Enam Suresi(2)
Kelimelerin İzahı
Melekût, büyük hükümranlık
demektir. Sonundaki ve hükümranlığın büyüklüğünü ifade eder. Nitekim kökünden
gelen kökünden gelen kelimelerinde de ve mübalağa ifade
eder.
Karanlığı ile onu örttü demektir.
Vahidî şöyle der: Gece onu örttü manasınadır. Örttüğün her şeye Örtüldü,
denilir. kelimeleri bu köktendir. Bunların hepsinin aslında Örtmek ve örtülmek
mânâları vardır.[156]
Bâziğ, doğan, demektir. Ay doğmaya
başladığında denir. Ezherî şöyle der: Bu kelimenin, yarmak mânâsına gelen
mastarından alınmış olma ihtimali vardır. Çünkü ay, ışığıyla karanlığı yarar.[157]
Gözden kayboldu, demektir. Bir şey
gözden kaybolup uzaklaşınca denir.
Sultân, delil,
demektir.
Karıştırırlar. Birisi bir işi
karıştırdığında denir. Elbiseyi giydi,
demektir. Onları seçtik Karâıîs, kağıt mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur.
Şâir şöyle der:
İlmi kâğıda emanet etti, o da zayi
etti. Kâğıtlar, ne kötü ilim emanetçileridir.
Gamerât, nin çoğuludur. Gamre ise,
aklı gideren şiddet demektir. İçine düşen her şeyi yutarak gizleyen çok su
mânâsmdaki dan alınmıştır.
Size verdik, sizi sahip kıldık,
demektir. bağış ve ihsan manasınadır.
Zayi oldu, boşa gitti,
demektir. [158]
Nüzul Sebebi
Sâid b. Cübeyr'den rivayet
edildiğine göre, Yahudilerden Mâlik b. Sayf, Peygamber (s.a.v.)'e gelerek onunla
mücadele etmeye başladı. Rasu-lullah (s.a.v) ona şöyle dedi. Musa'ya Tevrat'ı
indiren Allah için yemin eder misin? Tevrat'ta, Allah'ın şişman âlimlere
buğzettiğine dair âyet olduğunu bilmiyor musun? Mâlik b. Sayf şişman bir
âlimdir. Buna kızan Mâlik şöyle dedi: Vallahi, Allah hiçbir beşere birşey
indirmemiştir. Yanında bulunan arkadaşları: Yazıklar olsun sana, Musa'ya da mı
bir şey indirmedi? dediler.
O, tekrar: "Allah, hiçbir beşere
bir şey indirmemiştir" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah "Allah'ı gereği gibi
tanımadılar. Çünkü Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi." dediler" âyetini
indirdi.[159]
Âyetlerin Tefsiri
74. Ey
Muhammedi ibrahim'in dîni üzerine olduklarını iddia eden putperest kavmine,
onun, babası Âzer'i ayıplayarak "Seni yaratan, sana iyi bir şekil ve rızık veren
Allah'ı bırakıp da putları mı kendine ma'bud ve ilâh ediniyorsun?" dediği zamanı
hatırlat. İbrahim devamla: Şüphesiz sen de, kavmin de, Haktan uzak apaçık bir
dalâlet içindesiniz, demişti. [160]
75. İşte
böylece biz, İbrahim'e, göklerin ve yerin büyük hükümranlığını ve engin
saltanatını gösteriyorduk. Kesin îman edenlerden olması için, ona bu engin
delilleri gösterdik. Mücâhid şöyle der: Ona yerler ve gökler açıldı. En üstte ve
en altta bulunan hükümranlığı gözleriyle gördü.[161]
76. Gece, bütün
aydınlıkları karanlığı ile örtünce, gökyüzünde parlayan bir yıldız gördü. Bu,
Zühre veya Müşteri gezegenidir, Sizin iddianıza göre, "Benim Rabbim budur."
dedi. Hz. İbrahim, "onları reddetmek, kınamak ve derece derece onları helake
götürmek için böyle söyledi. Zira o, kavminin, Allah'ı bırakıp putlara tapma
hususundaki cehalet ve hatalarını kendilerine göstermek istiyordu. Zemahşerî
şöyle der: Babası ve kavmi, putlara ve yıldızlara tapıyorlardı. Hz.İbrahim
"görme ve delil getirme" yoluyla, kavminin dalâlet içinde olduklarına
dikkatlerini çekmek ve onlara doğruyu göstermek istedi. Ayrıca sağlam bir
bakışın, yıldızlardan herhangi birinin ilâh olamayacağını, arkalarında, onları
yaratan, doğuşlarını ve batışlarını, bir yerden diğer yere gidiş ve
intikallerini idare eden birinin varlığını gösterdiğini onlara öğretmek istedi,
İla Bu, benim Rabbimdir." sözü, hasmının bâtıl yolda olduğunu bildiği halde, ona
insaf ile muamele eden kimsenin sözüdür. Kendi görüşünde mutaassıp değilmiş
gibi, hasmının sözünü aynen naklediyor. Zira bu davranış hakka daha iyi götürür.
Sonra tekrar ona dönerek, iddiasını delil ile boşa çıkarır. Yıldız batınca, Hz.İbrahim: "Ben böyle batan
şeylere tapmayı sevmem" dedi. Çünkü ma'budun durumunun değişmesi ve bir yerden
başka bir yere intikali doğru değildir. Esasen bunlar, cisimlerin nite
ilklerindendir. [162]
77. Hz.İbrahim
(a.s.) ayın doğup etrafa ışık saçtığını görünce, önce dediği gibi, "Rabbim
budur" dedi. O, bu sözüyle kavminin tapdıkları şeylerin bâtıl olduğuna
dikkatlerini çekmek ve beyinsiz olduklarını göstermek istiyordu. Ay da batıp
gözden kaybolunca İbrahim: "Eğer, Rabbim beni doğru yol üzerinde sabit tutmazsa
ben mutlaka doğru yolu şaşırmış topluluklardan olurum" dedi. Burada Hz.ibrahim
(a.s.), tariz yoluyla, kavminin dalâlette olduğunu göstermek istemiştir. [163]
78. Güneşin
doğduğunu görünce; "Rabbim budur. Bu, yıldızlardan ve aydan daha büyük" dedi.
Güneş batınca: "Ben sizin putlarınızdan da, Allah'a ortak koşmanızdan da uzağım"
dedi. Ebû Hayyân şöyle der: Hz.İbrahim (a.s.) gördüğü bu yıldızın, ma'budluğa
elverişli olmadığını kavmine gösterdikten sonra, ondan daha parlak ve nurlu
olanını gözetmeye başladı. Yeni doğmakta olan ayı gördü. O da gözden kaybolunca,
güneşin doğmasını bekledi. Çünkü o aydan daha parlak, daha nurlu, daha büyük ve
daha faydalı idi. Bunu, onlara karşı delil getirme ve güneşin de yıldızlar gibi
sonradan yaratılmış olduğunu göstermek için bu şekilde davrandı.[164]
İbn Kesir şöyle der: Gerçek şudur ki,
Hz,İbrahim (a.s.), bu makamda kavmi ile münazara halinde bulunuyor ve onların
putlara ve sırası ile en parlakları güneş, ay ve zühre gibi hareket halindeki
yıldızlara tapmalarını bâtıl olduğunu açıklıyordu. Gözlerin
gördüğü bu en parlak üç cismin
ilâh olmadığı anlaşılıp kesin delillerle ortaya çıkınca, İbrahim: "Ben
sizin, Allah'a ortak koştuğunuz putlardan uzağım." dedi.[165]
79. Ben bâtıl
dinleri bırakıp Hak dine dönerek, inancımda ve amelimde, âlemleri, gökleri ve
yeri yoktan yaralan Allah'a yöneldim. Ben, ibadette, başkalarım Allah'a ortak
koşanlardan değilim. [166]
80. Tevhîd
konusunda, kavmi onunla mücadele ve münazara etli.[167]
İbn Abbâs şöyle der: İlâhları hakkında, kavmi onunla mücadele etti ve ilâhları
ile onu korkutmaya çalıştılar. Hz .İbrahim de, onları kınayarak şöyle cevap
verdi: Allah'ın varlığı ve birliği hakkında benimle mücadele mi ediyorsunuz?
Halbuki Allah bana basiret verdi ve bana doğruyu gösterdi. Ben, sizin Allahı
bırakıp da kendilerine taptığınız sahte ilâhlardan korkmam. Çünkü onlar ne
zarar verebilir, ne de menfaat sağlayabilirler. Ne görebilir, ne de
işitebilirler. Sizin iddia ettiğiniz hiçbir şeyi yapamazlar. Ancak, Rabbim,
hoşa gitmeyen bir şeyin benim başıma gelmesini isterse bu olur. Rabbimin ilmi
her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ ibret almıyor musunuz? Bu soru onları kınamak için
sorulmuştur. Bu soru, onların tam bir gaflet içinde olduklarına dikkatlerini
çekmektedir. Zira Allah'ın birliğini gösteren kesin delillerin ortaya çıkmasına
rağmen onlar, hiçbir zarar ve yarar sağlayamayan şeylere taptılar ve Allah'a
ortak koştular. [168]
81. Siz, hiçbir
hüccet ve deliliniz olmadığı halde kendisine ortak koştuğunuz herşeye Kadir olan
Allah'tan korkmazken, ben, ibadette Allah'a ortak koştuğunuz ilâhlarınızdan
nasıl korkarım! Hangimiz, emniyet içinde olmaya daha lâyıktır. Biz mi, yoksa
siz mı? Biz, Allah'ı delillerle tanıdık ve sadece ona ibadet ettik. Siz ise
putları ona ortak koştunuz ve tek hesaba çekici olan Allah'ı inkâr ettiniz. [169]
82. İnanıp da
İmanlarını şirkle karıştırmayanlar var ya, azaptan emin olmak onlara mahsustur.
Onlar hidayet ve doğru yol üzerindedirler. Rivayete göre, bu âyet inince Ashab-ı
kiram korktular ve Rasulullah (s.a.v.)'a:"Hangimiz nefsine zulmetmiyor ki!?"
dediler. Rasulullah (s.a.v.): "O, sizin anladığınız gibi değildir. O ancak
Lokman'm oğluna dediği manadadır", buyurdu![170]
Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma.
Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür.[171]
83.
Buradaki kelimesi, Allah'ın dostu
İbrahim (a.s.)'i desteklemek üzere yukarda zikrettiği kesin delillere işaret
etmektedir. Yani, İbrahim'in Allah'ın birliğine dair getirdiği, güneşin ayın ve
yıldızların batması gibi deliller, kavmine karsı onun için kesin bi delil olsun
diye kendisine verdiğimiz delillerimizdir. Biz, dilediğimize ilim, anlayış ve
peygamberlik vererek derecelerini yük seltiriz. Şüphesiz Rabbin, hikmet
sahibidir, her şeyi yeri yerine kor. İlim sahibidir, hiçbir şey ona gizli
kalmaz. [172]
84. Soyunun
devamıyla mesut olsun diye, İbrahim'e oğlu İshak'ı ve torunu Yakup'u verdik.
Onların herbirine saadet yolunu
gösterdik, peygamberlik ve hikmet verdik. İbn Kesir şöyle der: Burada Yüce
Allah, ihtiyarlayıp çocuktan kesildikten sonra İbrahim (a.s)'e oğlu İshak'ı
lütfettiğini, onun peygamberliğini ve soyunun devam edeceğini müjdelediğini
bildiriyor. Bu en büyük müjde ve en büyük nimettir. Bu, Allah'a İbadet etmek
için kavminden ayrılması ve yurdundan hicret etmesine karşılık, İbrahim (a.s)'e
verilmiş bir mükafattır. Allah, Hz.İbrahim'in gözünün aydın olması için
kavminin ve akrabalarının yerine, kendi sulbünden salih evlatlar verdi.[173]
İbrahim'den önce de Nuh'a doğruyu göstermiştik. Hz. Nuh, beşerin ikinci babası
olduğu için, burada Yüce Allah onu zikretti. Önce İbrahimin oğullarının sonra da
atalarının şerefini anlattı. İbrahim'in soyundan[174] şu
yüce peygamberleri gönderdik. Yüce Allah, ilk önce Davud ve Süleyman (a.s)'m
isimlerini verdi. Çünkü bu ikisi hükümdarlık ve peygamberliği bir arada
yürüttüler. Süleyman (a.s.), Davud (a.s)'un oğludur. Allah Teâlâ, baba ile oğlu
beraber zikretti. Eyyûb ve Yusuf (a.s.)'un imtihan ve belalara katlanmada ortak
yönleri olduğu için ikisini birlikte zikretti. Mûsâ ve Harun'u... Bunlar kardeş
olduğu için ikisini birlikte zikretti. Mûsâ (a.s) Kelîmullah olduğu için, önce
onun adını söyledi. İbrahim'e verdiğimiz bu kıymetli mükâfat gibi, sıdk ile îman
eden ve güzel amel işleyenleri de mükafatlandırırız. [175]
85. Zekeriyyâ,
Yahya, Tsâ ve İlyâs'ı da gönderdi. Bunların dünyadan yüz çevirme ve zühd ve
takva hususunda ortak, yönleri bulunduğu için, onları da beraber zikretti.
Bunların hepsi," son derece salih kullardandır.
[176]
86. İbrahim
(a.s)'in oğlu İsmail (a.s)'i, el-Yesa (a.s.)'ı, Mettâ oğlu Yunus (a.s.)'u ve
Haran oğlu Lut (a.s)'u ki bu ibrahim (a.s.)'in kardeşi oğludur gönderdik. Bu
âyette adı geçenlerin hepsine peygamberlik vererek, onları zamanlarında yaşayan
her şeye üstün kıldık. [177]
87. Onların
babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden birçok cemaatı da doğru yola
ilettik. Onları seçtik ve dosdoğru hak yola ilettik. İbn Abbâs, şöyle der: Bu
peygamberlerin içinde her ne kadar, ana ve baba tarafından doğum yoluyla
Hz.İbrahim'in zürriyetine mensup olmayanlar varsa da, hepsi onun soyuna
katılmışlardır.[178]
88. İşte bu
ulaşmak, Allah'ın hidayetidir. Allah ona, mahlukatından istediğini iletir. Eğer
o peygamberler, faziletlerine ve derecelerinin yüksekliğine rağmen, Allah'a
ortak konsalardı, amelleri elbette boşa giderdi. Hal böyle olunca, başkalarının
durumu nasıl olur? [179]
89. İşte on'arî
kendilerine semavî kitapları indirmek, rabbânî hikmet, nebilik ve rasûllük
vermek suretiyle ihsanda bulunduğumuz kimselerdir.
Ey Muhammed! Senin zamanındaki
kâfirler eğer ayetlerimizi inkar ediyorlarsa, bilsinler ki, biz onların
korunmasını ve gözetilmesini rasullerimize ve peygamberlerimize verdik.[180]
90. İşte
yukarıda adı geçen bu peygamberler, Allah'ın kendilerine hidayet nasip ettiği
rehberlerdir. Onları örnek al ve onların güzel yoluna uy. Ey Muhammed! Kavmine
de ki: Kur'an'i tebliğ etmeye karşılık ben sizden mal ve ücret istemiyorum. Bu
Kur'an bütün mahlukât için öğüt ve nasihatten başka bir şey değildir, [181]
91. Allah'ı
hakkıyle bilemediler ve ona gerektiği şekilde tazim edemediler. Çünkü onlar
vahyi ve peygamberlerin gönderilişini inkâr ederek: "Allah, hiçbir beşere bir
şey indirmedi." dediler. Bunu söyleyenler la'netli Yahudilerdir. Muhammed
(s.a.v.)'e Kur'an'm inişini şiddetle inkar etmek için bu çok çirkin şeyi
ağızları ile söylediler. Ey Muhammed! O inatçı Yahudilere de ki: "İnsanların
aydınlanacağı bir nur ve İsrâîloğullarma bir hidayet olarak Tevrat'ı Musa'ya kim
indirdi? O kitabı, kesilmiş kağıtlara ve dağınık yapraklara yazıyor, onlardan
dilediğinizi açıklıyor, dilediğinizi de gizliyorsunuz. Taberî şöyle der:
Muhammed (s.a.v.)'in durumu ve peygamberliği ile ilgili olarak halktan
gizledikleri şeyler bu âyetlerdendir.[182]
Ey Yahudiler! Bu Kur'an'da size Allah'ın dininden ve hidayetinden daha önce ne
sizin, ne de babalarınızın bildiği şeyler öğretildi. Onlara cevap olarak: "Onu
Allah indirmiştir" de sonra onları oyun ve eğlence etmek üzere daldıkları
bâtılda bırak, oynayadur-sunlar. Bu yaptıkları kötülüklerden dolayı onlara bir
tehdit ve korkutmadır. [183]
92. Muhammed
(a.s.)’e indirilen bu Kur'an, fayda ve menfaati çok, mübarek bir kitaptır.
Kendisinden Önce inen Tevrat ve İncil gibi, Allah'ın kitaplarını tasdik eder.Ey
Muhammedi Onu Mekke halkım ve Mekke'nin etrafındaki diğer yeryüzü halkını
uyarman için indirdik. Bu mana, İbn Abbâs'mdır. Haşir ve neşre inananlar, bu
kitaba da inanırlar. Çünkü bu kitap vaad ve tehdit, müjde ve korkutma ihtiva
etmektedir. Onlar namazlarını vakitlerinde en mükemmel bir şekilde kılarlar.
Sâvî şöyle der: Namaz ibadetlerin en şereflisi olduğu için, Yüce Allah sadece
onu zikretti.[184]
93. Bu soru
olumsuzluk ifade eder. Yani, Allah'a karşı iftira edip ona ortak koşandan daha
zâlim hiçkimse yoktur, Veya, kendisine hiçbir şey v ah y edilmem işken, "Bana da
vahy geldi." diyenden daha zâlim kimse yoktur. Yani Müseyle-metu'l-Kezzâb ve
Esved-i Ansî gibi, Allah kendisini peygamber olarak göndermediği halde
kendisinin peygamber olduğunu iddia eden kimseden daha zalimi yoktur. Yine
Allah'ın indirdiği kelâma benzer bir kelâmı söyleyebileceğini iddia edendenden
daha zâlimi yoktur. Nitekim kâfirler: İstesek, biz de bunun benzerini elbette
söyleyebiliriz,[185]
demişlerdi, Ebu Hayyân şöyle der: Bu âyet Nadr b. Haris ve onunla birlikte
Kur'an'la alay edenler hakkında nazil olmuştur. Çünkü o, Kur'an'a karşı çıkarak
anlatılmaya değmeyecek kadar basit sözlerle onun benzerini söylemeye
kalkışmıştır.[186] Ey Muhammedi O zâlimler ölüm sarhoşluğu ve
şiddeti içinde iken sen onları bir görsen! Durumun korkunçluğunu göstermek için
edatının cevabı hazfedil -miştir. Takdiri: "Sen, büyük bir olay görmüş olursun"
Azap melekleri ise, ruhlarının cesetlerinden çıkması için yüzlerine ve kıçlarına
vururlar. Bu esnada onlara: "Haydi canlarınızı azaptan kurtarın!" derler.
Zemahşerî şöyle der: Yani, melekler: "Ruhlarınızı bedenlerinizden çıkarıp
getirin." derler. Bu, meleklerin, onların canım alırken gösterdikleri sertliği
ve nefes aldırmadan ve mühlet vermeden hemen canlarını almak için gösterdikleri
şiddetli İsrarı ifade eder.[187]
Allah'a iftira etmeniz ve O'na ortak ve çocuk nisbet etmeniz sebebiyle bugün,
alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız.
Bu azap, son derece rezil edici
olmasının yanında, şiddetle küçültücüdür de. Siz, Allah'ın âyetlerine inanmayı
kibirinize yediremiyor, onlar üzerinde düşünmüyor ve onlara inanmıyorsunuz. [188]
94. Andolsun,
siz ilk defa yarattığımız gibi o gün bize hesap vermek için aile, mal ve
çocuktan ayrı olarak teker teker, yalınayak çıplak ve sünnetsiz olarak
geleceksiniz. Nitekim hadiste şöyle buyurulmuştur: "Ey İnsanlar! Siz Allah'ın
huzuruna yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak toplanacaksınız." Rasulullah daha
sonra: "Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi, onu tekrar o hale getiririz...[189]
mealindeki ayeti okudu.[190]
Dünyada size verdiğimiz mallan
arkanızda bırakmış olacaksınız. Bu zor günde, onların size bir yararı
olmayacak. Size şefaat edeceklerini sandığınız ve ibadete layık ve müstehak
olma hususunda Allah'a ortak olduklarına inandığınız ilâhlarınızı beraberinizde
göremiyoruz. Şüphesiz aranızdaki bağlar kopmuş, birliğiniz bozulmuş, ortak ve
şefaatçi zannettikleriniz dağılmış ve yok olup gitmişlerdir. [191]
Edebî Sanatlar
1. Böylece
İbrahim'e gösteririz" Geçmişteki halin hikayesidir. "Gösterdik"
demektir.
2. Mutlaka
yolunu şaşırmış kavimden olurum. Bu,onun kavminin dalâlette olduğunu tariz
yoluyla bildirmektedir.
3. lafızları
arasında, bedîî sanatlardan tıbak sanatı vardır.
4. Yüzümü" arasında,
iştikak cinası vardır.
5. Allah'ın
hidayeti." Bu izafet, şeref vermeyi ifade eder.
6. Hidayet" ve
"iSHi doğru yola iletir" kelimeleri arasında iştikak cinası
vardır.
7. Allah,
hiçbir beşere bir şey indirmemistir." Bu, herhangi bir peygambere, vahiyden bir
şeyin inişini inkar hususunda aşırılık ifade eder.
8. Kitab'i kim
indirdi?" Bu, kınamak ve susturmak için sorulmuş bir
sorudur.
9. Onu
açıklarsınız" ile gizlersiniz" lafızları arasında tıbâk sanatı
vardır.
10. Beldelerin
anası" Bundan maksat, Mekke-i Mükerreme'-dir. Burada istiare vardır. Çünkü
Mekke, şehirlerin ve köylerin aslıdır.
11. Ölüm
sarhoşluklarında." Şerif Râdî şöyle der: Bur-da güzel bir istiare vardır. Çünkü
Yüce Allah, onlara peşpeşe gelen ölüm sıkıntısı ve kederlerini, insanlara ard
arda gelip de onları sürükleyen dalgalara benzetmiştir. Bu hal, insanın kalbini
sarıp kuşattığı için denilmiştir.[192]
Bir Uyarı
Bazı müfessirlere göre Azer,
Hz.İbrahim'in babası değil, amcasıdır. Diğer bir gruba göre Azer put ismidir.
Doğru olan araştırıcı müfessirlerin dediğidir. Onlara göre Azer Hz.Ibrahim'in
babasının adıdır. Kitap ve Sünnet buna delâlet eder. Âyet, Âzer'in kâfir
olduğunu açıkça göstermektedir. Bu, Hz. İbrahim'in (a.s.) derecesini düşürmez.
Buhârî'nin Sahih'inde şöyle rivayet edilir: Kıyamet gününde, İbrahim, babası
Âzer'in yüzünde toz toprak olduğu halde onunla karşılaşacaktır..[193] Âzer'in mü'min olduğu iddiası, Kitab ve
Sünnet delili ile çürütülmüştür. Allah daha iyi bilir. [194]
95. Şüphesiz
Allah, tohumu ve çekirdeği yaran, ölüden diri, diriden ölü çıkarandır. İşte
Allah budur. O halde nasıl dönersiniz.
96. O, sabahı
aydınlatandır. O, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı birer hesap ölçüsü
kılmıştır. İşte bütün bunlar, aziz olan, pek iyi bilen Allah'ın
takdiridir.
97. O, kara ve
denizin karanlıklarında yıldızlarla yol bulaşınız diye sizin için onları
yaratandır. Gerçekten biz, bilen bir toplum için âyetleri geniş geniş
açıkladık.
98. O, sizi bir
tek nefisten yaratandır. Bir kalma yeri, bir de emanet olarak konulacağınız yer
vardır. Anlayan bir toplum için âyetleri ayrıntılı bir şekilde
açıkladık.
99. O gökten su
indirendir. İşte biz, her çeşit bitkiyi onunla bitirdik. O bitkiden de
kendisinde üstüste binmiş taneler bitireceğimiz bir yeşillik; hurmanın
tomurcuğundan sarkan salkımlar; üzüm bağları; birbi-
rine benzeyen ve benzemeyen zeytin
ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her
birinin meyvesine bakın! Kuşkusuz bütün bunlarda inanan bir toplum için ibretler
vardır.
100. Cinleri
Allah'a ortak koştular. Oysa kî onları da Allah yaratmıştı. Bilgisizce ona
oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Haşa! O, onların ileri sürdüğü vasıflardan
uzak ve yücedir.
101. O, göklerin
ve yerin eşsiz
yaratıcısıdır. O'nun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir! Her şeyi O
yaratmıştır ve her şeyi hakkıyle bilen de O dur.
102. İşte
Rabbiniz Allah O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur. O, herşeyin yaratıcısıdır. Öyle
ise O'na kulluk edin, O her şeye vekildir.
103. Gözler
O'nu göremez, halbuki O, gözleri görür, O eşyayı pek iyi bilen, her şeyden
haberdar olandır.
104. Size
Rabbiniz tarafından basiretler verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası
kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. Ben sizin üzerinize bekçi
değilim.
105. Böylece
biz âyetleri geniş geniş açıklıyoruz ki, "Sen ders almışsın" desinler ve biz,
anlayan toplum için Kur'an'ı iyice açıklayalım.
106. Rabbinden
sana vahyolunana uy. O'ndan başka ilâh yoktur. Müşriklerden yüz
çevir.
107. Allah
dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bir bekçi kılmadık.
Sen onların vekili de değilsin.
108. Allah'tan
başkasına tapanlara sövmeyin; sonra onlar da bilmeyerek ve haksızlık ederek
Allah'a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini cazip gösterdik.
Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O, ne yaptıklarını kendilerine
bildirecektir.
109.
Kendilerine bir mu'cize gelirse ona mutlaka inanacaklarına dair kuvvetli bir
şekilde Allah'a and içtiler. Deki: Mu'cizeler ancak Allah tarafındandır. Ama
mu'cize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında
mısınız?
110. Yine O'na
evvelce iman etmedikleri gibi, onların gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz.
Ve onları şaşkın olarak azgınlıkları içerisinde bırakırız.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde tevhîd
konusunu, ardından da peygamberlik meselesini açıkladı. Bu âyetlerde de asıl
maksadın, Allah'ın zatını, sıfatlarını ve fiillerini tanımak olduğuna dikkat
çekmek için yaratıcının varlığını, ilminin sonsuzluğunu, kudret ve hikmetini
gösteren delilleri anlattı. [195]
Kelimelerin İzahı
Fâlik, yaran, yarmak demektir, Sabahın
aydınlığı karanlığı yardığında
denir.
Seken, insanın kendisiyle sükûnet bulduğu ve
ona ısındığı şeydir. aynı zamanda merhamet demektir.
Husbânen, bir hesap ile. Zemahşerî
şöyle der: Husbân "hesap etti" mânâsına gelen fiilinin mastarıdır. Nitekim,
"sandı" mânâsına gelen fiilinin mastarı ise dır. inkâr etmek" ve şükretmek"
mastarları bunun benzeridir.[196]
Müterâkip, üst üste demektir.
Kınvan, hurma salkımı manasına
gelen kelimesinin çoğuludur.
Yetişmesi ve olgunlaşması. Ağaç
olgunlaşıp meyve verdiğinde ve
denir.
Yalan söylediler ve iftira
ettiler, Bedî, daha önce benzeri olmayan bir şeyi yaratan. daha önce benzeri
olmayan bir şeyi yaratmak demektir. Bundan dolayı, daha önce başkasının
yapmadığı herhangi bir sanatı icat eden kimse için icat etti kelimesi
kullanılır.
Çeviriyoruz, bir şeyi bir halden başka bir hale çevirmek
demektir. [197]
Nüzul Sebebi
İbn Abbâs (r.a)'ın şöyle dediği
rivayet olunur: Kureyş kâfirleri Ebu Tâlib'e: "Ya, Muhammedi ya arkadaşlarını
ilâhlarımıza sövmek ve dil uzatmaktan vazgeçirirsin veya biz de onun ilâhına
söver ve hakaret ederiz." dediler. Bunun üzerine Allah'tan başkasına tapanlara
(ve putlarına) sövmeyin. Sonra onlar da bilmeyerek Allah'a söverler..." âyeti
indi.[198]
Başka bir rivayette de, müşrikler Rasulullah (s.a.v.)'a: "Ey Muhammed! Ya
ilâhlarımıza sövmeyi bırakırsın, veya biz de senin Rabbine söveriz." dediler.
Bunun üzerine âyet nazil oldu.[199]
Âyetlerin Tefsiri
Söz sırası müşriklere karşı,
yaratılıştaki güzellikler ve tedbirlerdeki inceliklerle delil getirmeye geldi ve
Yüce Allah şöyle buyurdu: [200]
95. Allah,
bitkinin çıkması için toprağın altındaki tohumu ve ağacın çıkması için de
çekirdeği yarandır. Kurtubî şöyle der: Allah, ölü çekirdeği yararak ondan yeşil
yaprak çıkarır. Tohum da böyledir.[201]
O, kuru tohumdan, yumuşak ve taze
bitkiyi çıkarır. Gelişmekte olan canlı bitkiden kuru tohum çıkarır. İbn Abbâs
şöyle der: Kâfirden mü'mini, mü'minden kâfiri çıkarır. Buna göre diri ve ölü
kelimeleri, mü'min ve kâfir yerinde müstear olarak kullanılmıştır. İşte kâinatı
yaratan ve idare eden Allah budur. Bu açıklamadan sonra, artık haktan nasıl
dönersiniz. [202]
96. O,
karanlığı yarıp sabahı aydınlatandır. Taberî şöyle der: Gecenin siyahlığını ve
karanlığını yararak sabahın aydınlığını çıkarandır.[203]
Geceyi, dinlenme zamanı yapandır.
İnsanlar gece istirahata çekilip dinlenirler. Güneşi ve ayı, insanların
menfaatleri ile ilgili ince birer hesap ölçüsü kılandır. Zamanın ve gece ve
gündüzün hesabı onlarla bilinir. Bilinen bir hesap ile bunları yürütmek,
hiçbirşeyin kendisine karşı çıkamadığı, üstün ve galip olan, yarattıklarına
faydalı olanı ve onların tedbirini bilen Allah'ın takdiridir. [204]
97. O, karada
ve denizde gece karanlıklarında yolculuk yaparken, kendileri ile yol bulaşınız
diye sizin için yıldızları yaratandır. Issız çöllerde ve denizlerde yolculuk
yapanlar, varacakları yere geceleyin onlarla yol buldukları için, Yüce Allah onlara bu nimetleri
verdiğini bildirdi. Yaratıcının büyüklüğünü düşünebilen bir kavim için
kudretimizi gösteren delilleri açıkladık. [205]
98. O, sizi bir
tek nefisten yani Adem (a.s.)'den yaratandır. Sizin için bir kalma ve bir de
emanet olarak bırakılacağınız yer vardır. İbn Abbâs der ki: Anaların rahimlerde
kalma yeri ve babaların sulplerinde emanet olarak bırakılma yeri vardır. İbn
Mes'ûd şöyle der: Rahimlerde kalma yeri, öldüğün yerde de emanet kalma yeri
vardır.[206]
Sırları ve incelikleri anlayan bir kavim
için, şüphesiz âyetleri açıkladık. Sâvî şöyle der: İnsanın yaratılışındaki
merhalelerin ve ihtiva ettiği şeylerin akılların hayrete düşeceği çok ince
şeyler olduğuna işaret etmek için, burada "öj+tiı iyice anlayanlar" kelimesi
kullanıldı. Yıldızlar buna benzemez. Onların durumu açık ve görünmektedir.
Dolayısıyla onlar hakkında bilenler" kelimesi kullanıldi.[207]
99. O,
bulutlardan yağmuru indiren ve onunla her türlü hububat, meyveler, ürünler,
sebzeler, otlar ve ağaçları çıkarandır.
Taberî şöyle der: Yani, biz o yağmurla bitecek, gelişecek ve fayda verecek
herşeyi çıkardık, demektir.[208]
Bitkiden de yeşil yumuşak şey
çıkardık. Yeşilden de, buğday ve arpa başakları gibi üst üste dizilmiş taneler
çıkarırız. İbn Abbâs şöyle der: ili. 'den maksat buğday, arpa, mısır ve
pirinçtir. Hurmanın tomurcuğundan, yere yakın, toplanması kolay salkımlar
çıkardık. Âyette geçen kelimesi, kabuğu içinde ağaçtan ilk çıkan hurma, yani
tomurcuk manasınadır. İbn Abbâs der ki: Tomurcukların ağırlığından dolayı,
koparıp toplayacak olanlara yaklaşacak şekilde sarkmış olan dalları kastediyor.
O suyla, bostanlar ve üzüm bahçeleri çıkardık. Ve yine onunla, görünüşte
birbirine benzeyen fakat tatları farklı olan zeytin ve nâr ağaçları bitirdik.
Katâde şöyle der: Yaprakları birbirine benzer, meyveleri farklıdır. Bunda,
istediğini istediği şekilde yapan, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten
Allah'ın varlığına kesin bir delil vardır. olu Ey insanlar! Bu meyvelerin
çıkmaya başlamasından olgunlaşmasına kadar nasıl yetiştirdiğine, renklerinin,
kokularının, küçüklük ve büyüklüklerinin nasıl değiştiğine ibret ve basiret
gözüyle bir bakın. Meyvelerin ilk hallerini bir düşünün. Bu halde onların
bazıları acı, bazıları ise ekşidir. Bunların hiçbir şeyinden faydalanılmaz.
Sonra yetişip olgunlaştığında tatlı, güzel, faydalı ve yenmesi kolay bir hale
gelir. Her şeye gücü yeten ve her şeyi yaratan Yüce Allah noksan sıfatlardan
uzaktır. Cinsleri, şekilleri ve renkleri farklı olarak bu meyvelerin ve
ekinlerin yaratılmasında, Allah'ın varlığına inanan bir kavim için onun
kudretini ve birliğini gösteren kesin deliller vardır, tbn Abbâs şöyle der: Bu
bitkileri çıkaranın, ölüleri diriltmeye kadir olacağını tasdik eden bir kavim
için deliller vardır.[209]
100. Müşrikler
cinleri Allah'a ortak koştular. Zira putlara ibadet hususunda onlara itaat
ettiler. Halbuki onları Allah'ın yarattığını ve onları yalnız onun vücûda
getirdiğini biliyorlar. Durum böyleyken cinleri Allah'a nasıl ortak koşuyorlar!
Bu son derece cahilliktir.
Onlar câhilce, Allah'a iftira
ederek O'na oğullar ve kızlar nisbet ettiler. Şöyle ki, cehalet ve
beyinsizlikle: "Üzeyr Allah'ın oğludur ve Melekler Allah'ın kızlarıdır."
dediler. Allah, zâlimlerin ona nisbet ettiği bu sıfatlardan uzak ve
yücedir. [210]
101. O, önceden
bir benzeri olmadığı halde, göklerin ve yerin Yaratıcısıdır. Onun zevcesi
olmadığı halde nasıl çocuğu olur?! Zevce olmadan çocuk olmaz.
Ne varsa, hepsinin Yaratıcısı
odur. Ve o, hepsini bilir. Böyle olan bir kimsenin, hiçbir şeye ihtiyacı
olmaz.
Teshil yazarı şöyle der: Bundan
maksat, Allah'a çocuk nisbet eden kimseyji iki yönden reddetmektir. Birincisi,
çocuk ancak babasının cinsinden olur. Allah ise, cinslerden uzak ve yücedir.
Çünkü cinsleri yoktan yaratan odur. Bu durumda, onun çocuğunun olması doğru
değildir. İkincisi, gökleri ve yeri yaratan Allah'tır. Böyle olan zatın, ne
çocuğa ne de başka bir şeye ihtiyacı vardır.[211]
Bundan sonra Yüce Allah birliğini, yaratma ve vücuda getirmede tek olduğunu
vurgulayarak şöyle buyurdu: [212]
102. İşte
Rabbiniz, yaratanınız, sahibiniz ve işlerinizi yürüten Allah O'dur. O'ndan başka
hakikî ma'bûd yoktur. O, bütün varlıkları yaratantir. İbadete layık olan, sadece
bu vasıfları taşıyan zattır. O, her şeyi koruyan ve idare edendir. O halde
işlerinizi Allah'a havale edin. İbadet ederek, ona yaklaşmaya çalışın. [213]
103. Gözler onu
göremez ve onu kuşata-maz. Halbuki o, gözleri görür ve onları kuşatır. Çünkü
Yüce Allah'ın ilmi, gizli olanları bile kuşatır. O, kullarına lutf ile muamele
eden ve onların yararına olan şeyleri bilendir. İbn Kesir şöyle der: "Bu gözler
idrak edemez" demek kıyamet gününde Allah'ı göremez demek, değildir. Çünkü Allah
mü'min kullarına, dilediği gibi görünecektir. Fakat gözler, Yüce Allah'ın azamet
ve celâlini mahiyetiyle idrak edemezler. İşte bunun içindir ki, Hz. Âişe (r.a.)
bu âyeti delil getirerek, Allah'ın âhirette görüleceğini, dünyada ise
görülmeyeceğini savunmuştur.[214]
104.
Rabbinizden size, kendisiyle hidayeti dalâletten ve hakkı batıldan ayıracağınız
hüccet ve deliller geldi. Zeccâc şöyle der: Yani, size içinde açıklama ve
uyarıcı basiretler bulunan Kur'an geldi.[215]
Zemahşerî bu âyeti şöyle tefsir eder:
Kim, hakkı görür ve ona îman ederse, kendisi için görür ve kendisine fayda
sağlar. Kim de kör olursa, kendi aleyhine kör olur ve körlükle kendisine zarar
verir.[216]
Ben sizin üzerinizde bir koruyucu ve gözetleyici değilim. Ben ancak uyarıcıyım.
Üzerinizde koruyucu olan Allah'tır. [217]
105. Yukarıda
geçenleri açıkladığımız gibi, ibret alsınlar
ve müşrikler: "Kitaplarda okudun, ders aldın ve bu Kur'an'ı gelirdin."
desinler diye ayetlerimizi açıklıyoruz. Buradaki sonuç bildirendır. hakkı bilen bir kavme
Kur'an'ı izah edelim de, ona uysunlar diye âyetlerimizi açıkladık. [218]
106. Ey
Muhammed! Sen, Allah'ın sana vahyet-tiği Kur'an'a uy. Kurtubî şöyle der: Sen
kalbini ve zihnini onlarla meşgul etme. Bilakis, Allah'a ibadetle meşgul ol.[219]
Ondan başka gerçek ilah yoktur,
Müşriklerden yüz çevir. Onlarla oturup kalkma, onların görüşlerine iltifat
etme. [220]
107. Allah
onların hidayete ermelerini isteseydi onlara bunu nasip ederdi de Allah'a ortak
koşmazlardı. Fakat Allah ne dilerse onu yapar, Allah yaptığından sorumlu
tutulmaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir.[221]
Yaptıklarının karşılığını vermen için, seni onların amellerini gözetleyici
kılmadık. Sen onların maişetlerine ve işlerine vekil de değilsin. Sâvî şöyle
der: Bu cümle, bir önceki cümleyi tekit etmektedir. Yani, sen onların
gözetleyici ve vekilleri değilsin ki, onları imana zorlayasm. Bu hüküm, savaş
emri gelmeden önceki hükümdür.[222]
108.
Müşriklerin putlarına ve ilahlarına sövmeyin. Sonra, Allah'ın büyüklüğünü
bilmedikleri için haksızlık ederek Allah'a söverler. İbn Abbâs der ki:
"Müşrikler Rasu-lullah (s.a.v.)'a: Ya ilâhlarımıza sövmekten vazgeçersin ya da
biz de senin Rabbini hicvedeceğiz dediler. Bunun üzerine Yüce Allah, mü'minlere
onların putlarına sövmeyi yasakladı.[223]
İşte onlara amellerini güzel gösterdiğimiz gibi, her ümmete yaptıklarını güzel
gösterdik. İbn Abbâs şöyle der: İtaat edenlere itaatlarmı, inkâr edenlere de
inkarlarını güzel gösterdik, demektir. Sonra onların dönüşleri Allah'adır.
Onların amellerinin karşılığını Allah verecektir. Bu, ceza ve azabı haber veren
bir tehdittir. [224]
109. Mekke
kafirleri kuvvetli bir şekilde Allah'a yemin ettiler ki, eğer onlara istedikleri
türden bir mucize veya harikulade bir şey gelirse, ona mutlaka inanacaklar. Ey
Muhammed onlara deki: Mucizeler benim elimde değil,
elindedir. Onları getirebilecek
olan ben değil, Allah'tır. Ey mü'minler! Biliyor musunuz? Mucizeler geldiğinde
elki de onlara İnanmıyacaklar!! [225]
110. İnen
Kur'an'a ilk defa masıl inanmadılarsa, yine onların kalplerini ve gönüllerini
imandan çeviriz. Sâvî şöyle der: Burası cümle-i müste'nefedir. Hidâyet ve
dalâleti başkası değil, Allah'ın yarattığını açıklamak için getirilmiştir.
Allah kime hidâyet dilerse onun kalbini hidâyete çevirir; kimin de bedbaht
olmasını işerse, onun da kalbini o tarafa çevirir.[226]
Onları taşkın, şeytan çarpmış ve
mütereddit bir halde dalâletleri içersinde bırakı. [227]
Edebî Sanatlar
1. Ölüden
diriyi çıkartır" Burada kelimeleri arasında edebî sanatlardan tıbâk vardır.
Ayrıca cümlesinde "reddu'1-acez" denilen edebî sanat
vardır".
2. Nasıl
döndürülüyorsunuz?" Bu, olumsuzluk mânâsı ifade eden kınama sorusudur. Yani,
deliller getirildikten sonra artık imandan döndürülmenizin izahı
yoktur.
3. Onunla
çıkarttık" Burada, üçüncü şahıstan birinci şahsa dönüş vardır. Aslı, Onunla
çıkarttı" şeklindedir. Bundaki nükte ise, çıkaranın şanına itina göstermek ve
nimetinin büyüklüğüne işaret etmektir.
4. Zeytini ve
narı..." Değerlerinin fazlalığına binâen, husûsî olanın umûmî olan üzerine atfı
kabilindendir. Çünkü bunlar en büyük nimetlerdendir.
5. Rabbinizden
basiretler" Bu, mecâz-ı mürsel olup, "zikr-i müsebbeb irade-i sebeb"
kabilindendir. Yani, kendileriyle hakikatleri görebileceğiniz deliller ve
hüccetler geldi, demektir.
6. gördü" kör
oldu" kelimeleri arasında tıbâk vardır, ve
kelimeleri arasında ise işikak sanatı vardır. [228]
Bir Uyarı
Gözler onu idrak edemez" ifadesi,
idrakin olmadığını gösterir, yoksa görmenin olmadığını göstermez. Çünkü Yüce
Allah, "gözler onu göremez" demedi. Mu'tezile gibi, âhirette Allah'ın
görülmeyeceği görüşünü savunanlar, Kitabın ve Rasulullah'ın sünnetinin delalet
ettiği manaya aykırılıklarından dolayı haktan uzaklaşmış ve doğru yoldan
çıkmışlardır. Kitaptaki delil Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parlayacaktır.
Onlar Rabblerine bakacaklardır.[229]
Sünnetten delil ise Buhârî'nin rivayet ettiği şu hadistir: "Şüphesiz siz, bu ayı
gördüğünüz gibi Rabbinizi de göreceksiniz. Onu görürken birbirinizi
sıkıştırmayacaksınız.[230]
Delil, ve kılavuz olarak Kitap ve Sünnet yeter.
[231]
111. Eğer biz
onlara melekleri indirseydik, ölüler de kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi
toplayıp karşılarına getirseydik, Allah dilemedikçe yine de inanacak
değillerdi, fakat çokları bunu bilmez.
112. Böylece
biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarım düşman kıldık. Bunlar aldatmak
için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da
yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak
ki,
113. âhirete
inanmayanların kalbleri ona kansın, ondan hoşlansınlar ve işledikleri suçu
işlemeye devam etsinler.
114. Allah'dan
başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size Kitab'ı açık olarak indiren O'dur.
Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçekten Rabbin tarafından
indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden
olma!
115. Rabbinin
sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini
değiştirecek kimse yoktur. O işitendir, bilendir.
116.
Yeryüzünde bulunanların çoğuna
uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zan-dan başka
bir şeye tabi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.
117. Muhakkak
ki Rabbin, evet o Allah yolundan sapanı en iyi bilendir, yine O, doğru yolda
gidenleri de en iyi bilendir.
118. Allah'ın
âyetlerine inanıyorsanız, yalnızca üzerine O'nun adı anılanlardan
yeyin.
119. Üzerine
Allah'ın adı anılanlardan yememenize sebep ne? Allah, çaresiz yemek zorunda
kaldığınızın dışında, haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır. Doğrusu bir
çokları bilgisizce kendi kötü arzularına uyarak sapıtıyorlar. Muhakkak ki
Rabbin, haddi aşanları çok iyi bilir.
120. Günahın
açığını da, gizlisini de bırakın! Çünkü günah işleyenler, yaptıklarının
cezasını mutlaka çekeceklerdir.
121. Üzerine
Allah'ın adı anılmayan hayvanlardan yemeyin. Kuşkusuz bu günahtır. Gerçekten
şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde
bu
Âyetlerin Tefsiri
111. Eğer biz,
istedikleri mucizelerden bir tanesini dahi bırakmadan hepsini getirseydik.
Hatta onlara melekleri indirseydik ve istedikleri gibi Ölüleri diriltseydik de
onlarla konuşup Mu-hammed (a.s)'in doğruluğunu haber verselerdi ve bütün
mahlukatı toplayıp onların gözlerinin önüne getirseydik, yani istedikleri bu
mucizeleri, hattâ bütün mucizeleri onlara verseydik, Allah dilemedikten sonra
gene de iman etmezlerdi. Bundan maksat,
onların imanlarından ümit olmadığını Rasulullah (s.a.v)'a haber vermektir. Bu
âyet, müşriklerin, "kendilerine bir mucize gelirse mutlaka iman edeceklerine"
dair etmiş oldukları yeminleri hususunda yalancı olduklarını açıklar, Fakat o
müşriklerin çoğu bunu bilmez. Taberî şöyle der: Onlar, işin, Allah'ın dilemesine
bağh olduğunu bilmezler. Onlar imanın ve inkârın kendi ellerinde olduğunu,
diledikleri zaman iman edeceklerini, dilediklerinde de inkâr edeceklerini
zannederler. Halbuki durum hiç de Öyle değildir. Bu, benim elimdedir. Onlardan
ancak, benim hidâyet nasip ettiğim ve muvaffak kıldığım kimse iman eder. Ancak
benim yardımsız bıraktığım ve saptırdığım kimse inkâr eder.[232]
112. Bu
müşrikleri sana düşmanlık ve muhalefet edecek düşmanlar kıldığımız gibi senden
önceki peygamberlere de insan ve cin şeytanlarından düşmanlar kıldık.
Eziyetlere, onlar nasıl sabrettiyse sen de öyle sabret. İbnu'l-Cevzî şöyle der:
Eziyetlere karşı sabrettiklerinde sevapları büyük olsun diye seni düşmanlarla
imtihan ettiğimiz gibi, senden önceki peygamberleri de imtihan ettik[233]
O şeytanlar birbirlerine dalâlet ve şerr işlemeleri için vesvese verirler.
İnsanları aldatmak ve onlara tuzak kurmak için tumturaklı laflar ve yaldızlı
bâtıl sözler söylerler. Mukâtil şöyle der: İblis, şeytanlara, insanları dalâlete
düşürme görevi verdi. İnsan şeytanı, cin şeytanı ile karşılaştığında, biri
diğerine: Ben arkadaşımı, şöyle şeyler yaparak saptırdım. Sen de arkadaşını
şöyle şeyler yaparak saptır, der. İşte, birbirlerine fısıldadıkları şey
budur.[234]
Allah dikseydi, bunlar peygamberlerine düşmanlık edemezlerdi. Fakat, Allah'ın
hikmeti bu imtihanı gerektiriyordu. İbn Kesir şöyle der: Bunların hepsi
Allah'ın takdiri, kazası, iradesi ve her bir peygamberin bunlardan bir
düşmanının olmasını dilemesiyle olmuştur.[235]
Onları, kurmakta oldukları tuzaklarla
başbaşa bırak. Allah sana yeter ve onlara karşı senin yardımcındır. [236]
113. Ahirete
inanmayan kâfirlerin kalpleri, bu yaldızlı sözlere meyletsin, bu bâtıl şeylere
razı olsunlar ve kazanmakta oldukları günahları kazanmaya devam etsinler diye
böyle yapıyorlar. [237]
114. Ey
Muhammedi Onlara de ki: Sizinle benim aramda hükmedecek, Allah'tan başka bir
hakim mi arayacağım? Ebu Hay-yân şöyle der: Kureyş müşrikleri Rasulullah
(s.a.v)'a dediler ki: İstersen, kitaplarında bulunan seninle ilgili bilgileri
bize bildirmeleri için Yahudi veya Hıristiyan âlimlerinden aramızda bir hakem
tayin et. Bunun üzerine bu âyet indi.[238]
Size Kur'an'ı, hakkı bâtıldan ve hidayeti dalâletten ayırıcı olarak en açık bir
şekilde indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz Yahudi ve Hıristiyan âlimleri,
Kuran'ın hak olduğunu tam manasıyla bilirler. Çünkü Kur'an onların
elinde bulunan kitaplarını tasdik eder. Sakın şüpheye düşenlerden olma. Ebussuûd
şöyle der: Bu tahrik ve heyecanlandırma kabilindendir. Bir görüşe
göre, bu hitap
Peygamber (s.a.v.)'edir, maksat ise ümmetidir.[239]
115. Allah
kelâmının haber verdiklerinde doğruluğu, hüküm ve takdir ettiklerinde de adaleti
tamamlandı. ^UİS3 Onun hükmünü değiştirecek ve verdiği hükmü geri çevirecek
hiçbir güç yoktur. kulların sözlerini
işiten, hallerini bilendir. [240]
116. Eğer sen,
yeryüzündekilerin çoğunluğunu teşkil eden bu kâfirlere itaat edersen, seni doğru
yoldan saptırırlar. Taberî şöyle der: O gün yeryüzünün çoğunu sapık kâfirler
teşkil ettiği için âyet-i kerimede "yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan" buyruldu.
Âyetin mânâsı şöyledir: Seni çağırdıkları şey konusunda sakın onlara uyma. Eğer
onlara itaat edersen sen de onların düştüğü sapıklığa düşer ve onlar gibi
olursun. Çünkü onlar seni doğru yola çağırmazlar. Zira, kendileri doğru yolu
şaşırmışlardır.[241]
Onlar din konusunda zan ve evhamdan başka bir şeye uymazlar. Atalarının doğru
yolda olduklarını zannederek onları taklit ederler. Onlar, sadece yalancı bir
kavimdir. [242]
117. Ey
Muhammed şüphesiz Rabbin, doğru yoldan sapanı da doğru yolu bulanı da yani her
iki grubu da daha iyi bilir. Ebu Hayyân şöyle der: Bu cümle müjde ve tehdidi
ihtiva eden haber cümlesidir. Çünkü Yüce Allah'ın doğru yoldan sapanı da doğru
yolda olanı da bilmesi, onlara, yaptıklarına karşılık ceza veya mükâ-faat
vermesinden kinayedir.[243]
118. Eğer
gerçekten mü'minleriseniz Allah'ın adını anarak kestiğiniz hayvanların etini
yeyin. Ibn Abbâs şöyle der: Müşrikler, mü'minlere dediler ki: "Siz Allah'a
taptığınızı iddia ediyorsunuz. Öyle ise Allah'ın öldürdüğünü yemeniz İaşeyi kast
ediyorlar-sizin Öldürdüğünüzden daha iyidir." Bunun üzerine bu âyet indi.[244]
119. Kesilirken
Rabbinizin adını andıktan sonra ellerinizle kestiklerinizden yemenize engel ne?
Halbuki Rabbiniz size helali ve haramı açıkladı. Darda kalma durumu hariç
haramları bildiren âyette lâşe, akan kan ve diğerlerinden haram olanları size izah etti. Darda kalma
durumunda ise, haram olan şeylerin yenilmesine ruhsat verildiğini bildirdi.
Durum böyle iken kâfirlerin tahrik ettiği şüphelere nasıl kulak veriyorsunuz?
Şüphesiz mücadeleci kâfirlerden birçoğu Allah'ın koyduğu bir kanunla değil de,
sırf arzu ve istekleriyle haramları helal, helalları haram kılarak insanları
saptırıyorlar. Kuşkusuz Rabbin kitap ve
sünetten şer'î bir delil olmaksızın, kendi isteklerine göre bazı şeyleri helal
bazı şeyleri haram kılarak haddi aşanları daha iyi bilir. Bu âyet, Allah'ın
koyduğu sınırları aşanları şiddetli bir şekilde tehdit etmek ve sert bir şekilde
korkutmaktadır. [245]
120. Günahların
açıktan olanını da, gizli olanını da, zahirini de batınım da bırakın. Mücâhid
şöyle der: Bundan maksat, gizli ve açıkça yapılan günahtır. Süddî şöyle der:
Açık günahtan maksat, fahişelerle zina etmek, gizli günahtan maksat ise dost ve
metresle zina etmektir.[246]
Günah ve masiyet işleyen ve Allah'ın haram kıldığı şeyleri yapanlar, şüphesiz
ahirette, yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. [247]
121. Ey
mü'minler! Putlar için kesilen hayvanlarda olduğu gibi, Allah'tan başkası için
kesilen veya kesilirken Allah'tan başkasının adı anılan hayvanların etinden de
yemeyin, Ondan yemek, hiç şüphesiz bir günah ve Allah'a itaatten çıkmaktır,
Şüphesiz ki şeytanlar, sapıklık arkadaşları olan müşriklere mü'minlere karşı
batılla mücadele etmeleri için vesvese verirler. Laşeyi kastederek onlara: Kendi
öldürdüğünüz hayvanların etini yiyorsunuz da, Allah'ın öldürdüğü hayvanların
etini niçin yemiyorsunuz? derler Haramları helal sayma hususunda o müşriklere
uyar ve bâtıl amellerinde onlara yardımcı olursanız, hiç şüphesiz bu durumda siz
de onlar gibi olursunuz. Zemahşerî şöyle der: ...Çünkü Allah'ın dini hususunda
kim ondan başkasına uyarsa şüphesiz Allah'a ortak koşmuş olur. Basiret sahibi
bir kimsenin Allah'ın dini konusunda âyette görülen bu büyük tehditten dolayı,
nasıl olursa olsun, kesilirken Allah'ın adı anılmayan bir hayvanın etinden
yememesi icâbeder.[248]
122. Ebu Hayyan
şöyle der: Yüce Allah, mü'minleri ve kafirleri anlattıktan sonra, bu iki grup
arasındaki farkı göstermek için mü'mini, ne tarafa giderse kullanabileceği bir
ışık sahibi canlıya; kâfi-ti ise karanlıklar içinde kalan ve orada sağa sola
şaşkın şaşkın giden kimseye benzetmiştir.[249]
Mânâ şöyledir: Sapık, kâfir, basireti kapalı ve ölü 'gibi olup da, iman ile
gönlünü canlandırdığımız ve Kur'an ile dalâletten I kurtardığımız , ve bu
hidâyetle birlikte kendisine, eşyayı düşünebileceği ve hakkı bâtıldan
ayırabileceği büyük ve parlak bir nur verdiğimiz kimse, çıkış ve kurtuluş yolu
klklda yalpalayan kimse gibi olunur verdiğimiz kimse, bulamayıp inkâr ve
sapıklık karanlıklarında yalpalayan kimse gibi olur mu? Beyzâvî şöyle der: Bu,
devamlı dalâlette kalıp da asla ondan ayrılamayan kimse hakkında getirilmiş bir
misaldir.[250]
İşte inanmayan kimse, nasıl karanlıklarda kalıp yalpalıyorsa, bunun gibi,
kafirlerin yaptıkları şirk ve günahları onlara güzel ve süslü gösterdik. [251]
123. Mekke'de,
oranın ileri gelenlerini, tuzak kurmaları için günahkârlar kıldığımız gibi, her
ülkede fesat çıkarmaları için, oranın büyüklerinden ve ileri gelenlerinden
günahkârlar kıldık. İbnu'l-Cevzî şöyle der: İleri gelenler, kendilerine verilen
başkanlık ve zenginlik sebebiyle inkâra daha yakın oldukları için, her ülkede
onlar fasıklar kılınmıştır.[252]
Bilmiyorlar ki, bu tuzağın vebali
kendilerini kuşatacaktır. [253]
124. Bu
müşriklere, Muhammed'in doğruluğuna dair katî bir hüccet ve kesin bir delil
geldiğinde, "Allah'ın peygamberlerine verilen mucizeler gibi bize de mucizeler
verilmedikçe onun peygamberliğine asla
inanmıyacağız dediler. Ebu Hayyân
şöyle der: Bu sözü alay ve eğlence tarzında söylediler. Eğer onlar inat etmeyip
de samimi davransalardı, şüphesiz Allah'ın peygamberlerine uyarlardı. Rivayete
göre Ebu Cehil şöyle dedi: "Abdimenâf oğullarıyla şeref hususunda yarıştık.
Nihayet atbaşı yürür hale geldiğimizde: "Bizim içimizden kendisine vahyedilen
bir peygamber gönderildi!" dediler. Vallahi biz onu kabul etmeyiz ve ona geldiği
gibi bize de vahiy gelmedikçe asla ona uymayız. "Bunun üzerine bu âyet nazil
oldu.[254]
Kimin peygamberliğe layık olduğunu Allah daha iyi bilir ve bu görevi ona verir.
Şüphesiz o, peygamberliği, Ebu Cehil ve Velid b. Muğire gibi, Mekke'nin ileri
gelenlerine değil, onların içinden bu göreve seçtiği Hz. Muham-med (s.a.v.)'e
vermiştir.
Bu suçluların kibirleri ve sürekli
hileleri sebebiyle, kıyamet gününde başlarına zillet, horluk ve şiddetli azap
gelecektir. Ebu Hayyân şöyle der: Müşrikler izzet ve şeref kazanmak maksadıyla
kibirlenip peygambere uymaktan ısrarla kaçındıkları için, âyette Önce zillet,
sonra azab zikredilmiştir. Onlar, önce, horluk ve zillet sonra da şiddetli azap
göreceklerdir.[255]
125. Allah kimi
doğru yola iletmek isterse, onun kalbine bir nur verir, dolayısıyla o kalp
İslam'a açılır. Bu, İslam'a kavuşmanın alâmetidir. İbn Abbâs şöyle der: Yani,
Allah onun kalbini, tevhîd ve iman için genişletir. Bu âyet Rasulullah
(s.a.v.)'a sorulduğunda şöyle buyurdu: Bu nur kalbe girdiğinde, kalb açılır ve
genişler. "Bunun böyle olduğunu gösteren bir alâmet var mı?" diye sordular.
Rasulullah (s.a.v.): Bunun alâmeti, ebedîlik yurduna dönmek, aldanma yurdundan
uzaklaşmak ve ölüm gelmeden önce onun için hazırlanmaktır[256] buyurdu. Allah kimi saptırmak ve bedbaht
etmek isterse, onun kalbini, içine hidâyet giremiyecek kadar iyice daraltır.
Artık oraya hiçbir şekilde iman giremez. Atâ: O kalbe hayrın girebileceği hiçbir
yol yoktur[257]
der. Sanki o semâya yükselmeye ve mümkün olmayan bir işi yapmaya uğraşıyor. Tbn
Cerir şöyle der: Bu, kâfirin kalbinin, içine iman giremiyecek kadar dar
olduğunu göstermek için Allah'ın getirdiği bir misaldir. Yani gücü dahilinde
olmadığı için, semâya yükselmesi mümkün olmadığı ve ondan âciz kaldığı gibi,
iman etmesi de mümkün değildir.[258]
Allah, kâfirin kalbini iyice daralttığı gibi, âyetlerine iman etmeyenleri
yardımsız bırakacak ve onları cezalandıracaktır. Mücâhid şöyle der: "Rics,
kendisinde hayır olmayan her şey demektir. Zeccâc'e göre ise, rics, dünyada
lanet ahiretie azaptır. [259]
126. Ey
Muhammedi Bu senin dinin, kendisinde eğrilik bulunmayan dosdoğru bir yoldur.
Binâenaleyh ona iyice tutun. Şüphesiz,
akıllarını kullanıp düşünen bir kavim için âyetleri izah ettik ve delilleri
açıkladık. [260]
127. İşte selâm
yurdu iman eden, ibret alan ve âyetlerden faydalanan bu kimseler içindir. Yani,
hoşa gitmeyen şeylerden selamette olmak bunlara mahsustur. Selâmet yurdundan
maksat, Rabların-dan bir ziyafet ve ikram olarak hazırlanmış olan cennettir, İyi
işlerine karşılık olarak Allah onların, koruyucusu, yardımcısı ve
destekçisidir.
İbn Kesir şöyle der: Mü'minler,
girmiş oldukları, peygamberlerin yolu ve izi olan doğru yolda selâmetle
oldukları için, Yüce Allah burada cenneti yani "selâmet yurdu" diye niteledi.
Mü'minler, bu yola girmekle, eğrilik âfetlerinden selâmet buldukları gibi,
Dâru's-selâm olan cennete de girerler.[261]
Edebî Sanatlar
1. Rabbin
dileseydi." Burada Yüce Allah'ın ilâhlık vasfını belirterek onu peygambere ait
zamire muzaf kılması, peygamberin makamım şereflendirmek ve teselli hususunda,
ona son derece lutf ile muamele etmek içindir.[262]
2. Sakın
şüpheye düşenlerden olma. Bu hitap heyecanlandırma ve tahrik yoluyla Rasulullah
(s.a.v.)'a yapılmıştır.
3. Rabbinin
vahyi ve kelâmı tamamlandı." Burada me-caz-ı mürsel vardır. Zikr-i cüz, irâde-i
küll kabîlindendir.
4. Günahın
açığını da, gizlisini de bırakın". Bura-lafızları arasında tıbâk sanatı
vardır.
5. Ölü iken
dirilttiğimiz..." Bu âyette geçen ve kelimelerinin hepsi istiare bâbındandır.
İnkâr için, siman için, hidâyet için ve dalâlet için müstear olarak
kullanılmıştır.[263]
6. Kalbini
İslama açar." Bu ayette peygamberin getirdiği hak ve hidâyeti kabulünden
kinayedir. Ayrıca kelimeleri arasında, bediî sanatlardan tıbak vardır. [264]
Faydalı Bilgiler
Hakem lafzı hâkim lafzından
beliğdir ve derin bilgiye daha iyi delâlet eder. Çünkü hakem lafzı, ancak âdil
ve hükümde tecrübesi olar. kimse için kullanılır. Hâkim, böyle değildir.[265]
Bir Uyarı
Râzî şöyle der: Doğrusu
birçokları, bilgisizce kendi kötü arzularına uyarak saptırıyorlar" ayeti din
hususunda, taklit yoluyla görüş bildirmenin haram olduğunu gösterir. Çünkü
taklit ile söz söylemek, sırf hevâ ve arzu ile söz söylemek demektir. Âyet ise,
bunun haram olduğunu göstermektedir.[266]
128. Allah,
onların hepsini bir araya topladığı gün, "Ey cinler topluluğu! Siz insanlarla
çok uğraştınız." der. Onların, insanlardan olan dostları ise: "Ey Rabbi-miz! biz
birbirimizden yararlandık ve bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık."derler. Allah
da buyurur ki: "Allah'ın dilediği müddet hariç, içinde ebedî kalacağınız yer
ateştir. Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir, bilendir."
129. İşte
böylece işledikleri günahlardan ötürü zâlimlerin bir kısmını diğer bir kısmının
peşine takarız.
130. "Ey cin ve
insan topluluğu! İçinizden size âyetlerini anlatan ve bu günle karşılacağınıza
dair sizi u-yaran peygamberler gelmedi mi?"
Derler ki: "Kendi aleyhimize
şahitlik ederiz." Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına dair kendi
aleyhlerine şahitlik ettiler.
131. Durum şu
ki: Halkı habersizken, Rabbin haksızlıkla ülkeleri helak edici
değildir.
132.
Herkesin yaptıkları işlere
göre dereceleri vardır. Rabbin
onların yaptıklarından habersiz değildir.
133. Rabbin
zengindir, rahmet sahibidir. Dilerse sizi yok eder ve sizi, başka bir kavmin
zürriyetinden yarattığı gibi sizden sonra yerinize dilediği bir kavmi
yaratır.
134. Size
va'dedilen mutlaka gelecektir, siz bunu önleyemezsiniz.
135. Deki: Ey kavmim! Elinizden geleni yapın! Ben de
yapacağım! Yurd'un sonunun kimin lehine olduğunu yakında bileceksiniz. Gerçek
şu ki, zâlimler iflah olmazlar.
136. Allah'ın
yarattığı ekinlerle hayvanlardan Allah'a pay ayırıp zanlarınca, "Bu, Allah'a,
bu da ortaklarımıza" dediler. Ortakları için ayrılan Allah'a ulaşmıyor, fakat
Allah için ayrdan ortaklarına ulaşıyor! Ne kötü hüküm
veriyorlar?
137. Bunun gibi
ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi hoş gösterdi ki, hem
kendilerini mahvetsinler, hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar! Allah dileseydi bunu yapamazlardı.
Öyle ise onları uydurdukları ile başbaşa bırak!
138. Onlar
saçma düşüncelerine göre dediler ki: "Bu hayvanlarla ekinler haramdır. Bunları
bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Şunlar da binilmesi yasaklanmış
hayvanlardır." Birtakım hayvanlar da vardır ki, Allah'a iftira ederek üzerlerine
Allah'ın adını anmazlar. Yapmakta oldukları iftiraları yüzünden Allah onları
cezalandıracaktır.
139. Dediler
ki: "Şu hayvanların karınlarında olanlar, yalnız erkeklerimize
aittir, kadınlarımıza ise haram kılınmıştır. Şayet ölü doğarsa, o zaman hepsi
onda ortaktır." Allah bu değerlendirmelerinin cezasını verecektir. Şüphesiz ki
O, hikmet sahibidir, hakkıyle bilendir.
140.
Bilgisizlikleri yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah'ın
kendilerine verdiği rızkı, Allah'a iftira ederek haram kılanlar, muhakkak ki
ziyana uğramışlardır. Onlar gerçekten sapmışlardır ve doğru yolu bulacak da
değillerdir.
Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Yüce Allah, önceki âyetlerde
insanoğlunun, "hidâyete dalâlete düşenler" olarak iki gruba ayrıldığını;
bunlardan Allah kalbini açıp nurlandırdı ise, onun iman edip hidâyete erdiğini;
de heva ve hevesine uyup şeytanın yönetiminde yürüdüyse, onun düşüp saptığını
bildirdi. Bu âyetlerde de, kıyamet gününde hesap mahlukâtı toplayacağını
anlattı. Zira o gün, herkes bu dünyada karşılığını âdil bir şekilde
alacaktır. [267]
Kelimelerin İzahı
Mesvâküm, barınacağınız yer. Bir
kimse bir yerde ikâmet ettiğinde denilir.
Anlatıyorlar. Bir kimse bir haberi
anlattığında denilir. Bu fiilin muzârii mastarı
yarattı.
Hars, ekin
demektir.
Onları yok etmeleri için. Yok
etmek demektir. Bu fiilin mâzîsi mastarıdır.
Hıcr, haram demektir. Asıl
itibariyle yasaklamak manasınadır. Bir kimse bir başkasını bir şeyden
engellediğinde denir. Hıcr, aynı
zamanda akıl manasına da gelir. Akıl, kişiyi çirkin davranışlardan engellediği
için bu ismi almıştır. Bunlarda akıl
sahibi için elbette bir yemin (değeri) vardır.[268]
âyeti de bu manada kullanılmıştır.
Sefehen, aptallık ve cahillikle
demektir. Sefeh, beyinsizlik manasınadır. [269]
Âyetlerin Tefsiri
128. Allah'ın,
hesaba çekmek için bütün insanları ve cinleri toplayacağı günü hatırla. O gün
Allah onlara şöyle diyecektir; Ey cin topluluğu! İnsanları çok aldattınız ve
dalâlete düşürdünüz. İbn Abbâs şöyle
der: "Onlardan bir çoğunu dalâlete düşürdünüz." Bu kınama ve azarlama yoluyla
söylenmiştir, Onlara itaat eden insanlar derler ki; Ey Rabbimiz! Biz
birbirimizden faydalandık. Beyzâvî şöyle der: İnsanlar cinlerden şu şekilde
faydalanmışlardır[270]
Cinler onlara, nefislerinin arzu ettiği şeyleri ve bunlara götüren yollan
göstermişlerdir. Cinler de insanlardan, onların kendilerine itaat etmeleri ve
insanlardan, istediklerini elde etmeleri şeklinde faydalanmışlardır. Ve nihayet
ölüme ve kabre vardık, hesap vermeye geldik. Bu, onların şeytana itaat ve
nefsânî arzulara uymalarını itiraf, Özür dileme ve hallerine duydukları
pişmanlığın bir ifadesidir. Yüce Allah onları reddederek: "Sizin makamınız ve
yurdunuz ateştir" buyurur. Allah'ın, kalmamalarını dilediği zaman hariç, o
ateşte devamlı kalacaklardır. Taberî şöyle der: Allah'ın dilediği bu süre,
toplandıktan sonra cehenneme gidinceye kadar geçen zamandır.[271]
Zemahşerî de şöyle der: Allah'ın dilediği süre hariç, onlar ebedî olan cehennem
azabında kalacaklardır. Allah'ın dilediği süre, ateş azabından zemherîr (soğuk)
azabına nakledilirken geçen vakittir. Rivayete göre onlar soğuk cehennem
vadisine sokulurlar, burada bağrışır ve alev dolu cehenneme döndürülmek
isterler.[272]
Şüphesiz Rabbin, yaptıklarında hikmet
sahibi, kullarının amellerini bilendir. [273]
129. İnsanlarla
cinleri birbirlerinden faydalandırdığımız gibi, işledikleri masiyetler ve
kazandıkları günahlar yüzünden zâlimleri de birbirlerine musallat kılarız.
Kurtubî şöyle der: Bu, zâlime karşı bir tehdit ifade eder. Eğer zulmünden
vazgeçmezse, Allah onun başına başka bir zâlimi musallat kılar. Tbn Abbâs şöyle
der: Allah bir kavimden razı olursa, onların başına en hayırlılarını getirir.
Bir kavme de kızarsa, onların başına en şerlilerini getirir.[274]
Malik b. Dinar'ın şöyle dediği rivayet
olunur: Bazı felsefe kitaplarında Yüce Allah'ın şöyle dediğini okudum: Allah
benim, Ben kralların sahibiyim. Kralların kalbi benim elimdedir. Kim bana itaat
ederse, kralları onlar için bir rahmet yaparım. Kim de bana isyan ederse,
kralları onlar için bir azap ve ceza yaparım. Boşuna krallara sovmekle meşgul
olmayın. Eakat bana tevbe edin ki, onları size merhametli kılayım.[275]
130. Bu
sesleniş de kıyamet gününde olacaktır. Soru, kınama ve azarlama İfade eder.
Yani: Ey cin ve insanlar topluluğu! Size Rabbinizin âyetlerini okuyacak
peygamberler gelmedi mi? Sizi, bu şiddetli günün azabından korkutacak
peygamberler gelmedi mi? Onlar itiraf etmekten başka yol bulamıyarak şöyle
derler: Evet, senin peygamberlerinin bize geldiğine ve bugünü göreceğimizi bize
haber verdiklerine şahitlik ederiz. İbn Atiyye şöyle der: Bu, onların kendi
aleyhlerine kusurlarını itiraf ve inkarlarını ikrardır. Nitekim bir âyet-i
kerimede "Evet doğrusu bize, (bu azap ile) korkutan bir peygamber gelmişti;
fakat biz onu yalanlamıştık.[276]
diyecekleri bildirilmektedir. dünya, nimetleri ve aldatıcı güzelliği ile onları aldatmıştır,
Kâfir olduklarına dâir kendi aleyhlerine şahitlik ettiler. Beyzâvî şöyle der:
Bu âyet, görüş ve düşüncelerinin kötü ve hatalı olması sebebiyle onları
kınamaktadır. Çünkü onlar dünya hayatına ve onun geçici nimetlerine aldandılar,
Ahiretten tamamen yüz çevirdiler. Ama solmanda, kâfir olduklarına dair kendi
aleyhlerinde şahitlik etmek ve ebedî lazaba teslim olmak zorunda kaldılar. Bu,
dinleyicileri, onların haline düş-İlmekten sakmdırmaktadır.[277]
131. Biz
onlara, sonucun kötü iolduğunu haber vermeleri için peygamberler gönderdik. Çünkü Rabbin âdildir. Peygamber göndermeden
herhangi bir kavmi helak edecek değildir. Taberî şöyle der: Ey Muhammedi Biz
peygamberleri gönderiyoruz ki, onlara âyetlerimizi anlatsınlar ve kıyamet gününe
ulaşacaklarına dâir onları korkutsunlar'. Çünkü Rabbin, uyarmadan ve
peygamberler, mucizeler ve ibretlerle nasihat etmeden helak edecek değildir.[278]
132. Çalışan
herkesin, Allah'a itaat veya masiye-tine karşılık, âhireite alacağı makam ve
mertebeleri vardır. Ameli iyi ise makamı da iyi, ameli kötü ise makamı da
kötüdür. İbnü'l-Cevzî şöyle der: Mertebe ve makamlar, yükseklik ve alçaklıkta,
merdiven basamakları gibi birbirlerinden farklı olduklarından dolayı onlara
"dereceler" denildi.[279]
Allah, kullarının yaptıklarından
gafil değildir. Burada tehdit ve korkutma ifadesi vardır. [280]
133. Rabbin
Yüce Allah'ın mahlukâta ve onların i-badetlerine ihtiyacı yoktur. İtaat ona
fayda vermediği gibi, masiyet de ona zarar vermez. O, tam bir lütuf sahibidir.
İbn Abbâs söyle der: O, dostlarına ve kendisine itaat edenlere karşı
merhametlidir. Bir başka görüşe göre, bütün mahlukâtına karşı merhametlidir.
Kendisine muhalefet edenlerden, intikam almayı ertelemesi onun merhametindendir.
Ebussuûd şöyle der: Burada, az önce zikri geçen peygamber gönderme işinin, kendi
menfaati için değil, kullara merhametinden dolayı olduğuna dikkat
çekilmektedir.[281]
Ey âsîler! Eğer Allah isterse kökünüzü kesecek bir azapla sizi yok eder ve
sizden sonra yerinize daha itaatli, dilediği başka bir toplumu getirir. Nitekim
sizi de, sizden önce gelen başka bir kavmin zürriyetinden yaratmış ve vücuda
getirmiştir. Ebu Hayyân şöyle der: Bu âyet, Allah'ın yok etmek üzere hemen
yakalamasından sakındırma mânâsı ifade eder.[282]
134. Şüphesiz
size vâdolunan kıyametin gelmesi ve haşir mutlaka gerçekleşecektir. Bundan
kurtuluş yoktur. Kaçmak için, zor ve kolay, her türlü yolu deneseniz de, bizim
kudretimizden ve azabımızdan kurtulamazsınız.
[283]
135. Ey
Muhammedi Onlara de ki: Ey kavmim! İnkârınıza ve bana karşı düşmanlığınıza
devam edin ve yapacağınızı yapın. Ben de Rabbimin, bana emrettiğini yapacağım ve
onun dini üzerine devam edeceğim. Buradaki yapın" emri, tehdit ifade eder.
Nitekim dilediğinizi yapın[284]
âyetinde de, emir, bunun gibi tehdit ifade etmektedir, Ahirel yurdunda övülen
sonun, sizin mi yoksa bizim mi, hangimizin olacağını anlayacaksınız. Gerçek şu
ki, zâlim olan başaramaz ve istediğini elde edemez. Zemahşerî şöyle der: Bu
âyette, çok ince bir üslup ile uyarı yapılmıştır. Sözde insaf ve güzel bir edep
vardır. Bununla beraber âyet şiddetli tehdit ve kesin olarak uyaranın haklı,
uyarılanın bâtıl yolda olduğunu ifade eder.[285]
136. Kureyş
müşrikleri, Allah'ın yarattığı ekin ve hayvanlardan, Allah için, fakirlere
verecekleri; ortak koştukları şeyler içinde, onların hizmetçilerine verecekleri
bir pay ayırdılar İbn Kesir şöyle der: Bu âyet, bid'atler icat eden, kâfir olan
ve Allah'a ortak koşan müşrikleri yermekte ve kınamaktadır. Allah herşeyin
yaratıcısı olduğu halde ona ortak koştular ve O'nun yarattığı ekin, meyve ve
hayvanlar dan bir parça ve bir pay ayırarak[286]
delilsu ve meşru olmayan söz ve
iddialarına göre: "Bu, Allah'ın payıdır, şu pay dî ilahlarımızın ve
putlarımızındır." dediler. Teshil yazarı der ki: kelimesi, genellikle yalanda
kullanılır.[287]
İbn Abbâs şöyle der: Allah düşmanları ekinden bir mahsûl elde ettiklerinde veya
meyveleri olduğunda, ondan bi miktar Allah'a, bir miktar da putlara ayırırlardı.
Putların payından ola:
Skin, meyve veya başka ne varsa
onu sayar ve korurlardı. Eğer Allah'a ay-jılan paydan bir şey düşer veya
dökvhürse, onu putlara ayırdıkları paya katar "Allah zengindir, putların
İhtiyacı var." derlerdi.[288]
Bundan dolayı Yüce dlah şöyle buyurdu:
Putların payına ayrılanlan hiçbir şey Allah'a ulaşmıyor, Allah'ın ayma ayrılan
ise putlara ulaşıyor. Mücâhid şöyle der: Ekinden bir kısmına Allah'ındır." diyorlar. Bir kısmına da, "Bu
ortakların ve putlarındır." diyorlardı. Rüzgarın, Allah'ın payından putların
payına götürdüğünü orada irakıyorlar, putların payından Allah'ın götürdüğünü ise
geri alıyorlardı. )nlara bir kıtlık yılı geldiğinde Allah'ın payını yiyorlar,
putların payına clounmuyorlardı. Onların bu haksız hükümleri, ne kötü bir
yükümdür. [289]
137. Allah ile
ilâhları asında yaptıkları sadaka taksimi kendilerine güzel gösterildiği gibi,
şeytanları onlara diri diri gömmek veya ilâhlarına kurban etmek suretiyle
çocuklarını öldürmeyi de güzel gösterdi. Zemahşerî şöyle der: Câhiliyye
döneminde kişi, şu kadar oğlum olursa, birini kurban keseceğim, diye yemin
'ederdi. Nitekim Abdulmuttalib böyle bir yemin etmiştir.[290]
Bununla şeytanlar, onaları yoldan
çıkararak helak etmek ve yaşa makta oldukları İsmail (a.s.)'in dinini
karıştırmak istiyorlardı. Allah dileseydi, onlar bu çirkin işi yapamazlardı.
Onları Allah'a yaptıkları iftira ile başbaşa bırak. Bu bir tehdit ve
korkutmadır. [291]
138. Bu âyet,
müşriklerin bazı çirkin hareketlerini ve işledikleri cürümleri nakletmektedir.
Yani müşrikler dediler ki: Bunlar,
ilâhlarımıza tahsis ettiğimiz
ekinler ve hayvanlardır. Bunlar, ilâhlarımızdan başkalarına haram ve
yasaktır. Bunları, ya putların hizmetçileri, ya da bizim izin verdiğimiz
diğerleri yiyebilir. Başkası yiyemez.
Bu, onların hiçbir delili ve hücceti olmayan bâtıl iddialarına göredir.
Bunlar da, bâhira, sâibe ve hâmm gibi, binilmesi yasaklanmış hayvanlardır.
Birtakım hayvanlar da vardır ki, keserken üzerlerine Allah'ın adını anmazlar.
Bunlar Allah'a karşı yalan söyleyerek ve iftira ederek sadece putların adlarını
anarlar, Bu iftiralarına karşılık, Allah onların cezasını verecektir. Bu sert
bir tehdit ve korkutmadır. [292]
139. Bu âyet,
müşriklerin çirkin davranışlarından bir başka türe işaret eder. Dediler ki: Bu
bâhira ve şaibelerin karınlarında olan yavrular sadece erkeklerimize helaldir.
eşlerimize haram kılınmıştır. Kadınlar onun etinden yiyemez. Bu hayvanlardan
doğan yavru Ölü olarak doğarsa, o zaman, kadınlar da erkeklerde bunda ortak
olur. Allah, helâl ve haram kılma hususunda kendisine karşı yalan uydurmalarının
cezasını verecektir, Şüphesiz Allah yaptığında hikmet sahibidir.
Yarattıklarını çok iyi bilir. [293]
140.
Kendilerinin de çocuklarının da rızkını Allah'ın verdiğini bilmeyen ve
akılsızlık, beyinsizlik ve bilgisizlikleri yüzünden çocuklarını öldürenler,
andolsun ki ziyandadırlar. Zemahşerî şöyle der: Bu âyet fakirlik ve düşman
eline esir düşerler korkusuyla kız çocuklarını diri diri gömen Rabia ve Mudar
kabileleri ile böyle yapan diğer Araplar hakkında inmiştir.[294]
Yalan söyleyerek ve Allah'a iftira ederek, onun verdiği rızkı yani bâhira, sâibe
ve benzeri hayvanların etini kendilerine haram kıldılar, Onlar bu çirkin işleri
sebebiyle gerçekten doğru yoldan sapmışlardır. Aslında, kötü halleri yüzünden,
doğru yola gidenlerden değillerdi, tbn Abbâs'ın şöyle dediği rivayet olunur:
"Arapların cehaletini öğrenmek istersen En'âm suresinin 130. âyetinden sonraki
âyetleri e kadar oku.[295]
Edebî Sanatlar
1. İnsanları
yoldan çıkaıına ve saptırma hususunda aşırı gittiniz." Burada hazif yoluyla
îcâz vardır. Aynı sanat birbirimizden yararlandık." cümlesinde de vardır. "Bazı
insanlar bazı cinlerden, bazı cinler de bazı insanlardan yararlandı."
demektir.
2. Kalacağınız
yer ateştir." Bu cümlede mübteda ve haberden her ikisininde marife olarak
gelmesi tahsis ifâde eder. "Ateş size barınak olarak tahsis edilmiştir."
demektir.
3. Size
peygamberler gelmedi mi?" Bu soru kınama ve azarlama ifade
eder.
4. herbirinin"
Burada hazif vardır. Hazfedilenin yerine tenvîn gelmiştir. amel edenlerden her
birinin" takdirindedir.
5. Size
vadedilen mutlaka gelecektir." Burada fiili müzarii teceddüd (yenilenme) ve
istimrar (süreklilik) ifade eder.
6. Allah'ın
kendilerine verdiği rızkı, Allah'a iftira ederek...." Onların aşırı derecede
dalâlete düştüklerini ve haddi aştıklarını göstermek için burada zamir yerine
isim olarak "Allah" lafzı, yani, yerine getirilmiştir. [296]
Faydalı Bilgiler
1. Suyutî,
Iklîl adlı eserinde şöyle der: Yüce Allah'ın
İşte böylece, zâlimlerin bir kısmını bir kısmının peşine takarız" âyeti-i
kerimesi Nasıl olursanız, öyle idare edilirsi-niz" hadisi ile aynı mânâdadır.[297] Fudayl b. îyaz şöyle der: "Bir zâlimin bir
zâlimden intikam aldığını gördüğünde dür ve hayretle bak."
2. Alimlerin
çoğunluğuna göre peygamberler insanlardan gönderilmiştir. Cinlerden hiç
peygamber gönderilmemiştir. Yüce Allah'ın Size içinizden peygamberler gelmedi
mi?[298]
âyet-i kerimesinde, tağlib[299]
yoluyla, cinleri de içine alacak şekilde "size" buyrulmuştur. Yine denizden de
inci ve mercan çıkar.[300]
âyet-i kerimesinde de tağlîb yoluyla "iki deniz" denilmiştir. Halbuki inci ve
mercan sadece tuzlu sudan çıkar, tatlı sudan çıkmaz.
3. Kurtubî,
tefsirinde şöyle anlatır: Resulullah (s.a.v.)'m Ashabından bir adam, onun
huzurunda daima kederli bir vaziyette dururdu. Rasulullah (s.a.v.) ona: "Niçin
böyle kederlisin?" diye sordu. Adam: "Ya Rasulullah!" dedi. Ben Câhiliyye
döneminde öyle bir günah işledim ki, Müslüman da olsam, Allah'ın beni
bağışlamayacağından korkuyorum." Rasulullah (s.a.v.): "Bana işlediğin bu
günahını anlat." dedi. Adam şöyle anlattı: "Ya Rasulullah! Ben kız evlatlarını
öldürenlerden biriydim. Bir kız çocuğum olmuştu. Zevcem bana yalvararak, onu
öldürmememi istedi. Ben de öldürmedim. Nihayet kız büyüdü ve en güzel
kadınlardan biri oldu. Onula evlenmek istediler. Beni bir Câhiliyye taassubu
sardı. Gönlüm onu evlendirmeye veya evde bırakmaya razı olmadı. Hanımıma dedim
ki: Ben akrabalarımdan birini ziyarete gitmek istiyorum. Kızı da benimle
gönder. Kadın buna çok sevindi ve kızı güzelce süsleyip giyindirdi. Ona bir şey
yapmayacağıma dair benden söz üstüne söz aldı. Onu bir kuyunun başına götürdüm.
Kuyunun içine baktım. Kız, benim kendisini kuyuya atmak istediğimi anladı.
Boynuma sarılarak ağlamaya başladı. Onun bu haline acıdım. Sonra tekrar kuyuya
baktım. Beni bir Câhiliyye taassubu sardı. Şeytana mağlup olarak, kızımı
başaşağı kuyuya attım. Sesi kesilinceye kadar kuyunun başında bekledim. Sesi
kesilince geri döndüm." Rasulullah (s.a.v.) ve Ashabı bunları dinleyince
ağladılar. Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Eğer bana, Câhiliyye döneminde
yaptıklarından dolayı birini cezalandırmam emredilseydi, mutlaka seni
cezalandırırdım.[301]
141. Çardaklı
ve çardaksız üzüm bahçeleri, ü-rünleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri,
birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve
narları yaratan O'dur. Herbiri meyve verdiği zaman meyvesinden ye-yin.
Devşirilip toplandığı gün de hakkını verin, fakat israf etmeyin; çünkü Allah,
israf edenleri sevmez.
142.
Hayvanlardan yük taşıyanı ve yatırılıp kesileni yaratan O'dur. Allah'ın size
verdiği nzıktan yiyin, şeytanın ardına düşmeyin, çünkü o, sizin için apaçık bir
düşmandır.
143. Sekiz eş
yarattı: Koyundan ve keçiden iki eş: De ki: "O, bunların erkeklerini mi,
dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram
etti? Eğer doğru iseniz bana ilimle söyleyin."
144. Deveden ve
sığırdan da ikişer yarattı. De ki: "O bunların erkeklerini mi yoksa dişilerini
mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kıldı? Ya da
Allah'ın size böyle vasiyyet ettiğine şahit mi oldunuz?" Bilgisizce insanları
saptırmak için Allah'a karşı yalan uydurandan kim daha zâlimdir! Şüphesiz Allah
o zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez.
145. De ki:
"Bana vahyolunandan, leş veya akıtılmış kan, yahut domuz eti -ki pisliğin
kendisidir- ya da Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka yemek
yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve
sınırı aşmamak üzere kim yemek zorunda kalırsa, bilsin ki, Rab-bin bağışlayan
ve merhamet edendir.
146. Yahudilere
bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında yuhut bağırsaklarında
taşıdıkları, ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere sığır ve koyunun iç
yağlarını da haram kıldık. Bu, zulümleri yüzünden onlara verdiğimiz cezadır. Biz
elbette doğru söyleyeniz.
147. Eğer seni
yalanlarlarsa de ki: "Rabbiniz geniş bir rahmet sahibidir. Bununla
beraber O'nun azabı, suçlular topluluğundan
uzaklaştırılamaz."
148.
Putperestler diyecekler ki, "Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de
atalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de aynı şekilde
yalanladılar ve sonunda
azabımızı tattılar. De ki:
"Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye
uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz."
149. De ki:
"Kesin olan, ancak Allah'ın delilidir. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru
yola iletirdi."
150. De ki:
"Allah şunu yasak etti, diye şehadet edecek şahitlerinizi getirin! Eğer onlar
şahitlik ederlerse, sen onlarla beraber şahitlik etme; âyetlerimizi
yalanlayanların ve âhiret gününe inanmayanların arzularına uyma. Onlar,
Rablerine eş tutuyorlar."
Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde
müşriklerin, Allah'ın rızık olarak verdiği şeyleri kendilerine haram
kıldıklarını bildirdi ve onların çirkin fiil ve suçlarından bir kısmını anlattı.
Bu âyetlerde de, insanlara rızık olarak lütfettiği nimetleri zikretti.
Müşrikler, Allah'ın izni olmadan, ona iftira ederek ve helal kıldığı bu
rızıkları haram kılarak onlarda tasarrufta bulunmuşlardı. Bunun ardından da,
Allah'a şirk koşmalarının, kaza ve kadere inanmamalannın sebebi hakkında delil
getirmeye çalıştıklarını anlattı. İşte bu da, Allah'a karşı yapılan iftira ve
söylenen yalanın bir bölümüdür. [302]
Kelimelerin İzahı
Ma'rûşât; yüksek direkler üzerine
kurulmuş çardaklar. Hasâd, ürünü
toplamak demektir. Meselâ, hurma ve benzeri olgunlaşmış meyvelerin koparılması
gibi.
Hamule, sırtında ağır yük taşıyan
deve.
Ferş, deve ve sığır yavruları
gibi, yük taşımaya elverişli olmayan küçük hayvanlar. Zeccâc: "Ferş, küçük
develerdir" der. Şair de şöyle der:
Bana büyük ve küçük develer
bıraktı. Ben hor"gün onları sağarım.
Havâyâ, bağırsaklar demektir.
Vahidî şöyle der: Havâyâ; deve, koyun ve benzerlerinin dışkılarının çıktığı
bağırsaklar demektir. Tekili dir. Bir başka görüşe göre üzerinde içyağ bulunan
bağırsaktır. Karın bunları ihtiva ettiği için bu ismi
almışlardır.
Helumme, gelin
demektir.
Ona ortak koşuyorlar. [303]
Âyetlerin Tefsiri
141. Sadece
Allah'a kulluk edesiniz diye, size türlü türlü nimetleri veren O'dur. O sizin
için üzüm bahçeleri yarattı. Onlardan bir kısmı çardaklı olup yüksek ağaçlar
üzerine konulmuştur. Bir kısmı da çardaksız olarak, tarladaki haliyle
bırakılmıştır. Sizin için meyve ve azık veren hurma ağaçlarını ve keza meyve ve
tanelerinin rengi, tadı, hacmi ve kokusu farklı olan çeşitli gıda maddeleri
veren türlü ekinleri yarattı. Rengi ve şekli birbirine benzeyen fakat tadı
farklı olan çeşitli hurma ve zeytinler yarattı Ey insanlar! Yukarıda anlatılan
meyveler yetişip olgunlaştığında herbirinin meyvesinden, hurmasından ve
üzümünden yeyin. Hasat zamanı, hoşunuza
giden iyi ürünlerden fakirlere ve yoksullara veriniz. İbn Abbâs şöyle der: Ürün,
ölçüldüğü ve ölçüsünün bilindiği zaman farz olan zekatı veriniz demektir.[304]
Çok yiyerek israf etmeyiniz. Çünkü bu
akla ve bedene zararlıdır. Taberî şöyle der: Burada tercih edilecek görüş
Atâ'nın görüşüdür. Ona göre bu nehiy, her hususta israfı yasaklamayı ifade
eder.[305]
142. Allah
sizin için, yük taşıyan ve yatırılıp kesilen hayvanlar yarattı. İbn Eşlem şöyle
der: Hamule, bindikleriniz; ferş ise, etini yiyip .sütünü içtiğiniz
hayvanlardır. Meyve, ekin ve hayvanlarden yeyin. Çünkü Allah onları sizin için
rızık olarak yaratmıştır. Câhiliyye halkının yaptığı gibi, helal ve haram
kılma hususunda şeytanın yollarına ve emirlerine uymayın Şüphesiz şeytan,
insanın apaçık düşmanıdır. Şu halde onun tuzağından sakının. [306]
143. Allah
sizin için, yenilmesini helal kıldığı sekiz tür hayvan yarattı. Koyundan bir
erkek ve dişi, keçiden bir erkek ve dişi. Kurtubî şöyle der: Sekiz tane hayvan
yarattı. Araplarda biri diğerine muhtaç olan her tek şeye zevç (eş) denir.
Meselâ, erkeğe de dişiye1 de zevç denir.[307]
Bir çift koyundan maksat, koç ve dişi koyundur. Bir çift keçiden maksat da, teke
ve dişi keçidir, Bu âyet, Allah'ın helal
kıldığı şeyleri müşriklerin haram kılmasını kınamaktadır. Yani: Ey Muhammed!
Kınama ve engelleme üslubu ile onlara de ki Ey müşrikler! Allah size, koyunun ve
keçinin erkeklerini mi haram kıldı, yoksa dişilerini mi?! Yoksa, bu iki cinsin
dişilerinin rahimlerinde taşıdıkları erkek veya dişi yavruları mı haram
kıldı?!.. Bunları, Allah'ın haram kıldığı hususundaki iddianızda doğru iseniz,
yalan ve iftirayı değil de, Allah'tan geldiği bilmen bir emri bana haber
verin. [308]
144. Allah
sizin için erkek ve dişi iki deve, erkek ve dişi iki de sığır yarattı. De ki,
Allah bunların erkeklerini mi yoksa dişilerini mi, veya bu iki dişinin
rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kıldı?!.. Şiddetle kınamak ve azarlamak
için, âyet burada tekrar edildi. Ebussuûd şöyle der: Ayetten maksat, Yüce
Allah'ın, bu dört çeşit hayvanı onlara haram kıldığı şeklindeki iddialarını
reddetmek ve bu husustaki yalanlarını ortaya çıkarmaktır. Çünkü onlar, bazan bu
hayvanların erkeklerini bazan dişilerini ve bazan da yavrularını haram
kılıyorlardı.[309] Yoksa, Allah size bu haram
kılmayı emrettiğinde, siz hazır mı bulunuyordunuz? Bu alay kabilinden bir hitap
olup, şiddetle kınamayı ifade eder. Allah'a karşı yalan söyleyip, hüccetsiz ve
delilsiz olarak, onun haram kılmadığı şeyleri haram kıldığını söyleyenden daha
zâlim hiç kimse yoktur, Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez.
Bu âyetin hükmü bütün zâlimleri içine alır. Bundan sonra
Yüce Allah, onlara
neyi haram kıldığını
kendilerine açıklamasını Peygamberine (s.a.v.) emrederek şöyle
buyurur. [310]
145. Ey
Muhammedi Mekke kâfirlerine de ki: "Allah'ın bana vahyetüği Kur'an'da, herhangi
bir insan için haram kılınmış bir şey göremiyorum. Ancak yenilmesi istenen şey
lâşe veya akan kan olursa, yahut domuz eti olursa onu haram kılmıştır. Çünkü
domuz, pislik yemeğe alıştığı için onun eti pis ve necistir. Veya kesilen
hayvan dikili taşlar üzerinde yani putlar adına kesilenler gibi, Allah'tan
başkasının adı anılarak kesilen bir fisk olursa, bunları haram kılmıştır.
Pallar adına kesildiği için, sanki fisk in kendisi olmuş gibi mübalağalı bir
mana ifade etmek maksadıyle bu hayvana "fisk"
denilmiştir..
Kim bir zarurete düşer de, bu
haram kılınanlardan bir şey yemek zorunda kalırsa, zaruret dışında, lezzet almak
kastiyle yemediği ve kendisim telef olmaktan kurtaracak Zarurî miktarı geçmediği
takdirde ona bir günah yoktur. Çünkü Allah kullarını bağışlayan ve onlara
merhamet edendir.
Bundan sonra Yüce Allah, sırf
isyanları ve haddi aşmaları sebebiyle Yahudilere bazı şeyleri haram kıldığını
açıklayarak şöyle buyurdu: [311]
146. Sadece
yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Ibn Abbâs şöyle der: Bu
hayvanlar, deve ye sığır gibi, çatal tırnaklı olan ve kaz ve ördek gibi açık
parmaklı olmayan hayvanlardır.[312] Onlara, sığır ve koyunun içyağlarını yemeği
haram kıldık. Ancak bunların sırtlarına yapışık oları veya bağırsaklarının
üzerinde bulunan ya da kuyruk yağı gibi, kemiğe karışık olan yağları yemeleri
caizdi. Onlara bunların haram kılınması; daha Önce anlatılan peygamberleri
Öldürmek, faiz yemek ve insanların mallarını bâtıl yollarla yemeği helal görmek
gibi zulüm ve taşkınlıkları sebebiyledir. Ey Muhammedi Biz sana
anlattıklarımızda gerçekten doğru söylüyoruz. Burada Allah'ın haram kılmadığını
haram kılanların yalancı olduklarına tariz vardır. Bundan sonra gelen şu âyet
de, Yahudilerin yalan söylediğine tarizdir. [313]
147. Ey
Muhammedi O Yahudiler, haram olduğunu açıkladığın şey hususunda seni
yalanlarlarsa, onların haline hayret ederek de ki: Rabbiniz geniş rahmet
sahibidir. Ağır suçunuza rağmen sizi cezalandırmakta acele etmemesi bunu
göstermektedir. Ebu Hayyân şöyle der: Bu, senin büyük bîr masiyet işlendiğini
gördüğünde şöyle demene benzer: "Allah ne kadar halimdir!" Sen bu sözünle,
Allah'ın masiyet işleyen kişiyi cezaiandırmayıp ona mühlet vermesinden dolayı
ne kadar halim olduğunu ifade etmek istersin.[314]
Yüce Allah geniş rahmet sahibi olduğunu anlattıktan sonra, bunun ardından
şiddetli azabını anlatarak şöyle buyurdu: Onun suçluları cezalandırmasına engel
olunamaz. Yani, Onun rahmetinin genişliğine aldanmayın. Çünkü O, merhametli
olduğu kadar, azabı da şiddetlidir. Şüphesiz, günah ve kötülük işleyenleri
cezalandırmasına engel olunamaz. Günahkârın, Allah'ın rahmetinden ümidini
kesmemesi, isyankârın da O'nun hiİmine aldanmaması için, âyet-i kerimede
ümitlendirme ve korkutma birlikte zikredilmiştir. [315]
148. Arap
müşrikleri diyecekler ki: "Allah isteseydi ne kâfir olurduk, ne de müşrik... Ne
biz, ne de babalarımız.. Yani demek istiyorlardı ki, kendilerinin Allah'a şirk koşmaları ve bazı
şeyleri haram kılmaları Allah'ın dilemesiyledir. Allah onların bu şeyleri
yapmamalarını dikseydi bunları yapmazlardı.
Allah böyle murat etti diye delil getiriyorlardı. Nitekim, masiyet işleyen bir kimseden, bu işi
bırakması istendiğinde : Bu, Allah'ın takdiridir. Bundan kaçış ve kurtuluş
yoktur." der. Halbuki bu hususta müşriklerin herhangi bir delili yoktur. Çünkü
onlar hayır işlemek ve kötülüğü terketmekle yükümlüdürler. Fakat bu iddia,
Cebriyye görüşünü[316]
savunanların iddiasıdır. Bunu ancak, kuvvetli deliller karşısında susmak
zorunda kalan beyinsizler delil getirir. Yüce Allah onların bu iddialarını
reddederek şöyle buyurur: Onlardan önceki toplumlar da aynı şekilde
yalanladılar. Sonunda, üzerlerine azab indirdik. Bu, bir inkar sorusudur. Maksat
alay etmektir. Yani : Onlara de ki: Sözünüzün doğru olduğunu gösterecek bir
hüccet ve deliliniz var mı ki, onu bize açıkl ayasın iz. Siz bu hususta, sadece
evham ve zanlara uyuyorsunuz. Gerçekte siz, Allah'a karşı yalan söylemekten
başka bir şey yapmıyorsunuz. [317]
149. Onlara de
ki: Eğer sizin bir deliliniz yoksa, bilesiniz ki, bu hususta Allah'ın, son
derece açık ve ikna edici delili vardır. Allah dileseydi, sizin hepinize iman
nasip ederdi. Fakat o, iman ve küfür hususunda tercih işini kullara bıraktı ki,
sorumluluk tam olsun. "De ki: Gerçek, Rabbinizden gelmiştir. Artık isteyen iman
etsin, isteyen inkâr etsin.[318]
150. Ey
Muhammed, onlara de ki: Bâhira, sâibe ve benzeri şeyleri, Allah'ın haram
kıldığına dair iddialarınızın doğruluğuna şahitlik edecek kim varsa onu bana
getirin.
Eğer gelir de yalancı şahitlik
ederlerse, sen onlar gibi şahitlik etme ve onları tasdik etme. Çünkü onların
yaptığı sırf yalandır. Sakın o, Allah'ın âyetlerini yalanlayan ve âlıirete
inanmayanların arzularına uyma. Onlar, Allah'a ortak koşarak putlara
tapıyorlar. [319]
Edebî Sanatlar
1. Büyük ve
küçük develer." Bu iki kelime arasında tıbâk sanatı vardır. Çünkü hamule, yüke
elverişli büyük deve, ferş ise, yüke elverişli olmayan, yere yakın küçük
develer demektir. Döşekler gibi yer üzerine yayılmış görüldüklerinden bu ismi
almışlardır.
2. Şeytanın
adımları." Bu, güzel bir istiaredir. Şeytana itaatten ve onun kafilesinde
yürümekten sakındırmayı en beliğ bir şekilde ifade eder.[320]
3. Bu kelimeler
mübalağa sıygalanndandır. Son derece bağışlayıcı ve merhamet edici
demektir.
4. Rabbiniz
geniş rahmet sahibidir. Onun, suçluları cezalandırmasına engel olunamaz." Haber
verme hususunda, isim cümlesi fiil cümlesinden daha belîğ olduğu için, birinci
cümle isim cümlesi olarak geldi ve Yüce Allah'ın geniş rahmet ile nitelenmesine
uygun düştü. İki vasfı aynı seviyede bildirmek için, ikinci cümle fiil cümlesi
olarak gelmiştir. Çünkü rahmet kapısı daha geniştir. Ebu Hayyân böyle der.[321]
Faydalı Bilgiler
De ki: "Bana vahy edilende, haram
kılınmış bir şey bulamıyorum." Bu ây,et, haram kılmanın, arzu ve istekle değil,
ancak vahy ile bilinebileceğini ifade eder. Ayrıca hükümleri koyanın Yüce Allah
olduğunu, Peygamberin, (s.a.v.) sadece Allah'ın koyduğu hükümleri bildirici
olduğunu gösterir. Nitekim âyet-i kerimede: "O, arzularına göre konuşmaz. Onun
konuştukları, vahyedilenden başkası değildir.[322]
buyrulmuştur. [323]
151. De ki :
"Geliniz, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya
iyilik edin, fakirlik korkusuyla ço-cuklaranızı öldürmeyin sizin de onların da
rızkını biz veririz; kötülüklerin
açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere
kıymayın! İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp
anlarsınız."
152. Rüşd
çağına erişinceye kadar, yetimin malına yaklaşmayın. Ancak en güzel bir niyetle
yaklaşabilirsiniz. Ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz gücünün yettiği
kadarından fazlasını yüklemeyiz. Söz söylediğimiz zaman, yakınlarınız dahi olsa
adaletli olun. Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice
düşünesiniz diye bunları emretti.
153. Şüphesiz
bu, benîm dosdoğru yolumdur. Şu halde ona uyun. Başka yollara uymayın. Zira o
yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.
154. Sonra
iyilik edenlere nimetimizi tamamlamak, her şeyi açıklamak, hidayete erdirmek ve
rahmet etmek maksadıyla Musa'ya da Kitab'ı verdik. Umulur ki, Rablerinin
huzuruna varacaklarına iman ederler.
155. İşte bu
indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. O'na uyun ve Allah'tan kokun ki size merhamet
edilsin.
156. "Kitap,
yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından
gerçekten habersizdik." dersiniz, diye;
157. Yahut,
"Bize de kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk."
demeyesiniz diye Kur'an'ı indirdik. İşte size de Rabbinizden açık bir delil,
hidayet ve rahmet geldi. Kim, Allah'ın âyetlerini yalanlayıp onlardan
yüzçevirenden daha zâlimdir! Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz
çevirmelerinden ötürü azabın en kötüsüyle
cezalandıracağız.
158. Onlar
ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini, yahut Rabbinin
bazı alâmetlerinin gelmesini bekliyorlar.
Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış, ya da imanında
bir hayır kazanmamış olan kimseye, artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki:
Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz!
159.
Dinlerini parça parça
edip, guruplara ayrılanlar var
ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır,
sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.
160. Kim
iyilikle gelirse, ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o
sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlara haksızlık
edilmez.
161. De ki:
"Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah'ı birleyen İbrahim'in
dinine iletti. İbrahim ortak koşanlardan değildi."
162. De ki:
"Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım
ve ölümüm hepsi
alemlerin Rabbi Allah içindir."
163. O'nun
ortağı yoktur. Bana sadece bu emro-lundu ve ben mü si umanların
ilkiyim.
164. De ki:
"Allah her şeyin Rabbi iken ben ondan başka Rab mı arayacağım? Herkesin
kazanacağı yalnız kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez.
Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. Ve O, uyuşmazlığa düştüğünüz gerçeği size haber
verecektir.
165. Sizi
yeryüzünde öncekilerin yerine getiren, size
verdiği nimetler hususunda
sizi denemek için bâzınızı bâzınızdan
derecelerle üstün kılan
O'dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayan,
merhamet edendir.
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Yüce Allah önceki âyetlerde,
kafirlerin kendisine iftira ederek haram kıldıkları şeyleri ve kendisinin onlara
mubah kıldığı hububat, meyve ve hayvanları anlattıktan sonra, burada da, onlara
hakikaten Allah'ın haram kıldığı zararlı şeyleri anlattı ve semavî dinlerde yer
alan, insanlığın mutluluğunun sebebi olan on vasiyeti açıkladı. [324]
Kelimelerin İzahı
Oku, anlat.
İmlak, fakirlik. Bir kimse fakir
düştüğünde denir.
"Kuvveti" demektir, evlenme ve
rüşd çağma ermek demektir. Bu kelime
cemî kalıbındadır. Müfredi yoktur.
Adaletle. Eksiksiz ve
noksansız.
Subul, yol mânâsına gelen
kelimesinin çoğuludur.
Siya; fjrka mânâsına gelen
kelimesinin çoğulu olup fırkalar ve gruplar manasınadır. Şiâ,
taraf tutan ve kendi mezhebinde taassub gösteren
fırkadır.
Kıyem, dosdoğru
demektir.
Nusukî, benim kurbanlarım.
Kesilecek hayvan mânâsına gelen 'nin çoğuludur. Zeccâc şöyle der: ibadetim
demektir. İbadetle Allah'a yaklaşmaya çalışan kimseye verilen ismi de bu köktendir.[325]
Âyetlerin Tefsiri
151. Ey
Muhammedi De ki: "Gelin, zan ve tahminle değil, Rabbinizin kesin olarak size
haram kıldığı şeyleri okuyayım. Onunla beraber başkasına ibadet
etmeyin.
Ana-babaya iyilik edin. Bir şeyi
emretmek, onun zıddını yasaklamak olduğu için, anne ve babaya iyilik etme emri,
haram kılınan şeyler içersinde zikredildi. Şâm Yüce Allah: "Ana-babaya kötülük
etmeyin" diye buyurdu. Ebussuûd şöyle der: Bundaki sır, onların haklarına aşırı
derecede önem vermek ve haklarını ödemek için, onlara kötü davranmamanın yeterli
olmadığını göstermektir.[326] Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin.
Ibnu'l-Cevzî bundan maksat, fakirlik korkusuyla kız çocuklarını diri diri
gömmektir, der.[327]
Onlara da size de rızık vermek
bize aittir. Şüphesiz Allah, kullarına bolca rızık verendir, Büyük günahların
açığına da gizlisine de yaklaşmayın. İbn Abbâs şöyle der: Câhiliyye döneminde
insanlar, gizli zina etmede bir sakınca görmüyorlar, açıktan zinayı çirkin
görüyorlardı. Yüce Allah, onun gizlisini de, açığım da haram kıldı.[328]
Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı suçsuz canı, haksız yere sebeb-siz
Öldürmeyin. Rasulullah'ın hadisi bu âyeti şöyle açıklar: Şu üç sebepten biri
olmadıkça, müslüman kişiyi öldürmek helâl değildir. Bunlar: Evlenmiş olup da
zina eden kişi, öldürdüğü bir can karşılığında kısas edilen kişi ve dininden
dönüp cemaatten ayrılan kişi.[329]
Bu anlatılanlar, Yüce Allah'ın
size korunmasını tavsiye ve kuvvetle emrettiği şeylerdir. Umulur ki,
akıllarınızla, bu sorumlulukların din ve dünya işlerinde size vereceği fayda ve
menfaatleri anlarsınız. Ebu Hayyan şöyle der: Size vasiyet etti, lafzında ve
Yüce Allah'ın onları, kendi emirlerini korumaları için vâsî tayin
etmesinde, apaçık bir şefkat, rahmet ihsan vardır.[330]
152. Kendisi
için daha faydalı olan şeklin dışında, erginlik çağma erinceye kadar, hiçbir
şekilde yetim malına yaklaşmayın. Burada yaklaşmayı yasaklamak, yasak olunca,
bütün tasarruf şekillerini kapsar. Çünkü mala yaklaşmak yasak olunca, yemesinin
yasak olması daha evla ve daha doğrudur. "Daha faydalı olan şekil" den maksat,
yetime fayda sağlamak ve malını artırmaktır. İbn Abbâs şöyle der: Bu, yetim için
faydalı bir iş yapmasıdır. Bu takdirde yetimin malından uygun bir şekilde
yiyebilir. Alırken de verirken de, ölçü ve tartıyı adaletle ve eşit bir şekilde
yapın, Biz herkesi sadece yapmaktan aciz kalmayacağı, gücünün yeteceği kadarıyla
sorumlu tutarız. Beyzâvî şöyle der; Biz her nefsi, sadece gücünün yettiği ve
yapmakta zorluk çekmeyeceği şeylerden sorumlu tutarız. Hakkı yerine getirmek güç
olduğu için, Yüce Allah bunu, ölçüyü tam yapma emrinin arkasından zikretti. Şu
halde, sizin, gücünüzün yettiğini yapmanız gerekir. Bundan Ötesi
bağışlanmıştır.[331]
Hüküm verirken de, şahitlik ederken de adaletli olunuz. Aleyhinde şahitlik
ettiğiniz kişi, isterse yakınlarınızdan biri olsun. Söz verdiğinizde, sözünüzde
durun. Kurtubî şöyle der: Bu ahit, Allah'ın, kullarından yapılmasını istediği
her şeye şâmildir, insanlar arasında yapılan anlaşmanın korunmasını ve yerine
getirilmesini emrettiği için "onun ahdi" denilmiştir.[332]
İşte Allah size iyice düşünüp öğüt alasınız diye bunları emretti. [333]
153. Şüphesiz
bu benim dosdoğru dinimdir. Onu sizin için bir kanun kıldım. Ona sımsıkı
sarılın. Farklı farklı din ve eğri yollara girmeyin. O farklı din ve yollar sizi
parçalar ve doğru yoldan uzaklaştırır. İbn Mes'ûd'un şöyle dediği rivayet
olunur: Bir gün Rasululfah (s.a.v.) bize bir çizgi çizdi. Sonra: "Bu Allah'ın
yoludur" buyurdu. Sonra da bu çizginin sağında ve solunda birçok çizgiler çizdi
ve şöyle buyurdu: Bunlar bir takım yollardır. Her bir yolun başında, o yola
çağıran bir şeytan vardır. Bundan sonra Rasulullah (s.a.v.) âyetini okudu.[334]
İşte sakınmanız için Allah bunları size emretti. Yüce Allah, mânâyı
kuvvetlendirmek için emrini tekrarladı. Yani, Allah size bunları emretti ki,
onun emirlerine sarılmak ve
nehiylerinden kaçınmak suretiyle ateşten korunasınız. İbn Atiyye şöyle der: Bu
ayetlerde ilk olarak aklı başında olan kimse haram olduğu anlatılan şeyleri
yapmayacağı için o bölümde âyet belki düşünür anlarsınız, şeklinde sona erdi.
Haram kılınan diğer şeyler, nefsin arzu ettiği şeyler olduğu için, haram
olduğunu hatırlamayan kimse bazan bunları yapabilir. Bunun için âyet umulur ki
hatırlarsınız" şeklinde son buldu. Doğru yolda yürümek, faziletli işler yapmayı
gerektirir. Bunun için elbette takva sahibi olmak gerekir. Dolayısı ile âyet,
umulur ki takva sahibi olursunuz, korunursunuz, şeklinde sona erdi.[335]
154. Sonra,
salih olan ve güzel amel işleyen kimselere lütuf ve nimeti tamamlamak için
Musa'ya Tevrat'ı verdik. Taberî şöyle der: Emir ve yasaklarımızı yerine
getirmesi hususunda kendisine
nimetimizi tamamlamak için Musa'ya Kitabı verdik.
Çünkü Musa'ya kitabın verilmesi, Allah'ın ona büyük bir nimet ve
lütfudur. Bu nimet ve lütuf ona, salih amel işlediği ve güzel itaatte bulunduğu
için verilmiştir.[336]
Aynı zamanda, İsrâîloğullarının din hususunda muhtaç oldukları her şeyi geniş
geniş açıklamak için kitabı gönderdik, İsrâîloğullarına bir hidâyet ve rahmet
maksadıyla kitabı verdik ki, Allah'a kavuşacaklarına inansınlar. İbn Abbâs şöyle
der: Öldükten sonra dirilmeye iman etsinler, sevap ve cezaya inansınlar diye
kitabı verdik, demektir.[337]
155. Muhammed'e
indirdiğimiz bu Kur'an, şanı büyük, yararları çok olan bir kitaptır. Çeşitli
dinî ve dünyevî faydaları ihtiva etmektedir, Binaenleyh ona sımsıkı sarılın ve
onu kendinize önder edinin. Rahmete nail olmayı ümit edenlerden olabilmeniz
için, ona muhalefet etmekten sakının. [338]
156. Kıyamet
gününde "Bize herhangi bir kitap gelmedi ki ona uyalım. Mukaddes kitaplar
sadece bizden önceki Yahudi ve Hıristiyanlara indi" demenizi istemediğimiz için
bu büyük vasfı taşıyan, içinde dünya ve âhiret hayırlarını toplamış olan kitabı
indirdik. İbn Cerir der ki: Allah, Muhammed (s.a.v.)'e Kur'an'ı indirmekle,
onların ileri sürecekleri bu mazereti ortadan kaldırdı, Halbuki şephesiz biz
onların kitaplarında bulunan şeylerden ve okuduklarından gafildik. Onlarda ne
olduğunu bilmiyorduk. Onlar bize ulaşmamıştı" demeyesiniz diye bu
Kur'an'ı indirdik. [339]
157. Yahut,
Yahudi ve Hıristiyanlara indirildiği gibi bize de kitap indirilseydi, biz
onlardan daha iyi hakkı bulur ve Peygamberin emrine daha çabuk icabet ederdik.
Çünkü biz daha zekiyiz ve daha ciddi çalışıyoruz." demeyesiniz diye bu kitabı
indirdik. Şüphesiz size Allah'tan, Muhammed'in lisanı ile Kur'an-ı Kerim geldi.
Onda helal ve haram açıklanmıştır. Kalplere hidâyet ve Allah'tan kullarına bir
rahmet vardır. Kurtubî, "Muhammed (s.a.v.)'in gelmesi ile bu mazeret ortadan
kalktı" der.[340]
İbn Abbâs şöyle der: "Âyette geçen beyyineden maksat hüccettir. O da, Peygamber
(s.a.v.) ve Kur'an'dır.[341]
Kur'ân'ı yalanlayan, ona inanmayan ve
Allah'ın âyetlerinden yüzçevirenden daha kâfir kim vardır!? Ebussuûd şöyle der
maksat, insanları Allah'ın âyetlerinden çeviren ve böylece hem kendisi sapan,
hem de başkalarını saptırandır,[342]
Bu âyet, kafirler için bir tehdittir. Yani, Allah'ın âyetlerinden ve kesin
delillerinden yüz çevirenleri, bundan dolayı ve Allah'ın peygamberlerini
yalanlamaları sebebiyle şiddetli azaba çarptıracağız. [343]
158. O
müşrikler, ruhlarını alıp kendilerini cezalandırmak için meleklerin gelmesinden
başka bir şey beklemiyorlar. Halbuki o zaman tevbelerinin fayda vermeyeceği bir
zamandır. Veya onlar Rabbinin gelmesinden veya onun" bazı âyetlerinin
gelmesinden başka şey beklemiyorlar. İbn Abbâs şöyle der: Rabbinin gelmesinden
maksat, onların öldürülmesi veya başka bir muameleye tâbi tutulması hususunda
emrinin gelmesi demektir. Taberî şöyle der: Maksat kıyamet gününde, mahlukâtı
arasında hükmetmesi için Rabbinin onlara gelmesidir. Rabbinin bazı âyetlerinin
onlara gelmesinden maksat da, güneşin batıdan doğmasıdır.[344]
Rabbinin bazı âyetleri, yani kıyamet alâmetleri geldiği gün, daha önce îman
etmemiş olup da onda îman eden kâfir kimseye îmanı fayda vermez. îman edip de
bir hayır işlememiş olan âsî kimseye de îmanı fayda vermez. Taberî şöyle der:
Daha Önce Allah'a ortak koşmuş olan kimselerin, bu alâmetin gelmesinden sonra
iman etmeleri fayda vermez. Çünkü onların bu îmanı, Allah'ın emriyle
kendilerine gelen şiddetli korkudan dolayı olmuştur. Onların îmanlarının hükmü
kıyametin kopması anında îman etmenin hükmü gibidir.[345]
Hadiste şöyle buyurul-rnuştur: Güneş batıdan doğuncaya kadar kıyamet kopmaz. O
batıdan doğup da insanlar onu görünce hepsi îman ederler. İşte bu ari, daha önce
îman etmemiş olanlara îman etmelerinin fayda vermeyeceği bir andır.[346]
De ki, "Başınıza gelecek olanı bekleyin. Biz de beklemekteyiz." Bu emir tehdit
ve korkutma ifade eder. [347]
159. Dinlerini
parça parça edip çeşitli hizip ve gruplara ayrılanlar var ya, Ey Muhammed sen
onlardan uzaksın. İbn Abbâs der ki: Onlar Yahudi ve Hıristiyanlardır. Hanîf olan
İbrahim'in dinini çeşitli parçalara
ayırdılar. Onların cezası Allah'a aittir. Onları cezalandırmayı o üzerine
almıştır. Sonra da onlara çirkin işlerini haber verecektir. Taberî şöyle der:
"Ahirette, onlara yaptıklarını bildireceğim ve onlardan herbirine yaptığının
karşılığını vereceğim." demektir.[348]
160. Kıyamet
gününde kim bir iyilik getirirse, Allah'tan bir lütuf ve ihsan olarak, onun on
misliyle mükâfaatlan-dınlır. Bu, iyiliklere verilen kat kat mükâfaatın en
azıdır. Çünkü iyiliğe verilen mükâfat 700 misline veya daha fazlasına
ulaşmaktadır. Kim de, kötülük getirirse, getirdiğinin misli ile cezalandırılır,
daha fazla ceza verilmez. Onlara, yaptıklarının karşılığından hiçbir şey eksik
verilmez. Hadis-i kudsîde şöyle buyurul-muştur: Yüce Allah buyurur ki: Kim
iyilikle gelirse, ona o iyiliğin on mislini veririm veya daha da artırırım. Kim
kötülükle gelirse, onu kötülüğünün misli ile cezai andırırımı. Veya
bağışlarım,[349]
İyiliklerin karşılığının fazla verilmesi, lütuf babmdandır. Kötülükleri
hususunda misli ile muamele e-dümesi ise adalet babmdandır. [350]
161. Ey
Muhammed! O yalanlayan müşriklere de ki: Rabbim beni doğru yola iletti ve bana
hak din olan İbrahim'in dinini gösterdi. Bana dosdoğru dini gösterdi, onda
hiçbir eğrilik yoktur. O, haniflerin önderi olan Hz.İbrahim'in getirdiği yüce
hanîflik dinidir. İbrahim müşrik değildi. Burada, İslam dinine muhalefet
edenlerin, İbrahim'i dininden çıktıkları için tariz yoluyla müşrik oldukları
ifade edilmiştir. [351]
162. Ey
Muhammed! De ki: "Rabbime ibadet e"derek kıldığım namazım, kestiğim kurbanım,[352]
hayatım ve ölümüm ve bu hayatta yapmış
olduğum hayır ve itaatlerimin hepsi, sizin ortak koştuklarınız için değil,
sadece âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. [353]
163. Onun
ortağı yoktur. Ben ondan başkasına ibadet etmem. Bana, sadece tek olan Allah'a
ibadet etmem emredildi. Ben Allah'ın varlığını kabul eden, ona boyun eğen
ve itaat edenlerin ilkiyim. [354]
164. Bu soru,
takrir ve kâfirleri kınamak için sorulmuştur. Çünkü onlar Resûlullah (s.a.v)'ı
ilâhlarına ibadet etmeye davet etmişlerdi. Mana şöyledir: Ey Muhammed! De ki:
"Allah'tan başka bir Rab mı arayayım? Halbuki o her şeyi yaratan ve her şeyin
sahibidir. Şu halde Allah'tan başkasını ilâh edinmem nasıl münasip olur?
Herhangi bir kimsenin cinayeti
ancak kendi aleyhinde olur. Hiçbir kimse başka birinin günahını yüklenmez.
Herhangi bir insan başkasının suçundan dolayı cezalandırılmaz. Bu da bir tehdit
ve korkutmadır. Yani kıyamet gününde dönüşünüz O'nadir. O, iyilik yapanı kötülük
yapandan ayıracak ve size amellerinizin karşılığını verecektir. [355]
165. Sizi
geçmiş ümmetlere ve toplumlara halef kılan odur. Birbirinizin halefi oluyor
birbirinizin ardından geliyorsunuz. Taberî şöyle der: Allah sizden önce gelmiş
geçmiş ümmet ve milletleri helak ettikten sonra, onların yerine sizi getirdi ve
yeryüzünde sizi onların halefleri kıldı. Onlardan sonra orada siz
yaşıyorsunuz.[356]
Zenginlik-fakirlik, ilim-cehâlet, güçlülük-güçsüzlük ve kullar arasında
üstünlüğe sebep olan diğer hallerinizi farklı yapan odur. Size verdiklerine
şükredip etmediğinizi denemek için böyle yapıyor. Ibnu'l-Cevzî şöyle der: Sizi
deneyip sizden sevap ve cezaya sebep olacak şeyi ortaya çıkarmak için böyle
yapıyor demektir.[357]
Şüphesiz Rabbin, kendisine isyan
edenleri süratle cezalandırır. Kendisine itaat edenleri ise elbette bağışlayan
ve onlara merhamet edendir. Teshil yazarı şöyle der: Yüce Allah burada korku
ile ümidi bir arada zikretti. Süratli ceza, ya hemen cezalandırmakla dünyada
meydana gelir veya âhirette olur. Çünkü gelen herşey yakındır.[358]
Edebî Sanatlar
1.Yollara
girmeyin. Burada kelimesi bid'atlar, sapıklaklar ve sapık mezhepler yerine
müstear olarak kullanılmıştır.
2. Biz hiçbir
nefsi mükellef tutmayız" Burada genellik ve kapsam ifade etmesi için kelimesi
nekra (belirsiz) olarak getirilmiştir.
3. Allah'ın
ahdini" Ahd kelimesinin Allah lafzına muzaf olması şereflendirme ve tazim ifade
eder.
4.
Âyetlerimizden yüz çevirenler." Burada denilmeyip de, zamir yerine zahir isim
kullanılarak denilmesi,onların taşkınlıklarının çirkinlik ve adîliğini
gösterir.
5. De ki:
Bekleyin" Buradaki emir, tehdit ve korkutma ifade eder.
6. Nefse imanı
fayda vermez." Bu sözde, beyan ilminde "leff" diye bilinen sanat vardır. Sözün
aslı şöyledir: Rabbinin bazı âyetleri geldiği gün, önceden iman etmemiş olan
hiçbir nefse, daha sonra İman etmesi fayda vermez. Daha önce, mü'min iken bir
hayır kazanmayan hiçbir nefse, daha sonra kazanacağı hayır fayda vermez. Ancak
burada iki söz birbirine katılmış ve tek bir söz olmuştur. Bu bir edebî
sanattır. Söz kısaltılmış ve mu'ciz hale
getirilmiştir. "el-İntisaf" sahibi
bunu böyle açıklar.[359]
7. Açık oldu."
ve " gizli oldu." kelimeleri ile iyilik,
ve kötülük kelimeleri arasında edebî
sanatlardan tıbâk vardır.
8. Hiçbir suçlu
başkasının yükünü yüklenmez.". Şerif Râdî şöyle der: Burada gerçek mânâda
sırtlar üzeinde yükler yoktur. Âyette geçen yükten maksat, günahların ve
kötülüklerin ağırlıklarıdır. Bu güzel bir istiaredir.[360] [361]
Faydalı Bilgiler
Yüce Allah kendi yolunu tekil,
diğer yolları çoğul olarak zikretti. Çünkü dalâlet yolları çoktur ve bir çok
şubeleri vardır. [362]
Bir Uyarı
Hafız İbn Kesir şöyle der: Yüce
Allah çoğu zaman Kur'an'ı Kerim'de şu iki sıfatı" birlikte zikreder:" Senin
Rabbin çabuk cezalandırır. Ve gerçekten çok bağışlayan ve çok merhamet
edendir.[363]
Yine Yüce Allah, "kullanma benim çok
bağışlayıcı ve pek merhamet edici olduğumu haber ver.[364]
dedikten sonrû, "Bununla beraber benim azabımın da acıklı azap olduğunu bildir[365]
buyurmuştur. Bunlar gibi, teşvik ve
korkutmayı kapsayan başka âyetler de vardır. Yüce Allah bazan heveslendirerek,
cennetin özelliklerini sayarak ve kendi katında bulunan şeylere teşvik ederek
kullarını kendisine çağırır. Bazan da korkutarak, cehennemi ve onun azabım,
kıyametf ve onun dehşetini anlatarak kullarını kendisine davet eder. Bazan da,
herkese kendi kabiliyetine tesir etsin diye teşvik ve korkutma âyetlerini
beraber zikreder.
Allah'ın yardımı ile En'âm
sûresinin tefsiri bitti. [366]
[1] İmam Râzî şöyle der: Bu sûreyi, diğerlerinden ayıran iki
önemli fazileti vardır. Birisi: Bu sûre bir defada inmiştir. İkincisi: Bu sûreyi
70 bin melek uğurlamıştır. Bu imtiyazın sebebi şudur: Bu sûre tevlıîd, adalet,
nübüvvet ve âhiret delillerini ihtiva eder. İnkarcı ve bâtıl mezhep
sahiplerinin görüşlerini de iptal eder. İmam
Kurtubî şöyle der: Bu sûre
müşrikler, diğer bid'atçiler ve haşri ve neşri inkâr edenlerle mücadelede
asıldır. Bu durum, onun toptan, bir defada inmesini
gerektirir.
[2] En'âm, 6/165
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/165-167.
[3] En'âm sûresi, 6/136
[4] Mehâsinu't-te'vîl, 6/2232
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/167.
[5] Buharı, Şehâdet 9; Fezâü-i Ashâb 1; Rikak 7 (az farklı
lafızlarla)
[6] Kıırtubî,6/391
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/171.
[8] Vahidî, Esbâbu'n-nıızûl, 122
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/171.
[9] Teshil, 2/2
[10] el-Bahru'1-muhît, 6/68
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/171-172
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/172.
[12] Muhtasar-ı İbn Kesir 1/568
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/172-173.
[14] Kurtubî, 6/390
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/173.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/173.
[16] el-Bahru'l-muhît,4/77
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/173.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/173.
[18] Ebussuûd,2/83
[19] Bir görüşe göre mânâ şöyledir: Biz bir melek
indirseydik, onîar onu gördüklerinde korkudan helak olurlardı. Çünkü onu
görmeye tahammül edemezler. Bu mânâ İbn Abbâs'tan nakledilmiştir. Kurtubî'dc
böyledir. 6/293
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/173-174.
[21] Muhtasar-ı İbn Kesir 1/569
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/174.
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/174.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/174.
[25] Ebussuüd şöyle der: sizi mutlaka toplayacak, cümlesi
mahzuf bir kasemin cevabıdır. Bu cümle İsti'naf cümlesi olup kafirlerin Allah'a
ortak koşmaları ve tefekkür etmemeleri yüzünden tehdit için getirilmiştir. Yani:
Allah'a andolsun ki, o sizi kabirlerden
toplayacaktır.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/174-175.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/175.
[28] Muhtasara İbn kesir, 1/570
[29] el-Keşşâf, 2/7
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/175.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/175.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/175.
[32] et-Teslıîl, 2/4
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/175-176.
[33] Muhtasar-ı İbn Kesir 1/571
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/176.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/176.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/176.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/180.
[37] Mecmau'l-beyân, 4/286
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/180-181.
[39] Vahidî, Esbâbu'n-nüzûL s.
122
[40] Kurtubî, 6/414
[41] Tcfsir-i Kebir, 12/205
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/181.
[42] Ebu Hayyan, el -Bahr 4/90
[43] et-Tezhil 2/5
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/181-182.
[45] Keşşaf 2/9
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/182.
[47] Ebus,suud 2/Ş8
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/182.
[49] Beyzâvî 169
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/183.
[51] Kurtubî 6/401
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/183.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/183.
[53] et-Teshîl, 2/6
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/183-184.
[55] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/573
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/184.
[56] Bey?ari, s.169
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/184.
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/184.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/184.
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/184-185.
[61] Kurtubî, 6/412
[62] Beyzâvî, s. 169
[63] et-Teshîl, 2/7
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/185.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/185.
[66] el-Bahru'1-muhît, 4/112
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/185.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/186.
[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/186.
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/186-187.
[70] Tefsir-i Kebir, 12/190
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/187.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/192.
[72] Kurtubî, 6/424
[73] İbn Kuteybe, Garîbu'VKur'ân,
S.23
[74] Bu beyit Ümeyye b. Ebi's-Salt'a aittir. Kurtubî,
6/427
[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/192.
[76] Vahidî, Esbabu'n-nuzûl, s. 124
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/193.
[77] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/576
[78] Taberî, U/341
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/193.
[80] Kurtubî, 6/419
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/193.
[82] Beyzâvî, S.170
[83] Bu, Taberî, Zemahşerî ve Celaleyn'in tercihidir. Ebu
Hayyan ise, el-Bahru'1-muhît adlı tefsirinde, Kitap'tan maksadın K.Kerim olduğu
görüşünü tercih ettikten sonra şöyle der: Ayetin siyakı ve mânâ bunu gerektirir.
İbn Atiyye de bunu tercih eder.
[84] Hadis İbn Hanbel, f,72
[85] Keşşaf, 2/16
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/193-194.
[86] Muhrasar-ı İbn Kesir, 1/577
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/194.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/194.
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/194.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/194-195.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/195.
[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/195.
[93] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/578
[94] Ahmet b. Hanbel, 4/145
İstidrac: Allah, düşmanlarının
cezalarını artırıp ansızın cezalandırmak için derece derece nimetlerini
artırmasıdır (Mütercimler).
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/195.
[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/195.
[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/196.
[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/196.
[99] Zâdu'l-Mesîr, 3/42
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/196.
[100] Sâvî Haşiyesi, 2/16
[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/196.
[102] el-Bahr, 4/134
[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/196-197.
[104] Taberî, 11/374
[105] Şuarâ sûresi, 26/113
[106] Taberî ve müfessirler bu
görüştedirler.
[107] Zumer sûresi, 39/65
[108] Kurtubî, 6/434
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/197.
[109] Fıırkan sûresi, 25/41
[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/197-198.
[111] Kurtubî, 6/435
[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/198.
[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/198.
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/198.
[115] Enfâl sûresi, 8/32
[116] Keşşaf, 2/23
[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/198-199.
[118] Zâdu'l-Mesir, 3/52
[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/199.
[120] İsra sûresi, 17/13
[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/199.
[122] Keşşaf, 2/18
[123] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/199-200.
[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/204.
[125] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/204.
[126] İslam şehidi Seyyid Kutup "H zilâli'l-Kur'an" adlı
tefsirinde bu âyetle ilgili olarak çok güzel bir açıklama yapmıştır. Onun bazı
bölümlerini aşağıya alıyoruz. Allah makamını cennet etsin, o şöyle der: Bu
âyet, Allah'ın hudutsuz ilminin bir tasviridir. Zaman ve mekanda yerde ve gökte,
karada ve denizde, yerin dibinde ve göğün katlarında, Ölü ve diri, yaş ve kun ne
varsa, hiçbiri onun ilminin dışında kalmaz... İnsanın hayal gücü, bu kısa
metinlerin gerisinde hızla ilerleyerek, bu görülen âlemin sınırlarını aşıp
bilinen ve bilinmeyen âlemleriı ufuklarını araştırıyor. Geçmişte, halde ve
gelecekte dâima kapalı kalacak olan gayp perdele rini açmaya çalışırken, insanın
vicdanı titriyor. Bunlar, son derece uzak ve ufukları geniş pei delerdir.
Bunların hepsinin anahtarları Allah'ın katındadır. Ondan başka kimse bunları
bile mez. Onun ilmi, karaların bilinmeyen noktalarını, denizlerin en derin
diplerini kuşatır. Bun ların hepsi Allah'ın ilmine açıktır. Yeryüzünde bulunan
sayılamayacak kadar ağaçlarda düşen yaprakları bilir, Onun gözü, nerede olursa
olsun, düşen her yaprağı görür. Toprağı içinde gömülü olan her tohumu da görür,
hiçbiri Allah'ın gözünden kaçmaz. Bu gem kâinatta yaş ve kuru ne varsa hepsini
kontrol eder. Hiçbiri onun kuşatıcı ilminin dışında kal; maz. İşte beşer hayalinin bu âlemlerde dolaşması, başlan döndüren
akılları alan b dolaşmadır. Görünen ve
görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen uzaklıklarda bir turdur, işte t âyet, onların
hepsini birkaç kelime içinde, bütün İnceliğiyle ve tam manâsıyla tasvir ed
gözler Önüne seriyor. Dikkat buyurun, işte bu bir İcazdır. (Fî zilâli'l-Kur'an,
7/247)
[127] el-Bahru'1-muhît, 4/146
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/204-205.
[128] Kurtubî, 7/5
[129] Zâdu'l-Mesîr, 3/55
[130] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/205-206.
[131] Ebussuûd, 2/107
[132] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/206.
[133] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/206.
[134] Kurtubî, 7/8
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/206-207.
[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/207.
[136] Beyzâvî, S.173
[137] Zâdu'l-Mesîr, 3/59
[138] Buhârî, Tefsir-i sûre 6/2; frisam,
11
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/207.
[139] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/207.
[140] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/207.
[141] Taberî, 11/437
[142] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/207-208.
[143] Taberî'ye göre âyetin mânâsı şudur: Fakat bu takdirde
mü'minlerin onlardan yüz çevirmeleri için, onlara Allah'ın emrini hatırlatmak
gerekir ki, Allah'tan korksunlar.
[144] el-Bahr, 4/154
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/208.
[145] Taberi 11/447
[146] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/208.
[147] Tabert, U/452
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/208-209.
[148] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/209.
[149] el-Bahr, 4/160
[150] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/209-210.
[151] Keşşaf, 2/32
[152] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/210.
[153] Mehasinu't-tc'vil 6/2343
[154] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/210.
[155] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/215.
[156] Tefsir-i Razı, B/46
[157] Tehzîbu'1-luğa,
maddesi
[158] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/216.
[159] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, S.126; Kurtubî,
7/37
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/216-217.
[160] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/217.
[161] el-Bahr 4/165
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/217.
[162] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/217.
[163] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/217-218.
[164] el-Bahru'1-muhît, 4/167
[165] Muhtasar-ı İbni Kesir, 1/592
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/218.
[166] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/218.
[167] Bazı müfessiri er, Hz.İbrahim'in yıldız için söylediği:
"Benim Rabbim budur" sözünü çocuk iken, Allahı tanıma hususundaki fikri tam
gelişmeden önce söylediği kanaatindedir. Doğru olan, cumhurun şu görüşüdür: Bu
söz, Hz.İbrahim'in, kavmi ile münazara esnasında, onların yıldızlara,
güneşe ve aya tapmalarının bâtıl
olduğuna dair delil getirmek için söylediği bir sözdür. Hasımlarını
susturmak İçin, Onlarla aynı ibareyi kullanarak, "Bu benim Rabbİmdır" demesi,
hüccetlerinin en iyisi ve delillerin en açığıdır. " Kavmi onunla münazara etti"
ve iste bunlar, kavmine karşı, İbrahim'e verdiğimiz huccetimizdir." ayetleri,
Hafız İbn Kesir'in de dediği gibi, bu makamın tefekkür makamı değil, münazara
makamı olduğunu göstermektedir. Peygamberlerin babası ve haniflerin Önderi olan
Hz.İbrahım'in Yüce Allah hakkında şüphe> düşmesi uygun değildir. Fahr-İ Râzî,
cumhurun görüşünü ieyit eder mahiyette 12 delil gelimistir. (Tesfir-i Kebîr,
13/47)
Kurtubî, Zemahşerî, Ebussuûd, İbn
Kesir ve Ebu Hayyân gibi büyük müfessirlerin tercihi bı dur. Allah daha iyi
bilir.
[168] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/218-219.
[169] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/219.
[170] Buhârî, Enbiya 8,41; Müslim, İman
197
[171] Lukman Suresi, 31/13
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/219.
[172] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/219.
[173] Muhtasar-ı İbni Kesir, 1/596
[174] zamiri hakkında iki görüş vardır. Birinci görüşe göre bu
zamir Nuh peygam-ber'c racidir. Ferrâ ve İbn Cerir bunu tercih etmişlerdir. Bir
başka görüşe göre ise, bu zamir İbrahim'e racidir. Bu Atâ'nın görüşüdür.
Ebussuûd bunu tercih etmiştir. Çünkü ayetin akışı, İbrahim (a.s.)'in fevkalade
durumlarını açıklamaktadır.
[175] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/220.
[176] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/220.
[177] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/220.
[178] el-Bahr, 2/173
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/220-221.
[179] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/221.
[180] Bir görüşe göre uj den maksat Medine'ii Ensardır. Bu,
İbn Abbâs'm görüşüdür. Başka bir görüşe göre ise, bu âyette isimlen geçen 18
peygamberdir. Bu, Katâde'nîn görüşüdür. Zeccâc ve İbn Cerîr'in tercihi de
budur.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/221.
[181] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/221.
[182] Taberî, 11/527
[183] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/221.
[184] Sâvî, 2/31
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/221-222.
[185] Enfâl sûresi, 8/5:
[186] el-Bahru'1-muhît,
[187] Keşşaf, 2/36
[188] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/222.
[189] Enbiya suresi, 21/104
[190] Buhârî, Enbiya 8; K. Tefsir, 5, 14-15; Rıkak 45; Müslim,
Cennet, 58.
[191] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/223.
[192] Telhisu’l beyan S.37
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/223-224.
[193] Buhari Enbiya 8
[194] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/224.
[195] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/228.
[196] Keşşaf, 2/39
[197] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/228.
[198] Kunubi, 7/61
[199] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, S.127
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/228.
[200] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/228.
[201] Kurtubi. 7/44
[202] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/229.
[203] Taberi, 11/554
[204] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/229.
[205] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/229.
[206] Müstekarr, yeryüzünde kalmak, müstevda ise, yer altında
kalmak manasında tefsir edilmiştir. Taberi, umumi manayı tercih
etmiştir.
[207] Sâvî, 2/34
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/229-230.
[208] Taberî, 11/573
[209] Tefsiru'l-Cevzî, 3/96
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/230.
[210] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/230-231.
[211] Teshil, 2/18
[212] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/231.
[213] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/231.
[214] Muhtasar-ı Tbn Kesir, 1/605
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/231.
[215] Tefsir-i İbn'M-Cevzî, 3/99
[216] Keşşaf, 2/43
[217] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/231-232.
[218] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/232.
[219] Kurtubî, 7/60
[220] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/232.
[221] Enbiya sûresi, 21/23v
[222] Sâvî, 2/37
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/232
[223] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/607
[224] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/232.
[225] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/232.
[226] Sâvî, 2/39
[227] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/233.
[228] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/233.
[229] Kıyame sûresi, 75/22-23
[230] Buhari Mevakit 16 Tevhid 24; Müslim, Mesacid
211
[231] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/233-234.
[232] Taberî, 12/47
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/240.
[233] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesir,
3/108
[234] "
"
"3/109
[235] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/131
[236] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/240.
[237] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/240-241.
[238] el-Bahru'I-muhît, 4/206
[239] Ebussuûd, 4/274
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/241.
[240] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/241.
[241] Taberî, 12/64
[242] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/241.
[243] el-Bahr, 4/210
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/241.
[244] Zâdu'l-Mcsir, 3/112
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/241-242.
[245] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/242.
[246] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/612
[247] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/242.
[248] Keşşaf, 2/49
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/242.
[249] el-Bahru'l-muhîi, 4/214
[250] Beyzâvî, S.181
[251] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/243.
[252] Zâdü'l-Mesîr, 3/117
[253] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/243.
[254] el-Bahr, 4/216
[255] el-Bahr, 4/217
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/243-244.
[256] Taberî, 12/100
[257] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/617
[258] Taberî, 12/109
[259] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/244.
[260] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/244.
[261] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/618
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/244-245.
[262] Ebussuûd böyle ifade
etmiştir.
[263] El-Bahru'1-rnuhît, 4/214
[264] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/245.
[265] Kâsımî, Mehâsinu't-tc'vîl, 6/2474
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/245.
[266] Tefsir-i Kebir 13/167
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/245-246.
[267] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/250.
[268] Fecr sûresi, 89/5
[269] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/250.
[270] Beyzâvî, s.181
[271] Taberî, 12/118
[272] Keşşaf, 2/51
[273] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/250-251.
[274] Kurtubî, 7/85
[275] Fahr-i Râzî, 13/194
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/251.
[276] Mülk sûresi, 67/9
[277] Beyzâvî, s. 182
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/251-252.
[278] Taberî, 12/124
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/252.
[279] İbnü'l-Cevzî, 3/126
[280] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/252.
[281] Ebussuûd, 2/138
[282] el-Bahr, 4/225
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/252-253.
[283] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/253.
[284] Fussilet sûresi, 41/40
[285] Keşşaf, 2/53
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/253.
[286] Muhtasar-ı îbn Kesir, 1/622
[287] et-Teshîl, 2/22
[288] Muhtasar-ı tbn Kesir, 1/622
[289] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/253-254.
[290] Keşşaf, 2/54
[291] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/254.
[292] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/254.
[293] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/254-255.
[294] Keşşaf, 2/57
[295] Muiıtasar-1 İbn Kesir, 1/624
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/255.
[296] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/255.
[297] Kasımı, Mehâsînu't-te'vîl,
6/2505
[298] Zümer sûresi, 39/71
[299] Bir ilişik ve ilgiden dolayı bir kelimeyi başka bir
manayı da içine alacak şekilde kullanmaya tağlib denir baba ile anneye ebeveyn
(iki baba) denilmesi gibi (Mütercimler)
[300] Rahman Suresi 55/22
[301] Kurtubi 7/97
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/256.
[302] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/259-260.
[303] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/260.
[304] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/624
[305] Taberî, 12/176
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/260.
[306] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/260-261.
[307] Kurtubî, 7/113
[308] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/261.
[309] Ebussuûd, 2/142
[310] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/261-262.
[311] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/262.
[312] el-Bahru'l-muhît, 4/243
[313] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/262.
[314] el-Bahru'l-muhît, 4/246
[315] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/262-263.
[316] Cebriyye: Kulun, fiillerinde mecbur olduğunu, kendine
has hiçbir gücü ve iradesi olmadığım savunanlardır.
(Mütercimler)
[317] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/263.
[318] Kehf sûresi, 18/29
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/263.
[319] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/263-264.
[320] Telhîsu'I-beyân, s.l
[321] el-B alını'1-muhît, 4/246
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/264.
[322] Necm sûresi, 53/3,4
[323] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/264.
[324] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/268.
[325] Kurtubî, 7/152
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/268-269.
[326] Ebussuûd, 2/146
[327] Zâdül-mesîr, 3/148
[328] Taberî, 12/219
[329] Buhârî, Diyât 6; Müslim, Kâsame
25
[330] el-Bahr, 4/252
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/269-270.
[331] Beyzâvî, s. 184
[332] Kurtubî, 7/137
[333] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/270.
[334] Ahmecl b. Hanbel, MüSned 1/435 Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/633
[335] el-Bahr, 4/254
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/270-271.
[336] Taberî, 12/236
[337] Ebussuûd, 2/148
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/271.
[338] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/271.
[339] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/271.
[340] Kurtubî, 7/144
[341] Zâdü'l-mesîr, 3/155
[342] Ebussuûd, 2/149
[343] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/271-272.
[344] Taberî, 12/245
[345] Taberî, 12/266
[346] Buhârî, Fiîen 25; Müslim,îman
248
[347] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/272.
[348] Taberî, 12/274
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/273.
[349] Müslim, Zikr 22; îbn Mâce, Edeb
58
[350] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/273.
[351] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/273.
[352] Bu, İbn Abbâs ve Mücâhid'in görüşüdür. Taberî de bunu
tercih etmiştir. Bazı tefsİrciler ise, nüsükten maksat "ibadet" tir,
demişlerdir. Birinci görüş tercihe şayandır.
[353] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/273.
[354] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/273.
[355] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/274.
[356] Taberî, 12/287
[357] Zâdu'l-Mesîr, 3/163
[358] Teshil, 2/28
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/274.
[359] Keşşaf Haşiyesi, 2/64
[360] Telhisu'l-beyân, s.40
[361] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/274-275.
[362] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/275.
[363] En'âm sûresi. 6/165
[364] Hicr sûresi, 15/48
[365] Hicr sûresi, 15/49
[366] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/275.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder