'ı bırakıp da putları mı kendine ma'bud ve ilâh ediniyorsun?" dediği zamanı hatırlat. İbrahim devamla: Şüphesiz sen de, kavmin de, Haktan uzak apaçık bir dalâlet içindesiniz, demişti. [160]
75. İşte böylece biz, İbrahim'e, göklerin ve yerin büyük hükümranlığını ve engin saltanatını gösteriyorduk. Kesin îman edenlerden olması için, ona bu engin delilleri gösterdik. Mücâhid şöyle der: Ona yerler ve gökler açıldı. En üstte ve en altta bulunan hükümranlığı gözleriyle gördü.[161]
76. Gece, bütün aydınlıkları karanlığı ile ör­tünce, gökyüzünde parlayan bir yıldız gördü. Bu, Zühre veya Müşteri geze­genidir, Sizin iddianıza göre, "Benim Rabbim budur." dedi. Hz. İbrahim, "onları reddetmek, kınamak ve derece derece onları helake götür­mek için böyle söyledi. Zira o, kavminin, Allah'ı bırakıp putlara tapma hu­susundaki cehalet ve hatalarını kendilerine göstermek istiyordu. Zemahşerî şöyle der: Babası ve kavmi, putlara ve yıldızlara tapıyorlardı. Hz.İbrahim "görme ve delil getirme" yoluyla, kavminin dalâlet içinde olduklarına dik­katlerini çekmek ve onlara doğruyu göstermek istedi. Ayrıca sağlam bir bakışın, yıldızlardan herhangi birinin ilâh olamayacağını, arkalarında, on­ları yaratan, doğuşlarını ve batışlarını, bir yerden diğer yere gidiş ve intikallerini idare eden birinin varlığını gösterdiğini onlara öğretmek istedi, İla Bu, benim Rabbimdir." sözü, hasmının bâtıl yolda olduğunu bildiği halde, ona insaf ile muamele eden kimsenin sözüdür. Kendi görüşünde mu­taassıp değilmiş gibi, hasmının sözünü aynen naklediyor. Zira bu davranış hakka daha iyi götürür. Sonra tekrar ona dönerek, iddiasını delil ile boşa çıkarır. Yıldız batınca, Hz.İbrahim: "Ben böyle ba­tan şeylere tapmayı sevmem" dedi. Çünkü ma'budun durumunun değişmesi ve bir yerden başka bir yere intikali doğru değildir. Esasen bunlar, cisimle­rin nite ilklerindendir. [162]
77. Hz.İbrahim (a.s.) ayın doğup etrafa ışık saçtığını görünce, önce dediği gibi, "Rabbim budur" dedi. O, bu sözüyle kavminin tapdıkları şeylerin bâtıl olduğuna dikkatlerini çekmek ve beyin­siz olduklarını göstermek istiyordu. Ay da batıp gözden kaybolunca İbrahim: "Eğer, Rabbim beni doğru yol üzerinde sabit tutmazsa ben mutlaka doğru yolu şaşırmış topluluklardan olurum" dedi. Burada Hz.ibrahim (a.s.), tariz yoluyla, kavminin dalâlette olduğunu göstermek istemiştir. [163]
78. Güneşin doğduğunu görünce; "Rabbim budur. Bu, yıldızlardan ve aydan daha büyük" dedi. Güneş batınca: "Ben sizin putlarınızdan da, Allah'a ortak koşmanızdan da uzağım" dedi. Ebû Hayyân şöyle der: Hz.İbrahim (a.s.) gördüğü bu yıldızın, ma'budluğa elverişli olmadığını kavmine göster­dikten sonra, ondan daha parlak ve nurlu olanını gözetmeye başladı. Yeni doğmakta olan ayı gördü. O da gözden kaybolunca, güneşin doğmasını bek­ledi. Çünkü o aydan daha parlak, daha nurlu, daha büyük ve daha faydalı idi. Bunu, onlara karşı delil getirme ve güneşin de yıldızlar gibi sonradan ya­ratılmış olduğunu göstermek için bu şekilde davrandı.[164] İbn Kesir şöyle der: Gerçek şudur ki, Hz,İbrahim (a.s.), bu makamda kavmi ile münazara ha­linde bulunuyor ve onların putlara ve sırası ile en parlakları güneş, ay ve zühre gibi hareket halindeki yıldızlara tapmalarını bâtıl olduğunu açıklıyordu. Gözlerin gördüğü bu en parlak üç cismin ilâh olmadığı anlaşılıp kesin delillerle ortaya çıkınca, İbrahim: "Ben sizin, Allah'a ortak koştuğunuz putlardan uzağım." dedi.[165]
79. Ben bâtıl dinleri bırakıp Hak dine dönerek, inancımda ve amelimde, âlemleri, gökleri ve yeri yoktan yaralan Allah'a yöneldim. Ben, ibadette, başkalarım Allah'a ortak koşanlardan değilim. [166]
80. Tevhîd konusunda, kavmi onunla mücadele ve münazara etli.[167] İbn Abbâs şöyle der: İlâhları hakkında, kavmi onunla mücadele etti ve ilâhları ile onu korkutmaya çalıştılar. Hz .İbrahim de, onları kınaya­rak şöyle cevap verdi: Allah'ın varlığı ve birliği hakkında benimle mücadele mi ediyorsunuz? Halbuki Allah bana basiret verdi ve bana doğruyu gösterdi. Ben, sizin Allahı bıra­kıp da kendilerine taptığınız sahte ilâhlardan korkmam. Çünkü onlar ne zar­ar verebilir, ne de menfaat sağlayabilirler. Ne görebilir, ne de işitebilirler. Sizin iddia ettiğiniz hiçbir şeyi yapamazlar. Ancak, Rab­bim, hoşa gitmeyen bir şeyin benim başıma gelmesini isterse bu olur. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ ibret almıyor musunuz? Bu soru onları kınamak için sorulmuştur. Bu soru, onla­rın tam bir gaflet içinde olduklarına dikkatlerini çekmektedir. Zira Allah'ın birliğini gösteren kesin delillerin ortaya çıkmasına rağmen onlar, hiçbir za­rar ve yarar sağlayamayan şeylere taptılar ve Allah'a ortak koştular. [168]
81. Siz, hiçbir hüccet ve deliliniz olmadığı halde kendisine ortak koştuğunuz herşeye Kadir olan Allah'tan korkmazken, ben, ibadette Allah'a ortak koştu­ğunuz ilâhlarınızdan nasıl korkarım! Han­gimiz, emniyet içinde olmaya daha lâyıktır. Biz mi, yoksa siz mı? Biz, Al­lah'ı delillerle tanıdık ve sadece ona ibadet ettik. Siz ise putları ona ortak koştunuz ve tek hesaba çekici olan Allah'ı inkâr ettiniz. [169]
82. İnanıp da İmanlarını şirkle karıştır­mayanlar var ya, azaptan emin olmak onlara mahsustur. Onlar hidayet ve doğru yol üzerindedirler. Rivayete göre, bu âyet inince Ashab-ı kiram korktular ve Rasulullah (s.a.v.)'a:"Hangimiz nef­sine zulmetmiyor ki!?" dediler. Rasulullah (s.a.v.): "O, sizin anladığınız gibi değildir. O ancak Lokman'm oğluna dediği manadadır", buyurdu![170]
Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma. Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür.[171]
83. Buradaki kelimesi, Allah'ın dostu İbrahim (a.s.)'i desteklemek üzere yukarda zikrettiği kesin delillere işaret etmektedir. Yani, İbrahim'in Allah'ın birliğine dair getirdiği, güneşin ayın ve yıldızların batması gibi deliller, kavmine karsı onun için kesin bi delil olsun diye kendisine verdiğimiz delillerimizdir. Biz, dilediğimize ilim, anlayış ve peygamberlik vererek derecelerini yük seltiriz. Şüphesiz Rabbin, hikmet sahibidir, her şeyi yeri yerine kor. İlim sahibidir, hiçbir şey ona gizli kalmaz. [172]
84. Soyunun devamıyla mesut olsun diye, İbra­him'e oğlu İshak'ı ve torunu Yakup'u verdik. Onların herbirine saa­det yolunu gösterdik, peygamberlik ve hikmet verdik. İbn Kesir şöyle der: Burada Yüce Allah, ihtiyarlayıp çocuktan kesildikten sonra İbrahim (a.s)'e oğlu İshak'ı lütfettiğini, onun peygamberliğini ve soyunun devam edeceğini müjdelediğini bildiriyor. Bu en büyük müjde ve en büyük nimettir. Bu, Al­lah'a İbadet etmek için kavminden ayrılması ve yurdundan hicret etmesine karşılık, İbrahim (a.s)'e verilmiş bir mükafattır. Allah, Hz.İbrahim'in gözü­nün aydın olması için kavminin ve akrabalarının yerine, kendi sulbünden salih evlatlar verdi.[173] İbrahim'den önce de Nuh'a doğruyu göstermiştik. Hz. Nuh, beşerin ikinci babası olduğu için, burada Yüce Allah onu zikretti. Önce İbrahimin oğullarının sonra da atalarının şerefini an­lattı. İbrahim'in soyundan[174] şu yüce peygamberleri gönderdik. Yüce Allah, ilk önce Davud ve Süleyman (a.s)'m isimlerini ver­di. Çünkü bu ikisi hükümdarlık ve peygamberliği bir arada yürüttüler. Süleyman (a.s.), Davud (a.s)'un oğludur. Allah Teâlâ, baba ile oğlu beraber zikretti. Eyyûb ve Yusuf (a.s.)'un imtihan ve belalara katlanma­da ortak yönleri olduğu için ikisini birlikte zikretti. Mûsâ ve Harun'u... Bunlar kardeş olduğu için ikisini birlikte zikretti. Mûsâ (a.s) Kelîmullah olduğu için, önce onun adını söyledi. İbrahim'e verdiğimiz bu kıymetli mükâfat gibi, sıdk ile îman eden ve güzel amel işleyenleri de mükafatlandırırız. [175]
85. Zekeriyyâ, Yahya, Tsâ ve İlyâs'ı da gön­derdi. Bunların dünyadan yüz çevirme ve zühd ve takva hususunda ortak, yönleri bulunduğu için, onları da beraber zikretti. Bunların hepsi," son derece salih kullardandır. [176]
86. İbrahim (a.s)'in oğlu İsmail (a.s)'i, el-Yesa (a.s.)'ı, Mettâ oğlu Yunus (a.s.)'u ve Haran oğlu Lut (a.s)'u ki bu ibrahim (a.s.)'in kardeşi oğludur gönderdik. Bu âyette adı geçenlerin hepsine peygamberlik vererek, onları zamanlarında yaşayan her şeye üstün kıldık. [177]
87. Onların babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden birçok cemaatı da doğru yola ilettik. Onları seçtik ve dosdoğru hak yola ilettik. İbn Abbâs, şöyle der: Bu peygamberlerin içinde her ne kadar, ana ve baba tarafından doğum yo­luyla Hz.İbrahim'in zürriyetine mensup olmayanlar varsa da, hepsi onun soyuna katılmışlardır.[178]
88. İşte bu ulaşmak, Allah'ın hidayetidir. Allah ona, mahlukatından istediğini iletir. Eğer o peygamberler, faziletlerine ve derecelerinin yüksekliğine rağmen, Allah'a ortak konsalardı, amelleri elbette boşa giderdi. Hal böyle olunca, başkalarının durumu nasıl olur? [179]
89. İşte on'arî kendilerine semavî kitapları indirmek, rabbânî hikmet, nebilik ve rasûllük vermek suretiyle ihsanda bulunduğumuz kimselerdir.
Ey Muhammed! Senin zamanındaki kâfirler eğer ayetlerimizi inkar ediyorlarsa, bilsinler ki, biz onların korunmasını ve gözetilmesini rasullerimize ve peygamberlerimize verdik.[180]
90. İşte yukarıda adı geçen bu peygamber­ler, Allah'ın kendilerine hidayet nasip ettiği rehberlerdir. Onları örnek al ve onların güzel yoluna uy. Ey Muhammed! Kavmine de ki: Kur'an'i tebliğ etmeye karşılık ben sizden mal ve ücret istemiyorum. Bu Kur'an bütün mahlukât için öğüt ve nasihatten başka bir şey değildir, [181]
91. Allah'ı hakkıyle bilemediler ve ona gerektiği şekilde tazim edemediler. Çünkü onlar vahyi ve peygamberlerin gönderilişini inkâr ederek: "Allah, hiçbir beşere bir şey indirmedi." dediler. Bunu söyleyenler la'netli Yahudilerdir. Mu­hammed (s.a.v.)'e Kur'an'm inişini şiddetle inkar etmek için bu çok çirkin şeyi ağızları ile söylediler. Ey Muhammed! O inatçı Yahudilere de ki: "İnsanların aydınlanacağı bir nur ve İsrâîloğullarma bir hidayet olarak Tevrat'ı Musa'ya kim indirdi? O kitabı, kesilmiş kağıtlara ve dağınık ya­praklara yazıyor, onlardan dilediğinizi açıklıyor, dilediğinizi de gizliyorsu­nuz. Taberî şöyle der: Muhammed (s.a.v.)'in durumu ve peygamberliği ile ilgili olarak halktan gizledikleri şeyler bu âyetlerdendir.[182] Ey Yahudiler! Bu Kur'an'da size Allah'ın dininden ve hidaye­tinden daha önce ne sizin, ne de babalarınızın bildiği şeyler öğretildi. Onlara cevap olarak: "Onu Allah indirmiştir" de son­ra onları oyun ve eğlence etmek üzere daldıkları bâtılda bırak, oynayadur-sunlar. Bu yaptıkları kötülüklerden dolayı onlara bir tehdit ve korkutmadır. [183]
92. Muhammed (a.s.)’e indirilen bu Kur'an, fayda ve menfaati çok, mübarek bir kitaptır. Kendisinden Önce inen Tevrat ve İncil gibi, Allah'ın kitaplarını tasdik eder.Ey Muhammedi Onu Mekke halkım ve Mekke'nin etrafındaki diğer yeryüzü halkını uyarman için indirdik. Bu mana, İbn Abbâs'mdır. Haşir ve neşre inananlar, bu kitaba da inanırlar. Çünkü bu kitap vaad ve tehdit, müjde ve korkutma ihtiva etmektedir. Onlar namazlarını vakitlerinde en mükemmel bir şekilde kılarlar. Sâvî şöyle der: Namaz ibadetlerin en şereflisi olduğu için, Yüce Allah sadece onu zikretti.[184]
93. Bu soru olumsuzluk ifade eder. Yani, Allah'a karşı iftira edip ona ortak koşandan daha zâlim hiçkimse yoktur, Veya, kendisine hiçbir şey v ah y edilmem işken, "Bana da vahy geldi." diyenden daha zâlim kimse yoktur. Yani Müseyle-metu'l-Kezzâb ve Esved-i Ansî gibi, Allah kendisini peygamber olarak gön­dermediği halde kendisinin peygamber olduğunu iddia eden kimseden daha zalimi yoktur. Yine Allah'ın indirdiği kelâma benzer bir kelâmı söyleyebileceğini iddia edendenden daha zâlimi yoktur. Nitekim kâfirler: İstesek, biz de bunun benzerini elbette söyleyebiliriz,[185] demişlerdi, Ebu Hayyân şöyle der: Bu âyet Nadr b. Haris ve onunla birlikte Kur'an'la alay edenler hakkında nazil olmuştur. Çünkü o, Kur'an'a karşı çıkarak anlatılmaya değmeyecek kadar basit sözlerle onun benzerini söylemeye kalkışmıştır.[186] Ey Mu­hammedi O zâlimler ölüm sarhoşluğu ve şiddeti içinde iken sen onları bir görsen! Durumun korkunçluğunu göstermek için edatının cevabı hazfedil -miştir. Takdiri: "Sen, büyük bir olay görmüş olursun" Azap melekleri ise, ruhlarının cesetlerinden çıkması için yüzlerine ve kıçlarına vururlar. Bu esnada onlara: "Haydi canlarınızı azap­tan kurtarın!" derler. Zemahşerî şöyle der: Yani, melekler: "Ruhlarınızı be­denlerinizden çıkarıp getirin." derler. Bu, meleklerin, onların canım alırken gösterdikleri sertliği ve nefes aldırmadan ve mühlet vermeden hemen can­larını almak için gösterdikleri şiddetli İsrarı ifade eder.[187] Allah'a iftira etmeniz ve O'na ortak ve çocuk nisbet etmeniz sebebiyle bugün, alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacak­sınız.
Bu azap, son derece rezil edici olmasının yanında, şiddetle küçültü­cüdür de. Siz, Allah'ın âyetlerine inanmayı kibirinize yediremiyor, onlar üzerinde düşünmüyor ve onlara inanmıyorsunuz. [188]
94. Andolsun, siz ilk defa ya­rattığımız gibi o gün bize hesap vermek için aile, mal ve çocuktan ayrı ola­rak teker teker, yalınayak çıplak ve sünnetsiz olarak geleceksiniz. Nitekim hadiste şöyle buyurulmuştur: "Ey İnsanlar! Siz Allah'ın huzuruna yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak toplanacaksınız." Rasulullah daha sonra: "Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi, onu tekrar o hale getiririz...[189] mealinde­ki ayeti okudu.[190] Dünyada size verdiğimiz mal­lan arkanızda bırakmış olacaksınız. Bu zor günde, onların size bir yararı ol­mayacak. Size şefaat ede­ceklerini sandığınız ve ibadete layık ve müstehak olma hususunda Allah'a ortak olduklarına inandığınız ilâhlarınızı beraberinizde göremiyoruz. Şüphesiz aranızdaki bağlar kopmuş, bir­liğiniz bozulmuş, ortak ve şefaatçi zannettikleriniz dağılmış ve yok olup gitmişlerdir. [191]

Edebî Sanatlar

1. Böylece İbrahim'e gösteririz" Geçmişteki halin hi­kayesidir. "Gösterdik" demektir.
2. Mutlaka yolunu şaşırmış kavimden olurum. Bu,onun kavminin dalâlette olduğunu tariz yoluyla bildirmektedir.
3. lafızları arasında, bedîî sanatlardan tıbak sanatı vardır.
4. Yüzümü" arasında, iştikak cinası vardır.
5. Allah'ın hidayeti." Bu izafet, şeref vermeyi ifade eder.
6. Hidayet" ve "iSHi doğru yola iletir" kelimeleri arasında iştikak cinası vardır.
7. Allah, hiçbir beşere bir şey indirmemistir." Bu, herhangi bir peygambere, vahiyden bir şeyin inişini inkar husu­sunda aşırılık ifade eder.
8. Kitab'i kim indirdi?" Bu, kınamak ve susturmak için sorulmuş bir sorudur.
9. Onu açıklarsınız" ile gizlersiniz" lafızları arasında tıbâk sanatı vardır.
10. Beldelerin anası" Bundan maksat, Mekke-i Mükerreme'-dir. Burada istiare vardır. Çünkü Mekke, şehirlerin ve köylerin aslıdır.
11. Ölüm sarhoşluklarında." Şerif Râdî şöyle der: Bur-da güzel bir istiare vardır. Çünkü Yüce Allah, onlara peşpeşe gelen ölüm sıkıntısı ve kederlerini, insanlara ard arda gelip de onları sürükleyen dalga­lara benzetmiştir. Bu hal, insanın kalbini sarıp kuşattığı için denil­miştir.[192]

Bir Uyarı

Bazı müfessirlere göre Azer, Hz.İbrahim'in babası değil, amcasıdır. Diğer bir gruba göre Azer put ismidir. Doğru olan araştırıcı müfessirlerin dediğidir. Onlara göre Azer Hz.Ibrahim'in babasının adıdır. Kitap ve Sünnet buna delâlet eder. Âyet, Âzer'in kâfir olduğunu açıkça göstermektedir. Bu, Hz. İbrahim'in (a.s.) derecesini düşürmez. Buhârî'nin Sahih'inde şöyle riva­yet edilir: Kıyamet gününde, İbrahim, babası Âzer'in yüzünde toz toprak olduğu halde onunla karşılaşacaktır..[193] Âzer'in mü'min olduğu iddiası, Kitab ve Sünnet delili ile çürütülmüştür. Allah daha iyi bilir. [194]
95. Şüphesiz Allah, tohumu ve çekirdeği yaran, ölüden diri, diriden ölü çıkarandır. İşte Allah budur. O halde nasıl dönersiniz.
96. O, sabahı aydınlatandır. O, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı birer hesap ölçüsü kılmıştır. İşte bütün bunlar, aziz olan, pek iyi bilen Allah'ın takdiri­dir.
97. O, kara ve denizin karanlıklarında yıldızlarla yol bulaşınız diye sizin için onları yaratandır. Gerçek­ten biz, bilen bir toplum için âyetleri geniş geniş açıkla­dık.
98. O, sizi bir tek nefisten yaratandır. Bir kalma yeri, bir de emanet olarak konulacağınız yer vardır. Anlayan bir toplum için âyetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık.
99. O gökten su indirendir. İşte biz, her çeşit bit­kiyi onunla bitirdik. O bitkiden de kendisinde üstüste binmiş taneler bitireceğimiz bir yeşillik; hurmanın to­murcuğundan sarkan salkımlar; üzüm bağları; birbi-
rine benzeyen ve benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve verirken ve olgunlaştığı za­man her birinin meyvesine bakın! Kuşkusuz bütün bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır.
100. Cinleri Allah'a ortak koştular. Oysa kî onları da Allah yaratmıştı. Bilgisizce ona oğullar ve kızlar ya­kıştırdılar. Haşa! O, onların ileri sürdüğü vasıflardan uzak ve yücedir.
101. O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. O'nun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir! Her şeyi O yaratmıştır ve her şeyi hakkıyle bilen de O dur.
102. İşte Rabbiniz Allah O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur. O, herşeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O'na kulluk edin, O her şeye vekildir.
103. Gözler O'nu göremez, halbuki O, gözleri gö­rür, O eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olan­dır.
104. Size Rabbiniz tarafından basiretler veril­miştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. Ben sizin üzerinize bekçi değilim.
105. Böylece biz âyetleri geniş geniş açıklıyoruz ki, "Sen ders almışsın" desinler ve biz, anlayan toplum için Kur'an'ı iyice açıklayalım.
106. Rabbinden sana vahyolunana uy. O'ndan baş­ka ilâh yoktur. Müşriklerden yüz çevir.
107. Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bir bekçi kılmadık. Sen onların ve­kili de değilsin.
108. Allah'tan başkasına tapanlara sövmeyin; son­ra onlar da bilmeyerek ve haksızlık ederek Allah'a sö­verler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini cazip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O, ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir.
109. Kendilerine bir mu'cize gelirse ona mutlaka inanacaklarına dair kuvvetli bir şekilde Allah'a and iç­tiler. Deki: Mu'cizeler ancak Allah tarafındandır. Ama mu'cize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mı­sınız?
110. Yine O'na evvelce iman etmedikleri gibi, on­ların gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz. Ve onları şaşkın olarak azgınlıkları içerisinde bırakırız.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde tevhîd konusunu, ardından da peygam­berlik meselesini açıkladı. Bu âyetlerde de asıl maksadın, Allah'ın zatını, sıfatlarını ve fiillerini tanımak olduğuna dikkat çekmek için yaratıcının varlığını, ilminin sonsuzluğunu, kudret ve hikmetini gösteren delilleri an­lattı. [195]

Kelimelerin İzahı

Fâlik, yaran, yarmak demektir, Sabahın aydınlığı karanlığı yardığında denir.
Seken, insanın kendisiyle sükûnet bulduğu ve ona ısındığı şeydir. aynı zamanda merhamet demektir.
Husbânen, bir hesap ile. Zemahşerî şöyle der: Husbân "hesap etti" mânâsına gelen fiilinin mastarıdır. Nitekim, "sandı" mânâsına gelen fiilinin mastarı ise dır. inkâr etmek" ve şükretmek" mastarları bunun benzeridir.[196] Müterâkip, üst üste demektir.
Kınvan, hurma salkımı manasına gelen kelimesinin ço­ğuludur.
Yetişmesi ve olgunlaşması. Ağaç olgunlaşıp meyve verdiğinde ve denir.
Yalan söylediler ve iftira ettiler, Bedî, daha önce benzeri olmayan bir şeyi yaratan. daha önce benzeri olmayan bir şeyi yaratmak demektir. Bundan dolayı, daha önce başkasının yapmadığı herhangi bir sanatı icat eden kimse için icat etti kelimesi kullanılır.
Çeviriyoruz, bir şeyi bir halden başka bir hale çevirmek demektir. [197]

Nüzul Sebebi

İbn Abbâs (r.a)'ın şöyle dediği rivayet olunur: Kureyş kâfirleri Ebu Tâlib'e: "Ya, Muhammedi ya arkadaşlarını ilâhlarımıza sövmek ve dil uzatmaktan vazgeçirirsin veya biz de onun ilâhına söver ve hakaret ederiz." dediler. Bunun üzerine Allah'tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin. Sonra onlar da bil­meyerek Allah'a söverler..." âyeti indi.[198] Başka bir rivayette de, müşrikler Rasulullah (s.a.v.)'a: "Ey Muhammed! Ya ilâhlarımıza sövmeyi bırakırsın, veya biz de senin Rabbine söveriz." dediler. Bunun üzerine âyet nazil oldu.[199]

Âyetlerin Tefsiri

Söz sırası müşriklere karşı, yaratılıştaki güzellikler ve tedbirlerdeki inceliklerle delil getirmeye geldi ve Yüce Allah şöyle buyurdu: [200]
95. Allah, bitkinin çıkması için toprağın altındaki tohu­mu ve ağacın çıkması için de çekirdeği yarandır. Kurtubî şöyle der: Allah, ölü çekirdeği yararak ondan yeşil yaprak çıkarır. Tohum da böyledir.[201]
O, kuru tohumdan, yumuşak ve taze bit­kiyi çıkarır. Gelişmekte olan canlı bitkiden kuru tohum çıkarır. İbn Abbâs şöyle der: Kâfirden mü'mini, mü'minden kâfiri çıkarır. Buna göre diri ve ölü kelimeleri, mü'min ve kâfir yerinde müstear olarak kul­lanılmıştır. İşte kâinatı yaratan ve idare eden Allah bu­dur. Bu açıklamadan sonra, artık haktan nasıl dönersiniz. [202]
96. O, karanlığı yarıp sabahı aydınlatandır. Taberî şöyle der: Gecenin siyahlığını ve karanlığını yararak sabahın aydınlığını çıkaran­dır.[203] Geceyi, dinlenme zamanı yapandır. İnsanlar gece is­tirahata çekilip dinlenirler. Güneşi ve ayı, insanların menfaatleri ile ilgili ince birer hesap ölçüsü kılandır. Zamanın ve gece ve gündüzün hesabı onlarla bilinir. Bilinen bir hesap ile bunları yürütmek, hiçbirşeyin kendisine karşı çıkamadığı, üstün ve galip olan, yarattıklarına faydalı olanı ve onların tedbirini bilen Allah'ın takdiri­dir. [204]
97. O, karada ve de­nizde gece karanlıklarında yolculuk yaparken, kendileri ile yol bulaşınız diye sizin için yıldızları yaratandır. Issız çöllerde ve denizlerde yolculuk yapanlar, varacakları yere geceleyin onlarla yol buldukları için, Yüce Allah onlara bu nimetleri verdiğini bildirdi. Ya­ratıcının büyüklüğünü düşünebilen bir kavim için kudretimizi gösteren de­lilleri açıkladık. [205]
98. O, sizi bir tek nefisten yani Adem (a.s.)'den yaratandır. Sizin için bir kalma ve bir de emanet olarak bırakılacağınız yer vardır. İbn Abbâs der ki: Anaların rahimlerde kalma yeri ve babaların sulplerinde emanet olarak bırakılma yeri vardır. İbn Mes'ûd şöyle der: Rahimlerde kalma yeri, öldüğün yerde de emanet kal­ma yeri vardır.[206] Sırları ve incelikleri anlayan bir kavim için, şüphesiz âyetleri açıkladık. Sâvî şöyle der: İnsanın yaratılışındaki merhalelerin ve ihtiva ettiği şeylerin akılların hayrete düşeceği çok ince şeyler olduğuna işaret etmek için, burada "öj+tiı iyice anlayanlar" ke­limesi kullanıldı. Yıldızlar buna benzemez. Onların durumu açık ve görün­mektedir. Dolayısıyla onlar hakkında bilenler" kelimesi kullanıldi.[207]
99. O, bulutlardan yağmuru indiren ve onunla her türlü hububat, meyveler, ürünler, sebzeler, otlar ve ağaçları çıkarandır. Taberî şöyle der: Yani, biz o yağmurla bite­cek, gelişecek ve fayda verecek herşeyi çıkardık, demektir.[208]
Bitkiden de yeşil yumuşak şey çıkardık. Yeşilden de, buğday ve arpa başakları gibi üst üste dizilmiş taneler çıkarırız. İbn Abbâs şöyle der: ili. 'den maksat buğday, arpa, mısır ve pirinçtir. Hurmanın tomurcuğundan, yere yakın, toplanması kolay salkım­lar çıkardık. Âyette geçen kelimesi, kabuğu içinde ağaçtan ilk çıkan hurma, yani tomurcuk manasınadır. İbn Abbâs der ki: Tomurcukların ağır­lığından dolayı, koparıp toplayacak olanlara yaklaşacak şekilde sarkmış olan dalları kastediyor. O suyla, bostanlar ve üzüm bah­çeleri çıkardık. Ve yine onunla, görünüşte birbirine benzeyen fakat tatları farklı olan zeytin ve nâr ağaçları bitirdik. Katâde şöyle der: Yaprakları birbirine benzer, meyveleri farklıdır. Bunda, istediğini istediği şekilde yapan, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten Allah'ın varlığına kesin bir delil vardır. olu Ey insan­lar! Bu meyvelerin çıkmaya başlamasından olgunlaşmasına kadar nasıl yetiştirdiğine, renklerinin, kokularının, küçüklük ve büyüklüklerinin nasıl değiştiğine ibret ve basiret gözüyle bir bakın. Meyvelerin ilk hallerini bir düşünün. Bu halde onların bazıları acı, bazıları ise ekşidir. Bunların hiçbir şeyinden faydalanılmaz. Sonra yetişip olgunlaştığında tatlı, güzel, faydalı ve yenmesi kolay bir hale gelir. Her şeye gücü yeten ve her şeyi yaratan Yüce Allah noksan sıfatlardan uzaktır. Cinsleri, şekilleri ve renkleri farklı olarak bu meyvelerin ve ekinlerin yaratılmasın­da, Allah'ın varlığına inanan bir kavim için onun kudretini ve birliğini gösteren kesin deliller vardır, tbn Abbâs şöyle der: Bu bitkileri çıkaranın, ölüleri diriltmeye kadir olacağını tasdik eden bir kavim için deliller var­dır.[209]
100. Müşrikler cinleri Allah'a ortak koştular. Zira putlara ibadet hususunda onlara itaat ettiler. Halbuki onları Allah'ın yarattığını ve onları yalnız onun vücûda getirdiğini biliyorlar. Durum böyleyken cinleri Allah'a nasıl ortak koşuyorlar! Bu son derece cahilliktir.
Onlar câhilce, Allah'a iftira ederek O'na oğullar ve kızlar nisbet ettiler. Şöyle ki, cehalet ve beyinsizlikle: "Üzeyr Allah'ın oğludur ve Melekler Allah'ın kızlarıdır." dediler. Al­lah, zâlimlerin ona nisbet ettiği bu sıfatlardan uzak ve yücedir. [210]
101. O, önceden bir benzeri olmadığı halde, göklerin ve yerin Yaratıcısıdır. Onun zevcesi ol­madığı halde nasıl çocuğu olur?! Zevce olmadan çocuk olmaz.
Ne varsa, hepsinin Yaratıcısı odur. Ve o, hepsini bilir. Böyle olan bir kimsenin, hiçbir şeye ihtiyacı olmaz.
Teshil yazarı şöyle der: Bundan maksat, Allah'a çocuk nisbet eden kimseyji iki yönden reddetmektir. Birincisi, çocuk ancak babasının cinsin­den olur. Allah ise, cinslerden uzak ve yücedir. Çünkü cinsleri yoktan yara­tan odur. Bu durumda, onun çocuğunun olması doğru değildir. İkincisi, gök­leri ve yeri yaratan Allah'tır. Böyle olan zatın, ne çocuğa ne de başka bir şeye ihtiyacı vardır.[211] Bundan sonra Yüce Allah birliğini, yaratma ve vücuda getirmede tek olduğunu vurgulayarak şöyle buyurdu: [212]
102. İşte Rabbiniz, yaratanınız, sahibiniz ve işlerinizi yürüten Allah O'dur. O'ndan başka hakikî ma'bûd yoktur. O, bütün varlıkları yaratantir. İbadete layık olan, sadece bu vasıfları taşıyan zattır. O, her şeyi koruyan ve idare edendir. O halde işlerinizi Allah'a havale edin. İbadet ederek, ona yak­laşmaya çalışın. [213]
103. Gözler onu göremez ve onu kuşata-maz. Halbuki o, gözleri görür ve onları kuşatır. Çünkü Yüce Allah'ın ilmi, gizli olanları bile kuşatır. O, kullarına lutf ile muamele eden ve onların yararına olan şeyleri bilendir. İbn Kesir şöyle der: "Bu gözler idrak edemez" demek kıyamet gününde Allah'ı göremez demek, değildir. Çünkü Allah mü'min kullarına, dilediği gibi görünecektir. Fakat gözler, Yüce Allah'ın azamet ve celâlini mahiyetiyle idrak edemezler. İşte bunun içindir ki, Hz. Âişe (r.a.) bu âyeti delil getirerek, Allah'ın âhirette görülece­ğini, dünyada ise görülmeyeceğini savunmuştur.[214]
104. Rabbinizden size, kendisiyle hidayeti dalâ­letten ve hakkı batıldan ayıracağınız hüccet ve deliller geldi. Zeccâc şöyle der: Yani, size içinde açıklama ve uyarıcı basiretler bulunan Kur'an gel­di.[215] Zemahşerî bu âyeti şöyle tefsir eder: Kim, hakkı görür ve ona îman ederse, kendisi için görür ve kendisine fayda sağlar. Kim de kör olursa, kendi aleyhine kör olur ve körlükle kendisine zarar verir.[216] Ben sizin üzerinizde bir koruyucu ve gözetleyici değilim. Ben ancak uyarıcıyım. Üzerinizde koruyucu olan Allah'tır. [217]
105. Yukarıda geçenleri açıkladığımız gibi, ibret alsınlar ve müşrikler: "Kitaplarda okudun, ders aldın ve bu Kur'an'ı gelirdin." desinler diye ayetlerimizi açıklıyoruz. Buradaki sonuç bildirendır. hakkı bilen bir kavme Kur'an'ı izah ede­lim de, ona uysunlar diye âyetlerimizi açıkladık. [218]
106. Ey Muhammed! Sen, Allah'ın sana vahyet-tiği Kur'an'a uy. Kurtubî şöyle der: Sen kalbini ve zihnini onlarla meşgul etme. Bilakis, Allah'a ibadetle meşgul ol.[219] Ondan başka gerçek ilah yoktur, Müşriklerden yüz çevir. Onlarla oturup kalk­ma, onların görüşlerine iltifat etme. [220]
107. Allah onların hidayete ermelerini isteseydi onlara bunu nasip ederdi de Allah'a ortak koşmazlardı. Fakat Allah ne dilerse onu yapar, Allah yaptığından sorumlu tutul­maz; onlar ise sorguya çekileceklerdir.[221] Yaptıklarının karşılığını vermen için, seni onların amellerini gözetleyici kılmadık. Sen onların maişetlerine ve işlerine vekil de değilsin. Sâvî şöyle der: Bu cümle, bir önceki cümleyi tekit etmektedir. Yani, sen onların gözetleyici ve vekilleri değilsin ki, onları imana zorlayasm. Bu hüküm, savaş emri gelmeden önceki hükümdür.[222]
108. Müşriklerin putlarına ve ilahlarına sövmeyin. Sonra, Allah'ın büyüklüğünü bilmedikleri için haksızlık ederek Allah'a söverler. İbn Abbâs der ki: "Müşrikler Rasu-lullah (s.a.v.)'a: Ya ilâhlarımıza sövmekten vazgeçersin ya da biz de senin Rabbini hicvedeceğiz dediler. Bunun üzerine Yüce Allah, mü'minlere on­ların putlarına sövmeyi yasakladı.[223] İşte onlara amel­lerini güzel gösterdiğimiz gibi, her ümmete yaptıklarını güzel gösterdik. İbn Abbâs şöyle der: İtaat edenlere itaatlarmı, inkâr edenlere de inkarlarını güzel gösterdik, demektir. Sonra on­ların dönüşleri Allah'adır. Onların amellerinin karşılığını Allah verecektir. Bu, ceza ve azabı haber veren bir tehdittir. [224]
109. Mekke kafirleri kuvvetli bir şekilde Allah'a yemin ettiler ki, eğer onlara istedikleri türden bir mucize veya harikulade bir şey gelirse, ona mutlaka inanacaklar. Ey Muhammed onlara deki: Mucizeler benim elimde değil,
elindedir. Onları getirebilecek olan ben değil, Allah'tır. Ey mü'minler! Biliyor musunuz? Mucizeler geldiğinde elki de onlara İnanmıyacaklar!! [225]
110. İnen Kur'an'a ilk defa masıl inanmadılarsa, yine onların kalplerini ve gönüllerini imandan çeviriz. Sâvî şöyle der: Burası cümle-i müste'nefedir. Hidâyet ve dalâleti baş­kası değil, Allah'ın yarattığını açıklamak için getirilmiştir. Allah kime hidâyet dilerse onun kalbini hidâyete çevirir; kimin de bedbaht olmasını iş­erse, onun da kalbini o tarafa çevirir.[226] Onları taşkın, şeytan çarpmış ve mütereddit bir halde dalâletleri içersinde bırakı. [227]

Edebî Sanatlar

1. Ölüden diriyi çıkartır" Burada ke­limeleri arasında edebî sanatlardan tıbâk vardır. Ayrıca cümlesinde "reddu'1-acez" denilen edebî sanat vardır".
2. Nasıl döndürülüyorsunuz?" Bu, olumsuzluk mânâsı ifade eden kınama sorusudur. Yani, deliller getirildikten sonra artık iman­dan döndürülmenizin izahı yoktur.
3. Onunla çıkarttık" Burada, üçüncü şahıstan birinci şahsa dönüş vardır. Aslı, Onunla çıkarttı" şeklindedir. Bundaki nükte ise, çıkaranın şanına itina göstermek ve nimetinin büyüklüğüne işaret et­mektir.
4. Zeytini ve narı..." Değerlerinin fazlalığına binâen, husûsî olanın umûmî olan üzerine atfı kabilindendir. Çünkü bunlar en büyük nimetlerdendir.
5. Rabbinizden basiretler" Bu, mecâz-ı mürsel olup, "zikr-i müsebbeb irade-i sebeb" kabilindendir. Yani, kendileriyle hakikat­leri görebileceğiniz deliller ve hüccetler geldi, demektir.
6. gördü" kör oldu" kelimeleri arasında tıbâk vardır, ve kelimeleri arasında ise işikak sanatı vardır. [228]

Bir Uyarı

Gözler onu idrak edemez" ifadesi, idrakin olmadığını gösterir, yoksa görmenin olmadığını göstermez. Çünkü Yüce Allah, "gözler onu göremez" demedi. Mu'tezile gibi, âhirette Allah'ın görülmeyeceği görüşünü savunanlar, Kitabın ve Rasulullah'ın sünnetinin delalet ettiği ma­naya aykırılıklarından dolayı haktan uzaklaşmış ve doğru yoldan çıkmışlar­dır. Kitaptaki delil Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parlayacaktır. Onlar Rabblerine bakacaklardır.[229] Sünnetten delil ise Buhârî'nin rivayet ettiği şu hadistir: "Şüphesiz siz, bu ayı gördüğünüz gibi Rabbinizi de göreceksiniz. Onu görürken birbirinizi sıkıştırmayacaksı­nız.[230] Delil, ve kılavuz olarak Kitap ve Sünnet yeter. [231]
111. Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüler de kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşıla­rına getirseydik, Allah dilemedikçe yine de inanacak değillerdi, fakat çokları bunu bilmez.
112. Böylece biz, her peygambere insan ve cin şey­tanlarım düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirle­rine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak ki,
113. âhirete inanmayanların kalbleri ona kansın, ondan hoşlansınlar ve işledikleri suçu işlemeye devam etsinler.
114. Allah'dan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size Kitab'ı açık olarak indiren O'dur. Ken­dilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçek­ten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sa­kın şüpheye düşenlerden olma!
115. Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımın­dan tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kim­se yoktur. O işitendir, bilendir.
116. Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zan-dan başka bir şeye tabi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.
117. Muhakkak ki Rabbin, evet o Allah yolundan sapanı en iyi bilendir, yine O, doğru yolda gidenleri de en iyi bilendir.
118. Allah'ın âyetlerine inanıyorsanız, yalnızca üzerine O'nun adı anılanlardan yeyin.
119. Üzerine Allah'ın adı anılanlardan yememenize sebep ne? Allah, çaresiz yemek zorunda kaldığınızın dışında, haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır. Doğru­su bir çokları bilgisizce kendi kötü arzularına uyarak sapıtıyorlar. Muhakkak ki Rabbin, haddi aşanları çok iyi bilir.
120. Günahın açığını da, gizlisini de bırakın! Çün­kü günah işleyenler, yaptıklarının cezasını mutlaka çe­keceklerdir.
121. Üzerine Allah'ın adı anılmayan hayvanlardan yemeyin. Kuşkusuz bu günahtır. Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bu

Âyetlerin Tefsiri

111. Eğer biz, istedikleri mucizeler­den bir tanesini dahi bırakmadan hepsini getirseydik. Hatta onlara melekle­ri indirseydik ve istedikleri gibi Ölüleri diriltseydik de onlarla konuşup Mu-hammed (a.s)'in doğruluğunu haber verselerdi ve bütün mahlukatı toplayıp onların gözlerinin önüne getirseydik, yani istedik­leri bu mucizeleri, hattâ bütün mucizeleri onlara verseydik, Allah dileme­dikten sonra gene de iman etmezlerdi. Bundan maksat, onların iman­larından ümit olmadığını Rasulullah (s.a.v)'a haber vermektir. Bu âyet, müşriklerin, "kendilerine bir mucize gelirse mutlaka iman edeceklerine" dair etmiş oldukları yeminleri hususunda yalancı olduklarını açıklar, Fakat o müşriklerin çoğu bunu bilmez. Taberî şöyle der: Onlar, işin, Allah'ın dilemesine bağh olduğunu bilmezler. Onlar imanın ve inkârın kendi ellerinde olduğunu, diledikleri zaman iman edeceklerini, diledikle­rinde de inkâr edeceklerini zannederler. Halbuki durum hiç de Öyle değil­dir. Bu, benim elimdedir. Onlardan ancak, benim hidâyet nasip ettiğim ve muvaffak kıldığım kimse iman eder. Ancak benim yardımsız bıraktığım ve saptırdığım kimse inkâr eder.[232]
112. Bu müşrikleri sana düşmanlık ve muhalefet edecek düşmanlar kıldığımız gibi senden önceki peygamberlere de insan ve cin şeytanlarından düşmanlar kıldık. Eziyetlere, onlar nasıl sabrettiyse sen de öyle sabret. İbnu'l-Cevzî şöyle der: Eziyetlere karşı sabrettiklerinde sevapları büyük olsun diye seni düşmanlarla imtihan ettiğimiz gibi, senden önceki peygamberleri de imtihan ettik[233] O şeytanlar birbirlerine dalâlet ve şerr işlemeleri için vesvese ve­rirler. İnsanları aldatmak ve onlara tuzak kurmak için tum­turaklı laflar ve yaldızlı bâtıl sözler söylerler. Mukâtil şöyle der: İblis, şeytanlara, insanları dalâlete düşürme görevi verdi. İnsan şeytanı, cin şey­tanı ile karşılaştığında, biri diğerine: Ben arkadaşımı, şöyle şeyler yaparak saptırdım. Sen de arkadaşını şöyle şeyler yaparak saptır, der. İşte, birbirle­rine fısıldadıkları şey budur.[234] Allah dikseydi, bunlar peygamberlerine düşmanlık edemezlerdi. Fakat, Allah'ın hikmeti bu imti­hanı gerektiriyordu. İbn Kesir şöyle der: Bunların hepsi Allah'ın takdiri, ka­zası, iradesi ve her bir peygamberin bunlardan bir düşmanının olmasını di­lemesiyle olmuştur.[235] Onları, kurmakta oldukları tuzaklarla başbaşa bırak. Allah sana yeter ve onlara karşı senin yardımcındır. [236]
113. Ahirete inanmayan kâfirlerin kalpleri, bu yaldızlı sözlere meyletsin, bu bâtıl şeylere razı olsunlar ve kazanmakta oldukları günahları kazanmaya devam etsinler diye böyle yapıyorlar. [237]
114. Ey Muhammedi Onlara de ki: Sizinle benim aramda hükmedecek, Allah'tan başka bir hakim mi arayacağım? Ebu Hay-yân şöyle der: Kureyş müşrikleri Rasulullah (s.a.v)'a dediler ki: İstersen, kitaplarında bulunan seninle ilgili bilgileri bize bildirmeleri için Yahudi veya Hıristiyan âlimlerinden aramızda bir hakem tayin et. Bunun üzerine bu âyet indi.[238] Size Kur'an'ı, hakkı bâtıldan ve hidayeti dalâletten ayırıcı olarak en açık bir şekilde indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz Yahudi ve Hıristiyan âlimleri, Kuran'ın hak olduğunu tam manasıyla bilirler. Çünkü Kur'an onların elinde bulunan kitaplarını tasdik eder. Sakın şüpheye düşenlerden olma. Ebussuûd şöyle der: Bu tahrik ve heyecanlandırma kabilindendir. Bir görüşe göre, bu hitap Peygamber (s.a.v.)'edir, maksat ise ümmetidir.[239]
115. Allah kelâmının haber verdiklerinde doğruluğu, hüküm ve takdir ettiklerinde de adaleti tamamlandı. ^UİS3 Onun hükmünü değiştirecek ve verdiği hükmü geri çevirecek hiçbir güç yoktur. kulların sözlerini işiten, hallerini bilendir. [240]
116. Eğer sen, yeryüzündekilerin çoğunluğunu teşkil eden bu kâfirlere itaat edersen, seni doğru yoldan saptırırlar. Taberî şöyle der: O gün yeryüzünün çoğunu sapık kâfirler teşkil ettiği için âyet-i kerimede "yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan" buyruldu. Âyetin mânâsı şöyledir: Seni çağırdıkları şey konusunda sakın onlara uy­ma. Eğer onlara itaat edersen sen de onların düştüğü sapıklığa düşer ve on­lar gibi olursun. Çünkü onlar seni doğru yola çağırmazlar. Zira, kendileri doğru yolu şaşırmışlardır.[241] Onlar din konu­sunda zan ve evhamdan başka bir şeye uymazlar. Atalarının doğru yolda ol­duklarını zannederek onları taklit ederler. Onlar, sadece yalancı bir kavim­dir. [242]
117. Ey Muhammed şüphesiz Rabbin, doğru yoldan sapanı da doğru yolu bulanı da yani her iki grubu da daha iyi bilir. Ebu Hayyân şöyle der: Bu cümle müjde ve tehdidi ihtiva eden haber cümlesidir. Çünkü Yüce Allah'ın doğru yoldan sapanı da doğru yolda olanı da bilmesi, onlara, yaptıklarına karşılık ceza veya mükâ-faat vermesinden kinayedir.[243]
118. Eğer gerçekten mü'minleriseniz Allah'ın adını anarak kestiğiniz hayvanların etini yeyin. Ibn Abbâs şöyle der: Müşrikler, mü'minlere dediler ki: "Siz Allah'a taptığınızı iddia ediyorsunuz. Öyle ise Allah'ın öldürdüğünü yemeniz İaşeyi kast ediyorlar-sizin Öldürdüğünüzden daha iyidir." Bunun üzerine bu âyet indi.[244]
119. Kesilirken Rabbinizin adını andıktan sonra ellerinizle kestiklerinizden yemenize engel ne? Halbuki Rabbiniz size helali ve haramı açıkla­dı. Darda kalma durumu hariç haramları bildiren âyette lâşe, akan kan ve diğerlerinden haram olanları size izah etti. Darda kalma durumunda ise, haram olan şeylerin yenilmesine ruhsat verildiğini bildirdi. Durum böyle iken kâfirlerin tahrik ettiği şüphelere nasıl kulak veriyorsunuz? Şüphesiz mücadeleci kâfirlerden birçoğu Allah'ın koy­duğu bir kanunla değil de, sırf arzu ve istekleriyle haramları helal, helalları haram kılarak insanları saptırıyorlar. Kuşkusuz Rabbin kitap ve sünetten şer'î bir delil olmaksızın, kendi isteklerine göre bazı şeyleri helal bazı şeyleri haram kılarak haddi aşanları daha iyi bilir. Bu âyet, Allah'ın koyduğu sınırları aşanları şiddetli bir şekilde tehdit etmek ve sert bir şekilde korkutmaktadır. [245]
120. Günahların açıktan olanını da, gizli olanını da, zahirini de batınım da bırakın. Mücâhid şöyle der: Bundan maksat, gizli ve açıkça yapılan günahtır. Süddî şöyle der: Açık günahtan maksat, fahişe­lerle zina etmek, gizli günahtan maksat ise dost ve metresle zina etmek­tir.[246] Günah ve masiyet işleyen ve Allah'ın haram kıldığı şeyleri yapanlar, şüphesiz ahirette, yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. [247]
121. Ey mü'minler! Putlar için kesilen hayvanlarda olduğu gibi, Allah'tan başkası için kesilen veya kesilirken Allah'tan başkasının adı anılan hayvanların etinden de yemeyin, Ondan yemek, hiç şüphesiz bir günah ve Allah'a itaatten çıkmaktır, Şüphesiz ki şeytanlar, sapıklık arkadaşları olan müşriklere mü'minlere karşı batılla mücadele etmeleri için vesvese verirler. Laşeyi kastederek onlara: Kendi öldürdüğünüz hayvanların etini yiyorsunuz da, Allah'ın öldürdüğü hayvanların etini niçin yemiyorsunuz? derler Haramları helal sayma hususunda o müşrik­lere uyar ve bâtıl amellerinde onlara yardımcı olursanız, hiç şüphesiz bu durumda siz de onlar gibi olursunuz. Zemahşerî şöyle der: ...Çünkü Allah'ın dini hususunda kim ondan başkasına uyarsa şüphesiz Allah'a ortak koşmuş olur. Basiret sahibi bir kimsenin Allah'ın dini konusunda âyette görülen bu büyük tehditten dolayı, nasıl olursa olsun, kesilirken Allah'ın adı anılmayan bir hayvanın etinden yememesi icâbeder.[248]
122. Ebu Hayyan şöyle der: Yüce Allah, mü'minleri ve kafirleri anlattıktan sonra, bu iki grup arasındaki farkı göstermek için mü'mini, ne tarafa giderse kullanabileceği bir ışık sahibi canlıya; kâfi-ti ise karanlıklar içinde kalan ve orada sağa sola şaşkın şaşkın giden kim­seye benzetmiştir.[249] Mânâ şöyledir: Sapık, kâfir, basireti kapalı ve ölü 'gibi olup da, iman ile gönlünü canlandırdığımız ve Kur'an ile dalâletten I kurtardığımız , ve bu hidâyetle birlikte kendisine, eşyayı düşünebileceği ve hakkı bâtıldan ayırabileceği büyük ve parlak bir nur verdiğimiz kimse, çıkış ve kurtuluş yolu­ klklda yalpalayan kimse gibi olunur verdiğimiz kimse, bulamayıp inkâr ve sapıklık karanlıklarında yalpalayan kimse gibi olur mu? Beyzâvî şöyle der: Bu, devamlı dalâlette kalıp da asla ondan ayrılamayan kimse hakkında getirilmiş bir misaldir.[250] İşte inanmayan kimse, nasıl karanlıklarda kalıp yalpalıyorsa, bunun gibi, kafirlerin yaptıkları şirk ve günahları onlara güzel ve süslü gösterdik. [251]
123. Mekke'de, oranın ileri gelenlerini, tuzak kurmaları için günahkârlar kıldığımız gibi, her ülkede fe­sat çıkarmaları için, oranın büyüklerinden ve ileri gelenlerinden günahkâr­lar kıldık. İbnu'l-Cevzî şöyle der: İleri gelenler, kendilerine verilen başkan­lık ve zenginlik sebebiyle inkâra daha yakın oldukları için, her ülkede onlar fasıklar kılınmıştır.[252] Bilmiyorlar ki, bu tuzağın vebali kendilerini kuşatacaktır. [253]
124. Bu müşriklere, Muhammed'in doğruluğuna dair katî bir hüccet ve kesin bir delil geldiğin­de, "Allah'ın peygamberlerine verilen mucizeler gibi bize de mucizeler verilmedikçe onun peygamberliğine asla inanmıyacağız dediler. Ebu Hayyân şöyle der: Bu sözü alay ve eğlence tarzında söylediler. Eğer onlar inat etmeyip de samimi davransalardı, şüphesiz Allah'ın peygamberlerine uyarlardı. Rivayete göre Ebu Cehil şöyle dedi: "Abdimenâf oğullarıyla şe­ref hususunda yarıştık. Nihayet atbaşı yürür hale geldiğimizde: "Bizim içi­mizden kendisine vahyedilen bir peygamber gönderildi!" dediler. Vallahi biz onu kabul etmeyiz ve ona geldiği gibi bize de vahiy gelmedikçe asla ona uymayız. "Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.[254] Kimin peygamberliğe layık olduğunu Allah daha iyi bilir ve bu görevi ona verir. Şüphesiz o, peygamberliği, Ebu Cehil ve Velid b. Muğire gibi, Mekke'nin ileri gelenlerine değil, onların içinden bu göreve seçtiği Hz. Muham-med (s.a.v.)'e vermiştir.
Bu suçluların kibirleri ve sürekli hileleri sebebiyle, kıyamet gününde başlarına zillet, horluk ve şiddetli azap gelecektir. Ebu Hayyân şöyle der: Müşrikler izzet ve şeref kazanmak maksadıyla kibirlenip peygambere uy­maktan ısrarla kaçındıkları için, âyette Önce zillet, sonra azab zikredil­miştir. Onlar, önce, horluk ve zillet sonra da şiddetli azap göreceklerdir.[255]
125. Allah kimi doğru yola ilet­mek isterse, onun kalbine bir nur verir, dolayısıyla o kalp İslam'a açılır. Bu, İslam'a kavuşmanın alâmetidir. İbn Abbâs şöyle der: Yani, Allah onun kal­bini, tevhîd ve iman için genişletir. Bu âyet Rasulullah (s.a.v.)'a sorul­duğunda şöyle buyurdu: Bu nur kalbe girdiğinde, kalb açılır ve genişler. "Bunun böyle olduğunu gösteren bir alâmet var mı?" diye sordular. Rasulul­lah (s.a.v.): Bunun alâmeti, ebedîlik yurduna dönmek, aldanma yurdundan uzaklaşmak ve ölüm gelmeden önce onun için hazırlanmaktır[256] buyurdu. Allah kimi saptırmak ve bedbaht etmek isterse, onun kalbini, içine hidâyet giremiyecek kadar iyice daraltır. Artık oraya hiçbir şekilde iman giremez. Atâ: O kalbe hayrın girebileceği hiçbir yol yoktur[257] der. Sanki o semâya yükselmeye ve müm­kün olmayan bir işi yapmaya uğraşıyor. Tbn Cerir şöyle der: Bu, kâfirin kal­binin, içine iman giremiyecek kadar dar olduğunu göstermek için Allah'ın getirdiği bir misaldir. Yani gücü dahilinde olmadığı için, semâya yüksel­mesi mümkün olmadığı ve ondan âciz kaldığı gibi, iman etmesi de müm­kün değildir.[258] Allah, kâfirin kalbini iyice daralttığı gibi, âyetlerine iman etmeyenleri yardımsız bırakacak ve onları cezalandıracaktır. Mücâhid şöyle der: "Rics, kendisinde hayır olma­yan her şey demektir. Zeccâc'e göre ise, rics, dünyada lanet ahiretie azap­tır. [259]
126. Ey Muhammedi Bu senin dinin, kendisinde eğrilik bulunmayan dosdoğru bir yoldur. Binâenaleyh ona iyice tutun. Şüphesiz, akıllarını kullanıp düşünen bir kavim için âyetleri izah ettik ve delilleri açıkladık. [260]
127. İşte selâm yurdu iman eden, ibret alan ve âyetlerden faydalanan bu kimseler içindir. Yani, hoşa gitmeyen şeylerden selamette olmak bunlara mahsustur. Selâmet yurdundan maksat, Rabların-dan bir ziyafet ve ikram olarak hazırlanmış olan cennettir, İyi işlerine karşılık olarak Allah onların, koruyucusu, yardımcısı ve destekçisidir.
İbn Kesir şöyle der: Mü'minler, girmiş oldukları, peygamberlerin yolu ve izi olan doğru yolda selâmetle oldukları için, Yüce Allah burada cenneti yani "selâmet yurdu" diye niteledi. Mü'minler, bu yola gir­mekle, eğrilik âfetlerinden selâmet buldukları gibi, Dâru's-selâm olan cennete de girerler.[261]

Edebî Sanatlar

1. Rabbin dileseydi." Burada Yüce Allah'ın ilâhlık vasfını belirterek onu peygambere ait zamire muzaf kılması, peygamberin maka­mım şereflendirmek ve teselli hususunda, ona son derece lutf ile muamele etmek içindir.[262]
2. Sakın şüpheye düşenlerden olma. Bu hitap heyecanlandırma ve tahrik yoluyla Rasulullah (s.a.v.)'a yapılmıştır.
3. Rabbinin vahyi ve kelâmı tamamlandı." Burada me-caz-ı mürsel vardır. Zikr-i cüz, irâde-i küll kabîlindendir.
4. Günahın açığını da, gizlisini de bırakın". Bura-lafızları arasında tıbâk sanatı vardır.
5. Ölü iken dirilttiğimiz..." Bu âyette geçen ve kelimelerinin hepsi istiare bâbındandır. İnkâr için, siman için, hidâyet için ve dalâlet için müstear olarak kullanılmıştır.[263]
6. Kalbini İslama açar." Bu ayette peygamberin getirdiği hak ve hidâyeti kabulünden kinayedir. Ayrıca kelimeleri arasında, bediî sanatlardan tıbak vardır. [264]

Faydalı Bilgiler

Hakem lafzı hâkim lafzından beliğdir ve derin bilgiye daha iyi delâ­let eder. Çünkü hakem lafzı, ancak âdil ve hükümde tecrübesi olar. kimse için kullanılır. Hâkim, böyle değildir.[265]

Bir Uyarı

Râzî şöyle der: Doğrusu birçokları, bil­gisizce kendi kötü arzularına uyarak saptırıyorlar" ayeti din hususunda, tak­lit yoluyla görüş bildirmenin haram olduğunu gösterir. Çünkü taklit ile söz söylemek, sırf hevâ ve arzu ile söz söylemek demektir. Âyet ise, bunun ha­ram olduğunu göstermektedir.[266]
128. Allah, onların hepsini bir araya topladığı gün, "Ey cinler topluluğu! Siz insanlarla çok uğraştınız." der. Onların, insanlardan olan dostları ise: "Ey Rabbi-miz! biz birbirimizden yararlandık ve bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık."derler. Allah da buyurur ki: "Allah'ın dilediği müddet hariç, içinde ebedî kalaca­ğınız yer ateştir. Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir, bi­lendir."
129. İşte böylece işledikleri günahlardan ötürü zâlimlerin bir kısmını diğer bir kısmının peşine taka­rız.
130. "Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerini anlatan ve bu günle karşılacağınıza dair sizi u-yaran peygamberler gelmedi mi?" Derler ki: "Kendi aleyhimize şahitlik ederiz." Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik et­tiler.
131. Durum şu ki: Halkı habersizken, Rabbin hak­sızlıkla ülkeleri helak edici değildir.
132. Herkesin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değil­dir.
133. Rabbin zengindir, rahmet sahibidir. Dilerse sizi yok eder ve sizi, başka bir kavmin zürriyetinden yarattığı gibi sizden sonra yerinize dilediği bir kavmi yaratır.
134. Size va'dedilen mutlaka gelecektir, siz bunu önleyemezsiniz.
135. Deki: Ey kavmim! Elinizden geleni yapın! Ben de yapacağım! Yurd'un sonunun kimin lehine oldu­ğunu yakında bileceksiniz. Gerçek şu ki, zâlimler iflah olmazlar.
136. Allah'ın yarattığı ekinlerle hayvanlardan Al­lah'a pay ayırıp zanlarınca, "Bu, Allah'a, bu da ortak­larımıza" dediler. Ortakları için ayrılan Allah'a ulaş­mıyor, fakat Allah için ayrdan ortaklarına ulaşıyor! Ne kötü hüküm veriyorlar?
137. Bunun gibi ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi hoş gösterdi ki, hem kendilerini mahvetsinler, hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar! Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Öyle ise onları uydurdukları ile başbaşa bırak!
138. Onlar saçma düşüncelerine göre dediler ki: "Bu hayvanlarla ekinler haramdır. Bunları bizim dile­diğimizden başkası yiyemez. Şunlar da binilmesi yasak­lanmış hayvanlardır." Birtakım hayvanlar da vardır ki, Allah'a iftira ederek üzerlerine Allah'ın adını anmaz­lar. Yapmakta oldukları iftiraları yüzünden Allah on­ları cezalandıracaktır.
139. Dediler ki: "Şu hayvanların karınlarında olanlar, yalnız erkeklerimize aittir, kadınlarımıza ise haram kılınmıştır. Şayet ölü doğarsa, o zaman hepsi onda ortaktır." Allah bu değerlendirmelerinin cezasını verecektir. Şüphesiz ki O, hikmet sahibidir, hakkıyle bilendir.
140. Bilgisizlikleri yüzünden beyinsizce çocuk­larını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği rızkı, Allah'a iftira ederek haram kılanlar, muhakkak ki ziya­na uğramışlardır. Onlar gerçekten sapmışlardır ve doğ­ru yolu bulacak da değillerdir.

Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Yüce Allah, önceki âyetlerde insanoğlunun, "hidâyete dalâlete düşenler" olarak iki gruba ayrıldığını; bunlardan Allah kalbini açıp nurlandırdı ise, onun iman edip hidâyete erdiğini; de heva ve hevesine uyup şeytanın yönetiminde yürüdüyse, onun düşüp saptığını bildirdi. Bu âyetlerde de, kıyamet gününde hesap mahlukâtı toplayacağını anlattı. Zira o gün, herkes bu dünyada karşılığını âdil bir şekilde alacaktır. [267]

Kelimelerin İzahı

Mesvâküm, barınacağınız yer. Bir kimse bir yerde ikâmet ettiğinde denilir.
Anlatıyorlar. Bir kimse bir haberi anlattığında denilir. Bu fiilin muzârii mastarı yarattı.
Hars, ekin demektir.
Onları yok etmeleri için. Yok etmek demektir. Bu fiilin mâzîsi mastarıdır.
Hıcr, haram demektir. Asıl itibariyle yasaklamak manasınadır. Bir kimse bir başkasını bir şeyden engellediğinde denir. Hıcr, aynı zamanda akıl manasına da gelir. Akıl, kişiyi çirkin davranışlardan engelle­diği için bu ismi almıştır. Bunlarda akıl sahibi için elbette bir yemin (değeri) vardır.[268] âyeti de bu manada kullanılmıştır.
Sefehen, aptallık ve cahillikle demektir. Sefeh, beyinsizlik manasınadır. [269]

Âyetlerin Tefsiri

128. Allah'ın, hesaba çekmek için bütün insanları ve cinleri toplayacağı günü hatırla. O gün Allah onlara şöyle diyecektir; Ey cin topluluğu! İnsanları çok aldattınız ve dalâlete düşürdünüz. İbn Abbâs şöyle der: "Onlardan bir çoğunu dalâlete düşürdünüz." Bu kınama ve azarlama yoluyla söylenmiştir, Onlara itaat eden insanlar derler ki; Ey Rabbimiz! Biz birbirimizden faydalandık. Beyzâvî şöyle der: İnsanlar cinlerden şu şekilde faydalanmışlardır[270] Cinler onlara, nefislerinin arzu ettiği şeyleri ve bunlara götüren yollan göstermişlerdir. Cinler de insanlardan, onların ken­dilerine itaat etmeleri ve insanlardan, istediklerini elde etmeleri şeklinde faydalanmışlardır. Ve nihayet ölüme ve kabre var­dık, hesap vermeye geldik. Bu, onların şeytana itaat ve nefsânî arzulara uy­malarını itiraf, Özür dileme ve hallerine duydukları pişmanlığın bir ifadesi­dir. Yüce Allah onları reddederek: "Sizin makamınız ve yur­dunuz ateştir" buyurur. Allah'ın, kalmamalarını dile­diği zaman hariç, o ateşte devamlı kalacaklardır. Taberî şöyle der: Allah'ın dilediği bu süre, toplandıktan sonra cehenneme gidinceye kadar geçen za­mandır.[271] Zemahşerî de şöyle der: Allah'ın dilediği süre hariç, onlar ebedî olan cehennem azabında kalacaklardır. Allah'ın dilediği süre, ateş aza­bından zemherîr (soğuk) azabına nakledilirken geçen vakittir. Rivayete göre onlar soğuk cehennem vadisine sokulurlar, burada bağrışır ve alev dolu cehenneme döndürülmek isterler.[272] Şüphesiz Rabbin, yap­tıklarında hikmet sahibi, kullarının amellerini bilendir. [273]
129. İnsanlarla cinleri birbir­lerinden faydalandırdığımız gibi, işledikleri masiyetler ve kazandıkları gü­nahlar yüzünden zâlimleri de birbirlerine musallat kılarız. Kurtubî şöyle der: Bu, zâlime karşı bir tehdit ifade eder. Eğer zulmünden vazgeçmezse, Allah onun başına başka bir zâlimi musallat kılar. Tbn Abbâs şöyle der: Al­lah bir kavimden razı olursa, onların başına en hayırlılarını getirir. Bir kav­me de kızarsa, onların başına en şerlilerini getirir.[274] Malik b. Dinar'ın şöy­le dediği rivayet olunur: Bazı felsefe kitaplarında Yüce Allah'ın şöyle dediğini okudum: Allah benim, Ben kralların sahibiyim. Kralların kalbi be­nim elimdedir. Kim bana itaat ederse, kralları onlar için bir rahmet ya­parım. Kim de bana isyan ederse, kralları onlar için bir azap ve ceza yapa­rım. Boşuna krallara sovmekle meşgul olmayın. Eakat bana tevbe edin ki, onları size merhametli kılayım.[275]
130. Bu sesleniş de kıyamet gününde olacaktır. Soru, kınama ve azarlama İfade eder. Yani: Ey cin ve insanlar topluluğu! Size Rabbinizin âyetlerini okuyacak peygamber­ler gelmedi mi? Sizi, bu şiddetli günün azabından korkutacak peygamberler gelmedi mi? Onlar itiraf et­mekten başka yol bulamıyarak şöyle derler: Evet, senin peygamberlerinin bize geldiğine ve bugünü göreceğimizi bize haber verdiklerine şahitlik ede­riz. İbn Atiyye şöyle der: Bu, onların kendi aleyhlerine kusurlarını itiraf ve inkarlarını ikrardır. Nitekim bir âyet-i kerimede "Evet doğrusu bize, (bu azap ile) korkutan bir peygamber gelmişti; fakat biz onu yalanlamıştık.[276] diyecekleri bildirilmektedir. dünya, nimetleri ve aldatıcı güzelliği ile onları aldatmıştır, Kâfir olduklarına dâir kendi aleyhlerine şahitlik etti­ler. Beyzâvî şöyle der: Bu âyet, görüş ve düşüncelerinin kötü ve hatalı ol­ması sebebiyle onları kınamaktadır. Çünkü onlar dünya hayatına ve onun geçici nimetlerine aldandılar, Ahiretten tamamen yüz çevirdiler. Ama so­lmanda, kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerinde şahitlik etmek ve ebedî lazaba teslim olmak zorunda kaldılar. Bu, dinleyicileri, onların haline düş-İlmekten sakmdırmaktadır.[277]
131. Biz onlara, sonucun kötü iolduğunu haber vermeleri için peygamberler gönderdik. Çünkü Rabbin âdildir. Peygamber göndermeden herhangi bir kavmi helak edecek değildir. Taberî şöyle der: Ey Muhammedi Biz peygamberleri gönderiyoruz ki, onlara âyetlerimizi anlatsınlar ve kıyamet gününe ulaşacaklarına dâir onları korkutsunlar'. Çünkü Rabbin, uyarmadan ve peygamberler, mucizeler ve ib­retlerle nasihat etmeden helak edecek değildir.[278]
132. Çalışan herkesin, Allah'a itaat veya masiye-tine karşılık, âhireite alacağı makam ve mertebeleri vardır. Ameli iyi ise makamı da iyi, ameli kötü ise makamı da kötüdür. İbnü'l-Cevzî şöyle der: Mertebe ve makamlar, yükseklik ve alçaklıkta, merdiven basamakları gibi birbirlerinden farklı olduklarından dolayı onlara "dereceler" denildi.[279]
Allah, kullarının yaptıklarından gafil değildir. Bura­da tehdit ve korkutma ifadesi vardır. [280]
133. Rabbin Yüce Allah'ın mahlukâta ve onların i-badetlerine ihtiyacı yoktur. İtaat ona fayda vermediği gibi, masiyet de ona zarar vermez. O, tam bir lütuf sahibidir. İbn Abbâs söyle der: O, dostlarına ve kendisine itaat edenlere karşı merhametlidir. Bir başka görüşe göre, bütün mahlukâtına karşı merhametlidir. Kendisine muhalefet edenlerden, intikam almayı ertelemesi onun merhametindendir. Ebussuûd şöyle der: Burada, az önce zikri geçen peygamber gönderme işinin, kendi menfaati için değil, kullara merhametinden dolayı olduğuna dikkat çekilmektedir.[281] Ey âsîler! Eğer Allah isterse kö­künüzü kesecek bir azapla sizi yok eder ve sizden sonra yerinize daha itaat­li, dilediği başka bir toplumu getirir. Nitekim sizi de, sizden önce gelen başka bir kavmin zürriyetinden yaratmış ve vü­cuda getirmiştir. Ebu Hayyân şöyle der: Bu âyet, Allah'ın yok etmek üzere hemen yakalamasından sakındırma mânâsı ifade eder.[282]
134. Şüphesiz size vâdolunan kıyametin gelmesi ve haşir mutlaka gerçekleşecektir. Bundan kurtuluş yoktur. Kaç­mak için, zor ve kolay, her türlü yolu deneseniz de, bizim kudretimizden ve azabımızdan kurtulamazsınız. [283]
135. Ey Muhammedi Onlara de ki: Ey kav­mim! İnkârınıza ve bana karşı düşmanlığınıza devam edin ve yapacağınızı yapın. Ben de Rabbimin, bana emrettiğini yapacağım ve onun dini üzerine devam edeceğim. Buradaki yapın" emri, tehdit ifade eder. Nitekim dilediğinizi yapın[284] âyetinde de, emir, bunun gibi tehdit ifade etmektedir, Ahirel yurdunda övülen sonun, sizin mi yoksa bizim mi, hangimizin olacağını anlayacak­sınız. Gerçek şu ki, zâlim olan başaramaz ve istediğini elde edemez. Zemahşerî şöyle der: Bu âyette, çok ince bir üslup ile uyarı yapıl­mıştır. Sözde insaf ve güzel bir edep vardır. Bununla beraber âyet şiddetli tehdit ve kesin olarak uyaranın haklı, uyarılanın bâtıl yolda olduğunu ifade eder.[285]
136. Kureyş müşrikleri, Allah'ın ya­rattığı ekin ve hayvanlardan, Allah için, fakirlere verecekleri; ortak koş­tukları şeyler içinde, onların hizmetçilerine verecekleri bir pay ayırdılar İbn Kesir şöyle der: Bu âyet, bid'atler icat eden, kâfir olan ve Allah'a ortak koşan müşrikleri yermekte ve kınamaktadır. Allah herşeyin yaratıcısı ol­duğu halde ona ortak koştular ve O'nun yarattığı ekin, meyve ve hayvanlar dan bir parça ve bir pay ayırarak[286] delilsu ve meşru olmayan söz ve iddialarına göre: "Bu, Allah'ın payıdır, şu pay dî ilahlarımızın ve putlarımızındır." dediler. Teshil yazarı der ki: kelimesi, genellikle yalanda kullanılır.[287] İbn Abbâs şöyle der: Allah düşmanları ekinden bir mahsûl elde ettiklerinde veya meyveleri olduğunda, ondan bi miktar Allah'a, bir miktar da putlara ayırırlardı. Putların payından ola:
Skin, meyve veya başka ne varsa onu sayar ve korurlardı. Eğer Allah'a ay-jılan paydan bir şey düşer veya dökvhürse, onu putlara ayırdıkları paya katar "Allah zengindir, putların İhtiyacı var." derlerdi.[288] Bundan dolayı Yüce dlah şöyle buyurdu: Putların payına ayrılanlan hiçbir şey Allah'a ulaşmıyor, Allah'ın ayma ayrılan ise putlara ulaşıyor. Mücâhid şöyle der: Ekinden bir kısmına Allah'ındır." diyorlar. Bir kısmına da, "Bu ortakların ve putlarındır." diyorlardı. Rüzgarın, Allah'ın payından putların payına götürdüğünü orada irakıyorlar, putların payından Allah'ın götürdüğünü ise geri alıyorlardı. )nlara bir kıtlık yılı geldiğinde Allah'ın payını yiyorlar, putların payına clounmuyorlardı. Onların bu haksız hükümleri, ne kötü bir yükümdür. [289]
137. Allah ile ilâhları asında yaptıkları sadaka taksimi kendilerine güzel gösterildiği gibi, şeytanları onlara diri diri gömmek veya ilâhlarına kurban etmek suretiyle çocuklarını öldürmeyi de güzel gösterdi. Zemahşerî şöyle der: Câhiliyye dö­neminde kişi, şu kadar oğlum olursa, birini kurban keseceğim, diye yemin 'ederdi. Nitekim Abdulmuttalib böyle bir yemin etmiştir.[290] Bununla şeytanlar, onaları yoldan çıkararak helak etmek ve yaşa makta oldukları İsmail (a.s.)'in dinini karıştırmak istiyorlardı. Allah dileseydi, onlar bu çirkin işi yapamazlardı. Onları Allah'a yaptıkları iftira ile başbaşa bırak. Bu bir tehdit ve korkutmadır. [291]
138. Bu âyet, müşriklerin bazı çirkin hareket­lerini ve işledikleri cürümleri nakletmektedir. Yani müşrikler dediler ki: Bunlar, ilâhlarımıza tahsis ettiğimiz ekinler ve hayvanlardır. Bunlar, ilâhlarımızdan başkalarına haram ve yasaktır. Bunları, ya putların hizmetçileri, ya da bizim izin verdiğimiz diğerleri yiyebilir. Başkası yiyemez. Bu, onların hiçbir delili ve hücceti olmayan bâtıl iddialarına göredir. Bunlar da, bâhira, sâibe ve hâmm gibi, binilmesi yasaklanmış hayvanlardır. Bir­takım hayvanlar da vardır ki, keserken üzerlerine Allah'ın adını anmazlar. Bunlar Allah'a karşı yalan söyleyerek ve iftira ederek sadece putların adla­rını anarlar, Bu iftiralarına karşılık, Allah onların ce­zasını verecektir. Bu sert bir tehdit ve korkutmadır. [292]
139. Bu âyet, müşriklerin çirkin davranışlarından bir başka türe işaret eder. Dediler ki: Bu bâhira ve şaibe­lerin karınlarında olan yavrular sadece erkeklerimize helaldir. eşlerimize haram kılınmıştır. Kadınlar onun etinden yiyemez. Bu hayvanlardan doğan yavru Ölü olarak doğarsa, o zaman, kadınlar da erkeklerde bunda ortak olur. Allah, helâl ve haram kılma hususunda kendisine karşı yalan uydurmalarının cezasını ve­recektir, Şüphesiz Allah yaptığında hikmet sahibidir. Yarattık­larını çok iyi bilir. [293]
140. Kendilerinin de çocuklarının da rızkını Allah'ın verdiğini bilmeyen ve akılsızlık, beyinsizlik ve bilgisiz­likleri yüzünden çocuklarını öldürenler, andolsun ki ziyandadırlar. Zemah­şerî şöyle der: Bu âyet fakirlik ve düşman eline esir düşerler korkusuyla kız çocuklarını diri diri gömen Rabia ve Mudar kabileleri ile böyle yapan diğer Araplar hakkında inmiştir.[294] Yalan söyleyerek ve Allah'a iftira ederek, onun verdiği rızkı yani bâhira, sâibe ve benzeri hayvanların etini kendilerine haram kıldılar, Onlar bu çirkin işleri sebebiyle gerçekten doğru yoldan sapmışlardır. Aslında, kötü halleri yüzünden, doğru yola gidenlerden değillerdi, tbn Abbâs'ın şöyle dediği rivayet olunur: "Arapların cehaletini öğrenmek istersen En'âm sure­sinin 130. âyetinden sonraki âyetleri e kadar oku.[295]

Edebî Sanatlar

1. İnsanları yoldan çıkaıına ve saptırma hususun­da aşırı gittiniz." Burada hazif yoluyla îcâz vardır. Aynı sanat birbirimizden yararlandık." cümlesinde de vardır. "Bazı insanlar bazı cinlerden, bazı cinler de bazı insanlardan yararlandı." demektir.
2. Kalacağınız yer ateştir." Bu cümlede mübteda ve ha­berden her ikisininde marife olarak gelmesi tahsis ifâde eder. "Ateş size barınak olarak tahsis edilmiştir." demektir.
3. Size peygamberler gelmedi mi?" Bu soru kınama ve azarlama ifade eder.
4. herbirinin" Burada hazif vardır. Hazfedilenin yerine tenvîn gelmiştir. amel edenlerden her birinin" takdirindedir.
5. Size vadedilen mutlaka gelecektir." Burada fiili müzarii teceddüd (yenilenme) ve istimrar (süreklilik) ifade eder.
6. Allah'ın kendilerine verdiği rızkı, Allah'a if­tira ederek...." Onların aşırı derecede dalâlete düştüklerini ve haddi aş­tıklarını göstermek için burada zamir yerine isim olarak "Allah" lafzı, ya­ni, yerine getirilmiştir. [296]

Faydalı Bilgiler

1. Suyutî, Iklîl adlı eserinde şöyle der: Yüce Allah'ın İşte böylece, zâlimlerin bir kısmını bir kısmının peşine takarız" âyeti-i kerimesi Nasıl olursanız, öyle idare edilirsi-niz" hadisi ile aynı mânâdadır.[297] Fudayl b. îyaz şöyle der: "Bir zâlimin bir zâlimden intikam aldığını gördüğünde dür ve hayretle bak."
2. Alimlerin çoğunluğuna göre peygamberler insanlardan gönderilmiştir. Cinlerden hiç peygamber gönderilmemiştir. Yüce Allah'ın Size içinizden peygamberler gelmedi mi?[298] âyet-i kerimesinde, tağlib[299] yoluyla, cinleri de içine alacak şekilde "size" buyrulmuştur. Yine denizden de inci ve mercan çıkar.[300] âyet-i kerimesinde de tağlîb yoluyla "iki deniz" denilmiştir. Halbuki inci ve mercan sadece tuzlu sudan çıkar, tatlı sudan çıkmaz.
3. Kurtubî, tefsirinde şöyle anlatır: Resulullah (s.a.v.)'m Ashabından bir adam, onun huzurunda daima kederli bir vaziyette dururdu. Rasulullah (s.a.v.) ona: "Niçin böyle kederlisin?" diye sordu. Adam: "Ya Rasulullah!" dedi. Ben Câhiliyye döneminde öyle bir günah işledim ki, Müslüman da ol­sam, Allah'ın beni bağışlamayacağından korkuyorum." Rasulullah (s.a.v.): "Bana işlediğin bu günahını anlat." dedi. Adam şöyle anlattı: "Ya Rasulul­lah! Ben kız evlatlarını öldürenlerden biriydim. Bir kız çocuğum olmuştu. Zevcem bana yalvararak, onu öldürmememi istedi. Ben de öldürmedim. Nihayet kız büyüdü ve en güzel kadınlardan biri oldu. Onula evlenmek iste­diler. Beni bir Câhiliyye taassubu sardı. Gönlüm onu evlendirmeye veya evde bırakmaya razı olmadı. Hanımıma dedim ki: Ben akrabalarımdan bi­rini ziyarete gitmek istiyorum. Kızı da benimle gönder. Kadın buna çok se­vindi ve kızı güzelce süsleyip giyindirdi. Ona bir şey yapmayacağıma dair benden söz üstüne söz aldı. Onu bir kuyunun başına götürdüm. Kuyunun içine baktım. Kız, benim kendisini kuyuya atmak istediğimi anladı. Boynu­ma sarılarak ağlamaya başladı. Onun bu haline acıdım. Sonra tekrar kuyuya baktım. Beni bir Câhiliyye taassubu sardı. Şeytana mağlup olarak, kızımı başaşağı kuyuya attım. Sesi kesilinceye kadar kuyunun başında bekledim. Sesi kesilince geri döndüm." Rasulullah (s.a.v.) ve Ashabı bunları dinle­yince ağladılar. Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Eğer bana, Câhiliyye döne­minde yaptıklarından dolayı birini cezalandırmam emredilseydi, mutlaka seni cezalandırırdım.[301]
141. Çardaklı ve çardaksız üzüm bahçeleri, ü-rünleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, birbirine ben­zer ve benzemez biçimde zeytin ve narları yaratan O'dur. Herbiri meyve verdiği zaman meyvesinden ye-yin. Devşirilip toplandığı gün de hakkını verin, fakat is­raf etmeyin; çünkü Allah, israf edenleri sevmez.
142. Hayvanlardan yük taşıyanı ve yatırılıp kesile­ni yaratan O'dur. Allah'ın size verdiği nzıktan yiyin, şeytanın ardına düşmeyin, çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.
143. Sekiz eş yarattı: Koyundan ve keçiden iki eş: De ki: "O, bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı ha­ram etti? Eğer doğru iseniz bana ilimle söyleyin."
144. Deveden ve sığırdan da ikişer yarattı. De ki: "O bunların erkeklerini mi yoksa dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı ha­ram kıldı? Ya da Allah'ın size böyle vasiyyet ettiğine şahit mi oldunuz?" Bilgisizce insanları saptırmak için Allah'a karşı yalan uydurandan kim daha zâlimdir! Şüphesiz Allah o zâlimler topluluğunu doğru yola ilet­mez.
145. De ki: "Bana vahyolunandan, leş veya akı­tılmış kan, yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka yemek yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bu­lamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşma­mak üzere kim yemek zorunda kalırsa, bilsin ki, Rab-bin bağışlayan ve merhamet edendir.
146. Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında yuhut bağırsaklarında taşıdıkları, ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere sığır ve koyunun iç yağlarını da haram kıldık. Bu, zulümleri yüzünden onlara verdiğimiz cezadır. Biz elbette doğru söyleyeniz.
147. Eğer seni yalanlarlarsa de ki: "Rabbiniz geniş bir rahmet sahibidir. Bununla beraber O'nun azabı, suçlular topluluğundan uzaklaştırılamaz."
148. Putperestler diyecekler ki, "Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de aynı şekilde yalanladılar ve sonunda azabımızı tattılar. De ki: "Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece ya­lan söylüyorsunuz."
149. De ki: "Kesin olan, ancak Allah'ın delilidir. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi."
150. De ki: "Allah şunu yasak etti, diye şehadet edecek şahitlerinizi getirin! Eğer onlar şahitlik eder­lerse, sen onlarla beraber şahitlik etme; âyetlerimizi yalanlayanların ve âhiret gününe inanmayanların arzu­larına uyma. Onlar, Rablerine eş tutuyorlar."

Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde müşriklerin, Allah'ın rızık olarak ver­diği şeyleri kendilerine haram kıldıklarını bildirdi ve onların çirkin fiil ve suçlarından bir kısmını anlattı. Bu âyetlerde de, insanlara rızık olarak lütfettiği nimetleri zikretti. Müşrikler, Allah'ın izni olmadan, ona iftira ederek ve helal kıldığı bu rızıkları haram kılarak onlarda tasarrufta bulunmuşlardı. Bunun ardından da, Allah'a şirk koşmalarının, kaza ve kadere inanmamalannın sebebi hakkında delil getirmeye çalıştıklarını anlattı. İşte bu da, Allah'a karşı yapılan iftira ve söylenen yalanın bir bölümüdür. [302]

Kelimelerin İzahı

Ma'rûşât; yüksek direkler üzerine kurulmuş çardaklar. Hasâd, ürünü toplamak demektir. Meselâ, hurma ve benzeri ol­gunlaşmış meyvelerin koparılması gibi.
Hamule, sırtında ağır yük taşıyan deve.
Ferş, deve ve sığır yavruları gibi, yük taşımaya elverişli olma­yan küçük hayvanlar. Zeccâc: "Ferş, küçük develerdir" der. Şair de şöyle der:
Bana büyük ve küçük develer bıraktı. Ben hor"gün onları sağarım.
Havâyâ, bağırsaklar demektir. Vahidî şöyle der: Havâyâ; deve, koyun ve benzerlerinin dışkılarının çıktığı bağırsaklar demektir. Tekili dir. Bir başka görüşe göre üzerinde içyağ bulunan bağırsaktır. Karın bunları ihtiva ettiği için bu ismi almışlardır.
Helumme, gelin demektir.
Ona ortak koşuyorlar. [303]

Âyetlerin Tefsiri

141. Sadece Allah'a kulluk ede­siniz diye, size türlü türlü nimetleri veren O'dur. O sizin için üzüm bah­çeleri yarattı. Onlardan bir kısmı çardaklı olup yüksek ağaçlar üzerine ko­nulmuştur. Bir kısmı da çardaksız olarak, tarladaki haliyle bırakılmıştır. Sizin için meyve ve azık veren hurma ağaçlarını ve keza meyve ve tanelerinin rengi, tadı, hacmi ve kokusu farklı olan çeşitli gıda maddeleri veren türlü ekinleri yarattı. Rengi ve şekli birbirine benzeyen fakat tadı farklı olan çeşitli hurma ve zeytinler yarattı Ey insanlar! Yukarıda anlatılan meyve­ler yetişip olgunlaştığında herbirinin meyvesinden, hurmasından ve üzü­münden yeyin. Hasat zamanı, hoşunuza giden iyi ürünlerden fakirlere ve yoksullara veriniz. İbn Abbâs şöyle der: Ürün, ölçüldüğü ve ölçüsünün bilindiği zaman farz olan zekatı veriniz demektir.[304] Çok yiyerek israf etmeyiniz. Çünkü bu akla ve bedene zararlıdır. Taberî şöyle der: Burada tercih edilecek görüş Atâ'nın görüşüdür. Ona göre bu nehiy, her hususta israfı yasaklamayı ifade eder.[305]
142. Allah sizin için, yük taşıyan ve yatırılıp kesilen hayvanlar yarattı. İbn Eşlem şöyle der: Hamule, bindikleriniz; ferş ise, etini yiyip .sütünü içtiğiniz hayvanlardır. Meyve, ekin ve hayvanlarden yeyin. Çünkü Allah onları sizin için rızık olarak yarat­mıştır. Câhiliyye halkının yaptığı gibi, helal ve ha­ram kılma hususunda şeytanın yollarına ve emirlerine uymayın Şüphesiz şeytan, insanın apaçık düşmanıdır. Şu halde onun tuzağından sakının. [306]
143. Allah sizin için, yenilmesini helal kıldığı sekiz tür hayvan yarattı. Koyundan bir erkek ve dişi, keçiden bir erkek ve dişi. Kurtubî şöyle der: Sekiz tane hayvan yarattı. Araplarda biri diğerine muhtaç olan her tek şeye zevç (eş) denir. Meselâ, erkeğe de dişiye1 de zevç denir.[307] Bir çift koyundan maksat, koç ve dişi koyundur. Bir çift keçiden maksat da, teke ve dişi keçidir, Bu âyet, Allah'ın helal kıldığı şeyleri müşriklerin haram kılmasını kınamaktadır. Yani: Ey Muhammed! Kınama ve engelleme üslubu ile onlara de ki Ey müşrikler! Allah size, koyunun ve keçinin erkeklerini mi haram kıldı, yoksa dişilerini mi?! Yoksa, bu iki cinsin dişilerinin rahimlerinde taşıdıkları erkek veya dişi yavruları mı haram kıldı?!.. Bunları, Allah'ın haram kıldığı hususundaki iddianızda doğru iseniz, yalan ve iftirayı değil de, Allah'tan geldiği bilmen bir emri bana ha­ber verin. [308]
144. Allah sizin için erkek ve dişi iki deve, erkek ve dişi iki de sığır yarattı. De ki, Allah bunların erkeklerini mi yoksa dişilerini mi, veya bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kıldı?!.. Şiddetle kınamak ve azarlamak için, âyet burada tekrar edildi. Ebussuûd şöyle der: Ayetten maksat, Yüce Allah'ın, bu dört çeşit hayvanı onlara haram kıldığı şeklinde­ki iddialarını reddetmek ve bu husustaki yalanlarını ortaya çıkarmaktır. Çünkü onlar, bazan bu hayvanların erkeklerini bazan dişilerini ve bazan da yavrularını haram kılıyorlardı.[309] Yoksa, Allah size bu haram kılmayı emrettiğinde, siz hazır mı bulunuyordunuz? Bu alay kabilinden bir hitap olup, şiddetle kınamayı ifade eder. Allah'a karşı yalan söyleyip, hüccetsiz ve delilsiz olarak, onun haram kılmadığı şeyleri haram kıldığını söyleyenden daha zâlim hiç kimse yoktur, Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez. Bu âyetin hükmü bütün zâlimleri içine alır. Bundan sonra Yüce Allah, onlara neyi haram kıldığını kendilerine açıklamasını Peygamberine (s.a.v.) emrederek şöyle buyurur. [310]
145. Ey Muhammedi Mekke kâfirlerine de ki: "Al­lah'ın bana vahyetüği Kur'an'da, herhangi bir insan için haram kılınmış bir şey göremiyorum. Ancak yenilmesi istenen şey lâşe veya akan kan olursa, yahut domuz eti olursa onu haram kılmıştır. Çünkü domuz, pislik yemeğe alıştığı için onun eti pis ve necistir. Veya kesilen hay­van dikili taşlar üzerinde yani putlar adına kesilenler gibi, Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen bir fisk olursa, bunları haram kılmıştır. Pal­lar adına kesildiği için, sanki fisk in kendisi olmuş gibi mübalağalı bir mana ifade etmek maksadıyle bu hayvana "fisk" denilmiştir..
Kim bir zarurete düşer de, bu haram kılınanlardan bir şey yemek zorunda kalırsa, zaruret dışında, lezzet almak kastiyle yemediği ve kendisim telef olmaktan kurtaracak Zarurî miktarı geçmediği takdirde ona bir günah yoktur. Çünkü Allah kullarını bağışlayan ve onlara merhamet edendir.
Bundan sonra Yüce Allah, sırf isyanları ve haddi aşmaları sebebiyle Yahudilere bazı şeyleri haram kıldığını açıklayarak şöyle buyurdu: [311]
146. Sadece yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Ibn Abbâs şöyle der: Bu hayvanlar, deve ye sığır gibi, çatal tırnaklı olan ve kaz ve ördek gibi açık parmaklı olmayan hay­vanlardır.[312] Onlara, sığır ve koyunun içyağlarını yemeği haram kıldık. Ancak bunların sırtlarına yapışık oları veya bağırsaklarının üzerinde bulunan ya da kuyruk yağı gibi, kemiğe karışık olan yağları yemeleri caizdi. Onlara bunların haram kılınması; daha Önce anlatı­lan peygamberleri Öldürmek, faiz yemek ve insanların mallarını bâtıl yol­larla yemeği helal görmek gibi zulüm ve taşkınlıkları sebebiyledir. Ey Mu­hammedi Biz sana anlattıklarımızda gerçekten doğru söylüyoruz. Burada Allah'ın haram kılmadığını haram kılanların yalancı olduklarına tariz vardır. Bundan sonra gelen şu âyet de, Yahudilerin yalan söylediğine tariz­dir. [313]
147. Ey Muhammedi O Yahudiler, ha­ram olduğunu açıkladığın şey hususunda seni yalanlarlarsa, onların haline hayret ederek de ki: Rabbiniz geniş rahmet sahibidir. Ağır suçunuza rağ­men sizi cezalandırmakta acele etmemesi bunu göstermektedir. Ebu Hayyân şöyle der: Bu, senin büyük bîr masiyet işlendiğini gördüğünde şöyle demene benzer: "Allah ne kadar halimdir!" Sen bu sözünle, Allah'ın ma­siyet işleyen kişiyi cezaiandırmayıp ona mühlet vermesinden dolayı ne kadar halim olduğunu ifade etmek istersin.[314] Yüce Allah geniş rahmet sahibi olduğunu anlattıktan sonra, bunun ardından şiddetli azabını anlatarak şöyle buyurdu: Onun suçluları cezalandırmasına engel olunamaz. Yani, Onun rahmetinin genişliğine aldanmayın. Çünkü O, mer­hametli olduğu kadar, azabı da şiddetlidir. Şüphesiz, günah ve kötülük işleyenleri cezalandırmasına engel olunamaz. Günahkârın, Allah'ın rahme­tinden ümidini kesmemesi, isyankârın da O'nun hiİmine aldanmaması için, âyet-i kerimede ümitlendirme ve korkutma birlikte zikredilmiştir. [315]
148. Arap müşrikleri diyecekler ki: "Allah isteseydi ne kâfir olurduk, ne de müşrik... Ne biz, ne de babalarımız.. Yani demek istiyorlardı ki, kendilerinin Allah'a şirk koşmaları ve bazı şeyleri haram kılmaları Allah'ın dilemesiyledir. Allah onların bu şeyleri yapmamalarını dikseydi bunları yapmazlar­dı. Allah böyle murat etti diye delil getiriyorlardı. Nitekim, masiyet işleyen bir kimseden, bu işi bırakması istendiğinde : Bu, Allah'ın takdiridir. Bundan kaçış ve kurtuluş yoktur." der. Halbuki bu hususta müşriklerin her­hangi bir delili yoktur. Çünkü onlar hayır işlemek ve kötülüğü terketmekle yükümlüdürler. Fakat bu iddia, Cebriyye görüşünü[316] savunanların iddi­asıdır. Bunu ancak, kuvvetli deliller karşısında susmak zorunda kalan be­yinsizler delil getirir. Yüce Allah onların bu iddialarını reddederek şöyle buyurur: Onlardan önceki toplumlar da aynı şekilde yalanladılar. Sonunda, üzerlerine azab indirdik. Bu, bir inkar sorusudur. Maksat alay etmektir. Yani : Onlara de ki: Sözünüzün doğru olduğunu gösterecek bir hüccet ve deliliniz var mı ki, onu bize açıkl ayasın iz. Siz bu hususta, sadece evham ve zanlara uyuyorsunuz. Gerçekte siz, Allah'a karşı yalan söylemekten başka bir şey yapmıyorsunuz. [317]
149. Onlara de ki: Eğer sizin bir de­liliniz yoksa, bilesiniz ki, bu hususta Allah'ın, son derece açık ve ikna edici delili vardır. Allah dileseydi, sizin hepinize iman nasip ederdi. Fakat o, iman ve küfür hususunda tercih işini kullara bıraktı ki, sorumluluk tam ol­sun. "De ki: Gerçek, Rabbinizden gelmiştir. Artık isteyen iman etsin, istey­en inkâr etsin.[318]
150. Ey Muhammed, onlara de ki: Bâhira, sâibe ve benzeri şeyleri, Allah'ın haram kıldığına dair iddia­larınızın doğruluğuna şahitlik edecek kim varsa onu bana getirin.
Eğer gelir de yalancı şahitlik ederlerse, sen onlar gibi şahitlik etme ve onları tasdik etme. Çünkü onların yaptığı sırf yalandır. Sakın o, Allah'ın âyetlerini yalanlayan ve âlıirete inanmayanların arzularına uyma. Onlar, Allah'a ortak koşarak putlara tapıyorlar. [319]

Edebî Sanatlar

1. Büyük ve küçük develer." Bu iki kelime arasında tıbâk sanatı vardır. Çünkü hamule, yüke elverişli büyük deve, ferş ise, yüke elve­rişli olmayan, yere yakın küçük develer demektir. Döşekler gibi yer üzerine yayılmış görüldüklerinden bu ismi almışlardır.
2. Şeytanın adımları." Bu, güzel bir istiaredir. Şeytana itaatten ve onun kafilesinde yürümekten sakındırmayı en beliğ bir şekilde ifade eder.[320]
3. Bu kelimeler mübalağa sıygalanndandır. Son derece ba­ğışlayıcı ve merhamet edici demektir.
4. Rabbiniz geniş rahmet sahibidir. Onun, suçluları cezalandırmasına engel olunamaz." Haber verme hususunda, isim cümlesi fiil cümlesinden daha belîğ olduğu için, birinci cümle isim cümlesi olarak geldi ve Yüce Allah'ın geniş rahmet ile nitelen­mesine uygun düştü. İki vasfı aynı seviyede bildirmek için, ikinci cümle fiil cümlesi olarak gelmiştir. Çünkü rahmet kapısı daha geniştir. Ebu Hayyân böyle der.[321]

Faydalı Bilgiler

De ki: "Bana vahy edilende, haram kı­lınmış bir şey bulamıyorum." Bu ây,et, haram kılmanın, arzu ve istekle değil, ancak vahy ile bilinebileceğini ifade eder. Ayrıca hükümleri koyanın Yüce Allah olduğunu, Peygamberin, (s.a.v.) sadece Allah'ın koyduğu hü­kümleri bildirici olduğunu gösterir. Nitekim âyet-i kerimede: "O, arzuları­na göre konuşmaz. Onun konuştukları, vahyedilenden başkası değildir.[322] buyrulmuştur. [323]
151. De ki : "Geliniz, Rabbinizin size neleri ha­ram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koş­mayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla ço-cuklaranızı öldürmeyin sizin de onların da rızkını biz veririz; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşma­yın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki dü­şünüp anlarsınız."
152. Rüşd çağına erişinceye kadar, yetimin malına yaklaşmayın. Ancak en güzel bir niyetle yaklaşabilirsi­niz. Ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz gücünün yettiği kadarından fazlasını yüklemeyiz. Söz söylediğimiz za­man, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun. Allah'a ver­diğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice düşünesiniz di­ye bunları emretti.
153. Şüphesiz bu, benîm dosdoğru yolumdur. Şu halde ona uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.
154. Sonra iyilik edenlere nimetimizi tamamla­mak, her şeyi açıklamak, hidayete erdirmek ve rahmet etmek maksadıyla Musa'ya da Kitab'ı verdik. Umulur ki, Rablerinin huzuruna varacaklarına iman ederler.
155. İşte bu indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. O'na uyun ve Allah'tan kokun ki size merhamet edilsin.
156. "Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa in­dirildi, biz ise onların okumasından gerçekten haber­sizdik." dersiniz, diye;
157. Yahut, "Bize de kitap indirilseydi, biz onlar­dan daha çok doğru yolda olurduk." demeyesiniz diye Kur'an'ı indirdik. İşte size de Rabbinizden açık bir de­lil, hidayet ve rahmet geldi. Kim, Allah'ın âyetlerini ya­lanlayıp onlardan yüzçevirenden daha zâlimdir! Âyet­lerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerinden ötürü azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.
158. Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesi­ni veya Rabbinin gelmesini, yahut Rabbinin bazı alâ­metlerinin gelmesini bekliyorlar. Rabbinin bazı alâ­metleri geldiği gün, önceden inanmamış, ya da ima­nında bir hayır kazanmamış olan kimseye, artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz!
159. Dinlerini parça parça edip, guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır, sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.
160. Kim iyilikle gelirse, ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlara haksızlık edilmez.
161. De ki: "Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine iletti. İbrahim ortak koşanlardan değildi."
162. De ki: "Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi alemlerin Rabbi Allah içindir."
163. O'nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emro-lundu ve ben mü si umanların ilkiyim.
164. De ki: "Allah her şeyin Rabbi iken ben ondan başka Rab mı arayacağım? Herkesin kazanacağı yalnız kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. Ve O, uyuşmazlığa düştüğünüz gerçeği size haber verecektir.
165. Sizi yeryüzünde öncekilerin yerine getiren, size verdiği nimetler hususunda sizi denemek için bâzınızı bâzınızdan derecelerle üstün kılan O'dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayan, merhamet edendir.

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

Yüce Allah önceki âyetlerde, kafirlerin kendisine iftira ederek haram kıldıkları şeyleri ve kendisinin onlara mubah kıldığı hububat, meyve ve hayvanları anlattıktan sonra, burada da, onlara hakikaten Allah'ın haram kıldığı zararlı şeyleri anlattı ve semavî dinlerde yer alan, insanlığın mutlu­luğunun sebebi olan on vasiyeti açıkladı. [324]

Kelimelerin İzahı

Oku, anlat.
İmlak, fakirlik. Bir kimse fakir düştüğünde denir.
"Kuvveti" demektir, evlenme ve rüşd çağma ermek demek­tir. Bu kelime cemî kalıbındadır. Müfredi yoktur.
Adaletle. Eksiksiz ve noksansız.
Subul, yol mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur.
Siya; fjrka mânâsına gelen kelimesinin çoğulu olup fırkalar ve gruplar manasınadır. Şiâ, taraf tutan ve kendi mezhebinde taassub gösteren fırkadır.
Kıyem, dosdoğru demektir.
Nusukî, benim kurbanlarım. Kesilecek hayvan mânâsına gelen 'nin çoğuludur. Zeccâc şöyle der: ibadetim demektir. İbadetle Allah'a yaklaşmaya çalışan kimseye verilen ismi de bu köktendir.[325]

Âyetlerin Tefsiri

151. Ey Muhammedi De ki: "Gelin, zan ve tahminle değil, Rabbinizin kesin olarak size haram kıldığı şeyleri oku­yayım. Onunla beraber başkasına ibadet etmeyin.
Ana-babaya iyilik edin. Bir şeyi emretmek, onun zıddını yasaklamak olduğu için, anne ve babaya iyilik etme emri, haram kılınan şeyler içersinde zikredildi. Şâm Yüce Allah: "Ana-babaya kötülük etmeyin" diye buyurdu. Ebussuûd şöyle der: Bundaki sır, onların haklarına aşırı derecede önem vermek ve haklarını ödemek için, onlara kötü davranmamanın yeterli olmadığını göstermektir.[326] Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Ibnu'l-Cevzî bundan maksat, fakirlik korkusuyla kız çocuklarını diri diri gömmektir, der.[327]
Onlara da size de rızık vermek bize aittir. Şüphesiz Allah, kullarına bolca rızık verendir, Büyük günahların açığına da gizlisine de yaklaşmayın. İbn Abbâs şöyle der: Câhiliyye döneminde insanlar, gizli zina etmede bir sakınca görmüyorlar, açıktan zinayı çirkin görüyorlardı. Yüce Allah, onun gizlisini de, açığım da haram kıldı.[328] Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı suçsuz canı, haksız yere sebeb-siz Öldürmeyin. Rasulullah'ın hadisi bu âyeti şöyle açıklar: Şu üç sebepten biri olmadıkça, müslüman kişiyi öldürmek helâl değildir. Bunlar: Evlenmiş olup da zina eden kişi, öldürdüğü bir can karşılığında kısas edilen kişi ve dininden dönüp cemaatten ayrılan kişi.[329]
Bu an­latılanlar, Yüce Allah'ın size korunmasını tavsiye ve kuvvetle emrettiği şeylerdir. Umulur ki, akıllarınızla, bu sorumlulukların din ve dünya işle­rinde size vereceği fayda ve menfaatleri anlarsınız. Ebu Hayyan şöyle der: Size vasiyet etti, lafzında ve Yüce Allah'ın onları, kendi emirlerini korumaları için vâsî tayin etmesinde, apaçık bir şefkat, rahmet ihsan vardır.[330]
152. Kendisi için daha faydalı olan şeklin dışında, erginlik çağma erinceye kadar, hiçbir şekilde yetim malına yaklaşmayın. Burada yaklaşmayı yasaklamak, yasak olunca, bütün tasarruf şekillerini kapsar. Çünkü mala yaklaşmak yasak olunca, ye­mesinin yasak olması daha evla ve daha doğrudur. "Daha faydalı olan şekil" den maksat, yetime fayda sağlamak ve malını artırmaktır. İbn Abbâs şöyle der: Bu, yetim için faydalı bir iş yapmasıdır. Bu takdirde yetimin malından uygun bir şekilde yiyebilir. Alırken de ve­rirken de, ölçü ve tartıyı adaletle ve eşit bir şekilde yapın, Biz herkesi sadece yapmaktan aciz kalmayacağı, gücünün yeteceği kadarıyla sorumlu tutarız. Beyzâvî şöyle der; Biz her nefsi, sadece gücünün yettiği ve yapmakta zorluk çekmeyeceği şeylerden sorumlu tutarız. Hakkı yerine getirmek güç olduğu için, Yüce Allah bunu, ölçüyü tam yapma emri­nin arkasından zikretti. Şu halde, sizin, gücünüzün yettiğini yapmanız gere­kir. Bundan Ötesi bağışlanmıştır.[331] Hüküm ve­rirken de, şahitlik ederken de adaletli olunuz. Aleyhinde şahitlik ettiğiniz kişi, isterse yakınlarınızdan biri olsun. Söz verdiğinizde, sözü­nüzde durun. Kurtubî şöyle der: Bu ahit, Allah'ın, kullarından yapılmasını istediği her şeye şâmildir, insanlar arasında yapılan anlaşmanın korun­masını ve yerine getirilmesini emrettiği için "onun ahdi" denilmiştir.[332] İşte Allah size iyice düşünüp öğüt alasınız diye bunları emretti. [333]
153. Şüphesiz bu benim dosdoğru dinimdir. Onu sizin için bir kanun kıldım. Ona sımsıkı sarılın. Farklı farklı din ve eğri yollara girmeyin. O farklı din ve yollar sizi parçalar ve doğru yoldan uzaklaştırır. İbn Mes'ûd'un şöyle dediği rivayet olunur: Bir gün Rasululfah (s.a.v.) bize bir çizgi çizdi. Sonra: "Bu Allah'ın yoludur" buyurdu. Sonra da bu çizginin sağında ve solunda birçok çizgiler çizdi ve şöyle buyurdu: Bunlar bir takım yollardır. Her bir yolun başında, o yola çağıran bir şeytan vardır. Bundan sonra Rasulullah (s.a.v.) âyetini okudu.[334] İşte sakınmanız için Allah bunları size emretti. Yüce Allah, mânâyı kuvvetlen­dirmek için emrini tekrarladı. Yani, Allah size bunları emretti ki, onun emirlerine sarılmak ve nehiylerinden kaçınmak suretiyle ateşten korunasınız. İbn Atiyye şöyle der: Bu ayetlerde ilk olarak aklı başında olan kimse haram olduğu anlatılan şeyleri yapmayacağı için o bölümde âyet belki düşünür anlarsınız, şeklinde sona erdi. Haram kılınan diğer şeyler, nefsin arzu ettiği şeyler olduğu için, haram olduğunu hatırlamayan kimse bazan bunları yapabilir. Bunun için âyet umulur ki hatırlarsınız" şeklinde son buldu. Doğru yolda yürümek, faziletli işler yap­mayı gerektirir. Bunun için elbette takva sahibi olmak gerekir. Dolayısı ile âyet, umulur ki takva sahibi olursunuz, korunursunuz, şeklinde sona erdi.[335]
154. Sonra, salih olan ve güzel amel işleyen kimselere lütuf ve nimeti tamamlamak için Musa'ya Tevrat'ı verdik. Taberî şöyle der: Emir ve yasaklarımızı yerine getirmesi hususunda kendisine nimetimizi tamamlamak için Musa'ya Kitabı verdik. Çünkü Musa'ya kitabın verilmesi, Allah'ın ona büyük bir nimet ve lütfudur. Bu ni­met ve lütuf ona, salih amel işlediği ve güzel itaatte bulunduğu için veril­miştir.[336] Aynı zamanda, İsrâîloğullarının din hususunda muhtaç oldukları her şeyi geniş geniş açıklamak için kitabı gönderdik, İsrâîloğullarına bir hidâyet ve rahmet maksadıyla kitabı verdik ki, Allah'a kavuşacaklarına inansınlar. İbn Abbâs şöyle der: Öldükten sonra dirilmeye iman etsinler, sevap ve cezaya inansınlar diye kitabı verdik, demektir.[337]
155. Muhammed'e indirdiğimiz bu Kur'an, şanı büyük, yararları çok olan bir kitaptır. Çeşitli dinî ve dünyevî faydaları ih­tiva etmektedir, Binaenleyh ona sımsıkı sarılın ve onu kendinize önder edinin. Rahmete nail olmayı ümit edenlerden olabil­meniz için, ona muhalefet etmekten sakının. [338]
156. Kıyamet gününde "Bize her­hangi bir kitap gelmedi ki ona uyalım. Mukaddes kitaplar sadece bizden önceki Yahudi ve Hıristiyanlara indi" demenizi istemediğimiz için bu bü­yük vasfı taşıyan, içinde dünya ve âhiret hayırlarını toplamış olan kitabı in­dirdik. İbn Cerir der ki: Allah, Muhammed (s.a.v.)'e Kur'an'ı indirmekle, on­ların ileri sürecekleri bu mazereti ortadan kaldırdı, Halbuki şephesiz biz onların kitaplarında bulunan şeylerden ve okuduk­larından gafildik. Onlarda ne olduğunu bilmiyorduk. Onlar bize ulaş­mamıştı" demeyesiniz diye bu Kur'an'ı indirdik. [339]
157. Yahut, Yahudi ve Hıris­tiyanlara indirildiği gibi bize de kitap indirilseydi, biz onlardan daha iyi hakkı bulur ve Peygamberin emrine daha çabuk icabet ederdik. Çünkü biz daha zekiyiz ve daha ciddi çalışıyoruz." demeyesiniz diye bu kitabı indir­dik. Şüphesiz size Allah'tan, Muhammed'in lisanı ile Kur'an-ı Kerim geldi. Onda helal ve haram açıklanmıştır. Kalp­lere hidâyet ve Allah'tan kullarına bir rahmet vardır. Kurtubî, "Muhammed (s.a.v.)'in gelmesi ile bu mazeret ortadan kalktı" der.[340] İbn Abbâs şöy­le der: "Âyette geçen beyyineden maksat hüccettir. O da, Peygamber (s.a.v.) ve Kur'an'dır.[341] Kur'ân'ı yalanla­yan, ona inanmayan ve Allah'ın âyetlerinden yüzçevirenden daha kâfir kim vardır!? Ebussuûd şöyle der maksat, insanları Allah'ın âyet­lerinden çeviren ve böylece hem kendisi sapan, hem de başkalarını sap­tırandır,[342] Bu âyet, ka­firler için bir tehdittir. Yani, Allah'ın âyetlerinden ve kesin delillerinden yüz çevirenleri, bundan dolayı ve Allah'ın peygamberlerini yalanlamaları sebebiyle şiddetli azaba çarptıracağız. [343]
158. O müşrikler, ruhlarını alıp kendileri­ni cezalandırmak için meleklerin gelmesinden başka bir şey beklemiyorlar. Halbuki o zaman tevbelerinin fayda vermeyeceği bir zamandır. Veya onlar Rabbinin gelmesinden veya onun" bazı âyetlerinin gelmesinden başka şey beklemiyorlar. İbn Abbâs şöyle der: Rabbinin gelmesinden maksat, onların öldürülmesi veya başka bir muame­leye tâbi tutulması hususunda emrinin gelmesi demektir. Taberî şöyle der: Maksat kıyamet gününde, mahlukâtı arasında hükmetmesi için Rabbinin onlara gelmesidir. Rabbinin bazı âyetlerinin onlara gelmesinden maksat da, güneşin batıdan doğmasıdır.[344] Rabbinin bazı âyetleri, yani kıyamet alâ­metleri geldiği gün, daha önce îman etmemiş olup da onda îman eden kâfir kimseye îmanı fayda vermez. îman edip de bir hayır işlememiş olan âsî kimseye de îmanı fayda vermez. Taberî şöyle der: Daha Önce Allah'a ortak koşmuş olan kimselerin, bu alâmetin gelmesinden sonra iman etmeleri fay­da vermez. Çünkü onların bu îmanı, Allah'ın emriyle kendilerine gelen şiddetli korkudan dolayı olmuştur. Onların îmanlarının hükmü kıyametin kopması anında îman etmenin hükmü gibidir.[345] Hadiste şöyle buyurul-rnuştur: Güneş batıdan doğuncaya kadar kıyamet kopmaz. O batıdan doğup da insanlar onu görünce hepsi îman ederler. İşte bu ari, daha önce îman et­memiş olanlara îman etmelerinin fayda vermeyeceği bir andır.[346] De ki, "Başınıza gelecek olanı bekleyin. Biz de beklemekteyiz." Bu emir tehdit ve korkutma ifade eder. [347]
159. Dinlerini parça parça edip çeşitli hizip ve gruplara ayrılanlar var ya, Ey Muhammed sen onlardan uzaksın. İbn Abbâs der ki: Onlar Yahudi ve Hıristiyanlardır. Hanîf olan İbrahim'in dinini çeşitli parçalara ayırdılar. Onların cezası Allah'a aittir. Onları cezalandırmayı o üzerine almıştır. Sonra da onlara çirkin işlerini haber verecektir. Taberî şöyle der: "Ahirette, onlara yaptıklarını bildireceğim ve onlardan herbirine yaptığının karşılığını vereceğim." demektir.[348]
160. Kıyamet gününde kim bir iyilik geti­rirse, Allah'tan bir lütuf ve ihsan olarak, onun on misliyle mükâfaatlan-dınlır. Bu, iyiliklere verilen kat kat mükâfaatın en azıdır. Çünkü iyiliğe ve­rilen mükâfat 700 misline veya daha fazlasına ulaşmaktadır. Kim de, kötülük getirirse, getirdiğinin misli ile ceza­landırılır, daha fazla ceza verilmez. Onlara, yaptıklarının karşılığından hiçbir şey eksik verilmez. Hadis-i kudsîde şöyle buyurul-muştur: Yüce Allah buyurur ki: Kim iyilikle gelirse, ona o iyiliğin on mis­lini veririm veya daha da artırırım. Kim kötülükle gelirse, onu kötülüğünün misli ile cezai andırırımı. Veya bağışlarım,[349] İyiliklerin karşılığının fazla verilmesi, lütuf babmdandır. Kötülükleri hususunda misli ile muamele e-dümesi ise adalet babmdandır. [350]
161. Ey Muhammed! O yalanlayan müşriklere de ki: Rabbim beni doğru yola iletti ve bana hak din olan İbra­him'in dinini gösterdi. Bana dosdoğru dini gösterdi, onda hiçbir eğrilik yoktur. O, haniflerin önderi olan Hz.İbrahim'in getirdiği yüce hanîflik dinidir. İbrahim müşrik değildi. Burada, İs­lam dinine muhalefet edenlerin, İbrahim'i dininden çıktıkları için tariz yo­luyla müşrik oldukları ifade edilmiştir. [351]
162. Ey Muhammed! De ki: "Rabbime ibadet e"derek kıldığım namazım, kestiğim kurbanım,[352] hayatım ve ölümüm ve bu hayatta yapmış olduğum hayır ve itaatlerimin hepsi, sizin ortak koştuklarınız için değil, sadece âlemlerin Rabbi olan Al­lah içindir. [353]
163. Onun ortağı yoktur. Ben ondan başkasına ibadet etmem. Bana, sadece tek olan Allah'a ibadet etmem emredildi. Ben Allah'ın varlığını kabul eden, ona boyun eğen ve itaat edenlerin ilkiyim. [354]
164. Bu soru, takrir ve kâfirleri kınamak için sorul­muştur. Çünkü onlar Resûlullah (s.a.v)'ı ilâhlarına ibadet etmeye davet etmişlerdi. Mana şöyledir: Ey Muhammed! De ki: "Allah'tan başka bir Rab mı arayayım? Halbuki o her şeyi yaratan ve her şeyin sahi­bidir. Şu halde Allah'tan başkasını ilâh edinmem nasıl münasip olur?
Herhangi bir kimsenin cinayeti ancak kendi aley­hinde olur. Hiçbir kimse başka birinin günahını yüklen­mez. Herhangi bir insan başkasının suçundan dolayı cezalandırılmaz. Bu da bir tehdit ve korkutmadır. Yani kıyamet gününde dönüşünüz O'nadir. O, iyilik yapanı kötülük yapandan ayı­racak ve size amellerinizin karşılığını verecektir. [355]
165. Sizi geçmiş ümmetlere ve toplumlara halef kılan odur. Birbirinizin halefi oluyor birbirinizin ardından geliyorsu­nuz. Taberî şöyle der: Allah sizden önce gelmiş geçmiş ümmet ve millet­leri helak ettikten sonra, onların yerine sizi getirdi ve yeryüzünde sizi on­ların halefleri kıldı. Onlardan sonra orada siz yaşıyorsunuz.[356] Zenginlik-fakirlik, ilim-cehâlet, güçlülük-güçsüzlük ve kullar arasında üstünlüğe sebep olan diğer hallerinizi farklı yapan odur. Size verdiklerine şükredip etmediğinizi denemek için böyle yapıyor. Ibnu'l-Cevzî şöyle der: Sizi deneyip sizden sevap ve cezaya sebep olacak şeyi ortaya çıkarmak için böyle yapıyor demektir.[357] Şüphesiz Rabbin, kendisine isyan edenleri süratle cezalandırır. Kendisine itaat edenleri ise elbette bağışlayan ve onlara merhamet eden­dir. Teshil yazarı şöyle der: Yüce Allah burada korku ile ümidi bir arada zikretti. Süratli ceza, ya hemen cezalandırmakla dünyada meydana gelir veya âhirette olur. Çünkü gelen herşey yakındır.[358]

Edebî Sanatlar

1.Yollara girmeyin. Burada kelimesi bid'atlar, sapıklaklar ve sapık mezhepler yerine müstear olarak kullanılmıştır.
2. Biz hiçbir nefsi mükellef tutmayız" Burada genellik ve kapsam ifade etmesi için kelimesi nekra (belirsiz) olarak getiril­miştir.
3. Allah'ın ahdini" Ahd kelimesinin Allah lafzına muzaf olması şereflendirme ve tazim ifade eder.
4. Âyetlerimizden yüz çevirenler." Burada denilmeyip de, zamir yerine zahir isim kullanılarak denilmesi,onların taşkınlıklarının çirkinlik ve adîliğini gösterir.
5. De ki: Bekleyin" Buradaki emir, tehdit ve korkutma ifade eder.
6. Nefse imanı fayda vermez." Bu sözde, beyan il­minde "leff" diye bilinen sanat vardır. Sözün aslı şöyledir: Rabbinin bazı âyetleri geldiği gün, önceden iman etmemiş olan hiçbir nefse, daha sonra İman etmesi fayda vermez. Daha önce, mü'min iken bir hayır kazanmayan hiçbir nefse, daha sonra kazanacağı hayır fayda vermez. Ancak burada iki söz birbirine katılmış ve tek bir söz olmuştur. Bu bir edebî sanattır. Söz kısaltılmış ve mu'ciz hale getirilmiştir. "el-İntisaf" sahibi bunu böyle açıklar.[359]
7. Açık oldu." ve " gizli oldu." kelimeleri ile iyilik, ve kötülük kelimeleri arasında edebî sanatlardan tıbâk vardır.
8. Hiçbir suçlu başkasının yükünü yüklenmez.". Şerif Râdî şöyle der: Burada gerçek mânâda sırtlar üzeinde yükler yoktur. Âyette geçen yükten maksat, günahların ve kötülüklerin ağırlıklarıdır. Bu güzel bir istiaredir.[360] [361]

Faydalı Bilgiler

Yüce Allah kendi yolunu tekil, diğer yolları çoğul olarak zikretti. Çünkü dalâlet yolları çoktur ve bir çok şubeleri vardır. [362]

Bir Uyarı

Hafız İbn Kesir şöyle der: Yüce Allah çoğu zaman Kur'an'ı Kerim'de şu iki sıfatı" birlikte zikreder:" Senin Rabbin çabuk cezalandırır. Ve gerçekten çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.[363] Yine Yüce Allah, "kullanma benim çok bağışlayıcı ve pek merhamet edici olduğumu haber ver.[364] dedikten sonrû, "Bununla beraber benim azabımın da acıklı azap olduğunu bildir[365] buyurmuştur. Bunlar gibi, teşvik ve korkutmayı kapsa­yan başka âyetler de vardır. Yüce Allah bazan heveslendirerek, cennetin özelliklerini sayarak ve kendi katında bulunan şeylere teşvik ederek kul­larını kendisine çağırır. Bazan da korkutarak, cehennemi ve onun azabım, kıyametf ve onun dehşetini anlatarak kullarını kendisine davet eder. Bazan da, herkese kendi kabiliyetine tesir etsin diye teşvik ve korkutma âyetlerini beraber zikreder.
Allah'ın yardımı ile En'âm sûresinin tefsiri bitti. [366]


[1] İmam Râzî şöyle der: Bu sûreyi, diğerlerinden ayıran iki önemli fazileti vardır. Birisi: Bu sûre bir defada inmiştir. İkincisi: Bu sûreyi 70 bin melek uğurlamıştır. Bu imtiyazın sebebi şudur: Bu sûre tevlıîd, adalet, nübüvvet ve âhiret delillerini ihtiva eder. İnkarcı ve bâtıl mez­hep sahiplerinin görüşlerini de iptal eder. İmam
Kurtubî şöyle der: Bu sûre müşrikler, diğer bid'atçiler ve haşri ve neşri inkâr edenlerle mücadelede asıldır. Bu durum, onun toptan, bir defada inmesini gerektirir.
[2] En'âm, 6/165
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/165-167.
[3] En'âm sûresi, 6/136
[4] Mehâsinu't-te'vîl, 6/2232
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/167.
[5] Buharı, Şehâdet 9; Fezâü-i Ashâb 1; Rikak 7 (az farklı lafızlarla)
[6] Kıırtubî,6/391
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/171.
[8] Vahidî, Esbâbu'n-nıızûl, 122
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/171.
[9] Teshil, 2/2
[10] el-Bahru'1-muhît, 6/68
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/171-172
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/172.
[12] Muhtasar-ı İbn Kesir 1/568
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/172-173.
[14] Kurtubî, 6/390
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/173.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/173.
[16] el-Bahru'l-muhît,4/77
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/173.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/173.
[18] Ebussuûd,2/83
[19] Bir görüşe göre mânâ şöyledir: Biz bir melek indirseydik, onîar onu gördüklerinde korku­dan helak olurlardı. Çünkü onu görmeye tahammül edemezler. Bu mânâ İbn Abbâs'tan nakle­dilmiştir. Kurtubî'dc böyledir. 6/293
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/173-174.
[21] Muhtasar-ı İbn Kesir 1/569
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/174.
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/174.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/174.
[25] Ebussuüd şöyle der: sizi mutlaka toplayacak, cümlesi mahzuf bir kasemin cevabı­dır. Bu cümle İsti'naf cümlesi olup kafirlerin Allah'a ortak koşmaları ve tefekkür etmemeleri yüzünden tehdit için getirilmiştir. Yani: Allah'a andolsun ki, o sizi kabirlerden toplayacaktır.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/174-175.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/175.
[28] Muhtasara İbn kesir, 1/570
[29] el-Keşşâf, 2/7
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/175.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/175.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/175.
[32] et-Teslıîl, 2/4
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/175-176.
[33] Muhtasar-ı İbn Kesir 1/571
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/176.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/176.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/176.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/180.
[37] Mecmau'l-beyân, 4/286
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/180-181.
[39] Vahidî, Esbâbu'n-nüzûL s. 122
[40] Kurtubî, 6/414
[41] Tcfsir-i Kebir, 12/205
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/181.
[42] Ebu Hayyan, el -Bahr 4/90
[43] et-Tezhil 2/5
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/181-182.
[45] Keşşaf 2/9
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/182.
[47] Ebus,suud 2/Ş8
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/182.
[49] Beyzâvî 169
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/183.
[51] Kurtubî 6/401
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/183.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/183.
[53] et-Teshîl, 2/6
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/183-184.
[55] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/573
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/184.
[56] Bey?ari, s.169
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/184.
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/184.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/184.
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/184-185.
[61] Kurtubî, 6/412
[62] Beyzâvî, s. 169
[63] et-Teshîl, 2/7
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/185.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/185.
[66] el-Bahru'1-muhît, 4/112
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/185.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/186.
[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/186.
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/186-187.
[70] Tefsir-i Kebir, 12/190
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/187.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/192.
[72] Kurtubî, 6/424
[73] İbn Kuteybe, Garîbu'VKur'ân, S.23
[74] Bu beyit Ümeyye b. Ebi's-Salt'a aittir. Kurtubî, 6/427
[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/192.
[76] Vahidî, Esbabu'n-nuzûl, s. 124
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/193.
[77] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/576
[78] Taberî, U/341
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/193.
[80] Kurtubî, 6/419
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/193.
[82] Beyzâvî, S.170
[83] Bu, Taberî, Zemahşerî ve Celaleyn'in tercihidir. Ebu Hayyan ise, el-Bahru'1-muhît adlı tefsirinde, Kitap'tan maksadın K.Kerim olduğu görüşünü tercih ettikten sonra şöyle der: Ayetin siyakı ve mânâ bunu gerektirir. İbn Atiyye de bunu tercih eder.
[84] Hadis İbn Hanbel, f,72
[85] Keşşaf, 2/16
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/193-194.
[86] Muhrasar-ı İbn Kesir, 1/577
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/194.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/194.
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/194.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/194-195.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/195.
[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/195.
[93] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/578
[94] Ahmet b. Hanbel, 4/145
İstidrac: Allah, düşmanlarının cezalarını artırıp ansızın cezalandırmak için derece dere­ce nimetlerini artırmasıdır (Mütercimler).
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/195.
[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/195.
[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/196.
[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/196.
[99] Zâdu'l-Mesîr, 3/42
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/196.
[100] Sâvî Haşiyesi, 2/16
[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/196.
[102] el-Bahr, 4/134
[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/196-197.
[104] Taberî, 11/374
[105] Şuarâ sûresi, 26/113
[106] Taberî ve müfessirler bu görüştedirler.
[107] Zumer sûresi, 39/65
[108] Kurtubî, 6/434
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/197.
[109] Fıırkan sûresi, 25/41
[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/197-198.
[111] Kurtubî, 6/435
[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/198.
[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/198.
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/198.
[115] Enfâl sûresi, 8/32
[116] Keşşaf, 2/23
[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/198-199.
[118] Zâdu'l-Mesir, 3/52
[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/199.
[120] İsra sûresi, 17/13
[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/199.
[122] Keşşaf, 2/18
[123] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/199-200.
[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/204.
[125] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/204.
[126] İslam şehidi Seyyid Kutup "H zilâli'l-Kur'an" adlı tefsirinde bu âyetle ilgili olarak çok güzel bir açıklama yapmıştır. Onun bazı bölümlerini aşağıya alıyoruz. Allah makamını cen­net etsin, o şöyle der: Bu âyet, Allah'ın hudutsuz ilminin bir tasviridir. Zaman ve mekanda yerde ve gökte, karada ve denizde, yerin dibinde ve göğün katlarında, Ölü ve diri, yaş ve kun ne varsa, hiçbiri onun ilminin dışında kalmaz... İnsanın hayal gücü, bu kısa metinlerin geri­sinde hızla ilerleyerek, bu görülen âlemin sınırlarını aşıp bilinen ve bilinmeyen âlemleriı ufuklarını araştırıyor. Geçmişte, halde ve gelecekte dâima kapalı kalacak olan gayp perdele rini açmaya çalışırken, insanın vicdanı titriyor. Bunlar, son derece uzak ve ufukları geniş pei delerdir. Bunların hepsinin anahtarları Allah'ın katındadır. Ondan başka kimse bunları bile mez. Onun ilmi, karaların bilinmeyen noktalarını, denizlerin en derin diplerini kuşatır. Bun ların hepsi Allah'ın ilmine açıktır. Yeryüzünde bulunan sayılamayacak kadar ağaçlarda düşen yaprakları bilir, Onun gözü, nerede olursa olsun, düşen her yaprağı görür. Toprağı içinde gömülü olan her tohumu da görür, hiçbiri Allah'ın gözünden kaçmaz. Bu gem kâinatta yaş ve kuru ne varsa hepsini kontrol eder. Hiçbiri onun kuşatıcı ilminin dışında kal; maz. İşte beşer hayalinin bu âlemlerde dolaşması, başlan döndüren akılları alan b dolaşmadır. Görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen uzaklıklarda bir turdur, işte t âyet, onların hepsini birkaç kelime içinde, bütün İnceliğiyle ve tam manâsıyla tasvir ed gözler Önüne seriyor. Dikkat buyurun, işte bu bir İcazdır. (Fî zilâli'l-Kur'an, 7/247)
[127] el-Bahru'1-muhît, 4/146
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/204-205.
[128] Kurtubî, 7/5
[129] Zâdu'l-Mesîr, 3/55
[130] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/205-206.
[131] Ebussuûd, 2/107
[132] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/206.
[133] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/206.
[134] Kurtubî, 7/8
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/206-207.
[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/207.
[136] Beyzâvî, S.173
[137] Zâdu'l-Mesîr, 3/59
[138] Buhârî, Tefsir-i sûre 6/2; frisam, 11
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/207.
[139] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/207.
[140] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/207.
[141] Taberî, 11/437
[142] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/207-208.
[143] Taberî'ye göre âyetin mânâsı şudur: Fakat bu takdirde mü'minlerin onlardan yüz çevirmeleri için, onlara Allah'ın emrini hatırlatmak gerekir ki, Allah'tan korksunlar.
[144] el-Bahr, 4/154
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/208.
[145] Taberi 11/447
[146] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/208.
[147] Tabert, U/452
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/208-209.
[148] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/209.
[149] el-Bahr, 4/160
[150] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/209-210.
[151] Keşşaf, 2/32
[152] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/210.
[153] Mehasinu't-tc'vil 6/2343
[154] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/210.
[155] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/215.
[156] Tefsir-i Razı, B/46
[157] Tehzîbu'1-luğa, maddesi
[158] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/216.
[159] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, S.126; Kurtubî, 7/37
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/216-217.
[160] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/217.
[161] el-Bahr 4/165
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/217.
[162] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/217.
[163] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/217-218.
[164] el-Bahru'1-muhît, 4/167
[165] Muhtasar-ı İbni Kesir, 1/592
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/218.
[166] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/218.
[167] Bazı müfessiri er, Hz.İbrahim'in yıldız için söylediği: "Benim Rabbim budur" sözünü çocuk iken, Allahı tanıma hususundaki fikri tam gelişmeden önce söylediği kanaatindedir. Doğru olan, cumhurun şu görüşüdür: Bu söz, Hz.İbrahim'in, kavmi ile münazara esnasında, onların yıldızlara, güneşe ve aya tapmalarının bâtıl olduğuna dair delil getirmek için söylediği bir sözdür. Hasımlarını susturmak İçin, Onlarla aynı ibareyi kullanarak, "Bu benim Rabbİmdır" demesi, hüccetlerinin en iyisi ve delillerin en açığıdır. " Kavmi onunla münazara etti" ve iste bunlar, kavmine karşı, İbrahim'e verdiğimiz huccetimizdir." ayetleri, Hafız İbn Kesir'in de dediği gibi, bu makamın tefekkür makamı değil, münazara makamı olduğunu göstermektedir. Peygamberlerin babası ve haniflerin Önderi olan Hz.İbrahım'in Yüce Allah hakkında şüphe> düşmesi uygun değildir. Fahr-İ Râzî, cumhurun görüşünü ieyit eder mahiyette 12 delil gelimistir. (Tesfir-i Kebîr, 13/47)
Kurtubî, Zemahşerî, Ebussuûd, İbn Kesir ve Ebu Hayyân gibi büyük müfessirlerin tercihi bı dur. Allah daha iyi bilir.
[168] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/218-219.
[169] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/219.
[170] Buhârî, Enbiya 8,41; Müslim, İman 197
[171] Lukman Suresi, 31/13
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/219.
[172] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/219.
[173] Muhtasar-ı İbni Kesir, 1/596
[174] zamiri hakkında iki görüş vardır. Birinci görüşe göre bu zamir Nuh peygam-ber'c racidir. Ferrâ ve İbn Cerir bunu tercih etmişlerdir. Bir başka görüşe göre ise, bu zamir İbrahim'e racidir. Bu Atâ'nın görüşüdür. Ebussuûd bunu tercih etmiştir. Çünkü ayetin akışı, İbrahim (a.s.)'in fevkalade durumlarını açıklamaktadır.
[175] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/220.
[176] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/220.
[177] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/220.
[178] el-Bahr, 2/173
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/220-221.
[179] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/221.
[180] Bir görüşe göre uj den maksat Medine'ii Ensardır. Bu, İbn Abbâs'm görüşüdür. Başka bir görüşe göre ise, bu âyette isimlen geçen 18 peygamberdir. Bu, Katâde'nîn görüşüdür. Zeccâc ve İbn Cerîr'in tercihi de budur.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/221.
[181] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/221.
[182] Taberî, 11/527
[183] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/221.
[184] Sâvî, 2/31
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/221-222.
[185] Enfâl sûresi, 8/5:
[186] el-Bahru'1-muhît,
[187] Keşşaf, 2/36
[188] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/222.
[189] Enbiya suresi, 21/104
[190] Buhârî, Enbiya 8; K. Tefsir, 5, 14-15; Rıkak 45; Müslim, Cennet, 58.
[191] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/223.
[192] Telhisu’l beyan S.37
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/223-224.
[193] Buhari Enbiya 8
[194] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/224.
[195] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/228.
[196] Keşşaf, 2/39
[197] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/228.
[198] Kunubi, 7/61
[199] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, S.127
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/228.
[200] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/228.
[201] Kurtubi. 7/44
[202] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/229.
[203] Taberi, 11/554
[204] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/229.
[205] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/229.
[206] Müstekarr, yeryüzünde kalmak, müstevda ise, yer altında kalmak manasında tefsir edil­miştir. Taberi, umumi manayı tercih etmiştir.
[207] Sâvî, 2/34
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/229-230.
[208] Taberî, 11/573
[209] Tefsiru'l-Cevzî, 3/96
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/230.
[210] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/230-231.
[211] Teshil, 2/18
[212] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/231.
[213] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/231.
[214] Muhtasar-ı Tbn Kesir, 1/605
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/231.
[215] Tefsir-i İbn'M-Cevzî, 3/99
[216] Keşşaf, 2/43
[217] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/231-232.
[218] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/232.
[219] Kurtubî, 7/60
[220] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/232.
[221] Enbiya sûresi, 21/23v
[222] Sâvî, 2/37
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/232
[223] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/607
[224] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/232.
[225] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/232.
[226] Sâvî, 2/39
[227] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/233.
[228] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/233.
[229] Kıyame sûresi, 75/22-23
[230] Buhari Mevakit 16 Tevhid 24; Müslim, Mesacid 211
[231] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/233-234.
[232] Taberî, 12/47
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/240.
[233] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesir, 3/108
[234] " " "3/109
[235] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/131
[236] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/240.
[237] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/240-241.
[238] el-Bahru'I-muhît, 4/206
[239] Ebussuûd, 4/274
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/241.
[240] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/241.
[241] Taberî, 12/64
[242] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/241.
[243] el-Bahr, 4/210
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/241.
[244] Zâdu'l-Mcsir, 3/112
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/241-242.
[245] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/242.
[246] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/612
[247] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/242.
[248] Keşşaf, 2/49
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/242.
[249] el-Bahru'l-muhîi, 4/214
[250] Beyzâvî, S.181
[251] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/243.
[252] Zâdü'l-Mesîr, 3/117
[253] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/243.
[254] el-Bahr, 4/216
[255] el-Bahr, 4/217
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/243-244.
[256] Taberî, 12/100
[257] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/617
[258] Taberî, 12/109
[259] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/244.
[260] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/244.
[261] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/618
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/244-245.
[262] Ebussuûd böyle ifade etmiştir.
[263] El-Bahru'1-rnuhît, 4/214
[264] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/245.
[265] Kâsımî, Mehâsinu't-tc'vîl, 6/2474
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/245.
[266] Tefsir-i Kebir 13/167
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/245-246.
[267] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/250.
[268] Fecr sûresi, 89/5
[269] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/250.
[270] Beyzâvî, s.181
[271] Taberî, 12/118
[272] Keşşaf, 2/51
[273] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/250-251.
[274] Kurtubî, 7/85
[275] Fahr-i Râzî, 13/194
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/251.
[276] Mülk sûresi, 67/9
[277] Beyzâvî, s. 182
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/251-252.
[278] Taberî, 12/124
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/252.
[279] İbnü'l-Cevzî, 3/126
[280] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/252.
[281] Ebussuûd, 2/138
[282] el-Bahr, 4/225
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/252-253.
[283] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/253.
[284] Fussilet sûresi, 41/40
[285] Keşşaf, 2/53
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/253.
[286] Muhtasar-ı îbn Kesir, 1/622
[287] et-Teshîl, 2/22
[288] Muhtasar-ı tbn Kesir, 1/622
[289] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/253-254.
[290] Keşşaf, 2/54
[291] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/254.
[292] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/254.
[293] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/254-255.
[294] Keşşaf, 2/57
[295] Muiıtasar-1 İbn Kesir, 1/624
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/255.
[296] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/255.
[297] Kasımı, Mehâsînu't-te'vîl, 6/2505
[298] Zümer sûresi, 39/71
[299] Bir ilişik ve ilgiden dolayı bir kelimeyi başka bir manayı da içine alacak şekilde kullanmaya tağlib denir baba ile anneye ebeveyn (iki baba) denilmesi gibi (Mütercimler)
[300] Rahman Suresi 55/22
[301] Kurtubi 7/97
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/256.
[302] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/259-260.
[303] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/260.
[304] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/624
[305] Taberî, 12/176
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/260.
[306] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/260-261.
[307] Kurtubî, 7/113
[308] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/261.
[309] Ebussuûd, 2/142
[310] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/261-262.
[311] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/262.
[312] el-Bahru'l-muhît, 4/243
[313] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/262.
[314] el-Bahru'l-muhît, 4/246
[315] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/262-263.
[316] Cebriyye: Kulun, fiillerinde mecbur olduğunu, kendine has hiçbir gücü ve iradesi ol­madığım savunanlardır. (Mütercimler)
[317] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/263.
[318] Kehf sûresi, 18/29
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/263.
[319] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/263-264.
[320] Telhîsu'I-beyân, s.l
[321] el-B alını'1-muhît, 4/246
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/264.
[322] Necm sûresi, 53/3,4
[323] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/264.
[324] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/268.
[325] Kurtubî, 7/152
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/268-269.
[326] Ebussuûd, 2/146
[327] Zâdül-mesîr, 3/148
[328] Taberî, 12/219
[329] Buhârî, Diyât 6; Müslim, Kâsame 25
[330] el-Bahr, 4/252
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/269-270.
[331] Beyzâvî, s. 184
[332] Kurtubî, 7/137
[333] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/270.
[334] Ahmecl b. Hanbel, MüSned 1/435 Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/633
[335] el-Bahr, 4/254
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/270-271.
[336] Taberî, 12/236
[337] Ebussuûd, 2/148
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/271.
[338] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/271.
[339] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/271.
[340] Kurtubî, 7/144
[341] Zâdü'l-mesîr, 3/155
[342] Ebussuûd, 2/149
[343] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/271-272.
[344] Taberî, 12/245
[345] Taberî, 12/266
[346] Buhârî, Fiîen 25; Müslim,îman 248
[347] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/272.
[348] Taberî, 12/274
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/273.
[349] Müslim, Zikr 22; îbn Mâce, Edeb 58
[350] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/273.
[351] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/273.
[352] Bu, İbn Abbâs ve Mücâhid'in görüşüdür. Taberî de bunu tercih etmiştir. Bazı tefsİrciler ise, nüsükten maksat "ibadet" tir, demişlerdir. Birinci görüş tercihe şayandır.
[353] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/273.
[354] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/273.
[355] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/274.
[356] Taberî, 12/287
[357] Zâdu'l-Mesîr, 3/163
[358] Teshil, 2/28
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/274.
[359] Keşşaf Haşiyesi, 2/64
[360] Telhisu'l-beyân, s.40
[361] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/274-275.
[362] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/275.
[363] En'âm sûresi. 6/165
[364] Hicr sûresi, 15/48
[365] Hicr sûresi, 15/49
[366] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/275.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder